Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Cevşen'in Kaynağı

Başlatan Gülfabrikasısahibi, 24 Temmuz 2012, 12:22:46

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Gülfabrikasısahibi

Değerli kardeşimiz;
Mecmuatul Ahzab 1/231 de Cevşen'in senedi kaydedilmiştir.



Cevşen ile ilgili pek çok düşünce ve görüş ortaya atılmıştır. Daha çok Şiî kaynaklardan gelmiş olması, Ehl-i Sünnet’in Cevşen’e karşı soğuk davranmasına sebep olmuştur. Ancak bizim Cevşen ile ilgili mülâhazamız biraz husûsiyet arzetmektedir. Onun için de başkalarına ait görüşlerin naklinden daha çok, biz burada kendi mülâhazalarımızı aktarmak istiyoruz:

1) Cevşen halisane yapılmış bir duâdır. Onun hangi cümle ve kelimesi ele alınırsa alınsın, damla damla ihlâs ve samimiyet yüklü duâ takattur eder. Durum böyle olunca, Cevşen kime izafe edilirse edilsin, özdeki bu husûsiyete tesir etmemeli. Burada, “bir sözün Efendimiz’e izafesiyle bir başkasına izafesi arasında fark yoktur” demek istemiyoruz elbette. Demek istediğimiz şudur: Cevşen’in asgarî vasfı onun bir duâ olmasıdır. Başka hiçbir özelliği bulunmasa, sadece onun bu özelliği bile, Cevşen’e bir değer ve kıymet atfetmek için yeterli bir sebeptir. Halbuki onun daha nice özellikleri vardır ki, diğer maddelerde bazılarına işaret edilecektir. Öyleyse, sadece senedine âit şaibeden dolayı Cevşen’i tenkit pek haklı bir davranış olmasa gerek.

2) Efendimize ait sözlerin bütün beşer sözlerine bir rüçhaniyet ve üstünlüğü vardır. O’na ait beyan ve sözleri seçip tanımada maharet kazanmışlara gizli kalmayacak bir gerçektir ki, Cevşen baştan sona peygamberane ifadelerle bezeli bir edâya sahiptir. Bu sebeple de duâda O’na ait malzemeleri kullanmak hem önemli hem de kabule daha yakındır. Fakat yine de bu bir tercih mes’elesidir. Yoksa insan namazın dışındaki duâları hangi dille yaparsa yapsın bu durum duânın aslına tesir etmez; zira Cenab-ı Hakk bütün dilleri bilir ve duâya icabette sadece duânın samimî ve gönülden olmasını esas alır. Zaten dillerin ve renklerin ayrı ayrı oluşu O’nun kudretini ele veren âyetlerden değil mi?

3) Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Sünnî kaynaklar Cevşen’e yer vermezler. Sadece Hâkim’in Müstedrek’inde Cevşen’den birkaç fıkrayı görebiliriz. Onun dışındaki eserlerde ben şimdiye kadar, Cevşen’e ait ibare ve ifadelerin birkaçının bile nakledildiğini görmedim. Ancak bu tamamen senede ait bir husûsiyete dayanılarak alınmış müşterek tavrın tezahüründen başka bir şey değildir ve Cevşen’in değerine menfî yönde etki edecek bir ağırlığı da yoktur. Nitekim Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği pek çok hadis var ki; aynı hadisleri çok küçük farklarla, hatta bazen aynı şekliyle Küleynî’nin el-Kafî’inde yer almaktadır. Ne var ki Ehl-i Sünnet alimleri Küleynî’den tek bir nakilde dahi bulunmamışlardır. Halbuki onda yer alan hadisler, Buharî ve Müslim’de de yer aldıklarına göre hem senet hem de lafız itibariyle cerhi söz konusu olmayan hadislerdir. Ancak, el-Kafî’de yer alan hadisleri daha çok Şiî imamlar nakletmişler ve bu sebeple de Sünnîlerce, daha işin başında endişeyle karşılanmışlardır. Cevşen için de aynı durum söz konusu olmuştur. Eğer Cevşen Şiî imamlar yoluyla nakledilmemiş olsaydı, öyle zannediyorum ki, bütün Sünnîlerce kabul görecek ve baş tacı edilecekti. Fakat Cevşen, senet yönüyle bir talihsizliğe uğradığı için, bunca insan sırf bu yüzden onun nurlu, feyizli ve bereketli ikliminden mahrum kalmıştır. Şu anda böyle bir talihsizliği önleyecek güçte de değiliz. Asırların birikimiyle vücud bulmuş böyle bir kanaati bertaraf etmek imkânsız olmasa bile çok zordur.

4) Bazen hadis kriterleri ölçü olmayabilir. Ehlullah’ın Efendimiz’den keşfen hadis alması hiç de az vaki olmuş hâdiselerden değildir. İmam Rabbanî der ki: “Ben, İbni Mesud’dan, Muavvizeteyn’in Kur’ân’dan olmadığına dair rivayetini görünce, bu sûreleri farz namazlarımda da okumamaya başladım. Ne zaman ki, Efendimiz’den onların Kur’ân’dan olduğuna dair ihtar aldım, ancak o zaman bu sûreleri farz namazlarımda da okumaya başladım.” Bazılarının bizim Kunut duâsı olarak okuduklarımızı, Kur’ân’dan kabul etmesi de, yukarıda işaret etmek istediğimiz husûsa ayrı bir delil kabul edilebilir. Ve yine İmam Rabbanî’den bir misal, diyor ki: “Ben bazı hususlarda İmam Şafiî’yi taklid ediyordum. Ancak bana İmam Ebu Hanife’nin peygamberlik mesleğini temsil ettiği ihsas edildi. Ben de Ebu Hanife’ye iktida ettim...”

