Sadakat islami Forum

SADAKAT DİNLENME TESİSLERİ => KÖŞE YAZISI VE MAKALELER => BASINDAN => Mehmet Şevket Eygi Bey'in Günlük Yazıları => Konuyu başlatan: Mücteba - 05 Nisan 2011, 00:16:23

Başlık: Uğursuzluk ve Bereketsizlik
Gönderen: Mücteba - 05 Nisan 2011, 00:16:23
Uğursuzluk ve Bereketsizlik

Aşağıda sayacağım kötülükler, Müslüman bir ülkeye, Müslüman bir topluma zarar verir, uğursuzluk getirir, bereketsizliğe sebep olur.

1. Kedi köpek gibi evcil hayvanlara işkence etmek. Onları öldürmek, onları aç bırakmak.

2. Zevk için, sırf öldürmek için avlanmak.

3. Ekmeğe saygısızlık etmek. Kuru ekmekleri çöpe atmak, ekmek kırıntılarını yere atıp çiğnemek. Bunlar fakirliğe ve bereketsizliğe sebep olur. Ailenin bütçesi çok geniş olsa bile, o evde ekmeğe hürmet edilmiyorsa, para yetişmez.

4. Büyüklere hürmet edilmemesi, küçüklere şefkat gösterilmemesi. Mesela tramvayda 80 yaşındaki yaşlı kişi ayakta, 18 yaşındaki sırık oturuyor.

5. Ağaçların ve çalıların kesilmesi, yeşil alanların tahrip edilmesi, otların koparılması, dalların kırılması, tarlalarda anız yakılması. Bunlar Allah’ın yaratmış olduğu bitkilere karşı yapılmış büyük zulümlerdir. Zulüm kesinlikle bilinsin ki, uğur değil, uğursuzluk getirir, bereket değil, bereketsizlik getirir. Herif ormanları yakar veya yaktırır, arazisini üzerine geçirir, zengin oldum sanır, onunki zenginlik değil, cehennem ateşidir. Gözlerini para hırsı bürüdüğü için kârdayım zanneder, aslında ne korkunç bir zarar içindedir, farkında değildir.

6. Yaygın israf da, ülkeye uğursuzluk ve felaket getirir. Allahü Teâlâ ihmal etmez, imhal eder, yani mühlet verir. Bir ülkede dine, imana, Kur’ana, Mukaddesata, Şeriata saldırılır, Müslümanlar bu saldırılara cevap vermez, bunları önlemeye ve durdurmaya çalışmazlarsa ortalığı büyük bir bereketsizlik, uğursuzluk istila eder.

7. Besmelesizlik uğursuzluk getirir. Adam yemek yiyor, başında besmele çekmiyor, yemeğini bitiriyor, Allah’a hamd etmiyor. Bugün Türkiye’de besmelesiz nesiller türemiştir. Bunlara nasihat etmek gerekir, irşat etmeye çalışmak gerekir. Bu nasihat ve irşat hizmeti yapılmazsa, bilenler sorumlu olur. Hadis-i şerifte “Bir iş ki, ona besmeleyle başlanmaz, ebterdir” (yani kısır ve güdüktür) buyrulmuştur. Bir sofra düşünün, etrafında beş kişi var, üzerinde beş kişiye yetecek yemek bulunuyor. Bu beş kişi, bu yemeği besmele çekmeden yerlerse, bereketi olmaz ve onlara yetmez… Bir Müslüman az bir yemeği besmele çekerek yerse, karnı doyar, hatta artar bile. Bir sofrada yemek bitti, oturanlar doymadı, şu soruyu yöneltin: “Acaba hangimiz besleme çekmeyi unuttu?“

Mehmet Şevket EYGİ
Başlık: Ynt: Uğursuzluk ve Bereketsizlik
Gönderen: mazhar - 26 Mayıs 2011, 10:47:46
"Gerçek mücahidlik ile bozuk düzen müteahhidliği birlikte yürümez. Tercihini yap, ya şerefli bir mücahid ol, ya rezil bir müteahhid.

Bendeniz sizin gençliğinizi iyi hatırlıyorum. Pek afacan, pek radikal, pek yaman bir İslamcıydınız, kendinize mücahid unvan ve sıfatını veriyordunuz. Sonra aradan yıllar geçti ve mücahidliğiniz bitti, şu anda pek semiz bir müteahhidsiniz."



Mehmet bey, çok güzel yazmış,
Teşekkürler.
Başlık: Ynt:Uğursuzluk ve Bereketsizlik
Gönderen: iniz_hay - 03 Haziran 2011, 00:13:58
paylaşım için tşkkrler mücteba kardeşim.
Başlık: Ynt: Uğursuzluk ve Bereketsizlik
Gönderen: mazhar - 06 Haziran 2011, 00:17:55
Alıntı
"Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos İzmir Alaçatı'da 88 yıl boyunca cami olarak kullanılan eski kiliseye gitmiş; devletin, hükümetin, mahalli otoritelerin, Diyanet'in izniyle orada yeni restore edilen kilise kalıntısı üzerinde bir Nasrani ayini yapmış."

"Durup dururken, Avrupa Birliği'ne gireceğiz diye, İslam dininin kabul etmediği toleranslar sergilemek yanlıştır.

Yunanistan'da yüz binlerce Müslüman yaşıyor ama Atina'da hâlâ bir cami yok. Yunan başkentinin merkezindeki iki Osmanlı camii de İslam ibadetine kapalıdır."


Şimdi biz AB.'ye gireceğiz diye bu tavizleri veriyoruz.(sayın,yetkililer AB.şartı diyorlar)yunanistan ve diğer  Avrupa ülkelri bu şarta uyuyorlar'mı ?  uyuyorlarsa,ne kadar uyuyorlar ?

Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: mazhar - 22 Temmuz 2011, 12:06:56

"Şimdi Müslümanca düşünmeye çalışıyorum: Kur'an-ı Kerim israfı haram kılıyor, bir âyette "Savurganlar şeytanın kardeşleridir" buyruluyor. Lüks ve israflı hayat insanlara gurur ve kibir veriyor. Onlar da kötü ve haram."




"Yâ Rabbi, cümlemizi râzı olduğun doğru yolda, Kur'an ve Resûlünün Sünnetinin yolunda sâbit-kadem kıl. Âmin."

Bu güzel Paylaşımlar için,Teşekkürler.
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Tuğra - 23 Temmuz 2011, 03:36:09
Zekatını bol veren helalinden kazanan insanların hayatlarına biraz lüks katmaları bazı müslüman düşmanlarının ağzına sakız olduğu gibi ne yazikki sayın Eygi'de bu havaya uymuş, bu insanlara göre İslami hayat tarzını seçenler hiç bir şeyi hak etmiyor, hadi islam düşmanlarını anlıyoruzda Mehmet Şevket Eygi' ye yakışmıyor, sapla samanı karıştırmak oluyor.

Zekatını hakkıyla veren hayır hasenattan kaçmayan insanlar istediği evde yaşar istediği arabaya biner, bizleri de nasıl yaşadıkları ilgilendirmez, bize düşen böyle müslüman kardeşlerimizin sayılarının artması, müslümanların maddi anlamda da güçlü olmaları için dua etmek çünkü müslüman imkanları ölçüsünde her şeyin en iyisine layıktır. Haram olan israftır.

Esas israf imkanı varken kötü olanla yetinmektir, yahudilerin söylediği gibi ''Ucuz ayakkabı alacak kadar zengin değilim''


Hazret-i Zübeyr tüccar idi. Medine, Basra, Kufe ve Mısır’da mülkleri, geniş arazileri ve bin hizmetçisi vardı. Gelirlerini fakirlere dağıtırdı, ölünce mirasçılarının herbirine kırkbin dirhem gümüş kaldı.

Hazret-i Talha da çok zengindi, günlük geliri bin altın idi. Şık giyinir, süslü gezerdi. Yüzüğünde çok kıymetli yakut taşı vardı.

Abdurrahman bin Avf hazretleri, ayrılan hanımına, son hastalığında mirasının yirmidörtde birinin verilmesini söylemişti. Buna 83 bin altın verildi.

Hazret-i Osman da zengin tüccardı. Tebük gazasında on bin altın ve mal yüklü bin deve verip Resulullah efendimizin duasına kavuştu.

Bunların dördü de aşere-i mübeşşereden [Cennete gideceği ismen müjdelenen on kişiden] idi.
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 23 Temmuz 2011, 15:12:54
Gerçek Büyükler Övgü İstemez

İSLAM dini övgüleri iyi görmez.

Peygamberimiz "Meddahların (övücülerin) suratlarına toprak saçınız" buyurmuştur.

İslam dini yağcılığı, yalakalığı, pohpohçuluğu, dalkavukluğu çirkin huylar olarak görür.

Gerçek din büyüklerinin övgüye ihtiyacı yoktur.

Övülmeyi istemek, övülmekten hoşlanmak olgunluk alameti değil, noksanlık alametidir.

Bazı İslamî fırkalar, hizipler, cemaatler başlarındaki zatın hiç durmadan, yoğun bir şekilde, gece gündüz, hiç ara vermeden çok daha çok, en çok övülmesini istiyor.

Kendileri de mütemâdiyen (devamlı olarak) reislerini övüyorlar.

Böyle bir şey hikmete uygun değildir.

Övgülerden çok hoşlanmak nefsaniyetle (benlikle) ilgilidir ve mezmum (kötülenmiş) bir haslettir.

Kemalistler M. Kemal Paşa'yı över durur.

Türkiye'de milyonlarca M. Kemal portresi, büstü, heykeli, kabartması vardır.

Devlet din dersi kitaplarına bile M. Kemal'ın resimlerini koymuştur.

Bir kısım İslamcılar da Kemalistlerin yolundan gidiyor, kendi büyüklerinin bitmez tükenmez reklamını yapıyor.

Hattâ bazı zengin cemaatler büyük telif ücretleri ödeyerek kendi büyükleri için ısmarlama övgü kitapları yazdırıyor.

Öyle acayip Müslümanlar var ki, reisleri için bir yığın övgü kitabı yazdırıyor, yayınlıyor ama Resulullah efendimizin siretini, Sünnetini, ahlakını öğretmek için o kadar gayret göstermiyor.

İslam dini birtakım ruhbanların erbab (rabler) haline getirilmesini, tanrılaştırılmasını, putlaştırılmasını uygun görmez.

Gerçek İslam büyüğünün şöhrete ihtiyacı yoktur.

Onun işi Allah iledir.

Onun ücreti Allah'a aittir.

O, ücretini dünyada istemez, ebedî kalınacak yer olan âhirette ister.

Olgun Müslümanların katında insanların övgüleri ile sövgüleri birdir.

İslam'ın temel prensiplerinden biri şudur: Bütün hamdler Allahü Teala hazretlerine mahsustur.

Bugün öyle sahte ve sözde büyükler vardır ki, bir gün övgüsüz kalsalar komaya girerler.

İslam hükeması şöhret âfettir demiştir. Onlar bu âfete deliler gibi tâliptir.

Şöhrete tâlib kişi âqil değil, mecnundur.

Şöhret istemek, şöhret için deli olmak, şöhretsiz yaşayamamak Tevhid ahlakına uymaz.

Biz Müslümanlar Ashab-ı Kiram radiyAllahü anhüm ecmaîn efendilerimizi, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn efendilerimizi, gerçek din imamlarını, gerçek ulemayı, gerçek fukahayı, kâmil mürşidleri severiz. Lakin büyükleri erbab haline getirmeyiz.

Gerçek büyüklere İslam'a, İman'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata, Ümmete yaptıkları hizmetler dolayısıyla teşekkür ve minnet borçluyuz.

Peygamberimiz ve öteki Peygamberler dışında hiçbir insanı mâsum, lâ yuhtî, günahsız kabul etmeyiz.

Gerçek din büyükleri, bir tür ücret olan ünü, alkışı, pohpohu, övgüyü kabul etmez ve sevmez.

Gerçek büyüklüğün birinci şartı nefs-i emmâresini dizginlemiş olmaktır.

Şöhreti, övgüyü, alkışı, pohpohu nefs-i emmâre ister.

Müslümanlardan hayır ve hizmet parası toplayıp, sonra bunların bir kısmı ile cemaat liderinin reklamını ve propagandasını yapmak çok vahim ve mühlik (helâk edici) bir davranıştır.

Zekat paralarıyla şahıs reklamı ve propagandası yapmak bir cinayettir.

Cenab-ı Hak cümlemize akıl, fikir, vicdan, adalet, insaf nasip buyursun.


Mehmet Şevket EYGİ - 23 Temmuz 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 24 Temmuz 2011, 13:49:00
Hırsızlık En Yaygın Spor

SÖZ ağzımdan çıkmadan iyice düşünüyorum. Bir kere değil, on kere düşünüyorum... Sonra "Bugünkü hukukî mevzuat sanki hırsızların haklarını korumak içindir" diyorum.

Hırsızlık ve haram yemek günümüzün en yaygın sporu haline gelmiştir.

Bir dar mânada hırsızlık vardır, bir de geniş mânada.

Geniş mânada hırsızlıklar:

İşe geç gidip devletin, belediyenin, işverenin vaktinden çalmak.

Bir günde yapabileceği işi on günde yapmak.

Okulda ve üniversitede kopya çekmek.

Devletin ve belediyelerin bütçelerini hortumlamak.

İhalelere fesat karıştırmak.

Daha yüzlerce dolaylı hırsızlık...

Kanunî Sultan Süleyman zamanında korkudan kimse hırsızlık yapamazmış.

Hırsızları feci şekilde idam ederlermiş.

O zamanın cezaî müeyyideleri (yaptırımları) hırsızlığın kökünü kesiyormuş.

Tabiî ki, aç kalıp fırından bir ekmek çalan kimseye merhametsizce ceza verilmez.

Lakin hırsızlığı bir spor, bir meslek haline getirenlere fazla acımamak gerekir.

Bir ara İstanbul'da kapkaççılık çok yaygındı. Mesela Aksaray'da kapkaççılık bir türlü önlenemiyordu.

Halk arasında yaygın bir kanaat vardı: "Kapkaççılar 'Filancalarla' ortak... Ortak olmasalar mutlaka yakalanırlar..."

Kur'anda hırsızların ellerinin kesilmesi emrediliyor.

İslam hukuku öncelikle hırsızlığı keser.

Ceza Kanunu hırsızlara ceza veriyor ama bu cezalar ibret-i müessire olmuyor, hırsızlık artarak devam ediyor... Demek ki, Ceza Kanunu, suçları önlemek ve azaltmak fonksiyonunu yitirmiş.

İstanbul civarında yüz binlerce yazlık, bahçeli villa inşa edildi. Yapılaşma ile birlikte hırsızlık da çok arttı.

Yazlıklarda devamlı oturulmuyor. Hırsızlar günde 24 saat üç vardiya çalışıyor.

Bir orman müdürünün gece evine girmişler, karısıyla birlikte yatarken alnına silah dayayıp beylik tabancasını çalmışlar.

Benim bağ evim dört kere soyuldu. İçinde kıymetli eşya yoktu ama yine bir şeyler götürdüler. İki jeneratör, elektrikli süpürge, pompalı lüks lambaları, hattâ piknik tüpleri...

Bundan on yıl kadar önce bir gün yorgun argın geldim, kapıyı açtım ki, ev yangın yeri gibi... Hırsız kıymetli eşya bulamayınca her şeyi dökmüş saçmış.

Yanımdakine git jandarmaya haber ver dedim, sonra sinirimi yatıştırmak için nefis bir çay demlemek üzere mutfağa girdim. Çayı demleyemedim, çünkü hırsız(lar) çay takımını da götürmüştü!

Hırsızlık çok yaygın...

Kaç sene oldu hatırlamıyorum. Küçük kız şeftali isterim diye ağlıyormuş. Para yok... Ablası dayanamamış, manavdan bir mi iki mi şeftali çalmıştı... Ve yakalanmış, cezaevine atılmıştı. Gazeteler epey yazdılar, genç kız, iki şeftali çaldığı için bayramı kodeste geçirmişti.

Bir de birkaç dilim, yemek için baklava çalan ve tutuklanan çocuklar hadisesi vardır. Merak eden internetten arayıp okuyabilir.

Büyük hırsızlar şu sıcaklarda ne yapıyorlar acaba?

Lüks otellerin roof barlarında buzlu viskiler içiyorlardır. Bazılarının viski yerine "fiski" dediğinden eminim.

Bir sahte dindar, epey mal götürdükten sonra günahlarının affı ve Zemzemle yıkanmış gibi tertemiz olmak için için umreye gitmiş, Kâbe'ye tepeden bakan lüks bir süit kiralamış.

Bir belediye kaldırım döşetmişti. Aradan altı ay geçmeden döşenen karoların çoğu yerinden oynamış, kırılmıştı. Bu da bir hırsızlık değil midir?

Devletin veya belediyenin resmî otomobilini şahsî işleri için kullanıyor... Hırsız hırsız hırsız!..

Beş sene oldu mu, devletin ambülansı ile Trakya'dan İzmit taraflarına piknik yapmaya, gezmeye gitmişlerdi. Kimler? Hırsızlar...

İnsan bazen kendine karşı hırsızlık yapar.

Vaktini öldürüyor... Kendi vaktini çalan bir hırsızdır o.

Gençliğini boşa harcıyor. Hırsız!

Zekat vermeyenler, fakirlerin hakkını çalıyor.

Hakları olmadığı halde, Kur'ana, Sünnete, fıkha, Şeriata aykırı şekilde zekat toplayanlar ve bu zekatları yine Kur'ana, Sünnete aykırı olarak sarf edenler de hırsızdır, hem de katmerli hırsız.

İslam'ın gerçekten uygulandığı Müslüman bir toplumda hırsızlık çok nâdir olur.

Bir İslam şehrinde kaybedilen bir çanta, cüzdan döner dolaşır sahibini bulur.

Bir müşteri takside para paketini unutmuş, şoför paketi polise götürmüş, polis sahibini aramış ve para törenle verilmiş... Böyle bir ülke batmış demektir.

Unutulan bir paranın sahibine verilmesi çok tabiî bir hadisedir, bunun için tören mören yapılmaz.

Eski sanatlı mezar taşlarının bile çalındığı bir ülkede yaşıyoruz.

Camilerde bir tek antika halı, kilim, seccade kalmadı.

Camilerdeki hüsn-i hat levhaları bile çalındı.

Vakıfların kıymetli eşya deposu soyuldu ve yakıldı. Kimler yaktı? Hırsızlar.

Hırsızlar ordusu yeni Ceza Kanunundan pek şikayetçi değil ama bir sıkıntıları var. Cezaevleri çok dolu olduğu için gereken konfor sağlanamıyor.

Konforlu bir hayat sürmek için hırsızlık yapanları konforsuz hapishanelerde yatırmak... Bu da bir tür adaletsizlik değil midir?



Mehmet Şevket EYGİ - 24 Temmuz 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 25 Temmuz 2011, 11:22:46
İcâzetli Ulema ve Fukaha Şûrası Kurulmalıdır

TÜRKİYE'de, (bu sayı yeterli değil ama) tahminimce bir iki bin icazetli Sünnî din âlimi, fâkih bulunmaktadır. Bunlar (nâdir istisnâlar dışında) elbette laik ve Kemalist rejimin baskısı ve kontrolü altındaki ilahiyat fakültelerinden çıkmadı. Bir kısmı dış ülkelerdeki İslam medreselerinde okudular, yetiştiler, icazet aldılar. Bir kısmı da, Kemalizmin bütün baskılarına, terörüne, sindirme hareketine rağmen ülkemizdeki medreselerde yetiştiler.

Vehhabî olarak yetişenleri bu sınıfa ve bu sayıya dahil etmiyorum.

Benim kasd ettiklerim akaitte İmamı Eş'arî ve İmamı Mâturidî'den birine bağlı olan ve Şeriat ahkâmında dört hak mezhepten birini taklid eden ulema ve fukahadır.

İşte bu icazetli Sünnî ulema ve fukaha bir dernek veya vakıf çatısı altında bir araya gelmeli ve ülkemizdeki dinî kaos ve anarşiye dur demelidir.

İcazetli Sünnî ulema ve fukahanın seçkinlerinden bir şûra ve fetva heyeti kurulmalıdır.

Bu hizmetlerde, ilahiyat fakültelerinde hocalık yapan Sünnî zevat da hissesine düşen vazifeleri yapmalıdır.

Kemalist vesayet rejimi, ilahiyat fakültelerindeki elemanlarına ve işbirlikçilerine şu misyonu vermişti:

1. İslam dininde reform yapılacak.

2. Dinde köklü değişim yapılacak.

3. Dinde yenilik yapılacak.

4. Şeriatsız ve fıkıhsız yepyeni bir İslam türetilecek.

5. Müslüman halk sekülerleştirilecek, yani din ile hayat birbirinden ayrılıp kopartılacak.

6. Pakistan'dan kovulan Fazlurrahman'ın Tâtiliye (tarihsellik) mezhebi hâkim mezheb haline getirilecek.

7. Diyanet, Sünnî bir kurum olmaktan çıkartılacak ve mezhepler üstü yapılacak.

8. Kemalizme uygun bir İslam oluşturulacak.

9. Yeni bir İslam Protestanlığı çıkartılacak.

10. Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) hadîsleri AB standartlarına, Kemalist ideolojiye ve Feminizme göre ayıklanacak.  (BBC News'de yayınlanan "Turkey in radical revision of Islamic texts" başlıklı ve Robert Pigott imzalı yazıyı veya Türkçe tercümesini (internette var) okuyunuz.)

11. Türkiye'deki Sünnî halk mümkün olduğu kadar fazla hizip ve fırkaya ayrılacak.

12. Farmason Afganî büyük bir din imamı (önderi) olarak gösterilecek.

13. Yeni naylon "müctehidler" çıkartılacak.

14. İslam'ın tek hak din olduğu inancı kırılacak, üç hak ibrahimî din vardır akımı çıkartılacak.

Bu planlar maalesef hayata geçirilmiş bulunmaktadır.

Müslümanlar onlarca büyük, yüzlerce orta, binlerce küçük hizip ve fırkaya ayrılmıştır.

Ortaya, bazıları küfre giden ve götüren bir yığın bozuk fetva ve ictihad konulmuştur.

Ümmet paramparça edilmiş, Müslümanlar birbirleriyle çekişmeye başlamıştır.

Halk ve gençliğin önemli bir kısmı, gerçek dindarlıktan uzaklaştırılmış, faydasız veya zararlı münakaşaların içine itilmiştir.

Dinde bid'atler çıkartılmıştır.

Sünneti yıkmak için yoğun faaliyet yapılmıştır.

Mezhepsizlik yangını körüklenmiştir.

İslam'ı, Tevhid'i, Kur'anı, Resulullahı, Şeriat-ı Ahmediye'yi red, inkar ve tekzib eden kafirler de Cennetliktir bozuk inancı ortaya atılmıştır.

Farmason Afganî'nin tezi olan "Her Müslüman Kur'andan kendi re'y ve hevasına göre hüküm çıkartıp ictihad yapabilir" yolu açılmıştır.

Televizyonlarda, basında seviyesi çok düşük dinî programlar tertiplenerek en mukaddes konular ayağa düşürülmüştür.

Birtakım reformculara milyonlarca dolarlık servetlere kavuşma yolları açılmıştır.

Reform, yenilik ve değişim konusunda çok yüksek telif ücretleri dağıtılmıştır.

Ehl-i Sünnet İslamlığını yıkıp yerine yüzlerce ayrı ve birbirinden kopuk kiliselerden oluşan bir İslam Protestanlığı için hayli yol alınmıştır.

İslam'ı ve Ümmet'i içinden çökertmeye yönelik yıkıcı, tahrip edici faaliyetlere son verilmezse, Ümmet olarak geleceğimiz karanlıktır.

Bugünkü kaos, tefrika, çekişme ve  anarşi içinde din ve iman kardeşliği kavramı yerlere serilmiş, çiğnenmektedir. Kimler tarafından? Maalesef bir kısım Müslümanlar tarafından.

İnternetteki e-maillerin bazısına bakınız: Kardeş olması gereken bazı Müslümanlar birbirlerini şirk ve küfürle itham ediyor.

Ülkemizde ve dünyada petro-dolarlarla taraftar kazanan bozuk bir mezhebe göre tasavvuf ve tarikat Müslümanları müşriktir, kafirdir.

Havada Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete uymayan birtakım saçma sapan fetvalar ve ictihadlar uçuşuyor.

Düşünebiliyor musunuz, kaderi inkar edenler bile var.

Haramı helal, helali haram yapan bazıları kısa zamanda şöhret-i kâzibe sahibi oluyor.

Türkiye'deki Müslümanlık Ehl-i Sünnet Müslümanlığıdır. Bizde Şeriatın yanında, Şeriata uygun olan tarikat ve tasavvuf da vardır. Tarikat ve tasavvuf kanadını kestiniz mi, Türkiye Müslümanlığı çöker.

Bir İslam toplumunu çökertmek istiyorsanız, o toplumun fertlerini birbiriyle çekiştiriniz, aralarına nifak ve tefrika tohumları ekiniz. Âlim, fazıl, kâmil insanların müzakerelerinden hakikat nurları çıkar.

Câhillerin çekişmesinden ve tartışmasından is, pas, kurum oluşur.

Mukallid Müslümanlara "Al eline bir Kur'an tercümesi, bir de hadîs kitabı, sen de bol bol ictihad yap" denirse tefrika, tartışma, fitne, fesat baş gösterir.

Devlet-i Aliyye-i Osmaniye zamanında dinî konuların çocuk oyuncağı haline getirilmesine kesinlikle izin verilmezdi.

Dört hak mezhebe aykırı fetva ve ictihad yaptırılmazdı.

Ehl-i Kıble ve ehl-i Tevhid olan Müslümanlara kâfir ve müşrik diyen aşırılar ve azgınlarda hiç vicdan yok mu?

Teklif ettiğim icazetli ulema ve fukaha şûrası ve fetva heyeti kurulmazsa anarşi, kaos, fitne, fesat, nifak, şikak artarak sürecektir.

Tartışmalar, şirk ve küfürle suçlamalar yüzünden iman kardeşliği berhava olacaktır.

Sapıklıklar, dinde bid'atler ile gereği ve yeteri kadar mücadele edilemeyecektir.

Ehl-i Sünnet iyice sarsılacaktır.

Benden yazması...



Mehmet Şevket EYGİ - 25 Temmuz 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 25 Temmuz 2011, 11:23:34
Kalkınan Türkiye                           Bir Yemek 2500 TL

AŞAĞIDA, 25 Haziranda Sabah gazetesinde çıkmış enteresan bir haberi okuyacaksınız. Dikkatimi çekmiş, kaydetmişim. Okuyucularımla paylaşıyorum.

Türkiye kalkınıyor... Kişi başına bir yemek yeni TL ile 2500...

Yorum yapmayacağım.

"Petruslu fiks mönü 2.500 TL

İşadamı A...  B...'nin Bodrum'da açtığı Paella Restoranda Petrus'lu (bir şarap markası) yemek mönüsü 2 bin 500 TL'den satılıyor.

Bodrum Jasmin Court Oteli'nin sahibi işadamı A... B... Bodrum Marina'nın içinde 500 bin TL'lik yatırımla açtığı ve İspanyolların geleneksel yemeği Paella'nın adını verdiği lüks restoranda altın çatal-kaşık-bıçak takımlarıyla servis yapılacak. Restoranda Petrus şarabıyla birlikte bir mönünün fiyatı 2 bin 500 TL olarak belirlendi. A. B.  Bodrum'un son dönemde dünya jet sosyetesinin de gündeminde olduğunu ancak bölgede çok salaş mekânların bulunduğunu söyleyerek, üst gelir grubu yabancı turistlere ve Bodrum'u sık sık ziyaret eden yerli turistlere de hitap edecek lüks bir restoran fikrinin buradan çıktığını belirtti. İspanyolların geleneksel yemeği Paella ile deniz mahsulleri başta olmak üzere dünya mutfağından yemeklerin bulunacağı restoranda havyarlı mönüler de sunulacak. Akşamları ise restoranda Flamenco gösterileri yapılacak.

Lokantanın patronu, 12 ay boyunca her pazartesi/çarşamba günleri kendi restoranında sahneye çıkıp şarkı söyleyecek. 8 dilde 350 şarkılık bir repertuarı olan B.... daha önce de bu hobisi nedeniyle deri fabrikasının altında bir bar açarak hem kendisi hem de çalışanlarıyla şarkılar söylemişti."



Mehmet Şevket EYGİ - 25 Temmuz 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 26 Temmuz 2011, 11:07:07
Doğuda ve Güneydoğuda İslam İlân Edilmelidir

Önce şunu bilelim? Kaç türlü Kürt var?.. Kürt vatandaşlarımızın hepsi de aynı kalıptan çıkmış, aynı kültüre sahip, aynı boyada insanlar değildir.

Asıl Kürtler Sünnî Müslüman dindar Kürt çoğunluğudur.

Başka Kürtler de vardır:

Yahudiliklerini gizliyorlar ama Yahudi Kürtler vardır.

Müslüman Kürtler ile Yahudi Kürtler sünnetlidir.

Bir de Sünnetsiz Kürtler vardır.

Ermeni Kürtler vardır.

Yezidîler de yoğun ve şedit baskılar yüzünden Kürt görünüyor.

PKK nedir?.. Bir Kürt terör hareketidir ama işin gerisinde Ermeniler vardır.

Siyonistler vardır.

Ermeniler ne istiyor?

Dedelerinin atalarının 1915'e-1918'e kadar yaşamış oldukları toprakları istiyor.

En azından oralara tekrar yerleşmek istiyor.

Türkiye devletinden tazminat istiyor.

Bu isteklerini doğrudan doğruya, Ermeni olarak gerçekleştiremezler.

Bu yüzden Yahudi ve gayr-i Müslim Kripto Kürtlerle anlaşmışlardır.

Türkiye topraklarının bir kısmı bağımsız veya özerk bir Kürdistan olunca Ermeniler dedelerinin yaşamış oldukları yerlere gelip yerleşeceklerdir.

Bu PKK hareketi cidden çok garip, çok acayip bir harekettir.

PKK terörünün gölgesinde yekûn olarak yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti ve kaçakçılığı yapılmıştır.

Uyuşturucu bir ara helikopterlerle taşınmıştır.

Bu yolla nice kimse dolar milyoneri olmuştur.

PKK ile mücadele eden Türk ordusu, Makine Kimya Endüstrisi Kurumunun ürettiği mermileri kullanmaktadır.

Bir ara PKK da bu mermilerle Türk ordusuna ateş etmiştir.

MKE mermilerini PKK'ya kimler vermiştir?

PKK terörünün bitmesi demek yüz milyarlarca dolarlık bir sektörün çökmesi demektir.

Böyle bir bitişi ve çöküşü birileri istemez. Kimdir bu birileri?

Yakın tarihimizde birileri Kürtleri isyan ettirmek, dağa çıkartmak için elinden gelen her türlü pisliği ve şeytanlığı yapmıştır.

Bir köy halkına insan pisliği yedirilmiştir. (AİHM Türkiye'yi mahkum etmiştir.)

Beş bin köy düzlenmiş, ahalisi sürülmüştür.

Diyarbakır (doğrusu Diyar-ı Bekir) cezaevinde insanlığın yüzünü kızartacak işkenceler, zulümler yapılmıştır.

Kürt halkının en temel hakları ve hürriyetleri ayaklar altına alınmıştır.

Bunlar niçin yapıldı?

Bu sorunun cevabını vermeden önce Türkiye'de bir buçuk milyon Kripto Ermeni ve yine bir buçuk milyon Kripto Yahudi yaşadığını iyi bilmek gerekir.

Bu Kriptoların hepsi de Ermeni ve Yahudi olduklarının bilincine sahip midir? Bu hususta kesin konuşulamaz. Bunların bir kısmı erimiş olabilir. Lakin mutlaka bilinçli ve militan olanları vardır.

Türkiye'nin bütünlüğünü korumanın yolları, çare ve çözümleri var mıdır?

Elbette vardır.

Önce şunu iyi bilmemiz gerekir:

Kemalizm resmî ideolojisi, onun mitolojisi, onun tabuları ile Türkiye'nin bütünlüğü korunamaz.

Bütünlüğünü korumayabilmesi için Türkiye'nin resmî ideoloji kopukluk ve ârıza rejiminden tarihî devamlılık rejimine dönmesi gerekir.

Müslüman Kürtler, başlangıcından beri Kemalizmi kabul etmemiştir.

Zaten bugünkü haliyle Kemalizm ideolojisi, M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra çıkartılmış yamalı bohça bir ideolojidir. Hattâ ona ideoloji bile denilemez.

Türkiye neye dönmelidir?

Türklerle Kürtlerin ve diğer yetmiş-seksen Müslüman etnik unsurun ortak değerlerine.

Böyle bir şeyi Siyonistler ve militan Kripto Yahudiler istemez.

Militan Kripto Ermeniler istemez.

Anadolu'yu tekrar bir Hıristiyan ülkesi yapmak isteyen militan Haçlılar istemez.

ABD istemez.

AB istemez.

Türkiye'nin tarihî devamlılığına, millî kimlik ve kültürüne dönmesi hem Türklerin, hem Kürtlerin, hem de diğer etnik gurupların menfaatine olacaktır.

Tarihî devamlılık rejiminde, dirense bile PKK yaşayamaz, yaşatılmaz.

Kürtlerin çoğunluğunu oluşturan Sünnî Müslümanlar Türkiye'nin parçalanmasını istemiyor.

Biliyorum teklifimi kimse kabul etmeyecektir ama birinci planda doğuda ve güneydoğuda tam ve gerçek bir din hürriyeti ilan edilmelidir.

Medreseler ve tekkeler açılmalıdır.

Cuma günü hafta tatili olmalıdır.

İslam'ın bütün icapları yerine getirilmelidir.

Bediüzzamanın hayal etmiş olduğu Medresetüzzehra İslam üniversitesi kurulmalıdır.

Tevhid-i Tedrisat ideolojik vesayet eğitim sistemi kaldırılmalı, onun yerine Tevhidî bir eğitim sistemi getirilmelidir.

Bu devlet Kürtlerin de devletidir. Lakin onlar bozuk, kötü, çarpık düzen ve sistemi istemiyor.

Zaten bir Müslüman, Türk olsun Kürt olsun, Gürcü veya Arnavut olsun hiçbir zaman böyle bir düzeni/sistemi kabul etmez, desteklemez.

Devlet dursun, sistem gitsin, yerine âdil ve hakkaniyetli bir düzen gelsin.

Hem vesayet rejimi devam edecek, hem Kemalist ideoloji her şeyin üzerinde olacak, hem laikçilik baskı ve tabuları sürecek, hem de Türkiye'de terör bitecek, her yer güllük gülistanlık olacak, toplumsal barış ve uzlaşma yapılacak... Böyle bir şey mümkün değildir.

Türkiye'yi kurtarmak istiyorsak sırtımızdaki bozuk düzen, resmî ideoloji safrasını atmamız gerekir.



Mehmet Şevket EYGİ - 26 Temmuz 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 27 Temmuz 2011, 11:15:01
Müslümanlar Vazifelerini Yapmadı...

Benim muhterem Müslüman kardeşlerim... Dost acı söylermiş, kardeşin (gerçekten kardeşse) daha acı söylemesi gerekir...

Lütfen beni dinleyiniz:

Bundan 18 yıl önce Sivas'ta ve Erzincan'da iki acı hadise oldu.

Sivas'ta, başını militan ve aşırı ateist Aziz Nesin'in çektiği bir grup provokasyon yaptı. Derin güçler, Ergenekon'lar onları destekledi, ortaya cehennemî ve şeytanî bir senaryo konuldu ve uygulandı.

Madımak otelinde dumandan zehirlenip ölenler...

Bu Sivas hadisesinde provokasyon vardı, Derin devlet ve başka Derin Güçler vardı, birtakım çirkin oyunlar oynanmıştı.

Sivas hadisesinin ardından iki üç gün sonra Erzincan'ın sakin, kıyıda kalmış, etliye sütlüye karışmaz, kendi halinde yaşayan Sünnî Başbağlar köyünde camiden çıkan otuz küsur vatandaş haince, vahşice, yamyamca, kuduzca, gaddarca öldürüldü.

Sivas hadisesinden sonra hayli sanık hemen yakalandı ama Başbağlar katilleri "bulunamadı".

Sivas'ta insanlar, otelde kimin çıkarttığı belli olmayan yangının dumanında boğulmuşlardı. Başbağlar köyünde ise kasden, müteammiden, bilerek camiden çıkan mâsum Müslümanlar kurşuna dizilmişti.

Köydeki bu katliamdan (toplu kıyımdan) sonra bazı yakalananlar oldu ama derin güçler araya girdiler...

Mahkeme Sivas sanıklarına ağır cezalar verdi. Bu cezalar yeterli görülmedi, hüküm bozuldu ve bu sefer idam cezaları verildi, müebbet hapse çevrildi.

Derin medya, Derin Güçler, Ergenekonlar Sivas hadisesini büyüttükçe büyüttüler, Başbağlar katliamına, Sivas'a verdikleri önemin binde birini bile vermediler.

Biz Sünnî Müslümanlar, bu ülkede çoğunluğu oluşturmamıza rağmen Başbağlar şehitlerinin haklarını arayamadık, onların kanları yerde kaldı.

Madımak oteli müze yapıldı, Başbağlar köyü garip kaldı.

Müslümanların birbirleri üzerinde hakları vardır. Sağ kalanlar, ölenlerin haklarına sahip çıkmadılar.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) bize ne buyuruyor: "Doğudaki bir Müslümanın ayağına diken batsa, batıdaki Müslüman onun acısını yüreğinde hisseder."

Soruyorum: Biz ne biçim Müslümanlarız?

Bu yazımla Sivas'ta dumandan zehirlenerek ölen vatandaşların acısını örtmek ve küçüksemek mi istiyorum? Hayır hayır bin kere hayır...

Sivas hadisesi ile Başbağlar katliamı arasında farklar vardır:

Sivas'taki hadiseler provokasyon (kışkırtma), tertip, önceden hazırlanmış senaryo ile patlak vermiştir.

Sivas'ta Sünnî çoğunluk kışkırtılmıştır. Sünnilere ağır hakaretler yapılmıştır.

Selman Rüşdi mel'ununun Peygamberimize saldıran kitabı tercüme edilmeye başlanmıştır.

Sivas hadisesi patlak vermeden birkaç gün önce zamanın Cumhurbaşkanına bir açık mektup yazarak "Vahim olaylar olacak, tedbir alınsın, engel olunsun" mealinde uyarıda bulunmuştum ama hiçbir tedbir alınmamıştı.

Rivayete göre Madımak otelindeki iki Sünnî eleman hadiseler esnasında tabanca ile kurşunlanarak öldürülmüştü.

Büyük ümidim var: Gün gelecek, bu Madımak faciasının içyüzü de ortaya çıkacaktır.

Ben bir Sünnî Müslümanım, bana inanılmazsa, Alevî vatandaşlarımızdan bazıları bu işin içyüzüyle ilgili çok şeyler yazıp söylediler. Onlara kulak verilsin.

Tekrar Sünnî Müslümanlara hitap ediyorum. Biz bu halimizle esaretten, zilletten, haksızlıktan kurtulamayız.

Biz bu kafayla, bu ahlakla küçük çocuklarımıza serbestçe özel din ve Kur'an dersi bile verdiremeyiz.

Başbağlar faciası konusunda üzerimize düşen vazifeleri yapmadık, yapamadık.

Suçluyuz.

Siz suçlusunuz demiyorum, suçluyuz diyorum, kendimi de dahil ediyorum.

