Sadakat islami Forum

SADAKAT DİNLENME TESİSLERİ => BASINDAN => DÜNYADAN HABERLER => Konuyu başlatan: meftun - 24 Nisan 2011, 14:59:38

Başlık: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: meftun - 24 Nisan 2011, 14:59:38
İslam coğrafyasında halkına karşı ılımlı politikalarıyla öne çıkan lider görüntüsünü veriyordu Beşşar Esed. Ta ki malum süreç Suriye'ye de sıçrayana kadar.

Bilindiği gibi sürecin ilk başlarında encamı ilk gören lider oydu. Arap liderlerin halklarının taleplerine kulak vermesinin zamanının çoktan geldiğini söyledi ve takdir topladı. O günden bu yana Suriye'de neler oldu. Suriye halkı bugün niçin ayakta ve Beşşar Esed gerektiğinde babasının Hama'da yaptığını yapmaktan geri durmayacağını gösteren uygulamaların altına niçin imza atıyor?

Burada Esed'in, Suriye halkının taleplerini tatmin edici şekilde karşılayıp karşılamadığı sorusu öne çıkıyor. Hama'da yaşananların hafızalardaki tazeliğini koruduğu bir süreçte ne oldu da Suriye halkı ve Suriyeli ulema Esed'in demir pençesiyle karşılaşmayı göze alarak sesini yükseltti ve kan aktı?

Sözün hemen burasında bir noktaya dikkat çekelim: Suriye'de olayları ulemanın yönlendirdiğini söyleyebiliriz. Yönetimin halka mesajlarını başta Ramazan el-Bûtî olmak üzere dinî kimlikli insanların (dinî hizmetleri yürüten vakıfların yetkililerinin mesela) taşıması, olayların cami merkezli olarak ortaya çıkması gibi unsurlar bunun göstergeleri olarak okunmalı. Her geçen gün sertlik dozunu biraz daha artıran ve ulemanın sesinin kısılması amacıyla uygulamaya konulan tedbirler de bu noktada dikkate alınması gereken bir diğer önemli husus.

Kim ne derse desin, Suriye'de bu olaylardan önceki süreçte de "baskı" hissedilir boyutta mevcuttu. Ve o süreçte Ramazan el-Bûtî ve çizgisindeki alimler, yönetimi halkın taleplerine kulak vermeye ikna etmekten çok, halka yönetimin sinir uçlarına dokunmamayı telkin eden bir politika izledi. el-Bûtî halen aynı işlevini devam ettiriyor ve Müslüman halkın kendi sahici kimlik kodları üzerinde hareket etme talebini "fitne" olarak takdim ediyor. Bunun yerine Esed yönetimine, söz verdiği reformları vakit geçirmeden hayata aktarmasını telkin etmesi gerekirdi oysa.

Suriye halkı sürecin başında soğukkanlılığını muhafaza etmesini ne el-Bûtî ve onun çizgisindeki alimler, ne de Esed yönetimi doğru okudu. Şimdi gelinen noktada işe yaradığını düşündüğü "karartma" ortamında kendi halkının kanını akıtan Esed, bunu yapmak yerine sürecin başında Arap liderlere yaptığı çağrıyı hatırlamalı. Babasının Hama'da yaptığına benzer icraatın bir benzerini o da Der'a'da ortaya koyabilir. Hatta Kaddafi'nin işlediği hayati hayatı işleyip, İslam coğrafyasını bir kere daha "made in West" imzalı askerî ve ekonomik icraatların alanı haline getirebilir. Ama artık ne İslam Dünyası ne de Suriye halkı baba Esed'in dönemindeki gibi.

Fıkhu's-Sîre, Davâbitu'l-Maslaha gibi şaheserlere imzat atmış bulunan Ramazan el-Bûtî'ye ve onun çizgisindeki alimlere de bir sözümüz var: "Cihadın en faziletlisi zalim sultanın yanında adaletli söz söylemektir"1 hadisi herkesten önce size hitap ediyor. Meydanlara dökülen insanların gayrimeşru bir talebi varsa bunu engellemek de, Esed'i gayrimeşru uygulamaları terk edip halkının sesine kulak vermeye ikna etmek de sizin sorumluluğunuz. Bu noktadan sonra ne halkı yönetime itaate çağırmak, ne de yaşananları "fitne" olarak etiketleyip işin içinden sıyrılmak çözüm getirir...

1 Ebû Dâvud, "Melâhim", 17; et-Tirmizî, "Fiten", 13; en-Nesâî, "Bey'at", 37; İbn Mâce, "Fiten", 20; Ahmed b. Hanbel, III, 19, IV, 315.

E.SifiL
Başlık: Suriye resmi sözcüsü Hüsnü Mahalli ve TRT Arap ne yapıyor
Gönderen: mazhar - 13 Haziran 2011, 23:53:14
Nedir bu Arapların Müslümanlardan çektiği, yıllardır Türkiye’de bazı çevreler Arap düşmanlığı yaptı durdu. Bu kez Türkiye’de özellikle muhafazakar sağcı gazeteciler ve televizyoncu arkadaşlar Arap devrimlerine karşı anlamsız bir kompleks ve kibir içersine girdiler. Devrimlerin arkasında İngiliz, Fransız, ABD, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın silahlı çetelerinin varlığından dem vuruyorlar. Orhan pamuk kadar algılayamadılar Arap devrimlerini.

40 yıldır Fransız, İngiliz, ABD desteği ile diktatörlüklerini sürdüren zalim yöneticiler yeni nesil Arap gençliği tarafından diktatörlükleri devrilirken, özellikle sağcı muhafazakâr yazarlarımızın kafaları karıştı. Olayları algılamakta zorluk çekiyorlar. Bu arkadaşlar merak ediyorlar, giden zalimlerin yerine kimin geleceğini. Bu devrimleri birden bire kim böyle organize etti, bu gençler bu güne kadar nerde idi. Bunların arkasında kesin batılılar varmış. Arap halkı kendi başına bir şey yapamaz telaşı içine düştüler. Sayın Cumhurbaşkanı Gül geçtiğimiz hafta tahrir meydanında etkin olan genç aktivistleri Türkiye’de misafir etti ve onları kutladı.

Sayın Başbakan ise Beşşar ailesine işkence ve ölüm videolarının gayri insani olduğunu buna sessiz kalamayacağını ifade etti. Tunus da başlayan Mısır, Yemen Bahreyn Libya ve Suriye de devam eden isyanların üzerinden 6 ay geçiyor. Türkiye de özellikle muhafazakar gazeteci ve TV yorumcusu arkadaşlardan kaç tanesi merak edip de Tunus’a yemene Libya ya Mısır’a gitti? İstanbul’dan batılı yazarların çevirileri ile yorum yazarak TV programlarında Arap isyanlarına duydukları şüphe ile okurlarının kafalarını karıştırmaya devam ediyorlar.

40 gün Ortadoğu topraklarında bulunmamış.40 tane Arap genci, siyasetçisi, işçisi din adamı ile oturup 40 dakika sohbet etmemiş olan bu insanlar sıkılmadan TV ve gazete köşelerinden eksik ve yanlış bilgiler sunmaya devam ediyorlar. TRT Arap kanalı, İslam dünyası için beklenen başarılı yayını bir türlü yakalayamadı, çok eleştiri aldı. Suriye de 4 ayda 30 000 yaralı, 1500 ölü, 3000 kayıp, 10 000 gözaltı ve 12 000 göç yaşandı. Dünya medyası hala Suriye ye giremiyor. Suriye asıllı ve Baas partisi sempatizanı Hüsnü Mahalli TRT ARAP kanalında her hafta program yapıyor. Hüsnü bey 3 aydır ‘olayların çok büyütüldüğünü, Şam da hayatın çok sakin olduğunu, ölümlerin abartıldığını, olayların arkasında Ürdün ve Suudlu çetelerin işi’ olduğunu resmi TRT Arap kanalında söylemesi bizleri ve Suriyeli kardeşlerimizi çok üzdü.

Ara sıra hükümete yakınlığı ile tanınan 24 kanal ve TV net’ e sürekli bağlanarak,Türkiye’nin Kürt sorunu var. Evi camdan olan başkasının camına taş atmasın uyarısını yapacak kadarda cesur davranıyor. Müslüman Suriye halkının işkencelerle kanının akıtıldığını aylardır internet görüntülerinde izliyoruz. Fakat sağcı muhafazakar, yazar ve TV programcılarını anlayamıyoruz.

Şam kaynaklı haberler ve oryantalist Ortadoğu muhabirlerinin emeği üzerinden devrimleri sözde yorumlamaya çalışarak bölge halkına saygısızlık etmektedirler. Sayın İbrahim karagül ün hala katledenler değil de katliama uğrayan Müslüman Suriye halkına akıl vermeye kalkmasını şaşkınlık ve sabırla takip ediyoruz. Arap isyanlarını anlamakta zorluk çekenler Orta doğuya yakınlaşmalılar. Akıl, cesaret, uyanış, hikmet, vicdan ve ahlak gibi olguları Arap halkına çok görüyorlar. Orta doğudaki değişim Endülüs medeniyetinin- Arap Rönesans’ının habercisidir. Tarih tekerrür edecektir. Suriye de yaşanan tecavüzler, tarlaların ateşe verilmesi, hamile kadınların dövülmesi, çocukların katledilmesi 1992 Bosna ve 2008 Gazze’sine ne kadarda benziyor.

Bölgede ve Suriye’de ne olup bittiğini anlamak isteyenler arkadaşlar sayın Abdullah Gülden, Sayın Davutoğlu’ndan alacakları çok ders var anlaşılan. Hüsnü Mahallinin Müslüman mahallesinde salyangoz satması çok acı verici bir durumdur. Suriye’de kardeşlerimiz katledilirken Hüsnü Mahalli gibi profesyonel dezenformasyoncu, Baas aşığı bir insanı vergilerimizle desteklediğimiz TRT Arap kanalında görmek istemiyoruz. Allah tan sayın Başbakan konuşmaya başladı.

osmanatalay@yahoo.com
13.06.2011
TİMETURK
Başlık: Ynt: Suriye resmi sözcüsü Hüsnü Mahalli ve TRT Arap ne yapıyor
Gönderen: mazhar - 26 Ağustos 2011, 00:09:45
Suriye'de katliam, Kuzuların sessizliği


Libya'da 42 yıllık Kaddafi devri sona erdi, Pazar günü Kaddafi’nin son kalesi Trablus isyancıların eline geçti.
 
Müslüman Libya halkının 42 yıldır gördüğü işkenceler baskılar hapishane infazları dönemi kapandı ve yeni bir dönem başlayacak, halkın yönetimden, ülkenin zenginliklerinden ve sosyal hayattan pay alma isteğinden başka bir derdi yoktu ama halkın bu isteklerine böcekler, fareler, aşağılaması ile yaklaşan Kaddafi 42 yılda öldürdüğü işkenceden geçirdiği sürgüne gönderdiği bu insanlar tüm yaşananların hesabını soracaklar. Kaddafi ve oğullarından, Ben gidersem El kaide gelir, Talibanlar gelir.
 
Akdeniz’i korsanlar basar sözleriyle batıyı ve dünyayı kandırmaya çalışan Kaddafi artık devrini tamamladı, Tunus, Mısır, Yemen, diktatörleri gibi tarihin çöplüğüne gitti.
 
Suriye’de halk ayaklanma başladığı günden bu yana ülkemizde İslami camiamız kuzuların sessizliğini yaşıyor. İstisnaları tenzih ediyorum.
 
Suriye Baas yönetimine karşı sevgi sempati besleyen birkaç yazar Suriye direnişini karalama ve Beşşar yönetimine şans verme gayretlerine şahit olduk, özellikle Şam devlet TV si, Radyosu ve Suriye dışişleri bakanlığının bültenleri ve raporları ile olayları değerlendiren hüsnü mahalli Türkiye de Suriye deki direnişi anlamaya çalışanların kafasını karıştırdı.
 
6 ay boyunca Suriye'de silahlı çeteler, Suud, Ürdün destekli selefiler, radikal İslamcılar, el Kaide türü gurupların kışkırtmaları türünden haberleri ile Türkiye kamuoyunu etkiledi ve hala çıktığı televizyon programından aynı dezenformasyon faaliyetini yürütmeye gayret ediyor.
 
Bir diğer kafa karışıklığı ise Suriye düşerse Filistin davası zarar görür ve İran’ın stratejik avantajı çok büyük yara alır siyaseti oldu. Türkiye’nin diplomatik ilişkilerinden kaynaklanan Suriye de çatışmasız reform siyasetine dayalı iyimser stratejisini de farklı yorumlayan çevreler Beşşar’dan hayali bir reform beklentisine girdiler.
 
6 ayı geride bırakırken, Suriye istihbarat devletinin çocuk, kadın, genç ve yaşlı ayırt etmeksizin katliamlarına şahit olduk. En son geçtiğimiz hafta Lazkiye Filistin mülteci kampının denizden ve karadan saldırıya uğraması sonucunda 25 Filistinli Müslüman kardeşimiz hayatını kaybetti.
 
Suriye halkı, Âlimler Birliği, Müslüman kardeşler teşkilatı özellikle Türkiye ve İslam dünyasının resmi STK’larının sessizliği ve suskunluğunun sebebini sorgulamaya başladılar. Müslümanların katledildiği ortamlarda hak ve hukuk mücadelesi yapılması gerekirken, Suriye’nin diğer ülkelerle olan siyasi stratejik menfaat ve çıkarları hesap edilerek yaşanan katliamlara ahlaki dini değerlendirme yapmak yerine, siyasi çıkarcı bir bakış açısı geliştirildi.
 
Türkiye de İslamcı muhafazakâr, sağcı yazarlarımızın maalesef Suriye ve ‘Arap baharı’ olarak adlandırılan süreci anlama değerlendirme noktasında merhamet ve adalet bakış açılarının yara aldığını gördük.
 
Batının katliamlarına karşı şahin kesilen bazı kalemler Müslümanların doğulu zalim diktatörlerce katledilmesi karşısında klişeleşmiş bildik ABD, İsrail, emperyalist kışkırtmalar hikayelerinden söylem ve analiz üretmeye çalışıyorlar. Suriye Müslüman kardeşler teşkilatı yayınladığı bir bildiri ile, Suriye de olanlara tepkisiz kalan ya da belirsiz tavır içersinde olan Arap ve İslam ülkeleri ile İslami kuruluşlara tepki gösterdi. İslam dünyasını içinde bulundukları sessizlikten çıkmaya davet etti.
 
Arap birliği sekreterliği ve İKÖ’yü rejimin Suriyeli sivilleri kanla bastırmaya karşı aldıkları tereddütlü ve belirsiz konumdan çıkmaya çağırdı. Arap ve İslam kurumları, öldürme eylemine suskun kalarak o eyleme ortak olmaktadırlar, bu tereddüdü insan hakları belge ve yükümlülükleri ile uluslararası anlaşmaların apaçık ihlali olarak gördüklerini açıkladılar. Suriye halkının doğruluk, sadakat, halkı olarak kalacağını ilan ettiler.
 
Suriye de katliamlar devam ederken STK’ın ve yazar çizerlerimizin Suriye Müslümanlarının katledilmesi karşısındaki kuzuların sessizliğini oynamaları Türkiyeli Müslümanlardan beklenenleri boşa çıkarmaktadır.
 
Ortadoğu ve İslam dünyasında yaşanan temelleri atılmakta olan, mezhep ve etnik çatışma proje ve programlarını batının üzerine atma alışkanlığımız ve kolaycılığımız maalesef bizi bu gün inanılması güç gerçeklerle yüzleştirmektedir. Asıl Müslümanlar arası iç çatışmalar Müslümanların kendi arasındaki kavga da adaleti gözetmeme sorunundan kaynaklanan bir ilahi ceza gerçeğidir.

osmanatalay@yaho
22.08.2011
Tımeturk
Başlık: Ynt: Suriye resmi sözcüsü Hüsnü Mahalli ve TRT Arap ne yapıyor
Gönderen: mazhar - 04 Eylül 2011, 00:22:14
[Suriye halkının yanında ve karşısında olanlar  
 




2011 yılı Arap baharı veya Arap isyanları olarak tarihe geçti... Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki bu değişim uzun yıllar etkisini sürdüreceğe benziyor.

2011 Tunus'la başlayan isyan rüzgarları  Ortadoğu'da yeni sınırlar, yeni  liderlikler ve çatışmaları beraberinde getirecektir. Bu büyük çalkantılı dönem uzun sürecek olsa da sonunda taşlar yerine oturacaktır.

Suriye, İslam dünyasının turnusol kağıdı olmuştur. Bugün Filistin davasının sahte ve gerçek dostlarının kimler olduğu nasıl ortaya çıkıyor ise, Suriye'de  1970 yılından beri Müslümanların azınlık baas  yönetimi tarafından nasıl  siyasi,  ekonomik baskı ve  zulümlere  maruz kaldıklarına şahit oluyoruz.

Filistin davasının destekçisi görüntüsü altında1970,1982 ve 2011 yıllarında 20 bin Filistinli Müslümanı  Lübnan ve Lazkiye kamplarında baba -oğul Esatların nasıl katlettiklerini, tarih not etmiştir.

Suriye'de ramazan ayı boyunca Beşşar, katliamlarına devam ederken 5 ayda 2200 Suriyeli hayatını kaybetti. Dışişleri bakanı sayın Davutoğlu; geçmişte Suriye'ye karşı ABD  ve Batı'nın operasyon düşüncesi içersinde olduğu dönemde Suriye'nin  yanında olduğunu, bugün de Suriye halkının yanında olduklarını açıklaması çok doğru bir  ifade idi.

Sayın Cumhurbaşkanı Gül'ün de artık  Suriye'nin güven problemi oluşturduğunu ifade etmesi çok  önemli bir davranıştır.

Suriye'de yaşanan katliamlar karşısında  Baas yönetiminin  enformasyon atağına geçmesi çok  düşündürücü boyutlara geldi. Geçtiğimiz günlerde 40  seçilmiş gazeteci Suriye ye götürüldü. Bu gazeteciler  Baas propagandası altında birkaç şehri gezip tekrar Türkiye ye döndüler.

Suriye'de yaşanan olaylar konusunda Türkiye medyası,nın yazarların, bazı vakıf ve derneklerin  ikiye bölünmüş durumda olduklarını görüyoruz. Suriye'de yaşanan çocuk, kadın, erkek katliamları ve camilere, evlere, işyerlerine yapılan toplu tanklı saldırılar karşısında  Baas yönetiminin yanında olanlar ile Suriye halkının, sivil direnişinin yanında olanlar şeklinde iki inanç ve düşünce oluştu.

Suriye halkının karşısında olan cepheye baktığımızda bunlar Ak Parti hükümeti ve sayın başbakanın Suriye  halkının yaşadığı katliamlar karşısındaki duruşunu eleştiren ve hatalı gören  bir cephe oluştu. Genellikle İran, Rusya, Çin'in Suriye'de Beşşar yanlısı tutumunu destekler mahiyetteler.

Ulusalcı, Ergenekoncu ve eski İslamcı yeni sağcı muhafazakar olarak kendilerini tanımlayan birkaç gazeteci ve TV programcısı,  var güçleri ile Suriye Baas  rejiminin ayakta kalmasını savunmakta, Suriye halkının 40 yıllık diktatör  Baas yönetimine karşı olan direnişini Amerikan ve İsrail tezgahı olarak görmektedirler.

Türkiye de bu görüş 2 yıldır Suriye asıllı  Baasçı gazeteci, Hüsnü Mahalli tarafından  yalan ve yanlış  bir  dezenformasyon ile gerçekleri  saptırmaya yönelik işlenmeye devam ediyor.

Hizbullah lideri Hasan NasrAllah  yaptığı açıklamada Suriye'nin terörist İsrail karşıtı direniş guruplarını desteklediği için ülkeyi istikrarsızlaştırmak isteyen yabancılarca düzenlenen gizli bir tertibin kurbanı olduğunu ve Suriye'yi mezhep çatışmasına doğru itenler ülkeyi parçalamak  istediklerini söyledi.

Sayın NasrAllah 40 yıldır tek parti ile yönetilen bu ülkede  yüzde 70 Sünni halk bir gün parti kurup seçme seçilme şansına sahip olmadığını, Lübnan, Filistin kamplarında ve  en son geçen hafta Lazkiye 'de El Ramel Filistin kampında katledilen Filistinlilerin  Müslüman olduğunu, Hama'da, Dera'da, Lazkiye'de, Hums'da, Şam'da katledilen  Müslüman kardeşlerimizle  Baas arasında  neden hakem olamadığını, İsrail'e Golan topraklarını kaptıran  Nusayri azınlığın 30 yıldır İsrail'e tek kurşun atmadığını, Suriye Müslümanları mezhep çatışması olmaması için 5 aydır oyuna gelmezken, Suriye toprakları üzerinde siyasi ve ekonomik ulusal çıkarları olan İslam ülkeleri ve gurupları  kendi ulusal çıkarları tehlikeye girince ya mezhep çatışmasını, ya da ABD, İsrail ve batılı güçlerin oyunları ve hikayelerini dillendirmeye çalışmalarının cevabını izahını İslam dünyasına bir açıklasane kadar güzel olur.

Suriye  iç savaşını önlemek çok kolay, İslam alimleri toplanır kararını  verir. Ama soruna din, ahlak, peygamber eksenli değil, siyaset ve ulusal menfaat açısından bakınca ortaya ümmet değil, Ülke, mezhep  realitesi çıkıyor.

Filistin direnişi ve  davası  ne İran, Suriye ne de Suud,  Ürdün gibi ülkelerin tekelinde ve tapulu malı değildir. İslam dünyasının Ümmetin ortak davası mesuliyeti  vebalindedir.

Artık İslam dünyasının bugünkü içinde bulunduğu post modern iletişim çağında 1970 ve 80 yılların propaganda söylemleri ve teknikleri hiçbir işe yaramıyor.

İslam dünyası, Müslüman  Suriye halkının yanında olanlar ile zalim katil Baas rejiminin yanında olanlar olarak ikiye ayrılmıştır.

Bu hak ile batılın mücadelesidir.

