Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
İSLAM-GENEL / Ynt: Nefslerin Temizliği ( Müzekkin Nüfus )
« Son İleti Gönderen: Togika Dün, 02:16:23 »
Hikâye:
Bir gün Abdulhamit bin Mahmud bin Abbas'ın yanında otuyorlardı Bir kafile hacca gitmek niyetiyle yola çıkmışlar, o civardan geçerken arkadaşlarından biri ölmüş, o civarda mezar kazıp defn edecekleri sırada kabrin içinden dolu dolu yılanlar çıkmıştı. Yılanların ardı arkası kesilmiyordu. Başka yeri kazdılar. Oradan da yılanlar çıktı. Nereye mezar kazdılarsa oradan yılanlar çıktı. İşin sonunda Abbas'ın huzuruna geldiler. Bu durumu anlattılar. Dedi ki:
- O yılanlar o kimsenin amelleridir. O kimseyi varın yılanların içine bırakın.
Varıp bir kabir daha kazdılar. Yine onda da yılanlar çıktı. Sonunda o ölüyü yılanların içine koydular.
Azizim! Var bundan kıyas et ki kabir azabı vardır. Yer değiştirmekle bundan  kurtulmak mümkün değildir. Kabire girmemekle de kurtulmak mümkün değildir! Kabirde olması mukadder olan azab nereye gömülsen seni yine bulur.
Şimdi sen de amelini burada iken güzel et. Nefs-i emmârenin çirkin huylarından kendini muhafaza et. Nefs'in güzel huylarıyla huylan. Tâ ki kabrin sana cennet bahçelerinden bir bahçe olsun.
Şeyh Safi (ra) derki:
- Bir gün bir kimse kalbini kötü huylardan temizlemeye niyet etse ve gece gündüz Lâ ilâhe illAllah demekle meşgul olsa ve kalbini tamamen temizleyemeden ölse o kimseyi kabrine bıraktıkları zaman zikrettiği o zikirler geiir ona arkadaş olurlar. Kabrinde ona zarar ve azab verebilecek haşeratı yılan vesâir azab ve işkence mahlûklarını yakar yıkar mahveder. O kişi selâmete erer.
2
İSLAM-GENEL / Kendini büyük yada küçük görmek doğru mu?
« Son İleti Gönderen: Kendinibulanadam 13 Eylül 2024, 20:45:50 »
Herkese hak ettiği değeri ver,kendini büyük yada küçük görmemek lazımdır. En önemlisi şudur,herkes tanrı yani Allah'ın yardımı ile yaşar.Allah'ın yardımı olmadan zerre kadar bir iş yoluna girmez. Allah'ın izni olmadan bir hücre bile yaşamaya devam edemez. Allah dilemeden elimizi havaya kaldıramayız. Damarda akan kan Allah yardımı ile akar.Her şey Allah yardımı iledir. Her şeye hak ettiği değer verilmelidir. Resûlullah s.a.v bir hadisinde  : İnsanlar tarakların dişi gibi eşittirler,üstünlük takva iledir." demiştir. Yani insan inanç bakımından ve Allah'a ibadetlerini güzel yapışı bakımından üstün olabilir. Şeytan ile nefs ile mücadele bakımından üstünlük olur. Eğer her şey Allah'ın yardımı ile yapılıyorsa,o zaman nasıl yaşamak lazım? Allah'ın razı olduğu hayatı yaşamak ve razı olduğu işleri yapmak lazım. Buda Kur-an ve sünnete uyarak mümkün olur. Tabi sahih oldukları sürece. Ve doğru kaynaklardan olduğu sürece. Bu makaleyi yazmamım sebeplerinden biri de şu, bazı insanlar makam ile mevki ile üstün insan olunacağını zannediyorlar. Bu yanlış. İnsanlara eşit değer vermek lazım. Tanrı yani Allah'a, tanrı kadar değer vermek, peygambere peygamber kadar değer vermek,veli olana veli kadar değer vermek,kısacası kerkese, Allah katında olduğu kadar değer vermek lazım. Bir hadis:" Allah'ın sevdiğini sevmek sevmediğini sevmemek lazımdır." diyor. Ve şunu unutmamak lazım, hiç bir insan hiç bir başarıyı,Allah yardımı olmadan gerçekleştiremez. Ne bir ülke Allah yardımı olmadan fetih edilir,Ne de bir makama Allah yardımı olmadan gelinir. Hiç bir başarıyı ben yaptım dememek,Allah yardım etti oldu demek lazımdır. Bu açıdan kendini büyük yada küçük görmemelidir. Buna ek olarak,amellerinde küçüklüğü veya büyüklüğüne bakmamak lazımdır. Nasıl oluyorda bir insan evliyaullah oluyor ve bu makamı elde ederek cennete giriyor ise normal şartlarda cehennemlik olan biride cennetlik birilerine bir içimlik su vererek yani çok büyük olmayan bir iyilik yaparak  şefaat ile cehennemden çıkıyor ve cennete giriyor.
3
FIKIH VE İTİKAD / Ynt: Ehl-i sünnet ve'l cemat
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 13 Eylül 2024, 17:44:40 »
Sünnet, metod, yol, takip edilen iz ve çığır demek. Hazreti Resûlüllah’ın sünnetine bağlı olup ashabın metodunu benimseyen müslümanlar kitap ve sünnet/Kur’an ve hadis üzerinde birleşmiş, ihtilaflı meselelerde aklı değil kitap ve sünneti kaynak kabul etmişlerdir. Işte Resûlüllah’ın sünnetine uyanlaraEhl-i sünnet, bu hususta sahabîlerin metodunu  takip edenlere Ehl-i cemaat, ikisine birden de Ehl-i sünnet ve’l-cemaat denildi.