Bu durum da elbet belli kriter ve ölçü gerektirir. Yoksa önüne gelen herkes keşfen bir şeyler aldığını söyler ve ortalık bir sürü uydurma keşiflerle dolar. Ama bazı büyük zatları bu kategoriye dahil etmek çok büyük yanılgı olur. Onlar “keşfen aldık” dediklerini mutlaka öyle almışlardır ve dedikleri de kat’iyen doğrudur. Ne var ki, bunları belli hadis kriterleri içinde tahlil etmek imkânsızdır. Onun için de hadisçiler bu türlü ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı mânâsına da gelmez.

Bütün bu söylediklerimiz Cevşen için de aynen geçerlidir. Onun için biz kesinlikle diyoruz ki, Cevşen mânâsı itibariyle Efendimiz’e ilham veya vahiy yoluyla gelmiştir. Daha sonra da ehlullahtan birisi bu Cevşen’i keşif yoluyla Efendimiz’den almış ve Cevşen bize kadar öyle ulaşmıştır.

Bu hususlara şunu da ilave etmek faydalı olur kanaatindeyim. İmam Gazalî gibi bir allame, Gümüşhanevî gibi bir büyük veli ve Bediüzzaman gibi bir sahibkırân, Cevşen’i kabullenip onu vird edinmişlerdir. Hatta İmam Gazalî ona bir şerh yazmıştır. Cevşen’in me’hazindeki kuvvet ve kudsiyete ait başka hiçbir delil ve bürhan olmasa, sadece isimlerini verdiğimiz büyüklerin bu kabullenişleri ve yüzbinlerce insanın Cevşen’e gönülden bağlanıp değer atfetmeleri, Cevşen hakkında en azından ihtiyatlı konuşmaya yetecek güç ve kuvvette delillerdir. Sadece senedine ait bir boşluktan dolayı Cevşen’e dil uzatmak en ılımlı ifadeyle bir haksızlıktır.

M. Gülen

Not: Ayrıca şu yazıyı okumanızı da tavsiye ederiz.

Gazetesi 23/7/1996 tarihindeki sayısında “Bir bilene soralım” köşesinde A.. G.... ismindeki sahıs, çok fahiş bir hata işlemiştir ki, Cevşen-ül Kebir adındaki Kur’anın zübde ve hülâsası, kâinat ve insanın yaradılış gayelerinin neticesi olan Tevhid-i Hâlık vazifesini en ekmel bir tarzda ifade eden ve binbir esma ve sıfat-ı İlâhiyenın nuranî ve kudsî dizisi olan Münacat-i Peygamberiye (A.S.M.) çok basit bir anlayışla ve âmiyane bir görüşle ve son derece sakat bir takım bahanelerle ilişmek istemiştir.

Oysa ki, kudsî olan Cevşenin hakikatları ve bunların tecelli ve tezahürleri Risale-i Nur’un eserlerinde nuranî semereler vermesiyle meydandadır. Cevşen-ül Kebir münacatına ilişmek isteyen münekkid zâtın ileri sürdüğü başlıca bahaneleri şunlardır.

1-Cevşen Duası daha çok Şiîler arasında yaygın olmakla birlikte bir kısım Sünnîlerle müşterek tarafı var olduğu..

2-Ne Ehl-iSünnetin, ne de Şia’nın hadis kitaplarında yer almayışı..

3-Cevşen-ül Kebir duasının fazilet ve hâsiyetleri hakkında gelen rivayetlerde mübalağaların bulunduğu..

4-Cevşen-ül Kebir rivayet yoluyla geldiği halde kelimelerinin zaptında son derece bir titizlik içerisinde kayıt edilmesiyle hafızlardan nakledilen rivayetli hadislere benzemediği..

5-Cevşen duası herkesin vâkıf olabileceği bir açıklık içerisinde literatüre geçtiği için gizli tutulmasının imkânsızlığı ki; rivayetteki ifadeye zıt olduğu..

İşte kendini her şeyi bilir edası içerisinde bir köşe yazarı olarak takdim eden zat, basit bir akılcılık tufanına kapılarak kendi basit görüşüne, anlayışına yukarıda sıraladığımız vâhi bahaneleri âdeta bir ilmî kaide tarzında görmüş, ona göre davranmış ve çok yersiz bir ilim furuşluk yapmak istemiştir. Oysa ki; “Ben biliyorum, ben âlimim” diyenin cahilliğini ilân eden hadis-i şerif vardır. Biz bu kabil davranışı ve sakat görüşü ....... Gazetesinin ağırbaşlılık, ilmî vakar ve tasavvuf anlayışıyla kabil-i telif göremedik. Az sonra arzedeceğimiz mes’eleyi açıklığa kavuştumuş olacağız inşâAllah...

CEVAPLARA GEÇİYORUZ

1- Cevşen-ül Kebir duası gibi daha pek çok mes’elelerde Şialarla, Ehl-i Sünnetin müşterekliği vardır. Şiaların iştirak ettiği her bir mes’eleyi alıp ilim ve irfan kütüphanemizden söküp atarsak, bir çok mes’ele ve hakikatları kaybetmiş oluruz.

Meselâ: Mehdi Mes’elesinde şialarla Ehl-i Sünnet esasta müşterektirler. Lâkin Şialar mes’eleyi mübalağalı ve hurafeli bir zemine götürmüşlerdir.