Türkiye'de mevki makam iktidar tutkunu kafalar ile adalet,  vicdan  ve ahlaktan yana olanlar  ikiye ayrılmıştır.

Biz Suriye konusunda ramazan ayı boyunca  katle uğrayan mazlum Suriye halkının  yanındayız, Beşşar'ın değil.

Suriye, İslam dünyasının turnusol kağıdı olmuştur.

Mezhep kavgası olmamasını gerçekten isteyenler, Suriye halkının tercihine İslam'ın adaletine saygı duymalıdır.
osman atalay @ yahoo  com Tımeturk
31.08.2011

Başlık: Ynt: Suriye resmi sözcüsü Hüsnü Mahalli ve TRT Arap ne yapıyor
Gönderen: mazhar - 02 Ekim 2011, 01:40:42
Kutsal olmayan kan: Suriyeliler  
 


Resmi 1200 sivil Suriyeli, Esed rejimi tarafından katledildi. 10 000 kişi tutuklu. 30 000 kişi yaralı. Bu rakamlar bazı şahitlere göre zikredilenin iki katı kadar.

Suriyeli göstericiler, asker ile silahlı çatışma içinde olan bir halk değiller. Ölenlerin neredeyse tamamı sivil. Yaptıkları, sokaklarda rejimi protesto edip, geceleri meşaleleriyle yürümek. İstekleri özgürlük. Demokratik bir yönetimin kendilerinin de hakları olduğunu söylüyorlar. Dünyanın yüreği, bizlerin yüreklerimiz ne kadar kararmışsa artık bu meşalelerin ışığında bile bir türlü aydınlanmıyor.

Arap isyanları bana müslümanlık algımızı ve insanlık değerlerimizi bir kez daha sorgulattı. Zulmün tarifinin yeniden yapılmasının gereğine inandım. Haddim değil belki ama kavram tanımcılarının hoşgörüsüne sığınarak bir zulüm tanımı yapmak istiyorum: Zulmü nasıl algılıyoruz; İlle de İsrail yapmalı, ABD ya da Rusya yaparsa o da olur. Hristiyan bir haçlı müslümanın kanını akıtırsa yerde kalmamalı topyekun seferber olmalıyız.

Kendimiz birbirimizi öldürebiliriz. Kavgada öldürülen üçün beşin hesabını tutmak delikanlılığa yaraşmaz. Esed yada Kaddafi halkını katledebilir. Yaptıkları tabi ki kötü ama bu bizi sokaklara dökmez. O kadar da kanımıza dokunmaz. Yalnız biran önce bitirseler iyi olur.

Toplumsal olaylarda da durum böyle. Öğretmen çocuğun kulağınını çekse kıyametleri kopartırız. Tabii ki de çekmesin. Lakin anne veya babası öldüresiye dövebilir. Sağını solunu morartabilir. Bizi ilgilendirmez. Hatta görmemek için başımızı çevirip gözlerimizi kapatırız. Çocuğunun terbiyesini vermektedir.

Bir yabancı gelip de kadının birine bir tokat atsa, hepimizin delikanlılığı tutar. Kocası göz önünde bıcaklasa kılımız kıpırdamaz. Koca dayağından perişan halde karakola sığınan kadınlar tekrar dayakçı kocaya resmi ellerle teslim edilir bu da yetmez üzerine bir de nasihat verilir; kocan sever de döver de.

Acaib bir adalet anlayışımız var. Yakınlarımızdan gelen zulüm o kadar da kanımıza dokunmuyor. Maruz olanın hali, halet-i ruhaniyesi bizleri fazlaca ilgilendirmiyor.Yapan ne kadar yakını ise  zulmetmek için o kadar hak sahibidir. En yakınımızdaki mahrumiyetleri görmemezlikten gelebiliriz, uzaklardakine yüreğimiz dayanamaz.

Suriye’de olup bitenlere sessiz kalmamızın sebebi eğer siyaset gereği ise siyaset insan içindir. İnsanlık katledilirken kalanlara bu siyaset nasıl fayda sağlayacak? Yok ekonomi adına ise kanın değerini biçecek bir para birimi mi icat edildi? Esed asayişe bundan sonra hakim olsa Türkiye Ortadoğu politikasını onunla birlikte devam ettirse ve bundan da bizlerin menfaatleri hasıl olsa, asfaltın üzerinde kafasına sıkılan kurşunla öldürülmüş 7-8 yaşlarındaki masum çocuğun asfaltı ıslatan kanı ömür boyu peşimizi bırakır mı? Evet biz yapmadık. Müsebbibi de değiliz. Bu seyirci olmayı mı gerektirir. Yapana dur da mı diyemeyiz. Dillerimize vurulan kementin sebebi ne olursa olsun haklı olabilir mi?

Tarifi değişmiş bir adalet ve zulüm kavramımız var. Bir eylemin kötü olması için yapanın  kimliği önemlidir. Biz yaparsak sorun yok. Ama başkaları  zinhar yapamaz. Son iki ayda Suriye’de  Esed’in halkına yaptıklarını İsrail Filistin’de, Sırplar Bosna’da yapsaydı biz geceleri yataklarımızda uyuyamazdık. Kanımıza dokunurdu.

 Zulmün geldiği yer mi yoksa kanı akan milletin kimliği mi tepki göstermemiz için belirleyici bilemiyorum. Bir gerçek var ise Suriyelilerin kanı o kadar da kutsal değilmiş.  Akıtıldığında bizlere fazla dokunmuyor. Yerlerdeki öldürülmüş çocuk cesetleri, kafatasları parçalanmış insanların başında zafer sevinci içindeki Suriyeli askerler, yüreğimizin tellerine henüz dokunamadı. Seçimlerden sonra dokunacağına dair bir söylenti duydum. Buna yazacak yorumum yok.

Çifte standartlı müslüman olur mu? Biz yaptık oldu. Bırakın müslümanlığı insan olur mu? Biz yaptık o da oldu.
kevserikbal@gmail-com
07.06.2011
Kevser Topkar:Tımeturk
Başlık: Ynt: Suriye resmi sözcüsü Hüsnü Mahalli ve TRT Arap ne yapıyor
Gönderen: siyah gül - 09 Aralık 2011, 18:47:20
iyi söylüyorsunuz da bu devrimlerden sonra kimin başa geçtiği de önemli mesela Hüsnü Mübarek gitti ama onun sağ kolları onun zihniyetindeki insanlar hala iş başında Kaddafi gitti ama Nato geldi????????????
Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: mazhar - 02 Şubat 2012, 09:53:59
Suriyeli alimler Esad rejiminden ayrılıklarını ilan etti
İdlib’de rejimden ayrılıp özgürlük ve değişim talep eden devrimcilere katıldıklarını ilan eden alimler heyeti ise bir bildiri yayımladı.
İdlib’de rejimden ayrılıp özgürlük ve değişim talep eden devrimcilere katıldıklarını ilan eden alimler heyeti ise bir bildiri yayınlayarak şöyle dedi: ‘Rejimin, adamlarının ve Şebiha’sının silahsız Suriye halkına karşı günlük olarak işlediği katliamlara bakaraktan ve rejimin işlediği bu katliamlar karşısında sessiz kalan yönetim alimlerine cevap olarak çok açık ve net bir şekilde Suriye halkının ve özgürlüğüne kavuşma talebinin yanında durduğumuzu ilan ediyoruz.’

Bildiride yönetimin alimlerine işareten şöyle dendi: ‘Bizler Hassun (Suriye baş müftüsü) gibi yönetimin alimlerine diyoruz ki; Allah’a temiz bir kalple gelenden başka malın da evladın da fayda vermeyeceği gün size rejim de adamları da Şebihası da fayda veremeyecek.’

Bildiride onurlu tüm alimler de heyete katılmaya çağırılarak şöyle eklendi: ‘Bizler ilim ve fazilet ehlinden heyete katılmalarını ve mazlum halkın yanında yer almasını talep ediyoruz.’
 

01 Şubat 2012 Çarşamba - 16:04-TIMETURK
Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: mazhar - 10 Şubat 2012, 06:09:33
Suriyeli alimlerden askerlere çağrı!

Aralarında Uluslararası Müslüman Alimleri Birliği Başkanı Dr. Yusuf el Karadavi, Suudlu alim Selman Avde ve Mısır Müftüsü Dr. Ali Cum'a'nın da bulunduğu 107 ismin imzasını taşıyan bildiride, Esed rejimine bağlı kalmanın kabul edilemez olduğu vurgulandı. "Ordudan ayrılmalar ve ayrılanların Özgür Suriye Ordusu'na katılmaları için fetva veriyoruz." denildi.

İslam dünyasının tanınmış 107 aliminin imzasını taşıyan bildiride, "Muhalif Özgür Suriye Ordusu ve devrimciler, maddi ve manevi her alanda desteklenmeli, bu desteğin arasında Suriye'den büyükelçiliklerin çekilmesi ve Suriye yönetimine destek veren Rusya ve Çin'e protesto mesajları iletilmeli." denildi. Ordu ve güvenlik güçlerinin halkı katletmesinin kabul edilemez olduğu ifade edilirken, ordu ve güvenlik güçlerinin insanları öldürme emrine karşı gelmeleri ve bu emirlere karşı itaatsizlikte bulunmaları gerektiği aktarıldı. İslam alimleri, her yerde Suriye'deki devrim hareketini desteklemek için komitelerin kurulmasını isterken, bu komitelerin Suriye'deki halka gıda ve diğer insani maddeleri sağlamak için özellikle Türkiye, Ürdün ve Lübnan'da oluşturulması gerektiğini dile getirdi. Suriye'de yaşananlar için, "Rejimin suiistimalleri, zulmü ve kan dökmesi" ifadelerinin kullanıldığı bildiride, olup bitenler karşısında susanlar ve buna ortak olanlar için bir utanç olduğu kaydedildi. Müslüman alimler, halk devrimlerinin yaşandığı Mısır, Libya ve Tunus'ta da benzer fetvalar yayımlamıştı.

Samanyolu Haber
Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: mazhar - 17 Şubat 2012, 22:55:43
Beyazıt tek yürek:'Şehitlere selam direnişe devam!'


Suriye'deki katliamlar bugün Beyazıt Meydanı'nda protesto edildi. Suriye'ye özgürlüğün emperyalist güçlerin eliyle değil, direnen halkın mücadelesiyle geleceği vurgulandı.

Baas diktatörlüğüne karşı direnen Suriye halkıyla dayanışmak, şehit düşen kardeşlerimiz için gıyabi cenaze namazı kılmak ve Esed rejimini protesto etmek için Türkiyeli Müslümanlar bugün Beyazıt Meydanı’ndaydı. Suriye Halkıyla Dayanışma Platformu’nun çağrısıyla Cuma namazında Beyazıt Camii’nde toplanan Müslümanlar, namaz sonrasında Baas diktatörlüğünü telin ettiler.

Özgür-Der, İHH, Mazlumder, Anadolu Platformu, Medeniyet Derneği, Araştırma Kültür Vakfı, Akabe Vakfı, İnsan ve Medeniyet Hareketi, Hikmet Vakfı, Gençlik-Der ve İMKANDER gibi birçok İslami kuruluşun desteklediği etkinlik Beşir Eryarsoy’un, Suriye’de şehit edilen kardeşlerimiz için kıldırdığı gıyabi cenaze namazı ile başladı.

İstanbul’da son yıllarda yaşanan en soğuk havaya denk gelmesine rağmen önemli oranda katılımın olduğu eylemde “Esed Diktası Yıkılacak, Suriye Halkı Kazanacak!” “Katil Rusya Suriye'den, Katil ABD Ortadoğu’dan Defol!” “Katil Baas Ordusuna Karşı Yaşasın Suriye Halkının Özgür Ordusu” “Zulüm, Katliam, İşkence Karşısında Susmak, Baas Despotizminin Suçuna Ortak Olmaktır!” vb. yazılı pankartlar açıldı. Ayrıca “İnsanlık Onuru Suriye'de Ölmesin!” “Golan İşgal Altında, Esad’ın Tankları Dera’da, Humus’ta, Hama’da!” “Kerbela'yı Tarihte Arama, Zamanın Kerbelası Hama'da!” “Suriye'ye Özgürlük Direnişle Gelecek” “Baas Despotizmine de, Emperyalist Müdahaleye de Hayır!” yazılı dövizler taşındı.

ÇÖZÜM “AllahU EKBER” NİDALARIMIZDADIR!

Namaz sonrasında platform adına katılımcılara hitap eden Ramazan Kayan, Suriye direnişinin BM’ye, ABD’ye ya da Rusya’ya dayanmadığına dikkat çekti. Kayan, şunları söyledi: “Çağın Yezidlerini ve despotlarını lanetlemek için buradayız. Humus’taki annelerden, bebeklerden özür dilemek için buradayız. Şanlı Suriye direnişimiz kendimize dönüşümüzün bir sembolü olmuştur. Bu direniş küresel güçlerin, emperyalizmin ve sömürgecilerin sonu olacaktır. Bu ümmet sorunlarının çözümü için Birleşmiş Milletler’i görmemektedir. Bu ümmet sorunların çözümünü birleşmiş yüreklerde görmektedir. Çözüm Washington’da, Moskova’da değil, çözüm zulüm karşısında göğe savrulan yumruklardadır. Çözümün adresi hançeremizden kopan ‘Allahuekber’ nidalarımızdadır. İnşAllah ümmetimizin sabahı yakındır.”

DİRENİŞ, ÖZGÜRLÜK ve ŞEHADET DE İSLAM’IN ŞARTLARINDANDIR!

Kayan, konuşmasına şöyle devam etti: “Bu izzetli direniş bize şunu öğretmiştir. İslam’ın 5 şartının dışında 6. şartının direniş, 7. şartının özgürlük 8. şartının ise şehadet olduğudur. Oluk oluk kan akarken direnişin arkasında başka güçlerin olduğunu iddia edenler ve bu durumdan komplo teorileri üretenler utanmalıdır. Gün mazlumların acısına ortak olma günüdür. 8000 şehit verilmişken sivil toplum kuruluşlarının ve STK’larımızın işi ağırdan alanları acaba ne zaman harekete geçecekler? Bugün Hüseyin’in ruhu, Kerbela ruhu burada olmaktır. Geçmişte Somali, Bosna ve Çeçenistan ile imtihan eden Rabbim bugün bizleri Suriye ile imtihan etmektedir. Suriye direnişimiz duyarsızlaşan, dünyevileşen Müslümanlara bir dirilme mesajı vermiştir. Ne mutlu hayatlarını ortaya koyanlara ve direnenlere.”

SURİYE HALKI BU TAVRINIZI UNUTMAYACAK!

Eylemde Hamalı İslam âlimi ve mücadele adamı Hatem Tabşe de söz aldı. Tabşe, Suriye direnişine sahip çıkanlara teşekkür ettiği konuşmasında şunları söyledi: “30 yıl önce Hafız Esed Suriye halkına ve İslam’a karşı savaş açtı. Bunu Hama’yı vurarak yaptı. Şehri yerle bir etti. 35.000 insanımızı şehit etti. 60.000 insanımızı esir etti. O savaş aslında siyasi bir savaş değildi. İslam’a karşı yapılmış bir savaştı. Aslında bu Hama’da işlenen ilk katliam değildir. Daha öncede 1974 yılında bir grup Hamalı camideyken bombardımana tutulmuş ve cami yerle bir edilerek katledilmiştir. O günlerde muazzam bir medya karartması vardı. Dünyanın yapılan katliamlardan haberi yoktu. Bugün sizin gibi özgür bir medya yoktu. Bugün Suriye’den gelen rakamların abartıldığı iddia edilmektedir. Aksine bu rakamlar abartılmamaktadır. Bugüne kadar 20.000’e yakın şehidimiz vardır. 70.000’in üzerinde tutsak kardeşlerimiz vardır. Bu tutsak kardeşlerimiz akla gelmeyecek türde işkencelere maruz kalmaktadır. Tutuklanıp serbest kalabilenler tekrar ölüme yürümektedirler. Yaşlı- genç, kadın-bebek demeden işkence yapmaktadır. Suriye halkı bu tavrınızı unutmayacaktır. Bu tavrınız direnişimize destek sağlayacaktır.”

Konuşmaların ardından Rüştü İzgören’in öncülüğünde yapılan duaya hep bir ağızdan “âmin” diyen topluluk eylem boyunca tekbirler getirdi ve şu sloganları attı: “İstanbul’dan Humus’a Direnişe Bin Selam!” “Ya Allah Menne Ğayrak Ya Allah” “Yaşasın Suriye İntifadası!” “Lebbeyk, Lebbeyk, Lebbeyke Ya Allah!” “Katil Rusya Suriye’den Defol!” “Katil ABD Ortadoğu’dan Defol!” “Eş’şab, Yurid, İskat’en Nizam!” “Katil Esad Suriye’den Defol!” “Hama’ya, Humus’a Direnişe Bin Selam!”

timetürk

(http://www.timeturk.com/resim/detayresim/image/beyazit/20120217-beyazit-suriye-01.jpg)

(http://www.timeturk.com/resim/detayresim/image/beyazit/20120217-beyazit-suriye-03.jpg)

(http://www.timeturk.com/resim/detayresim/image/beyazit/20120217-beyazit-suriye-05.jpg)


(http://www.timeturk.com/resim/detayresim/image/beyazit/20120217-beyazit-suriye-09.jpg)


(http://www.timeturk.com/resim/detayresim/image/beyazit/20120217-beyazit-suriye-19.jpg)


Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: mazhar - 17 Şubat 2012, 23:07:46

Suriye’yi Gazze ve Bosna gibi görmeliyiz

Suriye’de halk direnişi devam ederken gelinen nokta gerçekten içler acısı bir durum. Humus şehri bir aydır abluka altında elektrik,su gıda ilaç sıkıntısı had safhada insanlar yaralılarını korktukları için, hastaneye götüremiyor evlerde tedavi etmeye çalışıyorlar.En korkunç olanı ise ölülerin apartman ve evlerin koridorlarında birkaç gün bekletip uygun bir zamanda cenaze işlemi yapmaları.

Suriye’nin bir çok kenti top, tank, uçaksavar ateşi altında mücadele veren bir halkın direnişine sahne oluyor.Her geçen gün ölü,yaralı ve tutuklu sayısı büyüyor.Uluslararası Alimler birliği başkanı Dr. Yusuf el Kardavi geçtiğimiz hafta tüm İslam ülkelerini Suriye halkına destek vermeye çağırdı.Bazı Arap ülkeleri Suriye elçiliklerini kapatma kararı aldılar.

Suriye yönetimi artık cenazeler kalkarken bile katliam yapmaya devam ediyor, Arap Birliği , BM genel kurulunda bu kez Suriye için yeni bir koalisyon yeni bir oluşum peşinde,Sayın Ahmet Davutoğlu ise yoğun diplomasi trafiği çerçevesinde BM İnsan Hakları Komisyonu İnsani yardım girişimlerini bir an evvel başlatmak için bir dizi temaslara başladı.

Suriye halkı 40 yıldır yaşadığı bu zalim yönetimden kurtulmanın savaşını verirken Muhalefetin, bazı eksiklikleri ve zayıf yönlerini görmemiz bunu kabul etmemiz gerekiyor. En önemli eksikliğinin tek partili baskıcı baas yönetimi altında maalesef örgütlenme ve özgür çalışma kültürü ve ortamından mahrum oluşlarının bu gün zorluklarını yaşıyor olmalarıdır.

Yurt dışında ve Suriye içinde bulunan muhalif direniş hareketinin eleştirilmesi yıpratılmasına şahit oluyoruz. Suriye istihbaratı Rusya,Çin,Irak,İran yöneticilerinin Suriye rejiminin devamından yana bir tutum içersinde olmaları,Türkiye de ise Suriye direnişine soğuk bakan laik sol Kemalist,ve muhafazakar İslamcı azınlıklı propaganda bloğunun etkisi karşısında muhalefet kendisinden beklenen bütüncül güçlü bir irade gösterme zafiyeti çekiyor.

Oysa bu gün Suriye de yaşanan katliamlar, evlerin, dükkanların, cenazelerin, camilerin bombalanması,çocukların öldürülmesi ve kadınların tecavüze uğraması bize Bosna’da yaşanan katlımı hatırlatmıyor mu?. Bu gün Suriye de yaşananlar en çok Gazze de yaşananlara benzemiyor mu? İsmail Haniye Gazze bombalanırken El cezire televizyonundan tüm dünya’ya (neredesiniz ey Müslümanlar, neredesiniz ey BM insan hakları ? evlerimiz başımıza yıkılıyor çocuklarımız katlediliyor, tepemize bombalar yağıyor neredesiniz ey İslam alemi) Diye feryat ediyordu.Dün Aliye İzzet Begoviç’in ve İsmail Haniye’nin İslam dünyasından Müslümanlar katlediliyor daha ne kadar bekleyeceksiniz sorusuna muhatap kalmış idi İslam dünyası. Bu gün Suriye de Bosna ve Gazze de yaşanan katliama benzer bir durum yaşanmaktadır.

Dün Sırp ve Siyonist İsrail in yaptığı katliamların benzeri bu gün Suriye de gerçekleşirken İslam dünyasının önde gelen Lider, STK,Kurum,Yazar ve Çizerlerin maalesef meseleyi siyasi çıkarlar stratejik hesaplar bağlamında görmeye devam etmekte olduklarına şahit oluyoruz.
Adalet, Vicdan ve Merhamet bize Bu gün Suriye’yi Bosna ve Gazze gibi görmemizi öğütlüyor.
Yaşadığımız yüzyılda meselelere İslami ve dini açıdan bakmamızın ne kadar karmaşık ve zor olduğuna şahit oluyoruz. Bu bakımdan adalet ve vicdanla merhametle Suriye’ye bakabilme zahmetini göstermeliyiz.Gazze için Bosna için ağlamanın kolay olduğunu fakat,Suriye için ağlamanın ne kadar zor olduğuna şahit oluyoruz.İki benzer durum karşısında gösterdiğimiz tavır akılcı ,reel politik kaygıların ötesine gidememe zavallılığıdır.İslam dünyası önümüzdeki yıllarda İsrail ABD ve İngiltere fitnesinden ziyade, kendi basiret feraset irade ve samimiyet probleminden ötürü çok büyük bir iç çatışmanın kucağına sürükleneceğe benziyor.

