Gelibolu'da Mevlevî Âyini / Lütfen Israr Etmeyiniz

Başlatan Mücteba, 07 Eylül 2012, 15:22:52

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Gelibolu'da Mevlevî Âyini

Ramazanda Gelibolu Mevlevihanesinde iftar ziyafeti verilmiş, sema ayini yapılmış. Tafsilatı hakkında bilgim yok ama çok memnun oldum. Vali, kaymakam ve belediye başkanı beyefendileri, bu hayırlı hizmete ön ayak olan diğer zevatı tebrik ediyorum.

Tarikatları ve tekkeleri kapatan zulüm ve faşizm kanunu artık kaldırılmalı ve tasavvufî faaliyetlere şartlı ve kayıtlı olarak izin verilmelidir.

Bu konuda çok geç kalınmıştır.

Tekkelerin açılması için durum müsaittir, imkan ve fırsat vardır ama birtakım mezhepsiz, reformcu, aykırı, bozuk, dal ve mudil ilahiyatçılar, Vehhabi meşrepliler çeşitli telkinlerle bunu köstekliyor, engelliyor.

İslam dünyasının her yerinde öyledir ama bilhassa Türkiye coğrafyasında tasavvufsuz islamî kalkınma olmaz.

Tekkeleri yasaklayan kanun kaldırılmakla iş biter mi?

Kesinlikle bitmez.

Tasavvufî faaliyetler İslam'ın esaslarına, usulüne, zahir hükümlerine göre âdilâne şekilde zabt u rabt altına alınmalı, en ince ayrıntılarına kadar kontrol edilmelidir.

Bu maksatla Diyanetten bağımsız bir Meclis-i Meşayih kurulmalıdır.

Bu Meclis'te Diyanet'in de temsilcisi bulunmalıdır.

Şeriata aykırı tasavvufi faaliyetler desteklenmemeli, kösteklenmelidir.

Rasgele tekke, zaviye, dergah açılamamalıdır.

Tasdikli ve geçerli icazeti olmayanların şeyh olmasına izin verilmemelidir.

Tekkelerde beş vakit namaz kılınmalıdır.

Tasavvuf tarikatları futbol kulübüne dönüştürüp; holiganlık, militanlık, tarikatçilik, cemaatçilik yapılmamalıdır.

Tekkeler, dergahlar, tarikatlar, tasavvuf kesinlikle para toplamaya, birilerinin yükü tutup zenginleşmesine, din ve mukaddesat sömürüsüne alet edilmemelidir.

Tarikatlar ve şeyhler siyasete karışmamalıdır.

Hiçbir şeyh devlet adamlarının, dünya büyüklerinin huzuruna çıkmamalı, ayağına gitmemelidir.

Para ile yapılan folklorik ve turistik sema gösterilerine izin verilmemelidir.

Ücret karşılığında zikir ve sema yapılması yasaklanmalıdır.

(Gerektiğinde yol ve konaklama masrafları verilebilir...)

Tekkelerin ve dergahların masrafları Evkaf-ı İslamiyeden karşılanmalıdır.

Hakikî icazetli şeyhlere çok hürmet edilmeli, sahte şeyhlerin çanlarına ot tıkanmalıdır.

Bütün tekkelerde olgun, vasıflı, ihlaslı, taqvalı, mürüvvetli, fütüvvetli, manen güçlü örnek Müslümanlar yetiştirilmelidir.

Tarikatlara nasibi olan layık ve ehil kimseler derviş ve muhib olarak kabul edilmelidir.

Hiçbir tekkede ve dergahta Kur'ana, Sünnete, Şeriata, Tarikata, ahlaka, hikmete aykırı olarak lüks ve israflı ziyafetler verilmemelidir.

Şeyhler müzeyyen meskenlerde oturmamalı, lüks otomobillerle gezmemelidir.

Gerçek İslam tarikatları alabildiğine korunmalı ve teşvik edilmeli; tarikatçılık militanlığını ve fanatizmi alabildiğine engellenmelidir.