Başbağlar şehitlerinin hiçbir suçu yoktu.

Onlar yüzde yüz mâsumdu, suçsuzdu.

Onlar camiden çıkarken kurşuna dizildi.

İslamcılar vazifelerini yapmadı.

Aman fitne ve fesat çıkmasın mı?

Acı acı güldürmeyin beni!.. Asıl fitne ve fesat haksızlık, zulüm, katliam karşısında dilsiz şeytanlar gibi susmaktır.

Hepsini suçlamam ama bir kısım İslamcılar Başbağlar ile niçin ilgilenmediler?

Sebebi çok basittir... Bu işte rant ve nema yoktur da onun için.

Dişlerine dokunur bir rant olsaydı "Ah Başbağlar!.." diye yeri göğü birbirine katarlar, ağıt anıtları dikerlerdi...



Mehmet Şevket EYGİ - 27 Temmuz 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 27 Temmuz 2011, 11:15:45
Cesur ve Vatansever Müftü

Üzerinden altı ay geçmiş ama bazı haberler hiç eskimez. Konya'nın Tuzlukçu ilçesi müftüsü Adnan Bıyık hoca Şubat ayında camide bir vaaz vermiş, özetle " Fakir fukaranın haklarını yiyen, yolsuzluk yapan insanları Yüce Yaradan Cehenneminde yakacak... Gulül yapanların cenaze namazlarını Hz. Peygamber kılmamıştır" demiş. Müftünün bu sözleri bazılarının hoşuna gitmemiş. Makamına gitmişler, masasını yumruklayıp, "Bir daha böyle konuşmayacaksın!" diye bağırıp tehdit etmişler. Müftü de devlet bana halkı uyandırmam için maaş ödüyor, vazifemi yapacağım demiş.

Arzu edenler haberin tam metnini www.haberliyorum.com'da bulup okuyabilirler.

Müftülerin ve din görevlilerinin temel vazifelerinden biri ahlaksızlıkla, yolsuzlukla, kokuşma ile, rüşvet, ihtilas ve ihtikâr ile, her türlü fuhşiyyat ile, israf ve lüks ile mücadele etmek, Müslüman halkı bu konularda bilgilendirmek, uyarmak ve aydınlatmaktır.

Müftüler, vâizler, imamlar bu vazifeyi yapmazlarsa vazifelerine ihanet etmiş olurlar.

Din görevlileri devlet memurudur, binaenaleyh emr-i mâruf ve nehy-i münker vazifesini polis müdürü, savcı veya namuslu gazeteci gibi yapamaz. İsim vermeden, kimlik belirtmeden ahlaksızlığı ve ahlaksızları teşhir eder ve kınar.

Bu haber vesile oldu, bendeniz de bir kere daha tekrarlıyorum:

Rüşvet alanlar ve verenler Cehennemliktir.

Haram kazanç ve servet edinenlerin yeri Cenennem ateşidir.

Harama helal diyenler kafir olur.

Gayr-i meşru komisyon alanlar ahlaksızdır, suçludur.

Devletin ve belediyelerin bütçelerini hortumlayanlar hırsızdır.

Yardım paralarını zimmetlerine geçirenler hâindir, merduttur.

Saçı bitmedik yetimlerin, fakir ve miskinlerin haklarını yiyenler alçaktır, şerefsizdir, namussuzdur, eşkıyadır.

Birtakım karılara TC yasal ve resmî fahişelik vesikası vererek KDV'li fuhuş yaptıranların İslam'a göre durumları çok kötüdür.

Ülkemizdeki bütün müftülerin, bütün imamların ve vaizlerin bu gibi kötülüklerle, en uygun şekilde mücadele etmesi ve halkı uyarması gerekir.

Haksızlıklara, yolsuzluklara, hırsızlıklara, yardım paralarını zimmete geçirmelere ses çıkartmayanlar dilsiz şeytan durumuna düşmüş olur.



Mehmet Şevket EYGİ - 27 Temmuz 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: mazhar - 27 Temmuz 2011, 11:21:55
"Biz Sünnî Müslümanlar, bu ülkede çoğunluğu oluşturmamıza rağmen Başbağlar şehitlerinin haklarını arayamadık, onların kanları yerde kaldı.

Aman fitne ve fesat çıkmasın mı?

Acı acı güldürmeyin beni!.. Asıl fitne ve fesat haksızlık, zulüm, katliam karşısında dilsiz şeytanlar gibi susmaktır.

Hepsini suçlamam ama bir kısım İslamcılar Başbağlar ile niçin ilgilenmediler?

Sebebi çok basittir... Bu işte rant ve nema yoktur da onun için.

Dişlerine dokunur bir rant olsaydı "Ah Başbağlar!.." diye yeri göğü birbirine katarlar, ağıt anıtları dikerlerdi..."



Bir oy için gecesini gündüzüne katıp fetva verenler,bu meselede sessiz kaldılar.
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 28 Temmuz 2011, 11:07:27
Biz O Biçim Müslümanlarız!

Biz ne biçim Müslümanız?.. Müslümanız ama o biçim Müslümanız.

Bugün hangi ayın kaçıncı günüdür diye sorsalar Müslümanca cevap veremeyiz.

(Bu yazıyı kaleme aldığım tarih 8 Şabandır.)

Hangi yıldayız?

2011 mi? Evet 2011'dir, yemin etsek başımız ağrımaz ama bu tarih Efrencî tarihtir, bizim yılımız hicrî 1432'dir.

Doğrusu biz çok acayip Müslümanlarız.

Yahudiler ve Hıristiyanlar sıçan deliğine girseler biz de peşlerinden gireriz.

Şu üstümüze bakın: Avrupaî kostüm (costume), ceket (jaquette), pantolon (pantalon), kışın palto (paletot), pardesü (pardessus), trençkot (trenchcoat), yazın T-short, adı üstünde Frenk gömleği, kravat (cravate), iskarpin (escarpine)...

İç çamaşırlarımıza kadar Frenkleşmişiz. Atlet, külot...

Ev eşyalarımız: Büfe/Buffet... Vitrin/Vitrine... Gardrop/Garde Robe... Kanape/Canape...

Ya kafamızın içi?.. Sanki çıfıt çarşısı!..

Camilerimizi bile kalorifer, klima, vantilatör, hoparlör, mikrofon, fluoresan ile doldurduk.

Cami avlu ve bahçelerinde WC for Women... WC for Men...

Çoğumuzun kalbinde dolar euro...

Kur'an ve Sünnet mi?.. Bol bol edebiyatını yaparız.

Peygamber "Kim bir kavme benzerse ondan olur" buyurmuş. Kim bu benzeyenler? Aynaya bakalım...

Bizi sokakta görseler, Müslüman olduğumuzu neremizden anlayacaklar?

Gayr-i Müslimlerden ne farkımız var?

Ucuz işporta edebiyatına gelince mangalda kül bırakmayız. Fatih'in torunlarıymışız!..

Pöh!.. Fatih nerede, biz nerede...

Biz gerçekten Fatih'in torunları olsaydık, Ayasofya müze yapılabilir miydi?

Biz o biçim Müslümanlarız.

Müslümanlığın alamet-i fârikaları vardır. Bizde onlar yok.

Müslüman kılığıyla, kıyafetiyle, serpuşuyla Müslümanlığını belli eder.

Hindistan başbakanı Sih dinine mensuptur. Başında sarık, sırtında istanbulin vardır.

Bizim boynumuzda ipekten yularlar. Sarı, pembe, kırmızı, mor, eflatun, yeşil, mavi yularlar.

Bizim gözlerimizde Avrupa lensleri vardır. Dünyaya onlarla bakarız.

Kulaklarımızda Avrupa tıkaçları vardır.

Vicdanlarımız kırmızı Avrupa mumlarıyla mühürlenmiştir.

Ezanları baş kulaklarımız duyar gibi olur ama kalp kulaklarımız duymaz.

Gözlerimiz gerçeklere bakar ama onları görmez.

Kur'ana iman ettik deriz, Kur'andaki emir, yasak ve öğütleri hayatımıza uygulamayız.

Peygambere iman ettik deriz, Sünnetine uymayız.

Âhirete inandık deriz, onun için hazırlanmayız, azık toplamayız.

Kur'an gıybeti yasak eder, biz ölmüş kardeşlerimizin etini yeriz de yeriz.

İslam bize zekatı dosdoğru vermemizi ve sarf etmemizi emr ediyor. Biz ya hiç zekat vermeyiz, yahut zekatlarımızın çoğunu zekat uğrularına kaptırırız.

Evet biz de Müslümanız ama o biçim Müslümanız.

Müslümansak niçin adam akıllı Müslüman olmuyoruz.

Müslüman olduğumuzun anlaşılması için boynumuza "Hâzâ Müslüman" levhası asmak zorundaysak ben ne anladım o Müslümanlıktan.

Zarf da, mazruf da Müslüman olmalı. Alnımızda ve vechimizde secde nurları parlamalı.

Firaset sahipleri bizi gözlerimizden tanımalı.

Gözler yalan söylemez!

Evet dilimiz/qalimiz susmalı, kılığımız kıyafetimiz, serpuşumuz, davranışlarımız, görgümüz, ahlakımız, faziletimiz, ilmimiz, irfanımız, kültürümüz, mürüvvetimiz, insanlığımız, hilmimiz, şecaatimiz, sehamız, merhametimiz, civanmertliğimiz, fütüvvetimiz, halimiz, etvarımız, harekâtımız konuşmalı. Yazımızı gören, bu Müslüman yazısı demeli.

Müslümanca yiyip içmeliyiz... Müslümanca yatıp kalkmalıyız...

Güneş bizim üzerimize biz yataktayken doğmamalı. Müslüman doğuş yarışında güneşi yenen kişidir.

Birliğinden tebdilhava raporu alan, yol parası olmadığı için oto stop yapan ve bir trafik kazasında ölen, ailesi çok fakir olduğu için cenazesini köyüne getiremeyen; fakir, biçare, beş parasız, hasta, miskin askerin yol kenarındaki cesedinin fotoğrafını gördünüz mü?.. O fotoğrafın fonunda bizim halimiz sırıtıyor.

Köyüne gidecek o fakir ve hasta askere 100 liralık bir zekatımız nasip olmamıştı.

Biz işte böyle Müslümanlarız.

Benim baronum senin baronundan büyüktür. Benim baronum senin baronunu döver...

Ya öyle mi!.. Başınıza baronunuz kadar taş düşsün!..



Mehmet Şevket EYGİ - 28 Temmuz 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 28 Temmuz 2011, 11:09:31
Ham Topraktan Yapılmış Sanat ve Mimarlık Âbidesi Câmi

Afrika'da Mali isminde bir ülke vardır. Orada Djenne şehrinde topraktan yapılmış çok büyük bir cami bulunur ve bu bina UNESCO tarafından tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır.

Djenne camii fırında veya güneşte pişirilmiş kerpiçten mi yapılmıştır? Hayır, o büyük bina doğrudan doğruya ahşap iskelet üzerine sıvanmış çamurdan inşa edilmiştir.

İnternetten Google'ın görsellerini açınız "Djenne Mosque" diye yazınız, karşınıza hayli fotoğraf çıkacaktır. Lütfen tedkik buyurunuz. Bu resimler içinde, caminin her sene imece usulüyle yapılan tamirini de göreceksiniz. Müslüman halk merdivenlere çıkmış, ellerinde çamur dolu kovalar ve dış duvarları sıvıyorlar.

Bu satırları yazmaktan maksadım, muhterem okuyucularıma, ham topraktan yapılan bir caminin bile kıymetli bir sanat ve mimarlık eseri olabileceğini bildirmek ve göstermektir.

Ortaya sanatlı ve değerli bir bina koyabilmek için sadece para, çimento, demir, fayans, kubbe kurşunu, mermer yeterli değildir. Paranın yanında şehir kültür ve medeniyeti, yeterli sanat birikimi bulunması da gereklidir.

Müslümanlar ülkenin bir şehrinde diyelim 10 milyon liraya mal olacak orta büyüklükte bir cami yaptırmak istiyorlar. Bu cami sanat katsayısı bakımından şu kategorilerden birine girebilir.

Birinci kategori: Çok sanatlı, çok değerli, estetik bakımdan çok yüksek bir bina. Hesabı yapılırsa bu binada "altın formül" çıkacaktır.

İkinci kategori: 16'ncı asır Osmanlı camilerinin kötü bir kopyası.

Üçüncü kategori: Çok zevksiz, çok başarısız, orantısız çirkin bir bina.

Her üç kategoride de harcanan para miktarı aynıdır.

Madem ki, 10 milyon liraya güzel bir cami yapma imkanı var da bunu niçin yapamıyoruz?

İşte kültür, medeniyet, sanat, estetik eksikliğimiz burada karşımıza dikiliyor.

Mimarlığın piri Vitruvius şöyle diyor: Bir binada şu üç unsur olmalı. Sağlam olmalı, hangi iş için yapılmışsa ona uygun olmalı. Üçüncüsü güzel olmalı...

Sağlam ve kullanışlı, fakat güzel değil, o bina iyi bir bina değildir.

Harika tarihî çinileri elektrikli matkapla delip, dübelli vida çakıp, o vidalara (kültürlü ve sanatlı insanların helâlarına bile asmayacağı) iğrenç, berbat, rezil, ucuz pilli Çin saatleri takan zihniyet elbette güzel bina yapamaz.

Siz ucuza çıksın, mimara para vermeyelim diyerek sanat ve mimarlık kültürü olmayan bir kalfaya kocaman, kubbeli bir cami yaptırırsanız para boşa gitmiş olur, ortaya bir mimarlık ucubesi çıkar.

İstanbul Üsküdar'da deniz sahilinde küçük Şemsi Paşa Camii ve külliyesi vardır. Mimar Sinan yapısıdır. Sanattan anlayanların, onun karşısında hayranlıktan dilleri tutulur.

Bugünkü Müslümanlar Fatihlerin, Kanunilerin, Sinanların, Barbarosların, Şeyhülislam Ebussuud efendilerin, Fuzulilerin torunları olsaydılar yeni yapılan 40 bin cami de güzel, sanatlı, estetik olacaktı.

Cahillerin mimarlıkta orantı ile ilgili kültürleri yoktur. Minarenin ille de çok uzun ve bol şerefeli olmasını isterler. Yakışıklı bir insanın burnu haddinden fazla uzun olsa ne olur? O adam çirkin olur.

Müslümanlar son altmış yıl içinde yüz bine yakın cami, okul, yurt, pansiyon, kurs binası yaptırdılar. Bunların içinde bence sanatlı ancak 40 cami vardır. Diğer binaların kısm-ı azamı (büyük kısmı) estetiksiz ve sanatsızdır.

Bunun sebebi Müslümanların sanat, medeniyet, kültür, mimarlık, dekorasyon gibi sahalarda geri kalmış olmasıdır.

Cami veya okul binası yaptırtmak isteyen müteşebbis heyetler bilenlere, uzmanlara sorsalardı yine güzel binalar yapılabilecekti. Maalesef sormadılar.

Hadîs-i şerifte "İstişare etmeyen pişman olur" buyruluyor.

Yeni bir caminin, dinî bir hizmet binasının güzel ve sanatlı olduğu nasıl anlaşılır?

Bir bilirkişi-uzman heyeti oluşturursunuz ve onlardan rapor istersiniz. Fevkalade güzel... Oldukça güzel... Sıradan... Berbat... Korkunç derecede başarısız... gibi notlar verebilirler.

Bir ara Taksim'e cami yapılmak istenmiş ve bu maksatla bir dernek kurulmuş, bir mimara da proje ısmarlanmıştı. Mimarın başının etini yemişlerdi. Minaresi çok uzun olacak, en alt katta otopark bulunacak, orta kat otomobil yedek parçası satan bir çarşı, onun üstü de cami olacak... Sanki Taksim meydanına değil, sanayi sitesine cami yapıyorlar... İyi ki, yapılmadı...

Müslümanlar fakir de bu yüzden güzel camiler ve binalar yapamıyor bahanesi geçersizdir.

Bizim paramız var ama kültür, sanat, medeniyet konusunda iyice fukaralaşmışız.

Bilenlere de sormuyoruz. (Ben bilen değilim...)

Lütfen tekrar Djenne toprak camiine bakınız ve bendenizi anlamaya çalışınız.

(Bu yazım dolayısıyla bu fakire hakaret edecek biri çıkarsa hakkım ona helâl olsun. Mâzurdur.)



Mehmet Şevket EYGİ - 28 Temmuz 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 29 Temmuz 2011, 11:40:17
Sömürülmeye Yatkın Müslümanlar

Türkiye hem bağımsız bir ülkedir, hem de büyük bir sömürgedir. Madalyonun bir yüzünde bağımsız, öbür yüzünde sömürge.

Selanik 1912'de elimizden çıktı, Anadolu büyük bir Selanik yapılmak istendi.

Yapılabildi mi?

Bu soruya ben değil siz cevap verin.

İstanbul şu anda büyük bir İslam şehri mi, yoksa Büyük Selanik mi?

Bir ülkenin halkı sömürülebilir durumda kaldıkça, o ülke üstü kapalı da olsa sömürge olmaktan kurtulmaz.

Müslüman çoğunlukta İslamî bağımsızlık, İslamî hürriyet şuuru ve idraki var mı?

Esir sürülerine sahte uygarlık yollarında hürriyet şarkıları okutmak o kadar zor değildir.

Peygamber-i Zişan (Salat ve selam olsun ona) ne buyuruyor:

"Mü'min bir delikten çıkan tarafından iki defa sokulmaz."

Biz nasıl mü'minleriz ki, aynı delikten çıkan yılan tarafından bir kere değil, on kere, yüz kere, bin kere değil, bin birinci kere sokuluyoruz.

Küçük çocuklarımıza özel din ve Kur'an dersleri verdiremiyoruz. Bir milyonumuz akıl erdirip de Ankara'ya bir milyon e-mail dilekçesi gönderemiyoruz.

E-mail göndermek zor mu? Değil. Yasak mı? Değil. Tehlikeli mi? Değil. Netameli mi? Değil... Peki niçin gönderemiyoruz?

Çünkü biz colonisable (sömürgeciliğe yatkın) bir halkız.

Cemaatini İslam ile özdeşleştiren, hattâ İslam'ın üzerine çıkartan Müslüman'da akıl, firaset, fetanet ne gezer.

Dine, Kur'ana, Peygambere hakaret edilip saldırılınca ses çıkartmayan, tepki göstermeyen, kendi cemaat başına haklı bir tenkit yöneltilince yeri göğü inleten adam ve kadınlara siz gerçek ve olgun Müslüman mı diyorsunuz?

Müslüman kesimin içi casus, ajan, provokatör (kışkırtıcı), manipülatör, yönlendirici, modern İbn Sebe', maşlahsız ve kefiyesiz Lawrence'lar kaynıyor.

Bendeniz 1970'lerdeki o ateşli radikal mücahitleri çok iyi hatırlıyorum. Ne oldu şimdi onlar?

Büyük çoğunluğu müteahhit oldu.

1970'lerde bu düzen bozuktur diye yeri göğü inletiyorlardı.

Şimdi hiç sesleri solukları çıkmıyor.

Bu düzen bozuk ama bu bozuk düzenin rantları, nemaları, haram kemikleri, necis menfaatleri pek tatlı öyle mi?

Hz. Ömer minbere çıkmış, cemaate hutbe okumaya başlamış.

Sözün bir yerinde "Ben Allah'a ve Resulullah'ın getirdiği şeriata itaat edersem siz de bana edersiniz. Şayet ben doğru yoldan ayrılırsam..." dediği sırada, Ashab-ı kiramdan biri Halifenin sözünü kesmiş ve "O zaman biz seni kılıçlarımızla doğrultmayı biliriz" demiş.

Nerede şimdi böyle Müslümanlar?

Sözün özü şudur:

Biz Müslümanlar Kur'anın emir ve yasaklarına uymazsak, Peygamberin Sünnetine yapışmazsak, ahlak-ı Muhammedî ile ahlaklanmazsak, İslam'ı hayata Selef-i Sâlihîn gibi uygulamazsak; namazı ve cemaati terk edersek, hizip ve fırkalara bölünüp birbirimizle çekişip tepişirsek, cihattan geri durursak, riba yersek, bin türlü şehvetlerimize uyarsak, gıybet edersek işte böyle oluruz.

Ben çok iyi biliyorum:

Bazı çokbilmişler, ne olmuş yani, şimdi çok iyi durumda değil miyiz, yakında Asr-ı Saadet'i geri getireceğiz diyeceklerdir.

Zehi gaflet!



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Temmuz 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 29 Temmuz 2011, 11:40:50
Hurmet-i Musahare

Bir vilayet müftüsü vaazında şu cümleleri sarf etmiş: "Nikâh düşen kadının eli öpülmez... Bazıları diyor ki: 'Benim kalbim temiz...' Senin kalbin Hz. Peygamber'in kalbinden daha mı temiz? Peygamberimiz, nikahı düşen hiçbir kadının elini öpmemiştir..."

Sen misin böyle söyleyen, bu vaazı duyan ilerici ve çağdaş bir vatandaş kapı gibi dilekçe yazmış, vilayete şikayet etmiş.

İslam dininde hurmet-i musahare diye bir konu vardır, bugünkü Müslümanların çoğu bunu bilmiyor ve dikkat etmiyor.

Bir koca kayınvalidesinin şehvetle elini öpse zevcesi ondan boş düşer.

Samimî dindarlara rica ediyorum:

Lütfen hurmet-i musahare nedir icazetli ulemadan, fukahadan, Ehl-i Sünnet müftülerden öğreniniz.

Sakın ola ki, reformcu, BOP'çu, Fazlurrahmancı, ılımlı İslamcı, mezhepsiz, Kemalist, Fazlurrahmanist ilahiyatçılara sormayınız.

Müsaade ederseniz bir hatıramı anlatayım:

Yıl 1960, 27 Mayıs darbesi yapılmış, ihtilal konseyi Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendiyi Diyanet reisi yapmış, bendeniz de onun özel kalem müdürlüğünü yapıyorum.

Hergün Diyanet reisine bir yığın mektup geliyor... Bunlardan birisi çok enteresandı. Adam özetle şöyle diyordu. Muhterem Diyanet reisimiz, ben yıllardan beri kaynanamla zina yapıyorum, bunun hükmü nedir?..

Ömer Nasuhi hocaefendiye bu mektubu okuyunca, bir sükunet ve vakar âbidesi olan o muhterem zat birden patlamış ve gayr-i ihtiyarî olarak "Eşşekoğlu eşşek" demişti.

Sormuştum: Ne cevap yazalım?..

Cevap vermeyin demişti. Çünkü kaynananla zina yaparsan karın boş düşer desek, o zamanın İsviçre'den mütercem (tercüme edilmiş) Medenî Kanununa ters düşecek ve bilumum ve bilcümle Kemalistler leş kargaları gibi Diyanet'in başına üşüşecek, Başkanlık ağır cezaya verilecekti.

O zamandan beri ne değişti?

M. Kemal Paşa'nın Medenî Kanununda zina suçtu. Şimdiki kanunda artık suç değil!



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Temmuz 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 30 Temmuz 2011, 14:47:55
Bu Düzene İyi Denmez

Şu gerçekleri bilmek ve bildirmek için icazetli din âlimi ve fakih olmak gerekmez. Akaidini ve ilmihalini bilen her Müslüman bunları bilir.

BİRİNCİ GERÇEK: Bir inancın, düşüncenin, fiil (veya amelin) iyi ve kötü olduğunun ölçüsü ve kıstası Şeriattır. Şeriat bir şeye kesinlikle iyi diyorsa o iyidir, kesinlikle kötü diyorsa o kötüdür. Şeriat Kur'an, Sünnet ve icmâ-i ümmetten çıkartılmış kurtarıcı, mübarek, kutsal hükümlerin tümüne verilen isimdir.

İKİNCİ GERÇEK: Mevrid-i nasta (ona aykırı) ictihad yapılamaz. Yani Kur'anda, mütevâtir ve sahih hadîste bildirilen kesin nasslara aykırı ictihad olmaz.

ÜÇÜNCÜ GERÇEK: Doğru inanç ve düşüncelerin ana kaynağı insan aklı değil, Kur'anın ve Sünnetin beyanıdır. Akıl ancak vasıtadır. Onun da akl-ı selîm olması gerekir. Kur'an âyetlerinin ve Nebevî nurun aydınlatması olmazsa akıl tek başına yeterli olmaz. Akıllılık iyi bir şeydir. Akılcılık çok bozuk bir  doktrindir.

DÖRDÜNCÜ GERÇEK: Dünyevî ilimlerin ve fenlerin uzmanları, üstadları, bilginleri olduğu gibi dinî ilimlerin de icazetli ve yetenekli âlimleri, fakihleri, hocaları vardır.  İslam ilimleri kendi başına ve kendi keyfine göre rasgele kitap okuyarak öğrenilmez; yetenekli âlim ve fakihlerden ders alarak, te'allüm ederek, sonunda imtihan verip icazet alarak öğrenilir. Şu dünyada kendi kendine evinde rasgele tıb, mühendislik kitapları okuyarak doktor veya mühendis olan var mıdır? Böyle bir şey mümkün müdür?

Dört gerçeği zikr ettikten sonra bazı önemli hususları beyan etmek istiyorum:

Bugünkü düzen veya sistem İslam'a, Kur'ana, Sünnete ve Şeriata göre iyi ve doğru değil, kötü ve bozuktur.

Bu düzendeki kesin temel kötülüklere iyi diyen dinden çıkar.

Bir konu tartışılabilir:

Bu düzen eskisine göre daha az kötüdür denilir mi, denilmez mi?..

Müslümanlığın temellerinden biri de şu kuraldır:

Allah'ın Kur'anda, Resûlullah'ın, Sünnetinde kesin olarak iyi, doğru, güzel olduğu bildirilen şeylere iyi, doğru, güzel demek... Kesin olarak kötü, yanlış, çirkin denilen şeylerin de öyle olduğuna iman etmek.

Zamanımızda din alimi kılıklı birtakım rasyonalistler, reformcular, light/ılımlı İslamcılar, BOP İslamcıları, Kemalist İslamcılar, Fazlurrahmancı ilahiyatçılar yukarıda beyan ettiğim temel gerçekleri çiğniyor.

Kur'anda "Kısasta sizin için hayat vardır" buyruluyor.

Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) hadîsleri ve Sünneti bunu te'yid ediyor.

Şeriat-ı Garrâ-i Ahmediyye bu âyet üzerine hükümler te'sis etmiş.

Bu konuda kesin bir icmâ var.

Avrupa medeniyeti ne diyor? Katilleri idam etmek vahşettir diyor. Bu beyanı ile İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı ve zıt düşüyor. Avrupa medeniyetini, AB standart ve normlarını kabul edenler de...

Kur'an, Sünnet, Şeriat zinanın büyük bir günah, büyük ve ağır bir suç, büyük bir ahlaksızlık olduğunu çok açık ve seçik şekilde beyan etmiştir. Avrupa medeniyeti ise tersini söylüyor.

İslam ile düzenin, kadın ve kızların tesettürü konusundaki  görüş, tutum ve davranışlarına bakalım:

İslam tesettürü  kesin bir farz-ı 'ayn olarak kabul etmiştir. Bu farz Kur'anla, Sünnet'le, icmâ-i Ümmet'le sâbittir. Münkiri dinden çıkar... Kemalist düzen ise tesettüre karşıdır. Uygulama ortadadır. İki görüş arasında bir köprü kurulması, bir uzlaşı olması mümkün değildir. Çünkü bu konuda birbirine taban tabana zıttır.

Kadınların hürriyetini, haysiyetini, hukukunu, şeref ve itibarlarını ele alalım:

İslam dini, devletin bazı kadın vatandaşlara üzerinde TC  başlığı bulunan resmî vesikalar vererek onların yasal fuhuş yapmasına, bu resmî fuhuştan KDV ve gelir vergisi alınmasına,  bu fuhuşlu vergilerin genel bütçeye ilâve edilmesine asla ve kat'a izin vermez. Böyle bir şey İslam'a göre kadın haklarıyla ve hürriyetleriyle, kadınlık haysiyetiyle kabil-i te'lif (uyuşur ve bağdaşır) değildir.

İslam'ın ve ideolojik düzenin nice ana ve temel konularda birbiriyle uyuşup bağdaşmadığına dair yüzlerce madde yazabilirim. Şimdilik bu kadarla yetiniyorum.

Müslüman kardeşlerimi min gayri haddin (haddim olmayarak) uyarıyorum:

İmana, İslam'a, Kur'ana, Şeriat'a zıt, aykırı, ters şeylere sakın iyi demeyiniz.

Bugünkü düzenin çok bozuk, çok kötü, çok zâlim bir düzen veya sistem olduğunu ateist Marksistler ve medenî seküler aydınlar bile itiraf edip cesaretle söylerken; Müslümanların iyidir, eskisine göre daha iyidir gibi mantıksız ve hikmetsiz lâflar etmeleri çok ayıptır ve gülünç bir rezilliktir.

Bazı sefiller ve sefihler (beyinsizler) bu kötü düzenin haram, necis, kirli, cehennemî rantlarını, sözde nimetlerini, nemâlarını, yağlı kemiklerini bin türlü rüşvet, alavere dalavere, ihalelere fesat karıştırarak, haram komisyonlar alarak, çeşitli ahlaksızlıklar ve kanunsuzluklar yaparak devşiriyor. Onlara sakın aldanmayın, kanmayın.

Böylelerine Allah bizden uzakta cezanızı ve belânızı versin deriz.

(Olmuş bir hâdise: Bedbaht, talihsiz bir koca karısının eve ve yatağına dostunu aldığını öğrenmiş, sinirinden zangır zangır titreyerek Emniyete müracaat etmiş, "yetişin karım zina ediyor, zabıt tutun..." demiş. Emniyet, "zina yeni Ceza kanununa göre suç değildir, hiçbir şey yapamayız" cevabını vermiş ve adam ikinci kere yıkılmış, kahr olmuş. Soruyorum: Bu düzen iyi midir? Eski Ceza Kanununda zina suç sayılıyordu. Düzen şimdi eskisine göre daha mı iyidir veya daha mı az kötüdür?)



Mehmet Şevket EYGİ - 30 Temmuz 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 30 Temmuz 2011, 14:50:08
Hep Aynı Şeyleri Yazıyormuşum

Bir cemaate mensup bir kardeşimiz yazılarımdaki tekrarlardan çok rahatsız olmuş, tenkit ve hakaret etmiş, verip veriştirmiş.

Yazılarımdan rahatsız olanların onları okumamalarını tavsiye ederim.

Okurlarsa, tekrarlar dolayısıyla rahatsız ve tedirgin olmasınlar.

Onlar benden daha fazla tekrar yapıyor.

İşleri güçleri cemaat cemaat cemaat...

Akılları fikirleri cemaatin başındaki zat...

Durmadan dinlenmeden cemaat reklamı ve propagandası...

Bitmez tükenmez bir hizmet edebiyatı...

Günler, haftalar, aylar, yıllar, ömürler boyu süren bir övgüler seli...

Kendileri bu tekrarları yaparken kabahat olmuyor, bendeniz bazı uyarıları tekrarlayınca suç oluyor.

Bendeniz hiç kendimi övüyor muyum?

Müslüman bir yazar olarak elbette olumlu tenkitler yapacağım.

İsim vererek hiçbir şahsı ve cemaati tenkit etmiyorum.

Bendeniz profesyonel bir gazeteci ve yazar değilim.

Hanefi Avcı'nın Haliç'teki Simon balıkları gibi konular beni ilgilendirmez.

Hiçbir zengin cemaati ve başındaki muhterem zatı övmeye mecbur değilim.

Onların elinde büyük paralar var. Arzu buyururlarsa para verip kendilerini öven yazılar, kitaplar yazdırabilirler.

Tenkitlerim, uyarılarım haklı ve olumlu değilse buyursunlar beni gerekçeli bir şekilde çürütüp rezil etsinler.

Madem hoşlanmıyorlar, üzülüp tedirgin oluyorlar, niçin okuyorlar?

Bendeniz hoşlanmadığım yazıları ve gazeteleri okumam.

Lütfen insaflı, âdil ve hakkaniyetli olalım.



Mehmet Şevket EYGİ - 30 Temmuz 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 31 Temmuz 2011, 13:53:09
Muhterem Zatlar

Apriori (kablî, baştan) biliyorum ki, bir kişi gerçekten muhterem ise, birtakım saçma inançları, fikirleri, görüşleri, tezleri asla kabul etmez.

İslamî açıdan muhteremlikle saçma inanç ve görüşleri kabul etmek bir araya gelmez.

Benim bildiğim muhteremler sahih inanca sahiptir.

İtikatta ya Eş'arîdir, ya Mâturidîdir.

Fıkıhta dört hak mezhebten birine bağlıdır.

Musallidir.

Şahsı için paraya, mala düşkün değildir.

Böyle bir zat:

İslam'ın, Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu inancına sahiptir.

Onun nazarında İslam'dan başka hak ibrahimî din yoktur.

Hz. Muhammed Mustafa sallAllahu aleyhi ve sellemin peygamberliğini ilan edip İslam dini bütünlüğüyle tebliğ etmesinden sonra, diğer önceki dinlerin Şeriatlarının nesh edilmiş, hükümden ve yürürlükten kaldırılmış olduğunu bilir ve bildirir.

İslam ve Kur'an, başta Yahudiler ve Nasranîler olmak üzere bütün insanlığı kâffeten ve cümleten Tevhid'e çağırmaktadır der.

Bir zat gerçekten muhterem ise hak olan Tevhid inancı ile Teslis inancını bir tutmaz.

Zaruriyat-ı diniyeden asla ödün vermez.

Var gücüyle İslamî tebliğ ve dâvet yapar ve yaptırır.

Ahlak-ı Muhammedî ile ahlaklı muhterem bir zat kesinlikle riyasetten, şöhretten, insanların alkışından, pohpohlanmaktan hoşlanmaz.

Muhterem bir zat, gerçekten muhterem ise yağcıları, yalakaları, dalkavukları yanına yaklaştırmaz.

Riyâsete tâlib olmanın haram olduğunu bilir.

Selef-i Sâlihîn efendilerimizden sonra her asırda gelen muhterem zatlar öncelikle şu işlerle meşgul olup hizmet vermişlerdir:

(1) İman etmemiş insanları imana çağırma, dâvet ve tebliğ hizmetleri. (2) İman etmişlerin itikatlarının sahih olması için yapılan hizmetler. (3) Beş vakit namazın dosdoğru kılınması. (4) Zekatın Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete uygun bir şekilde verilmesi ve sarf edilmesi. (5) Ümmet birliği, Müslüman kardeşliği, mü'minlerin tefrikaya düşmemeleri için çalışmak. (6) Müslümanların Kur'an, Peygamber, evliyaullah ahlakı ile ahlaklı olmaları. (7) Kurtuluşun Kur'ana ve Sünnete sarılmakla, onların yap dediklerini yapıp, yapma dediklerini yapmamakla olacağı. (8) Kötü bid'atleri ret. (9) Büyük ve küçük cihad yapmak. (10) Oyalanma ve aldanma yeri olan dünya tuzaklarına karşı halkı uyarmak ve insanları (dünya vazifelerini ihmal etmemek şartıyla) ebedî âhiret hayatına yönlendirmek ve hazırlamak. (11) Müslim gayr-i Müslim bütün insanlığa nasihat etmek.

Bu devirde muhterem bir kişi olmak bu yollardan geçer.

Kur'ana, Sünnete, şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye muhalefet ederek, bazı konularda onlara aykırı inanç, görüş, tez, davranış ve metotlar sergileyerek muhterem olunmaz, gayr-i muhterem olunur.

İslam ahkamı (hükümleri) iki gruba ayrılır:

1. Usûle, temellere, esasa ait müttefakun aleyh hükümler. Bunlarda çeşitlilik, farklılık olmaz ve kabul edilmez.

2. Bir de teferruata (füruata) ait muhtelefün fih hükümler vardır. Dört mezhebin fıkhında, esasa ait olmayıp da teferruata (ayrıntılara) ait olan bazı farklı görüşler.

Hiçbir muhterem zat, birinci maddedeki usûle ait bilgi ve hükümlerde değişiklik yapamaz, farklılık sergileyemez. Yapar ve sergilerse otomatik olarak muhteremlik sıfatını kayb eder.

Her asırda gelen gerçek İslam büyükleri, gerçek muhteremler Şeriatı esas almışlar, kurtuluşun birinci şartının Şeriata uymak, Şeriatı hayatına tatbik etmek olduğunu kesinlikle beyan buyurmuşlardır.

Şeriatsız tarikat olmaz.

Şeriatsız necat olmaz.

Şeriata muhalif ve mugayir gerçek hizmet olmaz.

Gerçek muhteremler, Şeriattan sonra Sünnete yapışmışlar ve Müslümanları da Sünnete yapışmayı öğütlemişlerdir. Sünnete yapışmak Allah'ın rızasını ve ebedî saadeti kazandırır.

İslam tarihinde gelmiş geçmiş bütün muhteremler nefislerini kınamışlar, onları zabt u rabt altına almışlardır.

Muhteremlikle nefsaniyet ve hubbi riyâset bir araya gelmez.

Muhteremlerin devlet, hükümet büyükleri, valiler, büyük dünya adamları ile ilgili tutumu şöyledir:

(1) Onların büyük kısmı sultanların, vüzeranın ve vülâtın huzurlarına çıkmamış, onlarla ihtilat edip görüşmemiştir.

(2) Bazıları görüşmüşlerse de, bu görüşmeyi, Müslüman halkı onların zulmünden kurtarmak, onlara nasihat etmek, âdil munsif olmalarını sağlamak için bilmecburiye ve bizzarure yapmıştır.

Bütün muhteremler ihlaslı, zâhid, âbid, yüksek ahlaklı, yüksek karakterli, zikr-i dâimî ile zâkir, âmirîne bi'l-mâruf ve nâhine 'ani'l-münker (Mâruf ile emr edici ve münkerden nehy edici), riya ve nifaktan uzak, fetva ve ruhsat yolundan değil azimet yolundan giden kimseler olmuştur.

Onlar dünya saltanatına tâlib olmamışlar, mânevî sultanlıklara nâil olmuşlardır.

1400 küsur yıllık İslam tarihinde gelmiş geçmiş, Müslümanlara örnek olmuş, Din-i Mübin-i İslam'ı hakkıyla yaşamış, örnek olmuş, Efendimiz ve kurtarıcımız Muhammed Mustafa'nın yolundan gitmiş, Sünnetini ihya etmiş muhteremân-ı kiram hazeratının ruhaniyetleri üzerimize sâyeban olsun.



Mehmet Şevket EYGİ - 31 Temmuz 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 01 Ağustos 2011, 11:23:52
Mübarek Ramazan ve orucun hakkını verebilecek miyiz?

BUGÜN 1 Ramazan, mübarek ay hepimize kutlu olsun. Bu ay bir imtihan ayıdır, acaba bu imtihanı yüz akıyla, başarılı bir şekilde verebilecek miyiz?

1. Oruç tutması gereken Müslümanların yüzde kaçı oruç tutacak? Günler çok uzun, hava çok sıcak, bahane çok... İslam dininde özürler, mazeretler ikiye ayrılır: Şer'î mazeretler, hastalık, yolculuk, annenin bebeğini emzirmesi gibi... Bir de Şeytanî mazeretler: Günlerin uzun, havaların sıcak, işlerin ağır olması gibi...