Allah Suriye halkının yardımcısı olsun. İslam dünyasına ve batıya karşı gerçekten 40 yıl artı 11 aydır sabır ve cesaret ile diktatör bir rejime karşı çok onurlu bir mücadele veriyorlar.
Bize düşen Suriye’yi Bosna ve Gazze gibi görmektir. Böyle görebilirsek akan kanı durdururuz. Dün Bosna da bulunan Türkiye ,iran, bu gün de Suriye için Suriye’de olmalıdır.


timeturk
Osman Atalay
Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: mazhar - 21 Şubat 2012, 10:04:38
Suriye’yi Esad’ın annesi yönetiyor
Suriye ordusundan son dönemde ayrılan bir tuğgeneral rejimin başında gerçekte Beşşar Esad’ın değil annesinin bulunduğunu söyledi. Tuğgeneral, fetvalarınsa İran’dan alındığına işaret etti.
Esad’ın ordusundan yeni ayrılan Tuğgeneral Fayez Amru, Suriye rejimini Beşşar Esad’ın annesinin yönettiğini, devrime karşı kendisini onun yönlendirdiğini, rejimin tamamen Hamaney’in fetvalarına uyduğunu ortaya koydu. Tuğgeneral Fayez Amru dün basına yaptığı açıklamada şöyle dedi: ‘Suriye’yi beş kişi yönetiyor: Beşşar Esad, kardeşi Mahir, eniştesi Asıf Şevket, Muhammed Nasif ve Abdulfettah Kudsiye. Bunların hepsinin başında da Beşşar Esad’ın annesi Enise Mahluf yer alıyor. Suriye’de halkayı işte bu isimler oluşturuyor.’

Tuğgeneral Amru, bu beş ismin fetvaları İran’ın dini lideri Hamaney’den, öncesinde de Humeyni’den aldıklarını, Suriye emniyet birimlerinin birçoğunda İranlı danışmanlar kullanıldığını vurguladı. Ardından çok kötü insani koşullar içinde olduğuna işaret ettiği Humus kentinde Hizbullah’a tabi, sakinleri silahla donatılmış bir köy bulunduğunu belirtti.

Birbirine mutabık raporlar Tahran ve Hizbullah’ın Beşşar Esad rejimini desteklediğini, İran Devrim Muhafızları’ndan ve Hizbullah’tan unsurların Suriyeli göstericilerin bastırılmasına katıldığını gösteriyor.

Görevinden ayrılan tuğgeneral askeri kurumun safları arasında önemli boyutta huzursuzluk yaşandığını, askerlerin büyük çoğunluğunun psikolojisinin çok bozuk olduğunu, trajik bir halde olduklarını ifade etti.

Amru şöyle ekledi: ‘Aldığımız emirlere gelince; ben sanat okulundayken toplantılara katılırdım. Gösteriye çıkan herkesin öldürülmesi yönündeki emirler çok açık ve netti. ‘Rejime karşı’ yerine ‘ulusa karşı’ ayaklanan kimselerin öldürülmesi ibaresini kullanarak gerçeği gizlemeye çalıştılar. Bize ‘onlara rejimi teslim ederiz, önemli değil. Ancak devlet daha önemli’ diyorlardı. Bizim, iktidarda kalabilmek için 20 milyon Suriyeliyi öldürme hususunda hiç tereddüt etmeyecek kanunsuz bir çetemiz var.’Yaptırımlar sadece rejimi vurmadı

Öte yandan Suriye’nin önde gelen işadamlarından Faysal El-Kudsi dün yaptığı açıklamalarda Suriye’nin ekonomisinin uluslararası yaptırımlar sonucu büyük sıkıntılar yaşadığını, hükümetin sokak baskısı nedeniyle yavaş yavaş dağılma sürecine girdiğini söyledi.

Suriye eski devlet başkanı Nazım El-Kudsi’nin (1961-1963) şu anda Londra’da yaşayan oğlu El-Kudsi ‘Batı ve Arap yaptırımları sadece rejimi değil tüm ülkeyi etkiliyor’ dedikten sonra sözlerini şöyle sürdürdü: ‘Geçen Nisan ayından beri; normalde gayri safi yıllık iç hasılanın yüzde on beşini temsil eden- turizm yok. Suriye tarafından ihraç edilen materyallere konan yaptırım nedeniyle geçen Kasım ayından beri GSYİH’nin yüzde otuzunu oluşturan petrol ihracatı durduruldu. Sadece Ürdün, Irak ve Lübnan’a ihracı yapılabilir hale geldi. Merkez Bankası döviz rezervleri de 22 milyar dolardan yaklaşık 10 milyar dolara düştü. Bu da çok hızlı bir gerileme sayılmaktadır. İran, Irak üzerinden büyük miktarda nakit gönderiyor ancak bu miktar yine de yeterli değil.’

El-Kudsi, Suriye hükümeti hakkında ise şöyle konuştu: ‘Suriye hükümeti birimi, yavaş bir çöküş yaşıyor. Humus, İdlib ve Der’a’da neredeyse ‘yok’ denecek bir durumda. Suçlar umurunda olan mahkemeler ve polis yok. Bunun hükümete etkisi de çok büyük düzeyde oluyor.’

İşadamı El-Kudsi son olarak tanıdığı işadamlarının birçoğunun güvenlikleri için ülkeyi terk ettiğini söyledi.


20 Şubat 2012 Pazartesi - 14:12

 Varol Sarıyüce / TIMETURK
Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: mazhar - 03 Mart 2012, 10:14:06
Suriye –diktatörünün- dostları toplantısı!



“Suriye’nin Dostları” toplantısı 70’e yakın ülkenin katılımıyla geçen Cuma günü Tunus’ta gerçekleştirildi. Toplantı Suriye halkının mı, yoksa Suriye diktatörünün mü? dostları oldukları konusunda bir yığın kafa karışıklığına neden olacak şekilde 11 aydır devam eden katliamlara kayıtsız kalan batılı politika yapımcılarının oyalama taktiklerine sahne oldu.

Suriye’de soğuk mermilere göğsünü siper eden, her gün Şam kasabı Beşşar’ın ölüm timlerinin kullandığı ağır silahlarla ciğer parelerinin parçalanmış bedenlerine sarılan, kapı önlerindeki arklardan su yerine evlatlarının oluk oluk kanlarının aktığını gören ve her köşesini kan kokusunun sardığı bu ülke halkına ne maddi ne manevi hiçbir katkı sunmamış ve bundan dolayı halkın gözünde hiçbir itibarı kalmamış Suriye Ulusal Meclisi’ne itibar kazandırmak için toplanmış olsa da dünya, Suriye halkı gerçek “dost” ve “düşman”larının kimler olduğuna dair emperyal güçleri kahredici engin bir basirete sahiptir.

Kendilerini Suriye devriminin sözcüleri addeden bu meclisin başkanı Burhan Galyon geçen yüzyılın başında Suriye halkının sömürgesinden kurtulma uğruna kurtuluş mücadelesi verdiği Fransa’nın Dışişleri Bakanının yanında aynı masada nasıl oturdu? Repliğini unutan bir oyuncu gibi Suriye devriminin sözcülüğüne soyunanlar, adına “Suriye’nin Dostları” dedikleri bu toplantıda omuz omuza verdikleri erkanın San-Remo Konferansı (1920) ile Osmanlı İslam devletinin mirası olan Ortadoğu’nun taksimi için el ele vermiş komplocu devletlerin devlet adamları olduğunu ne çabuk unuttular.

(San-Remo Konferansı: Suriye ve Lübnan’ı Fransız sömürgesine, Ürdün, Filistin ve Irak’ı İngiltere sömürgesine teslim eden emperyal bir anlaşmayı içeriyordu. )

Suriye devriminin sözcüsü konumundaki meclisin başkanı Burhan Galyon kadim sömürgeci devletler olan İngiltere ve Fransa’nın ABD lehine sömürgelerinden vazgeçmek durumunda kaldıkları ve ABD’yi Ortadoğu’nun yeni sömürgeci gücü haline getiren Eisenhower Doktrinin sahibi bir ülke olduğunu da unuttu mu?

İşte şimdi, eski-yeni bütün sömürgeci devletler “Suriye’nin Dostları” oldular!? Tabii, bu keskin zekaya sahip sözcüler mazlum halklarına 200 yıldır “komplo” kuranların gerçekte uluslar arası politika yapımcıları olabileceği gerçeğini asla kabul etmemektedirler. Onlar halklarının, aç kaplara üşüşmüş gibi 100 yıldır üzerine, topraklarına, servetlerine üşüşen kurtları kuzu olarak görmelerini arzuluyorlar. Gerçekte diktatörleri yıllarca besleyen ve ayakta tutan sömürgeci devletleri “halkların dostu” olarak gören bu zümre Suriye halkının dost düşman ayırt edemeyecek durumda olduğunu zanneden bir vehim içinde yaşıyor.

Toplantının adresi de çok manidar doğrusu. Devrimlerin ilk başladığı ülke bu yeni komplonun adresi oldu. Tunus devrimi Suriye devrimine komplonun üssü konumuna gelirse Tunus’taki erkanın nasıl bir akıl tutulması içinde olduğunu varın siz düşünün. Tunus’ta yapılan bu toplantıda Şam kasabına karşı ayaklanan devrimcilerin gerçek bir tek temsilcisine yer verilmemişken 1920’de San-Remo konferansındaki rollerini yeniden üstlenerek eski sömürgelerine tekrar iştahla dönen devletlerle Suriye halkının kaderini belirlemeye çalışmak bu toplantının Suriye halkının değil Beşşar Esad’ın dostlarının toplantısı olduğu konusunda derin kuşkulara neden olmaktadır.

Bu toplantının “Suriye’nin Dostları” değil “Suriye Devlet Başkanının Dostları” toplantısı olarak isimlendirilmeyi hak etmesine neden olan bir başka hadise de, halk ayaklanmalarının ilk başladığı Tunus’un Cumhurbaşkanı Munsif el-Marzuki’nin Beşşar için genel bir af talep etmesi ve Şam kasabı için sığınabileceği güvenlikli bir ülke aramaya soyunması oldu.

Kuzey Afrika’da sadece Cezayir’de 1 milyon Müslüman’ı soykırımdan geçirmiş Fransa’nın, Afrika ve Ortadoğu’da milyonlarca Müslüman’ın katline neden olmuş kadim sömürgeci devlet İngiltere’nin, Irak ve Afganistan’da milyonlarca Müslüman’ın ölümüne neden olan ABD’nin Dış İşleri Bakanlarına topraklarını açarak ümmetin gerçekte düşmanları olan sömürgeci devletleri dost ülkelermiş gibi göstererek ev sahipliği yapması Tunus'un devriminin emperyal güçler tarafından çalındığının kanıtıdır.

Suriye halkının sistematik bir biçimde katledildiği böylesi bir süreçte, muhalefetin silahlandırılması gündeme geldiğinde bunu “Suriye’de aşırı dincilerin bulunduğu” bahanesiyle reddeden ABD’nin yaklaşık bir yıldır bu ülkede ölen on binlerce insan hiç de enterese etmemektedir. Bu zihniyetle yüzlerce, zirveye, binlerce konferansa “eş-başkanlık” etse de ABD sorun çözülmeyecektir.
Daha geçenlerde Afganistan’da Müslümanların kutsalına hakaret ederek Nato üssünde Kur’an’ı Kerim yakan, Müslüman Afgan halkının ölülerine bile saygı göstermeyip üzerlerine bevleden Müslümanlara öfke yüklü bu insanlar şimdi Tunus’ta Suriye dostları olarak toplanıyorlar.

Tunus’ta gerçekleşen “Suriye Devlet Başkanının Dostları” toplantısında tekrar başa dönülerek Suriye halkının gözünde hiçbir itibarı kalmamış Arap Birliği inisiyatifi öne çıkartıldı. Küstahça bir tutum içinde yine oyalama taktiği izlenerek Beşşar’dan şiddete son vermesi beklentileri dile getirildi. Suriye sokağının beklentilerini karşılamayan bu toplantı da anlaşılan o ki, Şam kasabına ülkesindeki ayaklanmaları bastırması için elini çabuk tutması noktasında fırsat vermekten öte bir amaç gözetilmemiştir.

Uluslar arası toplum Yemen’de Ali Abdullah Salih'in yerine seçime tek aday olarak giren yardımcısı Abdu Rabbu Mansur Hadi ile krizin kontrollü bir şekilde aşılmasını sağladığı gibi benzer bir çözüme Suriye halkını ikna edinceye kadar zaman kazanmaya çalışmaktadır.

Lakin onların bir planı varsa Allah’ın da bir planı vardır. Her gün meydanlara çıkmadan, önce mezarlarını kendi elleri ile kazan, kefenlerini hazır eden ve sonra pençesinden kurtulmak için cellatlarını devirmek için gösterilere katılan Biladü’ş-Şam’ın yiğitleri eliyle bu oyunu bozacaktır.

«Nice az bir topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.» (Bakara: 249)

abdurrahim,sen,hotmail.com
01.03.2012 Tımeturk
Başlık: Suriye olaylarında samimiyet sahtekârlığı
Gönderen: mazhar - 12 Mart 2012, 00:00:46


Suriye olaylarında samimiyet sahtekârlığı
 




Suriye Humus'taki direnişi kırdı. Humus'un özellikle Bab-ı Amr bölgesini büyük bir katliam yaparak yerle bir etti.
 

Vahşet dayanılacak gibi değil. Alevi-Nusayri Suriye askerlerinin Humus'a girdiğinde 11 yaşın üstündeki erkekleri yere yatırıp boğazlarını keserek katletmesi karşısında, vicdanları sızlamadan hâlâ Suriye rejimini destekleyip, sonra da İslam Devleti'nden söz edenlerin gerçek yüzleri de böylece açığa çıktı. Tıpkı "insan hakları" ve "demokrasi" şövalyeliğine soyunarak dünyanın her yanına kan ve zulüm götüren emperyalist güçlerin kirli yüzlerinin deşifre olması gibi.
 Suriye'de böylesine vahşi bir katliam yaşanırken dünya sadece izliyor; temennide bulunuyor. Komşularıyla "sıfır sorun" politikası komşularıyla "sınırsız sorun" haline dönüşen Türkiye de katliamı lanetlemekle, temennide bulunmakla yetiniyor. Nitekim Başbakan Erdoğan; "Suriye'de şehirlerde akan kan yerde kalmayacaktır. İnsani koridor derhal açılmalıdır. Arap Ligi planı uygulamaya konulmalıdır" diyor. Peki kim yapacak bunları? Ben mi yapacağım?



 Baştan beri esip gürleyenler, elinde avucunda hiçbir şey olmayan Suriye halkına, ayaklanırlarsa yardım edileceği vaadinde bulunanlar, Suriye halkı ayaklanınca sıkıyı görüp geri çekildiler ve bir halk, topyekün, gün gün katlediliyor da temennide bulunmakla, lanetlemekle vakit harcıyorlar. Daha ne kadar kanın dökülmesi gerektiğini söyleseler de halk bilse bari. Eminim, o kadar kişi kendilerini hemen ölümün kucağına atar. Yeter ki çocuklarının geleceği kurtulsun diye. Ama, tıpkı bizdeki 12 Eylül darbesini yapmak için ortamın biraz daha hazır hale gelmesi, bunun için de biraz daha iç çatışma ve ölüm olmasının beklenmesi gibi, Suriye'de de müdahale için daha fazla kanın akması bekleniyor galiba.
 



ABD Senato Komisyonu'nda konuşan Savunma Bakanı Leon Panetta, "gerekirse" Suriye'ye askeri müdahalede bulunacaklarını söylemiş. Ne zaman gerekecek acaba? Gerekmesi için ne lazım? Muhalefetin iyice ezilmesi, kırılması, kıyılması, tamamen umutsuz ve çaresiz kalması; sonra da "ne olur bizi kurtar da ne istersen yapacağız" psikolojisiyle ABD'ye yalvarır hale gelmesi, böylece sonraki süreçte Suriye'yi tam anlamıyla bir ABD üssü haline getirecek ortamın hazır hale gelmesini mi bekliyor? Evet, beklenen bu. Böylece ABD'nin, ezilen Suriye halkına yardım hususunda samimi olmadığı, samimiyet sahtekârının önde geleni olduğu anlaşılıyor.




 Anlayacağınız, kimsenin Suriye halkını düşündüğü yok. Bugün Esed ABD'ye Suriye'de bir üs versin, ABD politikalarına evet desin, göreceksiniz ki halka karşı yapılan kıyım sürdürülse de anında unutulacak, kimse katledilen Suriye halkının dramını konuşmayacak, konu basının ve siyasilerin gündeminden düşecek ve tıpkı Özbekistan'da olduğu gibi, Esed, ABD'nin gözde müttefiklerinden biri olarak iktidarını sürdürecek.
 



Peki, ABD neden Libya gibi Suriye'ye de müdahalede bulunmuyor? Hani hatırlayın, Libya'da ayaklanan muhalefet, Kaddafi karşısında ne zaman yenilse ve gerilese, NATO uçakları o noktadaki Kaddafi birliklerine bomba yağdırarak durumu kurtarmış ve muhalefetin ilerlemesini sağlamıştı. Şimdi aynı şey Suriye'de neden yapılmıyor? Muhalefet güçlü değilmiş. Gerekçeye bak. Güçlü olsa sana niye ihtiyacı olsun? Kendisi yapar yapacağını zaten. Ben size sebebini söyleyeyim mi?
 1- Suriye'ye yapılacak askeri müdahalenin masraflarını sonrasında kurulacak Suriye yönetiminden tahsil etmenin yolları henüz bulunamadı, hesaplar denkleştirilemedi. Çünkü Suriye'nin, öyle Libya gibi üzerine çökülecek zengin petrol yatakları yok. Bombaların parası kimden ve nasıl alınacak, bu henüz belli olmadı.


2- Suriye'nin, üzerine güneş enerjisi tesisleri kurulacak yeterlilikte çok geniş çölleri yok. "Bu da nereden çıktı?" demeyin. Hani hatırlasanıza, başta Almanya olmak üzere Avrupa'nın büyük devletleri, ülkelerindeki ömrünü tamamlamış nükleer tesisleri kapatıp, ihtiyaç duydukları enerjiyi Libya çöllerine kuracakları güneş enerjisi panellerinden temin etmek istiyordu da, Kaddafi buna karşı çıkmıştı. Bunun üzerine Kaddafi'nin devrilmesi planı devreye alınmıştı.
 


3- Suriye'deki Alevi-Nusayri rejimi devrildiğinde yerine kurulacak hükümetin kime ve ne kadar hizmet edeceğine dair bir sonuca ulaşılamadı. Alevi-Nusayri rejimi Suriye'de kendi toplumunun dışındaki bütün kalifiye kadroları tasfiye ve imha ettiğinden, yeni kurulacak rejimi yürütecek kadro kurmakta zorlanılıyor. Bu kadronun hem devleti yönetebilecek, hem de Suriye halkını uyutup avuturken, ABD ve diğer emperyalist güçlerin çıkarlarını çaktırmadan koruyabilecek nitelikte olması isteniyor; ama böyle bir kadro yok işte.
 


4- Baas rejiminden sonra kurulacak yeni düzenin İsrail'e daha güçlü bir tehdit oluşturmaması için gerekli ayarlamalar henüz yapılamadı. Asıl amaç İsrail'in güvenliği değil mi? Kim takar Müslüman kanının dökülüp dökülmediğini?


 İşte, başlıca bu sebeplerle, ABD "şartların olgunlaşması"nı bekliyor.
 

Ancak Suriye için temenniden daha fazlasına ihtiyaç var. Öyle "lanetliyoruz" demekle, "şöyle olmalı, böyle gitmeli" temennileriyle Suriye'deki katliamı önleyemezsiniz. Bu yüzden ABD ve benzer politikaları sürdürenlerin hiçbiri samimi değil. Samimi olsalar, kendini ilah olarak görüp halkı kendi resimlerine secde ettirecek kadar ileri derecede şizofren bir cani olan Esed'i bir saat bile orada tutmazlardı.
Asıl soruna gelince: Asıl sorun, Müslümanların, kendi istiklalleri için düşman güçlerden medet umar hale düşmeleridir. Müslümanlar, hep birlikte Ümmet-i Muhammed olduklarını hatırlamalı artık, değil mi?


  





 
Başlık: Suriye'deki durum cehennem gibi
Gönderen: mazhar - 14 Mart 2012, 08:29:25
Savaş bölgelerinde 40 yıldır çalışan Fransız cerrah Jaques Beres, Suriye'deki durumun cehennem gibi olduğunu söyledi.

(http://www.timeturk.com/resim/tr/2012/03/14/suriye-deki-durum-cehennem-gibi.jpg)

14 Mart 2012 Çarşamba - 06:20

 
Şubat ayında Suriye'ye sızarak Humus kentinde iki hafta geçiren Beres, bu ülkedeki katliamın şimdiye kadar tanıklık ettiklerinin en korkunçlarından biri olduğunu belirtti.

İsviçre'nin Cenevre kentinde insan hakları eylemcileriyle katıldığı bir toplantıda açıklama yapan 71 yaşındaki Parisli cerrah, Suriye'de kitlesel cinayetlerin işlendiğini, durumun savunulabilir olmadığını vurguladı.

Humus'a giden tek batılı doktor olduğu sanılan Beres, iki hafta kaldığı kentteki bir evde dermeçatma bir hastane kurarak 12 gün içinde, aralarında yaşlı ve çocukların da bulunduğu 89 yaralıyı ameliyat etmişti. Beres'in ameliyat ettiği hastaların çoğu kurtulmuş, 9'u ise hayatını kaybetmişti.

Beres, Lübnan sınırından kaçak olarak Suriye'ye girmişti.

Sınır Tanımayan Doktorlar ve Dünya Doktorları örgütlerinin kurucu üyesi Beres, Vietnam, Ruanda ve Irak gibi birçok savaş bölgesinde çalışmıştı.