Bütün tarikatlar ve tekkeler Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona), Selef-i Sâlihînin (radiyAllahu anhüm ecmain), Ehl-i Beyti Mustafa'nın, Sadat-ı kiramın, eimme-i müctehidînin, Rabbanî ulema ve fukahanın, evliyaullahın, ricalullahın ruhaniyetlerinin razı ve hoşnud olacağı bir şekilde hizmet ve faaliyet göstermelidir.

Tarikat ve tasavvuf işlerine benlik ve dünya hırsları ve menfaatleri karıştırılmamalıdır.

Mevlevilik Şeriata uygun Sünnî bir tarikattır.

Namazsız abdestsiz Mevlevilik olmaz.

Vakit namazı güzelce kılınır, tesbihat yapılır, zikre ve ayine ondan sonra başlanır.

Pîr Efendimiz hazretleri gece gündüz namaz kılardı.

O, dünyayı ayaklarının altına almıştı.

O, Kur'anın bendesiydi.

O, Resul-i Kibriyanın sâdık âşığı idi.

O, hâdim-i Şer'-i şerifti.

Şeriata ve tasavvufa muhlisen lillah, Kur'ana ve Sünnete uygun olarak hizmet eden aziz olur.

Şeriatı ve Tarikatı istihdam ve istismar etmeye yeltenen alçaklar âkıbet zelil ve rezil olur.


* (İkinci yazı)

Lütfen Israr Etmeyiniz


Muhterem Efendim... Bendenizi ısrarla tarikatınıza (cemaatinize) davet ediyor, Muhterem'inize intisab etmemi arzuluyorsunuz.

Malum-i âlileri olduğu üzere bir tarikata, cemaate, meşrebe bağlanmak nasip meselesidir.

Nasibi varsa bağlanır, nasibi yoksa bağlanmaz.

Her Müslümanın Hanefî olması gerekmediği gibi, şu veya bu tarikata veya cemaate bağlanması da gerekmez.

Her Müslümanın ille de Nurcu veya Nakşî olması gerekmez.

Önemli olan hususlar şunlardır:

1. İtikadının (inanç bilgilerinin) sahih olması.

2. Dört hak mezhepten birinin hükümleriyle İslamı hayata uygulaması.

3. Muhammedî ahlak ile mütehalli (ziynetlenmiş) olması.

4. Sünnete mütemessik olması, bid'atlerden uzak durması.

5. İhlaslı olması.

6. Taqvalı olması.

7. Biatli ve itaatli olması.

8. Hayat yolculuğunda kamil bir rehberin/mürşidin kılavuzluğunda yol alması.

Resulullah Efendimizin (Salât ve selâm olsun ona) sağlığında tek rehber oydu. Aradan on dört asır geçmiştir. Bu devirde bir rehber değil, birçok rehber vardır.

Bunlar icazetli Rabbanî, muhlis, taqvalı ulema ve fukaha...

Yine icazetli gerçek şeyhler ve kamil mürşidlerdir.

Bunların hangisine intisab edilirse inşaAllah doğru yola girilmiş olur.

Kur'an, Sünnet, Şeriat ve Cemaat dairesi içindeki bütün tarikatlar haktır.

Her Müslümanın bir nasibi vardır.

Can ciğer kardeş gibi iki Müslümandan biri A tarikatına, diğeri B tarikatına girebilir. Nasip meselesi...

Genel davet İslama yapılır.

Tarikatlara ve meşreblere genel davet yapılmaz.

Eskiden tarikatlara seçilerek, süzülerek adam alınırdı.

Bendenizi cemaatinize veya tarikatınıza katılmam konusunda ısrarla davet etmemenizi rica eder, selam ve hürmetlerimi sunar, dualarınızı beklerim efendim.


Mehmet Şevket EYGİ - 07 Eylül 2012 Cuma

osmanlı

Mevli Dergahı nasıl ve kimler tarafından tahrif edildi, neticesinde Tekke ve Zaviyeler bu tahrifatla kapatıldı.

(Bu yazı 1978 de UFUK gazetesinde yayınlanmıştır)

UFUK: Efendi Hazretleri, Mevlevi tarikatının bozulduğunu, size nasıl anlatmıştı?