Hem meselâ: Hazret-i Ali’nin (RA) yüksek kemalâtı hakkında peygamberimizin yüksek senâları ehl-i sünnetin bütün hadîs kitablarında mevcuttur. Fakat şialar mes’eleyi başka maksad ve gayelere yönlendimişlerdir. Yine meselâ; bütün sahih hadîs kitaplarımızda: “Dağda, kırda, bayırda her yerde temiz toprak üstünde rahatlıkla secde edilip namaz kılınabileceği” manasında bir hadis-i şerif mevcuddur. Şialar ise bu hadîsi başka bir mecraya çekerek kiremitten secdelik taşlar yaptırarak, sadece onun üstünde secde edilebileceği manasında uygulamişlardır. İşte Cevşen-ül Kebir Duası da böyledir. Şialar onun hakkında bir çok mübağalalar uydurmuş ve gayr-i murad yanlış tatbikatlar yapmış olabilirler. Kefenlerine özel tarzda Cevşeni yazdırabilirler; ki aslında Gümüşhanevî Şeyh Ahmed Ziyauddin Hazretlerinin “Mecmuat-ül Ahzab” isimli eserinin cild 1 sahife 243’ün kenarında yazılı bulunan, Cevşen-ül Kebir’in hasiyetleri hakkındaki bölümde: “Kefenin üstüne Cevşenin metni yazılır.” diye bir şey yoktur. Belki “Kâfur ve misk ile bir kaba yazılsa kabdaki yazılar su ile eritilip o su ölünün kefenine serpilse” diye yazılıdır.

2- Cevşen-ül Kebir duası hadîs kitablarımızda hattâ şiaların da meşhur hadîs mecmualarında kayıtlı değildir diyerek gayr-i sahihliğine delil gösterilmiş.

Cevap: Cevşen-ül Kebir gibi daha bir çok hususi mes’ele ve büyük dualar meşhur hadîs müdevvenatı olan kitaplarımızda mevcut olmaması, sahih olmadığına delil değildir. Sadece Cevşen-ül Kebir değil, Kur’an’ın bazı sure ve âyetleri bir münacaat duası olan “Kenz-ül Arş” duası gibi bir çok mühim dua ve münacatlar kat’iyen menba-ı Risaletten gelmiş oldukları halde meşhur hadîs kitaplarımızda kayıtlı değildir. Yine bu neviden olarak koskoca Nakşibendiye Tarîkatı’nın esasının hafi zikir tarzında Peygamberimiz (A.S.M.) tarafından Hazret-i Ebubekir-i Sıddık’a (R.A.) mağara içinde hususî bir tarzda talim edildiği Başta İmam-ı Rabbanî (R.A.) “Mektubat’ında”, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri “Marifetname’sinde”, daha birçok tasavvuf kitaplarında önemle kayıtlı olduğu halde, meşhur hiçbir hadîs kitabında yer almamaktadır. Bu durumda ve münekkid zatın kaidesine göre acaba hepsi kâmilîni ulema olan sâdat-ı Nakşibendiyenin kutup ve pirlerinin o tarz görüş ve telâkkileri asılsız bir hurafe midir?

(Bu münâcat, Üstad Bediüzzaman tarafından her gün vird olarak okunmuş olduğu gibi, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde onun büyüklüğü, hakikatlılığı ayrı ayrı ifadelerle beyan edilmiştir. İşte Cevşen-ül Kebir'den bahseden Nur Risalelerinin yer ve sahife numaraları kısmen aşağıdadır:)

Sözler sh: 454; Mektubat sh: 217; Lem'alar sh: 339; Şualar sh: 59, 104, 129, 246, 622 ve 625; Büyük Tarihçe sh: 398 ve daha Risale-i Nur'un bir çok yerle­rinde, Üstad Bediüzzaman Hazretleri gayet kesin ve pervasız bir kanaatla, Cevşen-ül Kebir Duasının Resul-i Ekrem (A.S.M.)'m kudsî bir münâcatı olduğunu beyan etmişlerdir.

Me'hazleri ise Mecmuat-ul Ahzab 1/231'de Cevşen'in senedi de kaydedilmiştir; ayrıca Irak’ta tab'edilmiş "Mecmuat-ud Daavat isimli bir eserde Cevşen'i ve onun rivayet senedini de görmüştüm.

Cevşen-ül Kebir Münâcatı, mütedavil hadîs kitaplarında tamamının bu­lunmadığını söylemeye gerek yoktur. Sırlı ve hususi hadîsler kısmından olduğu da kesindir. Bununla beraber Cevşen-ül Kebir'in bazı kısımları (Cevşen-ül Kebir duası olarak değil) Peygamber'in (A.S.M.) sair duaları içinde olarak, bazı hadîs kitablarında bulunmaktadır. Az sonra nümunelerini arz edeceğiz.

Cevşen-ül Kebir Münâcatını, bil-farz senedi olmayan sadece dillerde dolaşan bir hadîs olarak kabul etsek bile; İman-ı Suyutî Hazretleri "Sened-ü Musafaha" Risalesi Mukaddemesinde, mukarrer bir hadîs kaidesi olarak yazdığı şu: "Senedi bulunmayan hadîsler görülürse, eğer o hadîs, usûl-u İslâmiyeye zıd, akla münafi ve ayrıca da sair sahih hadîslere muhalif ise, o zaman mevzuluğuna hükmedilebilir. Eğer bu şartlar yoksa, o hadîs bir taraf; bırakılır ve ilişilmez." İşte, bu hadîs kaidesine göre, Cevşen-ül Kebiri ölçtüğümüz zaman, kaidedeki menfi üç kaziyeden hiçbirisinin Cevşen'de bulunmadığını görmekteyiz. Kaideye muhalefet şöyle dursun, baştan sona kadar Kur'an âyetlerini, Esma-i Hüsna'yı ve hakiki hâlis tevhidi terennüm etmektedir. Böylelikle Cevşen-ül Kebir, usûl-ü Îslâmiyenin en mühim temeli olan tevhid hakikatını tahkim ve takviye ediyor. Hem Marifet-i İlahiye'ye dair harikulade tavsifat göstermesi ve hiçbir arifin, hiçbir kâmil velînin münâcatlarına benzememesi, elbette Cevşen-ül Kebir'in, Mu'ciz-Beyan olan Lisan-ı Nübüvvet ten geldiğini gösterir.