2. Oruç sadece imsaktan akşama kadar aç ve susuz kalmak değildir. Cihetten münezzeh olan Allah'a yönelmektir. O'na ibadet etmek, O'nu zikretmek, O'nun emirlerine uymak, yasaklarından uzak durmak, O'nun Resulüne itaat etmek... Hem oruç tutuyor, hem gıybet ediyor... Böyle oruç ism ve resmden ibarettir. Oruç tutuyor, müminlere düşmanlık ediyor, kâfirleri dost ve velî ediniyor... Gündüzleri oruç tutuyor, geceleri Şeriata göre fısk ve fücur olan Ramazan etkinliklerine, şenliklerine, eğlencelerine katılıyor... Acaba bu Ramazanda İslam'a ve oruca münafî çirkin işlerden kendimizi alıkoyabilecek miyiz?

3. Müslümanlar zekâtlarını genellikle Ramazan ayında verirler. Geçen yıllarda olduğu gibi bu sene de Kur'an'a, Sünnete, İcma-i Ümmete aykırı şekilde zekât toplanacak ve bu toplanan para ve mallar aykırı şekilde sarf edilecektir. Müslüman toplumda bu bozukluğu düzeltmek için niyet ve irade görmüyorum.

4. Ramazan ayının Müslümanların birleşme, kardeşlik, kaynaşma, yardımlaşma ayı olması gerekir. Zamanımızda Türkiye Müslümanları paramparçadır, birbirinden kopuk bir sürü hizbe, fırkaya, cemaate ayrılmıştır. Bunların bazıları birbirlerine düşmanlık etmektedir. Müslümanların bir İmam-ı Kebir'i, bir Emir'ül-Müminîni yoktur. Ümmet karanlık gecede, fırtınaya ve yağmura tutulmuş, kurtların hücumuna uğramış, çobansız kalmış zavallı bir koyun sürüsüne dönmüştür. Bu Ramazanda, bu kötü durumdan kurtulmak için bir teşebbüs olacak mıdır? Olursa, bu teşebbüs Müslümanların ilgisini çekecek midir?

5. Ramazan ayının özelliklerinden biri Yatsı namazından sonra 20 rekat Teravih Namazının kılınmasıdır. Eskiden İstanbul'un nüfusu 1-2 milyon iken camiler doluyordu. Şimdi 20 milyon (belki daha fazla) oldu, teravihlerde camiler boş. Kitap fuarları, Ramazan etkinlik ve şenlikleri, açık hava kahveleri dolu, camilerin yarıdan fazlası boş... Ne kadar üzücü, utanç verici, düşündürücü bir manzara. Bakalım, Müslümanların başını çeken muhterem zevat, bu konuda neler yapacaklar?

6. Ramazan ayı Müslümanlar için bir bilgilendirme, aydınlatma, yol gösterme zamanıdır. Bu ayda çok lüzumlu, çok zarurî, çok faydalı, çok etkili on milyonlarca broşür yayınlanıp dağıtılmalı, yine on milyonlarca afiş, pankart asılmalıdır. Bakalım bu Ramazan'da böyle hayırlı işler ve hizmetler yapılacak mıdır?

Böyle hizmet ve faaliyetlerin yapılmadığı Ramazanlar kaçırılmış fırsatlardır.

Ramazanlarda 5 vakit namaz konusunda öyle bir seferberlik, aydınlatma faaliyeti yapılmalıdır ki, yüzde 10 olan namaz kılanların oranı yüzde 20'ye çıksın, kutsal ayda namaza başlayanlar Bayramdan sonra bırakmasınlar... Böyle olursa 5 sene içinde namaz kılanların nispeti yüzde 50'yi aşacaktır. Bizim bu konuda niyetimiz, irademiz, plan ve programımız var mıdır?

Her ramazanda olduğu gibi bu sene de birtakım şahıslar, kuruluşlar, cemaatler, hatta tarikatlar beş yıldızlı lüks otellerde görkemli, gösterişli, israflı, lüks iftar ziyafetleri vereceklerdir. İslam'ın, Ramazanın, orucun ruhuna uymayan gülünç fânilikler... "Bizim cemaatin iftarı sizin cemaatin iftarından çok üstün oldu... Bizim hocamız sizin hocanızı döver... Biz zirvedeyiz, siz çukurlarda sürünüyorsunuz... Biz, miz..."

İslamiyet'te sohbetin önemli yeri vardır. Acaba bu Ramazanda sohbet etmeye ehliyeti ve liyakati olan âlimler, ârifler, fâzıllar, gerçek hocalar, gerçek şeyhler hayırlı sohbetler yapacaklar mı? O sohbetleri dinleyen insanlar kendilerini düzeltip iyi Müslüman olacaklar mı?

Şundan hiç şüpheniz olmasın, bu Ramazanda da çılgınca para toplanacaktır. Zekâtlar toplanacaktır... Sadaka toplanacaktır... Hayır hasenat parası toplanacaktır... Acaba bu toplanan paralar Kur'an'a, Sünnete ve Şeriata uygun şekilde toplanıp yine onlara uygun şekilde harcanacak mıdır?

Eski Ramazanlarda olduğu gibi bu Ramazanda da, senenin 11 ayı fısk, fücur, fitne fesat, nifak şikak, günah, isyan yayınları yapan bir kısım medyamız Ramazan programları yapacaklardır. Bu programların bir kısmına (yüzde kaçına?) reformcu, değişimci, yenilikçi, Kemalist, BOB'çu, Fazlurrahmancı, naylon müctehit, mezhepsiz, Afganîci, telfik-i mezahip taraftarı, hadîs ayıklamacısı mâlum ve mahut profesörler, ilahiyatçılar çağrılacak, milyonlarca saf ve bilgisiz vatandaşın zihinleri karıştırılacaktır. Acaba sayın Ehl-i Sünnet Müslümanları bu konuda ne düşünürler?

1,5 milyarlık, çok geniş bir coğrafyaya yayılmış İslam âleminde büyük, korkunç, yürek parçalayıcı facialar yaşanıyor. Dilleri, renkleri, ülkeleri, kültürleri nasıl olursa olsun, onlar bizim kardeşimizdir. Acaba onların çektiklerinden dolayı üzülecek miyiz?.. Somali'de korkunç bir açlık faciası var, öyle böyle değil, aç Müslüman kafileleri yollarda yürürken çocuklar sapır sapır ölüyormuş. Biz onlar ölürken, Kur'anî ve Nebevî öğretilere aykırı lüks iftarlarda tıka basa yiyeceğiz.

Afganistan'da, Irak'ta, Filistin'de, Şarkî Türkistan'da, Birmanya'nın Arakan bölgesinde Müslümanlar savaş, terör, zulüm yangınları içinde kavruluyor. Bizim bazı pabucu büyüklerimiz 5 yıldızlı otellerin lüks restoranlarında, çıplak genç kadınların çalgı nağmeleri ve ilahi terennümleriyle vaktiyle Firavunun bile yiyemediği nefis, leziz, pahalı, lüks yemekler, iftariyelikler, tatlılar yiyecekler. Bizim bir kısmımız böyle yaşarken Suriye'de Müslüman kardeşlerimiz merhametsizce kurşunlanacak...

Kendi kendime soruyorum, bazı zengin, güçlü, nüfuzlu, "yüksek" Müslümanlar, niçin 5 yıldızlı otellerde iftar ziyafetleri veriyor? Herhalde, o civarda 7 yıldızlı otel yok da ondan.

5 yıldızlı otel ne demektir?

1. Oralarda en lüks içkiler su gibi içilir.

2. Mutfaklarında domuz eti pişirilir. Mesela Müslümanlar için dana biftek kızartılırken, aynı ızgarada domuz pirzolası da pişirilir ve bunların yağları, suları birbirine karışır.

3. Oralarda Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyenin caiz görmediği fuhşiyyat, azgınlıklar olur.

Geçmiş yıllarda bendeniz de böyle günahlı iftarlardan bazısına iştirak ettim, akşam namazı vaktinde kılınmıyordu, yatsıya yakın bir zamanda bir salona serilmiş birkaç seccade üzerinde alelacele, paldır küldür, genellikle münferiden namaz kılınıyordu.

İmam-ı Gazalî Hazretleri zamanımızda yaşasaydı böyle bir iftar ziyafetine davet edilseydi, ne yapardı?.. Davete icabet etmek gerektiği için kapıya kadar gelir, içeriye girer ve otelin lobisinden geri dönerdi.

Bırakın İmam-ı Gazalî'yi yakın zamanda yaşamış, icazetli hakiki şeyhler böyle iftar sofralarına otururlar mıydı? Hiç sanmam.

Böyle iftarlara katıldığım için kendimi aklamıyorum. Zaten bendeniz derece itibarıyla Müslümanların en sonuncusuyum. Hiçbir faziletim yoktur.

İnsan eğri de otursa doğru konuşmalıymış. Birazcık böyle yapabiliyorsam ne mutlu bana.

Zavallı Türkiye Müslümanları nasihatsiz kaldılar. İslamî nasihat olmayınca, din de elden gider.

Türkiye Müslümanlarının velinimetleri vardır.

Ahmet Yesevî... Mevlanâ Celaleddîn Rumî, Halîd-i Bağdadî, Hacı Bayram-ı Velî... Hacı Şaban-ı Velî... Bursa'da Emir Sultan ve diğerleri... Onlar bizim halimizi görseler üzülürler ve hayıflanırlardı.

Geçen sene Sultanahmet'ten geçerken parkın içine kondurulmuş ahşap büyük bir nargilehâne görmüştüm. Büyük camide ezan okunmuş, namaz başlamıştı... Nargileci Müslümanlar hasır sandalyelere oturmuşlar tokur tokur, fosur fosur nargilelerini çekiyorlardı. Caminin yarısı bile dolmamıştı.

Doğrusunu söylemek gerekirse, caminin hali de bir acayipti: Haddinden fazla hoparlörden 130 desibellik sesler çıkıyor... Kulaklar bu ses yüksekliğinden rahatsız oluyor... Işıklar çok çiğ... Cemaatin büyük kısmı takkesiz... Kıyafetler çok laubali... Genellikle tişört giyilmiş, bazısının üzerinde yazılar ve resimler var... Boş kısımda küçük çocuklar ciyak ciyak bağırarak koşuşuyorlar... Bir pejmürdelik, laubalilik ki sormayın...

Efendim, sür-i lisan ettikse afv ola. Allah oruçlarınızı, namazlarınızı, yerli yerinde veriyorsanız zekâtlarınızı, sadakalarınızı kabul etsin, hepimizi bağışlasın.



Mehmet Şevket EYGİ - 01 Ağustos 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 02 Ağustos 2011, 11:45:48
Yangın Var!

Allahü Teâlâ Peygamber, Kitab, Din göndererek bizi uyarmıştır. Biz Müslümanlar "Haberimiz yoktu, uyarılmamıştık" diyemeyiz. Böyle dersek yalan söylemiş oluruz.

Müslüman toplumun durumu dinî açıdan, din gözlüğüyle bakıldığında çok kötüdür.

Toplumda çok büyük kötülükler, günahlar, isyanlar vardır:

İzin verirseniz bunlardan 33'ünü saymak istiyorum:

1. Çok vahim itikat bozuklukları görülmektedir. Mesela: İslam'dan başka hak ibrahimî dinler vardır ve onların mensupları da, İslam'ı, Kur'anı, Resulullahı yalanlamalarına rağmen Cennete girecektir mealindeki bâtıl iddia.

2. Beş vakit namaz halkın yüzde 90'ı tarafından terk edilmiştir.

3. Cemaat terk edilmiştir.

4. Eski Sodom Gomore'yi gölgede bırakacak fuhşiyyat, çeşit çeşit azgınlıklar, kumar, işret çok yaygın hale gelmiştir.

5. Toplumları çökerten lüks, israf ve sefahat çok artmıştır.

6. Riba alıp verme genelleşmiştir.

7. Gıybet ve diğer lisan afetleri genelleşmiştir.

8. İman ve İslam kardeşliği hemen hemen kalmamıştır.

9. Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzı yeteri kadar ve etkili şekilde yapılmamaktadır.

10. Halka yeteri kadar ve etkili şekilde nasihat edilmemekte, Müslümanlar uyarılıp bilgilendirilmemektedir.

11. Zekatlar Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre doğru dürüst yerli yerinde verilmemekte, sarf edilmemektedir.

12. İstanbul için söylüyorum: Cuma ezanı okununca işyerleri, Cuma namazının bitimine göre kapatılmamaktadır.

13. Ahlaksızlık, dinsizlik, densizlik, sarhoşluk, fuhuş sokaklara meydanlara taşmıştır.

14. Mübarek Ramazan ayında bile İslam'a ve Şeriat'a aykırı Ramazan Şenlik ve Etkinlikleri fütursuzca yapılmaktadır.

15. Din ve mukaddesat sömürüsü görülmemiş korkunç boyutlara ulaşmıştır.

16. Birtakım Müslüman ruhbanlar erbab haline getirilmiştir.

17. Zengin Müslümanlarla fakir Müslümanlar arasında uçurumlar meydana gelmiştir. Yardımlaşma ve paylaşma ahlakı çok zayıflamıştır.

18. Halka ve bilhassa gençliğe, öğrenilmesi ve bilinmesi farz olan ilmihal bilgileri doğru dürüst öğretilmemektedir.

19. Mü'minler birbirlerini yeteri kadar sevmemekte, hattâ bazısı bazısına düşmanlık etmektedir.

20. Ümmet-i Muhammed yüzlerce birbirinden kopuk hizbe, fırkaya, cemaate bölünmüştür.

21. Beynelmüslimîn (Müslümanlar arasında) tartışmalar, çekişmeler, husumet ayyuka çıkmıştır.

22. Kur'ana iman ettik diyenlerin büyük kısmı Kur'anın kesin emirlerine uymamakta, Kur'anın kesin yasaklarından kaçınmamaktadır.

23. Biz Peygambere (Salat ve selam olsun ona) iman ettik diyenler onun Sünnetine, buyruklarına, emir ve yasaklarına, öğütlerine uymamaktadır.

24. Halkın büyük kısmı ebedî kalınacak âhireti unutmuş, var gücüyle çılgınlar gibi fânî dünya için çalışmaktadır.

25. Halkı uyaracak, çekip çevirecek yeterli miktarda icazetli, gerçek, 'âmil, kâmil ulema, fukaha ve mürşidler kalmamıştır, yetişmemektedir.

26. Yeterli miktarda iman hizmetleri yapılmamaktadır.

27. Koyu ve yaygın gaflet ve cehalet vardır.

28. Ümmet-i Muhammed bir İmam-ı Kebir'den, bir Emirü'l-mü'minînden mahrumdur, böyle bir reis seçilmesi hususunda bir çalışma da yoktur.

29. Müslümanların arasına sürülerle casus, ajan, istihbaratçı, provokatör, yönlendirici sızmıştır.

30. Din (büyük ölçüde) elden gitmiştir.

31. Parçalar bütünle özdeşleştirilmiş; bazı cemaatler, tarikatler, hizip ve fırkalar din ile eşit hale getirilmiş, hattâ ondan da üstün görülmeye başlanmıştır.

32. Müslüman ve dindar geçinen bazıları, canımızdan daha çok sevmemiz ve hatırasını titizlikle korumamız gereken Sevgili Peygamberimize saldırılınca tepki göstermiyor, kendi din baronlarına en ufak bir tenkit yöneltilince kıyamet kopartıyor.

33. Müslümanlar kültür, medeniyet ve zihniyet bakımından medenî ve vasıflı Müslüman olmaktan büyük ölçüde çıkmış, bedevî ve kırsal kesim Müslümanı statüsüne düşmüştür.

Yukarıda saydığım kötülük ve noksanlardan biri bile Müslüman bir toplumu çökertip yıkmaya yeter.

Okur-yazar bir Müslüman olarak bu konuda sevgili kardeşlerimi uyarmayı vazife bilmekteyim.

Çok kusurlu bir Müslüman olduğumun bilincindeyim.

Şahsımla ilgili herhangi siyasî, mâlî, nefsanî bir talebim yoktur.

Yangını söndürecek güce ve imkana sahip değilim.

Yangın var diye bağırmaktan başka bir şey yapamıyorum.

Yangın var diye feryat etmemi yaygaracılık olarak görecekler çıkacaktır.

Bilhassa onların tıkaçlı kulaklarının dibinde bağırıyorum: Yangın var!.. Yangın var!..



Mehmet Şevket EYGİ - 02 Ağustos 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 02 Ağustos 2011, 11:47:25
Telgraflar

* PKK terörü bitmez... Bitirmeye kalkanı bitirirler... Yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu kaçakçılığı... Silah ve cephane kaçakçılığı... Bitmez... STOP

* PKK İsrail Ermeni Haçlı AB... STOP

* Doğu ve güneydoğu Anadolu'nun nüfusu boşaltılıyor... Tabiat boşluğu sevmez... Buralara ileride başka nüfuslar mı ithal edilecektir?... STOP

* 3500 köy düzlendi... Ahalisi sürüldü.... STOP

* Sünnetsiz PKK şehitleri Kürt müdür?... STOP

* Cihad fi sebilillah Kur'anla Sünnetle icmâ ile farzdır... Onlar cihadsız yeni bir İslam türetmek istiyor... STOP

* Din piyasasında aşırı miktarda petrodolar var... STOP STOP

* Reformcu kısa zamanda meşhur olmak için saçma sapan bir ictihad yaptı medya ictihadın üzerine atladı ve reformcu çok meşhur oldu... STOP

* Tebdilhava iznine çıkan askerin hiç parası yoktu... Köyüne otostop yaparak giderken motosiklet çarpması sonucu öldü... Ailesinin çocuklarının cesedini köye getirtecek parası yoktu... STOP

* Manken olmak için evden kaçan 14 yaşındaki hoppa kıza bir hafta içinde tam 14 kişi tecavüz etti... Sonuncusu kızı randevuevine sattı... STOP

* Karım zina yapıyor aşığı şu anda evimde hemen gelin baskın yapın zabıt tutun diyen kocaya polis "Zina yeni Ceza Kanununda suç değildir bir şey yapamayız" cevabını verdi... STOP

* Ey öğretmenler yeni nesiller sizin eserinizdir eserinize iftiharla bakınız... İmza M. Kemal... STOP

* Türkiye'de din çok ilerliyor... On milyon liraya yapılan büyük camide sabah namazındaki cemaat on kişi... STOP

* Bir cemaat marşı yazdırdı ve besteletti... Ey Hocamız sen ne büyüksün... STOP

* Geçen Ramazan Silvan'da bir fakir iftar yemeği olmadığı için ağlayarak intihar etti... Zekat zekat zekat... STOP

* Müslüman vatandaş on yaşındaki çocuğuna yaz tatilinde din ve Kur'an dersi verdiremedi... Yasak... STOP

* Bodrum'da lüks bir restoranda bir şişe İspanyol şaraplı yemek 2500 yeni lira... STOP

* Şehit olan askerlerden birinin ailesi naylon bir çadırda yaşıyormuş... STOP

* Köprü güzergahındaki tarlalar ve arazi kısa zamanda on misli değer kazandı... Birileri köşeyi döndü... Stop

* Şişman zenginlere müjde... Lüks diyet tedavisi başladı... STOP

* Fuhuşla mücadele sürüyor hamamın namusu temizleniyor... STOP

* Yaklaşan depreme karşı hazırlıklar çok yoğun... STOP



Mehmet Şevket EYGİ - 02 Ağustos 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 03 Ağustos 2011, 11:46:19
Düşüncesizlik ve Akılsızlık Yaygınlaştı

Vah vah, halkın düşünmeye vakti ve mecali kalmadı!.. Hiçbir şeye yanmam Müslümanların da büyük kısmı düşüncesiz oldu.

Müslüman nasıl bir insandır? O, yararına ve zararına olan şeyleri bilen; yararına olan şeylerle zararına olanları birbirinden ayırt edebilen bir kimsedir.

İyi, doğru ve mantıklı düşünemeyen insanlar yanlış tercihler yapar.

İnsanın aklı ve zekâsı gelişmeye ve körleşmeye istidadı olan bir şeydir.

İyi ve doğru bir eğitimle zekâlar, akıllar parlaklaşır, nurlanır, inkişaf eder.

Kötü bir eğitim en keskin zekâları berbat eder, karartır, körletir.

Müslüman bir kişiyi düşünelim:

Onda düşünme kabiliyeti varsa namaz kılması gerektiğini bilir ve gereğini yapar.

Aklı çalışıyorsa itikadını tashih eder.

İyi düşünen bir Müslüman hiç gıybet eder mi?

Parayı put haline getirir mi?

Selim bir akla sahip Müslümanın âhireti unutup gaflete dalması mümkün müdür?

Aklı çalışan Müslüman bir hanımın başına renkli bir bez doladıktan sonra sokaklarda, meydanlarda, nâmahremler arasında keyfe mâ yeşâ serbestçe dolaşması, fink atması mümkün müdür?

Evet biz Müslümanlar, ne kadar yanlış, kötü iş yapıyorsak hep akılsızlığımızdan, düşüncesizliğimizden yapıyoruz. Akıllı gibi görünüyoruz ama yaptıklarımızın çoğu akıllı işi değil.

Halkı Müslüman bir şehrin durumunun iyi veya kötü olduğu sabah namazı vaktinde belli olur.

Namaz vakti gelince, ezanlar okununca evlerin ışıkları yanar ve ahali-i Müslime namaza hazırlanır.

Hanımlar evlerde kılar, erkekler camilere gider, namazı cemaatle eda eder.

Bir İslam şehrinde Müslüman ahali sabah namazı vaktinde leşler gibi uyuyorsa onların aklı ya yok yahut çok kıt demektir.

Leşler gibi uyuyorlarsa sözüm çok mu ağır?.. Özür dilerim, ölüler gibi diyeyim.

Müslümanlar kafalarını, akıllarını çalıştırmış olsalardı bugünkü esir, zelil, parçalanmış, zebun durumda olurlar mıydı.

Bir dinsiz kuyuya bir taş atıyor, kırk Müslüman o taşı çıkartamıyor.

Allahü Teâlâ Kur'anda israf etmeyin buyurmuş... Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem israfı kötülemiş...

Selim bir akıl israfı kötü görür... Biz ne yapıyoruz? Elimize para, imkan, fırsat geçince her konuda israf ediyor, saçıp savuruyoruz.

Düşünen, aklı olan bir Müslüman lüks hayat sürüp, lüks yiyerek hiç israf eder mi?

Müslümanın aklı ve vicdanı olsa, rezil ve sefil lüks bir cep telefonu ile öğünür mü?

Şu Müslümana bakınız: Tam 250 liralık lüks bir kravat takmış boynuna, kravatın rüzgarla ters dönmesini bekliyor. Ters dönecek de markası görünecek... Vah benim akılsız, beyinsiz, vicdansız kardeşim!

Müslümanın bir tarifi de akıllı insandır.

Nasıl bir akıl?.. Selim bir akıl.

Kur'anî ve Nebevî nurlarla aydınlanmış bir akıl.

Müslümanda böyle selim ve nurlu bir akıl yoksa onun Müslümanlığı ism ve resmden ibarettir.

Mü'min firasetli kişidir.

Mü'minde fetanet vardır.

Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz hazretleri ne buyurmuş: İki günü birbirine eşit olan zarardadır buyurmuş...

Aklımızı her gün biraz daha geliştirmekle mükellefiz. Her gün, bir öncekinden daha mantıklı, daha bilgili, daha kültürlü, daha dengeli olmalıyız.

Efendimiz ne buyurmuş: Müslüman, bir delikten çıkan tarafından ikinci defa sokulmaz.

Biz ikinci defa değil, bininci defa sokulsak yine akıllanmıyoruz, yine tedbirli olmuyoruz.

Aklımızı nasıl geliştirebiliriz?

Akıllı insanları dinleyerek.

İyi ve faydalı kitapları, mânalarını iyi anlamak şartıyla okuyarak.

Öğrendiğimiz iyi bilgileri hayatımıza uygulayarak.

Aklı geliştiren ilimleri ve fenleri öğrenerek.

Kâmil mürşidlerin öğütlerini dinleyerek

Lise tahsili yapmış her Müslüman Mecelle-i Ahkâmı Adliye'nin başındaki Kavaid-i Külliyeyi ehliyetli bir hocadan okuyup öğrenmelidir.

O küllî kaideler sadece hukuk kaideleri değil, her insana hayatı boyunca lâzım genel düsturlardır.

Aklı geliştiren ilimlerden biri mantık ilmidir.

Bir mantık kitabı alacaksın ve onu hikaye kitabı gibi okuyacaksın... Böyle mantık öğrenilmez. Ehliyetli ve liyakatli bir mantık hocası bulup ondan öğreneceksin. Hoca ehliyetli ve liyakatli değilse yine boş...

Sonunda bir heyet seni imtihan edecek, geçebilirsen "Bu kişi mantık bilir" sertifikası alacaksın.

Düşüncesiz ve akılsız kimseler, "Hızlı trenler yapılıyor, her yere uçak seferi var, turizm çok arttı, zenginlik var..." gibi delillerle ülkemizin durumunun iyi olduğunu iddia ediyor.

Peki madalyonun arka tarafından neler var? İçki, zina, haram yeme, kokuşma, binamazlık, riba, kadınların tesettürsüzlüğü, dinsizlik, densizlik, müstehcen yayın lağımları seller gibi, lüks ve israf dorukta, toplumun bir kısmı Sodom ve Gomorelilere benzemiş, Müslümanlar tek bir Ümmet olmaktan çıkmış, birbirinden kopuk hizip ve fırkalara bölünmüş... Bunca korkunç kötülükler, günahlar, isyanlar, tuğyanlar içinde hızlı trenlerin, barajların, limanların ne faydası olur...

Yâ Rabbi!.. Hepimize selim akıl, firâset, fetânet, nurlu ve kurtarıcı bilgiler ve bu bilgileri uygulamayı bize nasip ve ihsan et...



Mehmet Şevket EYGİ - 03 Ağustos 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 03 Ağustos 2011, 11:46:44
Tophâne Müşiri Zeki Paşa'nın Oğlu

Yıl 1954'tü sanıyorum. O tarihte Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde (eski Mülkiye Mektebi) okuyordum. Öğleden sonraları da Fransız Kültür Merkezinde sekreterlik yapıyordum.

Bir gün Merkez'e bir zat geldi, birisiyle Fransızca konuşmaya başladı. Mükemmel bir Fransızca. Aksan farkı yok, sanki Paris radyosunun spikeri... Müdür mösyö Roche onu gördü, konuşmasını işitti, yanına yaklaştı, "hoş geldiniz" dedi... Bu kadar güzel Fransızcası olan bir kimse her halde Paris'ten gelmişti...

O zat müdüre, "Ben Fransız değilim, Türküm" deyince Mösyö epey şaşırmıştı. Türküm dedikten sonra ilâve etmişti: "İngiliz dostlarım da İngilizceyi Oxford aksanıyla konuştuğumu söyler..."

O gün sormuş ve onun Sivas milletvekili Sedat Zeki Örs olduğunu öğrenmiştim. İsmi bana yabancı değildi, Üstad Necip Fazıl'ın Büyük Doğusunda da makaleleri çıkardı.

Kaç yıl sonra merhume Münevver Ayaşlı hanımefendiye sormuştum: Bu Sedat Zeki bey Fransızcayı bu kadar güzel ve mükemmel nasıl öğrenebilmiş?

Hanımefendi şu cevabı vermişti:

Onun babası, Sultan Abdülhamid han'ın Tophane-i âmire müşiri Zeki Paşa idi ve oğluna iyi Fransızca öğrettirmek için ağırlığınca altın ödemişti.

Sedat Zeki bey tam bir İstanbul kültürüne sahipti. Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan devrimlere karşıydı. Hele, A. Dilaçar (Agob Martayan) vasıtasıyla gerçekleştirilen dil devrimini hiç benimsememişti.

Medyada birkaç hafta önce okudum: Boğaziçi'nde, Müşir Zeki Paşa tarafından bir Fransız mimarına inşa ettirilen şahane yalı Sotheby's mezat firması tarafından satılacakmış. Bugünkü paramızla 187 milyon lira fiyat koymuşlar. Allah Sultan Abdülhamid'e, Zeki Paşa'ya, oğlu Sedat Zeki beye, Münevver hanıma ve bütün mü'minlere rahmetiyle muamele buyursun. Bu dünya kimseye kalmıyor. Gelmek gitmek demek. İnsanlar ölür, Boğaz'da şahane bir yalı kalır. Vakt-i merhûnu gelince o da yıkılacak...



Mehmet Şevket EYGİ - 03 Ağustos 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 04 Ağustos 2011, 11:33:07
Vahim Bozukluklar ve Sapıklıklar

Birinci büyük sapıklık: İslam'a, Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete, Şeriata göre bozuk olan bir sistem ve düzene iyi demek.

İkincisi: Bu devirde İslam'dan başka da hak, makbul ve geçerli dinler vardır demek.

Üçüncüsü: Fâsık, fâcir, azgın, günahkâr, âsi bir topluma iyi demek.

Dördüncüsü: Allahü Teâlâya noksan sıfatlar yakıştırmak.

Beşincisi: Müslümanların yüzde 90'ınını beş vakit namazı terk etmiş olmasını hafife almak, buna önem vermemek.

Altıncısı: Ümmet şuuruna (bilincine) sahip olmamak.

Yedincisi: Hizip, fırka, tarikat, cemaat, grup, klik asabiyetine, fanatizmine, militanlığına sahip olmak.

Yedincisi: Yeterli ilmi, irfanı olmaksızın icazetsiz olarak Kur'an-ı Azimüşşandan re'y ve hevâsı ile hüküm çıkartmak, müctehidlik taslamak.

Sekizincisi: Dünyayı çok sevmek ve âhireti unutup sırf dünya için çılgın gibi çalışmak.

Dokuzuncusu: Çocuklarını ehl-i dünya olarak yetiştirmek.

Onuncusu: Parayı taparcasına sevmek.

On birincisi: Parayı iddihar etmek, kenz yapmak.

On ikincisi: Lüks bir hayat sürmek.

On üçüncüsü: İhtiyacından fazla harcamak, aşırı tüketim yapmak.

On dördüncüsü: Parçayı bütünle özdeşleştirmek. Cemaatini, tarikatini, mezhebini, meşrebini din haline getirmek.

On beşincisi: Cuma ezanı okununca dükkanını, bürosunu, işyerini namaz bitinceye kadar kapatmamak, ticarete ve işe devam etmek.

On altıncısı: Körü körüne particilik yapmak.

On yedincisi: Futbol holiganı gibi particilik yapmak.

On sekizincisi: Nafile ibadetlerle övünüp, gösteriş yapmak, gurur ve kibre kapılmak.

On sekizincisi: Başkalarının ayıplarını, günahlarını, kusur ve hatâlarını araştırmaktan ve onları çekiştirmekten; kendi ayıp ve günahlarına bakacak zamanı kalmamak.

On dokuzuncusu: Zekâtını öncelikle Müslüman fakirlere, Müslüman miskinlere, perişan mültecilere ve diğer hakkedenlere vermemek; zekât uğrularına kaptırmak.

Yirmincisi: Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim taraftarı olmak.

Yirmi birincisi: Türkiye'deki düzen bozuktur, binaenaleyh bu bozuk düzende bozuk işler yapılabilir, her halt yenilir demek.

Yirmi ikincisi: Bizim hocamız, hoca efendimiz, şeyhimiz, büyüğümüz, baronumuz hiç hatâ yapmaz, o lâ yuhtidir, mâsumdur, ne derse doğrudur, ne yaparsa isabetlidir sapık inancına sahip olmak.

Yirmi üçüncüsü: Her şeyin en iyisi Müslümanlara layıktır diyerek israf etmek, lükse kaçmak, aşırı tüketim yapmak, gurur ve kibir sergilemek.

Yirmi dördüncüsü: Cemaat ve hizip asabiyeti yüzünden sâlih Müslüman kardeşine darılmak, onunla ilişkisini kesmek.

Yirmi beşincisi: İslam düşmanı kâfirleri dost ve veli edinmek.

Yirmi altıncısı: Nefsini temize çıkartmak, aklamak.

Yirmi yedincisi: Dini ve mukaddesatı kendi şahsî ve siyasî nüfuz ve menfaatine âlet etmek.

Yirmi sekizincisi: Rüşvet almak, haram kazanç elde etmek, komisyon almak, çalıp çırpmak, ihalelere fesat karıştırmak ve bunları Müslümanlar güçlensin diye yapıyorum demek.

Yirmi dokuzuncusu: Doyduktan sonra yemek.

Otuzuncusu: Zaruret (veya çok büyük faide) olmaksızın devlet ve hükümet büyükleriyle, büyük bürokratlarla görüşmek, onları övmek. (Onların hayırları, ıslahları için dua edilmelidir.)

Otuz birincisi: Müslüman halktan hayır hasenat, fakirlere yardım, hizmet için toplanan paraların bir kısmını doğrudan doğruya veya dolaylı olarak zimmetine geçirmek.

Otuz ikincisi: Tarikatçilik, hizipçilik, fırkacılık, cemaatçilik yapmak.

Otuz üçüncüsü: Peygamberimize (Salat ve selam olsun Ona) saldırılıp hakaret edilince tepki göstermeyip, kendi din baronuna saldırılınca büyük tepki gösterip yeri göğü birbirine katmak. (Çok büyük sapıklıktır.)



Mehmet Şevket EYGİ - 04 Ağustos 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 04 Ağustos 2011, 11:34:19
Krizlerimiz

Türkiye'de kriz çıkar mı?.. İktisat ve finans ile ilgili bir krizden bahs ediliyorsa bu tartışılabilir ama siyasî, sosyal, kültürel, etnik, ahlakî krizler çıkar mı diye sormak pek akıllıca bir şey olmaz, çünkü zaten böyle vahim krizlerin içindeyiz. Mevcut müzmin krizlerimizin bazısını sıralayayım:

*Toplumsal barış ve mutabakat krizi. Şu anda bizde tek bir millet yoktur (zaten mâzide de olmamıştır), birbirinde kopuk halklar vardır.

*Millî eğitim krizi. Bugünkü ideolojik, vesayetçi, ulusalcı, Ergenekoncu, çağın dışında kalmış eğitim ile ülkemizin, halk(lar)ımızın ve devletimizin yarınları karanlıktır.

*Müzmin ve yoğun kokuşma en büyük krizdir. Bu kokuşma temizlenmedikçe, Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu en az (10 üzerinden) 7'ye çık(arıl)madıkça kriz(ler) sürecektir.

*Türkiye'de çok vahim bir hukuk krizi vardır. Bugünkü Ceza Kanunu toplumun, Medenî Kanun ailenin temellerini yıkmaktadır. Korkunç bir suç patlaması vardır. Halkın yarısı birbiriyle nizalıdır. Avrupa'nın en büyük adalet sarayını yaptık, onun çaycısı bile milyoner diye öğünen medyamız niçin hukuk sistemimizi tartışmıyor? Adaletin hâkim olmadığı, yargı sistemi iyi ve doğru çalışmayan bir ülke, toplum, devlet ayakta durabilir mi?

* Bedevîlik krizi. Toplumumuz hızla bedevileşiyor. Bedevî kültür ve zihniyeti hâkim oluyor. Her türlü şehvet ve azgınlık artıyor ve yayılıyor. Helal haram demeden para kazanıp zengin olma şehveti... Lüks ve israf şehveti... En âdi hedonizm... Cinsellik patlaması... Hayâsızlık ve görgüsüzlük... Kabalık...

*Din ve ahlak konusunda da büyük ve vahim bir kriz içindeyiz. Dünyayı pençelerine almak isteyen (veya almış bulunan) emperyalist ve sömürgeci global güçler ve onların işbirlikçileri Türkiye'nin Ehl-i Sünnet yapısını yıkmak, onun yerine Kemalist, ılımlı, light, reforme edilmiş, değişime uğramış, yenilik yapılmış, fıkıh ve Şeriattan arınmış, AB norm ve standartlarına uydurulmuş, BOP planlarına uygun hale getirilmiş, Fazlurrahman anlayışı ile yorumlanan, Feminizme aykırı hükümleri ayıklanmış, üç ibrahimî hak din vardır bozuk dogmasını kabullenmiş yepyeni bir İslam türetmek istiyor. Bu maksatla Sünnî Müslümanlar büyük sayıda, birbirinden kopuk hizbe, fırkaya, sekte, cemaate ayrılmış olup, bunlar planlı ve programlı şekilde birbirileriyle çekiştirip çatıştırılmaktadır. Dinî konuda kaos ve anarşi çıkartılmıştır. Bundan büyük kriz olur mu?

*Kimlik krizi: Son seksen yıl içinde Türkiyelilik kimliği realpolitiklerle, derin devlet terörüyle, tek parti zulmüyle, ideolojik beyin yıkama seferberliğiyle temellerinden berhava edilmek istenmiştir. Bu yüzden milyonlarca vatandaşımız yabancılaşmıştır. Baylar Bayanlar buna kimlik krizi denir!

*Türkçe krizi: 1928'den önce basılmış Türkçe kitapları, yazılmış metinleri, hattâ dedelerinin ve atalarının mezar taşlarını bile okuyamayan cahil nesiller yetiştirilmiştir. İki yüz bin kelimelik zengin ebedî ve yazılı Türkçe, 20 bin kelimelik arı, duru, fakir bir dil haline getirilmiştir. Medeniyetin, kültürün, düşüncenin ana âleti olan Türkçe korkunç suikastlara uğramıştır. Herkes bu krizi bilmez ama bu kriz halledilmeden Türkiye düzelmez.

*Türkiye'de bir ordu krizi vardır. Üst düzey generallerinin yarısının tutuklu olduğu bir ülkede "ordu krizi yoktur" demek mümkün müdür? Yakın tarihimizde namaz kılan, oruç tutan, hanımı başını eşarpla örten, içki içmeyen, altın yüzük kullanmayan, babası sakallı hacı olan subaylar ve astsubaylar ağır baskılara ve zulümlere uğramış, mesleklerinden atılmıştır. Şu anda ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı bile yanlarına başörtülü hanımlarını alıp bir orduevinde akşam yemeğine gidememektedir. Birileri orduyu ideolojik vesayet sisteminin yıkılmaz kalesi haline getirmek istemiştir. Böyle bir durum ve ortamda "Türkiye'de ordu krizi yoktur" demek mümkün müdür?

BOP'çular, global derin güçler, uluslarası Siyonizm, emperyalistler ve sömürgeciler Türkiye'yi parçalamak istiyor. Hiçbir akıllı, uzak görüşlü, medenî kültürlü Türkiyelinin bundan şüphesi olamaz.

Ülkemiz maalesef bir krizler yumağı haline gelmiştir, getirilmiştir.

Hiç durmadan bahs edilen PKK terörü bir sebep değil, bir neticedir. Sebeplere inmeden, onları anlamadan PKK meselesi çözülemez.

Türkiye'de şehir/medeniyet kültürüne ve eğitimine sahip kaç kişi kaldıysa onlara hitaben, yukarıda saydığım (ve saymadığım) belli başlı krizlerimizi anlatan ders kitabı gibi bir kitapçık hazırlanıp okutulabilirse çok iyi olur kanaatindeyim.



Mehmet Şevket EYGİ - 04 Ağustos 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 05 Ağustos 2011, 11:26:13
Beş Parasız Asker Otostop Yaparken Can Verdi...

Hepimizi derin derin düşündürmesi, üzmesi, kahretmesi gereken bu facia haberini /www.aydinyerel.com/dan aldım.

Denizli'de askerlik yaptığı sırada psikolojik sıkıntılar sebebiyle sağlığı bozulan bir ere hava değişimi tâtili verilir. Asker çok fakirdir. Evinden kendisine harçlık gelmemektedir. Sivil elbiselerini giyer, yol parası olmadığı için otostopla Bursa'daki evine gitmek isterken, yol kenarında geçirdiği trafik kazası sonucu fecî şekilde ölür.

