Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Gece Namazı

Başlatan natalia, 07 Kasım 2008, 02:44:53

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

natalia

gece namazı nasıl niyet edilyor?  hangi süreler okunyor

fuducuk

Gece namazından kasıt sanırım nafile namazlar.

Kaç rekat kılınacaksa;

"Niyet ettim Allah rızası için ... rekat namaz kılmaya" şeklinde söylemek uygundur. Eğer kılan kişinin namaz borcu varsa kaza namazı şeklinde niyet etmelidir. Çünkü namaz borcu olanların önce bu borçlarını ödemeleri gerekmektedir. "Niyet ettim Allah rızası için geçmiş zamanın yatsı namazı kazasını kılmaya" gibi. Yanlışım varsa kardeşlerim beni uyarsınlar lütfen...

ankebut-57



Özel bir niyet duymadım. "Niyet ettim Allâh'ım senin rızâ-i şerfîn için teheccüd namazı kılmaya" demeniz kâfidir. Teheccüd namazını 6 rekat kılabiliriz.

***

Değerli fuducuk;

Kaza borcu olanın nafile kılamaması, Şâfî mezhebine ait bir hükümdür. Dolayısıyla Hanefî Mezhebinden olana bu hüküm ile amel etmesini söylemek doğru olmaz. Her mezhebin hükümleri, kendi müntesiplerini bağlar. Bazı zarûrî durumlar dışında...

Hal böyle iken Hanefî mezhebine mensup birisi, kaza borcu olsa dahi nafile kılar/kılabilir. Ki zaten kuşluk, teheccüd ve tesbih namazları gibi, haklarında dinî nakil bulunan nafile namazların her halükârda terk edilmemesi gereği Ömer Nasuhi BİLMEN Merhumun Büyük İslam İlmihali'nde dahi yazar. (Eda ile kazanın mahiyeti ve kaza namazları, Madde: 299, s. 183.)



Âlimleri irfan sahib eden, üç harf ile beş noktadır.(عشقْ)
Mü'minleri duhûlü cennet eyleyen, beş harf ile üç noktadır. (ايمان)

www.ayasofya.org

fuducuk

Alıntı yapılan: ankebut-57 - 07 Kasım 2008, 09:50:02


Değerli fuducuk;

Kaza borcu olanın nafile kılamaması, Şâfî mezhebine ait bir hükümdür. Dolayısıyla Hanefî Mezhebinden olana bu hüküm ile amel etmesini söylemek doğru olmaz. Her mezhebin hükümleri, kendi müntesiplerini bağlar. Bazı zarûrî durumlar dışında...



Sayın Ankebut-57,

Ben de birkaç gün öncesine kadar öyle biliyordum. Fakat Osman ÜNLÜ hocamıza güvenirim. Bir ses kaydını dinledim, radyodan kayıt. Orda Hanefi mezhebi bile olsa borcu varken sünnet/nafile namaz kılamaz diyor. Sadece Sabah sünneti ve Vitr vacip olduğu için onları kılabilir dedi. Sünnetler ile kazaların beraber kılınma olayının günümüze kadar yanlış aktarılarak geldiğini, orda anlatılmak istenenin, kazası olmayan biri sünnet kılarsa, farzdaki açıkları ve eksiklikleri kapatacağını söyledi. Hatta spiker bayan sordu, o zaman ramazan ayında teravihler kabul olmaz mı? dedi. Olur ama teravihi nafile değil, kaza niyetiyle kılacaksın dedi.

Duyduklarım bunlar, saygılar...

ankebut-57

#4
Değerli kardeşim;

Madem isim zikrederek konuya girdiniz, bu konunun kimlerce ve neden kafa karıştırma noktasına getirildiği hususunda birkaç malumat sunmak istiyorum.