AA
Tımeturk

...[/color]


(http://Suriye'de iki Türk gazeteci kayboldu)
Suriye'de yaşanan olayları takip etmek ve belgesel çekmek için İdlib kentine giden iki Türk basın mensubundan haber alınamadığı bildirildi
(http://www.timeturk.com/resim/tr/2012/03/13/suriye-de-iki-turk-gazeteci-kayboldu_m.jpg)

Yaklaşık bir hafta önce Suriye'ye giden iki Türk gazeteciden 4 gündür haber alınamadığı bildirildi.

Gerçek Hayat dergisinin Ortadoğu temsilcisi Adem Özköse ile kameraman Hamit Coşkun, Suriye'deki olayları takip etmek ve belgesel çekmek için Hatay sınırından İdlib kentine gitti.

İdlib'e ulaştıklarını bildiren Türk basın mensuplarından, 4 gündür haber alınamadığı belirtildi.

Kaynak: AA
timeturk


...[/color]


Binlerce sivil Suriye'den Türkiye'ye doğru kaçıyorSuriye'de ordu birliklerinin yerleşim birimlerini bombalaması üzerine binlerce sivilin Türkiye sınırına doğru kaçtığı bildirildi.


(http://www.timeturk.com/resim/tr/2012/03/13/binlerce-sivil-suriye-den-turkiye-ye-dogru-kaciyor.jpg)


13 Mart 2012 Salı - 17:39

 Yerel kaynaklardan edinilen bilgiye göre, Suriye güvenlik güçlerinin Türkiye sınırına yakın İdlib kentini bombalamaya devam ettiği, sivil yerleşim birimlerini ağır silahlarla vurduğu belirtildi.

Birliklerin düzenlediği yoğun bombardıman üzerine binlerce kişinin Türkiye sınırına yakın bölgelere sığındığı, askerlerin gruplar halinde kaçan sivillere ateş açtığı kaydedildi.

ORDU KONTROLÜ ELE GEÇİRDİ

Hükümet yanlısı El Vatan gazetesinin haberine göre, Suriye ordusu üç gündür kuşatma altında tuttuğu İdlib'e bugün gerçekleştirdiği operasyon neticesinde kentin kontrolünü büyük oranda ele geçirdi.

Yaklaşık 150 bin nüfuslu kentteki güvenlik kontrol noktalarına bu sabaha karşı muhalifler tarafından düzenlenen saldırılarda en az 10 askerin öldüğü bildirilmişti.

Nüfusunun çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu İdlib, geçtiğimiz yazdan bu yana muhaliflerin kurduğu Özgür Suriye Ordusu'nun kontrolündeydi.

Muhalifler, Suriye ordusunun İdlib'de 9 Mart'tan beri sürdürdüğü operasyonlarında onlarca sivilin öldüğünü ifade etti.

Kaynak: Ajanslar
tımeturk


...[/color]


Pazar günü Suriye’de vahşete dur de!
Suriye’de akan kanın ve vahşetin durdurulması için 18 Mart Pazar günü öğlen namazından sonra Beyazıt meydanından Beşşar Esed’e seslenilecek, “ Katliama son ver” denilecek.

13 Mart 2012 Salı - 17:58

 Haber merkezi / TİMETÜRK

Suriye’deki Baas rejimin bekçileri halka topyekun savaş açtı. Çocuk, kadın ve yaşlı demeden herkesi ağır silahlarla öldürüyor. Halk canını kurtarmak için evini ve iş yerlerini bırakarak başka illere ve imkânı olanlar ise başka ülkelere gitmek zorunda kalıyor. Mülteci durumuna duşmuş olan Suriyelilerin sayısı 110 bin çıvarındadır.

Suriye’de olayların başlamasından buyana 1 yıl geçmesine rağmen Beşşar Esed yönetimindeki Suriye Baas rejimi halkına verdiği hiçbir sözü yerine getirmedi. Uluslar arası arenada ise kendi halkını terörist olarak göstermekte hiçbir beis görmüyor.
Resmi olmayan rakamlara göre şimdiye kadar 9 bin Suriyeli öldürüldü. Baas rejimi tarafından hukuksuz ve haksız bir şekilde tutuklananların sayısı 70 bini bulurken kayıpların sayısı ise 5 binden fazladır.

Suriye’de yaşanan bu insanlık dramına dur demek için “ Suriye Halkı ile dayanışma platformu” tarafından organize edilen gösteriye şimdiden büyük ilginin olacağı beklenmektedir.

Suriye Halkı ile dayanışma platformu tarafından yapılan açıklamada, Suriye’deki katliamların ve vahşetin durması için duyarlı insanların İstanbul – Beyazıt meydanında 18 Mart Pazar günü öğlen namazından buluşulacağı ve katliamın durdurulması için Beyazıt meydanından katil Esed ve Baas rejime “Katliamları durdur ve vahşete son ver” mesajının verileceğini duyurdular.
tımeturk
Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: mazhar - 26 Mart 2012, 23:02:26
Lübnan'dan Suriye rejimine destek
Lübnan dışişleri bakanı Suriye dostları toplantısına katılmayacaklarını açıkladıktan sonra şimdi de Arap Birliği zirvesinde Suriye rejimini destekleyeceğini vurguladı. Lübnan’ın bu yöndeki kararlarında Hizbullah’ın etkili olduğuna işaret ediliyor.
26 Mart 2012 Pazartesi - 11:46

 Betül Akyüz / TIMETURK

Lübnan Arap Birliği zirvesinde, ülkesindeki sivil göstericileri şiddet kullanarak bastıran Beşşar Esad rejimini desteklemeye devam edeceğini açıkladı.

Lübnan Dışişleri Bakanı Adnan Mansur şöyle dedi: ‘Lübnan, önümüzdeki günlerde Irak’ın başkenti Bağdat’ta düzenlenmesi planlanan Arap Birliği Zirvesi’nde alınacak; Suriye’ye zarar verici, istikrarına ve birliğine dokunacak her türlü karardan uzak duracaktır. Aldığımız bu konumuna devam edeceğiz. Bu konuma ters düşecek her türlü adıma da uzak kalacağız.’

Mansur daha sonra şöyle ekledi: ‘Arap Birliği sadece Suriye konusunu ele almayacak. Değerlendirilecek daha başka ve çeşitli konular da mevcut. Suriye konusu da bu konular arasında tartışılabilir. Ancak eğer ortada ulusal çıkarla çatışan kararlar olursa Lübnan tavrını ona göre koyacak, Sayın Cumhurbaşkanı Michael Sleiman kararı verecektir.’

Arap Birliği’nin Bağdat’taki zirvesi 27-29 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Bu, Bağdat’ta eski başkan Saddam Hüseyin’in 1990 yılında Kuveyt’i işgalinden bu yana gerçekleştirilen ilk zirve olacak.

Lübnan, hükümete ortak Hizbullah’ın baskısı ile Arap Birliği’nin Şam’a yaptırımlar uygulanması planına da Suriye’nin Arap
Birliği’ndeki üyeliğinin durdurulması önerisine de karşı çıkmıştı. Davet almasına karşın Türkiye’de düzenlenecek ‘Suriye dostları’ toplantısına katılmayı da reddetti.

Lübnan Dışişleri Bakanı Adnan Mansur geçtiğimiz Perşembe günü yaptığı açıklamada şöyle dedi: ‘Lübnan, 1 Nisan’da İstanbul’da düzenlenmesi planlanan Suriye dostları toplantısına katılmayacak. Türkiye Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndan davet aldım. Cevap vermek üzereyiz. Ama şimdiden diyebilirim ki daveti kabul etmeyerek özür dileyeceğiz.’


TIMETURK

Şia Hızbullah örgütünden sonra Lübnan hükümeti de Sunni müslümanların katliamını desteklediğini açıklıyor...Türkiyede'ki Şia sempatizanları seviniyorlardır..!
Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: guzellik - 26 Mart 2012, 23:11:53
kiyamet alameti :)
Başlık: Ynt: Suriye resmi sözcüsü Hüsnü Mahalli ve TRT Arap ne yapıyor
Gönderen: mazhar - 03 Nisan 2012, 08:00:09
Birinci öncelik kan dökülmemesi,sunni müslümanların katl edlişini durdurmak...Evimiz yanarken itfaiye evin sahibine göre davranmıyor ! önce evdeki yangını söndürüyor...
Başlık: Hüsnü Mahli'den kan donduran açıklama!
Gönderen: mazhar - 03 Nisan 2012, 08:02:57
Hüsnü Mahli'den kan donduran açıklama!


CNN Türk'te Ahmet Hakan'ın sunduğu 'Tarafsız Bölge' de Suriye'deki olaylar masaya yatırıldı. Programa Akşam Gazetesi Yazarı Hüsnü Mahli'nin sözleri damgasını vurdu.



02 Nisan 2012 Pazartesi - 23:48

 CNN Türk’te yayımlanan ve Ahmet Hakan’ın sunduğu “Tarafsız Bölge”nin konukları Radikal Gazetesi Yazarı Fehim Taştekin, Akşam Gazetesi yazarı Hüsnü Mahli, emekli büyükelçiler Şükrü Elekdağ ve Özlem Sanberk’ti. Programda Suriye Dostları zirvesi ve Suriye’deki olaylar masaya yatırıldı. Programda Şükrü Elekdağ ve Hüsnü Mahli Suriye halkının % 65’nin Esad’ı desteklediğini ifade ederken, programa telefonla katılan Milliyet Gazetesi Yazarı Aslı Aydıntaşbaş, bunun yalan olduğunu dile getirdi.
 Programda Ahmet Hakan’ın Hüsnü Mahli’ye sorduğu, göstericilere neden ateşle karşılık veriliyor sorusuna Hüsnü Mahli’nin, “Biber gazı yok, İngiltere’den istedik vermediler” sözü programa damga vurdu.



CNN Türk’te yayımlanan “Tarafsız Bölge”de en ilginç tespiti, CHP eski milletvekili ve emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ yaptı. Elekdağ, Suriye halkının % 65’nin Esad’ın arkasında olduğunu ve Esad’ı desteklediğini ifade ederken, Hüsnü Mahli de bunun kanıtı olduğunu ifade etti. Ahmet Hakan Coşkun, Saddam’ın da arkasında halk desteği vardı hatırlatmasını yapınca Elekdağ ve Mahli susmayı yeğledi.

Fehim Taştekin de Suriye’de ki göstericilerin barışçıl protesto imkânı olduğunu ifade edinci, Ahmet Hakan da bunun üzerine adam sizi otomatik silahla tarıyor, nasıl barışçıl gösteri yapacaksın ki diye sordu.

Ahmet Hakan’ın Hüsnü Mahli’ye, biz Türkiye’de herkes istediği gösteriyi yapsın diye yazıp çiziyoruz, Suriye’de adamlar gösteri yapıyor, helikopterlerle, silahlarla insanlar öldürülüyor, bunu savunamayız, deyince, Hüsnü Mahli, “Suriye’de biber gazı yok, İngiltere’den istedik vermediler” cevabını vermesi programdaki tansiyonu yükseltti.

Emekli Büyükelçi, Özlem Sanberk Suriye’de bir insanlık dramı yaşandığını ve bunu anlatmaktan aciz olduğunu dile getirdi. Radikal Yazarı Fehim Tastekin, “Başbakan Yardımcısı başta olmak üzere herkes kamuoyunu manipüle ediyor” deyince, programda yeni bir tartışmanın fitili ateşlendi.

Milliyet Gazetesi Yazarı Aslı Aydıntaşbaş, twitter üzerinde Ahmet Hakan’a attığı mesajda, “Programda öyle bir konuşuluyor ki, sanki Suriye’de her şey normal” hatırlatması yapınca, Ahmet Hakan, Aydıntaşbaş’ı telefonla yayına bağladı. Aydıntaşbaş programda kısaca şunları dile getirdi: “Hürriyet ve Onur sloganı ile sokağa çıktılar, insanların üzerlerine ateş açıldı, hastalar hastanelerden alınarak işkencelere götürüldü. Olayların başında silah yoktu. Dara’da üç çocuk sokakta Hürriyet yazdı ve bu çocuklar alınarak işkence edildi tırnakları çekildi, aşiretler gitti çocukları istedi ve olaylar camiden başladı, kimse silah kullanmadı…Daha sonra o kadar şiddet artı ki insanlar Ağustos sonu silahlanmaya başladı.”dedi. Aydıntaşbaş ölü sayısının açıklanan rakamın iki misli civarında 18 bin olduğunu dile getirdi. Aydıntaşbaş, Suriye’de Esad’a desteğin % 65 olduğu rakamının programda dile getirildiğini bunun doğru olmadığını dile getirdi.

Ahmet Hakan’ın Mahli ve Taştekin’e “Şu sizin kanınızı dondurmuyor mu, Lazkiye donanma tarafından bombalanıyor sözüne, Hüsnü Mahli ve Fehim Taştekin, bunlar doğru değil deyince, Aydıntaşbaş, “bunların görüntüleri var” dedi.

tımeturk-Özel
Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: mazhar - 03 Nisan 2012, 08:11:25
Bu kan nasıl duracak

Suriye meselesi gittikçe "sarmal"a dönüşüyor. Beşşar Esed yönetimi İran ve Hizbullah desteğini de arkasına alarak tankı-topu ne varsa bütün gücüyle halkına soykırım uygulamaya devam ediyor. O devam ettikçe halktaki direniş iradesi daha bir bileniyor ve direniş safları her geçen gün yeni katılımlarla sıklaşıyor, güçleniyor.
 
Suriye meselesi bağlamında birkaç nokta üzerinde durmak gerekiyor:
 
1. Artık ayan beyan anlaşılmış bulunmaktadır ki İran'ın bölgede "Ümmet" merkezli bir duruşu yok; onun yerine "mezhep" merkezli bir politika izlemeyi tercih ediyor İran. Haylidir bu meseleyi konuşuyoruz gittiğim yerlerde. İran'ın, Hizbullah ve Hamas'la birlikte bölgede emperyalizme karşı Ümmet'i temsil eden bir "direniş cephesi" oluşturduğu propagandası hayli tutmuş görünüyor. Oysa ne böyle bir cephe var, ne de İran'ın böyle bir düşüncesi.
 
Bunu söylediğim zaman benim "mezhepçilik" yaptığımı söyleyenlere diyorum ki: Eğer İran'ın gerçekten mezhep ihracı gibi bir derdi yoksa, anayasasından resmî mezhebin Caferiyye/İsnaaşeriyye olduğunu belirten cümleyi kaldırsın. Onun yerine İran'ın mezhepçiliğe karşı olduğunu, bütün fırka ve mezhepleriyle Ümmet'in tamamını kucakladığını ifade eden bir cümle koysun anayasaya.
 
Öte yandan, sırf Iraklı Şiilerin belli bir güç olarak denklemde yer alması seçeneği karşılığında Irak'ın işgaline destek veren İran'ın, Suriye'deki muhalefeti "Batı destekliyor" gerekçesiyle gözden düşürmeye yönelik kara propagandası "kral çıplak" diyor; ama gören gözlere...
 
2. Suriye'de muhalefeti oluşturan cephenin homojen olmadığı doğru. Bir tarafında Sünnî Müslümanların, diğer tarafında laiklerin bulunduğu karma bir yapı var ve bu da gayet tabii bir durum. Bunu bahane ederek İran'ın ve Beşşar Esed'in muhalefeti Batı'nın ve İsrail'in manipüle ettiğini/yönettiğini söylemesi inandırıcı olmaktan çok uzak. Muhalefet cephesi içinde farklı grupların olmasından daha tabii ne olabilir? Muhalefet cephesi içinde Batı'ya yakın grupların bulunması Şii cephenin halkı boğazlamasını mazur göstermeye elbette yetmez.
 
3. ABD'nin çekilmesiyle Irak'ta ortaya çıkan ve gittikçe derinleşen çatlak, Şii yayılmacılığın İslam dünyasında hangi boyutlara ulaştığını gösteren bir diğer gelişme. ABD'nin İran'ın doğrudan ve/veya dolaylı desteğiyle gerçekleştirdiği Irak işgali, Sünnî kesimin yok sayılmasıyla/ezilmesiyle, buna mukabil Kürt etnisitesine dayalı bir özerk yapıyla, daha baskın biçimde Şii karakterli bir yeni gücün ortaya çıkmasına yol açmıştır netice olarak.
 
4. İran'ın Suriye iktidarının muhafazasına bu kadar önem vermesi, bölgedeki önemli dayanaklarından birisini kaybetmeme refleksine dayanıyor. Empati yaparak düşündüğümüzde bu durumu anlamak zor değil. İran bir yandan mezhebe dayalı bir hinterland oluşturmak isterken bir yandan da mevcut avantajlarını korumak istiyor. Nükleer güce sahip, bölgede bir "şii hilali" oluşturmuş bir İran'ın ne anlama geldiği Batılı ülkelerden çok İslam Dünryası'nızilglendiriyor elbette.. Esasında İran baştan beri birleştirici bir politika izleseydi bölgedeki dengeler bugün çok daha farklı olurdu. Ama tarihsel kökleri derinlere uzanan şii refleks buna mani oluyor...
 
5. Beşşar Esed yönetiminin bu şekilde devam edemeyeceği açık. 10 bini aşan ölü sayısı, dağılan yuvalar, göç eden 10 binlerce insan, yıkılan şehirler... bundan sonraki süreçte her şeyi unutup "beyaz bir sayfa" açmanın mümkün olmadığını açık biçimde gösteriyor. İran ve Hizbullah ne kadar asılırsa asılsın Beşşar Esed yönetimi eninde sonunda halkın gücü karşısında daha fazla direnemeyeceğini anlayacak.
 
Bekleyip göreceğiz...
 
Esed yönetiminin gitmesiyle bölgedeki güç dengesi kökünden değişeceğini görmek kehanet değil.
Dr. Ebubekir Sifil.Milli gazete
Başlık: Medyada Esed Propagandası yapılıyor
Gönderen: mazhar - 06 Nisan 2012, 09:20:47

Yazı biraz uzun olsa da çok değişik tesbitler var,ilgilenenlerin okumasını tavsiye ederim.




İsmail Yaşa: “Başbakan Erdoğan “Suriye halkının yanındayız” diyor, “Beşşar ile bu iş olmaz” diyor, “Suriye’de rejim halkı öldürüyor, silahlı çeteler yalanının arkasına saklanıyor” diyor. Aynı zamanda iktidarın sözcüsü sayılan gazete ve televizyonlarda, hatta TRT Arapça kanalında Baas’ın, Beşşar Esed’in propagandası yapılıyor. Hükümet’in bunun önüne geçememesi çok garip.”


Milat gazetesi yazarı İsmail Yaşa ile İstanbul’da düzenlenen Suriye’nin Dostları toplantısının ardından Suriye’deki olayları konuştuk. Medine’de yaşayan İsmail Yaşa, aynı zamanda Suudi Arabistan’da yayımlanan el-İktisadiyye gazetesinde yazılar kaleme alıyor. Gelişmeleri Arap sokağından takip ediyor.

-Yaklaşık bir yıldır Suriye’de katliam devam ediyor. Şu zamana kadar kanı durdurmaya yetecek adımlar atılmadı/atılamadı. Tunus, Mısır, Libya’dan sonra Arap yönetimlerindeki ‘değişim’ rüzgârının Suriye’de duraklamasını neye bağlıyorsunuz?
Arap Baharı denilen süreç Arap ülkelerinin hepsinde farklı şekillerde hissediliyor ve ayrıca bu bahsettiğiniz ülkelerin her birinin farklı özellikleri var. Rüzgâr duraklamış değil. Fakat Suriye’de Mısır’dan, Tunus’tan ve Libya’dan oldukça farklı bir rejimle karşı karşıyayız. Tunus’ta Bin Ali’ye kimse sahip çıkmadı. Ordu da “git” dedi. Kaçmak zorunda kaldı. Mısır’da devrim sürecinin sona erdiğini söyleyemeyiz. Mübarek gitti fakat ülkeyi henüz asker yönetiyor. Normalleşme yolunda atılan bir takım adımlar var. Seçimler gibi… Bu adımların hızlanması gerekiyor. Libya’da da Kaddafi, çevresindeki çıkar gruplarından ve bazı kabilelerden destek alıyordu. Halkına karşı silah kullanmayı ve gösterileri paralı askerlerle bastırmayı tercih etti. Çevresindekiler birer birer dağıldı. Uluslararası camia ve Arap ülkeleri içinde de pek sevilmiyordu zaten. Akıllı davransaydı en azından kendisini ve ailesini kurtarabilirdi. Birçok insanın da ölmesine gerek kalmazdı. Türkiye bunun için uğraştı. Ama Kaddafi’nin yapısı buna izin vermedi. Sonu malum…

Suriye’deki durum nedir?

Suriye’ye gelince; durum hepsinden farklı ve karmaşık. Birincisi Suriye’deki rejim bir devlet yapısından daha çok yer altında örgütlenmiş mafyavari yapılanmış bir çete yönetimi gibi. Her yola başvuruyor ve dolayısıyla daha çok tehlike saçıyor. İkincisi, bölgedeki dengeler üzerine kurulu. İsrail, Baas rejiminin gitmesini istemiyor. İran, istemiyor. Devrim rüzgârlarının Suriye’de dinmesini isteyen diğer bazı ülkeler de istemiyor. Fakat genel olarak baktığımız zaman değişim rüzgârının Suriye’de duraklamadığını, bilakis hızlı bir şekilde esmeye devam ettiğini görüyoruz. Suriye’de değişimin zor olacağını bu ülkeyi ve Baas rejimini tanıyan herkes zaten en başından kabul ediyordu.

İslam dünyası açısından Suriye’deki kutuplaşmayı nasıl yorumluyorsunuz? Körfez ülkeleriyle İran’ın, İhvan’la Hizbullah’ın Suriye turnusolunda karşı karşıya gelmesi, önümüzdeki yıllarda bölgenin siyasi yapısında rol oynar mı?

Öncelikle şunu belirteyim: Suriye’de yaşananları sadece kutuplaşmalar üzerinden değerlendirmek sağlıklı olmaz. Çünkü baş aktör ölümü göze alıp sokağa inen ve artık bu gidişe bir son vermeye kesinlikle kararlı olan Suriye halkı. Bunun dışında elbette herkesin bir hesabı olacaktır. Amerika’nın, İsrail’in, diğer bölge ülkelerinin, Türkiye’nin, İran’ın hep bir hesabı var. “Körfez ülkeleriyle İran Suriye’de karşı karşıya geliyor” demek tamamen doğru bir tespit değil.