Hem koca Bediüzzaman gibi bir dâhî-yi hakikat, bir Allâme-i Küll Cevşen-ül Kebir'e "Mütevatirdir" deyip, hayatının son kırk senelik kısmında onu kendine vird edinip her gün okuması ve ondan çok büyük feyizler, nur ve bereketler alması, Cevşen'in menba-ı Risaletten gelmiş olduğuna ayrı bir şâhiddir.

3- Kudsî ve emsalsız ve hârika bir münacat-i Peygamberî olan Cevşen-ül Kebir duasının fazilet ve hasiyetleri hakkında gelen rivayette aşırı bir mübalağanın söz konusu olduğu mes’elesine cevabımız ise:

Evvelâ: Ehl-i sünnet’in ve bunlardan özellikle ehl-i tahkik bir mutasavvıf ve büyük bir veli, ayni zamanda hadîs usûlü ilmine âşina ve bu yolda te’lifatı var olan meşhur Şeyh Ahmet Gümüşhanevî Hazretleri’nin “Mecmuat-ül Ahzab” eseri birinci cilt sahife 243’te yazılı olan rivayetteki ifadelerde; ehl-i sünnetin akıl ve ilim kâidelerine ve sair hâdislerdeki peygamberimizden (A.S.M.) mervi bazı dua ve Kur’an sureleri hakkında gelmiş rivayetlerdeki beyan tarzına hiçde bir mugayereti ya da bir ziyadeliği diye bir şey yoktur. Sözünü ettiğimiz rivayetlerde makam-ı tergibin icabından olan ve mübalağa gibi görünen bazı sözlerinin ve kelimay-ı Nebeviyenin aksamının vaziyetine âşınalığı olan kimselerin, Cevşen-ül Kebir hakkında varid olmuş rivayeti de uygun bulacakları muhakkaktır. Kaldı ki, Peygamber (A.S.M.) Cevşen ve emsali duaların fazilet ve sevaplarını evvelâ ve birinci derecede kendi hakkında vaziyetlerini görmüş öylece ifade buyurmuşlardır. Risale-i Nur bu mes’eleyi ve daha benzer birçok mes’eleleri kökten ve esastan halletmiştir. İsteyenler 24. sözün 3. dal’ının 12 asıllarına ve hususiyle Emirdağ Lahikası sahife 162’deki Hazret-i Üstadın (R.A.) hârika izahatına bakabilirler. Bütün bu izahatla beraber şiaların içinde ve şia kaynaklı Cevşenler hakkında bazı ziyadelikler ve mübalağakâr ifadeler veya garip tatbikatlar bulunmuş olabilir. Şiaların o tip mübalağaları elbette Cevşenin asliyetine ve metninin i’cazdarlığına ve ehl-i sünnetin onun hakkında müstakim makbul ve mutedil telâkkilerina bir zarar îras etmez.

4- Rivayet yoluyla geldiği halde Cevşenin kelimelerinin büyük bir titizlikle aynı aynısına, eksiksiz olarak kaydedilmesiyle hafızlardan nakledilen sair rivayetli hadislere benzemediği için uydurulmuştur. Cevap: Herşeyi biliyorum diye arz-ı endam eden bîçare münekkid zât anlaşılıyor ki; asrı saadette bir çok mühim hadîslerin ve i’caza dair bazı rivayetlerin, anında veya hemen akabinde yazi ile kaydedildiğinden haberi yoktur.Cevşen-ül Kebir gibi vahy-i zımnî ile gelmiş fevkalade mühim bir duanın Hazret-i Ali’ye (R.A.) menba-i Risaletten intikal edildiğine imam-ı Ali (R.A.) tarafından hemen yazı ile kaydedilmiş olduğuna neden ihtimal vermiyor?. Bilmiyoruz. Bu Hakikatla beraber münekkid olan zat bir gaflet ile kendi kendine tenakuza düşüyor. Diyor ki: “Şifa kaynaklı Cevşenlerle Sünnilerin tabettirdikleri nüshalarda bazı eksiklikler veya farklılıklar vardır.” Eğer düğüm böyle ise, münekkid zâtın az üsteki ifadesinde: “Onun kelimeleri titizlikle zaptedilmiş.” İle kendisinin tesbit etmiş olduğu o ziyadelikler veya eksiklikler vaziyeti; kendisini derince cerh etmekte oduğunun farkında değildir. Kaldı ki her bir dua veya sahih hadîslerin de mutlaka nusha farkları bulunmaktadır. Cevşeninki de öyledir. Bazı farkları vardır; ve bunlar “Mecmuat-ül Ahzab”ın ilgili yerinde işaretlenmişlerdir.

5- Cevşen-ül Kebir duasındaki mânâlar herkesin anlayabileceği bir ifade ile geldiği için onun gibi bırakılmasına imkân yoktur.

