kendini günahkâr hissetmek

Başlatan arafta, 24 Kasım 2011, 19:26:46

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

arafta

öyle bir his ki,kendini günahkar kirli hissetmek,al açmaya layık görmüyorsunuz kendinizi,sanki el açsanız yine günah işleyeceksiniz.sen kimsin ki diyorsunuz kendinize.tövbe ettin tövbeni bozdun.Allah için ne yaptın ki o istediklerini sana versin,gözyaşı döktün pişman oldun namazını kıldın tövbeni ettin ama yine bozdun,gitsen kapısına affeder seni evet ama yüzüm yok işte,Allah merhametli kulları acımasız.sen de acımdaın ki kendine kötülük ettin...ben ne yapayım şimdi,manevi çöküşteyim,boyuma kadar günaha batmış gibi hissediyorum,çırpanmaya korkuyorum.

Sabuni

selamünaleyküm kıymetli kardeşim. öncelikle Allah U TEALA C.C. biz günahkar kullarını af eylesin. sadece siz değilsiniz günahkar olan hepimiz günahkarız.

ama sizin ise durumunz iyi. çünkü yapmış olduğunuz günah sonucunda Allah C.C. den utanmanız sonucunda bir haya ve utanma gelmiş ki bu da bir nevi tevbe sayılmaktadır.
insan hata edebilir. çünkü peygamber değildir. ama hata edenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir buyurmuştur SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZ S.A.V.
geçenlerde Cübbeli Hocaefendiyi dinlerken MEVLANA HALİD-İ BAĞDADİ HAZRETLERİ DE ESERİNDE ALMIŞ ATAULLAH İSKENDERİ HAZRETLERİNİN bir eseirnde

sana boyun kırıklığı , pişmanlık veren günah ; seni kibirlendiren ibadeten hayırldıır sözünü naklettiler. yani kişi bir günah işlemiştir ve onunla tevbe sonucunda Allah a yaklaşmıştır işte bu kişi manen yükselmiştir. ama bir kişi sabaha kadar teheccüd kılmış ve insanlara da alaylı olarak bunlarda hep uyuyorlar diye kibir kazanmıştır işte günah işleyip tevbe eden daha hayırldıır. tabi bu demek değildir günah işle sonra tevbe et yada hiç teheccüd kılma. ama beşer olduğumuz için günaha düşmüşsek hemen tevbeye sarılmamız gerekmektedir.

TEVBE EDEN HABİBULLAHTIR buyurdu ALEMLER SULTANI S.A.V.
GÜNAHINA TEVBE EDEN HİÇ GÜNAH İŞLEMEMİŞ GİBİDR BUYURDU SEVGİLİMİZ S.A.V.
daha bu konuda yazılması gereken çok şeyler var.

ancak acizane tavsiyem İMAM GAZALİ HAZRETLERİ K.S. KALPLERİN KEŞFİ ni bir de imkanınız varsa İHAY-U ULUMUDDİN adlı 4 ciltlik eseri muhakka okuyun ki maneviyatın kokusunu oralarda hissedersiniz vesselam.

Mücteba

#2
Alıntı yapılan: arafta - 24 Kasım 2011, 19:26:46
öyle bir his ki,kendini günahkar kirli hissetmek,al açmaya layık görmüyorsunuz kendinizi,sanki el açsanız yine günah işleyeceksiniz.sen kimsin ki diyorsunuz kendinize.tövbe ettin tövbeni bozdun.Allah için ne yaptın ki o istediklerini sana versin,gözyaşı döktün pişman oldun namazını kıldın tövbeni ettin ama yine bozdun,gitsen kapısına affeder seni evet ama yüzüm yok işte,Allah merhametli kulları acımasız.sen de acımdaın ki kendine kötülük ettin...ben ne yapayım şimdi,manevi çöküşteyim,boyuma kadar günaha batmış gibi hissediyorum,çırpanmaya korkuyorum.


Alıntı yapılan: Mücteba - 20 Şubat 2012, 06:34:07

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

"Günahtan tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir."
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i ibn-i Mâce)






Hazreti Ali (K.V) buyurdu ki:
«Hâlis tevbe, altı şey'i içinde toplar.
Onlar:
1 — Geçmiş günahlara nedamet duymak,
2 — (Terk edilmiş) farzları kaza etmek,
3 — Kul haklarını sahiplerine vermek,
4 — Hasımlarla barışıp halâllaşmak,
5 — Günaha dönmemeye kararlı olmak,
6 — Günahla semirttiğin nefsi, Allah'a itaatle eritmek.»