Resûlüllah’ın sünnetini tatbikte sahâbîlerin metodunu esas alan ehl-i sünnetin ölçüsü akıl değil dâima kitap ve sünnet yani Kur’an ve hadis olmuştur.

Islam dininde sünnet Resûlüllah’ın dini yaşama şeklinin adıdır. Onun için sünneti kabul ve ona bağlılık İslâmî bir mecbûriyettir. Sünnetle dalga geçmek, mühimsememek veya hafife almak insanı dinden çıkarır.

Tarihteki bütün gizli hıyanet şebekeleri, “Kur’an bize yeter” diyerek Resûlüllah’ın nurlu yolunu/sünnetini devre dışı bırakmak için uğraşıp durdular.

Peygambirimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) mûcize bir haber olarak bunu ümmetine şöyle haber vermişti:     

“Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size “Kur’an yeterlidir. Kur’an neyi helal kılmışsa onu helal bilin, neyi haram kılmışsa onu da haram bilin” diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz  olsun, dikkatli olun. Bana Kur’an ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) verildi.(Ebû Davud, sünne 6, Ahmed bin Hanbel  IV, 131)

Imran bin Husayn (r.a.) “Bize Kur’an yeterlidir, sünnete lüzum yoktur” diyen bir adama şöyle der:

“Ahmak herif! Sen Kur’an’da öğle namazının dört rek’at olduğunu, kıraatın gizli okunacağının hükmünü bulabilir misin? Kur’an bir çok şeyleri kapalı bırakmış, onları sünnet açıklamıştır.”

Abdullah ibn Mes’ud Hazretleri, “Allah’ın, yaratılış şeklini değiştirenlere lânet ettiğini” söylemiş, bir kadın da “Bunlar Kur’an’da var mı?” diye sormuştu. Abdullah ibn Mes’ud da “Var tabi. Sen şu âyeti okumuyor musun?” diyerek, Haşr sûresinin şu mânâya gelen 7. âyetini hatırlatmıştır:

“Resûlüllah size neyi emrederse onu alın/yerine getirin, neyi yasaklarsa ondan kaçının.”

Islamda aslolan sahâbîleri örnek almaktır. Resûlüllah, (s.a.v.) ashabı hakkında “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz” buyurmuştur. Ayrıca şu emri vermiştir:

“Size düşen benim sünnetime ve doğru yola erdirilmiş halifelerimin sünnetine (yoluna) uymaktır.”

Sevgili resûlümüz, “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bunlardan bir topluluk hariç hepsi cehennemliktir” haberini vermiş, o topluluğun kimler olduğu sorulunca da “Benim ve ashabımın yolunda olanlardır” buyurmuştur. Ehl-i sünnet işte bu tarife uyan topluluktur.

***

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat diyoruz. Islam tarihinde cemaat kelimesi ilk defa Hazreti Hasan’ın hilafeti Hazreti Muaviye’ye devrettiği zaman oldu, o seneye“Senetü’l-cemâa/ birlik yılı” dendi.

Ehl-i sünnet tabirini ilk defa Muhammed b. Sîrîn kullanmış daha sonra Ehl-i sünnet ve’l-cemaat tabiri yaygınlaşmıştır. Bu tabir, bid’atlara karşı İslam cemaatının tavır almasıdır.

Kıble ehli olduğu  halde ehl-i sünnete aykırı inanç taşıyanlara bid’atçı denir. Bunlar toplam 72 fırkadır.

Bid’ad ehli olanlar, Allahü Teâlâ’nın cennette görülmeyeceğini söylemek gibi bazı bozuk ve yanlış inançlara bir te’vil ve şüphe ile sahip iseler, ehl-i sünnete göre bunlara kâfir denilemez. Fakat asla şüphe taşımayan delillere rağmen inkara giderlerse dinden çıkarlar. Meselâ bu âlemin sonradan yaratıldığına ve öldükten sonra dirilmenin olmayacağına inanmak gibi.