Ferhat Asa isimli askerin ailesine telefon edilir, oğlunuz trafik kazasında can vermiştir, gelip cenazesini alın denilir. Köyde yaşayan babası, bizim beş paramız yok, cevabını verir. Ya cenazeyi devlet buraya göndersin, gönderemezse orada toprağa verilsin, diye ilave eder.

Askerî makamlar da çok üzülürler, jandarma Ferhat Asa'nın cenazesini alarak Bursa'nın Orhaneli ilçesi Sırıl Köyüne götürür. Orada toprağa verilir.

Ölen askerin babası eşinden ayrılmış, dört çocuğuna bakmak için gündelik işlerde çalışıyormuş. Evleri de bir süre önce yıkılmış.

Acılı baba "Oğlum askere giderken de para bulup verememiştim, otostop yaparak birliğine gitmişti" demiş.

Kıssadan hisse...

1. Bu beş parasız askere biz Müslümanların zekâtlarımızla yardım etmemiz gerekmez miydi? Zekâta ondan daha fazla hak kazanan bir kimse var mıydı? Çok fakir, şer'î tabirle miskin bir Müslüman ailenin çocuğu... Askere giderken parası yok, otostopla gidiyor, sağlık sebebiyle izne çıkarken yine beş parası yok, otostopla köyüne gitmeye çalışırken ölüyor.

2. O çocuğun cebine 100 liralık zekât parası konsaydı külüstür mülüstür bir otobüse binebilecek, belki yolda içine ekmek doğrayacağı bir çorba içecekti.

3. Böyle fakir, yoksul, miskin bir Müslüman beş parasız kalınca bütün Ümmet sorumlu olur.

4. Denilebilir ki, biz Denizli'den Bursa'ya giderken ölen fakir askeri nerden bileceğiz, nasıl bulup zekât vereceğiz? Bu hizmetler teşkilâtlanarak olur. Türkiye çapında bir teşkilât kurulur; Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun şekilde nasıl verilecekse, zekâtlar ihtiyaç sahiplerine ulaştırılır.

Müslümanların bir kısmında merhamet kalmadı.

Yukarıda anlatılan asker, beş parasız ona zekât verilmiyor.

Birlik kantininde ucuz çay içip yanında birkaç bisküvi yiyecek cep harçlığı bile yok. Biz ne vicdansız ve merhametsiz Müslümanlarız.

Ağır mı konuşuyorum? Hiç de değil... Az bile yazıyorum.

Kimsesiz bir kadın, hiçbir geliri yok, devlet minicik bir yoksulluk maaşı bağlamış, bu para yetişmiyor. Ona biraz zekât verebiliyor muyuz? Nerde gezer!..

Irak'tan kaçmış, Türkiye'ye sığınmış. Orada evi, dükkânı var ama burada beş parasız. Bu mülteci kardeşimize zekât veriyor muyuz?

Bir baba düşünün, düşmez kalkmaz bir Allah, ayda 500 lira geliri var. Kiraz mevsimi geldi, çocuklarına bir kilo kiraz alamadı. Onu zekâtlarımızla takviye etmiş olsaydık, ucuzundan, kalitesizinden biraz kiraz alıp ailesine yedirebilecekti. Kiraz yemese de olur mu diyorsunuz?..

Kur'an, sarahaten (çok açık şekilde) zekâtın kimlere verileceğini beyan ediyor.

Diyanetin eski bir fetvası var, zekât derneklere verilmez diyor. Biz ne Kur'an dinliyoruz, ne Sünnet, ne fıkıh, ne Şeriat... Zekâtları bildiğimiz gibi topluyoruz, canımızın istediği şekilde harcıyoruz.

Denizli'den Bursa'ya otostop çekerek giderken karanlıkta motosiklet çarpması neticesinde ölen askere Allah rahmet eylesin. Acılı ailesine sabırlar versin.

İş bununla bitmiyor.

Şu anda aileleri çok fakir olduğu için askerliklerini beş parasız yapan nice yoksul gencimiz var.

Ağlayan yetimler var.

Dullar var.

Kimsesiz, biçare ihtiyarlar var.

Müslüman mülteciler var.

Üniversiteler açıkken çok küçük yemek ücretini bulamayıp aç kalan öğrenciler var.

Çocuklarına bir külah dondurma alamayan işsiz veya çok düşük ücretle çalışan babalar var.

Ev kiralarını, elektrik, su faturalarını ödeyemeyen yoksul aileler var.

Velhasıl, bîçareler var. Sürünenler, ezilenler, ağlayanlar var...

Öte tarafta zekâtlarıyla bunlara yardım etmeyen zengin Müslümanlar var.

Topladıkları paralarla Jamaika'da hizmet eden cemaatler var.

Zekât paralarıyla personel maaşlarını ödeyen dernekler var.

Zekât paralarıyla boya-badana ve tâmirat...

Zekât paralarıyla inşaat yapanlar...

Zekât paralarıyla helâ-banyo ve termosifon...

(Yahu! Şeriat zekât parasıyla cami yapılmasına bile izin vermiyor.)

Merhum Şeyh Adanalı Sami Efendi hazretlerinin "Musahabe" adlı kitabının 3'üncü cildinin 123'üncü sayfasında Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) Ebu Zer hazretlerine tavsiye ettiği şu kurtarıcı öğüdü yer alıyor:

"Zekatınızı vermekle malınızı koruyunuz,

Fakirlere sadaka vermekle hastalarınızı tedavi ediniz,

Dua ederek ve yalvararak belâ ve musibeti uzaklaştırınız."

Adıgeçen kitabın aynı sayfasında şu hadîs de yer alıyor:

"Malının zekatını, zekat almaya hakkı olmayana veren, zekatının vermemiş sayılır."

Bendeniz Müslüman bir yazar olarak bu satırları kaleme aldığım için kötü oluyorum, münâfık oluyorum, Hazret-i Muhteremlere saygısızlık etmiş oluyorum.

EyvAllah, eyvAllah, eyvAllah!..



Mehmet Şevket EYGİ - 05 Ağustos 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 05 Ağustos 2011, 11:27:27
Hayırlı Bir Teşebbüs Ehli Sünnet Dergisi

Kur'an ve Sünnet İslamlığını, Ehl-i Sünnet Müslümanlığını savunmak; bozuk fırkaları, inançları, görüşleri, tezleri red ve cerh etmek için senede 3 veya 5 nüsha yayınlanacak küçük fakat etkili ve aydınlatıcı bir dergi hakkındaki fikir ve tekliflerimi okuyucularıma arz ediyorum.

Madde 1. Bu dergi kesinlikle ticarî olmayacak, para veya dünyevî mânevî menfaat (ün, alkış, itibar) kazanmak için yayınlanmayacaktır.

Madde 2. Her sayısı en az 250 bin adet basılacaktır.

Madde 3. Saklaması kolay olacağı için küçük boy (cep kitabı boyutunda) olacaktır.

Madde 4. Bu dergide çıkan yazılara telif ücreti ödenmeyecektir. Allah rızası için yazan yazsın, yazmayan yazmasın...

Madde 5. Bu dergide agresif bir lisan ve üslup kullanılmayacaktır. Üslubuna hilm hâkim olacaktır.

Madde 6. Derginin sadece idarî personeline ücret ödenecektir.

Madde 7. Dergi siyasi veya şahsî nüfuz veya menfaate âlet edilmeyecektir.

Madde 8. Dergi cemaatler ve tarikatlar üstü olacaktır.

Madde 9. Dergi politikaya karışmayacaktır.

Madde 10. Derginin her sayısının 160 sayfa civarında olması düşünülebilir.

Madde 11. Derginin dağıtımı imece usulüyle gerçekleştirilecektir.

Madde 12. Arzu edenler maliyet (kâğıt, baskı, teclid, cüzî idare masrafları) karşılığında dergiden fazla miktarda alıp dağıtabileceklerdir.

Madde 13. Dergi ilan almayacaktır.

Madde 14. Dergide yayınlanacak bazı tercüme yazılar için ücretsiz çevirici bulunmazsa, tercüme ücreti ödenebilir.

Madde 15. Bu dergi son derece âdil, insaflı, ılımlı olmak şartıyla dinlerarası diyalog konusundaki bozuk ve aykırı fikirleri ve inançları çürütecektir.

Madde 16. Dergide bid'atçı ve bozuk Müslümanlara hakaret edilmeyecek, kardeşçe uyarılacaktır.

Bendeniz böyle bir dergide, hiçbir menfaat beklemeksizin ve almaksızın imkânlarım nisbetinde hizmet edebilirim.

Böyle bir dergiyle ilgilenen Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz fikir, görüş, temenni ve isteklerini aşağıdaki e-mail adresine gönderebilirler.

bediryayinevi@gmail.com

Hayırlı ve faydalı olduğuna inandığım böyle bir teşebbüsün kuruluş safhasında hizmet etmek isteyen gençler çıkarsa bendenize Bedir Yayınevi aracılığı ve e-maille ulaşabilir.

Böyle bir derginin kâğıt, matbaa ve sair masrafları nasıl karşılanacaktır? Maliyetine mi satılacaktır, yoksa imkân bulunursa bedava mı dağıtılacaktır? Bu gibi sorular ileride kurulacak müteşebbis heyet tarafından müzakere edilip karara bağlanacaktır.

(Böyle bir dergiden hiçbir kimsenin dünyevî, maddi veya manevî bir menfaat elde etmemesi gerekir. Âhirete ait bir menfaat beklentisi olabilir... Dünyevî, maddî veya manevî menfaat bekleyenlerin müracaat etmemeleri istirham olunur.)


Mehmet Şevket EYGİ - 05 Ağustos 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 07 Ağustos 2011, 02:31:35
İman Tehlikededir

Yaşadığımız devir ne devridir biliyor musunuz: İmanı kurtarmak zamanıdır. Hem kendi imanını, hem çoluk çocuğunun imanını, hem de toplumun...

İmanlar tehlikededir!..

Sultan Abdülhamid'in devrilmesinden sonra Selanikliler, Jön Türkler, ateistler halkın ve gençliğin bir kısmını imansız hale getirmişlerdir.

Kötü resmî ideoloji,

Kötü ve berbat eğitim,

Egemen azınlıkların tahribatı,

Vesayet rejiminin baskı ve terörü...

Uzun yıllardan beri çocuklara ve gençlere, "evrim" küfür teorisini gerçekmiş gibi öğrettiler. Evrim teorisinin doğru olduğuna inanan dinden çıkar.

Tağut güçleri, Deccal ve Süfyan taraftarları, kezzablar bazen açıkça, bazen sinsice Türkiye halkının imanına kastettiler.

Okullarda mecburî din dersleri varmış. Pöh!.. Güldürmeyin beni. Onlar birer aldatmacadır.

Beş yüz imam hatip mektebinde gürül gürül İslam ilimleri okutuluyormuş... Ben böyle dolmaları yutmam!.. İmam Hatip okulundan yeni mezun olmuş yüz genç bulalım. Küçük ve basit bir sınav yapalım. Sorulardan biri şu olsun: "Allah'ın sıfatlarını sayınız." Yüz genç içinden acaba kaçı Allah'ın on dört sıfatını sayabilecektir.

Küfür güçleri, Diyanet konusunda bile çok ağır ve sinsi baskılar yapıyor. Diyaneti Ehl-i Sünnet kurumu olmaktan çıkartıp mezhepler üstü yapmak istiyorlar.

Derin Devletin, vesayet sisteminin, resmî ideoloji Brehmenlerinin isteği ve hedefi şudur: Türkiye'de dinî bir değişim olsun, o eski Ehl-i Sünnet İslamlığı gitsin, yerine Fazlurrahman İslamlığı gelsin. Nedir bu Fazlurrahman İslamlığı?

Kur'an'daki yüzlerce kesin, emir, yasak, hüküm tarihseldir, bugün geçerli değildir diyen korkunç bir bid'at cereyanıdır.

Yine Peygamberimizin (salat ve selam olsun ona) mütevatir ve sahih hadislerinin bir kısmı bugün geçerli değildir. Mesela AB standartlarına ve feminizme aykırı hadisler "ayıklanmalıdır" tezini savunmaktadır.

Fıkıhsız ve Şeriatsız bir İslam türetilmesini istemektedir.

Bir İslam Protestanlığı oluşturulmaya çalışmaktadır.

Din vicdanlara hapsedilmelidir.

Toplum alabildiğine seküler, yani dinden arınmış hale getirilmelidir.

Bu saydıklarım Ehl-i Sünnet İslamlığına göre küfürdür.

Milyonlarca halk bir koşuşturma içinde... Dinî konuları düşünmeye vakit ayıramıyoruz.

Eskiden halkı uyaran, bilgilendiren, aydınlatan, yönlendiren icazetli Ehl-i Sünnet âlimleri varmış, şimdi onların sayısı da çok azaldı. Etkileri pek kalmadı.

28 Şubat post-modern darbesinden sonra Selanik basını, İslam ile Şeriatı ayırmaya kalktı. İslam'a bir şey demiyorlardı ama Şeriata karşıydılar. Şeriat nedir?.. Açın bütün lügatleri ve ansiklopedileri, göreceksiniz ki Şeriat, Kur'an'dan, Sünnetten, icma-i ümmetten çıkartılmış din hükümlerinin tamamına verilen isimdir. Bir insan Şeriatı red ve inkâr ederek Müslüman kalabilir mi? Böyle bir şey mümkün değildir. Ben Şeriatı istemiyorum diyen bir Müslüman namazı, orucu, zekâtı ve diğer İslamî şartları da inkâr etmiş olur.

Hayır, biz bunları kabul ediyoruz ama toplumsal hükümleri istemiyoruz diyenler büyük bir çelişki içindedir. İslamiyet adaleti, güvenliği sağlıyor. Bir Müslüman bunlara karşı olabilir mi?..

Ehl-i Sünnet kökenli Müslümanlara hitap ediyorum. İmanınızı korumak istiyorsanız, Ehl-i Sünnetten kıl kadar ayrılmayınız ve yine Ehl-i Sünnetten zerre kadar taviz vermeyiniz. Aksi takdirde dininizi yitirebilirsiniz.

Ehl-i Sünnet ne diyor?

1. Allah'ın kitabı Kur'an'daki bütün muhkem emirler, yasaklar, öğütler, yönlendirmeler doğrudur, haktır.

2. Resulullah'ın mütevatir ve sahih hadislerinde bildirilen bütün emirler, yasaklar, öğütler haktır, doğrudur. Peygamberimizin sünneti, cehalet ve dinsizlik karanlıklarını aydınlatır ve kendisine sarılanları ebedî mutluluğa götürür.

3. Doğrunun, iyinin, güzelin ana kaynağı dindir, Kur'an'dır, Sünnettir, Şeriattır. Tek başına akılla doğru, iyi, güzel bulunamaz. Bulunsaydı, akıllı insanlar bugünkü çekişmelere ve çelişkilere düşmezlerdi.

4. Bu dünya geçici bir sınav yeridir. Hiçbir insan burada kalıcı değildir. Dünyada yapılanların hesabı ahirette sorulacaktır. İman edip iyi işler işleyenler Allah'ın lütuf ve keremiyle Cennete konulacak, ebedî mutluluğa nail olacaktır. İman etmeyenler, kötü işler işleyenler, zalimler, yeryüzünde fesat çıkartanlar cezalandırılacaktır.

5. Hazret-i Muhammed'in Peygamberliğini ilân edişinden sonra bu daveti duyup da red, inkar ve tekzib edenler ve küfür üzere ölenler için necat ve Cennet yoktur.

6. İslam adalet dinidir.

7. İslam can, mal, ırz, namus, mezhep, din güvenliği sağlar.

8. Gerçek ve tam dindarlık, güzel ahlâkla olur. Ahlâkı güzel olmayan bir kimse gerçek dindar değildir.

Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarında gerçek ulema, gerçek fukaha, gerçek şeyhler, gerçek mürşitler vardı. Onlar insanların imanını kurtarmak için çalışıyorlardı. İslam medreseleri ve tasavvuf tekkeleri kapatılınca, bu iman kurtarma faaliyetine büyük darbe vuruldu.

Bozuk fırkalar, hizipler, cereyanlar (akımlar) Ehl-i Sünnet İslamlığını yıkmak için seferber olmuşlardır.

Kâfirler, Müslümanları esaret ve zillet altında idare edip sömürmek için Ümmeti yüzlerce fırkaya ayırmıştır.

1924'ten bu yana İslam dünyasının başında bir İmam-ı Kebir bulunmamaktadır.

Manevî tahribat yüzünden halkın yüzde 90'ı İslam'ın temeli ve ana direği olan beş vakit namazı terk etmiştir. Terk etmiş ve şehvetlerine uymuştur.

Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı en korkunç günahlar ve isyanlar aşikâre işlenmektedir.

Selanik medyası, halkın ve gençliğin imanını dinamitleyen programlarla yüklüdür.

Ehl-i Sünnet İslamlığını mihraptan yıkmak için birtakım sözde ilahiyatçılar türemiş ve türetilmiştir.

Küfür artık kalenin içine girmiştir.

İnsan ekmeksiz, susuz, yemeksiz yaşayamaz. Elbette dünya geçimi için çalışılacak ama her şeyin başı imanı kurtarmaktır.

Ey Müslüman!

Arada bir pikniğe git ama iman işlerini unutma...

Çocukların sana Allah'ın emanetidir, onları imansız yetiştirme.

Oğlum, kızım okusun, ileride bol para kazansın, lüks ve müreffeh bir hayat sürsün diyen anne ve babalar, onlara en büyük hıyaneti yapmaktadır.

Müslüman bir anne ve babanın çocukları hakkında ilk endişesi şu olmalıdır:

Oğlum, kızım imanlı olsun, iyi Müslüman olsun, iyi insan olsun, Allah'ın rızasını kazansın, ileride (Allah'ın izniyle) Resulullah'ın şefaatine nail olsun, onların iyiliği ve hayr u hesanatı dolayısıyla biz öldükten sonra da amel defterlerimiz açık kalsın. Bizlere de sevap yazılsın.

Türkiye'nin, Ortadoğu'nun, İslam dünyasının yeni bir Halid-i Bağdadî'ye büyük ihtiyacı vardır. Rivayete göre, o hazretin en az 800 hatta başka bir rivayete 2000 halifesi varmış. Onun birinci amacı Şeriata uymak ve Şeriata hizmet etmekti. İkinci amacı, Resulullah Efendimizin Sünnetine sarılmak ve bidatlerden kaçınmaktı. Üçüncü amacı, Nakşî ve Kadirî tarikatlarının usulünde iyi Müslüman yetiştirmekti.

İstanbul'daki Şeyhülislam, Kafkasya'daki Şeyh Şamil, Cezayir'deki Emîr Abdülkadir bile Halid-i Bağdadî'nin halifeleriydi.

Onun mektuplarından birinde bir paragraf gördüm, bir dostundan yazma bir kitap istemiş, kitap gönderilmiş, dostu (kitapçıya veya hattata vermek için) ücretini talep etmiş. Halid-i Bağdadî Hazretleri cevabında, "Bir dirhem değil, bir mangırım bile yok. Borç almak istemiyorum, ilk fırsatta öderim" cevabını vermiş. İşte o muhterem zat, böyle çalışıyordu. Bağdat'taki dostlarına yazdığı mektupta Vali Davut Paşa'yı ziyaret etmemelerini öğütlüyor. Davut Paşa kimdi? Din ilimleri okumuş, kalem ve kılıç sahibi, çok salih bir Müslümandı. Hatta Halid-i Bağdadî'nin müridiydi. Buna rağmen Valinin huzuruna gitmeyin diyor... Anlayana...

Türkiye'de halkı ve gençliği bezdirmemek ve usandırmamak şartıyla çok genel bir davet, tebliğ, uyarma, aydınlatma, bilgilendirme seferberliği başlatılmalıdır.

Bunun birinci şartı, parasız, menfaatsiz, sadece Allah için yapılması olacaktır.

Bu hizmeti yapacak olanlar bir yemek bile kabul etmeyecekler ve yemeyeceklerdir. (Maddi kıymeti olmadığı için bir bardak çay içebilirler...)

Bu hizmetler Kur'ana, Sünnete ve icma-i ümmete uygun

Ehl-i Sünnet dairesi içinde yapılacaktır.

Bu hizmet hiçbir cemaate, tarikata, hizbe, fırkaya alet edilmeyecektir. Bütün Ehl-i Sünnet çeşitliliği bu hizmette el birliğiyle, kardeşçe çalışacaktır.

Bu hizmeti alet ederek para toplayanlar, menfaat devşirenler tart edilecek, uzaklaştırılacak, kovulacaktır.

Bu hizmetin en büyük ödülü Allah'ın yüce rızasını, Resulullah Efendimizin (Allah'ın izniyle) şefaatini kazanmaktır. Bundan daha büyük bir ödül olamaz.

Hadis-i şerif meâli:

"Allah'ın, bir kulunu senin vasıtanla hidayete erdirmesi, senin için üzerine güneşin doğduğu ve battığı her şeye sahip olmaktan daha hayırlıdır."

Yok mu böyle bir hayra vesile olmak isteyen âlim ve arif kişiler!..



Mehmet Şevket EYGİ - 06 Ağustos 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 07 Ağustos 2011, 14:19:17
Takiyye ve Kitman Yapan İlahiyatçılar

Çok üzücü bir durum var:
Bazı ilahiyatçı kardeşlerimiz Ehl-i Sünnet mezhebini terk etmişler, Ehl-i Sünnet dışı bir fırkaya bağlanmışlar... Bu, benim gibi bir Sünnî için üzücü bir durumdur. Lakin işin daha üzücü bir tarafı var, bu kardeşlerimiz mezhep değiştirdiklerini gizliyorlar, takiyye ve kitman yapıyorlar. Müslüman kardeşlerini aldatıyorlar.

Bazı ilahiyatçılar ve onların peşinden gidenler Mutezile mezhebine girmişler. Demek ki, bu mezhebin hak olduğunu, Ehl-i Sünnetin bozuk olduğunu sanıyorlar. Bunu ilan etmeleri gerekmez mi?

Kimisi Fazlurrahman mezhebine girmiş. Kur'andaki, Sünnetteki nice kesin hüküm tarihseldir, bugün geçerli değildir diye inanıyorlar. Bunların da mezheplerindeki değişikliği mertçe ilan etmeleri, açıklamaları gerekir. Hem mezhep değiştiriyor, hem bunu halktan gizliyor. Böyle dürüstlük ve adalet olur mu?..

Halkımızın büyük kısmı dinî konularda iyi yetişmemiş, cahil kalmıştır. Onları aldatmak bilgili bir Müslümana yakışmaz.


Bazı ilahiyatçılar, Feminizm denilen sapık ve bozuk ideolojiyi din gibi benimsemişlerdir. Akıllarınca Feminizmi hak görüyorlar, Kur'andaki, Sünnetteki, Şeriattaki Feminizme uymayan kesin hükümleri bâtıl görüyorlar. Onlar bu inançlarını çok açık, çok seçik, merdâne bir şekilde Müslümanlara bildirmekle yükümlüdür. Aksi halde din kardeşlerini kandırmış olurlar. Peygamberimiz "Bizi kandıran bizden değildir" buyurmuştur.

Böyle ilahiyatçıların foyaları meydana çıkıyor ama 10 sene 20 sene geçtikten sonra... Bu arada büyük bir tahribat oluyor.

İsmini vermeyeceğim bir ilahiyatçı var. Bu zat Ehl-i Sünneti, geleneksel Müslümanlığı (o Ehl-i Sünnet Müslümanlarına ilmihal Müslümanı diyor...) reddediyor, Peygamber bir postacıydı, öldükten sonra işi bitmiştir, ben Kur'an Müslümanlığını çıkarttım, ey ahali beni dinleyin diyor... Bu gibi ilahiyatçılar çok açık, çok seçik, çok mert hareket etmiyorlar, eğrilip bükülüyor, kıvrılıyorlar ve Sünnî halkı şaşırtıyorlar.

Bir de Kemalist ilahiyatçılar var. Aman ne hezeyanlar!.. İslam dini ile Kemalizm ideolojisi uyuşur ve bağdaşır diyorlar. Bundan büyük hezeyan olur mu? Kemalizm, M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra malum ve mahut Selanikî egemen azınlık tarafından çıkartılmış bir ideolojidir. Temel inançları İslam'a, Kur'ana, Sünnete taban tabana zıttır. Aklı başında hiçbir insan hele bilgili ve firasetli bir Müslüman böyle saçma bir uyuşma ve bağdaşma tezini kabul etmez.

İslam'da temel inanç Allah'ın varlığı, birliği, kemal sıfatlarla sıfatlı, noksan sıfatlardan münezzeh oluşudur. Kemalizm de ise Allah'a inanıp inanmamak ihtiyarîdir, seçimliktir. Bir ateist, bir agnostik de Kemalist olabilir.

İslam Kur'anı, Sünneti ve İcma-i Ümmeti kaynak kabul eder. Kemalizm bunları reddeder, akılcılığı kabul eder.

İslam nakli, vahyi esas alır.

İslam bütün insanlığı kucaklar; ırk, renk, dil, etnik kimlik ayrıcalığı yapmaz. Kemalizm ise Moiz Kohen Tekin Alp tarafından çıkartılmış milliyetçiliği benimser.

İslam ile Kemalizmin uyuşup bağdaşacağını iddia etmek için insanın deli olması gerekir.

İlahiyatçılar içinde Ehl-i Sünnet mezhebine bağlı sâlih kimseler yok mudur? Olmaz olur mu? Kendilerine bu sütunlardan selam ve hürmetlerimi arz ediyor ve ellerinden öpüyorum.

Gelelim sadede,

Ey Mutezile mezhebini benimsemiş ilahiyatçılar!

Ey Fazlurrahmanın Tâtîliye ve Tarihsellik mezhebine girmiş ilahiyatçılar!

Ey mezhepsiz ilahiyatçılar!

Ey Telfik-i Mezahip taraftarı ilahiyatçılar!

Ey Vehhabî fırkasını hak yol kabul etmiş ilahiyatçılar!

Ey Kemalist ilahiyatçılar!

Ey Ehl-i Sünnetten çıkıp başka fırkalara girmiş ilahiyatçılar!

Sizlerden rica ediyoruz:

Lütfen, açık ve mert olunuz.

Takiyye ve kitman yapmayınız.

Müslüman kardeşlerinizi aldatmayınız.

Dini kimliğinizi mertçe açıklayınız, ilan ediniz.

Makyevelist ahlâkı bırakınız.

Hem Ehl-i Sünnet görünecek, hem de saman altından Fazlurrahmancılık veya Feminizm yapacak. Böyle bir şey Kur'an ahlâkına, Peygamber ahlâkına, İslam ahlâkına uymaz.

Kimsenin Müslümanları aldatmaya, kandırmaya hakkı yoktur.

Mademki, Mutezile mezhebinin hak olduğuna inandın, açıkça ilan edeceksin.

Mademki, Fazlurrahmanın mezhebini kabul ettin, onu da ilan edeceksin.

Sayın ilahiyatçılar, böyle yapmazsanız "Bizi aldatan bizden değildir" hadisi şerifinin tehdidi altına girersiniz.

Ehl-i Sünnet uleması, fukahası, ilahiyatçıları mezhep değiştiren, bu değişikliği gizleyen din kardeşlerine karşı takiyye ve kitman yapan ilahiyatçıları ifşa etmelidir, deşifre etmelidir, onların yanıldıkları tarafları halka ve gençliğe beyan etmelidir.

İranlı bir sosyolog "Allah gerçek bir Janus'tur" diyerek Cenab-ı Hakkı ikiyüzlü bir Roma putuna benzetiyor. İslam'da Allah'ı bir şeye benzetmek küfürdür. Hele bir Roma putuna!..

İşin en korkunç ve acıklı tarafı Diyanet Vakfı Kitabevlerinde bu İranlı sosyologun kitapları satılıyor.

Ulema, fukaha ve Sünnî ilahiyatçılar bu konuda ses çıkartmıyor.

Ne kadar üzücü, kahredici bir gaflet...

Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkâr!..



Mehmet Şevket EYGİ - 07 Ağustos 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 07 Ağustos 2011, 14:20:13
Resmî İdeoloji Özelleştirilmelidir

Mustafa Kemal Paşa'nın sağlığında resmî ideolojiye ihtiyaç yoktu. Paşa veya çevresi ülkeyi bildikleri gibi idare ediyorlardı. Gerçi Kemalizm (bazıları Kamalizm diyordu) lafı çıkartılmıştı ama ortada derli toplu bir ideoloji yoktu. Vecizeler... Ziya Gökalp'in ve Moiz Kohen Tekin Alp'in doktrinleri... "Vatandaş durmayalım düşeriz... Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için... On yılda çok şeyler yaptık... Yurdu bir baştan öbür başa demirağlarla ördük... Karanlıklardan aydınlığa çıktık..." gibi sloganlar... Bunlara ideoloji denilebilir mi?

M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra tek parti oligarşisini ve Selanikî vesayet sistemini ayakta tutmak için bir resmî ideolojiye ihtiyaç duyuldu. Sovyetler Birliği'nde Marksizm-Leninizm, Almanya'da Nazizm, İtalya'da Faşizm, İspanya'da Frankizm, Portekiz'de Salazarizm vardı. Bizim Selanikliler de Kemalizm'i icat ettiler. Onu bir tür din haline getirdiler. İkinci cumhurbaşkanı Millî Şef İsmet Paşa Atatürk'ü sevmezdi ama zahirde Atatürkçü görünmek zorunda kalmıştı.

14 Mayıs 1950 seçimlerinde CHP yıkıldı, yerine Demokrat Parti geçti ama Kemalizm yerinde kaldı. Üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar, Çankaya'daki heykelin kaidesine "Atatürk seni sevmek bir ibadettir" cümlesini yazdırtmıştı.

Kemalizm ideolojisi, Selânikî vesayet rejimi tarafından yarı resmî bir din haline getirilmiştir, Anıtkabir de bir tür Kâbe...

Bugün dünyanın hiçbir gerçek demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesini kabul etmiş, temel insan haklarına saygılı ve bağlı ülkesinde resmî ideoloji diye bir heyûla yoktur. Nazizm, Faşizm, Frankizm... hepsi tarihe karıştılar.

Sovyet Birliği bile dağıldı, Marksist ideoloji terk edildi.

Kuzey Kore, Cuba, Çin, birkaç Afrika ülkesinde Marksizm hâlâ resmî ideoloji.

Türkiye'nin Kemalizm resmî ideolojisini terk etmesinin zamanı çoktan geldi ve geçti ama bu konuda kimse cesaret edip de çok açık konuşmak istemiyor.

Atatürk'ü Koruma Kanunu hâlâ yürürlükte...

M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra çıkartılmış resmî ideoloji ile bugünkü vahim kültür, kimlik, terör, Kürtçülük, dağılma, çözülme, kokuşma krizleri arasında doğrudan doğruya bir bağ var mıdır?

Ülkeyi parçalama istidadını gösteren Kürtçülük hareketi, Kemalistlerin benimsemiş oldukları Moiz Kohen Tekin Alp dinsiz milliyetçiliğine bir reaksiyon mudur?

Kemalistler ülkeyi çok kalkındırdıklarını, çağdaş uygarlık düzeyine füze gibi fırlattıklarını iddia ediyor.

Onlar ülkemizi kültürde, ilimde, fende, sanayide, eğitim ve üniversitelerde, üretimde bir Japonya seviyesine getirebilmişler midir, bir Güney Kore, bir Tayvan, bir Singapur yapabilmişler midir?

Kemalistlerin 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat darbelerinde yaptıklarını gördük.

Türkiye kurtulmak istiyorsa, M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra Selanikîler tarafından çıkartılmış Kemalizm resmî ideolojini özelleştirmelidir.

Kemalistler ülkeyi eskisi gibi idare etmek istiyorlarsa siyasî bir parti kursunlar, seçimlere girsinler, kazanırlarsa iktidar olsunlar.

Bugünkü iktidarın ilk yapacağı iş, hazırlanacak yeni anayasaya Kemalizm ideolojisini bulaştırmamaktır.

Vaziyeti idare edelim, ne şiş yansın ne kebap, karma bir anayasa yapalım, biraz millî kimlik ve kültür, biraz Kemalizm, biraz Mehmet Âkif, biraz Nâzım Hikmet, biraz din hürriyeti, biraz laiklik zihniyetiyle Türkiye'nin krizleri önlenemez.



Mehmet Şevket EYGİ - 07 Ağustos 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 08 Ağustos 2011, 11:45:53
Müslümanların Ümitlerini Kırmak mı?

Müslüman kesim içindeki yaygın büyük günahları, isyanları, tuğyanları, açıkta işlenen fısk ve fücurları tenkit etmek, halkı bunlardan vaz geçmeye, toplumu ıslaha çağırmak, böyle giderse üzerimize azap iner demek ümit kırmak değildir.

Müslümanların uyarılması, bilgilendirilmesi farzdır.

Evin alt katında yangın çıkmış... En üst kattakilerin haberi yok... Onlar oturmuşlar, dinî sohbet yapıyorlar... Rahatları bozulmasın, ümitleri kırılmasın, tedirgin olmasınlar diye onları uyandırmamak, yanmalarına sebebiyet verebilir.

Onlara "Evin alt katında (veya diğer katlarında) yangın çıktı!.." haberini avaz avaz vermek gerekir.

Yangın çıkmış, sel yaklaşıyor, deprem alametleri başlamış... Böyle bir durumda edebiyat yapılmaz.

Mesela selin yaklaştığı şu üslupla haber verilmez:

"Ey ahali!.. Göklerde bulutlar bembeyaz pamuk yığınları gibiydi... Bulutların arasından mavi gök yüzü görünüyor, güneşin altın ziyaları saçılıyordu. Kırlarda kuşlar, koyunlar otluyor, kuzular hopluyordu... Çobanlar ve köpekleri sürüyü gözetiyorlardı. Arılar vızıldıyor, çiçek usarelerini toplayarak kovanlardaki peteklerde bal yapıyorlardı. O yörenin balları nefistir... Leylekler, kırlangıçlar... Sonra soğuk bir rüzgar esmeye başladı, bulutların rengi beyazdan siyaha dönüştü. Şimşekler çaktı. Bir yere yıldırım düştü ve ardından ansızın bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Sokaklarda, yamaçlarda seylâbeler ağlaşıyor... Ufuk yaklaşıyor yaklaşıyor... Küçük sular birleşti, büyük sular oluştu... Sonunda azgın bir sel meydana geldi... Sel deyince aklıma şu geldi... Falan filan..."

Evet yaklaşan azgın sel böyle haber verilmez. "Ey ahali sel yaklaşıyor... Kaçın kaçın kaçın!... Canınızı, çoluk çocuğunuzu kurtarın!.." diye bağırılır, uyarılır.

Bugün Türkiye günah-ı kebair (büyük günah), yaygın ve açık fısk ve fücur, isyan ve tuğyan sellerinin tehdidi altındadır.

Toplum yangın tehdidi karşısındadır.

Kur'anın, Sünnetin, Şeriatın yap dedikleri büyük ölçüde yapılmamakta, yapma dedikleri büyük ölçüde yapılmaktadır.

Namaz ve cemaat terk edilmiştir.

Hele şu yaz aylarında bir kısım kadınlar ve kızlar, ölçüsüz şekilde açılıp saçılmıştır.

Fuhuş çok yaygın ve yoğundur.

Uyuşturucu 10 yaşındaki çocuklara kadar inmiştir.

Lüks ve israf genelleşmiştir.

Bir kısım fakirler sefalet içinde inleyip kıvranırken bir kısım zenginler Firavunca israf etmekte, Nemrutça lüks hayat sürmektedir.

Ümmet-i Muhammed darmadağın olmuş, Ümmet birliğinin yerine hizip, fırka ve cemaat asabiyeti hakim olmuştur.

Sodomlaşan Gomoreleşen ülkemizde genel yangınlar ortalığı kasıp kavurmaktadır. Günah her zaman olur ama bugün günahlar yaygın, yoğun, genel ve açık hale gelmiştir.

Deccaliyat, Süfyanilik, Tağutluk ülkemizi bir Günahistan'a çevirmiştir.

Dindar yetişmesinler diye küçük çocuklarımıza özel din ve Kur'an dersleri verilmesi bile yasaktır.

Dindar Müslüman hanım avukat adliye binasına ve duruşma salonuna başörtüsüyle giremiyor ama TC resmi vesikasıyla KDV'li fuhuş yapmak yasal ve serbesttir.

Mânevî, ahlakî, sosyal, kültürel yangınlar bildiğimiz ateşli ve alevli yangınlara benzemez. Onların ateşi, dumanı, yakışı başkadır.

Mânevî yangınlar halkın ve gençliğin bir kısmının imanını, ebedî saadetini yakar.

Aman ümitler kırılmasın, aman huzurlar bozulmasın, aman kimse tedirgin olmasın, aman derin gaflet uykusundan uyanmasınlar diyerek halk uyarılmazsa ona iyilik değil, kötülük yapılmış, ihanet edilmiş olur.

Bazı islamî hizipler ve fırkalar dış ülkelerde Kur'an kursları, kolejler açmışlar, hayır işleri yapıyor...

Onların bu hizmetleri, Türkiye'deki yangınları görmemize engel teşkil etmemelidir.

"Sen bizim hizmetlerimizi görmüyorsun, bizi övmüyorsun, bizim başımızdaki çok ama çok muhterem zatı medh etmiyorsun, ümit kırıcı şeyler söylüyorsun..." yollu sızıltılar ve dırıltılar yersizdir.

Çok cüz'î, çok nâçiz, etkisiz de olsa bir tür emr-i mâruf ve nehy-i münker hizmeti yaptığım kanaatindeyim. Binaenaleyh:

* Tashih-i itikad,

* Beş vakit namazın kılınması,

* Erkeklerin günlük farz namazları cemaatle kılması,

* Zekatın Kur'ana, Sünnete, fıkha, şeriata uygun şekilde verilmesi ve sarf edilmesi,

* Müslümanların tek bir Ümmet olması,

* Lüks, israf ve sefahatin kötülenmesi,

* En büyük alçaklık ve hıyanet olan din sömürüsünün önlenmesi,

* Tesettür-i nisvan,

* Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzının eda edilmesi... ve bunlara benzer hayatî konularda eskisi gibi yazmaya devam edeceğim.

Memlekette yangın var, sel ve tufan tehlikesi var, azap inmesine yol açan günah ve kötülükler yaygın ve açık hale gelmiş, susamam. Yangın büyük. Söndürmek için, taşıyabileceğim kadar, bir kova su döksem vazifemi yapmış olmam ve yeterli olmaz ama hiç olmazsa minicik bir hizmet yapmış olurum.



Mehmet Şevket EYGİ - 08 Ağustos 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 08 Ağustos 2011, 11:47:11
Gerçek İslam Mektepleri

KURTULUŞ islâmî eğitimle, İslamî mekteple olur. Vesâyet düzeninin okullarıyla biz Müslümanlar izzete değil, zillete gideriz.

Türkiye'de şu anda 100 bin cami olduğunu farz edelim. On senede bunların sayısını 200 bine çıkartsak yine hiçbir şey değişmez.

Camilere ipekli halı sersek yine zillet.

Minarelerden 150 desibel şiddetinde ezan okutsak yine kurtuluş olmaz.

Camileri klima ve soğuk su cihazı, kalorifer, vantilatör, kameralı güvenlik sistemi ile donatsak yine kurtulamayız.

İlle de eğitim, ille de mektep, ille de vasıflı, güçlü ve üstün Müslüman yetiştirmek.

