Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Yolculuk Rasulullah'a

Başlatan muhacir, 11 Nisan 2006, 03:56:02

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

muhacir

YOLCULUK RESULULLAH'A

Sıcak bir temmuz günüydü. Aysız, günsüz, vakitsiz, zamansız bir kız çocuğu geldi dünyaya. Rahman'ın ezeli takviminde tam zamanındaydı bu geliş, tüm gelişlerde olduğu gibi; ne bir saniye geç ne bir saniye erken. Çocuğun anne ve babası kendi halinde saf, temiz Müslümanlardı. Namaz, zekat, oruç… Amelleri vardı, hakkıyla yapınca biiznillah cennete de yeterdi, ancak bir de cennette, cennetten çok güzel bir ikram "cemalullah" vardı.
Küçük kızlarına biri atadan, diğeri modadan 2 isim koydular, belki de koydukları isimlerin güzelliğinin farkına varmadan. Sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okudular. El kadar bebek ne anlardı ezandan, kametten! Daha hafızası da hiçbir şey kaydetmezken! Belleği kaydetmese de küçük yüreği kaydederdi, bu gerçek! Kulaklara okunan ezan ve kamet, tüm mü'minlere beşikte; kalplerde kaydedilir, muhabbet tohumu olur, günü gelir yeşerirdi elbette. Ömür takviminin yaprakları düştü bir bir, zaman, muhabbet tohumlarının yeşerme zamanı oldu. Kendi halindeki annebabaya sonunda dertli evlatlar yetiştirmek nasib oldu ve kendileri dahi aynı dertten muzdarip oldu! Bu dert; dertlerin en güzeli, en tatlısı, en şereflisi, Rahman'a kul olma derdiydi.
Adı güzel kız, önce namaza başladı ve bırakmadı. Ardından tesettür geldi, onun ardından ilk emrin peşine düştü; "İkra Bismirabbikellezi hâlak" Şimdiye kadar bildiği iki dini kitap vardı; biri Namaz Hocası diğeri Güllü Yasinler! Hep sanırdı ki, ayetlerhadisler; imamların, müftülerin kitaplığında bulunur! Kitapçılarda böylece raflara dizilmiş, bu kitaplarda neydi? Kim yazmıştı? Tanımıyordu, sakın tehlikeli olmasınlar! derken, "Riyaz'us Salih'in" nasip oldu kıza. İlk orada duydu, birbiri ardı sıra Hadisi Şeriflerle Allah'ın Habibi'nin sesini. Binlerce yıl öteden gelen bu ses, ne kadar tatlıydı, ne kadar vazgeçilmezdi, bu ses anlatılamaz…


Kitapları herkes okuyabilir miydi?
Kız okudukça fazlası da nasib oldu. Bu kitapları okurken, sanki baldan tatlı, kardan beyaz yüreğini serinleten bir kaynaktan içiyordu, cennet şerbetleri de ancak bu kadar tatlı olmalıydı. Her gün açılmazsa tefsirin, hadis külliyatlarından birinin kapağı, o gün huzurlu olamazdı. Tefsirlerle Rabbi ona anlatıyordu, derdinin dermanını, O'na hakkıyla kul olabilmenin yollarını! Ama o, kuldu ya, düşe kalka bazen yürüyerek bazen tökezleyerek takip etmeye çalışıyordu kulluk yolunu. Sonra açıyordu; bir gün Riyaz penceresini, öbürgün Buhari penceresini, diğer gün Rudani'den seyrediyordu, ertesi gün Hayatüs'sahabe'den. Haftanın her günü bir başka pencere açıyordu, açtığı pencerelerden yüreğine serin tatlı cennet meltemleri doluyordu. Efendisini görmeden duramıyordu. O'na baktıkça kendinden utanıyordu. Efendisi onun için, bir ömür boyu gecelerini ayakları şişene kadar kıyamda, yerleri ıslatana dek göz yaşları içinde secdede geçirmişti. Rabb'inden evladını, nefsini değil, ümmetini, ümmetini istemişti. Şimdi kendisi, bizzat nefsi için bile bunu hakkıyla yapamıyordu. Ama Allah Resulünü tüm kalbi ile çok seviyordu. Rabb'inin verdiği oğullarına Rasulullah'ın adını koydu, kızına da ehli beytinin. Nebi'nin bahsi geçince; gözyaşları aksa da akmasa da yüreği sel olur akardı. Düşünürdü hep, sahabe efendilerine gıpta ederdi. Bir kez gül yüzünü göremedim, latif sesini işitemedim, miski amber kokusunu duyamadım, mübarek gözlerinin taa içine bakıp "anam, babam, evladım, şu tendeki canım Sana feda olsun Ya RasulAllah" diyemedim derdi. Ona göre dünyada ikramın en büyüğü sahabe efendilerimize yapılmıştı. Sonra Sevgilinin firagını düşününce hamd ederdi. Doğrusu imtihanın en büyüğü de sahabe efendilerimize gelmişti. Rasulullah'ın acısına nasıl dayanılırdı? Kendisi bin dört yüz sene sonra gelmesine rağmen dayanamıyor, dayanamıyordu. O'nu çok seviyordu, "çok" sözcüğü bu sevgiyi anlatmaktan aciz ve zayıf kalıyordu. Efendisine ömür sermayesinin günleri boyunca salât selâm ederdi ve yavrularına ve tanıdıklarına da öğretmeye, Peygamberlerine salat ve selâm göndermelerine vesile olmaya azmederdi.