Hazreti Ali’nin diğer halifelerden üstün olduğuna inanan İslam dâiresinden çıkmazsa da –hâşâ- Allah  olduğuna inanan ve Cebrâil Aleyhisselam’ın vahyi getirirken yanıldığını söyleyen İslamdan çıkar.

Âlimler Hicrî ikinci yüzyıldan itibaren bid’ad sahiplerine karşı ehl-i sünnet inancını sistemleştirdiler. Hasan Basrî Hazretleri bu hareketi sistemleştirenlerin ilki sayılır. Imam-ı Âzam Hazretleri de bu grubun öncülerindendir. Daha sonra Ehl-i sünnet inancını olgunlaştıranlar İmam Ebû Mansur Mâturidî ve Ebü’l- Hasan Eş’arî oldu. Bu iki zat ehl-i sünnetin îtikad imamları olarak tanınır. Aralarında bazı meselelerde farlılıklar varsa da bunlar esas ve asıl meselelerde değil teferruattadır.     

Îtikadda orta yol ehl-i sünnet yoludur. Kuran-ı Kerim’de de “Biz sizi orta (dengeli) bir ümmet yaptık” buyuruluyor. (Bakara, 143)

İslam dünyasının büyük çoğunluğunu, kitap ve sünnete dayanan ve İslam dininin hayata tatbiki olan  sünnîlik (ehl-i sünnet) teşkil ediyor.

EHL-İ SÜNNET NEYE NASIL İNANIR?

Ehl-i sünnet inancına göre bu âlem ezelî değildir, sonradan yaratılmıştır.

Varlık/yaratılanlar gerçekten vardır, hayal değildir.

Insanlardan başka, melek ve cinler de idrak sahibi yaratıklardır.

Kâinatın yaratıcısı olan Allah ezelî ve ebedîdir. Her şeyi yaratan, işiten, görüp gözeten, rızık veren, dileyen ve dilediğini yapar, rahmetiyle her şeyi kuşatandır. Sonradan yaratılanlara benzemez. Kemal sıfatlara sahip, noksan sıfatlardan uzaktır.

Kur’an Allah kelamıdır. Lafzı da mânası da Allah’tandır Allah’a aittir.   

Îman, kalb ile tasdik edilenin dil ile ikrar edilmesidir. Bir kimsenin “Ben mü’minim “ demesi doğru fakat “İnşAllah mü’minim” demesi doğru ve câiz değildir.

Îman/ inanılacak şeyler artmaz ve eksilmez.

Allah, hidayeti/doğru yolu isteyenlere hidayet eder, doğru yola iletir; dalâleti/sapıklığı isteyenleri de dalâlete sevkeder.

Amel imanın bir parçası değilse de ikisi arasında sıkı bir ilgi ve alâka vardır. Amel, imanın aslından değil kemâlindendir.

Peygamberlerin ilki Âdem Aleyhisselam sonuncusu ise Hazreti Muhammed Aleyhisselam’dır. İkisinin arasında sayısı kesin olarak bilinmeyen onbinlerce peygamber gelmiştir. Peygamberlerin derece itibariyle en üstünü Hazreti Muhammed Aleyhisselam’dır.

Allah’ın, peygamberlere indirdiği dört büyük kitabın, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’ın hepsi de haktır.

Melekler ne emredilirse onu yapar asla Allah’aisyan etmezler. Onlarda erkeklik dişilik yoktur.

Peygamberimiz’in Mîrac yolculuğu haktır.

Peygamberlerin mûcizeleri, evliyânın kerâmetleri hak ve gerçektir.

Peygamberimiz’den sonra insanların en üstünü sırasıyla Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’dir. Halifelikleri de bu sıraya gore gerçekleşmiştir. Diğer sahâbeler de hayırla yâd edilir. Ashabtan o zatın kesin cennetlik oldukları Peygamberimiz tarafından bildirilmiştir.

Hiç bir velî peygamber derecesine çıkamaz.

Insanların peygamberleri meleklerin peygamberlerinden, meleklerin peygamberleri umum müslümanlardan üstündür.

Ibâdet, insanlar üzerine ölünceye kadar farzdır.

Hazarda ve seferde mest üzerine meshetmek câizdir.   

Helal veya haram, herkes kendi rızkını tüketir. Haram da rızıktır. Insan başkasının rızkını yiyemez.

Büyük günah işleyenler âsî sayılırlar fakat inkâra düşmedikleri müddetçe mü’mindirler. Cenabı Hak günahkâr mü’minleri ister affeder isterse günahları miktarı cezalandırır. Bu mü’minler cezalarını çektikten sonra cennete girerler.