Bahsettiğiniz mezkur kişi ve daha bunlar gibi birkaçı, Abdülhâkim Arvâsî'ye (k.s.) bağlı olan ve çoğumuzca malum bir isimle halk arasında az-çok tanınan kişilerdir. TV ve Radyo gibi insanların fikir yapısına kolayca ulaşabilecekleri yayın kurullarında daha çok etkin olmaya çalışmaları hasebiyle de, hayli kafa karıştırmış oldukları doğrudur. Yoksa gerçekten ilmî deliller sunup yüz yıllardır bizim yanlış(!) bildiğimiz şeyi doğrulttukları(!) için değil.

Yoksa yukarıda zikrettiğimiz Merhum Ömer Nasuhi Bilmen'in yazdıklarını ve dahi meşhur Fetvâ-yı Hindiyye kitabında geçen "Beş vakit namazın evvelinde ve sonunda bulunan sünnetler ile tesbih namazı, duhâ namazı, teheccüt ve evvâbin namazları bu hükümden müstesnâ tutulmuştur" gibi ve daha çeşitli fıkıh kitaplarında geçen benzeri hükümleri nasıl elimizle bir kenara itebilirdik?

Şimdiye kadar yüzlerce âlimlerimiz yanlış yapmış da, şimdi mi anlaşılmış işin esası?!

Yok öyle şey! Durum fıkıh kitaplarımızda gayet açık ve nettir!


Peki neden bu grup böyle bir konunun üzerinde ısrarla duruyor?

Bu grubun yukarda bahsini ettiğimiz zâta bağlı olduğunu söylemiştik. Maalesef bazı kardeşlerimiz, meşrepleri gereği "Müridin fıkhı mürşidinin amelidir" fehvasınca, bağlı bulundukları zatın farklı mezheplerden nakledip uyguladığı bazı içtihatları, toplum önünde nass gibi mutlak doğruymuş gibi takdim ediyorlar. Dolayısiyle zaman zaman gereksiz sıkıntıların yaşanmasına sebep oluyorlar. Halbuki bunu, kendi meşrepleri içindeki bir husus olarak görüp, kesin bir nass olarak diğer insanlara diretmemeleri gerekmektedir.



Mesele ana hatlarıyla bundan ibâret. Maksat; kişileri veya kurumları kötülemek değil, artık çıkılmaz bir hal alan ve sürekli olarak, gerek sanal âlemde ve gerekse reelde sık sık karşılaşılıp kafa karıştırma noktasına getirilen bir meselenin; nereden ve ne sebeple çıktığının daha iyi anlaşılabilmesi için Ehl-i Sünnet âlimlerinin bu konudaki izâhının, aktarılmasından ibarettir.

Bilginizi ricâ ederim.
Selam ve duâlarımla.

Âlimleri irfan sahib eden, üç harf ile beş noktadır.(عشقْ)
Mü'minleri duhûlü cennet eyleyen, beş harf ile üç noktadır. (ايمان)