Hedefte Sevgiliyle  buluşmak var
Hele asırlar evvelinden gelen dualar yok muydu? "Bizden işittiğini, duyduğu gibi bir başkasına aktaranın, kıyamet günü Allah yüzünü ak etsin!!" Sahabesine bizzat dua eden Rahmet Peygamberi, hiç kardeşlerini unutur muydu? Bu duadan nasiplenmek için tüm müminler gibi o da çırpınır dururdu. Rasulullah tüm dünyanın üsvei hasenesi değil miydi? Güzel Ahlâk kendileri ile tamamlanmıştı. Bir insan nasıl Rahman'a Habib olur, bizzat onun yolunu göstermişti. Herkes, Nebi gibi yemeli. O'nun gibi içmeli, O'nun gibi yatmalı, O'nun gibi bakmalı, O'nun gibi insanlara muamele etmeliydi. Ardından gelenler, O'nun ayak izlerinin tam üstüne basarak, milim kaydırmadan yolundan gitmeliydi. Bu, 'sıratel müstakim'di. O'na da bu yolu, kullarına öğretsin diye, Rabb'i öğretmişti.
Bu sayede insanlar; ölüp de dirildikleri gün! İnşAllah Kevser Havzu başında Allah Rasulü'ne kavuşup:
"Esselâmü Aleyküm Ya RasulAllah, ben felan oğlukızı felanım. VAllahi sizi dünya gözüyle göremedim. Ama sizi atamdan, evladımdan, aciz nefsimden çok sevdim. Allah'ın izni ile, sünnetiniz üzere yaşadım, sünnetiniz üzere öldüm ve nihayet sünnetiniz üzere dirildim. Sonunda bir ömür boyu hasreti ile yandığım Zatınıza kavuştum, merhamet güneşi gözlerinize ben de bakabildim. Mübarek ellerinizden Kevser suları içmeyi nasib eden Celil ve Kerim olan Rabbimize hamd olsun" diyebilme ümidi içinde olurlar vesselam…



BİR YETİMİN EFENDİSİNE HASRETİ

Olsam bir olabilsem.. kalbimdeki hasret ateşiyle yanabilsem.... yansam... yüreğimdeki o kor gibi özlem ateşiyle yanıp kül olabilsem.... koşsam... bir koşabilsem... Gecenin ıssız vaktinde, sana varmak için, yalın ayak koşsam sokaklarda....
Gökyüzü sessiz sessiz ağlarken yokluğuna, bende gözlerimden yaşlar akıtsam şu karanlık gecenin koynuna, ağlasam yokluğuna, seni arasam....
Haykırsam... Ah bir haykırabilsem... Herkes sessiz evinde iken, çıksam sokaklara, bağıra bağıra, döne döne adını haykırsam kendimden geçsem... Seni özlesem, seni dilesem.. Yalnızca seni... Gönlüme senden başkasına asla yer vermesem... Dilimden o güzel adini bir an bile düşürmesem... Yok olsam... Bir yok olabilsem... O güzel gözlerinin hasretine, o endamına o mütebessim çehrenin özlemine zerrelerime ayrılsam yok olsam... Düşlerimde yalnız seni görsem, seni hayal etsem, seni bir defa olsun görüp hasretle "EFENDİM" diye sarılabilmek için CANLAR FEDA ETSEM... Bir gülüşüne, bir bakışına ya RasulAllah... Sana ulaşabilmek için binlerce mesafeyi, yalın ayak ve yayan çıksam yollara, hasretinle ve sana ulaşabilme arzusuyla katlansam her türlü acılara...
İçimden gelen bir AH'da senin için olsa, senin için olsa bu gam ve kederler, bu hasretlikler, bu kara sevdalar, senin için ya Resulullah...
Gökyüzüne ibretle bakarken yarı gecede.. HUU diye gelen rüzgarın sesi… Senin selamını getirse, senin kokunu getirse bana... Ve mest olsam kendimden geçsem... Senin aşkından mecnun olup çölleri delik deşik edebilsem... Seni arasam her yerde... Seni sorsam herkese.... Sana aşık olabilmek için... Sana sevdalanmak için kan akıtabilsem gözlerimden... Sana olan özlem ve hasretimden…
Dönsem bir dönebilsem... Sana çoktan aşık olmuş, hayatının her saniyesini seninle geçiren Allah erlerinin etrafında pervaneler gibi dönsem, onların aşklarından bana da bir zerre sıçraması için... Bir zerre ya RasulAllah.. Kurtulabilsem... ah bir kurtulabilsem... İçimi kemiren ve beni yiyip bitiren şu dünya perdesini bir yırtabilsem ve benliğimden geçsem.... Göç etsem senin aşkına, senin o güzel adına duyduğum özlemimden göç edebilsem yanına...
Gelebilsem ya RasulAllah... Bir yanına gelip ESSALATU VESSELAMU ALEYKE YA RASULAllah diyerek hüngür hüngür ağlasam ve senden medet beklesem... Kapında sefil bir durumda sana salat ve selam etsem... Ta ki senden bir haber alıncaya kadar... Ta ki senin o gül kokunu o sıcaklığını yanımda, o öpülesi ellerini bu günahkar başımda okşar hissedene kadar ağlasam ve yalvarsam sana... Kapına... O mübarek kapına binlerce kez yüz sürsem.. Senden bir ışık bir umut göresiye kadar ayrılmasam yanından...
Olsam keşke olabilsem... Senin mübarek ayağının bastığı bir zerre kum tanesi de ben olsam, senin şehit edilen bir dişinde ben olabilsem ya RasulAllah... Ben sensiz divaneyim... Harap olmuşum... Beni böyle kendi halime terk eyleme ey sultani levlak... Sen olmasaydın yaratılmazdı bu koca alem... Senin adının yüceliğinden dayanamayıp çatladı kalem... Sen ki bir rahmetle geldin... Ve karanlık katılaşmış kalpleri, merhametinle, iman kuvvetinle yumuşattın... Biz senin o nurani yüzünü göremedik senin güzel kokunu içimize doya doya çekemedik... Ama… Senin o kokunu koklar gibi senin o yüzünü görür gibi sana aşığız… Bu can artık bıktı usandı. Gafletten dedikodu ve gıybetten... Seni sevdim ve seni özledim… Hala gelmeyecek misin? Bu günahkar, yüzü kara, boynu bükük yetimi yanına alarak sevindirmeyecek misin? Sen ki yetimleri sever ve başlarını okşar gönüllerini alırdın, gözlerinden o acı dolu yaşları siler bağrına basardın...