Ayrıntılı Bilgi için :
http://www.sadakat.net/forum/haftanin-mevzuu/tevbe-ve-istigfar-31-aralik-2007-t14434.0.html

http://www.sadakat.net/forum/islami_sorulariniz_ve_cevaplari/tovbe_edip_bozmak_mi_daha_gunah_yoksa_tovbe_etmeden_o_gunaha_devam_etmek_mi-t28660.20.html;





Günah Hastalığından Kurtulmanın İlâcı: Tevbe ve İstiğfar

Maddî kirleri sabun ve su giderdiği gibi kalbi karartan, insanı cehennemlik yapan, mânevî hastalık ve kirleri de tevbe, istiğfar ve Allâh'tan korkarak gözlerden akıtılan nedâmet yaşları giderir.

Doğuştan, insan gâyet temiz ve güzel yaratılmıştır. Peygamber Efendimiz, insan kalbinin fıtraten ayna gibi beyaz yaratılmış olduğunu beyân buyuruyor. İnsan, bu kalbi karartır, içine şüphe, vesvese, fitne, fesat, kin, intikam ve hased gibi zulmânî hisler doldurursa o insan korkunç bir hastalığa tutulmuştur. Bu hastalıktan kurtulamazsa Allâh korusun gideceği yer cehennemdir. Bu hastalıktan kurtulmanın çâresi de tevbe ve istiğfar etmek, ayrıca kalbinden kötü niyet ve hisleri atarak, pişmanlık gözyaşları dökmektir.

İnsan günah kirlerinden temizlenmek için tevbe ve istiğfara devam etmelidir. Bilhassa gece yarılarında ve seher vakitlerinde namaz kılarak ve salevat-ı şerife ve dualar okuyarak Cenâb-ı Hakk' tan af ve mağfiret dilemelidir.

Ümitsizlik Doğru Değildir

Emin de, yeis de küfürdür. Yâni, "Ben şu kadar hayırlar yaptım; artık Cennet'i kazandım" gibi inanç ve düşünce içinde olarak kendisini Allâh'ın gazabından emin kabul etmek, veya: "Ben bu kadar günahlar işledim. Cehennemi boyladım. Bana kurtuluş yoktur" gibi bir yeis (ümitsizlik) içinde bulunmak da küfürdür. Peygamberimiz: "Mümin, korku ile ümit arasında olacaktır" buyuruyor. Mü'min, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinden dolayı ümit mevkiinde, kendi noksanından dolayı da korku mevkiinde olacak. Öyle ki, Cennet'e bir kişi girecek deseler, "Acaba ben miyim?", Cehennem'e bir kişi atılacak deseler, "Acaba ben miyim?" diyecektir.

Bir hadîs-i kudsîde Cenâb-ı Hakk: "Kulum bana bir karış gelirse ben ona bir kulaç varırım, kulum bana yürü-yerek gelirse, ben ona koşarak varırım" buyuruyor. Bu hadîs, Cenâb-ı Hakk'ın kendisinden af ve hidâyet isteyen kuluna af ve hidâyeti lütfetmekteki acelesinin ifâdesidir.

Tevbenin Kabul Olmasının Şartları


İnsan, işlediği günâhın zararını bilmelidir. Çünkü günah insanı dünya ve ahiret saadetinden uzaklaştırır.
İnsan, işlediği günahlardan kalben elem ve pişmanlık duymalıdır.
Bir daha günah yapmamağa kararlı olmalıdır. Bir günah işleyince hemen akabinde iyilik yapmalı, namaz kılıp istiğfar etmelidir. En büyük istiğfar tesbih namazıdır.
Ayrıca hakkına tecâvüz ettiği kimselerle helâllaşmalıdır. Kalb gaafil ve günah yapmaya istekli olduğu halde sırf dil ile yapılan tevbe ve istiğfar faydasızdır.

Büyük İstiğfar


سُبْحَانَ ٱللهِ وَبِحَمْدِهِ سُبْحَانَ ٱللهِ ٱلْعَظِيمِ اَسْتَغْفِرُ ٱللهَ

ٱلْعَظِيمَ وَاَتُوبُ اِلَيْكَ

"Sübhânallâhi ve bihamdihî sübhânallâhi'l-azıym estağfiru'llâh'el-azıym ve etûbü ileyk."