Siz nasıl okuyorsunuz peki?

Bir örnek vereyim. Dubai Polis Müdürü Dhahi Khalfan, sürekli olarak genelde Arap Dünyası’nda ve özelde Suriye’de yaşananların Amerika’nın bir oyunu olduğunu ve ABD’nin mevcut yönetimleri devirerek yerine Müslüman Kardeşler’i getirmek istediğini söylüyor. Bu söylem Baas-İran çizgisinin söylemiyle birebir örtüşüyor. Khalfan elbette bu çizgiyi desteklediği için söylemiyor bu sözleri… O kendi ülkesindeki yönetimi için, sıranın Birleşik Arap Emirlikleri’ne gelmesinden korktuğu için bunu söylüyor. Bununla birlikte Suriye’nin bir nevi turnusol görevi gördüğünü söyleyebiliriz. Örneğin, eskiden
 Hamas’ın da içinde olduğu bir “direniş ekseni”nden bahsedilirdi. Şimdi Hamas Baas-İran çizgisi tarafından ekseni kaymış olmakla ve hatta ihanetle suçlanıyor.
Suriye’deki gelişmelerden sonra Hizbullah’ın durumu nedir?

Suriye, Hizbullah’a duyulan sempatiyi tamamen bitirdi. Hizbullah, Arap sokağında kendisine duyulan sempatiyi kullanarak Suriye rejimine destek olabileceğini planladı belki. Fakat insanları küçümsememek lazım. Neler olup bittiğini herkes görüyor.

İhvan?


İhvan’ın Suriye’de çok güçlü olduğunu düşünmüyorum. Mısır’da da şu anda bazı tavırları tabanı tarafından sorgulanıyor. Örneğin cumhurbaşkanlığı için aday belirleme sürecinde yaşananlar ve Ebu’l Fettuh’a karşı takınılan tavır gibi… Müslüman Kardeşler Arap Dünyası’nın bir gerçeği, fakat bundan sonra devrimlerin yaşandığı ülkelerde yeni diktatörlüklerin yaşanması çok zor. Müslüman Kardeşler de diğer siyasi gruplar gibi bir grup olarak yarışta yerini alacak. Sonuçta kararı halk verecek. Bu konuda son olarak bir de şunu söyleyeyim.

İran açısından ne tür bir değişim bekliyorsunuz?

Baas rejiminin devrilmesi İran’ın Lübnan’a kadar uzanan kolunu kesecek. Lübnan ve Irak’ta da dengeler tümüyle değişecek. Bu nedenle Nuri El Maliki, daha önce “Irak’a terörist gönderiyor” diye şikâyet ettiği Baas rejimine bugün destek veriyor. Suriye’deki değişimle birlikte Türkiye’nin yakın çevresindeki bölgede İran’ın nüfuzunun gerileyeceğini ve buna karşılık Türkiye’nin nüfuzunun çok daha artacağını kesinlikle söyleyebiliriz.

Kamuoyunda “Esed’in gidici olduğu anlaşıldı” tezi hâkim. Buna katılıyor musunuz? Esed sonrası için Suriye’de nasıl bir yapı/yapılanma bekliyorsunuz?

Esed er ya da geç kesinlikle gidici. Ankara bunu en başından gördü ve ona göre tavrını belirledi. Suriye’de sokağa çıkan halk geri adım atsa eskisinden çok daha kötü olacağını biliyor. Koskoca bir halkı da, değil İran ve Rusya’nın desteği, tüm dünyanın desteği bir araya gelse ve Beşşar Esed’in yanında yer alsa yine de gidişini engelleyemez. Sadece katliamları artırır ve süreyi uzatır. Esed sonrası Suriye’de Türkiye’dekine benzer bir yönetim bekliyorum. Bu konuda Türkiye’ye de büyük görev düşüyor. Aslında Türkiye bunu şu anda yapıyor da.

Ne yapıyor Türkiye?

Ankara uzun süredir Beşşar sonrası için hazırlanıyor ve Suriye’yi de buna hazırlıyor. Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu ile yapılan bu. Beşşar sonrası siyasi ve askeri boşluk olmaması için bu ön hazırlık şart ve Türkiye bunu yapıyor. Ayrıca Türkiye Suriye’deki tüm etnik ve mezhebi yapıları kapsayan bir yönetim oluşturulması ve bunun korunması için de garantör olabilir. Dolayısıyla azınlıkların kaygıları da giderilir. Bildiğim kadarıyla bu konuda da atılan adımlar var. Esed sonrası Suriye’de uygulanacak en iyi yapı “Türkiye modeli” ve Esed sonrası hiç şüphesiz Esed döneminden çok daha iyi olacak.

Suriye’deki olayların başlamasından bu yana Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Türkiye’nin Suriye konusunda atması gereken ideal adımları neler olmalıydı?

Genel olarak olumlu buluyorum. Tabii biz Arap sokağından baktığımız için ve Arap sokağında da Türkiye’den beklentilerin çıtası oldukça yüksek olduğu için atılan adımları yetersiz görebiliyoruz. Fakat Türkiye’nin kaygılarını da anlamak lazım. Türkiye için Suriye’ye müdahale, Sayın Dışişleri Bakanımız’ın da ifade ettiği gibi, bir tercih değil bir zorunluluk. Müdahaleyi mutlaka asker gönderme şeklinde anlamamak gerekir. Suriye’de bir yangın var ve Türkiye bu yangına seyirci kalamaz. İnsani ve ahlaki görev bir yana, konu Türkiye’nin milli güvenliği ve çıkarları ile doğrudan ilgili. Ne yazık ki Türkiye’nin bunu göremeyen bir muhalefeti var. Oysa milli güvenlik ve çıkarlar sözkonusu olduğunda muhalefetin iktidara destek vermesi gerekir. Açıkçası Ankara’nın Suriye’deki yangının bir şekilde, örneğin Beşşar Esed’in Kaddafi’nin sonundan ders alarak daha akıllı davranmasıyla sönmesini bekledi. Fakat yangın sönmesi bir yana daha da büyüdü. Şu an atılan adımları doğru buluyorum.

İstanbul’daki toplantıyı başarılı buldunuz mu?

Baas rejimi son dakikada Annan Planı’nı kabul ettiğini ilan ederek İstanbul’da yapılan Suriye’nin Dostları Toplantısı’na karşı ciddi bir hamle yaptı. Buna rağmen İstanbul’daki toplantı gayet başarılıydı. Türkiye’nin karşı hamlesi Annan Planı’nı delmek ve süreyle sınırlamak şeklinde oldu. Annan Planı’nı kabul ettiğini söyleyerek zaman kazanacağını düşünen Baas rejimi sözkonusu hamlesiyle en fazla birkaç gün kazanabilmiş oldu. Annan Planı çok yakında çöpe gidecek. Tunus’ta bir adım atıldı. İstanbul’da bir adım daha atıldı. Bundan sonra yapılması gereken sonuca ulaşıncaya kadar sürekli ileriye doğru ve daha sık adımlar atmaktır. Örneğin, Özgür Suriye Ordusu’nun bir an önce silahlandırılmasına başlanmalı.

Suriye’de muhaliflerin silahlandırılmasının iç savaşa yol açacağını öne sürenler de var?

Bu iddiaya katılmıyorum. Çünkü bu Baas rejiminin ve Suriye’de katliamların devam etmesini isteyenlerin kara propagandası. İç savaş, sivil halkın da eline silah alıp sokağa inmesiyle olur. Suriye’de katliamların devam etmesi ve gerekli adımların atılmaması halinde bir iç savaş yaşanması tehlikesi var. Bıçak kemiğe dayandığı zaman insanlar kendilerini korumak için silaha sarılmak zorunda kalacaklar. Baas rejimi de bir anlamda Suriye halkını bu yöne itecek adımlar atıyor. Özgür Suriye Ordusu ise düzenli ordudan ayrılan ve zaten asker olan, askeri eğitim ve disipline sahip insanlardan oluşuyor. Şu anda yapılması gereken Özgür Suriye Ordusu’na bağlı tüm birlikler arasındaki koordinasyonun, emir-komuta zincirinin sağlıklı işlemesini sağlamak ve Suriye halkını temsil eden bu orduya ihtiyacı olan silahları temin etmektir. Halen Beşşar Esed’in ordusundan kopuşlar devam ediyor ve Özgür Suriye Ordusu’nun güçlenmesiyle bu kopuşlar daha da hızlanacak. Dolayısıyla Özgür Suriye Ordusu’nun desteklenmesi ve silahlandırılması iç savaşa yol açmak bir yana olası bir iç savaş tehlikesini önleyecektir.

Türk hariciyesi Libya’da yara aldı. Türk bayraklarının yakılması ve Fransa’nın -tabiri caizse- parsayı toplamasıyla neticelenen süreç, Suriye’de daha da vahim bir hal aldı. Suriyeli muhaliflerin Türkiye’den beklentileri büyük oranda karşılanamadı. Suriyeliler arasında Türk hükümeti açısından bir hayalkırıklığından söz ediliyor. Hâlihazırda, Türk hükümetinin bu hayalkırıklığını gidermek ve ezilen halka fiili destek olabilmek için Suriye ile ilgili yapacağı en akıllı iş sizce ne olurdu?

Ben şahsen Libya’da başlangıçta bazı tereddütler yaşanmasına rağmen parsayı Fransa’nın topladığını düşünmüyorum. Bilakis Türkiye devrim sonrası Libya ile her açıdan ilişkileri en iyi olan ülkelerin başında geliyor. Libya-Türkiye ilişkilerinin Kaddafi döneminden daha ileride olacağına inanıyorum. Suriye konusuna gelince, Türkiye ön planda ve neredeyse tek başına. Evet; beklentiler büyük. Beklentilerin büyük olmasına biraz bizim söylemimiz biraz da Türkiye’ye Osmanlı’nın varisi gözüyle bakılması yol açtı. Hayalkırıklığı olduğu doğru. Atılacak doğru adımlarla bu giderilebilir. Bizim biraz kendimizi gereği gibi anlatamama problemimizin olduğunu düşünüyorum.

Nasıl anlatmalıydı Türkiye kendisini?

Türkiye’nin haklı kaygıları var ve bunları gayet açık ve net bir şekilde, ikna edici bir dille anlatmalıydı. Örneğin Türkiye yavaş hareket ediyor olarak görülüyor. Ama bunun karşılığında Ankara’nın da attığı adımları hukuki ve ahlaki temeller üzerine oturtma hassasiyeti var. Bu hassasiyet şu anda adımların yavaş atılmasına neden olsa da ilerde Türkiye’nin başının ağrımasının önüne geçecektir. Yani Türkiye bu kadar diplomatik çaba sarfettikten sonra, hiç kimse çıkıp “aceleci davrandınız” diyemez. Diyen olursa o ya cahildir veya art niyetlidir. Sözüne itibar edilmez. Türkiye’nin yapması gereken bir yandan Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu ile “Yeni Suriye”nin siyasi ve askeri altyapısını inşa ederken diğer yandan da Baas rejiminin sonunu hızlandıracak, Suriye’nin Dostları Toplantısı’yla İstanbul’da yol haritası çizilen sürecin yakın takipçisi ve lokomotifi olmaktır. Böyle olacağına da inanıyorum. Bu arada yanlış anlaşılabilecek söylemlerden kesinlikle kaçınmak gerekiyor. Çünkü yetkililerin ağzından çıkan her söz sadece Türkiye’de değil, Arap ve dünya kamuoyu tarafından takip ediliyor ve yorumlanıyor.

‘Yanlış anlaşılabilecek sözler’den kastınız nedir?

Bir örnek vermem gerekirse, İran gezisinin ardından sıcağı sıcağına “İran da bizim gibi Suriye’de seçim istiyor” mealindeki açıklamalar bence yanlıştı. İran’ın seçim falan istemediğini herkes biliyor. Suriye’nin Dostları Toplantısı’ndan sonra İranlı yetkililerin yaptığı açıklamalar ortada. Dolayısıyla gerçeklerle bağdaşmayan bu söylem Türkiye düşmanlarının eline “Erdoğan İran’la anlaştı, Suriye devrimini satıyor” deme kozu vermekten ve yanında olduğumuzu ilan ettiğimiz Suriye halkını üzmekten başka hiçbir işe yaramadı.


Suriyeli Albay Harmuş’un Türk istihbaratı tarafından Esed’e teslim edilmesi, ardından Esed’in Harmuş’u video çekimi eşliğinde öldürmesi Arap dünyasında /medyasında nasıl karşılandı?

Harmuş olayı Türkiye için büyük bir ayıp. Sözkonusu olay Arap Dünyası’nda Türkiye düşmanları tarafından epey kullanıldı. “Türkiye Harmuş’u sattı” dediler. Baas rejimi yandaşları da psikolojik savaş aracı olarak kullandı ve muhaliflere “Türkiye Harmuş’u sattığı gibi sizi de satacak” denildi. Harmuş olayı unutulmuş değil. Türkiye’nin bu pisliği temizlemesi ve kendini aklaması gerekiyor. Arap sokağında Harmuş olayının Hükümet’in kontrolü ve isteği dışında gerçekleştiği kanısı yaygın. Fakat Hükümet’ten beklenen, olaya karışan herkesi, altını çizerek bir kez daha söylüyorum, olaya karışan herkesi ucu nereye dayanırsa dayansın ortaya çıkarıp hak ettiği cezayı vermesi ve olayın üstünü kapatmaya çalışmaması. Şayet bu yapılmazsa ileride Harmuş dosyası yeniden açılacak ve Türkiye yine suçlanacak.

Suriye muhalefeti bu noktadan sonra nasıl bir yol izlemeli?

Suriye muhalefetinin izlemesi gereken yol belli. Siyasi olarak Suriye Ulusal Konseyi’nin çatısı altında hareket etmeleri gerekir. Askeri olarak da Özgür Suriye Ordusu bünyesinin dışına çıkılmamalı. Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal Konseyi arasında sıkı bir koordinasyon sağlanmalı. Buna paralel Türkiye’nin öncülüğünde oluşan koalisyonla birlikte, bölgesel ve uluslararası düzeyde Suriye halkını en iyi temsil edecek şekilde davranmalı. Devrimi kaptırmamalı. Burası çok önemli. İçeride canlarını ortaya koyan ve bu kadar kurban veren insanların taleplerini yüksek sesle dile getirmeli ve Suriye halkının belirlediği çıtadan taviz vermemeli. Muhalefet bir türlü bir araya gelemedi vesaire deniliyor. Bu doğru değil. Herkesi aynı çatı altında birleştirmek hiçbir zaman mümkün değil. Baas rejimi yanlısı sözde muhalifler var, Heysem El Menna gibi. Bu tip isimlerin Suriye Ulusal Konseyi’ne karşı oluşunu bahane edip “muhalefet bölük pörçük” demek bilinçli bir şekilde Baas’ın değirmenine su taşımaktır. Suriye muhalefetinde maalesef Libya’daki Mustafa Abdülcelil gibi bir “devlet adamı”nın eksikliği hissediliyor. Eksiklerini gidermek için çok çalışmaları gerekiyor. Türkiye de bu konuda onlara yardımcı olmalı ve gerekirse eğitim vermeli…

Türkiye’de, özellikle kamuoyunda ciddi bir Esed yanlısı duruş görüyoruz. Libya’da, Mısır’da aynı paralelde duran insanlar Suriye’de birden halkın karşısına geçerek, katliamı savunur pozisyona geldiler. Türkiye’de bu kadar yaygın Esed yanlısı bir fraksiyonun olmasını neye bağlıyorsunuz?

Bunun birkaç nedeni var. Mezhep bağı nedeniyle Beşşar Esed’e sempati besleyenler var. Baas rejimi direnişe destek ve Amerika-İsrail karşıtlığı palavrasının arkasına sığındığı için sempati besleyenler var. Amerika ve İsrail karşıtlığının Türkiye’de güçlü olduğunu unutmayalım. Arap Dünyası’nda Baas’ın gerçek yüzü daha iyi biliniyor. Türkiye’de insanlar, hatta yazarlar ve entelektüeller yanıbaşımızdaki dünyadan kopuk oldukları için gerçeklerin farkedilmesi zaman alabiliyor. Bir de güçlü bir İran lobisi var. Diğer ülkelerdeki devrimlerde, belki Libya’yı da bundan istisna tutabiliriz, sözkonusu lobi devrimleri destekledi. Özellikle İslami kesim içerisinde etkili olan bu lobi Suriye konusunda Baas rejiminin yanında yer aldı. Bazıları doğrudan Baas’ı savundu. Bazıları da, Beşşar Esed’in ve katliamlarının savunulacak bir yanı kalmadığını anlayınca devrimciler hakkında kara propaganda yapma, muhalefeti karalama yolunu seçti. Bir de ulusalcı ve Ergenekoncu kesim var ki tüm bunların bir araya gelmesiyle Hükümet karşıtı ve Beşşar yanlısı acayip bir koalisyon oluştu. Zamanla tablo netleşip gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıktıkça, kafa karışıklığı azalacak ve Esed yanlılarının etkisi azalacaktır.

...

İsimlere girmek istemiyorum. Bunun bir şirket politikası veya kanala ve gazeteye baskı sonucu olduğunu da düşünmüyorum. Benim kanaatim bunun sözkonusu kişilere işi teslim edenlerin yaşananların farkında ve bilincinde olmadığı yönünde. Fakat şunu söyleyeyim: Bu durumu Araplara anlatmakta güçlük çekiyoruz. Yani Başbakan Erdoğan “Suriye halkının yanındayız” diyor, “Beşşar ile bu iş olmaz” diyor, “Suriye’de rejim halkı öldürüyor, silahlı çeteler yalanının arkasına saklanıyor” diyor. Aynı zamanda iktidarın sözcüsü sayılan gazete ve televizyonlarda, hatta TRT Arapça kanalında Baas’ın, Beşşar Esed’in propagandası yapılıyor. Suriye’de silahlı teröristlerin halkı öldürdüğü anlatılıyor. Örneğin TRT Arapça kanalında bunu dinleyen bir Suriye vatandaşı, bir Arap vatandaşı Erdoğan’a ne gözle bakar sizce? Bazıları bir şeyler diyor da, o dediklerini ben burada söylemek istemiyorum. Sözkonusu gazete ve kanallarda, TRT Arapça’da dün Baas propagandası yapılıyordu, bugün de yapılıyor. Hükümet’in bunun önüne geçememesi çok garip. Yani bahsettiğimiz propaganda örneğin Ulusal Kanal’da veya Aydınlık gazetesinde, Yeni Çağ gazetesinde yapılsa ki yapılıyor da, “Kardeşim, Türkiye’de basın özgürlüğü var. Hükümet yayınlara müdahale edemez” deriz. Ama iktidarın sesi niteliğindeki yayın organlarında ve Başbakan Erdoğan’a en yakın bir işadamının sahip olduğu kanal ve gazetede, devlete ait TRT Arapça kanalında hükümetin söyleminin tam tersine Baas propagandası yapılıyorsa bunu bizim Araplara izah edebilmemiz mümkün değil ve edemiyoruz da…

Hükümete bu kadar yakın medya kuruluşlarında nasıl oluyor da bu kadar açıktan Esed yanlıları başköşeleri tutabiliyor size göre?

İran’daki Humeyni devriminden sonra Türkiye’de İrancı veya Humeynici denilen ekolün yetiştirdiği birçok yazar, çizer ve entelektüel oldu ve bunlar İslami cemaatlere, sivil toplum örgütlerine, siyasi partilere ve medya organlarına dağıldı. İslami kesimin neredeyse her gazetesinde ve televizyonunda bu isimlerden bir veya birkaç kişi var. Bunları Esed yanlısı olarak tasnif edemeyiz. Daha çok İrancılık refleksiyle davranıyorlar. Bölge hakkında da oldukça cahiller.
Biraz açar mısınız?

Örneğin bir yazar Kuzey Irak’tan Peşmergelerin Yemen’e paralı asker olarak gittiğini Husilere karşı savaştığını iki gün arka arkaya yazmıştı. Bir başkası geçen gün Star’da, Katar’da yüzde 20 Şii olduğunu yazdı. Ortada istihbarat raporları ve kanıtlar olduğu halde uzun uzun İran’ın PKK’ya destek vermediğini, bunun Siyonistlerin bir oyunu olduğunu anlattı. Bugün İran’ın Suriye’deki Baas rejimine verdiği destek nedeniyle Esed yanlısı gibi görünen bir çizgideler. İran’ın Suriye konusundaki tavrı farklı olsaydı hiç şüphesiz bu kişilerin durduğu nokta da çok daha farklı olacaktı. Geçenlerde Yeni Akit gazetesinde yayınlanan bir haber vardı. İstanbul’daki İran Konsolosluğu’na giden bir şahıs gazeteyi şikâyet etmiş ve İslami kesime ait medya organlarını yönlendirdiklerini fakat Yeni Akit’e söz geçiremediklerini söylemiş. Bu haber üzerinde çok fazla durulmadı nedense. Oysa bu oldukça tehlikeli bir iddia. Kim bu yönlendirenler? Amaçları ne? Hangi medya organlarını kimler aracılığıyla ve nasıl yönlendiriyorlar? Bu soruların cevabı aranmalı. O zaman sizin sorunuzun cevabını çok daha net olarak verebiliriz. (Dosdoğru haber)

04 Nisan 2012 Çarşamba - 11:06.İsmail Yaşa tımeturk
Başlık: Suriye direnişi,Türkiye medyasının sınavı
Gönderen: mazhar - 18 Nisan 2012, 09:57:19



Suriye direnişi,Türkiye medyasının sınavı  

13 aydır Suriye'de cereyan eden olaylara Arap, Batı medyası ile Türkiye medyasının yaklaşımı, iletişim dünyasının öğrencilerine doktora konusu olabilecek ciddi örneklikler oluşturdu. Baas diktatörlüğünü tanımama, haber kaynaklarına uzak olma, iktidar ve muhalefete eşit mesafede duramama, Suriye'de direnişin merkezini dinamiklerini tanıyamama, dil problemi, Suriye haberlerine siyasi, etnik mezhep açısından yaklaşma eğilimi, Rusya, Çin, İran ulusal çıkarlar endişesi ile olaylara yaklaşma,1960-70'lerin soğuk savaş kronik hastalığının emperyalizm korkusu ile meseleyi değerlendirme, Ak parti hükümetine muhalif olma psikolojisi, Ulusal, sol, Ergenekon medya ayağının Ak partiyi Suriye ile sıkıştırma stratejisi. İslamcı muhafazakar camiada ''acaba Suriye parçalanırsa İran parçalanır mı?'' endişesi, doktora öğrencileri için gerçekten daha bir dizi örnekler sıralayabiliriz..