500 küsur İmam-Hatip okulu var ya...

Onlar gerçek mânada İslam mektebi değildir.

İslam mektebinde bütün öğrenciler vakit namazları mektebin camiinde, mektebin imamının ardında cemaatle kılar. Bin kişilik okulda bir tek bînamaz bile olmaz.

Gerçek İslam mektebi Kur'ana ve Sünnete dayanan sahih ve temiz İslam inancını öğretir.

Bugün Türkiye'de, vaktiyle Bulgaristan'da hizmet vermiş olan Şumnu Nüvvab medresesi ayarında bir tek gerçek din okulu yoktur.

İslam mektebinde resmî ideoloji din gibi okutulmaz.

İslam mektebinde doğru dürüst Türkçe okutulur.

İslam mektebinde Arapça ve İngilizce mükemmel şekilde öğretilir.

İslam mektebinde öğrencilere bilgi ve kültürün yanında ahlak ve karakter terbiyesi verilir.

İslam mektebinde estetik ve sanat kültürü verilir.

Müslümanların açtığı özel okullar yok mu?

Var ama vesayet rejimi ağır baskılar yapıyor, tam ve gerçek İslam eğitimi vermeyeceksin, Atatürkçü eğitim yapacaksın diyor.

Gerçek İslam mektebinde ehliyetli din ve Kur'an dersi hocaları derse sarıklı ve cübbeli olarak girer.

Gerçek İslam mektepleri muhtelit (kız erkek karışık) olmaz. Erkekler için ayrı, kızlar için ayrı İslam mektepleri olur.

Gerçek İslam mekteplerinin öğrencilerinin bazısı daha lisedeyken kitap, makale yazmaya başlar, sanat ve kültür ürünü verir.

Türkiye Müslümanlarının gerçek İslam mektepleri kuracak niyeti, iradesi, kültürü var mıdır?



Mehmet Şevket EYGİ - 08 Ağustos 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 09 Ağustos 2011, 12:05:02
Herkes Beyin Ameliyatı Yapabilir mi?

Hukuk fakültesinden diploma, barodan ruhsat almadan avukat olunur mu? Olunmaz.

Tıp fakültesinden tıp doktoru diploması almadan tabip olunur mu? Olunmaz.

Beyin veya kalp ameliyatını kimler yapabilir? Ruhsatlı beyin cerrahisi uzmanları ve kalp cerrahisi uzmanları.

Pratisyen doktorlar beyin veya kalp ameliyatı yapabilir mi? Doktordur ama yapamaz.

Herkes uçak kullanabilir mi? Kullanamaz.

Herkes sünnet yapabilir mi? Yapamaz.

Yahu bu dünyada arıcılık yapmak bile uzmanlık işidir. Koy bir bahçeye 100 kovan, arılar vızır vızır vızıl vızıl çalışıp bol bol bal üretsinler... Hiç de öyle değil. İşin başında arıcılıktan anlayan birinin bulunması lazımdır.

İlkokul öğretmeni olmak için bile pedagoji tahsili yapmış olmak gerekir.

Dünyada en ulvi, en birinci, en önemli konu nedir?.. Dindir.

Din bilgilerinin uzmanları kimlerdir?

Din ilimlerini tahsil etmiş, diploma almış ulema ve fukahadır.

Gerçek din alimlerinin diplomasına ne denir? İcazet denir.

İcazet ne demektir?

Ucu Peygamber Efendimize (Salat ve selam olsun ona) kadar uzanan bir silsile diplomasıdır.

Bugünkü ilahiyat fakülteleri böyle icazetler/islamî diplomalar veriyor mu? Vermiyor.

Ülkemizde icazet veren İslamî medreseler var mıdır? Vardır. Kemalist rejim bunları tanımıyor ama yine de vardır.

Dış dünyada var mıdır? Vardır. Birkaçını sayar mısınız?

Hindistan'da, Pakistan'da, Mısır'da, Suriye'de, Ürdün'de, Sudan'da, Endonezya'da ve daha nice İslam ülkesinde.

İcazetli din alimleri ve fakihler dinde reform isterler ve yaparlar mı? İstemezler ve yapmazlar.

Dinde değişim, dinde yenilik, Fazlurrahmancılık, BOP'çuluk, Kemalizme uygun İslam, ılımlı İslam gibi şeyler de istemezler.

İstisnalar olabilir mi?

Hemen hemen olmaz.

Kur'anın ve Sünnetin yorumunu en iyi kimler yapar?... İcazetli ulema ve fukaha yapar... Niçin?.. Çünkü onlar ilim sahibidir. Kur'an "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" diyor.

Halk İslam'ı nasıl öğrenmelidir?

İcazetli din alimlerinin kitaplarından öğrenmelidir.

Doğrudan doğruya bir Kur'an tercümesi, bir de hadîs kitabı alarak dinini kendi kendine öğrense olmaz mı? Olmaz.

Niçin?.. Gerekli âlet ilimlerini ve 'âli ilimleri bilmediği için yanılabilir, bid'at ehlinin tuzaklarına düşebilir.

Peygamber zamanında böyle miydi? Elbette böyleydi. Ashab dini Peygamberden öğreniyordu.

Ashab Tâbiîne öğretti... Tâbiîn Tebe-i Tâbiîne hocalık yaptı... İlk asırdan bugüne kadar İslam dini, alimlerin ve fakihlerin, yani bilenlerin bilmeyenlere öğretmesi ile bu güne geldi.

Ulema ve fukaha aradan çıksın, herkes dinini kendisi öğrensin diyenler kimlerdir?

Ehl-i Sünneti yıkmak isteyenlerdir.

Kemalist ilahiyatçılardır. Onlar İslam ile Kemalist ideolojiyi birbirine uydurmak istiyorlar. İcazetli gerçek ulema ve fukaha böyle bir şeye asla razı olmaz.

BOP'çu İslamcılar da ulemaya ve fukahaya karşıdır.

Dinde değişim, dinde yenilik, dinde reform yapılmasını isteyenler de.

Fazlurrahmancılar Sünnî ulema ve fukahadan nefret ederler.

Farmason Afganî'ye, farmason Abduh'a, farmason Reşid Rıza'ya hayran ve âşık olan ilahiyatçılar da Ehl-i Sünnet ulema ve fukahasına karşıdır.

İcazetli din hocaları aradan çıksın, herkes dinini doğrudan doğruya meallerden öğrensin diyenler nasıl bir çığır açtılar?

Müslümanlar arasında kaosa, anarşiye, fırkalaşmaya, çekişmeye yol açtılar.

Ortaya binlerce, on binlerce naylon müctehid çıktı. Her kafadan ayrı ses çıktı.

Müslümanlar arasında birlik kalmadı.

Fitne fesat, nifak şikak, tartışma çekişme ayyuka çıktı.

Hâtemü'l-Hulefa merhum Sultan Abdülhamid zamanında böyle fitnelere izin verilmezdi. Önüne gelen Kur'an tercümesi, meâli tefsiri yazıp yayınlayamazdı. Dinde reform gibi bid'atlere izin verilmezdi.

Meşrutiyet ilan edildikten sonra, bir Ermeni kitabevi Fransızca bir Kur'an tercümesini Türkçeye çevirtip yayınlamıştır.

Anlayana bu kadar yeter...



Mehmet Şevket EYGİ - 09 Ağustos 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 09 Ağustos 2011, 12:05:41
Bakalım Ramazan'da Neler Yapacağız?

Rahmet ayı Ramazan geldi. Mübarek ayın bütün Müslümanlara hayırlar, bereketler, yümnler getirmesini niyaz ederim.

Ramazan'da biz Müslümanların hali belli olacaktır? Nasıl Müslümanlarız, iyi Müslümanlar mıyız, orta Müslümanlar mıyız, zayıf ve kötü Müslümanlar mı?

Şu anda ülkemizde Kur'anî, Nebevî, Şer'î ölçü ve kıstaslara göre çok büyük fısk, fücur, azgınlık, günah, isyan, tuğyan vardır.

Bakalım Ramazan'da toplum ve ümmet olarak kendimizi ne kadar ıslah edeceğiz, toparlanacağız?

İstanbul gibi büyük şehirlerde bu sıcaklarda ve uzun günlerde Müslüman halkın kaçta kaçı oruç tutacak?

Sıcaklar, uzun günler, çeşitli zahmetler... Bunlar hep birer imtihandır. İmtihanı yüz akıyla verebilecek miyiz?

Kavurucu Ağustos sıcakları mı daha yakıcı, yoksa Cehennemin ateşi mi?

Senenin on iki ayı Müslüman için zaten öyledir de özellikle Ramazan merhamet, yardımlaşma, paylaşma ayıdır.

Zengin, geçimi iyi, tuzu kuru Müslümanlar fakir ve miskin din kardeşlerini hatırlayacaklar ve onlara yardım edecekler mi?

Geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da israflı, lüks, gösterişli, gurur ve kibir verici iftar ziyafetleri tertiplenecek mi?

Birtakım beyinsizler "Benim iftarım daha lüks, daha görkemli (ne çirkin kelime!) oldu" diye aptalca övünecekler mi?

Birtakım zengin ten-perestler şu açlıkla imtihan ayı Ramazan'da kilo alacaklar mı?

Eskiden atalarımız oruçlarını açarlar ve akşam namazını hemen kılarlarmış. Biz, akşamı yatsıya sarkıtacak mıyız?

Bakalım oruç tutmayanlar, tutanlara saygılarından, toplumsal barışı koruma titizliklerinden dolayı açıkta yiyip içmekten sakınacaklar mı?

Biliyorum, şu mübarek Ramazan'da suçlar nispeten azalacaktır. Bu azalma yeterli olacak mı?

Ramazan'da halkın kaçta kaçı beş vakit namaza başlayacak. Bayramdan sonra bu başlayanların kaçta kaçı devam edecektir?

Geçmiş Ramazanlarda olduğu gibi birtakım naylon müctehidler "Canı istemeyen oruç tutmaz, yerine fidye verir" yollu saçma sapan fetvalar verecek mi?

Bizim Müslümanlığımız bilhassa zekat konusunda bu Ramazan'da ortaya çıkacaktır.

Zekatlarımızı Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete, fıkha, Şeriata göre öncelikle fakir ve miskin Müslümanlara mı vereceğiz, yoksa Şeriata uymayan şekilde toplayıp sarf mı edeceğiz?

Şeriat zekat parasıyla cami bile yapılmaz derken, biz zekatları toplayıp derneklerin masraflarını mı karşılayacağız veya Kongolarda Mongolarda mı harcayacağız?

Bakalım bu Ramazan'da kaç fakir Müslüman aç kalacak?

Kaç bîçare Müslüman sürünmeye devam edecek.

Kaç zengin şahıs, dernek, vakıf yedi yıldızlı otellerde ihtişamlı iftarlar verecek?

Ramazan'da halka ve gençliğe ilmihalini öğretmek için ne gibi hazırlıklar yaptık?

Bu Ramazan'da otuz önemli konuda yüz milyon adet etkili broşür dağıtabilecek miyiz?

Ramazan'da birbiriyle dargın, birbiriyle çekişen Müslümanlar barışacak mı?

Gıybet ve diğer lisan afetleri Müslüman toplumda çok yaygın. Bu kötülüğü azaltabilecek miyiz?

Geçen sene Sultanahmet camiinde yetersiz bir cemaat yatsı ve teravih kılarken; kokoreç, döner, sucuk, lahmacun, macun, dondurma, börek Ramazan çarşısında seller gibi insan vardı.

Beyazıt'ta camide namaz kılınıyor, kitap fuarında harıl harıl ilmihal ve Kur'an meali satılıyor. FesubhanAllah!

Bundan yüz küsur sene önce İstanbul'da aç ve fakir bir Müslüman iftara yakın bir konağın ardına kadar açık kapısından sorgusuz sualsiz girer, altt kattaki sofranın kanarına ilişir ve afiyetle karnını doyururmuş. Şimdi böyle konaklar kalmadı. Ramazan çadırları var ama fakir Müslümanların oralarda iftar yemeği yiyebilmeleri için üç saat önceden kuyruğa girmeleri gerekiyor.

Bakalım büyük medya Ramazan'da ne yapacak?

On bir ay fısk fücur, müstehcenlik, şehvet, fuhuş, zararlı magazin, vur patlasın çal oynasın yayın yapan TV'ler nasıl Ramazan programları yapacaklar?

Kemalist, reformcu, Fazlurrahmancı, BOP'çu, dinde değişimci, dinde yenilikçi, Ekfer Şahçı, kerametleri kendilerinden menkul müctehid, ılımlı İslamcı birtakım zevat ne gibi uyduruk fetvalar, bozuk ictihadlar yumurtlayacaklar?

Ramazan cerru yecurru ayıdır. Birtakım cerciler önümüzdeki Ramazan'da yekun olarak kaç milyar dolar toplayacak?

Somali'de milyonlarca Müslüman açlık ve susuzluk çekiyor. Onları hatırlayacak mıyız, yoksa bu hatırlama iştihamızı kaçırabileceği için bilmezlikten mi geleceğiz?

Acaba önümüzdeki Ramazan'da İstanbul'un üç binden fazla caminin kaçında güzel İstanbul ezanları okunacak, dosdoğru namazlar kılınacak?

Yine hoparlörler sonuna kadar açılacak mı?

Klimalar ve vantilatörlerle bazı zayıf ve nahif bedenliler hasta edilecek mi?

(Sur içinde güzel ezan okunan, güzel namaz kılınan, hoparlörleri ayarlı, ışık sistemi düzgün bir cami bilen varsa lütfen bana haber versin de gideyim...)

Muhterem okuyucularımın ve bütün din kardeşlerimin Ramazanlarını tebrik eder, ilahî rızasına uygun oruç tutmak, dosdoğru namaz kılmak, zekatlarımızı yerli yerinde hakkıyla vermek, hayır hasenat yapmak, israf ve lüksten uzak durmak, halimizi ıslah ve nefislerimizi terbiye etmek hususunda Allahü Tealadan yardım dilerim.

Önemli not: Ramazan'dan bir gün önce tartılıp kilomuzu öğrenelim, oruç ayı bitince tekrar tartılalım. Kilo almışsak vah bize!..



Mehmet Şevket EYGİ - 09 Ağustos 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 10 Ağustos 2011, 11:40:55
Suriye Bu Hale Nasıl Düştü?


Suriye'de çoğunluğu oluşturan Müslümanlar korkunç bir zulme ve kıyıma uğramaktadır. O kardeş ve komşu ülkede, yüzde onluk bir azınlığın diktatörlüğü var. Orada Müslümanlar çoğunlukta olmalarına rağmen nasıl ve niçin bugünkü çok kötü ve feci' duruma düştüler?

Bundan elli altmış sene önce Sünnîler çocuklarını askerî okullara vermediler, en zeki ve kabiliyetli gençlerini doktor ve mühendis yaptılar. Azınlıktaki Nusayrîler çocuklarını askerî okullara verdiler, orduyu ele geçirdiler ve ülkeyi pençelerine aldılar.

Hangi İslam ülkesinde Sünnî çoğunluk orduyu ve eğitimi ihmal etmişse, kendi öz vatanında köle durumuna düşmüştür.

Şöyle bir durum düşünelim:

Suriye ordusunun yüzde 90'ı Sünnî, yüzde 10'u Nusayrî olsaydı bugünkü zulümler, kıyımlar, baskılar, kan dökmeler olabilir miydi?

Bundan elli altmış yol önce Sünnî Müslüman anne ve babalar çocuklarını askerî okullara göndermemekle çok büyük, ölümcül bir hatâ yapmışlardır.

Çoğunluktaki Sünnî Müslümanlar kendi yurtlarında hür, izzetli, haysiyetli bir hayat sürmek istiyorlarsa; köle, parya, ikinci sınıf vatandaş, zenci durumuna düşmek istemiyorlarsa, ezilmek ve sürünmek istemiyorlarsa; en zeki, en akıllı, en kabiliyetli, en istidatlı, en idealist çocuklarını şu mesleklere ve kurumlara yönlendirmelidir:

1. Ordu ve askerlik.

2. Eğitim.

3. Üniversiteler.

4. Hukuk ve yargı.

5. İletişim, medya.

6. Kültür ve sanat.

Doktorlukta, mühendislikte çok para varmış... Subaylık ve öğretmenlik o kadar kârlı değilmiş... Ya öyle mi?.. Öyleyse buyurun cenaze namazına...

Suriyeli Müslüman kardeşlerimiz için ağlıyorum.

Allah onların yardımcısı olsun.

Şehidler için rahmet diliyorum.

Suriye'ye inşAllah adalet, huzur, güven, istikrar gelirse Şam'a gidip Halid-i Bağdadî, Muhyiddin ibn Arabî, Selahaddin Eyyubî, Emir Abdülkadir ve diğer büyüklerin kabirlerini ziyaret edeceğim.

Üç ahbabımla birlikte otomobil tutup Haleb'i, Hama'yı, Humus'u ve diğer şehirleri gezeceğim.

Şehidlerin mezarlarında Fâtihalar okuyacağım.

Suriye Sünnîleri çok acılar çektiler ve çekmeye devam ediyorlar.

Ordu meselesi...


Mehmet Şevket EYGİ - 10 Ağustos 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 10 Ağustos 2011, 11:41:29
Ermeniler Ağrı'yı İstiyormuş!

Ermenistan başbakanı "Biz Azerbaycan'dan Karabağ'ı aldık, gençler de Türkiye'de Ağrı bölgesini alacaklar" mealinde bir laf etmiş. Bizim medya mal bulmuş mağribî gibi bu lafı tenkit ediyor. Ermenistan bizden toprak istiyormuş...

Beyler günaydın, Üsküdar'da sabah oldu?

Ermenistan bizden çok uzun yıllardan beri toprak istemektedir.

Sadece Ağrı dağı bölgesini değil, doğu Anadolu'daki, Kilikya'daki nice şehrimizi istemektedir.

Açın interneti, Ermenistan Türkiye'den toprak ve şehir istiyor kelimelerini yazın, bakın karşınıza neler çıkacaktır.

Birkaç gün önce Ermenilerin "Nouvelles d'Armenie" adlı sitesine bakıyordum (İngilizcesi de var), bir haber başlığı dikkatimi çekti: Van ile Erivan arasında uçak seferleri başlayacakmış. Metinde "Türkiye işgalindeki Ermeni toprağı Van" diye yazıyordu!..

Yirmi beş senedir devam eden PKK terör hareketi nedir? Yüzde 50, bir Ermeni yeniden fetih hareketidir. Birtakım Kürtleri veya Kriptoları taşeron olarak kullanıyorlar.

Geçenlerde üzücü bir yazı okumuştum. Bir ara bizim devletimiz birtakım tarihçilere para vererek Ermenilerin iddialarını çürütecek yazılar yazdırmış.

Böyle hizmetler parayla, taşıma suyla olmaz.

Türkiye'nin Ermeni iddialarını red, cerh ve tekzip konusunda yaptıkları son derece yetersizdir.

Şu anda bu iddiaları çürütmek için 100 milyon dolarlık bir fon oluşturulsa ne olacaktır?

Yavan çalışmalar yapılacak, sıradan yazılar yazılacak ve bu yüz milyon dolar sıcağı gören kar gibi kısa zamanda eriyip bitecektir.

Bu gibi hizmetlerde elbette te'lif ücreti dağıtılabilir ama işin başı vatanseverliktir, uzmanlıktır, vasıftır, erdemdir.

Bendeniz 1915 ile 18 arasında Ermenilere zulm ve haksızlık yapıldığını kabul ediyorum, lakin meseleyi bütünüyle ele alıyorum. Sen Osmanlı vatandaşı olarak düşman ve işgalci Rus ordusunu kurtarıcı gibi karşıla, kimliğine sahip olduğun devlete isyan et, silah çek. Sonra da yaşadığın topraklardan sürülünce feryadı bas.

Bir kısım Ermeniler (hepsi değil) şu hatâları yapmışlardır:

1. Emperyalist ve sömürgeci devletlerin safında yer almışlardır.

2. Sırf kendilerine ait olmayan, Müslümanlarla paylaştıkları toprakları ele geçirip Müslüman halkı öldürmek ve sürmek istemişlerdir.

3. Kendi devletleri olan Osmanlı devletine isyan etmişlerdir.

Onların bu yaptıkları bir kumardı ve kumarı kaybettiler.

Bu esnada hiçbir suçu olmayan Ermeniler de ezilip yok olmadı mı? Oldular... Bazen büyük felaketler gelince yaş kuru dinlemez, herkesi vurur.

Ermeniler Osmanlı devletine -eskiden olduğu gibi- sadık kalmış olsalardı, "Osmanlı bizim de devletimizdir, bu toprakları Müslüman halk ile birlikte paylaşıyoruz, onlarla barış ve mutabakat içinde yaşayacağız..." demiş olsalardı. Düşman Rus ordusunu kurtarıcı gibi karşılamamış olsalardı, emperyalistlerin, sömürgecilerin, misyonerlerin oyunlarına gelmemiş olsalardı başlarına felaket gelmeyecekti.

Bütün kabahat Türklerde, Müslümanlarda... Yağma yok!

Mülkün asıl sahibi Allah'tır. Mülkü Ermeniden alır, Türke verir... Türkten alır başka bir kavme verir...

Türkler zalimmiş... Jön Türkler, İttihadçılar Türkleri temsil etmez. Zalim olan onlardı.

Bir kısım Ermeniler de çok zulm etmiştir.

1915 ile 1918 arasında cereyan eden Türk-Ermeni facialarını parça olarak değil, bütün olarak ele almak gerekir.

Ermeniler kendi işlerine gelen bir senaryo yazacaklar, Türkler kendi işlerine gelen bir senaryo... İşlerine gelmeyen vak'aları, hadiseleri, faciaları inkar edecekler... Sonunda bugünkü kör döğüş meydana gelir.

Meselenin başı şudur:

Bir kısım Ermeniler silaha sarıldılar, Ermenilerin de yaşadığı toprakları Müslümanlarla paylaşmak istemediler. Bir kumar oynadılar, kumarı kaybettiler. Kurunun yanında yaş da yandı.



Mehmet Şevket EYGİ - 10 Ağustos 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 10 Ağustos 2011, 11:42:04
Nükleer Santral Ya Patlarsa?

Japonya son nükleer santral felaketinden sonra, önümüzdeki kırk yıl içinde nükleer enerji üretimine son verme kararı aldı.

Nice Batı ülkesi, bu felaketten önce ve sonra nükleer enerji tesisi yapımını durdurdu.

Nükleer enerji temizmiş, nükleer enerji ucuzmuş... EyvAllah...

Lakin nükleer santral bir patlarsa ucuzluğun ve temizliğin bin misli, milyon misli kirlilik ve hasar meydana gelir.

Bazılarının felsefesi şu: Merak etmeyin, tedirgin olmayın, bizde yapılacak santrala bir şey olmaz, patlamaz.

İnşaAllah patlamaz ama ya bir patlarsa?

Nükleer santrallar durup dururken patlamaz ama ya şiddetli bir zelzele olursa...

Ya bir savaş çıkar, düşman santralı berhava ederse...

Çernobil'de ne zelzele olmuştu, ne de savaş ama patlamıştı.

Türkçemiz ne güzel, ne zengin bir lisan...

"Korkulu rüya görmektense uyanık durmak evladır..."

Şeyh Sâdi-i Şirazî ne demiş:

"Denizde çok menfaatler var ama sen selamet istiyorsan kenarda dur..."



Mehmet Şevket EYGİ - 10 Ağustos 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 11 Ağustos 2011, 11:44:27
Ramazan'da Ye Ye Ye

Geçersiz gerekçe ve bahanelerle Afganistan'a saldırdılar. Milyonla ölü, yaralı, ülke harap, halk perişan. Asıl gayeleri: O İslam ülkesinde İslamî bir rejim olmasın.

Yine düzmece bahane ve gerekçelerle Irak'a saldırdılar. Milyonla ölü, yaralı, milyonlarca mülteci, ülke üçe bölündü. Kan, ateş, gözyaşı. Yaşasın demokrasi.

Libya'ya savaş ilan ettiler. Sivilleri öldürüyorlar. Amaçları, Kaddafi gitsin, nisbeten iyi bir rejim kurulsun mu? Ne gezer. Orayı da bölmek istiyorlar. Hele, Kaddafi'nin yerine islamî bir düzen gelmesini hiç istemiyorlar.

Suriye'deki Nuseyrî rejimini yıkmak istiyorlar ama yerine Sünnî bir sistem gelmesini istemiyorlar. Gayeleri iç savaş çıksın; Sünnîler, Alevîler, Kürtler, Dürziler birbirine girsin. Suriye bölünsün parçalansın, BOP olsun.

Mısır için en büyük korkuları Müslümanların o ülkeye hakim olmaları.

Filistin ve Filistinliler 1948'den beri kan ağlıyor. Gazze'de bir buçuk milyon Müslüman bin eziyet ve işkence altında açık cezaevi hayatı yaşıyor.

Somali'de İslamî Şeriat mahkemeleri rejimi vardı. Habeşistan'ı oraya saldırttılar. Şimdi on milyon Müslüman açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya. Tarihin en büyük faciası yaşanıyor orada .

Emperyalistler Pakistan'ı da karıştırıp bölmek istiyor.

Türkiye'yi de bölmek istiyorlar.

Emperyalistlerin, sömürgecilerin, Haçlıların, Siyonistlerin gayesi İslam dünyasından güçlü ülke ve devlet olmamasıdır.

İslam dünyasında İslamî rejimler, düzenler, sistemler olmamasıdır.

İslam dünyasının daha da parçalanması, balkanlaşmasıdır.

Müslümanların birbirileriyle savaşmasıdır.

Müslümanlar bu oyunlara geliyor mu?

Hiç gelmez olurlar mı?

Bugün Siyonist ve diğer emperyalistlerin en büyük destekçisi ve işbirlikçisi bazı Müslüman ülkelerdir.

Müslümanlar Siyonizmi ve emperyalizmi trilyonlarca dolarla şu veya bu şekilde desteklemektedir.

İslam dünyasında trilyonlarca dolar var ama bu paraların İslam'a ve Ümmete yararı yok.

Emperyalistler, sömürgeciler ve onların işbirlikçilerinin siyaseti:

Böl, parçala ve hükm et.

Müslümanları birbirinden kopuk, bazısı birbirine düşman fırka, hizip ve gruplara ayır ve birbirleriyle çarpıştır.

Aman Müslümanların başına Şeyh/İmam Şâmil gibi biri geçmesin.

Aman yeni bir Salahaddin Eyyubî zuhur etmesin.

Aman Müslümanlar cihad yapmasın.

Aman Müslümanlar birleşmesin.

Emperyalistler İslam dünyasında tavşana kaç tazıya tut siyasetini uyguluyor.

Bütün İslamî hizip, fırka, grup, cemaat, teşkilatların içi sürüyle casus, ajan, provokatör, Lawrence, yönlendirici doludur.

Müslümanlar birleşmemek konusunda birleşmişlerdir.

İslam dünyasında kokuşma, rüşvet, haram yeme, kara ve kirli para ve malla zenginlik, lüks, israf kol gezmektedir.

Müslümanların bir kısmı açlıktan ölürken, bir kısmı tokluk sancıları içinde kıvranıyor.

Hıyanet hıyanet hıyanet.

Nifak nifak nifak.

Riya riya riya.

Şu Türkiyemize bakınız: Müstehcen neşriyat, fuhuş, zina, ahlaksızlığın ve azgınlığın her türlüsü, seks şehvet gırla gidiyor.

Artık şu İslam diyarında zina suç bile değil.

Bir yanda geçim sıkıntısı çeken milyonlar, öbür yanda lüks, israf ve sefahatin en iğrencine ve âdisine batmış sözde dindarlar.

Teravih namazlarında yarıdan fazlası boş camilerin gölgesinde Ramazan etkinlikleri ve şenlikleri.

Vur patlasın çal oynasın.

Ah o eski Ramazanlar, Şehzadebaşı'nda Direklererası tiyatrolarındaki Kantocu Şamramlar, Peruzlar, Kamelyalar.

Ah komik-i şehîr Kel Hasan nerdesin?

Ramazan açlık ayı, ye babam ye.

Lüks iftar sofrasında ordövrlerin, çorbaların, ön yemeklerin, ana yemeklerin, zeytinyağlı yemeklerin, böreklerin, tatlıların, turşu ve salataların, peynirlerin, dolmaların, dondurmaların, meyvelerin, salataların, zeytinlerin, sucuk ve pastırmaların, humusların, içli köftelerin, çayların, kahvelerin, şerbetlerin yekun sayısı 50'yi geçiyor.

Ye ye ye.

Ramazan açlıkla terbiye ayıdır.

Ye ye ye.

Ramazan'da zenginler aç kalacak ki, fakirlerin halinden anlasın, onları düşünsün.

Ye ye ye.

Bu Ramazan'da Ayasofya yine ve hâlâ ibadete kapalı.

Önemi yok, şimdi yeme zamanıdır.

Ye ye ye.

Altın tozuyla yapılmış bir porsiyon tatlı bin liracıkmış.

Ye ye ye.

Bu düzen kötüdür.

Ye ye ye.

İslam ilerliyor, Müslümanlar kalkınıyor.

Ye ye ye.

Eski mücahidler, yeni müteahhidler yiyin yiyin yiyin.

Bu hân-ı yağma sizin.



Mehmet Şevket EYGİ - 11 Ağustos 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 11 Ağustos 2011, 11:45:17
İslam'da Yenilik Fitne ve Fesadı

Bütün akıllı ve samimî Müslümanların, Türkiye'de yeni bir İslam türetme plan, çalışma ve girişimlerine karşı çıkması gerekir.

Yeni İslam projesi büyük bir fitne ve fesattır.

Bu işin arka planında Siyonizm, global kapitalizm, emperyalizm, sömürgecilik, Haçlı lobisi vardır.

Yeni İslam hareketi bir nifak hareketidir.

Yeni İslamcılar cihadsız bir İslam istiyor.

Yeni İslamcılar, İslam'ın tek geçerli, makbul, hak din olduğu inancını kırıp, onun yerine üç ibrahimî din vardır bozuk inancını ikame etmek (yerine koymak) istiyor.

Yeni İslamcılar Kur'an hükümlerini, Sünnet öğretilerini ve Şeriatı bozuk ve sapık Feminizm ideolojisine ayarlamak ve uyarlamak istiyor.

Yeni İslamcılar Şeriatsız ve fıkıhsız bir İslam türetmek istiyor.

Yeni İslamcılar Ehl-i Sünneti yıkmak istiyor.

Yeni İslamcılar, gerçek İslam'ın yerine beşerî bir hümanizma ve ideoloji getirmek istiyor.

Yeni İslamcılar, ilahî İslam dinini Avrupa Birliği ve Batı medeniyeti norm ve standartlarına uygun hale getirmek istiyor.

Yeni İslamcılar evrensel İslam dininde reform, değişim, yenilik, tâdilat, tahrifat yapmak istiyor.

Yeni İslamcılar Ehl-i Sünnet imamlarını, ulema ve fukahasını bırakıp Fazlurrahman'ı veya ona benzer yoldan çıkmışları imam yapmak istiyor.

Açıklamaya hacet yoktur ki, bunların hepsi İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata, hikmete aykırı korkunç bid'atlardır.

Müslüman kardeşlerimi elimden geldiği kadar bu konularda uyarmaya çalışıyorum.

Bu vazife öncelikle benim işim değildir.

Memleketimizde ne kadar gerçek ulema, gerçek fukaha, gerçek ziyalı Müslüman varsa bu konuda seferber olup halkı ve bilhassa gençliği uyarmalıdır.

İslam'a ve Ümmet-i Muhammed'e ait dinî meseleler sadece Müslüman alimler, fakihler, münevverler tarafından tartışılmalı ve müzakere edilmelidir.

Bu işe Siyonistler, Haçlılar, İsrail, ABD, AB ve diğer İslam dışı güçler karışmamalıdır.

İslam düşmanlarıyla işbirliği yapan, onların uydusu olan, onların direktifleriyle hareket eden, onlardan teşvik ve destek gören yeni İslamcıları kınıyor ve protesto ediyorum.

Yüce İslam dinini AB ve Feminizm norm ve standartlarına uydurmaya çalışmak bir ihanettir.

İslam'a ters düşen, İslam'a zıt, İslamla uyuşmayan ve bağdaşmayan bütün (evet bütün) mesele ve konularda İslam doğrudur, İslam haklıdır.

Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) haber vermiş olduğu üzere Kur'ana, Sünnete, Allah rızasına uygun İslam Ehl-i Sünnet İslamlığıdır.

Türkiye'de Ehl-i Sünneti yıkmak veya devre dışı bırakmak İslam'ı yıkmak mânasına gelir.

Dinini ve imanını kurtarmak ve korumak isteyenler İslam'da yenilik ve değişim hareketinden uzak dursunlar.



Mehmet Şevket EYGİ - 11 Ağustos 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 12 Ağustos 2011, 11:51:52
Kadınlar Caminin İçine Erkekler Avlusuna

DİYANET'in emriyle Hacıbayram camiinin içi yatsı ve teravih namazlarında erkeklere kapatılmış, yasaklanmış; Ankara'nın bu tarihî mâbedi (Ramazan'da yatsı vakti) kadınlara tahsis edilmiş.

Yeterli kadın cemaat olmadığı için dışarıdan otobüslerle, minibüslerle kadın cemaat getirilmiş.

Doğrusu çok garip bir durum.

1400 yıllık İslam tarihinde böyle aykırı bir vak'a görülmemiştir.

Ortada çok vahim bir ayırımcılık vardır.

Kadınları erkeklerden üstün görme...

Feminizm...

Böyle bir şey dinimizin ruhuna aykırıdır.

İleride bu konuda uzun bir yazı kaleme almayı düşünüyorum. Bugün, haberi olmayan Müslümanların dikkatlerini çekmek maksadıyla şu birkaç satırı karaladım.

Bendeniz Ankara'da yaşasam ve yatsı/teravih namazı için Hacıbayram camiine gitsem, cami içine sokulmasam, protesto eder ve yakındaki başka bir camiye giderek namaz kılarım.

Eğer kadın cemaat çoksa ki (değildir, dışarıdan taşınmıştır) caminin yarısında erkekler, yarısında kadınlar namaz kılar.

Camiye erkekleri sokmamak çok ama çok garip ve acayip bir iştir.

Neler oluyor?

Bu işlerin sonu nereye varacaktır?



Mehmet Şevket EYGİ - 12 Ağustos 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 12 Ağustos 2011, 11:52:22
Gözünü Nalbanta Tedavi Ettiren Kör Olur

SİZE bir sağlık raporu lazım. Nereden, kimden alacaksınız? Tabiî ki, yetkili bir hastahaneden ve ruhsatlı bir doktordan.

Gözünüzle ilgili bir rahatsızlığınız var. Raporu kimden alacaksınız? Göz doktorundan.

Babanız, oğlunuz ve arkadaşınız doktor olmadığı halde size rapor verse geçerli olur mu? Olmaz. Gülünç olur.

Din konusundaki fetvalar da böyledir.

Bir sorunuz, müşkülünüz, probleminiz mi var, yetkili, ehliyetli, icazetli din, alimlerine, fakihlere, müftülere soracaksınız.

Zamanımızda yeterli ilmi, ehliyeti, liyakati olmayan herkes din konusunda asıp kesiyor.

Bırakın fetvayı, ictihadın bini bir paraya.

Yıllardan beri bazı aykırı ilahiyatçılar İslam dininde teravih namazı yoktur diyor.

Ne gülünç!.. Bugüne kadar milyonlarca gerçek din alimi, gerçek fakih, gerçek müctehid, mürşid-i kâmil var demiş ve Müslümanlar kılmış, şimdi yok olmuş!

Bu gibi iddiaları kimler ortaya atıyor?

Bunların içinde bir tek Ehl-i Sünnet ve Cemaat din alimi ve gerçek müftü yoktur.

Bunlar sahte müftüler, naylon müctehidler, aykırı ilahiyatçılardır.

Az da olsa sağlam din ve ilmihal bilgisine sahip hiçbir Müslüman uyduruk fetvalara, saçma sapan ictihadlara kanmaz, aldanmaz.

Oruç farzdır, teravih sünnettir.

Oruç tutmamak için Şer'î özürler vardır.

Bir de şeytanî özürler.

Şeytanî özürler geçerli değildir.

Bunlar gerçek din alimlerinden, gerçek fakihlerden, gerçek müftülerden öğrenilir.

Bugün öyle sahte müctehidler vardır ki, beş vakit namaz bile kılmıyorlar. Bunlara dinî sorular yöneltmek cinnet olur.

Her Müslümanın başucunda, şayet Hanefî fıkhını hayata uyguluyorsa, (Mesela) Ömer Nasuhi Bilmen'in "Büyük İslam İlmihali"; şayet Şâfiî fıkhını hayata uyguluyorsa o ayarda bir Şâfiî ilmihali bulunmalıdır.

Teravih namazını mı merak ediyor? İlmihalin o bölümünü açacak, okuyacak, öğrenecek, bilgilenecek, aydınlanacaktır.

Bazı Selanikli gazeteler ve tv'ler şu mübarek Ramazan'da Müslümanlarla alay edercesine dini konuları mıncıklıyor ve mıncıklatıyor.

Derin devlet, AB, BOP, Siyonizm, Haçlı emperyalizmi, sömürgeciler ülkemizde yeni bir İslam türetmek istiyor. Bir İslam Protestanlığı.

İrili ufakla yüzlerce kilise... Alabildiğine kopukluk... Alabildiğine tartışma ve çekişme... Alabildiğine fitne ve fesat... Alabildiğine sahte ictihad...

Aman Müslümanlar birlik olmasın.

Hiçbir akıllı, samimî, firasetli Müslüman bu oyunlara gelmemelidir.

Diyanet sadece Hanefî ve Şafiî fıkhına göre fetva vermelidir.

Müslümanlar icazetli ulema ve fukaha tarafından yazılmış muteber, güvenilir, sahih ilmihal ve fıkıh kitaplarına baş vurmalıdır.

Ehl-i Sünnet Müslümanları, Ehl-i Sünnetten çıkmış ve bazısı azılı Ehl-i Sünnet düşmanı olmuş aykırı kişilerin fikir, görüş, fetva ve naylon ictihadlarına kesinlikle yüz vermemelidir.

Din işleri oyuncak değildir.

Yarım doktor candan, yarım alim dinden imandan eder.

Gözü ağrıyan kişi göz doktoru yerine nalbanta giderse kör olur.

Bütün bozuk fetvalar, bütün saçma sapan şeytanî ictihadlar, bütün Selanikî görüşler, bütün ılımlı İslam hezeyanları, bütün üç ibrahimî din safsataları çöpe atılmalıdır.



Mehmet Şevket EYGİ - 12 Ağustos 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 12 Ağustos 2011, 11:53:46
Müstehcen Seks ve Şehvet Azgınlıkları

1970'Li yıllarda medyada bu kadar müstehcen yayın, seks ve şehvet yoktu ama o günlerde Müslümanlar o müstehcen yayınları protesto ediyorlardı. Hattâ bu konuda ağır kitaplar yazılıyor, iktidara telgraflar çekiliyor, dilekçeler veriliyordu. Müslümanların gündeminde bu konu vardı.

Bugün 70'li yıllara göre korkunç, iğrenç, rezil bir seks, şehvet, müstehcenlik patlaması var ama çoğunluktaki Müslüman kesim bu konuda bir reaksiyon göstermiyor.

Yine 70'li yıllarda Müslümanların bir Ayasofya hassasiyeti (duyarlılığı) vardı. Şimdi o da yok.