Cevap: Bu mes’elede bu münekkid zât, bilmediği halde biliyorum hülyasıyla kendi canibinden bir hükme varmış; amma bilmezliğini itiraf ederek arayıp da bir bilene sormayı ihmal etmiş. Evet, Cevşen-ül Kebir gibi daha birçok dualar ve sırlı hususi mes’eleler var ki ilk başlarda hususi ve mahrem tutulmuşken lâkin zamanla hususilik ve mahremiyet tarafları naehil insanlar yüzünden zedelenmiş, herkese gösterilmiş, şuyu’ bulmuştur. Haliyle o dualardaki mıknatıs gibi hâsiyetler de gaib olmuşlardır. Buna göre Cevşen’in asıl mahrem tutulan yanı is herkes tarafından kolayca anlaşılabilen onun muazzam metni değil; belki fazilet, sevab ve hasiyetleridir. Veya bunlar hakkında gelen rivayet şeklidir. Evet, Kur’anla beraber umuma bakan ve her vakit herkese lâzım olan âyetleri, hadîsleri veya sahabenin tefsirlerini herkese bildirmek ve yaymak lâzım ve vâcib bir vazife olduğu gibi, İslâm ailesinin hususi ve mahrem ve ancak ehline gösterilebilir sırlı ve özel bazı dua ve rivayet kısımlarının varlığı da muhakkaktır. Bu mevzua Hazret-i Ebu Hüreyre’nin (R.A.) ve İmam-ı Ali’nin (R.A.) söyledikleri ve dikkat çekdikleri sözleri kat’î delildir. Başka sahabelerin aynı mevzuda ayrı sözleri de vardır. İşte Hazret-i Ebu Hüreyre (R.A.) bu hususta şöyle der: “Ben Resulullah’tan (A.S.M.) iki kab ilim hıfzedip aldım. Bunlardan birisini neşrettim, amma ikincisini ise eğer neşretsem şu boyun (kendi boynunu göstererek) kesilir”. Buhari cilt 2.sahife 185 Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) ise derki: “Ben Ebü-l Kasım’ın (Resulullah’ın) ağzından her işittiğimi size söyler, ifşa edersem, sizler benim yanımdan ayrıldığınızda “Ali yalancıların yalancısı, fâsıkların fâsıkıdır diyeceksiniz.” (Ruh-ul Beyan, Burusevi, cilt 4. sahife 270) Demek ki sırlı, mahrem ve hususi rivayetler, dualar ve işler vardır ki, bunların meşhur ve umuma açık hadîs kitaplarına geçmemeleri ile asıllarının gayr-ı mevcudluğuna hiçbir delil olamaz.

NETİCE Cevşen-ül Kebir adındaki en meşhur ve Kur’andan sonra en mübarek ve en kudsî münacat-ı Peygamberî merfû ve muttasıl ve mütevatir senedi “Mecmuat-ül Ahzab’ın 1. cildinin 234. sahifesinde mevcuttur. Rivayet silsilesi, sâdat-ı ehl-i Beytten müteşekkildir. Ve şimdiye kadar hiçbir muhaddis veya nekkad-ı muhaddisinden hiçbir müteşeddit; cerh ve tâdil kitaplarında Cevşenin senedine ilişmemiş, hiçbir şey dememiştir. İşte meydan, bütün cerh, nekd ve tadil kitapları ortada ... Ayrıca, Cevşen-ül Kebir münacatı hakkında tahkikli bir araştırmamızın kısaca bir özeti “Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları” adlı eserimizin 412 sahifesinde mevcuttur. Ve böylece, ehl-i hak ve hakikatın yanında mes’ele gündüz gibi aydınlanmıştır. Şüphe ve vesveselerin, sivrisineklerin sakat vızıltıları, şu gök gürültüsü gibi olan sâdânın yanında hiçbir değeri yoktur. Ve her zaman da sönmeye ve susmaya mahkumdur.

Abdulkadir Badıllı

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Bu zamanda Husrev'in aleyhinde olmak benim aleyhimde ,risale-i nur aleyhinde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azim hıyanettir.Said Nursi

Mücteba

Daha çok Iraklı ve İranlı Şiilerin rağbet ettiği Cevşen duası hakkında bilgi verir misiniz?

CEVAP:
Diyanet Ansiklopedisinin Cevşen maddesinde özetle diyor ki:

Farsça asıllı olduğu kabul edilen cevşen kelimesi sözlükte, "zırh, savaş elbisesi" anlamına gelmektedir. Terim olarak Şii kaynaklarında Ehl-i beyt tarikiyle Hz. Peygamberimize isnat edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sağır denilen iki duanın ortak adıdır.

Cevşen-i Kebir: Anlatıldığına göre Asr-i saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud'da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz.Peygamber ellerini açarak Allah'a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, "Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır" demiştir.

Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah'a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehidleri derecesinde 900 bin şehid sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.

Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz.Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere tâlim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivâyet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur. Dua, Şia bölgelerinde özel matbaalarca kefen üzerine yazılmakta ve cenazenin kefenlenmesinde kullanılmaktadır.

Cevşen-i Kebir Türkiye'deki bazı Sünni müslümanlar arasında da ilgiyle karşılanmıştır. Duayı, A. Z. Gümüşhanevi, tarikatla ilgili Mecmuatül-ahzab adlı eserinde nakletmiş, daha sonra özellikle Risale-i Nur cemaati tarafından müstakil olarak birçok defa basılmış ve Türkçe'ye de tercümeleri yapılmıştır. Ayrıca Şii kaynaklarında zikredilen metinle bu eserlerdeki metin arasında bazı eksiklik veya fazlalıklar göze çarpmaktadır. Cevşen-i Kebir diye bilinen ve Musa el-Kazımdan itibaren imamlar yoluyla Hz. Peygamberimize nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen, yaklaşık 15 sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihi bir vakayı anlatan, hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak, her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle raptedilip tekrarlanması, Hz. Peygamberimizden alınıp rivayet edilmesi imkansız denecek kadar güçtür.

Duanın Sünni hadis mecmualarında yer almaması, ayrıca Şii hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki Kütüb-i erbeada da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede kitaplarda mevcut olması da bu görüşü desteklemektedir.