İşlenen günahları hafife almak veya helal kabul etmek insanı iman dâiresinden çıkarır.

Allah’ın helal saydığını haram, haram saydığını helal sayan kâfir olur.

Insan, cüz’î irade ve isteğiyle belirli ölçüler içinde istediği şeyi/ sevap veya günahı işlemekte serbesttir. Onun için insanlar yaptıklarından  hesaba çekileceklerdir.

Allah kâinatta tek yaratıcı olup, kulun kendi arzusuyla işlediği iyi kötü bütün işleri yaratan O’dur. Ancak kötülüğe razı değildir. Yani, yaratan Allah (c.c.) ise de işleyen kuldur.

Insan her ne şekilde ölürse ölsün, isterse öldürülmüş olsun, eceliyle ölmüştür.

Insanlar ölünce Münker Nekir tarafından kabir süâline tâbî olacaklardır. Kafirler ve bazı günahkât kü’minler için kabir azabı hak ve gerçektir.

Bu âlem geçicidir. Kıyamet muhakkak meydana gelecektir.

İnsanlar âhirette dirilip mahşer yerinde toplanacaklar, yaptıklarından  suâle/ hesaba çekileceklerdir.

Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez.

Iyi- kötü bütün ameller mîzanda tartılacak, insanlar sırattan geçeceklerdir.

Havz-ı kevser haktır.

Cennet ve cehennem yaratılmış olup şimdi mevcuttur.   

Ali Eren Hocaefendi
 
4
MÜBAREK GÜN VE GECELER / Ynt: Mevlît Kandili
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 13 Eylül 2024, 17:34:12 »
Tesbih namazı tevbenin, istiğfarın en büyüğü ve bütün vücudla yapılanıdır.

Hazret-i Resûlü Ekrem (s.a.v) amcaları Hazret-i Abbas'a hitaben tesbih namazı ile alâkalı şöyle buyurmuşlardır:
"Ey amca, sana on haslet haber vermekle ikram etmiş olayım ki, onu işlediğin vakit günahının evveli ve âhiri, yenisi ve eskisi, hatâen ve kasten yapılanı, küçüğü ve büyüğü, gizlisi ve aşikâr olanı mağfiret edilmiş olsun... Muktedir olursan bu tesbih namazını her gün kıl. Her gün kılmazsan ayda bir kere kıl. Onu da yapamazsan senede bir, onu da yapamazsan ömründe bir kere kıl."

Tesbih namazı 4 rek'attir. Bu namazda 300 defa şu tesbih okunur:

سُبْحَانَ ٱللهِ وَٱلْحَمْدُللهِ وَلاَ اِلٰهَ اِلاَّ ٱللهُ وَٱللهُ اَكْبَرُ*وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِٱللهِ ٱلْعَلِىِّ ٱلْعَظِيمِ

"Sübhânallâhi vel-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azıym"

Bu tesbih, namaz içinde şöyle okunur:

15 Kere Sübhâneke'den sonra (Fâtiha'dan önce),

10 Kere Zamm-ı sûreden sonra,

10 Kere Rükûda,

10 Kere Rükûdan kalkınca ayakta (kavmede),

10 Kere Birinci secdede,

10 Kere İki secde arasındaki oturmada (celsede),

10 Kere İkinci secdede,

Bu birinci rek'atte okunan tesbihlerin adedi 75'tir. İkinci rek'atte aynı sıralama ile yine 75 defa okunur. Üçüncü dördüncü rek'atler de böyle kılınır. Toplam 300 defa okunmuş olur.

Tesbih namazı, kılınması teşvik edilmiş bir namazdır. Bunu alışkanlık haline getirmek müstehaptır. Tembellik etmemek lâzımdır.

Kılmasını bilmeyenlerin de istifade etmesi maksadıyla cemaatle de kılınabilir. Cemaatle kılınırsa imam olacak kimse bu namazı kılmayı evvelâ nezreder ve namazı kıldırırken tesbihleri her yerde cehrî (sesli) okur. Cemaat ise dinler.

(Muhtasar İlmihal, Fazilet Neşriyat)
5
Sünnet namazı yerine kaza namazı kılınabilir mi ? Seyyid Abdülhakim Avrasi hazretleri bildiriyor ve uyarıyor. Sünnet namazı yerine kaza namazı kılanabiliyormuş. Video link : https://youtu.be/VuMx7thc5Fs?si=PQJ-odHDC2HeUmaV
6
MÜBAREK GÜN VE GECELER / Ynt: Mevlît Kandili
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 13 Eylül 2024, 10:03:23 »
Rebîu'l-Evvel
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz bu ayın 12'sinde dünyayı şereflendirmişlerdir. Bu itibarla, senenin ilk kandili olan Velâdet kandili (Mevlid gecesi) bu ayın 12'nci gecesidir.