Suriye direnişi ve Arap devrimlerini, İslam dünyası ve Batı dünyası siyasetçisi, Entelektüeli yazarına varıncaya kadar, sahada yaptıkları araştırma ve gözlemler neticesinde tek kelime ile Adalet özgürlük ve onur arayışları olarak değerlendirdiler. Batı dünyası Arap devrimlerinin peşinden koşarak nasıl kontrol edebiliriz  düşüncesinde devrimleri anlamaya, çözmeye kontrol etmeye kendi çıkarları doğrultusunda bir yerlere sürüklemeye çalışıyor.

Türkiye, Suriye halkının direnişi ve Arap devrimlerini hala anlamamakta. İnatla direnmeye devam ediyor. Bu direncin temelinde 89 yıllık laik Kemalist rejimin Arap düşmanlığının etkisini görüyoruz. Maalesef İslamcı,muhafazakar camiamızın bir çok kalemi de Arap halklarına kahramanlığı çok görme psikolojisi içerisindeler.


Medyamız, Suriye direnişine vicdan ve adalet penceresinden bir türlü bakamadı. 12 aydır Türkiye'de bulunan muhalif üyeler ile sağlıklı ilişkiye girmediler. Suriye rejiminin Şam davetlerine giden gazeteciler bile ikiye ayrıldı. Hiçbir gazeteci, Şam şehrinin dışına çıkamadı ve muhalifler ile konuşmadı. Antakya'ya 25 bin sığınmacı ve yüzlerce yaralı geldi geçti, bunlar ile doğru düzgün röportaj bile yapılmadı. Lübnan ve Ürdün'de 100 bin sığınmacının durumlarını dahi merak edip bölgeye muhabir bile göndermediler.

Suriye meselesi, TV programlarında daha yeni konuşulmaya başlandı. Programlarda, Suriye'yi konuşan köşe yazarları ve programcılar maalesef Suriye'de 40 yıllık diktatör rejimi değil, bu günün siyasi bölgesel emperyalist ülkelerin oyunları üzerinden komplo teorileri ile meseleye bakmalarının çelişkisine şahit oluyoruz.

Suriye'de yaşanan adaletsizlik , İnsan Hakları ihlalleri ve yolsuzlukları göz ardı eden kişisel görüşler ile Suriye'nin gerçeklerini karalamaya çalışan bir medya çelişkisine şahit olmaktayız. Halepçe ,Ruanda ,Bosna da Gazze de ağlayan, Suriye'de şaşıran bir medya görüntüsüne şahit oluyoruz. Muhalefet partilerinin tümüne bakın. Birtane Suriye ve Ortadoğu danışmanlarının olmadığını göreceksiniz. Suriye olaylarına İstanbul'dan İngilizce çeviri makaleleri ve Rus emperyalist komplo teorileri ile değerlendiren medyamız Suriye'de katil diktatör bir rejimin ömrünü uzatmasına destek olmaktan başka hiçbir işlev görmemektedir..Osman Atalay.TIMETURK
Başlık: Oğlunun cenazesinde öldürüldü
Gönderen: mazhar - 22 Nisan 2012, 08:12:22
Suriye’de Esad güçleri tarafından katledilen oğlunun cenaze töreninde öldürülen baba oğlu ile beraber gömüldü. Cenaze alayına açılan ateşte yaralananlar da oldu.


(http://www.timeturk.com/resim/tr/2012/04/21/oglunun-cenazesinde-olduruldu.jpg)

Suriyeli bir baba oğlunun Esad güçleri tarafından öldürülen oğlunun cenazesini taşırken kendisine isabet eden kurşun sonucu hayatını kaybederek oğlu ile beraber defnedildi. Öte yandan Humus halkı şehirdeki askeri hastanede 400 ceset buldu.
Yusuf El Kavarit’in babası Davud El Kavarit, Der’a iline bağlı El Hara Şehri’nde oğlunun cenaze töreninde tabutunu taşırken Esad’ın çeteleri tarafından üzerlerine açılan ateş sonucu hayatını kaybetti. Törene katılanlardan aralarında bir bayan olmak üzere bazıları da yaralandı.

Öte yandan Hummus Şehri’nden 72 yaşındaki Hamdi Rahil El Hamud da keskin nişancı tarafından öldürüldü. Cesedi mezarlığa taşınamadığı için El Halidiye’nin parklarından birine gömüldü.

Humus’ta askeri hastanede de 400 ceset bulundu. Dün sayıları yüzü aşan ve büyük kısmının kimliği tespit edilemeyen cesetler Firdevs Mezarlığı’na defnedildi. Maktullerin kimliklerinin daha ileride tespit edilebilmesi için kameraya çekilerek belgelendi. Hastanede hala 300 ceset bulunuyor. Bu cesetler de defnedilecek.

Suriye Koordinasyon Komiteleri, esirlerin öldürülmesinden tamamen Esad rejimini sorumlu tutarak bu cesetlerin büyük ihtimalle askeri hastanede işkence altında hayatını kaybeden tutuklulara ve ordudan ayrılan askerlere ait olduğunu açıkladı. Aynı şekilde rejimde bu katliam emirlerini verenlerden uygulayanlara tüm suçluların baştan aşağı yargılanmasını talep etti.
Komiteler ‘Biz kazanacağız, Esad yenilecek’ Cuması’nda ülkenin çeşitli şehirlerinde düzenlenen ve binlerce göstericinin katıldığı gösterilerde 45 kişinin Esad çetelerinin kurşunlarıyla öldürüldüğünü açıkladı. Ardından Esad’a bağlı güçlerin düzenlediği baskın ve geniş çaplı tutuklama operasyonları neticesinde Şam’ın kasabalarında birçok kişinin yaralandığına işaret etti.

21 Nisan 2012 Cumartesi - 14:21

  Varol Sarıyüce.Tımeturk.
Başlık: Ynt: Suriye olaylarında samimiyet sahtekârlığı
Gönderen: mazhar - 28 Nisan 2012, 08:28:12

“MÜSLÜMAN, KARDEŞİNİ DÜŞMANA TESLİM ETMEZ!”


Önce iki hadis-i şerifi birlikte okuyup üzerinde iyice düşünelim:

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa (hummaya) tutulurlar.” (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66)

“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58)

Evet, Allah’ın (c.c) yegâne ilâh ve rab, Hz. Muhammed’in de O’nun kulu ve rasûlü olduğunu kabul eden tüm Müslümanların “kardeş” olduklarını hepimiz bilir ve sıkça tekrarlarız. “Hiç şüphe yok ki, müminler ancak kardeştirler” (Hucurat 49/10) âyet-i celilesini de neredeyse dilimizden düşürmeyiz.

Peki, ama bu kardeşliğin bizlere yüklediği sorumlulukları da bilir ve gereklerini de yapar mıyız?

İşte burada, önce mümin kardeşlerimize karşı görev ve sorumluluklarımızı yeniden hatırlatmalıyız.

Hucurat/10. âyetin devamında: “Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.” buyrularak, öncelikli görevimizin onlar arasında barışı sağlamak olduğu bildirilir.

İmdi, bu ilahi talimatı güncellersek:

Suriye’de egemen Sosyalist Baasçı ve İslâm’ın özünden uzak Nusayri ağırlıklı rejimin katil yöneticilerini “kardeş” saymak her ne kadar mümkün olmasa da, yönetim ile direnişçiler arasında barışı sağlamak yine de İslamî ve insani görevimizdir. Ama saldırgan saldırısına devam ediyorsa ne yapılacaktır?
Bu konuda Allah’ın (c.c) buyruğu çok açıktır:

“Eğer biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız; eğer dönerlerse aralarını adaletle bulunuz, adil davranınız, şüphesiz Allah adil davrananları sever.” (Hucurat 49/9)

Daha önce 1980’de Hama’da 3-40 bin Müslümanı gözünü kırpmadan katleden Nusayri Baas rejimi, tam 13 aydır Müslüman kanı dökmeye devam ediyor. İlk başta Türkiye ve bazı İslâm ülkelerinin arabuluculuk yaparak katliamı durdurma sözü almalarına rağmen verdiği hiçbir sözde durmayan katil Esad yönetimi kan dökmeye devam etmektedir. Bu durumda ümmete düşen, saldırgan taraf barışa razı oluncaya ve Müslümanca davranıncaya kadar onlarla savaşmaktır. İşte burada, Müslümanların bir “İslâm Barış Gücü” oluşturma zarureti bir kez daha karşımıza çıkıyor.

Evet, Suriye’de ve diğer İslam beldelerinde akan kanı durdurma sorumluluğu, ümmet olarak omuzlarımızda yüklü bulunmaktadır.
Dahası; yukarıdaki hadis-i şeriflerde beyan buyurulduğu üzere, Müslüman kardeşlerimizi, kan içici düşmanlarının gaddar ellerine teslim edemeyiz. Yine onların ihtiyaçlarını ve sıkıntılarını gidermek de biz mümin kardeşlerine düşüyor. En genel manada: -bir vücudun organları olarak- kardeşlerimizi korumak, acılarını paylaşmak ve onları sevmekle yükümlüyüz; öyle ki, onların çektikleri sıkıntılar sebebiyle bizim de hummaya tutulmuşçasına rahatsız olmamız ve uykusuz kalmamız gerekiyor.

Ne ki; Suriye’deki katil Baas rejimine karşı mazlum Müslümanların başlattığı direniş 13. ayını doldururken, ümmetin farklı unsurlarının, farklı mülahazalarla olaya oldukça farklı baktıklarını görmek insanı kahrediyor. Bu farklı bakışlar, elbette Türkiye
Müslümanlarının bakış açılarını da etkiliyor…

Suriye’de her gün onlarca Müslümanın kanı akmaya devam ederken; hepsi de zanna ve tahmine dayalı çeşitli komplo teorilerine ve stratejik tahlillere itibar ederek, yanı başlarındaki kardeşlerinin çığlıklarına kulak tıkamak akla ziyan, insafa ziyan ve hatta imana ziyan değilse nedir? Suriye yönetiminin İsrail karşıtı tutumundan yola çıkarak (ki bu da su götürür bir husustur ve ayrıca Siyonist rejimin Baasçı ve diktacı rejimleri Müslümanlara ve Müslüman Kardeşler’e tercih ettiği de aşikârdır); Suriye’deki İslâmî direnişi kolayca “Amerikancı” diye damgalamaktan çekinmeyenler ve böylece yapılan korkunç katliamları adeta meşrulaştıranlar, yarın hem bu dünyada ve hem de öbür dünyada kardeşlerinin yüzlerine bakabilecekler mi?
Ne yazık ki, Suriye’deki şanlı direnişe, Türkiye’nin dışında sahip çıkan yok. ABD ve Batı’ya kimse güvenmiyor; Türkiye’nin onları ikna çabaları da sonuç vermiyor. İran ve Hizbullah’ın, katil Baas rejiminin yanında yer alması ise, sadece İslâm dünyasında kendi itibarlarını sıfıra indirmekle kalmıyor, aynı zamanda bölgede tırmanan mezhebi gerilimi, patlamaya hazır bir bombaya dönüştürüyor.

Biz, bu durumda; İran ve Hizbullah Müslümanlarına basiret ve hidayet, Türkiye Müslümanlarına feraset ve dikkat, diğer Müslüman topluluklara da cesaret ve rikkat dilemek durumundayız. Elbette Suriye Müslümanlarının acil ihtiyaçlarını karşılamak için elimizden geleni yapmakta da acele etmeliyiz.

Bilinmelidir ki, 13 aydır binlerce şehid veren ve ölmekten asla korkmayan Suriye’deki Müslüman Sünni çoğunluk, eli kanlı Baasçı Nusayri azınlık rejimini er ya da geç tasfiye edecektir ve herkes kendisini bu sonuca göre hazırlamalıdır.

Açık ve net olarak bir öneride bulunmak gerekirse de; Rusya ve İran’ın katil Baas rejimine aleni askeri yardımları devam ederken de eli-kolu bağlı durmamalı, direnişçi Müslüman kardeşlerimize gizli-açık, bir biçimde silah yardımı sağlamalıyız.

Ayrıca; her namazda direnen Müslümanlara dualarımızı unutmamalıyız:

“Ya Rabbi! Müslüman kardeşlerimize yardım et ve ayaklarını sabit kıl!”

Beddualarımız ise çağdaş Firavun’lara ve özellikle Suriye’deki Ebû Leheb rejiminedir:

“Ya Rabbi! Onların saltanatını yerle bir et ve kalplerine korku sal!”

“Ya Rabbi! Çağın Ebu Leheb’lerinin de ellerini (güçlerini) kurut!”

Kurudu ve ve inşAllah kuruyacak da!...

Dua ve beddualarımızın söylemden eyleme dönüşmesi niyazıyla…

Abdullah Yıldız.tımeturk
Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: mazhar - 14 Mayıs 2012, 09:29:10
Esed dünyayı mı kandırıyor?


Silahlar bir türlü susmadı. Ölüm ve işkence olayları her geçen gün daha da artıyor. Baas rejiminin başı Beşşar Esed ve avenesi hala barıştan siz ediyor ve muhalefetin terörist gruplardan oluştuğunu iddia etmeye devam ediyor. Dünya üç maymunu oynamaya devam ediyor. Yani bir yıl geçmesine rağmen Suriye konusunda hala elle tutulur bir gelişme yok.

Beşşar Esed Suriye yönetimini babasından devraldığı günden beri yalan söylemeye devam ediyor. Önceki söylediği yalanları tüm dünya duymuyordu. Ancak Suriye’ye ve Suriye’de olan olaylara ilgi duyanlar söylenen yalanları duyuyordu. Ancak halkın hürriyet ve adalet isteklerini sesli bir şekilde haykırmaya başlayınca, bu sesi kısmak için askerlerin halka ateş açması emrini veren Esed’i yakından izlemeye başladılar. Beyanatları birbirlerini tutmuyor. Halkını hakir gören ve inatla halkının isteklerini duymazlıktan gelen bir diktatör olarak yerini aldı. Yaklaşık elli yıldır ülkeyi sıkıyönetim ile yönetiyor. En önemlisi ise ülkenin gizli eli olan istihbarat yetkililerin yapmış olduğu katliamlar ve hukuksuz davranışlarıdır. Yıllardır halk sındırıldı.

Her gün ülkede kan akıyor. Camiler, evler, dükkânlar ve halkın tüm yaşam alanları bombalanıyor. Tarafsız olan halk en emin olabileceği camilere sığınmasına rağmen oralarda da vahşice katlediliyorlar.


Ülkede gerçek anlamda neler olduğu bilinmiyor. Basın mensupları ülkeye alınmıyor. Sadece Suriye devlet haber ajansı Sana ile İran ve Lübnan Hizbullah’ının dünyaya geçtiği haberler yanlı olduğu için dünyayı pek tatmin etmiyor. Onların verdiği rejim yanlısı haberler ile muhaliflerin çekip gönderdiği görüntüler arasında büyük farklar olduğu anlaşılınca bu kanallardan gelen haberlerin güvenilmez olduğu fikri pekişti. Ama pis savaş tüm gücüyle devam ediyor. Şunu da belirtmeliyiz ki bazı muhalif grupların gönderdiği haberlerin de gerçeği yansıtmadığı bir gerçektir. Açıkçası ortada haber akışı konusunda sorun olduğunu kabul etmeliyiz.

Haberler hangi kanaldan gelirse gelsin, Beşşar Esed’ın açıklamaları canlı veya videobanttan verildiği için beyanatlara doğrudan ulaşabiliyoruz. Şimdiye kadar başkan sıfatı ile verdiği demeçlerin hemen hepsinde yeni bir yalan ve oyalama taktığı izliyor. Devamlı olarak yeni bir planla ortaya çıkıyor. Bazen Arap Birliği, Rusya, Çin ve bazen de Birleşmiş Milletlerin yaptığı teklifleri şaşırtıcı bir şekilde kabul ediyor. Onu tam anlamı ile tanımayan kişilerde bir umut ve barış için bir ortam oluştuğuna inanmaya çalışılıyor. Ancak Esed’i ve Baas rejimini biraz da olsa tanıyanların bu vaatlerin bir sonucunun olmayacağını, esas amacının vakit kazanmak olduğu açıkça belirtiliyorduk. Gelişmelere baktığımızda haksız olmadığımız ortadadır.

BM neyi gözlüyor?

En son olarak BM ve Arap Birliğinin temsilcisi olan eski BM genel sekreteri olan Kofi Annan’ın 6 maddelik planı çerçevesinde gözlemcilerini 12 Nisan’da Suriye’ye gönderdi. Oradaki hak ihlallerini ve barışın olması için çalışacaklar. Açıkçası ben bunun olacağına inanmıyorum. Bir tarafta Beşşar Esed’in cinayet şebekesi diğer tarafta ise BM yetkilileri. Şimdiye kadar BM hangi olayda gerçek mazlumun yanında olmuştur da Suriye’deki olaylarda başarılı olsun? Suriye'deki BM gözlemci heyetinin başına Norveçli olan Tümgeneral Robert Mood atandı. Barışı tesis edecekmiş(!). Hiç inandırıcı değil. Her iki tarafa da Beşşar Esed ve muhalefete çatışmalara son verilmesini ve ateşkesin işlemesine imkan tanımalarını istedi. Ama sonunda devlet adına katliamlar tüm hızı ile devam ediyor. BM, bu katliamları görmemezlikten geliyor.

Başta Humus, Halep, Dera, İdlip ve Hama’da katliamlar sistematik bir şekilde devam ediyor. BM gözetiminde katledilen halkın sayısının yedi yüz’ün üzerine çıktı. BM neyi gözetliyor? Bu masum insanlar katledilirken bu gözlemciler nerede idi ve ne tür rapor yazıyorlar? Neden bu devlet terörünü görmemezlikten geliyorlar? Hapishanelerde yapılan işkenceler ve oralarda hukuksuz bir şekilde katledilenler hiç bir şekilde raporlara girmiyor. Hala bu gözlemciler hapishanelere dahi giremediler. Kaç kışı tutuklu, hükümlü veya gözaltında olduğu tespiti dahi yapılamadı. Yapılan katliamlar ve işkenceler BM şemsiyesi altında yapılmaya başlandı.

BM gözlemcileri oyununun yanında bir de seçim oyunu ekledi. 7 Mayıs’ta Suriye’de parlamento seçimleri yapıldı. Yaklaşık 50 milyon seçmen sandığa çağrıldı. Muhalefet seçimleri boykot etti. Beşşar Esed, iktidarda kalmak için her yolu deniyor. Sözde bazı muhalifler bu seçimde parlamentoya girecek. Dünyaya “bakın işte, gerçek muhalefet burada” diyecek. Meclise girecek olan bu kişiler zaten daha önceden planlanmış kişilerdir. Dolayısı ile muhalefet de kendi adamlarıdır. Onun müsaade ettiği kadar muhalefet edebilirler. Yoksa gerçek anlamda bir muhalefetten söz etmek imkânsızdır.

Suriye’de gerçek muhalefet kimdir?

Kuşkusuz ki gerçek muhalefet orta sınıf halktır.

Suriye halkı ne istiyor?

Halkın ortak talepleri hep aynı. Adalet istiyorlar. Özgürce bir yaşam ve şeffaf bir yönetim istiyorlar. Onların mal-mülk ve mevkii edinme talepleri yoktur. Geçen yıl Mart ayında başlayan olayların başlangıcı “ Rejimi düşürmek ” değildi. “Islahat” istiyordular. Yaklaşık 50 yıllık despotluğun bir nebze olsun rahatlatılmasını istiyordular. Halkını potansiyel düşman olarak gören Baas rejimi her hak talebine silahla ve tank ateşi ile cevap verdi. Masum insanları katletmekte hiç bir beis görmedi. Çünkü o kendini çok güçlü (!) görüyor.

Suriye’deki cephelerde mücadele verenlerin geneline yakını İslami esaslara dayalı bir sistem istiyor. Artık Baas rejimin düşmesini ve zalimce davranan yetkililerim cezalandırılmasını istiyorlar. Çünkü ülkedeki esas mücadeleyi bu kişiler veriyor. Çatışan ve hayatını kaybeden bu orta sınıf halktır. Ama onların sesi fazla duyulmuyor. Çünkü onlar en ön cephede çarpışıyor. Daha çok ön plana çıkan ise Liberal ve solcu gruplar oluyor. Herkes tarafından bilinir hale gelen Burhaneddin Galyum yıllardır dışarıda yaşamış liberal görüşlü bir kişidir. Bu ve bunun gibiler cephede savaşanlar tarafından tanınmıyor ve bu kişi onların temsilcisi de olamaz.

İmaduddin Raşit gibi İslami hassasiyeti olan kişilere itibar etmektedirler. Ama genelde Galyum’un sesi çıkmaktadır. Esed’ın karşısında gerçek anlamda temsil gücü olan bir muhalif lider değil bölük pörçük olan muhalif gruplar vardır. Bu da gayet normaldir. Böylesi ölüm tarlası olan ülkede muhalif liderlerin olması beklenemez. Halk birbirinden korkar olmuş. En küçük bir şikâyette hem kendisi hem de ailesi etrafı ortadan kaldırılıyor. Böyle bir ortamda kaç kişi muhalif olarak ortaya çıkabilir? Çıksa bile ne kadar hayatta kalabilir?