MUSTAFA ARIKAN:  Efendi Hazretlerine, bir münasebet düştüğünde sormuştum:

-Konya’da Celaluddin’i Rumi hazretlerinin türbelerini ziyaretimde dikkatimi çeken, Birkaç dervişin, düğmeye basınca raksettikleri doğru mu ve SEMA’dan mıdır, yoksa nefsani raks mıdır?” diye sorduğumda,

Efendi Hazretleri, bu soruma şöyle karşılık vermişlerdi:

-Konya mevlevi tekkesinde son zamanlarda bir yahudi dönmesi üç sene şeyhlik yaptı. Ve bu hale getirdi. Fakat mevlevi tekkesini bozabilmek için, kuvveti ve ana fikri şuradan almıştı.

Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerini terbiye eden Şemseddin Tebrizi,  Celaleddin-i Rumi’yi sohbetine alınca, onun teslimiyetini ölçmek için sohbette hamr (içki) lazımdır, buyurmasıyla: Celaleddin-i Rumi Hazretleri müskiratçıdan şarap alıp getirmişti.

Gerek Tebrizi, gerek Celaleddin-i Rumi hazretleri, asla şarap içmediler. O getirilen şarab, kabı kırılarak helâya dökülmüştü.

İşte tarihteki bu imtihan hadisesinden, yahudi dönmesi faydalandı. Böyle meşru’iyetin hilafına bir imtihanı, yahudi dönmesi, silah gibi kullandı.

Bu dönme, evvela tarikata intisap edip Mevlevi tekkesine alındı ve uzun zaman yemeden içmeden ibadet etti… Halbuki geceleri kimsenin görmediği zamanda yerdi.

Fakat yemez-içmez  ibadet eder, diye şöhret yaptı. Bu arada da tekkenin şeyhi vefat etti. Bu yahudi dönmesi, yemez-içmez ibadet eder, şöhretiyle postnişin yapılarak, bütün mevlevi müridleri kendisine (biat ve) inabe ettiler.

Bu usta yahudi epey bir zaman müridleri tam kendisine bendedinceye kadar  çalıştı.
Bütün müridlere hakim olduğuna dair iyice kanaati hasıl olunca, yavaş yavaş menfur fikirlerini işlemeye başladı.

“Biz, Mevlânâ Celâleddin-i Rumi Hazretleri’nin yolcusuyuz. Halbuki o Şemseddin-i Tebrizi ile sohbette şarap içtiler bilahare nasuh bir tevbe ederek bu dereceye kadar yükseldiler”  gibi, güya nasihat ederek müridleri içkiye hazırladı.

“Biz de içeriz, bilahare tevbe eder yükseliriz” dedi. Ve içkiler içildi. Tam sarhoş olunca dışarıda adamları vasıtasıyla hazırladığı kötü kadınları da içeri aldırdı.
Sarhoşların önünde kadınlar dönmeye raksetmeye başladılar.

Yoksa Mevlânâ Celâleddin-i Rumi Hazretlerinin SEMA’ı ile bunların uydurdukları birbirine tamamen zıttır”

Mustafa Arıkan devamla şöyle dedi :

O Yahudiyi ben tanıyorum.. Efendi Hazretlerinden bunları dinlediğim zaman, hafızamdaki Beybaba hâtıram aklıma geldi.

Hz Üstazımızın bu hadisede bahsettiği adam olduğuna inandığım için bu adamla cereyan eden hatıramdan bahis ile canlı bir misal vermiş olacağım.

Beybaba Kimdir?

1931 Yılında Adana Karaisalı kazasının pos ormanından kestirilen keresteler, Bayraklı deresiyle Seyhan nehrine naklediliyor ve oradan da Adana’ya taşınıyordu.

Babam rahmetli, bu nakliye işinin müteahhidi olarak çalışıyordu.

O zaman Orman işletmesinin müteahhidi de Sadettin Bey adında bir zat var idi. Bunun müstear ismi, yani lakabı “BEYBABA” idi.

Ben babamın katipliğini yapıyordum ve henüz 17 yaşındaydım.

Keresteleri Bayraklı deresinden nehre ve oradan Adana’ya kadar 4 ay gibi uzun bir zamanda 300 işçi ile indirmiştik.