Cevşen sahih değildir

Cevşenin faziletleriyle ilgili olarak nakledilenlere gelince, Allah'ın insana verdiği imkan ve yetenekler, ona tanıdığı haklar ve yüklediği görevler karşısında kişinin bir duayı okumakla dünya ve ahiretin bütün kötülüklerinden korunup mutluluğa erişmesi, İslamiyet açısından, hatta bütün semavi dinler bakımından mümkün değildir. Ayrıca her bölümünde tevhidi vurgulayan ve yoğun kudsi duygularla örülmüş bulunan bir duanın iman etmeyenler tarafından okunmasının ne anlamı var ki, Cebrail bu konuda Hz. Peygamberimizi uyarmış olsun. Kaldı ki bu dua, herkesin vakıf olabileceği bir açıklıkla literatüre geçtiğine göre, gizli tutulması da fiilen imkansızdır. (Cevşen maddesi s.462-464)

Diyanet Ansiklopedisi'ndeki bu bilgiye göre, Cevşen duasının Ehl-i sünnet kaynaklarında bulunmaması ve fazileti ile ilgili rivayetlerin İslamiyet inançlarına aykırı bulunması, Şiilerce muteber kabul edilen Kütüb-i erbeada bulunmaması da, bunun sahih olmadığını göstermektedir.

Bu duayı üstünde taşıyanın asla Cehenneme girmemesi de, ilim ile bağdaşmayan bir ifadedir. Çünkü hepsinden kıymetli olan Mushaf'ı [Kur'an-ı kerimi] bile üstünde taşıyan kâfir, Cehennemden kurtulamaz.

Kefene mübarek isimlerin, yazıların yazılmasını, irin, kan gibi necasetin içine bulaşacağı için, Ehl-i sünnet âlimleri uygun bulmamıştır.

Şiiler, Cevşeni savaşlarda kullanmışlarsa da, bir faydasını görmemişlerdir. Mesela Irak-İran harbinde ölen Iraklı Şii askerlerle, İranlı Şii askerlerin üstlerinde cevşen duası bulunmuştur. Ayrıca üzerinde cevşen olduğu halde kaza geçiren çok kimse görülmüştür.


http://www.sadakat.net/merakedilenler/DuaninOnemiveCesitliDualar/CevsenDuasiHakkinda.htm




Sonuç:
Cevşen,Kaynaksız Mesnetsiz Şii Duasıdır. Fazileti hakkında söylenenler uydurmadır.

http://www.sadakat.net/forum/serbest_kursu/cevsen_sii_gelenekten_mi_geliyor-t10866.0.html;msg97844#msg97844

Gülfabrikasısahibi

Her fırsatta diyaneti kötüleyen bir cemaat diyanetten kaynak vererek cevaplamış.

tabi ki cevşen herkesi korumaz adamın eceli gelmiş ise korumaz ama cevşen okumak sadece maddi kazalar için değil asıl manevi yaralar için merhemdir. Günah işlemeye bir kalkandır. Hz. Ali'nin torunundan rivayet edilmesi sizi rahatsız ediyorsa orasını bilemem tabi
Bu zamanda Husrev'in aleyhinde olmak benim aleyhimde ,risale-i nur aleyhinde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azim hıyanettir.Said Nursi

yusufs

Alıntı yapılan: mazhar - 25 Temmuz 2012, 18:30:34
Doğru her yerde doğrudur...
Diyanetin içinde de Ehl-i sünnet Vel-Cemaat karşıtları her zaman olmuştur... Onların insanların itikatlarını bazmak için neler
Abdülaziz Bayındır, Ali Rıza Demircan, Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz, Muhammet Nur Doğan (bu ramazan da kanal d de sahur vaktinde sahurda diye bir program yapıyor) Cemalnur Sargut şu an aklıma ilk anda gelen son zamanların meşhur ... ları.
Ben üç nokta koydum, siz adına ne derseniz deyin.

Bu arada Mustafa Karataş hakkında ayrıntılı bilgisi olan var mı?

Sormamın nedeni: A.Bayındır geçen sene A.Rıza Demircan ile sahur düzenledi biliyorsunuz. İstanbulda ezan okunurken yemeye devam ettiler falan hani. Orada Bayındır düzenledikleri sahura davet ettikleri kişileri sayarken Mustafa Karataş için "Benim evimin bulunduğu yer ufuk çizgisi için müsait bir yerde. Ben zaten yıllardır dediğiniz şekilde uyguluyorum" dediğini söyledi. Söyledi ve o güne kadar Karataş hakkında çok fikrim olmasa da, olanların  menfi yöne dönmesine sebep oldu.
Ben Mevlana değilim;
ADAM OL! öyle GEL.

Fatihan

Alıntı YapBu arada Mustafa Karataş hakkında ayrıntılı bilgisi olan var mı?

Bir programında nafile oruç yoktur demeye gelecek sözler sarfettiğini biliyorum.

Mücteba

Alıntı yapılan: Gülfabrikasısahibi - 25 Temmuz 2012, 17:12:35
Her fırsatta diyaneti kötüleyen bir cemaat diyanetten kaynak vererek cevaplamış.

tabi ki cevşen herkesi korumaz adamın eceli gelmiş ise korumaz ama cevşen okumak sadece maddi kazalar için değil asıl manevi yaralar için merhemdir. Günah işlemeye bir kalkandır. Hz. Ali'nin torunundan rivayet edilmesi sizi rahatsız ediyorsa orasını bilemem tabi

Söylediğiniz rivayet de asılsızdır. Cevşen-i Kebir Risale-i Nur talebeleri dışında, Ehli sünnet dünyası tarafından rağbet gören, bilinen bir dua ve iltica şekli değildir. Peygamber efendimiz "Birşeyi (aşırı) sevmen seni kör ve sağır eder" (Ebû Dâvud, Edeb, 125) buyuruyor. Aşağıdaki tezi okumanızı tavsiye ediyorum.