Bu ay içinde mümküm olduğu kadar salât-ü selâmı (Salât-ı Nâriye, Salât-ı Münciye ve Salât-ı Fethiye) çok okumalıdır.


Mevlid Gecesi
Bu gecenin manevî zenginliğinden istifâde etmek için bir tesbih namazı kılmalı, bir de Hatm-i Enbiyâ yapmalıdır.

Tesbih namazına niyet:

„Yâ Rabbî, niyet eyledim rızâ-i şerîfin için tesbih namazına. Yâ Rabbî, bu gece teşrifleriyle âlemleri nûra garkettiğin sevgili habîbin, başımızın tâcı Resûl-i Zîşân Efendimiz'in hürmetine ve bu geceki esrârın hürmetine ben âciz kulunu da afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne mazhar eyle. Allâhü Ekber“.......Fazilet Takvimi
yarın akşam..cumartesi yi pazar a bağlayan gece
7
İSLAM-GENEL / Ynt: Nefslerin Temizliği ( Müzekkin Nüfus )
« Son İleti Gönderen: Togika 12 Eylül 2024, 23:49:36 »
Hikâye:
Evvelki zamanlarda bir padişah vardı. Dünyaca gayet ulu bir padişah idi. Bir gün şiddetli bir hastalığa müptelâ oldu. Tebaasını hep çağırdı. Vasiyet etti. Dedi ki:
- Ey benim vezirlerim! Ey yaranlarım! Oğullarım ve kullarım! Beni görün ve benim hâlime bakın, ibret alın. Bu fâni yalancı beyliğe aldanmayın. Bu fâni lezzetlere gönül vermeyin, âhiret amellerine fırsat elde iken çalışıp gayret edin. Yoksa benim gibi olur nedametler edersiniz. Ölüm insana aniden gelir. Ölüm gelince insan şaşırır. Ölüm arslanı insanı pençesine alır, hiç aman vermez. İnsan dört yana baka kalır. Son pişmalık fayda vermez. Tevbeyi hiç elden bırakmamak gerekir.
Bu pâdişâh ölürken nasihat etti ve dedi ki:
- ben öldükten sonra beni kabire koymayın. Zira ben kabirden ve kabir azabından korkarım. Ben başkalarına çok zulmettim. Başkalarını çok incittim.
Etrafındakiler dediler ki:
- Ne yapmamızı istersin?
Cevaben dedi ki:
-Sarayımdaki odalardan birine koyun beni. Büyükçede bir tabut yapın, beni o tabutun içinde odaya bırakın. Tabuta su girmeyecek şekilde muntazam yapın. Bir kaç gün geçtikten sonra tabutu sağlam bir iple odanın ortasına asın. Sonra ruhunu teslim etti.
Pâdişâhın dediğini yerine getirdiler. Sağlam bir ağaçtan büyücek bir tabut hazırlayıp o ulu pâdişâhı tabutun içine soktular. Odalardan birinin içine bıraktılar. Bir müddet sonra da odanın içine tabutla beraber astılar. Bir gün aşkam oldu, herkes uykuya daldıktan sonra bir avaz işitildi. gayet heybetli idi. Hep saraydakiler kalkıp korku ile sesin geldiği tarafa koştular. Varıp tabuta sarıldılar, tabutu indirip açtılar. Gördüler ki pâdişâhın başını büyük bir kara yılan kapıp yutmuş. Bu yılan öyle bir yılan idi ki bunun gibi yılanı o havalide o vakte kadar kimse görmemiştir. O ulu pâdişâhın başını o yılanın ağzından zorla çıkardılar, yılanı öldürdüler. Başı eski şekliyle gövdeye bitişdirdiler. Tabutu güzelce kapatıp yine eskisi gibi yerine güzelce astılar. Lâkin ertesi gece tekrar aynı şekilde bir avaz ve çığlık duyuldu. Tekrar tabutu indirdiler. Bu sefer o yılan o pâdişâhı yarı beline kadar yutmuş. Yine pâdişâhı yılanın ağzından çıkardılar. Yılanı telef ettiler, tepelediler. Tekrar pâdişâhı eski haline koydular. Tabutu odanın ortasına astılar. Ertesi gün oldu, yine geceleyin bir çığlık işitildi. Herkes uykudan kalkıp koşuştular. Bu sefer yılan pâdişâhı bütün bütün yutmuş. Yılanı tepelediler, pâdişâhı çıkardılar ki kap kara kömür gibi oluvermiş. Sabahleyin varıp zamanın âlimlerine bu halleri anlattılar.
Âlimler tevil ettiler ve dediler ki:
- O yılan onun amelleri sebebiyle ona musallat olmuştur. O nerede olsa yetişip yakalar.
O havalinin insanları bu hâdise üzerine iyice anladılar ki insan ne ameller işlemişse ondan kurtuluş yoktur. İnsan öldükten sonra nereye konulursa konulsun netice değişmez. Bunun üzerine mezarlığa vardılar bir çukur kazdılar ve pâdişâhı oraya gömdüler. Böylece Hakkın emrine razı oldular.
8
FIKIH VE İTİKAD / Ynt: Ehl-i sünnet ve'l cemat
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 12 Eylül 2024, 12:15:04 »
Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
281.Mektup Mektubat-ı Rabbani
MEVZUU : a) Tarikat-ı Nakşibendiye-i Aliyye'ye intisab etmenin şükrünü beyan.,
b) Bu Tarikat-ı Aliyyenin bazı hususiyetlerini beyan ve onda lâzım olan edep hareketleri..

NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mir Muhammed Nu'man'a yazmıştır.

Allah'a hamd olsun. Selâm onun seçmiş olduğu kullarına..

Bu büyük nimetin şükrünü hangi dille eda edebiliriz?.

Şöyle ki: Allah çalışmalarını şükrana lâyık eylesin, Ehl-i sünnet vel-cemaatın görüşüne göre itikadı tashih ettikten sonra, Sübhan Allah bizi Tarikat-ı Nakşibendiye-i Aliyye'ye sülûk şerefi ile müşerref eyledi. Bizleri, bu şanı büyük taifenin müridleri ve müntesipleri eyledi.

Fakir'e göre: Bu Tarikat-ı Aliyye'de bir adım atmak; diğer tarikatlarda yetmiş adım atmaktan daha faziletlidir.

Bir yol ki, fütuhat getirir ve tebaiyet ve veraset yolu ile kemalât-ı nübüvvete ulaştırır; işte o: Bu Tarik-i Âliye'dir.

Diğer tarikatların müntehası, velâyet kemalâtının husulüdür. Nübüvvet kemalâtına ulaştıran bir yol onlardan açılmaz.

Üstte anlatılan mana icabı olarak; mektuplarımda (veya kitaplarımda) şöyle yazdım:

— Bu büyüklerin yolu, ashab-ı kiram yoludur. Allah onlardan razı olsun.

Ashab-ı kiram, bu kemalâttan yana veraset yolu ile nasıl bol hazza nail oldularsa., bu Tarikat'ın müntehileri dahi, tebaiyet yolu ile ondan nasib bulurlar. Müptedi ve mutavassıtlarına gelince., bunlar dahi bu Tarikat'ı bırakmayıp bu Tarikat'ın müntehüerine karşı kemaliyle mahabbetle muttasıf olduklarından, bunlar için dahi aynı mana ümid edilir.

— «İnsan sevdiği ile beraberdir.»

Hadis-i şerifi ayrıca bu manada uzakta kalanara bir müjdedir.

Bu Tarikat-ı Aliyye'de, asıl hüsrana dalıp varını yitiren o şahısta ki: Ona girer; amma edeplerine riayet etmediği gibi, onda yeni icadlar çıkarmaya kalkar ve bu Tarikat-ı Aliyye'ye muhalif düşen rüvalarına ve düşlerine itimad eder. Bu takdirde, Tarikat'ın günahı nedir?.

Bu durumda o kimse, rüyalarının ve düşlerinin iktizasına göre. Türkistan tarafına teveccüh etmiş; kendi arzusu ile Kabe yolundan ayrılmıştır.

Bir şiir:

Bak, ulaşabilir nü Mekke'ye o kimse:
Yarın, Irak tarafına yönelip gitmişse..

***

Orada arkadaşların topluluğu ve taliplerin ciddî çalışmaları vardır: sizin oradaki bu yolunuzu bozmak istemem.

Bundan evvel, bu tarafa gelmeniz için işaret vaki olmuştu; ama onun da şartları vardı. Şu anda dahi, aynı şartlar vardır.

Şayet bu tarafa teveccüh edeceksen; bu iş: Mükerrer istihare, şüphe ve tereddüde mahal bırakmayan gönül açıklığından ve yerine birini bıraktıktan sonra olmalıdır. Amma yerine bırakacağın kimse, önceki hale bir fütur getirecek hiç bir şey yapmamalıdır. Ancak bundan sonra gelebilirsin. Bu anlatılan şartlar olmadan; oradaki muameleyi zay etmek, taliplerin topluluğuna fütur getirmek yerinde olmaz.

Bundan daha fazla nasıl anlatayım?.