www.ayasofya.org

müteallim


Namaz İslâm'ın en önemli emirlerinden birisidir. Bu ibâdet dînin beş direğinden birini teşkil etmiş, onu kılan İslâm binasını yapmış, terkeden ise yıkmış olarak tavsif edilmiştir. Şüphesiz namazı terketmek, geciktirmeyi caiz kılan bir mâzeret bulunmadığı halde zamanını geçirmek en büyük dinî suç ve cinayetlerden biridir. Her ne şekilde olursa olsun namazını vaktinde kılamayan, kazâya bırakan mükellefin, fırsat bulur bulmaz yapacağı ilk ilk iş namazını kazâ etmektir. Mâzeretsiz geçirilen namazı kazâ etmek de mükellefi tam mânâsıyla mesuliyetten kurtarmaz; kazâ elden gelen telâfi yollarından biridir. Bir başka yol, bir daha geçirmemeye azmetmek, vâki geciktirmeden dolayı Allah Teâlâ'dan af dilemek, bağışlanmak için yalvarmaktır. İslâm ulemâsı namazı kazâya kalmış bir kimsenin ilk fırsatta kazâ etmesinin farz olduğunda ittifaka yakın bir görüş birliğine vardıktan sonra hangi mâzeretlerle -çok kısa bir müddet için de olsa- kazâyı tehir etmesi caiz olabileceği meselesi üzerinde durmuşlar, bunları "kendisi ve ailesi için yeterli rızık temini için çalışmak, aslî ihtiyaçlarını temin ile meşgul bulunmak" ile sınırlamışlardır. Yâni namazı kazâya kalmış bir mükellef, kendisi ve âilesinin hayatî ihtiyaçlarını temin eder etmez geride kalan vaktinin ilk bölümünde geçmiş namazını kazâ edecektir. İşte bu noktada önümüze bir mesele daha gelmektedir: Günlük namazlarını ne yapacaktır?
Unutma, uyku gibi şuur dışı haller istisna edilirse müslümanın bilerek namazını geçirmesini mübah kılan bir mâzereti yoktur; hastalık, bilfiil savaş hali gibi fevkalâde haller bile namazı geçirmeye mâzeret olamaz; ancak bazı hafifletici ruhsatlara sebep teşkil eder. Şu halde üzerinde kazâ namazı olan mükellef öncelikle günlük namazlarını kılacak, sonra sıra kazâ namazlarına gelecektir. Ancak günlük namazlarının yalnız farz ve vâcib olanlarını kılarak, sünnetleri kılacağı zaman içinde kazâyı kılması gerekir mi, gerekmez mi mevzûu münâkaşa edilmiştir. Bu münâkaşa da ince ve önemli bir noktayı belirtmekte fayda vardır: Namazları kazâya bırakmış bir kimseye prim olarak bir de sünnetleri kılmama imtiyazı tanınmış değildir; kazâ namazını, sünnet kılacak kadar bir vakit daha tehir etmenin caiz olup olmadığı tartışılmıştır; yâni namazı kazâya bırakmak öyle bir cinayettir ki, bunu kısmen telâfi edecek olan kazâyı, sünnet kılacağım diye bir miktar daha tehir etmenin caiz olup olmadığı müctehidleri düşündürmüştür!
a) Hanefîlere göre: Bilindiği üzere nâfile namazlar mefhumu içine Peygamberimiz'in (sav) tatbikât ve tavsiyelerine dayanan sünnet namazlar ile hakkında husûsî bir tavsiye bulunmadığı halde kişinin Allah rızası için kıldığı serbest namazlar girmektedir. Hanefîlere göre farz namazların önünde ve arkasında kılınan sünnetler ile kuşluk, tesbih, tahiyyetü'l-mescid namazları gibi sünnet namazları kılmak -bu yüzden kazâ geciktirilmiş olsa dahi- evlâ ve efdaldir, tercih edilmelidir. Bunların dışında kalan mutlak nâfilelere gelince kazâsı olanlar bunları da kılabilirler; ancak bunların yerine kazâ kılmak daha efdaldir.1
b) Mâlikîlere göre: Kazâ namazı bulunan kimse nâfile ile meşgul olarak kazâyı geciktirirse günahkâr olur; ancak sabah namazının sünneti, vitir, bayram, tahiyyetü'l-mescid gibi sünnetler müstesnâdır; bunları, üzerinde kazâ namazı olanlar da kılabilirler.
c) Hanbelîlere göre: Namazları kazâya kalmış mükelleflerin, bu namazları kazâ edecek yerde mutlak nâfile ile meşgul olmaları haramdır. Ancak farz namazlarla beraber kılınan sünnet ve bu hükümde olan diğer sünnetleri kılmak caiz olmakla beraber kazâsı çok olanın, bunların yerine kazâ kılması efdaldir; ancak sabah namazının sünneti müstesnâ olup, kazâsı çok olanın dahi onu kılması efdaldir.
d) Şâfiîlere göre: Üzerinde kazâ namazı olan kimsenin -hangi çeşit olursa olsun- nâfile kılarak kazâyı geciktirmeleri haramdır.2
Görüldüğü üzere dört mezhebden üçüne göre, üzerinde kazâ namazı bulunan kimselerin sünnet kılmaları caiz olup, Hanefîlere göre üstelik efdaldir; yânî daha iyi ve faziletli bir davranıştır, kılınmalıdır. Yalnız Şâfiîler kazası olanın sünnet ve nâfile kılmasını caiz görmemiş, kazânın böyle bir ibâdetle bile geciktirilmesini uygun bulmamışlardır.
Netice: Namazları kazâya kalmış mükellef, beş vakit namazını -imkân ölçüsünden sünnetleriyle beraber- kılacak, bundan sonra zarûrî ihtiyaçlarını temin ile meşgul olacak, bunları temin edince ilk fırsatta kazâya kalmış namazlarını kılmaya başlayacaktır. Bir namazım kazâya kaldı diye Peygamberimiz (sav) tarafından tatbik ve tavsiye edilen sünnetleri de terketmek, işlediği suçtan dolayı özür dilemesi gereken kimsenin bunun yerine tekrar suç işlemesi ve pot kırması mahiyetinde bir davranış olmaktadır.