Ne zaman gideceğini ancak Allah bilir ama Beşşar Esed en yakın zamanda hak ettiği yere gidecektir. Ondan sonra ülkede lider kargaşası olacağı şimdiden tahmin ediliyor. Yıllarca dışarıda yaşamış değişik ilişkileri olan kişiler zafer’in semeresini yemeye çalışabılırler. Bunun için şimdiden tedbirler alınmalıdır. İçerde savaşan muhalifler dış müdahale olmadan halkın kendi çalışma ve azmi ile Baas rejimini devirmeyi isterken, dışarıda yaşayan muhaliflerde dış destekli ve dış müdahale ile rejimi devirmek istiyorlar. Her ikisi de iyi istek ama İsrail hala Beşşar Esed’ı destekliyor. Dolayısıyla ABD öncülüğündeki batılı güçler tepkilerini “cek-çak”’larla geçiştiriyorlar. Burada ki esas önemli figür İsrail’dir.
Emperyalistler kendi çıkarlarını düşünürken milyonlarca insan yerinden oldu. Zaten orta halli olan halk ekonomik olarak perişan oldu. Bir kısmi mülteci olarak, Türkiye, Ürdün ve Lübnan’a gitti. Bir kısmi ise ülke içinde değişik daha doğrusu emin olabileceği yerlere göç ettiler. Ekonomik gelirleri olmayan bu halk artık yardıma muhtaç hale geldiler. Özellikle savaş’ın devam ettiği kentlerde temel gıda maddelerinde ciddi sıkıntılar baş göstermeye başladı. Rejim özellikle bu şehirlere gıda ve tıbbi malzemelerin girişini yasakladı. Bazı şehirlerin içme suyunu kısaltmaya başladı. Elektrik zaten kesikti. Böylece halkı bıktırıp o yerleri terk etmeye zorluyor. Cahilce ve zalimce bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor. Ama sonunda başarı elde edemeyeceği bir çabalamadır.

Hala halkı insan yerine koyup onlara insanca muamele etmesi gerektiğini kavrayamadılar.

Aslan Balcı TIMETURK
Başlık: Ynt: Suriye resmi sözcüsü Hüsnü Mahalli ve TRT Arap ne yapıyor
Gönderen: mazhar - 19 Mayıs 2012, 09:02:54
Suriye’ye Şam sarayından bakan gazeteci  


Suriye’de halkın direnişi 14 ayı geride bıraktı, Türkiye’den defalarca bölgeye giden gazeteci arkadaşlar maalesef başkent Şam kentinin dışına çıkmayı başaramadılar.
Türkiye kamuoyunda genelde Suriye olayları iki açıdan ele alındı. Sol, Ulusalcı, Ergenekon, çevreler direk Beşşar’ın yanında durdular. İslamcı camiamız ise acaba İran’a bir şey olur mu endişesini henüz atlatabilmiş değil. Suriye’ye giden gazeteciler Akşam gazetesi yazarı, Suriye asıllı 1989 yılından beri SANA haber ajansının resmi muhabiri olan Baasçı ideolojiye sadakati ile bilinen Hüsnü Mahalli’nin güvenliği ve kontrolünde bölgeye gitmektedirler.
14 ay içerisinde iki kez seçimler yapıldı. Bu seçimlere katılan gazeteciler sadece Şam’ın belirli mahallelerinde dolaşabildiler. Hama, Humus, Dera, İdlip, Lazkiye şehirlerinde kurulan seçim sandıklarını dahi göremediler, Şam’ın dışında halkın neler yaşadığını yanan evler, bombalanan sokaklar, yaralanan insanlar ve 200 bin tutuklu insanın durumunu soramadılar. Ceyda Karan, Fehim Taştekin, Mete Çubukçu, Cüneyt Özdemir, Şam’ın dışına özgürce kameralarını doğrultamadılar. Sadece Yeni Şafak gazetesi istihbarat müdürü Hikmet Gök, Şam’da yapılan seçimlerin trajikomik bir seçim olduğunu yazabildi.
Suriye resmi SANA haber ajansı görevlisi ve aynı zamanda Akşam gazetesi yazarı olan Hüsnü Mahalli düzenlediği haber gezilerinde maalesef Şam’ın dışına çıkamadı. Mahalli, Suriye’de yaşanan olayları ve Şam’da geçtiğimiz hafta meydana gelen patlamalar sonrasındaki değerlendirmesi gerçekten beni hayretlere düşürdü.
Türkiye’nin özgür vicdanlı gazetecileri Hüsnü Mahalli’nin habercilik mantığını sorgulaması gerekiyor. Hüsnü Mahalli, Suriye’de meydana gelen olaylardan patlayan bombalardan bakın kimleri sorumlu tutuyor.
Mahalli diyorki; “Suriye’de halk nezdinde karşılığı ve saygınlığı sıfır olan ve kendini Suriye Ulusal Konseyi olarak tanıtan örgüt bu cinayetin suç ortağıdır. Komutanları Antakya’da bulunan Özgür Suriye Ordusu ise başından beri silahlı eylemlerde bulunarak katliamlar gerçekleştirmektedir. Yani özgürlük ve demokrasi uğruna başından beri cinayet işlemektedir. Bu ordu militanları şimdiye kadar binlerce asker, güvenlik elemanı ve vatandaşı öldürdü. Bu orduya Kaide ve benzeri örgütlerin ruh hastası elemanları yardım ediyor.”
Hüsnü Mahalli, 6 aydır sessiz sivil direniş yaparak reform talep eden halkı adeta görmezden gelerek yalan ve yanlış dezenformasyon yapıyor. Suriye halkının sanki 40 yıldır çok partili özgür demokratik seçimlerle yönetilen çoğulcu sivil bir iktidar tarafından yönetildiğini sanıyor.
Mahalli, Suriye halkının % 80 Sünni olan gücünü görmezden gelerek Suriye Ulusal Meclisi’ni Suriye halkı nezdinde saygınlığının sıfır olarak ifade etmesi gerçekleri nasılda çarpıttığını Baas yönetiminin psikolojik harp uzmanı gibi cümleler kurduğuna şahit oluyoruz.
Hüsnü Mahalli, halkını katleden bir rejimin propagandasını yapan bir üslup kullanması çok üzücü ve talihsiz bir olaydır.
Özgür demokratik bağımsız gazeteci arkadaşların acaba bu tutumu değerlendirmesi gerekmeyecek mi? Fehim Taştekin, her konuşmasında 3 bin asker öldüğünü söylüyor.
Bir kez olsun Şam’a giden gazeteciler 1122 çocuğun öldürüldüğünü, 14 bin kadın, yaşlı genç sokakta ve camiden çıkarken, işine giderken öldürülen insanlardan 200 bin kayıp ve tutukludan tek kelime bahsetmemelerini nasıl değerlendireceğiz.Suriye’de bugün yaşananları uluslararası emperyalist yabancı ve bölge güçlerinin oyunları ile ifade etmek asıl gerçeğin üzerini örtmektedir. 40 yıldır babadan oğula süregelen hanedan Baas diktatörlüğüne ses çıkarmayan Hüsnü Mahalli ağzı ile konuşan muhafazakar camianın bazı yazarları da Suriye’nin masum halkını hayal kırıklığına uğratmıştır.

Osman Atalay Tımeturk
Başlık: Ynt: Suriye resmi sözcüsü Hüsnü Mahalli ve TRT Arap ne yapıyor
Gönderen: osmanlı - 19 Mayıs 2012, 11:42:11
Kafire, kafir dememek küfrü icab ettirir. Mahalli kıvırtıyor. Birileride kıvırtıyor. Kıvırın kıvrak dansözler. Şianın ve yavşaklarının sonu geliyor. Akıttıkları Müslüman Sünni kanında boğulacaklar.
Başlık: Ynt: Suriye olaylarında samimiyet sahtekârlığı
Gönderen: mazhar - 23 Mayıs 2012, 08:19:38
Suriye meselesine kardeşlik bilinci ile yaklaşmak  


Sondan bir önceki yazımın başlığı “Ümmetin Suriye ile İmtihanı” idi. Yazıya gelen tepkiler, ümmet olarak hâl-i perişanımızı da, zihinsel olarak ve fiilen bölünmüşlüğümüzü de apaçık ortaya koyuyor…

Neyse ki, Suriye’de iki aydan beri alıkonulan gazeteci kardeşlerimiz sevgili Adem Özköse ile Hamit Coşkun’un sağ salim Türkiye’ye ve ailelerine dönmeleri, hepimizi sevince boğduğu gibi, Suriye sorununun çözümü için umut vaad edici gelişmelerin de işareti olarak okunabilir. Şöyle ki:

Özköse ve Coşkun’un iadesinde İran belirleyici oldu. Bu konuda sağlanan mutabakat, Suriye meselesinin çözümünde İran ve Türkiye’nin işbirliğinin kaçınılmaz olduğunu bir kez daha hatırlattı. Her ne kadar gazeteci kardeşlerimiz konusunda İran’la yapılan görüşmeler, resmi kurumlarca değil, İHH gibi sivil kuruluşlar aracılığı ile yapılmışsa da bu gelişme, gelecek açısından umut vericidir.

Evet, İran’ın Suriye konusunda “siyasi ve mezhebi çıkar” öncelikli değil de, akan kanın durmasını önceleyen bir tavır alması beklenmektedir. Umarız, daha geç olmadan ve bölgemiz tehlikeli bir mezhep savaşına sürüklenmeden, akl-ı selim galip gelir de bu yangın söndürülür. Ve Suriye’de halkın özgür iradesine dayalı bir yönetim oluşturulur.

Ancak, görünen o ki; katil Esed rejimi tasfiye edilmeden, 12 bin sivili acımasızca katleden caniler de yaptıklarının hesabını vermeden, Suriye’de sular durulmayacaktır.


Bir önceki yazımda söylediğimi tekrarlıyorum: İslâm Barış Gücü oluşturulmadan Suriye ve benzeri problemleri Müslümanların lehine çözemeyiz. (Bu fikri ilk kez “İslâm Nato’su” şeklinde gündeme getiren Erbakan Hoca’yı bu vesile ile rahmetle analım.) Şunu da ekleyelim ki; İslâm Barış Gücü’nü teşkil edecek ülkelerin başında da Türkiye, İran, Pakistan, Mısır gelmelidir.

Yine tekrarlıyorum: Müslüman toplumlara düşen görev; Hucurat/9-10.âyetlerde emredildiği üzere “kardeşlerinin arasını düzeltip” barışı sağlamaktır. Ama “eğer biri diğerine saldırırsa, saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşmak”tır.
Müslümanlar bunu başardıkları takdirde; güçlü olanın zayıfı, silahı olanın olmayanı ezmesine izin verilmez. O zaman dünyaya örnek olacak bir İslâm kardeşliği bilinci inşa edebiliriz.

Suriye’yle ilgili bir önceki yazımda söylediklerimi “mezhep ayrımı” olarak niteleyenlere gelince: Suriye’de binlerce masumun kanını oluk oluk akıtan, onlara akıl almaz işkence ve tecavüzleri reva gören hatta diri diri toprağa gömen azınlık Baas yönetimi ile destekçisi İran açıkça mezhebi mülahazalarla hareket ederken, onlar değil de bu tespiti yapanlar niçin “mezhepçi” oluyor? Kaldı ki biz, mezhebi, meşrebi, siyasi görüşü ne olursa olsun hiçbir Müslüman’ın, hatta dini ne olursa olsun hiçbir insanın böylesi insanlık dışı bir vahşete göz yumamayacağını, tam tersine zalime karşı mazlumun yanında yer alması gerektiğini söylüyoruz. Zulmü yapan ister Sünni diye bilinen Saddam olsun, Kaddafi olsun, Mübarek olsun; isterse de Alevi-Nusayri diye bilinen baba ve oğul Esed olsun, fark etmez. ‘Benim cani ve katilim iyi ama seninki kötü’ olamaz. Binlerce masum Suriyeli yurdunu terk edip 25 bini Türkiye’ye, 25 bini Lübnan’a, 100 bine yakını Ürdün’e sığınmış, canlarının derdine düşmüş; birileri de kalkmış katil ve cani Esed rejimini aklayacak argümanlar geliştirme peşinde.

Özetle; herkes kendi zalimini desteklemekten vazgeçmedikçe, kimliklerine bakmadan mazlumun yanında yer almadıkça, Allah Teâlâ’nıın Müslümanlara merhamet etmesini nasıl bekleyebiliriz?


Kesin olan şu ki; küfür ve şirk devamlı olabilir ama zulüm asla devamlı olamaz. Zalimler er veya geç hak ettikleri cezayı görecek; onların destekçileri de aynı akıbetten kurtulamayacaklardır vesselam.
Mübarek “Üç Aylar”ın ve Reğaib kandilinin İslâm âlemine hayır ve huzura vesile olması duasıyla…


Abdullah Yıldız.Tımeturk
Başlık: Ynt: Suriye'deki durum cehennem gibi
Gönderen: mazhar - 23 Haziran 2012, 08:16:53
Esed güçleri cuma günü 126 kişiyi katletti
Esed katillerinin Suriye’de gerçekleştirdikleri saldırılarda 126 kişi katledildi.



22 Haziran 2012 Cuma - 18:33

 Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü, Baas ordusunun çeşitli kentlerde ağır silahlarla düzenlediği saldırılarda katledilen sayısının 126'ya yükseldiğini bildirdi.

Örgütten yapılan açıklamada, çoğunluğu Dera, Humus ve Şam'ın Duma bölgesinde olmak üzere Baas ordusunun saldırılarında çok sayıda kişinin de yaralandığı belirtildi.

Ayrıca örgütten yapılan açıklamada, iki tuğgeneralle iki albayın muhaliflere geçtiği belirtildi.

Şam'ın Kefr-Susa bölgesinde Özgür Suriye Ordusu ile nizami ordu arasında şiddetli çatışmalar çıktı. Bölgeden şiddetli patlamalar duyulurken, yoğun silah sesleri geliyor.

Bugün Suriyeli müslümanlar Esed güçlerinin tüm saldırılarına meydanları doldurdu.


İDLİB / Haas
http://www.timeturk.com/tr/2012/06/22/esed-gucleri-cuma-gunu-126-kisiyi-katletti.html

video için linki tıklayın
Başlık: Ynt: Suriye olaylarında samimiyet sahtekârlığı
Gönderen: mazhar - 02 Temmuz 2012, 09:29:47


Ali Bulaç'ın İran'a endeksli Suriye reçeteleri  





Suriye'de aylardır Baas-Esed rejimi tarafından tırmandırılan katliamların bünyemizde oluşturmuş olduğu tahribatlar kadar kısmi de olsa bize birtakım faydaları olmuştur. Bu kısmi faydaların başında İslamcı aydın-entelektüellerin analiz yetenekleri ve adalet duygularının ne durumda olduğunun tespiti geliyor sanırım.
 

Yaşanan büyük sıkıntılara çözüm üreten değil de her değişme alâmeti üzerinden daha çok tedirginlik ve korku üreten böylece despotik iktidarların tasallutu altında yaşayan Müslüman halklara ataletten başka bir şey önermeyen tezler için en bereketli dönemdeyiz. Yüzyılın en büyük tehdidi ilan edilen neo-liberal saldırılara karşı en güvenli yol olarak mevcut statükonun devamı gösterilir oldu.
 

İran'a Göre Perspektif Dizaynı


Ali Bulaç son onsekiz aylık zaman dilimi içinde, Tunus'ta başlayan ve Mısır, Libya, Yemen ve Suriye'yi konu edinen epeyce makale yayınladı. Suriye için yazdıkları diğerlerine oranla karamsarlık oranı giderek artan bir seyir izledi. Suriye'deki katil Esed-Baas rejimine başkaldıran halkın arkasında kim olduğu, kimin adına isyan edildiği bağlamında kaleme aldığı yazıları önce yoğun şüpheleri sonrasında ise açık ithamları içerir oldu.
 

Suriye analizlerinde Ali Bulaç için çıkış noktası hemen her zaman İran'a yönelik emperyalist planlardı. Muhalefeti destekleyen Suudi Arabistan, Katar ve AK Parti hükümetini ABD planları çerçevesinde Suriye rejimi üzerinden İran'a karşı açık-gizli savaş yürütmekle suçladı. Madem Suriye içindeki muhalifler ve destekçileri ABD'nin hesabına göre konum almıştı, o halde karşı tarafın da İran'a göre konumlanması kaçınılamaz bir pozisyon olarak belirecektir.
 

Mesela Ali Bulaç, son iki yazısında tam da yukarıda anlatmak istediğimiz yanlış tutumu takınmaktadır. Şu sorular üzerine biraz düşünelim: Suriye İhvan-ı Müslimin hareketi adına basına yansıyan beyanlar üzerine mi İran ve Hizbullah Esed-Baas cuntasına tam destek vermektedir? Suriye'de süregiden katliam ve tecavüzler için Rehber Hamaney'in herhangi bir itirazını bilen-duyan var mı? Hizbullah lideri NasrAllah, Esed rejimini yıkma girişimlerine karşı Ortadoğu'yu ateş topuna çevirme tehditleri karşısında Suriye halkı şükran mı duymalıydı?


Esed: Rehbere Can Feda!

 

Suriye halkı mı İran ve Hizbullah'a ihanet ediyor, yoksa İran ve Hizbullah mı Suriye halkına ihanet ediyor? Tağuti bir cinayet şebekesini muhafaza ve müdafaa etmek üzere seferberlik ilan etmiş İslâmî İran ve Hizbullah'ın stratejik çıkarlarına göre konumlanmadığı için bir halk suçlanıp zalimlerin zulmüne terk ediliyor. 50 yıllık Nusayri-Baas cuntasının cinayet ve tecavüzlerine çoluk çocuğunun da ölümünü göze alarak başkaldıran Suriye halkını ABD, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve son olarak da İsrail'in kuklası gibi gösterenler ne analiz yapıyor ne de adaleti gözetiyorlar.


Tankların kuşattığı şehirlerde Esed sultasına karşı direnen Suriye halkı, Baas cuntasını desteklediği için İran ve Hizbullah'a şükran borçlu olduğunu mu ilan etmeli?


Ali Bulaç, Suriye halkına ne öneriyor? Ölmeye, işkence görmeye, çoluk çocuğunun tecavüze uğramasına sessiz kalmasını mı öneriyor? Savaş olmasın, ama Esed-Baas cuntasının cinayetlerini, yıkımlarını, tecavüzlerini kim nasıl durduracak? İran ve Hizbullah'ı hiç adres göstermeyin sakın, çünkü onlar Suriye'deki muhaberat rejiminin bekası için Rusya ve Çin'le bitişik nizam durmakta ısrarlılar. Suriye'ye ABD veya Türkiye'nin müdahale edeceği ve dolayısıyla da ileride maliyeti çok büyük bedeller ödeneceği filan da yok. Toplumu bu tür muhayyel korkularla kilitlemenin esasen İran ve Rusya'nın desteğinde Suriye'de sürüp giden Baas-Esed katliamlarına razı etmekten başka manası da yoktur. Üstelik harika bir zamanlamayla yani Duma'da 190 kişinin, Zemalka'da bir cenaze merasiminde 55 kişinin öldürüldüğü gün yazıyorsunuz bunları.
 

Sizin stratejik analiz dediğiniz, emperyalist oyunları deşifre etmek dediğiniz şey tam da budur işte. ABD'nin psikolojik savaş enstrümanlarına karşı İran ve Rusya'nın psikolojik savaş enstrümanlarına sarılmayı bir maharet ve çözüm yolu sanmak. Dış müdahalenin maliyeti üzerinde dururken İran ve Rusya'nın müdahalesini dış müdahaleden saymamak ve bunların maliyetini hesaplayamamak Ali Bulaç gibi bir Müslüman aydına yakışır mı? Öldürülenlerin, tecavüze maruz kalanların, evleri yıkılıp ülkelerini terk edenlerin, hapsedilip işkenceye maruz kalanların acısını Ali Hamaney ve Hasan NasrAllah stratejik çıkarlar adına duymuyor ve görmüyorlar. Peki, size ne oluyor? Bu mudur İslâm kardeşliği, bu mudur hakkı ayakta tutacak adil şahitlerden olmak?


Esed'i mazur ve masum kılan reçete "İran'a sadakatle bağlıyım" sözünde saklı. Bünyemiz savaşı değil, ama daha çok katliamlar kaldırır nitelikte olduğundandır herhalde uzmanlarımız bu reçeteye devamı öngörüyor.



 
Kenan Alpay.Haber vaktim.com


Bulamaç gibi kafası karışık ne dediğini bilmeyen(biliyor işine gelmiyor) Şia Adına konuşan bu tip yazarlarımız malesef bizim ülkemizde yetişti ! Bu şii sevdası nükseden yazarlar.İran'a gitsinle orada yazssınlar.Müslümanlar da bu bulamaçların yıllarca peşinden gitti,gidiyor...Bunlar da kripto olmasın..!
Başlık: Suriye ve Esad
Gönderen: mazhar - 30 Temmuz 2012, 09:03:34


Suriye ve Esad




Aliya İzzet Begoviç'in önemli bir tespiti var, diyor ki: "Dünyada istiklal savaşını kaybeden bir millet yoktur."
 