Vesselam..
9
FIKIH VE İTİKAD / Ehl-i sünnet ve'l cemat
« Son İleti Gönderen: ihvan23@hotmail.com 12 Eylül 2024, 12:08:50 »
Soru: "Bazı arkadaşlar ile tatil günlerinde toplanıyor, tefsir ve hadis kitaplarını okuyoruz. Zihnimize takılan konuları not ediyor ve tanıdığımız hocaefendilere soruyoruz. (..) Altı ay önce, Kur'an'daki İslamı savunduğunu söyleyen birisi, sohbetlerimize katılmaya başladı. Mütevatir ahkamın; sadece Kur'an-ı Kerim olduğunu iddia eden bu arkadaş, bizi birbirimize düşürdü. (..) Mütevatir haberleri ve vahy-i gayri metluv olan hadisleri; Kur'an'daki İslam adına reddeden arkadaşlar, kendileri gibi düşünmeyenlere geleneksel-hurafeci Müslüman demeye başladılar. Tekfir hastalığı, bu güzel faaliyetin bitmesine sebeb oldu. Şimdi birbirimize selam vermiyoruz. (..) Kur'an-ı Kerim'i, şahsi kanaati ile tefsir eden kimse mesul olur mu? Mütevatir sünneti inkar etmenin hükmü nedir? Meşhur hadisleri inkar eden kimseye Bid'at ehli denilir mi? Müslümanların yetmiş üç fırkaya ayrılacağını haber veren hadis-i şerif sahih midir?"

CEVAP: Tarih boyunca; Kur'an-ı Kerim'i şahsi kanaatlerine ve keyfi tercihlerine göre yorumlayan zümreler, birbirlerini tekfir etmişlerdir. Bahsettiginiz iddiaların hiçbirisi yeni değildir. Hariciler ile başlayan tekfir hastalığı, ehl-i bid'at fırkalara ait bir psikolojinin ifadesidir. İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.a): "Bid'at ehlinin kusurlarından birisi, birbirlerine kafir demeleridir. Ehl-i sünnetin güzel taraflarından biri de, hata edince birbirlerini tekfir etmemeleridir"(1) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. Bu kısa girişten sonra, "Kur'an-ı Kerim'i, şahsi kanaati ile tefsir eden kimse mesul olur mu?" sualinize geçebiliriz. Mücerred akla ve şahsi kanaatlere dayanan keyfi yorumların sonu yoktur. Bu yorumlar, insandan insana değişen izafi kanaatlerin bir ifadesidir. Kur'an-ı Kerim'i şahsi reylerine göre tevil eden kimseler; isabet etseler bile, usul açısından hata etmiş olurlar. (2) Zira Resul-i Ekrem (sav)'in: "Her kim Kur'an-ı Kerim'i (hiçbir ilmi olmadan) kendi şahsi reyi ile tefsir ederse cehennemdeki yerine hazırlansın"(3) buyurduğu ve mü'minleri uyardığı malumdur. Bu izahtan sonra: "Mütevatir sünneti inkar etmenin hükmü nedir?" sualinize geçebiliriz.
Amellerin, niyetlere göre mahiyet kazandığı malumdur. Mütevatir bir sünneti ; Resul-i Ekrem'i (sav) yalanlamak niyetiyle inkar eden kimse, bu niyeti sebebiyle kafir olur. Zira mütevatir sünnet, bizzat Resul-i Ekrem (sav)'den işitilmiş mesabesindedir. Zaruri ilmi ifade eder. Mütevatir sünneti inkar, küfürdür. (4) Bir mükellef; meşhur bir hadis-i şerifi (ravilerinden şüphe ettiği için veya yanlış bir tevil sonucunda) inkar ederse, tekfir olunmaz. Hevalarına uyarak bu fiili işleyenler, "Ehl-i bid'at" veya "Ehl-i ehva" olarak vasıflandırılırlar. Dürri'l Muhtar'da: "Bid'at, Peygamber (sav)'den malum ve meşhur olan şeyin aksine itikad etmektir. Fakat bu inat sebebiyle değil, bir nevi şüphe iledir. Bizim kıblemize dönenlerden hiç biri bid'at sebebi ile tekfir edilemez." (5) hükmü kayıtlıdır. Mütevatir sünneti inkar eden kimse ile meşhur bir hadis-i şerifi reddeden kimse arasındaki fark budur. Ehl-i sünnet ve'l cematten ayrılan fırkalara mensup olan kimseler; inanılması zaruri olan hükümleri inkar etmedikleri müddetçe, "ehl-i bid'at, ehl-i kıble veya ehl-i ehva" vasfını muhafaza ederler. Bu üç kavram, birbirinin müradifidir. Molla Hüsrev: "Bilmiş ol ki ehl-i ehva; kelam kitaplarında zikredildiğine göre, inançları ehl-i sünnetin inançlarına uymayan ehl-i kıbledir. Bunlar: Cebriyye, Kaderiyye, Rafiziler, Hariciler, Muattıla ve Müşebbihe fırkalarıdır. Bunların tamamı yetmiş iki fırka olur. "(6) diyerek, önemli bir inceliğe işaret etmiştir. Müslümanların yetmiş üç fırkaya ayrılacaklarına dair hadis-i şerif, farklı rivayet zincirleri ile onüç ayrı sahabeden rivayet edilmiştir. Bazı muhaddislere göre "aziz" bazılarına göre "meşhur" bir hadistir. Mütevatir degildir. Bu hadis-i şerif, kütüb-i sitte'de (dört sünen'de) yer almıştır. Hadisin metni şudur: "İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan biri müstesna, hepsi cehenneme girecektir" buyurulmuştur. Sahabe-i Kiram: "O müstesna fırka hangisidir ya ResulAllah?" diye sorunca, Peygamberimiz Efendimiz (sav): "Benim ve ashabımın yolunda olan cemaattır" (7) cevabını vermiştir. Ehl-i Sünnet ve'l Cemaatin; "fırka-i naciye" olarak vasıflandırılması, bu hadis-i şerife dayanır. Ehl-i sünnet ile ehl-i bid'atın ihtilafı, kıyamete kadar devam edecektir. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.