Tam Adana tren köprüsü civarına keresteler gelince nehrin önüne bağladık. Keresteleri dışarı çıkaracağımız sırada, kuvvetli bir sel geldi. Bağı kırdı.

Keresteler denize doğru yürümeye başladı. Bunu gören Adana’nın bilhassa fellah insanları:

-Nehir getirdi, biz götürdük” diyerek, nehirdeki keresteleri kısmen evlerine taşıdılar. Bilâhare Orman İdaresi, duruma el koydu.

-İhbar edene 20 kuruş verileceği ilan edildi. Ve birçok ihbarlar geldi. Kerestenin büyük bir kısmı bu suretle tekrar ele geçirildi.

Fakat Orman İşletmesi müteahhidi Beybaba orman rüsûmünü yatırmamış olmasından kerestelere Orman Müdürlüğü el koydu.

Devletin Ameleye Verecek Parası Yok

Biz, amele başı olarak getirme ücretimizi almak için ziraat vekaletine müracaat ettik. Bize telgrafla cevap verdiler.

-Amele hakkı mahfuzdur. Keresteler satılınca hakkınız verilecektir” dediler.

Bunun üzerine Orman Müdürlüğü ameleyi Alanya’ya gönderecek kadar o zamanki kereste tüccarlarından bize para alıverdi. Ameleyi gönderdik.

-Ben işleri takip için Adana’da kaldım.

Bu arada bir gazete de, aklımda kaldığına göre (Ahmet Emin Yalman’ın çıkardığı Vatan Gazetesi olsa gerek),

“Oyuncu bir Bar kızının bir buçuk milyon lira ile Türkiye’den Macaristan’a dönmekte olduğunu” yazmıştı.

Bu haber beni şok etti. Sanki bu millet parayı sokakta buldu da verdi. O zaman hükümetin bütçesi ancak bu kadardı. Hükümet bir senelik bütçesi mukabili parayı Macar oyuncusunun götürmesine nasıl müsaade ediyor, aklım bunu kabul etmedi.

-Bunda bir esrar var, Beybaba’dan sorayım”

diyerek gazeteyi elime aldım, ekseri Beybaba’nın gündüzleri bulunduğu,

Yıldız Kıraathanesine vardım. Beybaba bir masada birkaç adamla iskambil dedikleri oyunda idi.

Karşısına dikildim, beni görünce

-Ne o Mustafa” diye sordu. Ben de gazetenin o kısmını göstererek dedim ki:

-Macar Oyuncuya Para Bulunuyor..  Efendim bunu çözemedim.
Ziraat vekaleti bize amelenin hakkını vermiyor. Parası yok. Kerestelerin satılmasını bekliyor. Fakat Macar oyuncuya bu kadar para veriyor. Bunun sizin tarafınızdan çözülmesini rica ediyorum”

Beybaba, Kilisli Kör Mahmud diye maruf kahyası ile birlikte bizi evine çağırdı ve:

-Akşam ben sana bu hususu geniş geniş anlatayım” dedi.

Akşam dediği saatte Beybaba’nın evine gittik.

-Çocuk seni gözüm tuttu. Bizim işimize yarayacaksın. Ve ileride seni büyük adam edeceğim” diye söze başladı ve şöyle devam etti:

“Oğlum bu milleti, birinin kıçını koklamadan kurtarmak (izahı ileride gelecek) için evvela nefis ve şehvet yollarını açtık ve ilk olarak Macaristan’dan bin oyuncu çingene kızı getirdik. Bunların en ustası ile İstanbul’da Darül-bedayi adında (şimdiki Şehir Tiyatrosunu) açtık. Ve sanattır diyerek genç kızları teşvik etmeğe başladık.
Barlar açtırdık. Gazinolarda çalıştırmak suretiyle yavaş yavaş yerli halkın  taassubunu kırarak sahnelere, barlara, gazinolara rağbeti temin ettik. Ve bugün artık, Macar çingenelerine ihtiyaç kalmadı.Yavaş yavaş gönderiyoruz. Ancak giderken sırtlarındaki elbise ve pek cüz’i bir harçlıkla hudud dışı edildiler.
Fakat yerli halkı bu işe teşvik için birbuçuk milyon götürüldü, diye ilan edilir. Böylece, güzel kızları olan anne ve babalar özenirler:
Bizim kızımız yapamaz mı, yüz lira da mı alamaz, diye düşünerek adım adım yaklaşırlar” dedi.