1. İbn Âbidin, Reddu'l-muhtâr, Meymeniyye, 1307, c. I, s. 542; el-Fıkhu ale'l-mezâhib, c. I, s. 378.
2. Aynı eser, aynı yer.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Burada iki şeyi birbirine karıştırmamak lazım. Bir; sünnet namazları hem sünnet hem de kaza olarak kılma. Yani iki niyetle bir namaz kılma. İki; sünneti terk edip sadece kazayı kılma.

Sünneti terk edip, bunun yerine kazayı kılmaya, “farz borcu olan bir insan nafile ile uğraşmamalı” türünden nisbeten akla yatkın bir gerekçe gösterilebilir. Ancak ibadetler, akli yaklaşım ve çıkarmalarla değil, muteber fıkıh kitablarımızda belirtilen ölçüler içinde yapılır.

Bu mes’ele ile ilgili fetva aynen şöyledir:

Geçmiş (kılınamamış) farz namazların kazasıyla meşgul olmak, nafile namazlarla meşgul olmaktan daha evla ve daha önemlidir. Ancak (farz namazlardan önce veya sonra kılınan) malûm (müekkede ve gayr-i müekkede) sünnet namazları, kuşluk namazı, tesbih namazı ve hadis-i şeriflerde geçen diğer (teheccüd, tehiyyetü’l-mescid gibi) nafile namazlar müstesnadır. Bu namazlar, nafile niyetiyle; bunların dışındaki nafile namazlar ise kaza namazı niyetiyle kılınır. (1)


Fetvanın ibaresini iyi anlamak, muhtelif gerekçelerle yapılan kişisel yorum ve te’villerden kaçınmak gerekir.

(1) Alemgir, el-fetava’l-hindiyye, 1/125, İbn-i Abidin, 1/688, Tahtavi, Haşiye ala merakı’l-felah, 363 Abdurrahman el-Ceziri, Kitabü’l-fıkıh ale’l-mezahibil-erbea, 1/491-492.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

yoklar

Ankebut 57 ve müteallim  çok doğru söylüyor.
Kaza namazı borcu olan nafile kılamaz diye  veya kaza yerine geçek diye bir hüküm de yoktur. Kesinlikle böyle bir şey yoktur.
Büyük islam alimlerinin bu konuda kesin fetvaları vardır sakın böyle yanlış bilgiler vererek insanların kafalarını karıştırmayalım ..
"Biz yıkık değirmende 40 yıl bekler tamir etmeden de ayrılmayız..."

fuducuk

Açıklamalar gayet doyurucuydu, teşekkür ederiz. Uzun uzun vakit ayırıp yazmışsınız, Allah razı olsun...