O günler geride kaldı ya RasulAllah. Artık kimse gelip okşamıyor yetimlerin başını, kimse bağrına basıp almıyor o kor gibi yanan gönüllerini. NERDESİN??... Biz yetimler seni arıyoruz... Seni özlüyoruz... Bir kere olsun gelip de almayacak mısın gönlümüzü??... Hatırlar mısın ya RasulAllah... Hani bir sahaben vardı. Sana aşık olmuş bir sahabe... Gece yarısı da olsa dayanamayıp seni görmek için gelmişti kapına ve:
"YA RASULAllah hasretine dayanamayıp kapına geldim... Senden bir an bile ayrı kalamıyorum seni çok özlüyorum" demişti... Sende memnuniyetini ifade ederek tebessüm etmiştin... Hani sahabeler senin o gönülleri mest eden yüzünü görebilmek için yarış ederlerdi... Gizli gizli seni rahatsız etmeden sana hayran hayran bakarlardı... Ve korkarlardı... Senden ayrı kalacağız diye... Bir gün bir sahabe gelip:
"YA RASULAllah bizler seni bu dünyada görüyoruz ve seninle birlikteyiz... Ama AHİRETTE senin derecen bizden kat kat yüksekte biz senden ayrı kalırsak halimiz ne olur... O zaman biz ne yaparız" deyip gönlü acı ve hicran ile dolmuştu... Sense: "ÜZÜLME; MUHAKKAK KİŞİ SEVDİĞİ İLE BERABERDİR" demiştin ve ashabını sevince boğmuştun… O gün sevindikleri kadar, başka hiç bir şeye sevinmemişlerdi... Ve sana daha da bir aşkla bağlanmışlardı... Bizler seni görmedik... Senin meclisine gelip önünde boynu bükük bir vaziyette diz çöküp o insanı kendinden geçiren yumuşak sesini işitemedik... Ama inanki bizler seni seviyoruz ve senden dünyada ayrı kaldığımız gibi ahirette de ayrı kalmak istemiyoruz... Bize acı ya RasulAllah... Bize acı... EY HERSEYİ OL EMRİYLE HİÇ YOKTAN VAR EDEN YÜCE RABBİMİZ!!! HABİBİN HÜRMETİNE; İSMİ AZAMIN HÜRMETİNE BİZLERİ AHİRETTE CEMALİNDEN VE EFENDİMİZDEN MAHRUM EYLEME...
amâ ve hırsa uyup nefs ile mahkûr olma,
Rahatın zâil olur,nâmı meşhur olma,
Sohbet-i Arif-i Billah'a eriş, dûr olma,
Saltanat-ı Mesned-i Dünya ile mağrur olma.