Müslümanlar hassasiyetlerini niçin yitirdiler, niçin kötülüklere ve münkerlere gereği gibi tepki göstermiyorlar?

İslam dininin temel kurallarından biri de iyiliği desteklemek, emr etmek, kötülüğü kösteklemek, yasaklamaktır.

Müslümanlar bu işi üç şekilde yapar:

(1) Emir sahipleri fiilen, (2) Ulema, fukaha, ziyalı Müslümanlar lisan ve kalem ile, (3) Halk tabakası kalben.

Seks ve şehvet azgınlıklarını kışkırtan, toplumun ahlakını bozan, bilhassa gençleri dejenere eden müstehcen yayınlar Kur'ana, Sünnete, Şeriata, hikmete, ahlaka aykırıdır. Tarihte nice toplumlar, kavimler, şehirler seks ve şehvet azgınlıkları yüzünden batmışlar, batırılmışlardır. Müslüman halkın bu kötülükle elinden geldiği kadar mücadele etmesi gerekir.

Dinî cemaatler, tarikatlar, vakıflar, dernekler, grup ve topluluklar; İslamî dergiler ve gazeteler; İslamî baskı ve güç grupları yasal sınırlar içinde müstehcen yayınlarla savaşmazlarsa toplumun bozulması kaçınılmaz olur.

Ülkemizde müstehcen yayınlardan bin kere daha korkunç ve yıkıcı bir kötülük vardır. O da genel, yoğun, yaygın kokuşmadır. Futbol şikeleri bunun en son örneğidir.

Müslümanların kokuşma konusunda da çok duyarlı olmaları ve bu kötülüğü protesto etmeleri gerekir.

Sevgili Peygamberimiz haber vermiş, uyarmıştır:
"Bir Müslüman toplum emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazsa, yani iyiliği emredip kötülüğü yasaklamak için çalışmazsa onun üzerine azab iner."

Müslümanları bu konuda haddim olmayarak uyarıyorum.

(Müstehcen kelimesi: Cinsel bakımından açık saçıklık, edebe ve ahlaka aykırılık; insanların şehvetlerini gayr-i meşru şekilde tahrik eden, bireylerin ve toplumun azmasına sebep olan, bir yığın sosyal kötülüğe ve ahlaksızlığa yol açan resimlerin ve yazıların yayınlanmasıdır. İslam medeniyetinin temellerinden biri iffettir. Bu kavram ve değer Avrupa medeniyetinde çok zayıflamış, hattâ kalmamıştır. İslam'da zina ağır bir günah ve suç iken Avrupa Birliği'nde değildir. Bugün ülkemizde homojen bir halk yaşamamakta, halklar yaşamaktadır. Bunların hepsi müstehcen yayınlar konusunda aynı çizgide değildir.)



Mehmet Şevket EYGİ - 12 Ağustos 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 13 Ağustos 2011, 17:52:10
Tarikata değil, Tarikatçılığa Karşıyım

Bir vatandaş "Sen tarikatlara karşısın" diyor. Böyle bir iddia iftiradır. Bendeniz tarikatlara ve tasavvufa taraftar bir Müslümanım. Yazılarımı okuyanlar bunu bilir.

Kaç kere yazdım: Bendeniz tarikata, tarikatlı olmaya taraftarım ama tarikatçiliğe karşıyım.

Hanefî mezhebine bağlıyım ama mezhepçi değilim, mezhepçilik yapmam.

Gerçek tarikatlara taraftarım ama tarikatçilik yapmam.

İslam'a gerçekten hizmet eden cemaatleri beğenirim, severim, desteklerim ama cemaatçilik yapılmasından hiç mi hiç hoşlanmam.

Tarikatli... Tarikatçi...

(li) eki ile (çi) eki çok önemlidir.

Hattâ bendeniz, ideoloji koktuğu için İslamcılığı bile benimsemem.

Tarikatli Müslümanda Ümmet şuuru vardır.

Tarikatli Müslüman fırka ve hizip asabiyetine saplanmaz.

Diğer tarikatlara mensup kardeşlerini dışlamaz.

Tarikati din haline getirmez.

Tarikatin başındaki muhterem zatı rablaştırmaz.

Din ve mukaddesat sömürüsü yapmaz ve böyle çirkin bir günaha destek vermez.

Şeriatın bütün emirlerini yerine getirir.

Sünnete uyar.

Bid'atlardan kaçınır.

O iyi bir Müslüman ve iyi bir insandır.

Bu yüzden tarikatçılık yapmaz.



Mehmet Şevket EYGİ - 13 Ağustos 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 13 Ağustos 2011, 17:53:23
Erzurum'da Provokasyon

Erzurum'da kızıl saçlı açık kıyafetli genç bir hanım oruç ayında sokakta sigara içerken iki Müslümanın tepkisine mâruz kalmış. Selanikliler hemen yaygara koparttılar, kadın linç edileyazmış falan filan...

İstanbul'da, İzmir'de, Ankara'da oruç tutmayanlar açıkça yiyip içiyorlar ama bazı şehirlerimizde durum başkadır. Açıkta yenilip içilmesi hoş karşılanmamaktadır. Oralarda bir tür Müslüman mahalle baskısı vardır.

Oruç tutmayanların o şehirlerde, sosyal barışı korumak için daha dikkatli hareket etmeleri gerekir.

Erzurum'daki vak'aya gelince:

Genç bir hanımefendinin sokakta sigara içmesi zaten doğru değildir. Böyle bir şey şehir ve medeniyet görgü ve terbiyesine yakışmaz.

Bir Kürtçünün (Kürt demiyorum...) Türklerin yaşadığı bir yerde bir elinde Kürt bayrağı, öbür elinde "Yaşasın özerk Kürdistan!" yazılı bir pankartla dolaşması akıl kârı mıdır?

Bendeniz şu anda tâtil yapmak için Hakkâri yaylalarının birine gidebilir miyim? Gidersem can güvenliğim olur mu?

Akıllı, tedbirli, barışsever vatandaşların dikkatli olması gerekir.

Erzurum'da sokakta sigara içen hanım hukuken kabahatli ve suçlu değildir ama bilgelik ve ahlak açısından kusurludur.

"Erzurum muhafazakâr bir şehirdir. Burada, benim gibi genç bir hanımın Ramazanda sokakta sigara içmesi doğru olmaz. Kimseyi üzmeyeyim, sinirlendirmeyeyim. Kendi canımı da üzmeyeyim..." demesi gerekmez miydi?

Bu hanım, yapmadım dese de, farkında olmadan provokasyon yapmıştır.

Akıllı vatandaşlar halkın hassasiyetlerine saygılı olmalıdır.

Bendeniz Hindistan'ın Benares şehrinde yaşasam, orada sokaklarda kaldırımın ortasına yatmış geviş getiren kutsal ineklere kışşt bile demem. Çünkü böyle bir şey Mecusileri öfkelendirir, üzer ve başımı belaya sokabilir.

Erzurum'da, nice başka dindar şehrimizde Ramazan günlerinde açıkta yemek, içmek, sigara tüttürmek kanunen serbesttir ama ahlaken sakıncalıdır.

Erzurum'da sokakta sigara içen genç hanım İmam-Hatip mektebi mezunuymuş...

Demek ki, hiç özrü yok.

Birbirimizi kırmasak, üzmesek, sosyal barışı korusak, provokasyon yapmasak, fitne fesat çıkartmasak ne iyi olacak...

"Atatürk Türkiye'sinde nehar-ı Ramazanda oruç yiyenlere baskı yapılamaz!..." diye yaygara kopartanlar realist olsunlar.

Gerçek bir Müslümanın oruç tutmayan din kardeşleri hakkındaki duyguları ve düşünceleri nelerdir?

1. Üzülür, keşke oruç tutsaydı der... 2. Hiçbir şer'î özrü olmadığı halde oruç tutmamak münker (kötü) bir şeydir. Müslüman bunu sevmez, beğenmez, hoş görmez... 3. Oruç tutmayana nehy-i münker yapılabilir mi?... Bunu fertler yapmaz, varsa İslam devleti yapar. Nitekim Osmanlı devleti zamanında ve Cumhuriyet'in ilk iki yılında açıkta Ramazan gününde oruç yiyen Müslümanları polis yakalıyordu... Laik devlette böyle bir uygulama olmaz...

Türkiye her şeye rağmen bir İslam ülkesidir (İslam devleti değildir). Türkiye'de İslam dominant/hâkim unsurdur. Müslümanlar çoğunluktadır. Binaenaleyh toplumsal barışı korumak için, oruç tutmayanların dikkatli olmaları, Müslümanları üzmemeleri gerekir.

Müslüman fitne ve fesat çıkartmaz... Müslüman kendi kafasına göre emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaz ama nehar-ı Ramazanda alenen oruç yenilmesini de beğenmez, sevmez, hoş görmez. İslam'ın iyi görmediği, kötü gördüğü bir şeye kalben buğz etmek imanın asgarîsidir.



Mehmet Şevket EYGİ - 13 Ağustos 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 13 Ağustos 2011, 17:54:44
İstanbul Ezanları

İnsanın tüylerini ürperten, gözlerini nemlendiren, mânevî neş'e ufuklarına götüren harikulade İstanbul ezanları dinlemek istiyorum. Sonuna kadar açılmış mâdenî sesli hoparlörlerden avaz avaz bangır bangır ezanlar değil, o İstanbul'un mâruf eski müezzinlerinin gönülleri heyecanlara gark eden ezanları gibi. Merhum Sultan Abdülhamid'in başmüezzininin okuduğu ezana benzeyen ezanlar.

Böyle ezan okunan bir camiye gitmek istiyorum. Mensuplarının her biri bir vakar heykeli düzgün kıyafetli sessiz bir cemaat arasına katılmak istiyorum.

Osmanlı cüppesi giymiş bir imam... Arapçayı, Osmanlıcayı iyi bilen, şehir kültür ve medeniyetine sahip, aruza âşina, kıraati çok düzgün bir hoca... Bu zatın ardında mesela sabah veya yatsız namazı kılarken kendimden geçmek istiyorum.

O namazın hiç bitmemesini arzulamak...

Ruhumu ihtizaza getirecek tesbihat istiyorum.

Duadan sonra okunan aşr-ı şerifi dinlerken dünya hayuhuyunu unutmak istiyorum.

Camiden ayrılırken sessiz temennalar, belli belirsiz tebessümler...

Yüksek hazlar, safalar, neş'eler...

Hayatı günde beş kez durduran ezanlar, namazlar.

Böyle ezanları dinlerken, böyle namazları kılarken ağlamak istiyorum.

Ah İstanbul ezanları!...

Ah mü'minin mi'racı namazlar.

Aruz ve musiki bilenlerin lahutî kıraatleri.

Hoparlörsüz, gürültüsüz.

Arada bir de olsa heyecandan kendini kaybeden biri.

Yüzünden nur fışkıran şu yaşlı zatın arakiyesi ne kadar güzel.

Şu muhterem efendi hangi tekkenin şeyhidir?

Kenardaki üç genç Uşşakî tarikatinden mi?

Nurdan heykellerin etrafındaki hâleler.

Gölgeler gibi geldiler, gölgeler gibi gittiler.

Çok uzaklardan Pertevniyal Valide Sultan camii başmüezzini merhum Cemal efendinin ezanı duyuluyor.

İstanbul ezanları.

Onlara çok muhtacım.



Mehmet Şevket EYGİ - 13 Ağustos 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 14 Ağustos 2011, 15:11:10
Müslümanların Sekülerleşmesi

On milyonlarca Müslüman halk çok kötü şekilde sekülerleşti, yani dinden uzaklaştı.

Sekülerleşenler içinde beş vakit namaz kılanlar bile var.

Müslümana soruluyor, "bu gün ayın kaçı?". Miladî Efrencî tarihi veriyor. Hicrî İslamî takvimden haberi yok.

Müslümana saati soruyorsunuz, vasatî alafranga saati söylüyor; ezanî alaturka saatten haberi yok.

Bundan elli altmış sene önce herkes başı örtülü olarak namaz takkesiyle namaz kılardı, şimdi bu sünnete ve edebe riayet edenler çok azaldı.

Alafranga seküler Müslümanlar devrinde yaşıyoruz.

Müslüman hanımların çoğu başlarına bir bez örtmekler her şeyi yapabileceklerini zannediyorlar.

Müslümanların çoğu Sultan Abdulhamid'i seviyorlar, ona hayır dua ediyorlar lakin Sultan Abdulhamid bizim halimizi görse çok üzülür, çok şaşar, çok öfkelenirdi.

Müslüman kadın ve kızlar nâ-mahrem erkeklerle çok laubali, çok serbest şekilde konuşup gülüşüp sohbet ediyorlar. İslam dini ve şeriatı böyle bir şeyi kabul etmez.

Birkaç sene önce bir tesettür defilesi yapılmıştı. Bir hafta önce bilmem ne trikonun mayolarını teşhir eden mankenlere sözde tesettür elbiseleri giydirmişler, cehennemî bir musiki ile podyumda rap rap, tak tak yürütüyorlardı. Yüzden fazla elbise teşhir edildi, bunların içinde bir tek geleneksel İslamî kıyafet yoktu. Eşarp, tunik, pantolon, pardösü, tayyör...

Yahu böyle İslamî tesettür olur mu?

Japonlar hâlâ yer sofralarında yemek yer, yer yataklarında yatar, biz ise bu konuda Avrupâîleşmişiz.

Çocukluğumda, gençliğimde yakın zamanlara kadar Müslüman bir eve misafir gittiğimiz zaman evin hanımları görünmezlerdi. Çay ve kahve mi verecekler, kapıyı tıklatırlardı, evin beyi yahut delikanlı oğlu gider, tepsiyi alır, kendisi dağıtırdı. Şimdi yine böyle Müslüman evleri var ama sayıları çok azaldı.

Sokaklarda tesettürlü genç hanımlar görüyorum. Ellerinde bir dondurma külahı, şap şap yalaya yalaya yürüyorlar. Böyle bir şey Sultan Abdulhamid zamanında olsaydı kadınlara bir şey yapmazlardı ama onların velilerini (kocalarını, babalarını) zaptiye nezareti vasıtasıyla ta'zîr ederlerdi.

Şehir terbiye ve görgüsüne sahip, medenî, mürüvvetli Müslümanlar sokaklarda, çarşılarda, pazarlarda açıkta bir şey yiyip içmezler, bu çirkin adet bize Batı'dan gelmiştir.

Eski Müslümanlar çarşıdan, pazardan, kasaptan pahalı bir yiyecek maddesi satın aldıklarında bunu kapalı hasır zembillerle eve götürürlerdi, alamayanları ezmemek ve üzmemek için...

Türkiye'deki Müslüman erkeklerin çok büyük bir kısmının kılık ve kıyafetleri tamamen Avrupâîdir. Sokakta yürüyen bir insanın Müslüman olup olmadığını ancak keşif ve keramet sahipleri anlayabilir.

Müslümanlar için yakasız gömlekler, istanbulinler yapılsa ne iyi olur. Kışın kürklü kalpaklar, Müslüman bereleri modası çıkartılsa...

Sultan ikinci Mahmud zamanında Avrupa kıyafeti alındı ama şapka kabul edilmedi. Fes, Osmanlılığı temsil ediyordu. Gayr-i Müslim Osmanlılar bile militan küfrü temsil eden şapkayı giyemezlerdi. Devlet-i Osmaniye'nin son zamanlarında İstanbullu Rum avukat Yorğaki Efiminiyadis şapka giydiği iddiasıyla barodan atılmıştır.

Cumhuriyet ilan edilince İstanbul'daki Avrupa hayranı birkaç mürted şapka giydiler, polis onları yakaladı. Durumu Ankara'ya bildirdiler, "onlara bir şey yapmayın, zaten biz bu meseleyi kökünden halledeceğiz" cevabı geldi. (O zamanın emniyet müdürü Hüsamettin Ertürk'ün hatıralarında yazılıdır.)

Müslümanları sekülerleşme erozyonundan koruyup kurtaracak, yeniden İslam kültürüne kazandıracak seferberliği hangi şahıslar, hangi zümreler, hangi cemaatler başlatacaktır?



Mehmet Şevket EYGİ - 14 Ağustos 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 14 Ağustos 2011, 15:15:40
Hacıbayram Camii'nde Vahim Bir Bid'at

Çağımızın büyük Ehl-i Sünnet âlimi dersiâm Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendi Büyük İslam İlmihali adlı çok faydalı ve değerli eserinde şöyle diyor:

"İmamın arkasında önce erkekler. Sonra erkek çocuklar, daha sonra kadınlar saf bağlar. Erkeklerin bu sıraya uyması sünnettir, kadınların (bu sıraya ) uyması ise farzdır."

Ankara Hacıbayram Camii'nde yatsı namazında caminin içine erkeklerin sokulmamasının, imamın arkasına kadınların yerleştirilmesinin fıkha aykırı vahim bir bid'at ve zorlama olduğunda hiç şüphe yoktur.

Niçin böyle bir uygulama yapılmıştır?

Niçin camideki kadın sayısını çoğaltmak için dışarıdan kadınlar taşınmıştır?

Böyle bir uygulamanın asıl ana sebebi nedir?

26 Şubat 2008 tarihinde BBC News'de yayınlanan "Turkey in radical revision of Islamic texts" (yazarı: Robert Pigott), adlı yazıda, Türkiye'de, 1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir dinde reform yapılmak istendiği yazılmıştır.

Ülkemizdeki Sünnî İslam, ABD ve Feminizm normlarına göre biçimlendirilmek istenmektedir.

Diyanet Sünnî bir kurum olmaktan çıkartılıp Fazlurrahman mezhebine göre ayarlanmak istenmektedir.

1930'lu yıllarda ülkemizde Arapça asıl Kur'an-ı Kerimin yerine Türkçesinin konulması yolunda bazı tecrübeler yaşanmıştı.

Hattâ o zaman Mısır'da bulunan ve TC tarafından kendisine bir Kur'an tercümesi ısmarlanmış bulunan merhum Mehmed Akif, tercüme metninin göndermemiş, dostu İhsan efendiye emanet etmiş, ben ölünce yakarsın diye vaziyet etmiştir. Nitekim ölümünden sonra yakılmıştır.

Din konusunda Kemalizm devri reform hareketleri hortlatılmıştır.

Koskoca cami... Yatsı ve teravih namazında erkekler içeriye sokulmuyor, onlara siz avluda kılın deniliyor... Caminin içine, imamın arkasında kadınlar dolduruluyor. Mevcut kadın cemaat yeterli olmadığı için dışarıdan taşınıyor...

Siz bir Müslüman olarak böyle bir uygulamayı normal mi görüyorsunuz?

"Kadınlar rahat etsinler diye böyle yaptık" açıklamalarını samimî mi buluyorsunuz?

Ankara Hacıbayram cami-i şerifi çok eski ve tarihi bir mâbedimizdir.

Avlusunda evliyaullahtan Hacıbayram veli hazretlerinin türbesi vardır.

Sanırım o camide böyle bid'atler çıkartıp uygulayanlar uyarılacaktır.

İnşaAllah mânevî tokatlar şefkatli olur.



Mehmet Şevket EYGİ - 14 Ağustos 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 15 Ağustos 2011, 12:20:25
Ağlayabilsek Bari!..

İslam dünyası fâcialar ve felâketler yumağı. Bunlara alışmış ve kanıksamışız. Çok az üzülüyoruz, yeteri kadar tepki göstermiyoruz.

İniltilerimiz çok cılız. Halbuki çok şeyler yapabiliriz.

Suriye'deki Sünnî Müslüman kıyımına karşı bir milyon kişilik bir protesto yürüyüşü yapamaz mıyız? Yapabiliriz ama yapmıyoruz.

Ramazan, millet oruçlu, mevsim çok sıcak... Öyle ama Suriye'de sivil Müslümanlar öldürülüyor. Onlar ölürken bizim biraz yorulmamızın lafı mı olur.

Somali'de açlıktan ölme derecesine gelmiş on milyon Müslüman için yaptıklarımız yeterli midir? Yeterlidir diyen varsa gelsin, yeterli olduğuna dair Kur'an üzerine yemin etsin. Edebilir mi?

İslam dünyası parçalanırsa işte böyle olur.

Ümmet İmam'sız ve Emîr'siz kalırsa işte böyle olur.

İslam dünyasının zengin ve imkânlı kısmı, aç ve perişan kısmına yardım etse bütün Müslümanlar doymaz mı?

Ortadoğuda belki de bir trilyon dolar petrol ve sair paraları ABD'nin Siyonist bankalarında kenz edilmiş (istiflenmiş, yığılmış) vaziyette duruyor. Bu paranın bir kısmı ile Somali Müslümanlarına birkaç gemi dolusu yiyecek gönderilemez mi? Maalesef gönderilemez. Yeterli para var ama yeterli vicdan yok.

İslam dünyasında, uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerine göre, 10 üzerinden 5 veya 5'in üzerinde not alan tek ülke yoktur. Üç sene mi ne oluyor, İsrail Gazze'ye saldırdığı zaman Türkiye'nin Müslüman halkı zavallı Filistinliler için yardım paraları toplamıştı. Bunlar yerine ulaştı mı? Maalesef ulaşmadığı iddia ediliyor... Hâlâ bankada bekliyormuş. İsrail göndermeyin demiş. Filistinlilerin o yardımlara ihtiyacı çok. Bari şu Ramazan'da ulaştırılsın.

Bendenizin fazla bir imkanım yoktur ama az da olsa yardım edebilirim. Vereceğim zekat veya sadakanın tamamının (100 dolarsa, 100 dolar olarak) mesela Somali'deki bir fakire ulaşması, eline verilmesi gerekir. Zekatın şartlarından biri de temliktir. Şu anda bunu yapabilecek teşkilatımız var mıdır?

Somali'deki facia sadece açlık değil. Orada Müslümanlar birbiriyle savaşıyor. Vehhabî/Selefîlerle tarikat mensubu Ehl-i Sünnet Müslümanları... Açlığa çare bulsak bile bu kardeş kavgasını nasıl durduracağız?

Filistin'deki, Somali'deki, Suriye'deki faciaları biliyoruz ama Arakan'dan haberimiz var mı?

Somali'de bir Yahudinin burnu kanasa bütün dünya ayağa kalkar. Orada on milyon Müslüman aç...

Türkiye'de lüks iftarlar gırla gidiyor.

Lüks iftarların aleyhinde yazdığıma, verip veriştirdiğime bakmayın, bazen kıramıyorum ve gidiyorum. Biri yüzüme tükürsün veya ben aynaya tüküreyim.

Yahudilerin Kudüs'te bir Ağlama Duvarı var.

Bizim Ağlama Duvarlarımız sayısız.

Gerekeni yapamıyoruz, bari ağlasak. Onu da yapamıyoruz.

Cemaati yürekten ağlatan bir vaiz bulunsa... Sultanahmed veya Süleymaniye camiine on bin Müslüman toplansa... Vaiz konuşsa, cemaat ağlasa, gözyaşları seller gibi aksa... Bu manzarayı tv kameraları yüz milyonlarca insana gösterse... Onlar da ağlasa... Belki bu gözyaşları, içimizdeki ve dışımızdaki kirleri ve pislikleri biraz temizler de kendimize geliriz.

Bu akşam Galatasaray mektebi mezunlarından bir grubun orta bir lokantada verdiği iftara davetliyim.

Bende vicdan kalmamış. Suriye'de kardeşlerim öldürülürken, Somali'de Müslümanlar açlıktan ölürken, Arakan Müslümanları kan kusarken, Gazzeliler Cehennem hayatı yaşarken ben nasıl ziyafetlere gidip güzel yemekler yiyebiliyorum?

Mutlaka en azından ağlamamız lazım. Bunca facia, felaket, afet içinde ağlamamak çok kötü.

"Bende-i mü'min olan çeşm ter ü giryan olur

Çeşmi giryan olmayan elbette bî-iman olur"



Mehmet Şevket EYGİ - 15 Ağustos 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 15 Ağustos 2011, 12:22:19
Doğru, Hayırlı, Faydalı, Meşru Cemaat Hangisidir?

ÜMMET içinde elbette olumlu çeşitlilik, faydalı cemaatler, hakka götüren tarikatlar, hizmet grupları olacaktır ama......

Hiçbir cemaatin kendisini İslam ile özdeş görmesi kabul edilemez. Cemaatse cemaatliğini bilecek, kendisini İslam ile eşit görmeyecektir.

Cemaat bir parçadır, bütün değildir. Hiçbir cemaat bütün olma iddiasına sahip olmamalıdır. İyi, faydalı, düzgün, dengeli cemaat; Kur'an, Sünnet, icmâ-i ümmet dairesindeki bütün doğru cemaatleri kardeş kabul edecek, onlarla irtibatlı olacaktır.

Bir cemaat ne kadar güçlü, bol taraftarlı, etkili de olsa mutlaka Kur'ana, Sünnete, icmâya, Şeriata, zâruriyat-i diniyeye uymaya mecburdur.

İtikatta vahim bozuklukları olan cemaat iyi ve hayırlı bir cemaat değildir.

Hiçbir cemaatin dinî konularda, din sahasında bid'at çıkartmaya, bid'atli olmaya hakkı yoktur. Böyle yaparsa meşruiyet dairesinden çıkmış olur.

Müslümanlıkta esas ve temel olan ümmet şuuru ve asabiyetidir. Cemaat, hizip, fırka, grup asabiyeti var, ümmet hassasiyet, şuur ve asabiyeti yok. Onlarda vahim bir yoldan çıkış vardır.

Hiçbir cemaat, İslam'ın Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu temel inancına aykırı bir inanç çıkartamaz. İslam Allah katında hak din olmakta müşareket (ortaklık) kabul etmez.

İslam'ın Allah katında geçerli, hak, muteber, makbul tek din olduğu Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir. Bunun aksine hiçbir inanç, görüş, düşünce kabul edilemez.

Hiçbir cemaatin "Bu devirde üç hak ibrahimî din vardır. Bunların üçünün mensupları da ehl-i necattır ve ehl-i Cennettir" demeye hakkı yoktur.

Hiçbir cemaat "İslam'ı, Kur'anı, Resulullah'ı inkar, red ve tekzib eden Ehl-i Kitab da kurtulmuşlar camiasındandır" bâtıl inancını yayamaz.

İslam'da üstünlük şu veya bu cemaate, hizbe, fırkaya, gruba, tarikata mensup olmakla elde edilmez, ancak takva ile elde edilir. Takva ise ilimle, irfanla, firasetle, ihlasla, salih ameller işlemekle, nefisle büyük cihad yapmakla, mürüvvet ve fütüvvetle olur.

Hiçbir cemaatin Kur'anın, Sünnetin, icmâ-i ümmetin, hikmetin öngörmediği keyfî sözde hizmetler yapmaya hakkı yoktur.

Her hayırlı ve faydalı cemaat şu değerlere hizmet etmekle mükelleftir:

Kur'ana hizmet... Sünnete hizmet... Şeriata hizmet... Ümmete hizmet... İslam ahlakına hizmet...

Müntesiblerinin (bağlılarının, üyelerinin) itikatlarını tashih etmeyen, onlara çok dikkatli bir şekilde cemaatle namaz kıldırmayan, kadınlarının ve kızlarını tesettüre sokmakta ihmal ve tehâvün sergileyen, zekatlarını Kur'ana, Sünnete, fıkıh ve Şeriata uygun olarak verdirtmeyen ve sarf ettirmeyen cemaatler hatâlı ve kusurlu cemaatlerdir.

Ehl-i Sünnet İslamlığında Peygamberan-ı izam hazeratından (aleyhimüsselam) başkaları mâsum değildir. Başındaki zatları mâsum, lâ yuhti (hatâ etmez) olarak kabul eden cemaatler ve tarikatler Ehl-i Sünnet dairesinden çıkmış olur.

Bu ümmet, Peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı olan Sıddiq ve Fâruk hazeratından bile hesap sormuştur. Hiçbir Ehl-i Sünnet cemaati başındaki muhterem zatı lâ yüs'el (kendisinden hesap sorulamaz) olarak göremez ve gösteremez.

Bugün ülkemizde çok şükür itikadı sahih ve düzgün, bid'atlerden uzak, Şeriata sımsıkı bağlı, ahlaklı, dürüst, faziletli cemaatler vardır ve İslam'a hizmet etmektedir. Kendilerine teşekkür borçluyuz.



Mehmet Şevket EYGİ - 15 Ağustos 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 16 Ağustos 2011, 11:43:43
Hem Kur'an Hem İncil Okumuşlar

Herten Almanya'da 65 nüfuslu bir şehirdir. Burada Hacıbayram camii adında bir cami bulunmaktadır. /munsterditib.de/ sitesinde okuduğum bir haberi sizinle paylaşmak istiyorum:

"HABER: Herten'de CIAK (Müslüman-Hıristiyan Çalışma Grubu) Toplantısı. Santa Barbara kilisesinde, Herten'de bulunan tüm cami ve kiliselerin görevlilerini ve cemaatlerini bir araya getiren bir toplantı yapıldı. Toplantıya Kur'an-ı Kerim ve İncil okunarak başlandı..."

Sitede sarıklı cami imamını, kendi özel kilise libaslarına bürünmüş olarak Katolik ve Protestan papazlarını bir arada gösteren fotoğraflar da yer alıyor.

Bu toplantıyı, cami imamının kiliseye gitmesini, orada Kur'anla birlikte İncil okunmasını bir Müslüman olarak garipsedim. Çünkü İslam'ın temel öğretilerine göre Yahudilerin ve Hıristiyanların ellerindeki kutsal metinler tahrife, değişime uğramıştır.

Peygamberimizin gelişinden sonra önceki dinlerin hüküm ve şeriatları nesh edilmiştir.

Kur'an'a, Sünnete, icmâ-i ümmete göre Allah katında tek hak, geçerli, makbul din İslam'dır. Hıristiyanlar İslam'ın hak din olduğunu kabul etmezler, biz Müslümanlar da Hıristiyanlığın hak din olduğunu kabul etmeyiz.

Bugün dünyada üç hak ibrahimî din olduğu iddiası ve inancı Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ulema ile, Şeriat ahkamıyla asla bağdaşmaz.

İslam'ın temeli Tevhid inancıdır, Hıristiyanlığın temeli ise Teslis inancıdır. Tevhid ile Teslis birbiriyle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

Hıristiyanlar İslam'ın hak din, Hz. Muhammed'in (Salat ve selam olsun ona) Resulullah, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın vahy etmiş olduğu ilahî ve kutsal kelam olduğuna iman etmezler. Aksine red, inkâr ve tekzib ederler.

Biz Müslümanlar Allah'ın Tevrat ve İncil adında ilahî kitaplar göndermiş olduğuna iman ederiz ama bugünkü metinlerin gerçek Tevrat ve gerçek İncil olduğunu kabul etmeyiz. Tahrif, değiştirme, çıkartma olduğuna, kul sözü katıldığına inanırız.

1400 yıllık İslam tarihinde Müslümanlarla Hıristiyanların bir araya gelip de Kur'an ve İncil okudukları görülmemiştir.

Biz Müslümanlar İsa aleyhisselamı Allah'ın ülülazm Resullerinden olarak kabul ederiz, kendisini severiz.

Hıristiyanlar ise Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi ve Hâtemürrüsul olduğuna iman etmezler.

Binaenaleyh Hz. Muhammed'i, Kur'anı, İslam'ı inkâr, red ve tekzib edenlerle diyalog yapılmaz.

Onlarla birlikte Kur'an ve İncil okunmaz.

Müslümanlar elbette Yahudilerle ve Hıristiyanlarla iyi geçinirler, bilhassa Hırıstiyan ülkelerinde onlarla iyi komşuluk yaparlar ama bizim ana vazifemiz, dâvet ve tebliğden ibarettir.

Herten'deki toplantıda İncil okunurken teslisle ilgili cümleler okunmuş mudur, bilmiyorum... Ben orada olsaydım ve Teslis inancıyla ilgili cümleler okunsaydı toplantıyı nazikçe terk ederdim.

Evet Tevhid ile Teslis asla ve kesinlikle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

Bizi Ehl-i Kitab'tan ayıran temel fark şudur:

Biz "BÜTÜN" Peygamberlere iman ederiz. Onlar Son peygamber Muhammed Mustafa'ya iman etmezler; onu inkar, red ve tekzib ederler.

Biz Müslümanlar Allah'ın insanlığa göndermiş olduğu "BÜTÜN" kitaplara (orijinal, tahrife uğramamış sahih metinlerine) iman ederiz, onlar son ilahî Kitab olan Kur'ana iman etmezler.

Bizzat Batılı araştırıcılar Kitab-ı Mukaddes'te 50 bin yanlış bulunduğunu delilleriyle yazmışlardır.

Bible'ın ilk bölümlerinde Hz. Lût aleyhisselamın iki kızının babalarını sarhoş edip kendisiyle yattıkları ve gebe kaldıkları açıkça yazılıdır. Allah'ın muhterem nebisi. İsmet sıfatıyla sıfatlı Lût aleyhisselamı böyle bir iftiradan tenzih ederiz.

Lütfen internette "50 thousands errors in the Bible" kelimeleriyle arayın, on milyonlarca netice çıkacaktır. Birkaçını okuyun, meselenin künhünü anlarsınız.



Mehmet Şevket EYGİ - 16 Ağustos 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 16 Ağustos 2011, 11:44:22
Müslümanlara Açık mektup

Aşağıdaki konu ve maddelere önem vermez, gerekeni yapmazsanız; iflah olmazsınız, kurtuluşa ermezsiniz, kendi vatanınızda Müslümanca haysiyetli bir hayat süremezsiniz, başınız beladan kurtulmaz, zillet ve rüsvaylık içinde sürünür durursunuz.

Birincisi: İmanını ve itikadını düzeltmek, Kur'an'a, Sünnete uygun hale getirmek.

2. Beş vakit namazı dikkatli ve titiz bir şekilde dosdoğru kılmak.

3. Farz namazları cemaatle kılmak.

4. Hizipçiliği, fırkacılığı, cemaatçiliği, tarikatçiliği bırakıp olumlu ve zenginleştirici çeşitlilik içinde tek bir Ümmet olmak.

5. Başınıza ehil, layık, vasıflı, güçlü bir İmam/Emîr seçip ona biat ve itaat etmek.

6. Bedevî Müslüman statüsünden çıkıp, medenî Müslüman olmak.

7. Din sömürüsünü ve ticaretini, dinî hizmetlerin zenginleşmeye ve benliğe alet edilmesini kesin şekilde önlemek.

8. AB'nin, Siyonizmin, ABD'nin, Haçlıların İslam işlerine karışmasını önlemek, onlarla bu konuda kesinlikle işbirliği yapmamak. Müslüman olmayanları dost ve veli edinmemek.

9. Allah ile olan bütün işlerde ihlaslı ve takvalı olmak, nifaktan kaçınmak.

10. Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına dayalı güçlü, vasıflı, üstün İslam mektepleri kurmak.

11. Emanetleri (işleri, vazifeleri, memuriyetleri, mevki ve makamları, başkanlıkları) ehliyetli ve liyakatli elemanlara vermek.

12. Lüks, israf, sefahat, gurur, kibir ve gösterişten vaz geçip Kur'ana ve Sünnete uygun şekilde mütevazı bir hayat sürmek.

13. Zekatlarınızı Kur'ana, Sünnete, fıkha ve Şeriata uygun şekilde verip sarf etmezseniz.

14. İslam ahlakıyla ahlaklı olmazsanız.

15. Sabah namazlarında ve diğer vakitlerde camileri bayram namazlarında olduğu gibi doldurmazsanız.

16. Gerçek din alimleri, gerçek fakihler, gerçek mürşidler yetiştirip dinî konularda onları dinlemez ve dediklerine uymazsanız.

17. Karılarınızı ve kızlarınızı şer'î tesettüre sokmazsanız.

18. Lanetli riba muamelerinden el çekmezseniz.

19. Başta gıybet olmak üzere lisan âfetlerinden uzak durmazsanız.

20. Bazı ruhbanları erbab haline getirip putlaştırmaktan vaz geçmezseniz.

21. Büyük ve küçük cihad yapmazsanız.

22. Emr-i mâruf ve nehy- münker farzını bugün olduğu gibi terk ve tâtil ederseniz.

23. Cuma günleri ezan okununca dükkanlarınızı, iş yerlerinizi kapatmazsanız.

24. Zaruriyat-ı diniyede tartışmaktan vaz geçmezseniz.

25. Uzaktaki bir Müslüman ayağına diken battığında onun acısını yüreğinizde hissetmezseniz.

26. Hayatınızı Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye göre tanzim etmezseniz.

27. Sabah namazlarında leşler gibi yatar uyursanız.

28. Az, eksik, yetersiz amelleriniz size ucba ve gurura düşürürse.

29. Bolluk, refah, zenginlik, saçıp savurma, zevk u safa, lüks, israf, sefahat konusundaki gelişmelerin istidrac olduğunu anlamaz, bunları kerâmât olarak görürseniz.

30. Din sömürüsüne göz yumarsanız.



Mehmet Şevket EYGİ - 16 Ağustos 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 17 Ağustos 2011, 11:48:09
Genelevlerde Vesikalı Çalıştırmak Düzenin Çok Büyük Ayıbıdır

Bugünkü düzenin/sistemin büyük ayıplarından biri, üzerinde TC başlığı bulunan "vesikalarla" birtakım kadınlara resmen fahişelik yapma izni vermesi, genelev adı verilen günah evlerindeki yasal fuhşu tanzim etmesi, koruması, bundan KDV ve gelir vergisi alması, bu günah evlerinin kapısında polis bekletmesidir.

Vesikalı fahişelik bir tür köleliktir.

Hiçbir medenî sistem/düzen böyle bir köleliğe razı olmaz, bunu yasallaştırmaz.

İslam dini böyle bir şeye izin vermez.

Gerçek İslam devletinde böyle bir kurum olmaz.

Yakın tarihimizde çok zengin Türkiye vatandaşı bir Madam vardı, genelevler imparatoriçesi idi.

Bu kadına, devlet büyüklerinin de bulunduğu resmî törenlerle vergi rekordmenliği ödülleri verilmiştir.

Bu kadının Atatürk akrostişli bir de şiiri vardır.

Ülkenin en lüks Rolls Royce otomobili bu kadının idi.

İslam dini kadının bu kadar alçaltılmasına, bu kadar köleleştirilmesine cevaz vermez, rıza göstermez.

Aykırı fikir ve görüşleriyle tanınmış bir ilahiyatçı, bugünkü ahlaksızlık, fuhuş ve rezillik tufanına karşı genelevler açılarak bunlar önlenebilir ve azaltılabilir mealinde bir çare ve çözüm bulmuş. Bu çare ve çözüm bâtıldır.

Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilişinden sonra Jön Türklerin Medine-i Münevverenin dış mahallelelerinden birinde gizli bir günah evi açtırdıklarını duymuştum.

Yine Osmanlı zamanını hatırlayan bazı ihtiyarlar, İttihadçıların Medine'ye borulu gramofon getirdiklerini, bu habis aletlerin çirkin gürültüsünün Harem-i Şerifin içine kadar sızdığını söylemişlerdi.

Devletimiz uluslar arası kadın haklarıyla ilgili sözleşmelere imza koymuş ve kadınları fahişe olarak çalıştırmayacağı konusunda taahhütte bulunmuştur.

Bugünkü resmî vesikalı, KDV'li, gelir vergili, polis korumalı fuhuş:

Evrensel insan haklarına ve haysiyetlerine aykırıdır.

Kadın haklarına aykırıdır.

İslam'a aykırıdır.

Ahlaka aykırıdır.

Bilgeliğe aykırıdır.