Ayrınlı bilgi için:
Cevşen Duasının Hadis İlmi Açısından Kritiği

Sonuç:

Hadis kitaplarının her birinin, bütün sahih hadislerin ve sıhhatli rivayetlerin hepsine yer vermesi teknik olarak mümkün değildir. Zaten hiçbir muhaddisin, kitabında her sahih hadise yer verdiği şeklinde bir iddiası da yoktur. Az sayıda da olsa, meselâ Kütübü Sitte haricinde de bazı sahih hadislerin bulunabileceğini hadisçilerimiz kabul etmişlerdir. Fakat aradan birkaç asır geçtikten sonra muhaddislerin, hadis hâfızlarının kitaplarında nakletmedikleri rivayetlere de daima şüphe ile bakılmış, uydurulmuş olabileceği ihtimali göz önünde bulundurulmuştur. Zira 5. 6. hicri asra gelindiğinde, sahih-hasen-zayıf veya uydurma her ne varsa kitaplara geçmiştir. Dolayısıyla, eğer iddia edildiği gibi Cevşeni Kebîr duasının tamamı Peygamber'e aitse mutlaka Mu'cemlere, zayıf hadislerin yer aldığı eserlere girerdi. Bu noktada "Cevşen'in meşhur kitaplara alınmasına ihtiyaç duyulmamıştır" diyenlerin iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. Tam tersine böyle bir dua veya zikre dair bir rivayet olsaydı, ona ihtiyaç duyulur, mutlaka herhangi bir kitaba alınır, nakledilirdi. Ayrıca 15 sayfalık bir dua metninin Hz. Peygamber onu yazdırmamışsa -ki tespit edilebildiği kadar Hz. Peygamberin böyle bir duayı yazdırmadığı görülmektedir- bir defa okunmasıyla tam olarak ezberlenmesi mümkün değildir. Ayrıca bu rivayetin uzunluğu Peygamberden bize ulaşan sahih hadislerin uzunluğu ile çelişmektedir. Rasûlullâhın duaları özlü ve kapsayıcıdır. Peygamberimizin çok uzun olmayan duaları –ki en uzun duası bir-iki sayfayı geçmemektedir- tercih ettiğini bütün sahih kaynaklar aktarmaktadır. Sünni kaynaklarda, ravilerini sadece Şiilerin imam kabul ettiği şahıslar kanalıyla rivayet edilen sahih, hasen veya zayıf bir hadis yoktur. Kaldı ki şiî kaynakların bahsettiği rivayet dışında ne farklı râvinin nede farklı rivayetin mevcudiyeti söz konusu değildir. Durum böyleyken Cevşen duasını Peygambere ait olduğunu söylemek bize göre bilimsel olarak mümkün değildir.
Cevşen duasının Hz. Peygambere aidiyetinin mümkün olmadığını ortaya koyan bazı sebepleri maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:

1- Cevşen duası ne Ehl-i Sünnetin, ne de Şia'nın hadis kitaplarında yeralmamaktadır.

2- Cevşen duasının faziletleri hakkında gelen rivayetler İslam'ın özüne ters düşmektedir. Cevşen duası okunduğunda veya insanların üzerinde taşındığında söz konusu faziletlerin gerçekleşeceğini söylemek ilmen doğru görünmemektedir.

3- Cevşen duasıyla ilgili akla-mantığa uymayan rivayetler bulunmaktadır. Örneğin; rivayete göre Cebrail'in, Peygamberimizden duayı kafirlere öğretmemesini istediği iddia edilmektedir, fakat Cevşen duası iddia edilen rivayetin aksine herkesin vâkıf olabileceği bir açıklıkta literatüre geçtiği için, duanın gizli tutulması imkânsızdır. Bu durumdan da anlaşılmaktadır ki Cebrail, Peygamberimize böyle birşey söylememiştir.

4- Peygamberimiz ve sahabe döneminde kendisine ümit bağlanılan, güvenilen ve onunla korunulacağı düşünülen tek varlık Allah'tır. Allah'tan başka böylesine ümit bağlanılan, güvenilen ve onunla korunulacağı düşünülen hiç birşey olmamıştır. Rasûlullâh'ın sünnetine bakıldığında da sadece Allah'a güvenildiği ortaya çıkmakta-dır. Mesela Hz.Peygamber, sahabelerine  ayakkabılarının bağı koptuğunda, onu  dahi Allah'tan istemeyi talim etmiştir.

5- Peygamberimize nispet edilen bu duanın Rasûlullâh'ı, sahabeyi ve duayı okuyan kişiyi koruyacağı söylenmektedir. Ancak Hz. Peygambere ve sahabeye yapılan onca işkenceler, çektikleri sıkıntılar ve gazalarda aldıkları yaralar söz konusudur. Cevşen duası madem Rasûlullâh'ı ve sahabeyi koruyacaksa Hz.Peygamber ve ashabı niçin bu duayı okuyup sıkıntılardan, işkencelerden kurtulma yoluna gitmediler? Oysa Cevşen duası Hz. Peygambere gelseydi ve bahsedilen koruma işlevini ifa edecek olsaydı, Hz. Peygamber bu duayı hem okur hem de sahabelerine okumalarını tavsiye ederdi, fakat böyle bir durum olmadığı için Cevşen duasının da Rasûlullâh'a ait olmadığı ortaya çıkmaktadır.

6- Kendisine Arapça vahiy inen bir Peygambere, Farsça kalkan anlamına gelen Cevşen duasının geldiğinin iddia edilmesine karşın; Cevşen'in ne birinci derece, ne de ikinci derece hadis kaynaklarında bulunmamaktadır.