İstiklâl Savaşı sadece dışarıdan gelen işgalcilere karşı verilmez, bazen de içerideki despotlara karşı verilir...
 Biz de tek parti alışkanlıklarına karşı hâlâ bir "istiklâl savaşı" veriyoruz!
 Tunus, Mısır, Libya ve diğer bazı Arap ülkeleri yine içerideki despotlara karşı böyle bir savaş verdiler...
 Şimdilik vaziyet muğlak: Taşlar henüz yerli yerine oturmadı. Bahsi geçen ülkelerde bir "geçiş dönemi" yaşanıyor. Umarım bu süreç alabildiğine kısa olur ve halklar özgürlüğüne kavuşur.
 Bugün Suriye'de yaşananlar, dün öteki Arap ülkelerinde yaşananlardan farklı değildir. Ne var ki, diktatör ötekilerden çok farklıdır. Gerçi acımasızlıkta bir birlerine benziyorlar, ancak Beşar Esad eski tip bir diktatördür. Bu açıdan hiçbir Arap diktatörüne benzemez. İlle de bir diktatöre benzetmek gerekirse, o Hitler-Mussolini karışımı bir diktatördür...
 Şiddette, tahripte, delilikte sınır tanımaz.
Kendiliğinden de gitmez...
 Elindeki tüm kozları kullanacak, gerekirse bölgeyi ateşe verecek (bazı bölgeleri şimdiden PKK'ya terk etmesi, bu konuda neler yapabileceğinin işaretidir) ve her şeyi kaybettiğinden iyice emin olduktan sonra, tıpkı Hitler gibi kendini öldürecektir.
 Bunu yazarak büyük bir risk aldığımın farkındayım. Zira değişik bir sonuç alındığında "attı ama tutturamadı" denecektir. Kim ne derse desin, tarihsel süreç içinde diktatörleri mukayeseli olarak incelediğimizde, böyle bir sonuç çıkıyor.
 Başka türlüsü benim için sürpriz olur.
 Esad bunu yapabilecek kadar eski kafalıdır ve böyle bir sonu "şerefli" bulacak kadar da tutucudur.
 Muhaliflerin işi kolay değil. Mevzii bazı başarılar kazansalar da uçağa, tanka karşı tüfekle savaşmak hiç kolay bir iş değil. Şartlar hâlâ aleyhlerinde. Ama her şey şartlarla, sebeplerle izah edilemez...
 Her şey şartlarla, sebeplerle izah edilebilseydi, Hazret-i İbrahim karşısında Nemrud'un, Hazret-i Musa karşısında Firavun'un, Peygamber Efendimiz karşısında ise Ebu Cehil'in zafer kazanması gerekirdi. Zira bütün şartlar ve sebepler Nemrutların, Firavunların, Ebu Cehillerin lehine idi.
 Kudret sahibiydiler, servet sahibiydiler, kuvvet sahibiydiler, şöhret sahibiydiler. Devletleri vardı, askerleri vardı, paraları-pulları vardı. Ama kaybettiler...
 Afganistan'da da ve Vietnam'da da böyle oldu. Sovyetler Birliği ile Amerika gibi dünyanın süper askeri gücüne sahip ülkeler, füzelere karşı çakaralmaz tüfekle, tanklara karşı atla savaşan yoksullar ordusuna yenildiler. İşgal ettikleri bölgelerden çekilmek zorunda kaldılar.
 Hele Sovyetler Birliği yenilmekle de kalmadı, rejimiyle, ideolojisiyle birlikte yok oldu gitti...
 Sırbistan da aynı akıbeti yaşadı: Sırplı kasaplar uluslar arası savaş mahkemelerinde hesap veriyor...
 Bizde bir zamanların "dediğim dedik"çi generalleri de Silivri'de hesap vermiyorlar mı?
 Bu hal Suriye'de de tecelli edecek. Zira iktidar halk desteğini yitirdi. Halka dayanmayan hiçbir iktidar payidar olamaz. Bu hüküm tarihin testinden geçmiş "müseccel" bir hükümdür.
 Zaferin tek şartı, zafere inanmaktır!
Yavuz Bahadıroğlu. Haber vaktim.com
Başlık: İşte Beşşar Esed'in ölüm makineleri: Şebbihalar
Gönderen: mazhar - 10 Ağustos 2012, 00:52:14
http://www.haber7.com/foto-galeri/19252-iste-bessar-esedin-olum-makineleri-sebbihalar/p1#gallery
Başlık: Suriye baskısı Mushaf nüshasında korkunç hatalar
Gönderen: mazhar - 10 Ağustos 2012, 09:18:35
Birçok yetkili makamın ve ismin denetim ve onayından geçtikten sonra piyasaya sürülen Suriye baskısı mushaf nüshasının içindeki inanılmaz hatalar şoka neden oldu. Hataları keşfeden aile, yetkili makamlardan bu kopyanın acilen tedavülden kaldırılmasını talep etti
(http://t3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcSN-5d89ByYaaPk4krKrY01k8ewTLy5i9-P0s3zN5z59lSkx9TB)
Suudi Arabistan’da satılan Suriye kopyası mushaflarda çok ciddi hatalar olduğu ortaya çıktı. Suudi bir genç, Suriye’de Daru’l Furkan yayınevi tarafından basılan, Suudi Arabistan’daki yetkili makamlar tarafından kitapçılarda satılmasına ve tedavülüne izin verilen bir mushaf nüshasında çok ciddi hatalar keşfetti. Bu ciddi hatalardan bazıları şöyle: surelerin birbirine girmesi, bir surenin birden çok kere mevcut bulunması, bazı surelerin fihristte bulunduğu halde mushafın içinde yer almaması.

Hatalarla dolu mushaf nüshasının, Şeyh Muhammed El Beşir Er Ruz denetiminde bir grup alim tarafından gözden geçirilmiş, basılıp dolaşımına Suriye Cumhuriyeti Müftüsü Ahmed Kuftaro tarafından onay verilmiş, Suriye’de genel fetva ve dini eğitim yönetim müdürü tarafından da onay yayınlanıp basımına izin verilmiş, Suriye Enformasyon Bakanlığı Sansür Müdürlüğü’nden, Ezher’deki İslami Araştırmalar ve Yayın Müdürlüğü’nden, Suudi Arabistan’daki İlmi Araştırmalar, Fetvalar, Davet ve İrşad Müdürlüğü’nden (07.10.1398 hicri tarih ve 1009/5 sayılı izin) de, Ürdün’deki Vakıflar ve İslami Mukaddesat İşleri Bakanlığı’ndan (05.09.1979/3892) onay almış olması dikkat çekiyor.

Mushaf nüshasının hatalarını keşfeden Mansur bin Mansur bin Bjeran Es Sibii, Ramazanın ilk haftasında elini kıpırdatamadığı için babasından büyük boyda bir mushaf talep ettiğini, babasının da Riyad’daki meşhur kitapçılardan birine giderek kendisine istediği boyda bir mushaf satın aldığını ifade etti.

Neml Suresi yok

Ardından şöyle ekledi: ‘Mushafı okumaya başlayıp da Furkan Suresi’ne ulaştım. Furkan Suresi’ni bitirip 366. sayfadan itibaren Şuara Suresi’ne geçtim. 371. sayfada 111. ayete geldiğimde karşı sayfada toplam ayet sayısı 227 olan Şuara Suresi’nin devamını beklerken Nur Suresi’ni buldum. Nur Suresi de 44. ayetten başlıyor.

Şuara Suresi iki kere konmuş ve ikisinde de ayetlerinin sayısı eksik. Furkan Suresi de iki kere var. Nur ve Kasas Sureleri’nin ayetleri eksik. Neml Suresi ise fihristte mevcut olduğu halde Kur’an-ı Kerim’in içinde yok.’

Suudi genç mushaf nüshasının içindeki bu yanlışlıkları saydıktan sonra sözlerini şöyle sürdürdü: ‘Surelerin birbirine girmiş olduğunu, bazı surelerde ayetlerin eksik olduğunu, bazı surelerin tekrarlandığını ve Neml Suresi’nin kesinlikle mushafın içinde yer almadığını keşfettikten sonra babama durumu haber verdim. İnanamadı ve bunun üzerine Medine baskısı bir nüsha elimize alarak sayfa sayfa karşılaştırdık. Babam da aynı şekilde hataları gördü.’

Mansur’un babası ise bu korkunç sürpriz karşısında şok olduğunu, her şeyde hata olabileceğini ancak Allahu Teala’nın kitabında, özellikle de onca yetkili makamın onayından geçtikten sonra böyle bir şeyin asla olamayacağını dile getirdi. Ardından yetkili makamları bu hatalı baskının tedavülden acilen kaldırılması için hareket etmeye çağırdı.
tımeturk
Başlık: Ynt: Suriye olaylarında samimiyet sahtekârlığı
Gönderen: mazhar - 01 Eylül 2012, 19:14:44

AA'dan Hürriyet'e sert cevap

Esed'in katliamlarını görmezden gelerek direnişçiler aleyhinde yayın yapan Hürriyet gazetesi, katliamları dünyaya duyuran Anadolu Ajansı'na yüklendi. AA'nın suçlamalara cevabı ise sert oldu.

Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk son günlerde AA'yı hedef alan yalan haberlere sosyal medya üzerinden sert yanıt verdi.

AA Genel Müdürü Öztürk, Twitter hesabından yaptığı açıklamada dün Hürriyet gazetesinin internet sitesinde çıkan habere isim vermeden göndermede bulundu.

Anadolu Ajansı'nın Anadolu'nun çocukları tarafından kurulduğunu vurgulayan Öztürk, şunları kaydetti:
''AA'yı Anadolu'nun çocukları kurdu. Yine Anadolu'nun çocukları burada hizmet ediyor. Biz var oldukça bu ajanstan milletin sesi yükselecek. Dünyanın neresinde bir mazlum haksızlığa uğradıysa AA tereddüt etmeden orada olacak ve mazlumun sesini tüm dünyaya duyuracaktır.

Bu milletin çocukları tarihi boyunca zalimlere ve diktatörlere destek vermedi, hep karşı çıktı. Anadolu Ajansı milletinin sesidir. Anadolu Ajansı'na iftiralarla saldıran ve saldıracak olanlara duyururuz: Biz mazlumun yanında, zalimin karşısında milletinin sesiyiz."



NE OLMUŞTU?

Nusayri kökenli olduğu öne sürülen gazeteci Ali Örnek'in imzasıyla dün www.hurriyet.com.tr'de yer alan bir haberde Anadolu Ajansı, Beşşar Esed'e bağlı ordunun açıklamalarına yer vermemekle itham edilmiş ve AA muhaliflerin tarafını tutmakla suçlamıştı.

Habere destek olarak Esed'in Türkiye'deki en önemli destekçileri arasında yer alan Radikal gazetesi yazarı Fehim Taştekin ve Habertürk gazetesinden Ceyda Karal'ın açıklamalarına yer verilmişti.
Haberde, AA'nın Suriye'den yaptığı haberlerin yalan olduğu öne sürülürken, kaynak olarak da Suriye Resmi Haber Ajansı'nın haberleri gösterilmişti.

Hürriyet'in internet sitesindeki haber Twitter üzerinden Esed yanlıları tarafından destek bulurken, yine basta Radikal gazetesinin internet sitesi olmak üzere aşırı sol ve PKK'ya yakın siteleri haberi alıntılayarak duyurdu.

Bugün de Radikal, Aydınlık, Anayurt, Birgün, Sonsöz ve Yenicağ gazeteleri Hürriyet'in iddialarına yer verdi. Haberi yapan Ali Örnek'in dün hurriyet.com.tr 'den ayrıldığı öğrenildi.

Bir süredir Suriye konusunda medya üzerinden yoğun bir kampanya yapıldığı ve Esed'e destek amaçlı gizli bir ekibin illegal organizasyonlar yaptığı iddia ediliyordu. Bu haberin de Ortadoğu'da gittikçe güçlenen ve Suriye konusunda yoğun haber yapan Anadolu Ajansı'na yönelik yıpratma amaçlı olduğu belirtiliyor.
Haber Vaktim.com
Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: mazhar - 18 Ekim 2012, 09:06:57
İnsanlık Suriye'de Sınavda

Sadece İslâm âlemi değil bütün insanlık bugün Suriye'de zor bir sınav veriyor. Baas rejimi, işgal güçlerinden başkalarının gerçekleştirmediği çapta büyük katliamlar ve yıkımlar gerçekleştirirken, İslâm âleminde hâlâ "Müslüman" kimliğiyle bu vahşete arka çıkanların, destek olanların bulunabilmesini anlamak ve kabullenmek çok zor. Öyle ki insan "keşke bu karşılaştıklarım rüya olsa!" deme ihtiyacı duyuyor. Ama ne yazık ki gerçek ve ne yazık ki zulme, vahşete arka çıkanlar hatalarını değiştirmek yerine yaptıklarını haklı çıkarabilmek için mazlumları mahkûm edebilmek, suçlu çıkarabilmek için yeni teoriler bulmaya ve sıfatlar yakıştırmaya çalışıyorlar.


Oysa işin gerçeğinde Baas rejiminin tam anlamıyla bir işgal gücü gibi hareket ettiğini artık olaylara ön yargısız ve realiteyi görme duyarlılığıyla bakan herkes görebiliyor. Çünkü bir ülkeye sahip çıkan iktidar, onu devirmek için savaş açanlara karşı savaşsa da o ülkeyi yıkmaz. Fiili savaşın içinde olmayan insanları rastgele katletmez. Bunu ancak işgal güçleri yapar. Suriye'deki Baas diktasının aynen bir işgal gücü gibi hareket ettiğini, kendisini istemeyen halkı toptan cezalandırmak istediğini görüyoruz. Muhaliflerin kontrolüne geçen her şeyi hatta geçmiş nesillerin emanet ettiği kültür mirasını bile muhaliflerin kontrolüne geçmesi halinde yakıp yıkmaktan, imha etmekten çekinmiyor.

Baas diktasının bu tutumu Suriye halkına ve tüm dünyaya "eğer bütün bu miras ve kültür benim saltanatım altında olmayacaksa, hiç olmasın!" mesajı vermek istediğini gösteriyor. Onun böyle bir siyasetini ve stratejisini hiç sorgulamadan, böylesine korkunç bir tutumdan vazgeçmeye kendisini zorlamadan destek verenlerin de farklı düşünmüyor olmaları gerekir.


Tıpkı işgal güçlerinin yaptığı gibi "ne kadar çok zarar verirsem, canlarını yakarsam o kadar kendilerini teslim olmaya zorlarım!" anlayışıyla hareket ettiği her gün ölü sayısının artmasıyla veya insanların topluca imha edilmesine yol açan saldırılarla görülüyor. Bunlar halka iki yönden zarar veriyor. Bir yönden saldıran tarafın kendini daha rahat ve cüretkâr hissetmesine neden oluyor, can güvenliklerini iyice kaybediyorlar. Bir yandan da dünya kamuoyunun sayıları artık iyice kanıksamasına, basite almasına gündelik olaylar gibi algılamasına neden oluyor. Hatta herhangi bir gün haberlerde Baas canilerinin saldırılarına hedef olarak öldürülenlerin sayısı iki rakamlı verildiği zaman "bugün çok değilmiş" diye düşünülebiliyor.

Baas canilerinin, bu şekilde katliam ve tahribatları ısrarla sürdürürken direniş karşısında verdikleri kayıpların ve ordudan kaçışların kendilerine olumsuz etkilerini de gizlemeye çalıştıkları, bütün kayıp ve kaçışlara rağmen sultalarından vazgeçmeyecekleri mesajı vermeye çalıştıkları askerî saldırılarına paralel olarak yürüttükleri enformasyon faaliyetlerinden anlaşılıyor.

Baas diktasının, sultası altındaki halka karşı yürüttüğü savaşta tam anlamıyla bir işgal gücü gibi hareket etmesinin ülke genelinde can güvenliğini de tümüyle ortadan kaldırması sebebiyle çevre ülkelere kaçışlar artarak devam ediyor. Hatta insanların bazen canlarını kurtarma telaşıyla canlarını tehlikeye attıkları bile görülüyor. Yüzme bilmeyen kadınların küçük çocuklarıyla birlikte ilkel teknelere binip Asi ırmağı üzerinden Türkiye'ye sığınmaya çalışmaları bunun ilginç bir örneğidir. Bu insanlar Baas vahşetinden kendilerini kurtarabilmek için ırmağın tehlikeli sularında böyle riskleri göze alıyor veya almak zorunda kalıyorlar.

Bu kaçışlar yüzünden Türkiye'deki mülteci sayısı risk sınırı olarak kabul edilen 100 bin sınırını aştı. Fakat risk sınırının aşılması karşısında Baas vahşetini zorlamak, en azından Suriye toprakları içinde güvenli bölgeler oluşturmak için uluslararası mekanizmalar tarafından herhangi bir adım atılmış değil. Bu durum BM'nin artık ciddi şekilde tartışılması ve gözden geçirilmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koydu.

Suriyeli mülteciler sadece Türkiye'ye sığınanlardan ibaret değil. Lübnan'a sığınanların sayısı da 100 bin sınırına yaklaştı. En son verilen rakamlarda 95 bini bulduğu ifade ediliyordu. Üstelik bunlar ne yazık ki gittikleri ülkede de güven içinde değiller. Ürdün'e sığınanların sayısı ise yüz bin sınırını çoktan aşmıştı.
Ahmet Varol.Haber Vaktim.com
 
Başlık: Ynt: Suriyede olanlar ne anlama geliyor?
Gönderen: mazhar - 04 Ekim 2013, 08:53:01
ABD Suriye’de Neden Geri Vitese Attı?

ABD Suriye’de Neden Geri Vitese Attı?
 
03 Ekim 2013 Perşembe 00:55
 
Ibtas63@yahoo.com
Suriye’de derin hesaplar yeniden devrede. Geçen bir iki hafta öncesine kadar, bir kaç ülke hariç Dünya ve Türk kamuoyunun kahir ekseriyeti, ABD’nin önderliğinde Suriye’ye bir müdahale olacağı yönünde idi. Hatta bazıları o kadar emindi ki, programlarını ona göre ayarladı. Ancak hesaplar tutmadı. 4 Eylül tarihli “Suriye’de Derin Hesaplar” başlıklı yazımda, Batı’nın Suriye’de derin planları olduğunu ve müdahale etmede “ipe un serdiği”ni yazmıştım. Üzülerek belirteyim ki tahminlerim beni yanıltmadı.

Müdahale kararını kongreye göndererek topu taca atan başkan Obama, kongreden kararı ertelemesini isteyerek, topu auta gönderdi. Maç tatil edilme noktasına geldi.
Diğer bir ifade ile ABD, Suriye’ye müdahalede rölantide olan vitesi, geriye taktı.
G20 zirvesinde varılan ABD-Rusya anlaşması sonucu, ABD Dış İşleri Bakanı’nın ilk bakışta “dil sürçmesi” sanılan aslında bilinçli açıklamasının ardından, Esed de elindeki kimyasal silahları teslim etmeyi kabul ederek Batı’ya aradığı bahaneyi altın tepside sundu. Mazlumların yanında yer alan birkaç yüz milyon kardeşlik şuuruna sahip Müslüman ile Suriye’de ölen yüz binlerin yakınları ve evsiz barksız kalan 6 milyonu aşkın insan hariç, herkes gelinen noktadan memnun.

Nihayet Suriye’de akan mazlumların kanlı küllerinden Suriye Baharı sonucunda “zorlama bir barış fideciği” yeşertilmiş oldu. Tıpkı diğer bahar yaşatılan ülkelere yapıldığı gibi. Anlaşıldı ki ABD’nin derdi, Suriye’de akan mazlum kanının durdurulmasından çok, İsrail’in korunmasıdır. Bu da ABD-Rusya anlaşması ile sağlandı.

Bugünden sonra ABD’nin önünde iki seçenek duruyor. Ya Suriye’ye uzaktan kumandalı göstermelik bir müdahale yapacaktır. Ya da müdahaleyi İsrail’e havale edecek, İsrail’de vur kaç taktiği ile Gazze’dekine benzer bir yol ile Suriye’yi yönetilecek kıvama getirecektir. Aslında, ABD ve İsrail’in asıl hedefi “El Kaide ve Hizbullah”tır. Bunun için, Suriye’nin işi bitirilmiş ve parçalanmış olarak bir bölümü, Esed ve yandaşlarına, bir bölümü de Muhalifler ve Kürt gruplara teslim edilerek “savaş ve kargaşaya devam” borusu çalacaktır.

Bütün bunlar gösteriyor ki, Türkiye Ortadoğu dış politikasında “dinamik ve soğukkanlı” olmak zorundadır. Duygusallığı içine atarak, Suriye konusunda daha “pozitif yaklaşımlı” politikalar üretmek durumundadır. Türkiye’nin göz ardı etmemesi gerek diğer bir hususta “Batı’nın Türkiye’ye tek parça ve sorunsuz bir komşu (Suriye)” teslim etmeyeceğidir.
Kimyasal silahların teslimi anlaşması aslında Suriye konusuna yeni bir boyut daha ekledi. Daha doğrusu, şu ana kadar gayri resmi olarak Suriye savaşına müdahil olabilen İsrail, kimyasal silah anlaşması ile meşru ortaklık hakkını elde etmiş oldu.

Bu durumun en çarpıcı sonucu ise İsrail’in Suriye’ye müdahalesinin önünün açılmış olmasıdır. Yani, İsrail Suriye’de yerleşmiş bulunan El Kaide ve Hizbullah gibi örgütleri bahane ederek, Suriye’yi rahatlıkla etki alanı içerisine alacak her türlü müdahale fırsatını yakalamış oldu.

Suriye’ye olası bir müdahalenin yapılacağını var sayarak, hazırlıklarını buna göre yürüten Türkiye, önüne konacak yeni durumlar için hazırlıklı olmalıdır.

Suriye’ye yapılacak Hizbullah ve El Kaide’ye yönelik bir müdahalenin, ABD yerine İsrail tarafından yapılma ihtimalinin belirmesinin Türkiye’nin hesaplarına ters geleceği açıktır. Bu nedenle, Türkiye’nin Suriye politikasını “sil baştan” yenilemesi gerekecektir.

Türkiye yeni politikalar üretirken, karşısına alacağı grupları iyi analiz etmelidir. Suriye’de Türkiye’ye dost olacak yegane grup “Sünni Araplar” dır. Eğer, Kürt sorununda çözüm süreci başarıya ulaşırsa, bu durumda diğer Kürt gruplarla birlikte PYD de Türkiye’nin elini sıkabilir.

Özetle, Suriye’de Türkiye’nin elini dostane sıkacak olanların oranı ne yazık ki %25’i geçmemektedir. Eğer Kürt gruplar dâhil edilebilirse, bu oran %35’lere kadar çıkabilir. Görünen o ki, Suriye’de işler sanıldığı kadar kolay gitmeyecek. Türkiye’nin sorunlarına, en uzun sınırlı bir komşu daha eklenmiş olacaktır. Unutulmamalıdır ki, eğer Esed İsrail ile anlaşırsa, Türkiye’nin işi Suriye çıkmazında daha da zorlaşacaktır.

Önümüzdeki bir kaç hafta Türkiye’nin Ortadoğu politikası açısından çok hareketli ve bir o kadar da sıkıntılı geçmeye adaydır.

Evet, Suriye sorunu daha da kötüleştirilerek de olsa bir şekilde çözülecektir.
Ya sonra?

Suriye’den sonra sıra kimin sorunlu hale getirilmesinde dersiniz?
Sizi üzmemek için “şimdilik” açıklamıyorum.
İbrahim Bektaş.Habervaktim.com