Laiklik laiklik deyip duruyorlar. Böyle bir şey laikliğe uygun mudur değil midir, bu sorunun cevabını bizzat laikler versin!

"Ahlaksızlığı ve fuhşu önlemek veya azaltmak için genelevler açılabilir" diyenleri protesto ediyorum.

Böyle giderse ülkemizin büyük bir kısmı açık bir geneleve dönecektir.

Zinayı suç olmaktan çıkarttılar...

Turizm patlasın diye her kötülüğe göz yumanlar var.

Kadın haklarından bahs edip duran çağdaşlar, Kemalistler, ateistler, laikler bugünkü resmî ve yasal vesikalı, KDV'li, korumalı fuhşu kötülemezse onları iki yüzlü, yalancı, sahtekar ilan ediyorum.

İnsanın olduğu yerde günah olur ama günahlar hiçbir zaman yasallaştırılmaz, meşru hale getirilmez, yapılması için vesika verilmez., ondan KDV alınmaz.



Mehmet Şevket EYGİ - 17 Ağustos 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 17 Ağustos 2011, 11:49:00
Bu Gemi Nereye Gidiyor?

Jön Türklerin baskısıyla Sultan Abdülhamid anayasayı yürürlüğe koyunca Selanik ve İstanbul bir anda tımarhaneye dönmüştü. Yaşasın hürriyet, yaşasın meşrutiyet, yaşasın müsavat ve uhuvvet sesleri göklere yükseliyordu. Bir kısım insanlar delirmiş gibiydi. Herkes bir altın çağ başladığına inanıyordu. Pıtrak gibi yeni gazeteler dergiler yayınlanıyor, sansürsüz deli dolu yazılar kaleme alınıyor, nutuklar atılıyor, konferanslar veriliyordu.

1911'de İtalya Trablusgarp vilayetimize saldırdı.

1912'de, bizim meşrutiyet sarhoşluğumuzdan ve Jön Türklerin gaflet ve hıyanetinden yararlanan Balkan devletleri saldırdı, Rumeliyi kaybettik.

1914'te devlet birinci dünya savaşına sokuldu.

1918'de teslim olduk.

1922'de son Padişah ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, Osmanlı devleti battı...

1908'den sonra İstanbul haberle, dedikodu ile iddia, isnat, yalan dolan, entrika ile kaynıyordu.

Kâmil paşa... Said Paşa... Ferit Paşa...

Ayan azası Filan Paşa... Vüzeradan Falan Paşa... Sabık Bahriye nazırı Feşmekan Paşa...

Matbuatta (basında) dehşetli polemikler yapılıyordu... İstanbul'da üç gazeteci öldürülmüştü...

Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşa...

Yaver-i Hazret-i Şehriyarî M. Kemal Paşa...

Siyaset dedikoduları içinde Fısıltı gazetesinde o günün magazin haberlerine de yer veriliyordu: Yâver M. Kemal Paşa kerime-i Hazret-i Padişahî Sabiha Sultan'a tâlib olmuş ama Sultan ona varmamış.

Müslümanlar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Frenkler...

Günde yirmi dört saat yoğun dedikodu ve kulis...

Paşalar, vezirler, sefirler, Darülfünun müderrisleri, ayan azaları, mebuslar, ulema, kıssisler...

Heccavlar, karikatüristler.

Sayılamayacak kadar çok türedi, yeni yetme, kokuşma zengini.

Birinci dünya savaşında bulgur ve vagon spekülasyonlarıyla zenginleşenler. Kara ve kirli servetler.

Otuz bir Mart hadisesinden sonra Yıldız Sarayı'nın yağma edilmesi. Yağmaya iştirak eden paşaların listesi 1919'da yayınlanmış bir İkdam nüshasında ilan edilmiştir. Kıymetli bir pandantifi hangi paşa almış?

Sultan Abdülhamid zamanında tam 33 yıl topluma püskürtülemeyen bütün irinler, muzahrafat, pislik, kazurat seller, tufanlar gibi akmıştı.

Kazım Paşa... Salih paşa... Münir Paşa... Şu Paşa, bu Paşa, o Paşa... Paşa vü temaşa...

Birinci dünya savaşı kaybedilince üç ünlü paşamız Alman denizaltılarına binerek yurt dışına kaçmışlardı.

Devlet batmıştı.

Halk kırılmıştı.

Ülke harap olmuştu. Yunan İzmir'e çıkmıştı.

Aradan bir asır geçti. Dedikodular bitmedi. Paşaların yerini generaller aldı.

Gazetecilerin adları değişti.

Konular değişti ama dedikodular yoğun mu yoğun.

Hırsızlık, hortumlama, kokuşma yine hükümferma.

Belki eskisinden daha fazla.

Eskiden Rumeli teröristleri, Sandanskiler vardı. Şimdi Rumeli elimizde değil, doğru ve güneydoğu bölgesinde terör kasırgaları esiyor.

Şu sözde sofu Müslümana bakınız: İlmihalini bilmez, Haliç'teki Simon balıklarının kaç yüzgeci olduğunu bilir.

Karı iki saat uğraşmış nefis dolmalar sarmış. Ocağa koymuş, tv başına koşmuş, dedikoduları içer gibi dinlerken yemeği ocakta unutmuş, yanmış!

General Atılgan tutuklandı... General Saldıray sorguya çekildi...

Kamer Genç kükredi... Şu sayın esti gürledi... Bu sayın ateş püskürdü...

Tencere dibin kara!... Senin dibin benimkinden daha kara... Hah hah hah, kapkara mapkara...

Alçaklar hamiyetsizler...

Gericiler ilericiler...

İrtica tehlikesi var, otobüse kısacık şortla binip bacaklarını uzatan genç kız rahatsız edildi.

Generaller, gazeteciler, bürokratlar, milletvekilleri, politikacılar, iktidar, muhalefet...

Bir kör döğüşüdür gidiyor.

Hanefi Avcı... Haliç'te Simon balıkları... Bu balıklar pullu mu pulsuz mu? Al mı mor mu?

Hah hah hah...

1908 Meşrutiyetinden sonra gemi skandallar, fesatlar, yoğun dedikodular, çekişmeler, tepişmeler, siyasî kavgalar içinde 1918'da karaya vurmuş, dağılmıştı.

Yeni gemi şimdi yoğun dedikodular, polemikler, çekişmeler, tepişmeler, itiş kakış, karşılıkla söz düelloları, ağır ithamlar, yalanlar dolanlar, ağır suçlamalar, sen ben kavgaları, tencere dibin kara, hainler, hamiyetsizler, verip veriştirmeler içinde bir yere doğru bata çıka ilerliyor.

Bu gemi nereye gidiyor?

Selamet limanına mı, felaket kayalıklarına mı?



Mehmet Şevket EYGİ - 17 Ağustos 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 18 Ağustos 2011, 11:58:07
Uzun Tutukluluk Müddeti

Birtakım gazetecilerin, subayların, yazarların iki sene, üç sene tutuklu olarak cezaevinde bekletilmeleri doğru mudur?

Elbette doğru değildir.

Peki niçin böyle oluyor?

Bizim hukuk ve yargı sistemimiz böyledir de ondan.

Bunların hukuku, yargıyı, siyaseti aşan gaybî boyutları vardır.

CHP oligarşisi, Selanikliler, Kemalistler, darbeciler yıllar boyu Sünnî Müslümanları ezdiler, onlara kan kusturdular.

Uyduruk Yüce Divanların zalimâne ve celladâne kararlarıyla halkın göz bebeği bir başbakanı ve iki bakanını astılar.

Elde bin kesinleşmiş mahkeme kararı olmasına rağmen suçsuz Nurcuları yine mahkemeye verdiler, yine tutukladılar.

CHP oligarşisi, Kemalistler, egemen azınlıklar, Selanikîler âdil yargı prensiplerine riayet etmediler.

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini ayaklar altına aldılar.

Korkunç işkenceler yaptılar.

Şiddet içermeyen en mâsum dini inançları, fikirleri, görüşleri, uygulamaları suç saydılar ve cezalandırdılar.

Tutukluluk kurumunu ceza kurumuna döndüren onlardır.

Sonra rüzgar tersinden esti onlar için.

Men Dakka dukka oldu.

Etme bulma dünyası.

Çalma kapıyı çalarlar kapını.

Sen Adnan Menderes'i asar mısın, asanları alkışlar mısın?

CHP zamanında, darbeler devrinde böyle konforlu cezaevleri de yoktu.

Ben Gerede cezaevinde iken ziyaret gününde İstanbul'dan saatlerce otobüs yolculuğu yaparak gelen yakın dostlarıma görüşme izni vermemişlerdi de zavallılar ağlaya ağlaya geri dönmüşlerdi.

Sağmalcılar cezaevinden başka bir cezaevine nakl edilirken bileklerimi bir zincirle sıkıca bağlamışlar, zincire bir kilit takmışlar, mahkum arabasındaki tahta sıralarda oturan 25 mahkuma müşterek sevk zinciriyle bağlamışlardı. Ne bir yudum su, ne bir lokma ekmek, ne ilaç, ne de tuvalet ihtiyacını görmek.

Bendeniz nisbeten ucuz atlatmıştım yine. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun çektiklerini bir nebze anlatsam üzüntüden kahrolursunuz.

Hayır beni yanlış anlamayınız. Tutukluluk müddeti uzasın da uzasına taraftar değilim.

Sadece men dakka dukkaya dikkat çekmek istedim.

Dün mâsum, suçsuz Müslümanlara... Bugün darbe zanlısı Kemalistlere...

Müslümanlara attıkları bumeranglar döndü dolaştı kendi başlarına çarptı.

Alma mazlumun âhını çıkar aheste aheste.


Mehmet Şevket EYGİ - 18 Ağustos 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 18 Ağustos 2011, 11:59:19
Ramazan'da Fitneciler

Ramazan denince ne gelir Müslümanın hatırına?.. Oruç gelir, namaz gelir, ezan iftar sahur teravih gelir. Nefsini açlık ve susuzlukla terbiye... Dua niyaz... Günahlardan tövbe... Fakirlere ve miskinlere (hiçbir şeyi olmayan) yardım gelir... Zekat, fıtır sadakası, hayır hasenat gelir... İlim irfan, vaaz nasihat gelir... Zikrullah gelir... İhlas gelir... Öteki dünya gelir, hesap kitap gelir...

Ülkemizdeki milyonlarca Müslüman böyle ulvî düşünce ve hatıralarla oruç tutuyor. Ramazanları mübarek olsun, Allah ibadetlerini kabul buyursun... Amin âmin âmin...

Maalesef bazıları bunları pek düşünmüyor veya ikinci plana atıyor ve Ramazan denince birtakım dünyevî etkinliklere, şenliklere yöneliyor. Camide yatsı ve teravih kılınırken onlar vur patlasın çal oynasın gel keyfim gel oh kekâh Ramazan şenlikleri yapıyor.

Bazıları Ramazan denince açlığı, tevazuu, alçak gönüllüğü hatırlamıyor, lüks ve israflı iftar ziyafetleri tertipliyor. Lüks ve israf insanı (o farkına varmasa da) gurura, kibre götürür. Gurur ve kibre kapılan Mevlâ'sını değil, belâsını bulur.

Ramazan barış, kardeşlik, vifak ve ittifak ayıdır.

Ramazan insanlık, insaf, ahlak, fazilet, hikmet ayıdır.

Bazıları Ramazan'da bir sürü fitne ve fesat çıkartıyor.

Bu bazılarının bir kısmı bozuk Müslümandır, bir kısmı ise dinden çıkmışlardır.

İslam'da teravih namazı yokmuş... Peygamber teravih namazını yasaklamışmış... Buyurun size iki fitne.

Açın muteber ve güvenilir fıkıh ve ilmihal kitaplarını, onların hepsinde teravih namazı diye bölüm bulursunuz.

Dinde olmayan bir kurum ve değer din kitabında anlatılır mı? Var ki anlatılıyor.

Yoktur diyenler fitnecidir.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) Ashabına Ramazan'da teravih (gece) namazı kıldırmış, sonra farz olur da ümmetim kaldıramaz diyerek yalnız kılmış.

Peygamberimizin vefatından sonra, din tamamlandığı, artık farz olma ihtimali kalmadığı için Hz. Ömer cemaatle kıldırmış.

Hem Peygamber ne demiş:

"Benim ve Râşid Halifelerimin sünnetine uyunuz."

İşte biz teravih kılarak hem Efendimizin, hem de Râşid halifelerinin sünnetine uyuyoruz.

Şu nev-zuhur reformcu ilahiyatçılar mı İslam'ı daha iyi biliyor, anlıyor, uyguluyor, yoksa Hazret-i Ömer Fâruk mu?

Başka Ramazan fitneleri de var:

Toplumu gerecek, Müslümanları töhmet altında bırakacak, sosyal barışı yıkacak asparagas haberler...

Sözde otobüse binen kısa şortlu, seksî kız rahatsız edilmiş. Müslümanlar tahammülsüzmüş.

Yalan yalan yalan...

Hepsi uydurma, hepsi düzmece, hepsi yalan dolan.

Maksat fitne fesat çıkartmak.

Gencecik bir kızın toplu taşıma vasıtasına kısacık şortla girip ayaklarını uzatıp teşhircilik yapması ayıptır. Hiç kimsenin vatandaşların cinsel duygularını tahrik etmeye hakkı yoktur.

Müstehcen kıyafetler, seksî provokasyonlar bir tür şiddet hareketidir.

Müslüman halkın, yasal sınırlar içinde bunları protesto etmesi gerekir ama halk uyuşturulduğu, pısırık hale getirildiği için bunu bile yapamıyor.

Asıl provokasyoncular mübarek Ramazan'da böyle asparagas haberler yayınlayan Selanik medyacıları ve benzetilmişlerdir.

Otobüste genç delikanlılar var, onlar kısa şortlu, çıplak bacaklı bir kızın müstehcen, aşırı seksî, kışkırtıcı kıyafetinden elbette rahatsız olurlar.

İffet ve hayâ denilen ahlakî bir değer vardır... İffetsizler ve hayâsızlar yoktur deseler de vardır...

Ramazan'da teolojik fitneler çıkartan,

Müstehcen ve provokatif kıyafetler sergileyen,

Teşhircilik yapan,

Çoğunluğun din ve mukaddesatına saldıran,

Sosyal barışı dinamitleyen kötü ve aykırı niyetli sahte ilahiyatçıları, kötü medyacıları protesto ediyor ve Allah'a havale ediyorum.

Müslümanları da yasal sınırlar içinde tepki vermeye çağırıyorum.

Müslümanların tepkisizliği de çok büyük bir fitnedir.



Mehmet Şevket EYGİ - 18 Ağustos 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 19 Ağustos 2011, 12:00:35
Kopuk Cümleler

Din ve Şeriat büyük ölçüde elden gitmiş, biz nelerle uğraşıyoruz.

Din hizmetlilerine lojman yapılacakmış, para lazımmış.

Müslüman halkın yüzde kırkı oruç tutmuyor, onlara dini öğretmek ve sevdirmek hizmetlerine ağırlık verilmesi gerekmez mi?

İslam dünyasına genel bir din başkanı gerekmezmiş. Bugünkü durum iyiymiş.

Müslümanların başında bir İmam veya Emîr bulunması ve halkın ona biat ve itaat etmesi Kur'anla, Sünnetle, icmâ ile sâbit dinî bir emirdir.

İslam'ı Feminizm sapık ideolojisine uydurmaya çalışmak küfürdür desem ağır mı olur?

Niçin zenginlerin sofralarında temiz pak birkaç fakir yok?

Erkek cemaat cami dışına, kadınlar cami içine... Dünya tersine döndü!..

Bir müftünün iki adet lüks makam otomobili varmış.

Almanya'da bir camide Katolik papazı, Protestan rahibi ve bizim imam sık sık toplanıyormuş; Kur'an ve İncil okunup Diyalog yapılıyormuş.

Hacı beyin biri umreye gitmiş, şımarık oğlu Bağdat caddesinde geceleyin lüks otomobiliyle dehşet saçıyormuş.

Müfettiş raporları ortada, yolsuzluk yapılıyor ama örtbas ediliyor.

Bu kadar servet sadece maaşla toplanmaz ki...

Ona kırk yıl boyunca nasihat etsen faydası olmaz, öğütler bir kulağından girer öbüründen çıkar gider. O kardeşimiz İnadiye cemaatindendir.

İmkanım olsaydı da üç bin nüfuslu kör, sönük, kenarda kalmış bir şehre gidip Ramazan'ı orada geçirseydim.

Lüks oteldeki iftara hahamları, Katolik papazlarını, Protestan pastörlerini, Süryanileri, Gregoryenleri çağırmışlar, neş'e ve sürur içinde hem yemek yemişler, hem diyalog yapmışlar. Birbirlerine mütemâdiyen muhabbetli gülücükler atmışlar.

Geçen akşam Sultanahmet sahil yolundan cami yakınına otomobille bir saatte gelebildik. Normalde beş dakikalık yoldur.

Küçük mücahidin gözlerinde şeytanî şerâreler yanıp sönüyordu.

Bir Müslüman o kadar yemeği nasıl yer?

Hani Türkiye'de her şey düzelecek, gül gülistan olacaktı... Ne zaman? Çıkmaz ayın son çarşambasına mı?

Hava çok sıcak, cemaat oruçlu. Cuma namazının sünneti ezandan on dakika sonra kılınmaya başlandı. Hoca konuştu da konuştu.

Eskişehir'de biri üniversite öğrencisi bir kız, iki genç erkek, yedi katlı binanın üstünde esrar içmişler, sonra dürbünlü tüfekle yoldan geçenleri hedef alıp yaralamışlar.

İslam'da teravih yoktur yalanını çıkartanlarda hiç utanma yok mu?

Bir cemaat (hangisi?) harıl harıl kadrolaşıyor.

A muhterem!.. Papazla görüşüyorsun da niçin Müslüman kardeşlerinle görüşmüyorsun?

Bir grup Müslüman, içinde zengin Müslümanların çok ihtişamlı iftar ziyafetleri verdiği en lüks otelin civarında yaya kaldırımlarına gazete serip çorba, bulgur pilavı, zeytin ile iftar yapmışlar.

Müslüman beyefendinin tepesinde yaldızlı çerçeveli kocaman bir M. Kemal Paşa resmi yer alıyor.

İslam'a göre açık Avrupaî kıyafetli hanım namaz vakti gelince çantasından büyük bir örtü çıkartıp başına geçiriyor, göğsünü bağrını, kollarını kapatıyor, namazını kılıyor. Namaz bitince örtü çantaya... Hanım çok dindar...

Lüks iftarda dehşetli bir neş'e, sürur, sevinç vardı. Yenildi, içildi, sohbet edildi. Somali'de milyonlar Müslüman açlıkla pençeleşiyor. Somali uzak...

Bir camiye gidiyordum. Birkaç metre kala ezan okunmaya başladı. Karanlıkta iyi seçemedim, tek minarede sanırım yedi sekiz hoparlör vardı. Ses aletini sonuna kadar açmışlar, her halde 130 desibel bağırıyor... Ezan mukaddes ama hoparlörün sesi kulaklarımı tırmaladı, ezana büyük zarar verdi, yolumu değiştirdim, başka camiye gittim.

Din tahsili yapmış bir kişi "Dinde zorlama yoktur" âyetini Müslümanlara teşmil etmiş. Dinde zorlama yoktur hükmü, gayr-i Müslimler içindir. İslam toplumunda, İslam devletinde yetkili İslamî makamlar Şeriatın belirttiği şekilde dinde zorlama yapabilirler. Müslüman olmayan bir kimse zorla Müslüman edilemez ama Müslümanlara dinî konularda zorlama usûl ve erkânına göre yapılabilir.

Şu güzelim memlekette bin türlü rezalet, maddî ve mânevî sefalet içinde yaşıyoruz.

Sabahleyin evinden Müslüman olarak çıkmış, akşama gayr-i müslim olarak dönmüş.

Bunlar çıldırmış... Kim bunlar?.. Onlar canım onlar...

Dikkatli olun, yakında büyük ve önemli hadiseler olacak.

Ne olacak?.. Ben kâhin değilim...



Mehmet Şevket EYGİ - 19 Ağustos 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 19 Ağustos 2011, 12:02:38
Gösterişli ve Davullu Umre Seyahatleri

Bilindiği gibi umre farz değil, nafile bir ibadettir. Zamanımızda (herkes için söylemiyorum) bir kısım Müslümanlar umreyi turistik bir seyahate çevirmişlerdir.

İslam'da ibadetlerin makbul olması (Allah tarafından kabul edilmesi) için ihlas şarttır.

Bir kimse yüzde 99 Allah rızası için namaz kılsa, yüzde bir de halk takdir etsin, bu adam namaz kılıyor, ne dindar kişiymiş desinler niyetini beslese onun bu niyeti sahih olmaz, kabule karin olmaz. Çünkü ihlas kesir kabul etmez, ya yüzde yüz olur, ya olmaz.

Eskiden hacca gitmek, umre yapmak çok zordu. Develerle, yelkenli gemilerle aylarca yolculuk yapmak gerekiyordu. Karada eşkıya, denizde korsanlar vardı.

Bu devirde uçağa biniyorsun, birkaç saat sonra Cidde'desin. Mekke lüks otellerle dolu. Paran varsa bir süit kiralıyorsun, sultanlar gibi yaşıyorsun.

İslam'da farzları açıkta yapmakta bir sakınca yoktur ama nafile ibadetleri halktan gizlemek gerekir. Ta ki niyete ve ihlasa ziyan gelmesin.

"Efendim ben bir ay önce dördüncü umremden döndüm..."

"Ben umredeyken... Heh heh heh..."

"Altı yıldızlı Şakşuka otelinin on beşinci katında Kâbe'ye tepeden bakan odamda çayımı içerken... Hah hoh hih..."

Sesi titrer, gözleri yaşarır... "Medine hurmaları parmak büyüklüğünde idi ve gayet lezzetliydi..."

Umreye kimler gitmiyor ki... Şarkıcılar, türkücüler, mankenler...

Namaz kılmıyor, umreye gidiyor.

Oruç tutmuyor, umreye gidiyor.

Tesettür mesettür yok, umre yolcusu.

"Beşinci umremde şöyle bir hadise olmuştu..."

Tam hatırlamıyorum, yedinci umrem miydi, sekizinci umrem miydi, Mekke'de şiddetli yağmur yağmıştı..."

Lüks otellere avuçla paralar ödenir...

Turistik umre seferleriyle övünülür, gurur kibir...

"Umreden yeni geldim..."

"İki hafta sonra umreye gideceğim..."

"Ben umredeyken..." (Nakarat)

Bizim beyler, hanımlar lüks umre seferleri yaparken memleketteki açlar, sefiller, yetimler, işsizler, ezilenler ağlar inler...

İslam aleminde bir yığın facia cereyan eder.

Somali'deki aç çocuklar sapır sapır dökülür ölür.

Türkiye'de ve nice İslam ülkesinde din ve Şeriat elden gitmiş.

Şirk, küfür, günah-ı kebair, fısk, fücur, nifak, şikak, isyan, tuğyan, fitne, fesat ayyuka çıkmış.

Halkın ve gençliğin bir kısmının imanı gitmiş.

Bizimkiler lüks, konforlu, masraflı (israflı), gösterişli, debdebeli, şaşaalı, ihtişamlı umrelere giderler.

Hiç hayâ ve edeb sahibi bir Müslüman Kâbe-i Muazzamaya tepeden bakar mı?

Teheccüd kılan bir Müslüman önce perdeleri kapatır, ışığı sonra yakar.

Nafile oruç tutan ihlaslı bir Müslüman, oruçlu olduğunu kimseye bildirmemek için gerekirse orucunu bozar, sonra kaza eder.

Zekat dışında nafile sadaka veren ihlaslı Müslümanın sol eli, sadaka veren sağ elinden haberdar olmaz.

İmkanı, serveti, parası olan Müslümanın, miskin Müslümanlara yardım etmesi farzdır.

Kırkta bir zekat vermekle vazife bitmiyor. Miskin kardeşlerin açsa, sürünüyorsa, ağlıyorsa, kıvranıyorsa gerekirse malının yarısını, daha fazlasını vereceksin.

Allah her şeyi biliyor. Kullarının amellerini kirâmen kâtibîn meleklerine yazdırıyor.

Farz ibadetleri ihmal edip de nafilelere ağırlık vermek dengesizlik değil midir?

Ey Zengin oğlu Zengin!.. Senin lüks bir umre seyahati masrafınla kaç Somalili çocuğun karnı doyabilir biliyor musun?

Gurur, kibir, gösteriş, lüks, israf, övünme seni Cehenneme götürür, iyi bil.

Müslümanlar açlıktan ölürken, senin lüks otellerin üst katlarında keyif sürmen reva mıdır?

"Ben umredeyken..." Bırak bu edebiyatı!

Perdeleri kapat, teheccüde öyle kalk.

Nafile ibadetler açıkça yapılmaz, gösterilmez, davul çalarak ilan edilmez.

İhlâs ihlâs ihlâs...



Mehmet Şevket EYGİ - 19 Ağustos 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 20 Ağustos 2011, 15:29:19
Karayılan Tamtamları

Tamtamlar çaldı, Karayılan yakalandı, Karayılan yakalandı, yakalandı, dı dı dı!..

Meğerse yakalanmamış...

İyi ki, yakalanmadı... Yakalansa ne olacaktı? İmralı'ya hapsedilemez. Küçük bir adaya iki imparator olmaz... Başka bir ada bulmak gerekecekti... Konforlu bir hapishane, kara, deniz, hava koruma kuvvetleri ... Muayyen günlerde gelen avukatlar... Bir yığın tantana. Karayılan eskiden Kandil dağından emir veriyordu. Yakalansaydı adasındaki hapishaneden emir verecekti.

Karayılan yakalansa terör bitecek mi?

Asıl iş bataklığı kurutmak.

Öcalan'ı yakalayıp İmralı'ya atmakla ne kazandık?

Yahut ne kaybettik?

PKK bataklığının suyu nereden geliyor?

Bu işin içinde Ermeniler var, Kripto Ermeniler; Siyonistler var, iki kimlikli Kripto Yahudilerimiz var. Daha kimler var? Terörün gölgesinde yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti yapanlar... Silah ticareti yapanlar...

Bataklık sadece PKK tarafından mı meydana getirildi?

Sen 3500 Kürt köyünü düzle, tahrib et, ahalisini sür.

Sen kendi vatandaşlarına insan pisliği yedir.

Sen Diyarbakır hapishanesinde korkunç ve vahşi işkenceler yap.

Sen milyonlarca vatandaşın temel insan haklarını çiğne.

Sen Türkleri ve Kürtleri kardeş yapan İslamî bağları tahrip et.

Sonra da kabahatin tamamı PKK'da olsun.

Bataklık mevcut oldukça terör sürecektir. Bir Karayılan Kandil dağındaysa bir sürü yılan başka dağlarda, vadilerde, ovalarda, büyük şehirlerdedir.

Yılanların hepsi de Kürt değildir.

Türkü var, Yahudisi var, Ermenisi...

Şu anda Karayılan'ın yakalanmaması belki de daha az zararlıdır.

Evet, Öcalan yakalandı da ne oldu?

Başımıza belâ oldu.



Mehmet Şevket EYGİ - 20 Ağustos 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 20 Ağustos 2011, 15:31:23
Bu Toplum Bu Kadar Ahlaksızlığı Kaldırmaz

Müstehcenlik konusunda artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Türkiye bu kadar ahlaksızlığı, edepsizliği, seks serbestliğini, seks provokasyonunu, seks terörünü, fuhşu kaldırmaz.

Bazı günlük gazeteler ve bazı tv'ler genelev yayın organı haline dönüşmüştür.

Bütün hürriyetlerin sınırı vardır.

Müstehcen yayın, seks terörü konusunda medyaya sınırlar konulmalıdır.

Biliyorum, yaygara kopartacaklar ve "Basın hürriyeti kısıtlanıyor, medya gemleniyor!..." diye feryat edeceklerdir.

Müstehcen yayınları kısıtlamak basın hürriyetinin ihlal edilmesi değildir.

Hiçbir gazetenin, tv'nin, derginin seks terörü yapmaya hakkı yoktur.

Müstehcen yayın yapanlar basın hürriyetini kötüye kullanan kötü niyetli kimselerdir.

Türkiye, halkının büyük kısmı Müslüman olan bir ülkedir. Bizim kültür yapımız bu kadar ahlaksızlığı, fuhşu, zinayı, müstehcen yayını, seks kışkırtıcılığını hazmetmez (sindirmez).

AB standartları dediler ve Ceza Kanunundan zina suçunu kaldırdılar.

Diğer şehirleri bilmem, İstanbul'un bazı bölgelerindeki ahlak bozukluğu had safhaya gelmiştir.

Sultanahmet camiine gidiniz. Oturulmaz levhaları bulunmasına rağmen ulu mâbedin mermer merdivenlerinde bir yığın çıplak turistin oturduğunu göreceksiniz. Bunların içinde, iç çamaşır giymediği için en mahrem yerleri, avret-i galizaları görünenleri vardır. Mukaddes caminin içi Kapalıçarşı'ya dönmüştür. Müslümanlar huzur içinde namaz kılamamaktadır.

Cami böyle olursa ana caddeleri, meydanları, toplu taşıma vasıtalarını düşününüz.

Turist gelsin camiyi gezsin ama aşırı çıplak, aşırı seksî kıyafetle gelip gezmesin.

Her şeyin bir kuralı vardır.

Otobüslerde, parklarda, meydanlarda, sokağın ortasında herkesin arasında birtakım laubalilerin sarılıp öpüşmesi ahlaka aykırıdır.

Bazıları değildir diyecektir.

İslam ahlakına, Türkiye ahlakına aykırıdır.

Ateistlerin, çağdaşların, Saylanîlerin, Selaniklilerin ahlaksızlık saymaması bizi ilgilendirmez. Biz bu ülkede çoğunluktayız, bizim millî kültürümüz ve kimliğimiz vardır, bizim kendi normlarımız, ölçülerimiz, kıstaslarımız, kuramlarımız vardır. Halkın istediği olacaksa, çoğunluğun millî kültür ve kimliğe dayalı isteklerinin yerine getirilmesi gerekir.

On sene kadar önce Bursa'da Ulucami'ye gitmiştim. O tarihî ve kutsal mâbedin içi de yürekler acısıydı. Başı açık, göğsü açık, kolları açık, etekleri kısa kadınlarla doluydu. Cami kadınlar hamamına dönmüştü. Ulucami'deki bu açık saçık laubali kadınlar turist değil, yerliydi. Valilik, belediye, müftülük, dinî cemaatler gerekeni yapmamışlardı.

Hiçbir haysiyetli Müslüman toplum bu kadar

*Müstehcen, rezil, ahlaksız yayınlara,

*Sultanahmet camiindeki rezilliğe,

*Zina ve fuhuş patlamasına,

*Edep ve ahlaka aykırı davranışlara

Tahammül etmez.

Bu gibi ahlaksızlıkları, yasal sınırları içinde ve şiddete baş vurmadan en sert şekilde protesto eder.

Cumartesiyi pazara bağlayan bir gece güvenlik tedbirlerini alarak Beyoğlu'na çıkınız ve rezaleti görünüz. Orada sabaha kadar süren bir çılgınlık vardır. Seks seks seks... İçki seller gibi...

Her toplumda ahlaksızlık, fuhuş zina, edepsizlik olur bu kadar olmaz.

Bu kadar olursa toplum batar.

Nasıl batar?

Sodom ve Gomore gibi batar.

Evet efendiler, evet sayın bayanlar ve baylar, evet sorumlular!.. Türkiye bu kadar ahlaksızlığı, bu kadar fuhşu, bu kadar zinayı, bu kadar seks serbestliğini çekmez, kaldırmaz.

Televizyon dizilerindeki seks ve zina sahnelerinde kadın ve erkek aktörlerin arasında yastık var mı, yoksa kameraların önünde gerçek seks mi yapıyorlar tartışmalarını duymuşsunuzdur.

Evet bıçak kemiğe dayanmıştır.

Ey Müslümanlar!.. Sözüm sizedir: Kur'ana, Sünnete, İslam'a, Şeriata, ahlaka, fazilete, iffete aykırı bunca fuhşiyata, seks azgınlıklarına, çıplaklığı, rezilliğe ses çıkartmaz, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazsanız başınıza gelecek bir musibetten, tepenize inecek bir âfetten, gazaptan korkunuz.



Mehmet Şevket EYGİ - 20 Ağustos 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 21 Ağustos 2011, 14:49:55
Orduya Hürmet

Liseyi 1952'de bitirdim, aynı yıl üniversitede okumaya başladım, 1956'da diplomamı aldım, yine 50'li yıllarda dergicilik yaptım, yazı yazdım, kısa bir süre için memur oldum, Erzurum'da yedeksubaylık yaptım.

Bendeniz 1950 ile 1960 yılları arasındaki Türkiye'yi çok iyi hatırlayan bir kimseyim.

O tarihte Kemalist vesayet vardı ama askerî vesayet yoktu.

Ordu kışlasındaydı, siyaset arenasında değildi.

Ordu, siyasete karışmazdı.

Ordu, derin ve gizli bir siyasî parti gibi hareket etmezdi.

Ordu, sivil iktidara itaat ederdi.

Ordu, dindarlığı bir suç olarak görmezdi.

Ordu, Ankara İlahiyat fakültesinde üniformalı öğrencilerini moral subayı, din hizmetlisi olarak yetiştirirdi.

Askerî birliklerin bazısında camiler vardı, ezan okunurdu; hafız olan, yeterli din bilgisine sahip olan bir er mihraba geçer, bazen birlik kumandanı da arkasındaki safta yer alır cemaatle namaz kılınırdı. Kimse buna itiraz etmezdi.

O uğursuz 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bütün dengeler bozuldu ve bugünkü buhranlara geldik.

28 Şubat post modern darbesinden sonra her şey zıvanadan çıktı.

Dindar subaylar, astsubaylar, askerî öğrenciler, bütün hakları çiğnenerek atıldı.

Din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetleri ayaklar altına alındı.

Din bir tehdit ve tehlike olarak gösterildi.

Terör fırtınaları estirildi.

Bütün bu yapılanlar insan haklarına, adalete, insafa, vicdana, bilgeliğe, millî kimlik ve kültüre aykırı idi.

Vatana, halka, devlete büyük zararı oldu.

Çok şükür ordu konusunda normale dönüş başladı.

Ordumuz halkın ve devletin ordusudur.

Ordu, Kemalizm ideolojisinin değil, Türkiye'nin ordusudur.

Ordu yeni nesiller için bir mektep olmalıdır.

Orduya eksik giren tam, ham giren olgun, cahil giren bilgili, yaramaz giren uslu çıkmalıdır.

Ordu, ülkenin hakim dini olan İslam'a hürmet etmelidir.

Ben bir Müslüman olarak orduyu Peygamber ocağı bilirim.

Ordunun mânevî kimliğine toz kondurmam.

Lakin orduyu âlet edenleri, insan haklarını çiğneyenleri, orduyu herhangi bir ideoloji uğrunda kullananları sevmem.

Peygamber ocağı olan ordumuza saygılarımı sunuyorum.



Mehmet Şevket EYGİ - 21 Ağustos 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 21 Ağustos 2011, 14:51:01
Dinî Kaos ve Anarşi

Bugün Türkiye'de Sünnî halkı ve bilhassa Sünnî gençliği Ehl-i Sünnet Müslümanlığından kopartıp bid'at fırkalarına çekmek için çok yoğun bir faaliyet görülüyor.

Bilhassa genç nesiller onlarca fırkaya ayrılmıştır.

İnanç konusunda vahim bozukluklar ortaya çıkmıştır.

Ümmet birliği parçalanmıştır.

Düzinelerle cemaat, tarikat, grup arasında irtibat yoktur.

Müslümanların müşterek bir İmamı/Emîri yoktur.

Ümmet içinde üniter bir hiyerarşi yoktur.

Ümmet kurumları yoktur.

Korkunç, iğrenç, rezil, kusturucu bir din ve mukaddesat sömürüsü vardır.

Hizip fanatizmi ve militanlığı yapılmaktadır.

Birtakım ruhbanlar erbab haline getirilmiştir.

Dinin temel direği olan beş vakit namaz ya tamamen terk edilmiştir, yahut hafife alınmaktadır (tehâvün).

Kutsal Kur'anın yorumu ayağa düşürülmüştür, cahiller re'y ve heva ile tefsir yapıp yanlış hüküm çıkartmaktadır.

Resulullah Efendimizin (salat ve selam olsun ona) Sünneti inkar edilmekte, kaynak olarak kabul edilmemektedir.

Derin şer güçleri Müslüman yığınları dünyevîleştirmek, sekülerleşmiş sürüler haline getirmek için cehennemî ve ifritî propaganda yapmaktadır.

Tesettür adı altında Şeriata aykırı şeytanî kıyafetler sergilenmektedir.

Bazı aykırı ve bozuk ilahiyatçılar Teravih namazını bile inkar etmektedir.

Şer güçleri AB, BOP, ABD, Siyonizm normlarına uygun yeni ve değişik bir İslam türetmeye çalışmaktadır.

Müslümanların harim-i ismetleri olan evlerindeki fitnevizyonlardan günde 24 saat fuhuş, içki, müstehcen yayın, günah, isyan, tuğyan, küfür, fısk ve fücur pislikleri akıtılmaktadır.

Türkiye'de medya özgürlüğü olmasına rağmen Ehl-i Sünnet Müslümanları yeteri kadar savunma yapmamaktadır.

Bir kısım İslamcılar İslam davasına ihanet etmiştir.

Dün bozuk ve sapık dedikleri düzenin haram nimetlerine saldırmışlar, Cehennem ateşi servetler edinmektedirler.

Din garip kalmıştır.

Lüks, israf, fuhşiyyat tufanı her yeri kaplamıştır.

Kur'anın, Sünnetin, Şeriatın ve Peygamberî Ahlakın yasak kıldığı, kötü gördüğü günahlar açıkça, küstahça işlenmeye başlamıştır.

Halk yığınları nasihatsiz ve uyarısız kalmıştır.

Bir kısım güçlü ve zengin Müslümanlar kâfirleri dost ve velî edinmişlerdir.

Müslüman kesimde yeteri kadar ve etkili emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmamaktadır.

Müslümanlar, çoğunlukta oldukları bu vatanda esir, zelil, zebun vaziyete düşmüşler; ikinci sınıf vatandaş, parya, zenci, sömürge yerlisi statüsünde yaşamaktadırlar.

Müslümanların temel insan hakları, kendi aczleri, gayretsizlikleri, cebanetleri yüzünden ayaklar altına alınmaktadır.

Cuma ezanı okununca dükkanların, lokantaların, iş yerlerinin kapatılmasını yasaklayan bir kanun olmadığı halde dindar Müslümanlar, Kur'anın emrine uymayarak dükkanlarını kapatmamaktadır.

Sabah namazında ve diğer vakitlerde camiler yetim ve garip kalmıştır.

Zekatlar bile Kur'anın, Sünnetin, şeriatın, fıkhın öngördüğü şekilde doğru dürüst verilmemekte, sarf edilmemektedir ve bu yüzden nice Müslüman fakir ve miskin sürünmektedir.

Farzlar terk edilirken, haramlar işlenirken tuzu kuru bir kesim akın akın turistik umre seyahatleri yapıp lüks otellerin üst katlarından Kâbe-i Muazzama seyri yapmaktadır.