Yukarıda sıraladığımız sebeplerden dolayı Peygamber'e nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Cevşen duasının tamamı peygamberimize ait değildir, bazı bölümleri, cümleleri hadis veya ayet olarak nitelendirilebilirse de tamamının peygamberimize aidiyeti imkansız görünmektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihî bir vakayı anlatan, hafızada tutulması kolay metinlerden farklıdır. Cevşen duasının sahih bir hadis olarak kabul edilmesi için, her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle zapt edilip tekrarlanması gerekir, ancak duanın Peygamberden alınıp yazıldığına dair hiçbir delil bulunmaması Cevşen-i Kebir'in hadis olmadığını ortaya koymaktadır.Cevşenin faziletleriyle ilgili olarak nakledilenlere gelince, Allah'ın insana verdiği imkan ve yetenekler, ona tanıdığı haklar ve yüklediği görevler karşısında kişinin bir duayı okumakla dünya ve âhiretin bütün kötülüklerinden korunup mutluluğa erişmesi, İslâmiyet açısından, hatta bütün semavi dinler bakımından Tevhid'in özüne terstir. Bu duayı taşıyanın onunla korunacağına, belaların defolacağına inanması ve ondan medet umması bize göre İslâmiyetin kurallarıyla uyuşmamaktadır. Ayrıca her bölümünde tevhidi vurgulayan ve yoğun kudsî duygularla örülmüş bulunan bir duanın iman etmeyenler tarafından okunmasının ne anlamı var ki, Cebrâil bu konuda Peygamberi uyarmış olsun. Bu dua, herkesin vakıf olabileceği bir açıklıkla literatüre geçtiğine göre, gizli tutulması da fiilen olanaksızdır. Bizim bildiğimiz, Cevşen duasının ilk olarak Kef'emî'nin "el-Beledü'l-Eminve'l- Misbah" adlı kitabında geçtiğidir. Cevşen duasının isnad zincirindeki son şahıs olan Cafer-i Sadık'tan yaklaşık üç asır sonra yaşamış olan Kef'emi'nin bu duayı Cafer-i Sadıktan alması mümkün değildir. Yaklaşık üç asırlık bir vakit geçtikten sonra ve bu sürede yazılı bir nüsha bulunmamasına rağmen Kef'emi bu duayı kitabına almıştır, ama nereden almıştır? Neye dayanarak Peygambere nispet etmiştir? Kef'emi'nin eserine dua nasıl geçmiştir? Buhari'nin, Cafer-i Sadık'ın yanına girip çıkanların Cafer-i Sadık adına hadis uydurduklarını da göz önünde bulundurursak durumun vahâmeti daha çok ortaya çıkmaktadır. Sünni kaynaklarda ilk defa Gümüşhanevi'nin eserinde geçen Cevşen duasını; Gümüşhanevi nereden aldığını belirtmemiştir. Cevşen-i Kebîr duası sünni bir kaynakta isnadındaki son şahsın vefatından yaklaşık 10-11 yüzyıl sonra karşımıza çıkmaktadır. Anlaşılmaktadır ki Gümüşhanevi duayı asıl kaynağından alacak konumda değildir. Peki nereden almıştır? Bu sorunun cevabı içinde birçok ihtimali barındırmakla beraber Gümüşhanevi'nin bu duayı şiî kaynaklardan alması yüksek ihtimaldir. Duayı aldığı şiî kaynağı söylemesi halinde Cevşen-i Kebîr duasının rağbet görmeyeceğini düşündüğü için de duayı aldığı yeri söylememiştir. Bütün bu eleştirilerden, Cevşenin hiçbir değerinin olmadığı gibi bir netice çıkartılmamalıdır. Muhtevası itibariyle güzel bir dua ve zikir kitabı olarak kabul edilebilir. Cevşen insanları Allah'a yaklaştıracak güzel yakarış ve münacatlarla dolu şiîrsel bir dua bütünüdür. Bu duayı okuyan kimse sevap kazanır ve Allah katındaki mertebesini yükseltir. Ama Cevşen bir dua kitabıdır; hadis olarak kabul edilemez. Herhangi bir dua kitabı gibi, elbette Cevşen de okunabilir, okuyanlara zevk ve haz da verebilir. Ancak bunu hadis olarak sunmak, allayıp-pullamak, neredeyse kutsal bir eser gibi takdim etmek gerçekleri çarpıtmaktan başka birşey değildir. Bu tavır, binlerce muhaddisi, yüzlerce muteber hadis kaynağını hiçe saymaktır ve onlara karşı yapılan en büyük haksızlıktır. 245 İsnadının varlığı bile şüpheli olan bir rivayete hadis damgasının vurulması ve Cevşen'in sahih hadislerdeki peygamberimize ait duaların önüne geçirilmeye çalışılması doğru değildir. Cevşen-i Sağîr Duasının metni Allah'ın güzel isim ve sıfatlarını zikrederek Allah'tan yardım dilemeyi içermektedir. İstenen yardımın verilmesiyle sıkıntıdan kurtulan, rahatlayan insanın Allah'a hamd etmesini konu alan Cevşen-i Sağîr duası metin yönünden sakıncası bulunmayan güzel bir duadır. Duayı okuyan kişi sevap kazanabilir, duayı okuyanın Allah'a yakınlığı artabilir; fakat İsnad ve metin tenkidini yaparak Peygambere aidiyetinin imkansız olduğunu belirttiğimiz Cevşen-i Kebîr için söylediklerimizin birçoğu aynı şekilde Cevşen-i Sağîr için de geçerlidir. Sonuç olarak Cevşen-i Sağîr güzel bir duadır; ancak hadis olması mümkün görünmemektedir.