Bu hale milleti getirinceye kadar bunun gibi bir çok planlar tatbik ettiklerini söyledi.

Selanikliymiş

Selanik asıllı olduğunu sonradan öğrendiğim, Beybaba, daha sonra şunları anlattı:

“Ben  Rusya’da uzun zaman sağır görünerek kiliseye hizmet ettim. Ve İstanbul patrikhanesine çancı olarak gönderildim. Patrikhanede epey bir müddet sağır  olarak çalıştım. Beni sağır diye söz saklamazlardı.

Ayrıca, ben seferberlikten önce, Adana’nın  Karaisalı kazasında kaymakamlık yaptım. O zaman kızılbaşlara Babalık yapmıştım. Sizin getirdiğiniz keresteleri, bana ücretsiz taşıdılar. Daha ben neler gördüm ve neler geçirdim.

Mesela İstiklal muhakemesinden sonra istediğimiz inkılapları yapmağa iki cihetten itiraz başladı.


Birisi siyasi idi. Harpte çarpışıp da kazananlar arasında bu mühim idi.

Diğeri de, arkasından gidilen büyük ve şöhret sahibi alimler idi. Bunları yok etmek lazımdı.

BİRİNCİ mühim olan, siyasi ve fikri ayrılığı bulunanları temizlemekti. Bunun için “İzmir suikastı” tertiplendi. Bunda benim rolüm büyüktü. Bu suretle bir çok fikir muhalifi kimseler öldürüldü.

İKİNCİ olarak, arkasından gidilebilecek şöhret sahibi büyük alimler geliyordu. ”Menemen hadisesi” yapıldı. Edirne’den Van’a kadar şöhret sahibi alimler, bu hadise ile alakalandırılarak, ele geçenler imha edildi”                                                                  

Şimdi de Mevlevihaneye Gidiyor

“Ben tekkeleri kapatmak için Konya Mevlevi tekkesine intisap ederek yemez-içmez dervişlik yaptım. Şöhrete ulaştım.

Oğlum, yemez-içmez  adam yaşar mı? Ama, geceleri gizli yer, kimseye görünmezdim. Bir gün şeyhimiz öldü.

Benim yemez-içmez ve devamlı ibadetimden dolayı en ehil olarak şeyhlik makamına geçmemi uygun gördüler. “postnişin” oldum.

Arkadaşları güzel idare ederek kendime bağladım. Ve yavaş yavaş işlemeye başladım:

“Mevlânâ Celâleddin-i Rumi Hazretleri’nin O kadar büyük dereceyi kazanması, sohbet esnasında ŞEMSİ TEBRİZİ ile şarap içti, bilahere nasuh bir tevbe edip bu dereceye erişti, bizim de aynı yolu takip etmemiz lazım” diyerek işledim.

Bir gün şarabı tekkeye soktum. Dışarda bu işi tezgahlayanlar da vardı. Güzel kadınlar da hazırlandı. Şarap içince, tabii şişede durduğu gibi durmadı sohbet kadınsız olmaz dedik kadınları da tekkeye soktuk. Onlar da raks etmeye başladılar.

Kadınların raksı ile SEMA dedikleri, böylece birbirine karıştı. Kısaca tekke, meyhane ve kerhane haline getirildi.

Muayyen günlerde insanlara da bu durumu teşhir ettim. Sarhoş dervişlerle kadınların SEMA yapması, RAKSI, zıplamaları, hoplamaları derken TARİKATIN ahlaksızlık olduğuna seyircileri inandırdıktan sonra, bu durumda, tarikatların ve tekkelerin artık kapatılmasının gerekli olduğu hakkında rapor vererek, Mevlevi tekkesinden ayrıldım. Ve benim raporumla tekkeler, tarikatlar suçüstü yakalandı”

Selanik asıllı Beybaba, bana dönerek devam etti:

“Oğlum kötülüğünü göstermeden kapatsak, halk tepki gösterirdi. Buna mahal bırakmadık. Ben Selanik’liyim. Bunları söylemekten maksadım beni tanımanızdır. Ben seni yanıma alıp yetiştireceğim”

Bu sözlerini, uzun süre hayretler içerisinde dinleyip ayrıldıktan sonra, otele gelirken, yanımdaki kahya’ya,  Kilisli Kör Mahmud’a sordum:

-Bu Beybaba’nın:
“Milleti, birbirlerinin kıçını koklamaktan kurtardık” demesi nedir?