(1) İmam-ı Azam Ebu Hanife- Fıkhı Ekber (Aliyyü'l Kari şerhi) İst: 1979 Sh:429
(2) İmam-ı Suyuti-Miftahu'l Cennet - Beyrut:1987 Sh: 62
(3) Sünen-i Tirmizi- İst: 1401 C: 5 Sh: 199 Had. N0: 2951.
(4) İmam Abdülaziz El Buhari-Keşfu'l Esrar- İst: 1307 C: 3 Sh: 688 vd, Ayrıca Molla Hüsrev- Mir'at el Usul Şerhu Mirkat El Vüsul-İst: 1308 C: 2 Sh: 8.
(5) İbn-i Abidin- Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar- İst: 1982 C: 2 Sh: 409.
(6) Molla Hüsrev- Düreri'l Hükkam- İst: 1307 C: 2 Sh: 376.
(7) Sünen-i İbn-i Mace- İst: 1401 C:2 Sh: 1322 Had. N0: 3993, Ayrıca Sünen-i Tirmizi, Sünen-i Ebu Davud ve Sünen-i Darimi
10
İSLAM-GENEL / Ynt: Nefslerin Temizliği ( Müzekkin Nüfus )
« Son İleti Gönderen: Togika 11 Eylül 2024, 18:49:01 »
Hazreti Ali (kvc) buyururlar ki:
- Hak Teâlâ (cc)'nın adli mahşer gününde şöyledir ki, sonbaharda yapraklar döküldüğü zaman alttaki yaprak üstteki yaprağın altında bulunduğu için Allah-u Teâlâ (cc) emreder, üstteki yaprak altta ve alttaki yaprak üste çıkar. O yaprak dünyada iken öbürünün üstünde ne kadar yattı ise mahşer gününde öbürü onun üstünde o zaman miktarı yatar. Bu adalet tahakkuk ettikten sonra mahlukatın kimisi fâni olur. Kimisi de Sırat köprüsünden geçip cennet veya cehenneme gider.
İşte ölümü düşünen kimse dahi aklına getirip düşünmesi gerekir. Bu hususta âyet ve hadisleri de zikredelim ki iyice kalbin kanaat getirsin. Nefsin insafa gelsin. Bu sayede bu kitabın yazarına ve emeği geçenlere hayır dûa edesin.
Birisi öldüğü zaman alıp kabre götürürler, toprağa gömerler. Kabir ya cehennem çukurlarından bir çukurdur veya cennet bahçelerinden bir bahçedir. Çünkü Efendimiz (sav) bir hadislerinde böyle buyurmuşlardır.
Kabir; karanlık, yalnızlık ve nedamet evidir. Lâkin nedamet ve mihnet kabre girmekle değildir. İnsan suda boğulsa, ateşte yansa, yer ile gök arasında muallak durursa da, kabirde olması melhuz olanların mutlak olması gerekir. Bâzı rivayetlere göre mü'minlerden iman ile gidenler kabir azabı görmeseler gerekir diye bir kayıd vardır. Allah-u Teâlâ (cc) cümlemizi kabir azabı görmeden cennet ve cemâliyle müşerref olabilen kullarından eylesin, âmin...

MELHUZ: Beklenen, Düşünülen, Umulan manalarınadır.
Sayfa: [1] 2 3 ... 10