Bilhassa kendisinden büyük günah sâdır olmuş kimseler ise, aşağıdaki şu duâya çokça devam etmelidir:


ٱَللّٰهُمَّ مَغْفِرَتُكَ اَوْسَعُ مِنْ ذُنُوبِى وَرَحْمَتُكَ اَرْجٰى

عِنْدِى مِنْ عَمَلِى

"Allâhümme mağfiretüke evseu min zünûbî ve rahmetüke ercâ indî min amelî."

İnsanda bütün günahların ve kötü ahlâkların baş sebebi "nefs-i emmâre" dir. Peygamberimiz nefisle alâkalı "Senin en büyük düşmanın iki kaşının arasındaki nefsindir" buyurmuşlardır. Şimdi Mehmed Şemseddin Nuri Hazretlerinin Miftâhul Kulûb isimli kitabından nefsin ne olduğunu kısaca öğrenelim.

Nefs-i Emmâre

"İnsanda iki ruh vardır: Birine ruh-i hayvânî denir ki, bu Cenâb-ı Hakkın celal sıfatının tecellîsi ile yaratılmıştır. Birine de ruh-i sultânî denir. O da Cenâb-ı Hak'kın cemâl sıfatının tecellîsi ile yaratılmıştır . Beden ülkesinde bu iki padişahın birer veziri ile birer şeyhulislâmları vardır ki, vücüt iklimini onlarla idare ederler. Ruh-i hayvanînin veziri aklı maâş ve mercii (danışmanı), Şeytan'dır. O, Şeytanlarla istişâre eder. Ruh-i sultanînin de veziri aklı maâd ve şeyhulislâmı melektir. O da onlarla istişare eder. Ruh-i hayvanînin zevki, yiyip içmek, giyip kuşanmaktır. Yani zâhirde insana lezzet verecek ne varsa onların hepsinden safâ ve kuvvet bulup, ruh-i sultanîye gaalip gelir. Ruh-i sultanînin zevki, zikir, fikir , ibâdet ve Allâh'ın emirlerine itâat ve yasaklarından kaçınmaktır. Ruh-i sultanî, işte bunları yapmakla ruh-i hayvanîye gaalip gelir.

Yukarıda anlatıldığı gibi, bunlar vücütta hükmederler. Birinin sıfatı diğerinin sıfatına zıt olduğu için daima birbirleriyle muhârebe ve mücâdele ederler. Ruh-i hayvanînin aslı "emmâre bissüü" dür. Yani mübâlağa ve şiddetle kötülüğü emredicidir. Ona "nefis" ismi verilir. İşte bu sıfat Cenâb-ı Hakkın celal sıfatının mazharıdır ki, daima hakkın rızâsına muhalif şeylerden lezzet ve kuvvet bulur.

Ruh-i sultanînin asıl sıfatı sâfiyedir. Ona sıfat-ı insan ismi verilir. (İnsan bu sıfata sahip olduğu zaman kamil insan olur.) Bu sıfat Cenâb-ı Hakk'ın cemâl sıfatının mazharıdır ki, daima Cenâb-ı Hakkın rızâsındadır ve ondan bir adım ayrılmak istemez. Bu sebeble, bu iki sıfat birbirine tamamen zıt olup, vücut ülkesinde muhârebe ederler.

Meselâ, bir vücutta ruh-i sultanî ruh-i hayvanîye gaalip olmayıp, ruh-i hayvanî kendi haline bırakılırsa, sıfatı emmârelikte kalır. Zamanla ruh-i hayvanî ruh-i sultanîye gaalip olur ki, o kimse hayvan gibidir. Belki daha alçak olup "hasireddünya vel âhireh" (Dünya ve ahıreti hüsranda) kalır. Amma, ruh-i sultanî, ruh-i hayvânîyi kendi hâline bırakmayıp, her an mücâhede ve muhârebe ederse, o zaman ruh-i hayvanîyi ister istemez kendine bağlar. Her emrine itaat ettirerek ilahî emri yerine getirmiş olur. İşte bu kimselerin kurtuluşa ereceği umulur. Fakat yine de düşmesinden korkulur. Çünkü nefsin hîlesi çoktur."