Kahya:

-Anlamadın mı?..  “Cemaatle namaz kılmak” arka arkaya değil mi?”  

Ben de:
-Anladım da, ancak senin nasıl anladığını öğrenmek için sordum, dedim.

Sonradan, Kahya’nın anlattığına göre, bu adama, Beybaba denilmesinin sebebi, milyonlarca liralık araziye sahip olmasıymış! Çok zenginmiş...

Gittiği kahvede bütün oturanların çay paralarını, oturduğu lokantada yemek yiyenlerin bütün ücretlerini ödemesinden dolayı, halk ona bu ismi takmış.

Kahya ayrıca,

-Bu adamın, karısı adına Selanik’te bir buçuk milyon liralık (o zamanın parasıyla) mal ve arazisi var, diye, Adana’dan sürülen Rumların hanları, dükkanları ve çiftlikleri bu adama verildi. Adana’nın en zengini oldu. Güya Rumlara da Selanikte’ki arazileri verilmiş..” dedi.

Efendi Hazretlerinin bize bildirdiği :

“Mevlevi tarikatını tahrif eden yahudi dönmesinin” perde arkasındaki kimliğini okuyucuların firaset ve iz’anlarına sunuyoruz. (Alanya Kıvrasıllı Mustafa Arıkan)

Devrimci akıla sahip olanlar, luciferin yeni dünya düzenini yemezler...

mazhar

   Osmanlı Kardeşimiz tarafından bize verilen bu tarihi bilgileri için öncelikle teşekkür ederim. Yahudiler,Masonlar,Selaniklili dönmeler ve bilumum İslam düşmanlarının nasıl çalıştığı,ne şekilde müslümanları aldattığı gözler önüne serliyor.Bir zamanlar yahudi asıllı bir sahtekarın diyanet işleri başkanlığına kadar yükseldiğini hatırlarsak,ne demek istediği daha iyi anlaşılır...

Bu hain dönme selanik yahudisinin Mevlana Celaleddin Rumi Hazretlerine attığı iftira bugün islam karşıtı Laik,Sahte kemalist,Ateist,sol kesim vb. bunun gibiler tarafında zaman zaman ısıtılıp müslümanlara hakaret etmek için kullanılıyor. Bu ve buna benzer iftiraların önünü kesmek, Yapılan bu çirkin ithamları önlemek için mevlevi olduğunu söyleyenler(bunlar kimse) ne yapıyorlar..?
***************************************************************


    Mehmet bey'in yazdığı yazı da,dikkatimi çeken bazı noktaları da sizinle paylaşmak istiyorum.
Alıntı Yap
şu veya bu tarikata veya cemaate bağlanması da gerekmez.
diyor...
Peşinden,
Alıntı YapHayat yolculuğunda kamil bir rehberin/mürşidin kılavuzluğunda yol alması.
[/color]diye ilave ediyor...

Bu rehbere bağlanmadan klavuzluk nasıl işleyecek, nasıl olacak..?

Alıntı YapBu devirde bir rehber değil, birçok rehber vardır.
Sayın mehmet bey bu karara nasıl varmış..?

Sayın, Mehmet Şevket Eygi bey'in yazılarını severek okuyorum. zaman zaman yazılarında istikrarsızlıklar oluyor onlarıda  paylaşmakta fayda var...Bu paylaşımları yapan arkadaşımıza da ayrıca teşekkür ederim.Memet Şevket Eygi'nin yazdıkalarının yüzde doksan küsüratına katıldığımı ifade edeyim... O harkesi tenkit ediyor biz de zaman zaman onu tenkit edlim...