Bütün bu anarşi ve kaostan kurtulmak, Kur'an ve Sünnet yoluna girmek, Şeriat ile amel etmek, ahlaklı ve doğru Müslümanlar olmak için yapılacak ilk iş bütün Sünnî Müslümanların ihtilafları ve tefrikayı bırakıp Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde birleşmeleri ve yerlerini almaları gerekmektedir. Başka yol ve çare yoktur.

Bugünkü kaos, anarşi, tefrika, fitne fesat, her kafadan ayrı ses çıkması, nifak şikak, devam ederse kurtuluş olmaz, murtuluş olur.

Müslümanları kimler uyaracak?

Kimler bilgilendirecek?

Kimler kurtuluş yoluna çağıracak?



Mehmet Şevket EYGİ - 21 Ağustos 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 22 Ağustos 2011, 12:05:32
Deprem Katilleri

Çürük binalar inşa eden, bu binalar depremde yıkılan yahut deprem falan olmadan durup durduğu yerde yıkılan müteahhitler katildir.

Böyle binalara oturma ruhsatı verenler katildir.

Deprem bölgesinde, kanunların ve nizamların izin vermemesine rağmen bin türlü alavere dalavere ile fazla kat çıkılmasına izin verenler katildir.

Depremde yıkılacak çürük binalara af çıkartanlar katildir.

Deprem beklenen bir bölgede, ilk depremde yıkılacak ve içindekilere mezar olacak binalarda oturulmasına izin veren, göz yumanlar katildir.

İlk şiddetli veya orta şiddetli depremde yıkılacak binalarda çoluk çocuğuyla umursamazca oturanlar intihara niyet etmişlerdir.

Fay hattının tam üzerine bina yapımına izin verenler canidir.

İstanbul'da on binlerce binanın zemin katlarındaki kolonlar kaldırılmış, geniş mekanlar açılmış; dükkanlar, lokantalar, pastaneler, iş yerleri yapılmıştır. Bunlar ilk şiddetli zelzelede çökebilir, çökecektir. Bunları yapanlar, bunlara izin verenler, bunlara göz yumanlar bir tür katildir, canidir.

12'nci yıldönümünü idrak ettiğimiz büyük 17 Ağustos zelzelesinde on binlerce bina yıkıldı, kimisi yassıkadayıf gibi çöktü, kimisi yana yattı, elli bin vatandaş öldü, büyük facialar oldu. (Gerçek ölü sayısı 50 bindir...) Bunca facianın, ölünün, yıkılan binanın suçlusu olarak Veli Göçer adında bir müteahhit tutuklandı, hapse mahkum edildi. Böylece adalet yerini buldu. Adalet adalet adalet!... Ah adalet!..

İstanbul büyük depremini bekliyor.

Marmara bölgesi büyük depremini bekliyor.

Deniz kumuyla yapılmış çürük binalar yıkılmayı bekliyor.

Kaçak katlı binalar yıkılmayı bekliyor.

Alt katlarındaki kolonlar kaldırılmış binalar yıkılmayı bekliyor.

Deprem kuşağında depreme dayanıklı olarak yapılmamış bilcümle binalar yıkılmayı bekliyor.

Bütün deprem uzmanları koro halinde büyük olacaaaak diye bağırıp duruyor.

Bilinçaltımızda küllenmiş deprem korkusu var ama aldırmıyoruz.

Japonya'da sık sık deprem oluyor, orada bütün tedbirler alınmıştır. Bardaklar bile depremde kırılmayacak şekilde muhafaza edilmektedir.

Son tsunami felaketinde Japon halkının sabrı, metaneti, disiplini, ahlakı, feragati, azmi, fazileti bütün dünyayı hayran bıraktı.

Biz Japonlar gibi miyiz?

İstanbul halkı için bir "Deprem Andı" metni yazılmalıdır. Herkes her sabah bu metni okumalıdır. Milyonlarca nüshası görülecek yerlere asılmalıdır.

"Ben bir İstanbulluyum... Yaklaşan büyük depremi bekliyorum... Tedbirsizim... Hazırlıksızım... Vurdum duymazım... vs vs..."



Mehmet Şevket EYGİ - 22 Ağustos 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 22 Ağustos 2011, 12:06:34
Haram Kazanç ve Zenginlik Felâket Getirir

İman edenlerle iman etmeyenler arasındaki temel farklardan biri helal ve haram kazanç kavramıdır.

Mü'mine göre Allah ticareti helal, ribayı haram kılmıştır.

Helal ticaretten elde edilen gelir ve servet (zekat ve sadaka verilmek ve azgınlık yapılmamak şartıyla) hayırlıdır, bereketlidir, uğurludur.

Bir adam ribayla Karun kadar zengin olsa o servet onun için belâdır, âfettir, felakettir, ateştir, uğursuzluk kaynağıdır.

Allah ribadan başka şeyleri de yasaklamıştır.

İçki... Kumar... Yasal veya gizli, vesikalı veya vesikasız, KDV'li veya KDV'siz karı satmak, halka zararlı gıda maddeleri yedirmek, dana eti diye domuz eti, hileli ve mağşuş mallar...

Adam turistik otel yaptı, içinde içki satılıyor. Geliri haramdır.

Vitrine nefis döner bulunur diye yazdı ama döner nefis değil, berbat, onun kazancı da haramdır.

Malının kusurunu söylemeden sattı, ticareti haramdır.

Türkiye'de turizm patlaması var, her yıl ülkemize birkaç on milyon turist geliyor ve bundan büyük gelir elde ediliyor. Bu turistlerin bir kısmı temiz insanlar. Bir kısmı ise İslamî ölçülere göre ahlaksız. Bu turistler içiyor, zina yapıyor, bin türlü çıplaklık ve ahlaksızlık sergiliyor. Onların yaptıkları sadece İslam'a değil, kendi dinlerine göre de günahtır, ayıptır ama aldırmıyorlar.

Bu tür turistlerden ve turizmden kazanılan para haramdır ve ne kazananlara, ne ülkeye, ne devlete bu kazançtan bir hayır gelir.

İçki konusunda sadece içen değil, sâkilik yapan da günahkardır.

Faize aracı olan, faizin kâtipliğini yapan da günahkardır.

TC vesikalı, KDV'li, yasal ve açık fuhşa rıza gösteren herkes günahkardır.

Ülkemize dış ülkelerden bir ordu kadar fahişe geliyor, bunlar yoğun fuhuş yapıyor, bol para kazanıyor, bazısı fuhuş çetelerinin eline düşüyor, bir genel rezalet ki, sormayın.

Devlet bunları bilmiyor mu sanıyorsunuz?

Müslüman bir toplumda ahlaksızlık sereserpe açık hale gelirse.

Yaygın, genel ve yoğun olursa.

Tabiî görülürse.

Yüzde iki üç sınırını aşar yüzde elli olursa.

Memlekete bir meyhane-i kübraya dönerse.

Turizm sektöründe döviz gelecek diye her halt yenirse.

Müstehcen neşriyat azdıkça azarsa.

Milyonların seyrettiği dizi filmlerin zina sahnelerinde oyuncular kameralar önünde gerçekten çiftleşirse.

On milyonlarca vatandaş, çoluk çocuk hepsi bunları izlerse.

Bazı kısa etekli donsuz turist karıları Sultanahmet camiinin merdivenlerinde sere serpe oturur, bilmem nerelerini fütursuzca teşhir ederse.

Böyle bir ortamdaki gelir bolluğu ve servet uğur değil uğursuzluk getirir.

Saadet değil, felaket getirir.

İlgilileri, sorumluları, halkı uyarıyorum.



Mehmet Şevket EYGİ - 22 Ağustos 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 23 Ağustos 2011, 12:08:54
İftiralar Yalanlar

İYİ bir Müslüman olduğumu hiç iddia etmedim ve etmiyorum. İyi bir insan ve vatandaş olmaya çalışıyorum ama bunda başarılı olabiliyor muyum, bu hususta da bir iddiam yoktur.

Kendi halinde okur yazar bir kimseyim, elim kalem tutuyor, inançlarıma ve ideallerime hizmet için yazılar yayınlıyorum. Yirmi senedir Millî Gazete'de fahrî olarak yazıyorum. Profesyonel gazeteci değilim, elli küsur senelik yazı hayatım var, çok ses getiren günlük bir gazete bile çıkarttım ama sarı basın kartına bile sahip değilim.

Ömrüm boyunca milletvekiliği, herhangi büyük veya küçük bir başkanlık talep etmedim.

Mal beyanım da ortadadır. Oturduğum bir daire, tek katlı tuğladan bir bağ evi, kitaplarım, kiralık bir yerde hizmet veren küçük bir yayınevim... Ticaretle bizzat meşgul olmuyorum. Altı aydır dükkanıma bir kere uğramadım.

Hîn-i hâcette lazım olacak birkaç bin lira dışında birikmiş param, banka hesabım, servetim yoktur. Bankamatik, çek defteri kullanmam.

Bazıları aleyhimde yalanlar, iftiralar uyduruyor.

Din tahsili yapmamışım, kendimi büyük din alimi görüyormuşum... Ben nerede, din alimliği nerede... Ehl-i Sünnete göre iki kere iki dört eder kesinlikteki dinî gerçekleri, bilgileri, hükümleri yazmak din alimliği taslamak mıdır?

Tesettürü savunmak için din alimi mi olmak gerekir?

Bendeniz Büyük İslam İlmihali gibi muteber ve güvenilir kitaplardaki bilgileri kendi üslubumla, tarz-ı beyanımla tekrarlayıp duruyorum.

Fetva vermekten çok korkarım.

Namazı inkar eden kafirdir demek fetva değildir. İki kere ikinin dört ettiğini söylemektir.

Allah katında tek hak, makbul, geçerli din İslam'dır demek de fetva veya şahsî inanç ve görüş değildir. Dinimizin iki kere iki dört eder gerçeklerindendir.

Zamanımızda üç hak ibrahimî din vardır, bunların bağlıları Cennetliktir diyenlere karşı çıkıyorum. Çünkü onların dediği iki kere iki, eder beş demek kadar saçmadır.

Şeriat Kur'andan ve Sünnetten çıkartılmış hükümlerdir, Şeriatı tahkir eden kafir olur diyorum. Bu da fetva değil, çok mantıklı bir sözdür. İsim vererek Filanca böyle dedi, kafir oldu dersem o zaman fetva vermiş olurum ki, böyle bir şeyden Allah'a sığınırım.

Kelime-i Tevhid iki cümleden oluşan ayrılmaz bir bütündür, Lâ ilahe illAllah deyip de Muhammed Resulullah dememek olmaz, ikisi birden söylenecektir diyorum. Bu da benim görüşüm değildir, on dört asırlık bir icmâdır.

Bugünkü Kitab-ı Mukaddes, Tevrat, İncil nüshaları Allah'ın inzal etmiş olduğu kutsal metinler değildir, zamanla tahrifata uğramıştır dediğim vakit fetva mı veriyorum, ictihad mı yapıyorum? Hayır hayır... Hıristiyanların bir kısmının bile kabul ettiği bir gerçeği beyan ediyorum.

Ben aydın mıyım, ziyalı bir vatandaş mıyım? Hâşâ!.. Böyle bir iddiam yok, aydınlık taslamaktan hayâ ederim. Yukarıda beyan ettiğim üzere okur yazar bir Müslümanım, o kadar. Okur yazar olduğuma yemin etsem başım ağrımaz. Hergün birkaç saat kitap okurum, yazı yazarım.

Fazlurrahmancılığa karşıyım.

Tasavvufa ve tarikatlere taraftarım; tarikatçiliğe karşıyım.

Mason, yalancı, taqiyyeci, aldatan Afganîye karşıyım. Onun izinden giden ye yine ikisi de mason olan Abduh'a ve Reşid Rıza'ya karşıyım.

Cahillerin ve yetersizlerin re'y ve heva ile Kur'an yorumlamasına, hüküm çıkartmasına karşıyım.

Allah'a noksan sıfatlar yakıştıran bozuk mezhep ve fırkalara karşıyım.

Din istismarı yoluyla zengin olunmasını din sömürüsü olarak görüyorum ve buna kesinlikle muhalifim.

Dinin ve mukaddesatın riyaset, şöhret, alkış, benliğini tatmin, zenginleşme vasıtası yapılmasına çok karşıyım.

Cemaatçiliğe karşıyım.

Mezhepsizliğe, telfik-i mezahibe karşıyım.

Bu gibi konularda Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zahid el-Kevserî, İsmail Yusuf en-Nebhanî, Mekke Şâfiî Reisüluleması Ahmed Zeynî Dahlan gibi büyük ulemaya tâbiyim.

"Allah gerçek bir Janus'tur" (iki çehreli bir Roma putu!) dediği için Ali Şeriatî'ye çok karşıyım.

Allah'ı bir puta teşbih eden kişiyi tenkit etmek, ona karşı olmak için din alimi ve fakih olmak gerekmez.

Dinde reformculuğa, dinde değişim ve yeniliğe, light/ılımlı İslam türetmeye, BOP'çuluğa, Kemalist İslam'a, ABD İslam'ına, Fazlurrahman'ın tarihsellik mezhebine, Feminizme uygun İslam çalışmalarına, hadîslerin AB normlarına göre ayıklanmasına karşıyım.

Bendeniz Ehl-i Sünnet itikadında ve mezhebinde bir ilmihal Müslümanıyım. Elim kalem tuttuğu, bir miktar kültürüm olduğu için ilmihal bilgilerini yazıyorum. Bundan iftihar ederim.

İlmihal bilgilerini yazarken, nakil ve anlama yanlışı yapmazsam, yanılmam. Çünkü bunlar bütün Ehl-i Sünnet ulemasının üzerinde ittifak ettiği temel bilgilerdir.

Hür ve mukim erkeklerin farz namazları, şerî bir özürleri bulunmadıkça cemaatle kılmaları gerekir derken nasıl yanılabilirim? Açın bütün fıkıh kitaplarını bakın, hepsi böyle yazıyor.

Ümmet birliğine, Hilafete, Şeriata taraftarım.

İtikaden Mâturîdiyim, mezheben Hanefîyim, meşreben bütün turuk-i aliyyenin muhibbiyim.

Dinde her türlü bid'ate, yeniliğe, değişikliğe muhalifim.

Müslümanım ama İslamcı değilim.

Bid'ati, yanlış yorumu, hatâlı inancı kendisini dinden çıkartmayan bütün Müslümanlar kardeşimdir.

Bana iftira eden, gıybetimi yapan, hakkımda yalan konuşan bütün Müslümanlara (namaz kılıyorlarsa) hakkım helâl olsun. Namaza başlarlarsa yine helal olsun.

Namaz kılmıyorlarsa işleri zordur. Biran önce başlarlarsa iyi olur.

Hem namaz kılan, hem gıybet ve iftira edenleri uyarmak lazımdır.

Herkese selam ve hürmetlerimi arz eder, Müslüman olmaları şartıyla düşmanlarım dahil herkesin ellerinden öperim.



Mehmet Şevket EYGİ - 23 Ağustos 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 23 Ağustos 2011, 12:09:29
Müslümanın Beğendikleri ve Beğenmedikleri

MÜSLÜMAN neleri beğenir, neleri beğenmez? Beğenilecek, kabul edilecek, inanılacak şeyler ile beğenilmeyecek, kabul edilmeyecek, inanılmayacak şeylerin birkaçını maddeler halinde sıralıyorum:

(1) Kur'an, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile zina çirkin, kötü bir suç, büyük günah ve ahlaksızlık olarak görülmüştür. Müslüman zinayı beğenmez. Beğenirse dinden çıkar. Müslüman, yeni Ceza Kanunu'nda zinanın suç olmaktan çıkartılmasını kesinlikle beğenmez, doğru bulmaz, bunu en azından kalben kötüler.

(2) Müslüman tesettürü beğenir, çıplaklığı ve avret teşhirini kötü görür.

(3) Müslüman Kur'anda, Sünnette, Şeriatta kesin olarak iyi görülen her şeyi beğenir ve doğru bulur; kötü görülen hiçbir şeyi beğenmez ve doğru bulmaz.

(4) Müslüman israfı sevmez. İsraf büyük bir günahtır. Her şeyin en iyisi Müslümana layıktır diyerek israf eder ve bu israfı beğenirse dinen çok kötü bir duruma düşmüş olur. Kur'an "İsraf edenler şeytanın kardeşleridir" buyurmaktadır.

(5) Müslüman beş vakit namazı sever ve beğenir. Namaz kılınmamasını beğenmez ve doğru bulmaz. Hür ve mukim erkeklerin, şer'î bir özür bulunmadıkça farz namazları cemaatle kılmalarını beğenir, kılmamalarını beğenmez ve doğru bulmaz.

(6) Müslüman, mü'min bir kardeşinde beğenilmeyecek, sevilmeyecek bir günah görürse o kardeşine düşmanlık etmez, sadece ondaki günahlara ve kötülüklere karşı olur.

(7) Müslüman gıybeti çok kötü bilir ve onu asla beğenmez ve savunmaz. Bir kişiye gıybet etme denilse, "Ben gıybet etmiyorum, bu yaptığım tenkittir" dese dinini tehlikeye sokmuş olur. Şarap içen bir kimseye içme denildiğinde, bu üzüm suyudur, içmek caizdir demesi gibi.

(8) Müslüman kötü, bozuk, zâlim bir düzene ve sisteme iyi demez, eskisine göre daha iyi de demez.

(9) KURAL: Kur'anın, Sünnetin, icmâ-i ümmetin, Şeriatin iyi, mâruf, doğru dediği her şey güzeldir.

(10) KURAL: Kur'an'ın, Sünnetin, icmâ-i ümmetin, Şeriatin kötü, münker, çirkin dediği her şey kötüdür.

(11) Büluğa ermiş ve kuvve-i şeheviyeleri galeyanda olan kız ve erkek çocukların birlikte okutulmasını Müslüman beğenmez.

(12) Kimlik kartlarında Müslüman oldukları yazılı bulunan birtakım kadınlara TC başlıklı resmî fahişelik vesikaları vererek onlara "yasal" fuhuş yaptırmak, bu fuhuştan KDV ve gelir vergisi almak, fuhşun yapıldığı genelevleri polisle korumak beğenilecek bir iş değildir. Müslüman bunu beğenmez.

(13) Zerre kadar vicdanı, insafı, adaleti, hikmeti olan bir Müslüman, ülkenin en büyük tarihî camiinin, vakfiyesinde "Bu camiyi camilikten çıkartanların üzerine Allah'ın laneti olsun" yazılmasına rağmen, camilikten çıkartılmasını, orada namaz kılınmasının yasak edilmesini asla beğenmez, doğru bulmaz.

(14) Müslüman hırsızlığı, rüşveti, devlet ve belediye bütçelerinin hortumlanmasını, ihalelere fesat karıştırılmasını; haram, kirli ve kara kazançlarla zengin olunmasını asla doğru bulmaz, beğenmez. Bu düzen bozuktur, böyle bozuk düzenlerde haram yenir mealindeki fetvalar şer'î değil şeytanîdir. Şeriatin haram dediği bir şeye helaldir diyen kafir olur.

(15) Akıl teklif için şarttır ama iyinin kötünün, doğrunun yanlışın, güzelin çirkinin kaynağı akıl değil, nakildir/nasstır yani Kur'an ve Sünnettir. Aklın güzel, iyi, doğru bulduğu; Kur'anın ve Sünnetin doğru bulmadığı şeyler güzel, doğru ve iyi değildir.



Mehmet Şevket EYGİ - 23 Ağustos 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 24 Ağustos 2011, 11:43:25
Camilerde Sandalya, Tabure Fitnesi ve Bid'ati

PROF. Osman Özsoy'un "Burası câmi mi, ortopedi servisi mi?" başlıklı yazısını (haber7.com) okudum... Bendeniz sona erdi sanıyordum, meğerse camilere kiliselerde olduğu gibi sıra/sandalye koyma fitnesi, dışarıdan tabure getirtme suretinde devam ediyormuş.

Bu işin kendi kendine olmadığını kesin şekilde bilmemiz gerekir.

Dinimizi değiştirmek, dinde yenilik yapmak, İslam'ı AB ve Feminizm standartlarına ayarlamak isteyen birtakım gizli, derin ve sinsi güçler mi yaptırıyor bu camilere sandalye doldurma işini?

Eskiden camilerde bugünkü gibi sandalyede namaz kılma yoktu. Sağlığı, secde etmesine mâni birkaç kişi oturarak kılardı. Sonra ne olduysa oldu, camilere sandalye, tabure, sıra doldurma modası, adeti ve furyası çıkartıldı.

Diyanet'in muhterem fetva heyeti buna karşı çıkmasaydı belki de bugün camilerin arka mekanı kiliseler gibi sıralarla, sandalye ve taburelerle dolmuş olacaktı.

Biliyorsunuz memleketimizde, "İslam'ın tek hak, makbul, geçerli" din olduğu kesin inancını yıkmaya yönelik açık veya gizli sinsi bir faaliyet ve propaganda vardır. Bir ara "Allah katında din İslam'dır" mealindeki ayetin Cuma hutbelerinde okunmaması için dışarıdan baskı yapılmıştı.

İslam'ın Allah katında tek hak ve makbul din olduğu kesin Kur'an ayetleriyle sâbittir.

Sünnet de böyle söylüyor.

Bu konuda icmâ-i ümmet vardır.

İslam'ın Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu inancını reddeden, "başka hak ibrahimî dinler de vardır, onların (İslam'ı, Kur'anı, Resulullahı inkar, red ve tekzib eden) mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet'tir" bâtıl inancına sahip kimseler Ehl-i Sünnet akaidine göre dinden çıkarlar.

Benim kuvvetli zannım, camilere sandalye, tabure ve sıra konulmasını isteyenler bu taifedir.

Prof. Osman Özsoy'un makalesinde, Bartın'da teravih namazına giden kadınların ellerinde tabureler bulunduğu yazılı. Demek ki, Fetva Kurulunun kararından sonra, camiler sandalye ile doldurulamayınca, taburelerinizi alın da öyle gelin telkini yapılıyor.

Secde etmeye gücü yettiği halde secde etmeden namaz kılanın namazı sahih olmaz. Fıkhımız böyle diyor.

Bütün Ehl-i Sünnet hocalardan, imamlardan, müftülerden çok rica ediyorum:

Camilerdeki sandalye, tabure ve sıralar çıkartılmalıdır.

Camilerimiz kilise değildir.

Secde edemeyenler yerde oturarak, ayaklarını uzatarak namaz kılabilir.

Camilerin sandalye ile doldurulmasında bir bit yeniği vardır.

Bu işte Diyalogçuların olduğu kadar Fazlurrahmancıların (Tarihsellik, Tâtiliye mezhebi) parmağı olduğunu sanıyorum.

Bütün Ehl-i Sünnet hocaları ve Müslümanları bu çirkin bid'ati kötülemelidir.

"Camilere bol miktarda sandalye konulsa ne olacak..." demeyelim. Bu bid'ati yaygın hale getirebilirlerse ardından başka bid'atler sökün edecektir.

Camilere dışarıdan tabure ithaline de izin verilmemelidir.

Böyle bir bid'at kökleşirse kaldırılması çok zor olur.

Diyalogçuların, Feministlerin, Fazlurrahmancıların, Reformcuların, dinde değişim ve yenilik isteyenlerin Diyanet'i ele geçirmek için sinsice ve yoğun şekilde çalıştıklarına, kadrolaştıklarına dair haberler alıyorum.

Siyonistler, Haçlılar, Avrupa Birliği, Feministler; Şeriatlı Ehl-i Sünnet İslamlığını kovmak, onun yerine (ABD'nin, AB'nin, Siyonizmin, Haçlıların, sekülaristlerin işine gelecek) ılımlı, light, fıkıhsız, cihadsız, sulandırılmış, ilahî hak din olmaktan çıkartılıp beşerî bir hümanizma ve ideoloji haline dönüştürülmüş) yeni bir din, bir İslam Protestanlığı türetmek ve üretmek istiyor.

Dinimizi koruyalım.

Dinimize bid'at sokulmasına izin vermeyelim.

Uyanık olalım.

(Diyanet'in "Din İşleri Yüksek kurulu" camilere sandalye konulması aleyhinde fetva vermiştir. Lütfen bunun metnini internetten çıkartıp okuyalım. Din İşleri Yüksek Kurulu'nu bu kararından dolayı tebrik ediyor, selam ve hürmetlerimi sunuyor ve ellerinden öpüyorum. Derin ve sinsi bid'at ve reform güçleri bu yüzden kurula diş bilemektedir.)



Mehmet Şevket EYGİ - 24 Ağustos 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 24 Ağustos 2011, 11:47:21
Emanetler ve Ehliyet

İSLAM'IN temel kurallarından biri de emanetlerin ehil olanlara verilmesidir. Emanetler ehil olanlara verilmezse emanete hıyanet edilmiş olur.

Bazı dinî cemaat, tarikat, grup, fırka, hizip ve klikler emanetleri ehil olanlara değil, kendilerinden olan ehliyetsizlere veya az ehliyetlilere vererek İslam'ın bu temel prensibini ihlâl ediyor.

Emanetler nelerdir?

Başkanlıklar... Makamlar mevkiler... Memuriyetler... Vazifeler... İşler... Hizmetler...

Şu anda ülkemizde çok hızlı, çok yoğun, çok genel bir kadrolaşma faaliyeti vardır.

Birileri:

Diyanet kadrolarını,

Polis teşkilatını,

Millî eğitimi,

Yargıyı,

Üniversiteleri ele geçirmek istiyor.


Ben bir Müslüman olarak bütün temel müesseselerde düzgün Müslümanların bulunmasını isterim.

Ancak bir şartla: Emanetlerin ehil olanlara verilmesi.

Bunun tek çaresi de, her sahada ehliyetli eleman yetiştirmektir.

Bir de şu husus var: Türkiye'deki Müslümanlar çeşitlilik içindedir.

Bütün temel kurumları, emanetleri, makam ve mevkileri tek bir cemaatin, tarikatin, hizip veya fırkanın ele geçirmesi doğru değildir.

Ehliyete riayet etmek şartıyla dağılım ve paylaşım olması gerekir.

Şu veya bu cemaate veya tarikate mensup olmak haklı ve meşru bir tercih sebebi teşkil etmez.

İlle de ehliyetli, liyakatli olacak.

Bütün Müslümanlar kardeştir. Şu veya bu kardeşliğe mensup olmak bu kardeşliği zedelememelidir.

Türkiye Müslümanlarının hepsi bir meşrebe sokulamaz.

Olumlu meşreb farklılıkları geniş bir rahmettir ve zenginliktir.

Nurcu, Süleyman Efendi bağlısı, Nakşiliğin şu veya bu koluna mensup, Kadirî, Büyük Doğu'cu, Şucu Bucu Ocu...
Bunların hepsi muhteremdir ama iş emanete gelince öncelikli olan, önemli olan emanetlerin ehline verilmesidir.

Polis teşkilatı bizim hizip veya fırkanın eline geçsin.

Yargı bizim elimize geçsin.

Üniversiteler bizim elimize geçsin. Bütün temel müesseseler bizim kontrolümüzde olsun.

Millî eğitim bizim elimizde olsun...

Bu düşünce, bu strateji, bu siyaset yanlıştır.

Müslümanlıkta paylaşım vardır, işbirliği vardır, iş taksimi vardır.

Diğer cemaatler, tarikatlar, hizip ve fırkalar dışlanamaz.

Onlara üvey kardeş gözüyle bakılamaz.


Emanetler, makamlar, mevkiler, memuriyetler hep bir cemaatin mensuplarına üleştirilirse ileride fitne ve fesat çıkar.

Müslümanlar, kadrolaşma konusunda sekter zihniyeti bırakıp Ümmet şuuru ve birliği içinde hareket etmelidir.

Ümmet, İslam dâvası, İslamî hizmetler bir cemaatle sınırlandırılamaz.

Emanetlerin tevdiinde, ehliyetten önce bizim cemaate mensup olması şartı ön planda tutulursa hizmetler aksar, ileride telafisi çok zor bozukluklar olur.

Benden hatırlatması.



Mehmet Şevket EYGİ - 24 Ağustos 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 25 Ağustos 2011, 11:41:31
On Büyük Helâk Edici Âfet

MÜSLÜMANIN en büyük, en yaman, en azgın, en korkunç, en helâk edici düşmanları nelerdir? Kur'andan ve Sünnetten çıkartılmış hayırlı bilgiler ihtiva eden (içeren) din, ahlâk, tasavvuf kitaplarında bunlar bildirilmektedir. Özet olarak sıralıyorum:

1. Müslümanın nefs-i emmâresidir.

Emmare, kötülüğü çok isteyen demektir. Bir Müslüman nefs-i emmaresini zincire vuramaz, dizginleyemez, kontrol edemezse onun işi çok zordur. Nefs-i emmare seviye ve statüsünden, nefs-i levvame derecesine geçmedikçe kurtuluş olmaz. Nefs-i emmare nasıl dizginlenir? Kur'ana ve Sünnete uyarak... Evliyaullahın ve kâmil mürşitlerin nasihatlarını tutarak.

2. Para ve mal hırsı.

Bir müslümanın gözünde para ana değer olmuşsa onun hali dumandır. Para için her haltı yer, rüşvet alır, haram gelir elde eder, haram komisyonlar, Şeriatın haram ve batıl dediği ticarî, iktisadî, malî muameleler... Bu devirde dıştan Müslüman görünen nice sefil, zengin olmak için ne boyalara giriyor. Bundan 40 sene önce radikal mücahit idi. Şimdi müteahhit oldu. Artık cihattan mihattan hiç bahsetmiyor. Zengin oldu ama ahiretini berbat etti.

3. Riyaset hırsı, yani başkanlık ihtirası.

Türkçe'de bir söz vardır: Baş ol da isterse soğan başı olsun... İslam ahlâkına göre, başkanlık hırsı ve talebi mezmum (kötülenmiş) bir ahlâktır. Müslümanlıkta başkanlığa talip olmak haramdır. Kendisi istemedi, başkaları sen başkan ol dediler, ehliyet ve liyakati yoksa kabul etmek yine haramdır. İslamî başkanlık ateşten bir gömlektir. Hazret-i Ömer şehit edildi, Hazret-i Osman şehit edildi, Hazret-i Ali şehit edildi, Hazret-i Hüseyin Kerbelâ'da şehit edildi... Zamanımıza gelelim: Adnan Menderes İmralı'da feci şekilde idam edildi. Evet, başkanlığın ateşten bir gömlek olduğunda hiç şüphe yoktur. Tâlip olanlara şaşırılır.

4. Hizip, fırka, cemaat, tarikat, meşreb taassubu.

Gerçek tarikatlar elbette çok faydalı, çok hayırlı, çok mübarek kurumlardır. Bir Müslüman nasibi varsa bunlardan birine girebilir, tarikatlı olabilir. Lakin kesinlikle tarikatçılık yapmaması gerekir. "Benim şeyhim çok büyük, senin şeyhin çok küçük... Benim şeyhim senin şeyhini döver... Benim tarikatım çok parlak, senin tarikatın çok sönük... Benim tarikatımın iftar ziyafeti çok görkemliydi, senin tarikatının ziyafeti hiç iyi değildi..." gibi laflar edenler gerçek tarikatlı, gerçek derviş, olgun sufî değildir. Aklı başında bir Müslüman Ehl-i Sünnet dairesi içindeki çeşitliliği vesile ederek aptalca üstünlükler taslamaz. Sadece 5 dervişi olan bir şeyh, bir milyon bağlısı olan diğer bir şeyhten ilim, irfan, takva bakımından üstün olabilir. Şeytan, bu devirde Müslümanları cemaatçilik ve tarikatçılık tuzağına çok düşürüyor.

5. Müslümanları aldatmak, zamanımızın öldürücü afetlerindendir.

Aldatan bir kimse gerçek ve olgun Müslüman değildir. Aldatmakla Müslümanlık bir arada olmaz. Müslüman Müslümana yalan söylememelidir, Müslüman gayrimüslime bile vermiş olduğu sözü tutmalı, vaadi yerine getirmelidir. Müslüman emanetlere hıyanet etmemelidir. Müslüman ehli olmadığı bir memuriyeti, işi, başkanlığı, makamı, mevkii kabul etmez.

6. Lüks ve İsraf...

İsraf, Kur'an ve Sünnet tarafından kötülenmiş büyük bir günahtır, haramdır. Nefs-i emmare israf etmek ister. İnsan israf ederken, gurura ve kibre kapılır. Gurur ve kibir sahibinin ayağı kayar, belasını bulur. Bu devirde lüks tutkunluğunun, israfın ne kadar yaygın olduğuna, ne kadar tabii görüldüğüne dikkat ediniz. Adamın 40 bin liralık bir otomobil işini görecek, gidiyor 140 bin liralık alıyor, 100 bin lirasını lükse bağlıyor. Sonra bu otomobil ona gurur ve kibir veriyor. Ucuz otomobilleri görünce "Şu tenekelere bak, şunlara binen rezil ve sefillere bak. Benim arabam ne güzel, ne lüks!.." diyor. Zavallı sürüngen, zavallı solucan, sen bu lüks arabayla Cennete mi gidiyorsun, Cehenneme mi? İnsanların en hayırlısı olan, beşeriyeti karanlıktan çıkartıp nura götüren Resulullah Efendimize bak, ne kadar mütevazı yaşadı. Bazen ata, deveye binerdi ama genelde mütevazı bir katırla yolculuk yapardı. Hiçbir zaman israf etmedi, lüks sergilemedi, eline büyük servetler geçti, hepsini hayır yolunda dağıttı. Sık sık aç kaldığı bile oldu. Sen o büyük zata iman edeceksin ve sonra lüks, israf ve sefahat çukurlarında debeleneceksin. Bu ne korkunç beyinsizliktir!

7. Müslümanları sevmemek.


Peygamberimiz sallAllahu aleyhi ve sellem, Müslümanlar birbirlerini sevmezlerse gerçekten iman etmiş olmazlar buyurmuştur. Kusursuz Müslüman olmaz. Biz öncelikle onun kusuruna değil, imanına, Müslümanlığına bakmalıyız... Resulullah Efendimiz bir gün yanında ashaptan birkaç kişi olduğu halde bir çöplüğün yanından geçiyormuş, oraya atılmış, şişmiş, kurtlanmış, pis kokular saçan bir köpek ölüsü görmüşler. Ashap burunlarını tıkayarak aman efendim buradan çabuk geçelim demişler, Efendimiz tebessüm buyurmuş, "Bu köpeğin dişleri ne kadar beyaz" demiş... Kusurlu ve günahkar da olsa, Müslüman dışlanmaz, çünkü onda iman vardır. Peki, Müslümanın aşîkâre, cehrî büyük günahlarına göz mü yumalım? Fâsık-ı mütecâhire elbette göz yumulmaz ama o kimsede iman olduğu müddetçe onu dışlayamayız. Açıkta işlediği günahları tenkit ederiz, o kadar. Müslümanı tecessüs etmeye, yani onun gizli günah ve ayıplarını araştırmaya hakkımız yoktur. Gerçek Müslüman o kimsedir ki, kendi günah, ayıp, kusur ve hatalarına ağlamaktan ve üzülmekten başkalarının günah ve ayıplarını göremez. Zamanımızda bazı mutaassıp (fanatik) cemaatçiler, din kardeşlerine düşmanlık ediyor, onları dışlıyor, buna mukabil, kâfirleri dost ve veli ediniyor. Böyle bir şey Kur'ana aykırıdır. Bu gibi fanatikler doğru ve haklı tenkitleri duymak istemiyorlar, edene düşman oluyorlar; yalan da olsa övgü, pohpoh ve yalakalığa bayılıyorlar. Hattâ, bazılarının kendilerini övdürmek için para vererek kitap yazdırdıklarını bile duyuyoruz. Peygamberimiz, "Meddahların (övücülerin) suratlarına toprak saçınız" buyurmuştur. Yazıklar olsun!

8. Müslümanın en büyük düşmanı dilidir.

İmam Birgivî Hazretlerinin "Tarikat-ı Muhammediye" eserinin büyük kısmı dil âfetlerine ayrılmıştır. Dünyada hiçbir din İslam kadar gıybeti kötülememiş, bağlılarını lisan âfetlerine karşı uyarmamıştır. Hal böyle iken, dünyada gıybet en fazla Müslüman toplumlar arasında yaygındır. Eskiden İslam toplumu sekülerleşmemişti, ulema ve fukaha, şeyhler ve mürşitler Müslümanlara nasihat ediyorlardı, şimdi bu da kalmadı. Dil âfetleri toplumu pençesine aldı, birtakım sorumsuz kimseler din kardeşlerinin haysiyetine, özel hayatına, hakkına hukukuna, şerefine namusuna saldırmaya, gizli ayıpları faş etmeye başladılar. Dilini tutanlara ne mutlu...

9. Zamanımızda fitnevizyon denilen cihaza bağımlılık Müslüman toplumu kasıp kavuran korkunç bir âfettir.

Adam 5 vakit namazını kılan, Ramazan'da oruç tutan, hanımı tesettürlü bir Müslüman, evinin baş köşesine bir fitnevizyon cihazı koymuş, işten eve gelir gelmez, bu şeytanî, deccalî, süfyanî, tağutî cihazı açıyor ve evin içine pislik, fuhuş, zina, işret, kumar, yalan, dolan, iftira, küfür, şirk lağımları akıyor. Ya Rabbi, bu ne korkunç felakettir! Bizim Müslüman aile bu fitnevizyon cihazının karşısına geçiyor, kah kah kah, keh keh keh, heh heh heh gülerek, zaman zaman da bazı üzücü şeylere hayıflanıp ağlayarak seyrediyor. Bu cihaza öyle bağımlı olmuşlar ki, ezan okunurken kapatmıyorlar bile. Sonra da kendilerini Cennetlik sâlih Müslüman sanıyorlar. Vah vah vah!.. Zehî gaflet...

10. Onuncu büyük kötülük imkânı olan insanların doyduktan sonra yemeleridir.

İslam'da zuhur eden ilk bid'at, Hazret-i Aişe validemizden nakledilen bir hadîse göre, insanların doyduktan sonra yiyerek semirmeleridir. Zamanımızda bu çok yaygındır. Zengin Müslümanlar aşırı tıkınıp sindirim sancısı çeker, fakir Müslümanlar açlık sancısı içinde inler... Müslüman kesimin bir kısmı yeme içmeyi, tıkınmayı, lüks israflı ve ihtişamlı sofraları dinî hizmetlerin üzerinde görüyorlar. Senede kim bilir kaç milyar dolarlık lüks tıkınma israfımız var. Bu yüzden sağlığımız bozuluyor. Aşırı yemek yiyorlar, şişmanlıyorlar, sonra zayıflama faaliyetleri, diyetler, zayıflama hapları, fitnes salonlarına çuvalla para verip kilo kaybetme çabaları... Birkaç kilo veriyor, sonra tekrar tıkınıp onları geri alıyor. Şeytanî bir fasit daire (kısır döngü). Peygamberimiz ve sâlihler gibi yeseler içseler bunlara hiç lüzum kalmayacak. Zenginler çok yediği için, fakirlerin bir kısmı yeteri kadar doymuyor, aç kalıyor.



Mehmet Şevket EYGİ - 25 Ağustos 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 26 Ağustos 2011, 11:13:27
Fâcialar

Bir açıdan hayat bir faciadır. En mutlu perdeleri çekin, en neşeli paravanaları yıkın, ardından facialar görünür.

Ramazan'da Müslüman çoğunluğu kışkırtmak, provoke etmek için gittiler Müslüman kabristanındaki bir mezara şişe şişe şarap döktüler. Maksat fitne fesat çıkartmak. Milyonlarca Müslüman üzüldü, öfkelendi. Aslında bu bir faciadır. Zerre kadar selim akılları, vicdanları, insaf ve iz'anları olsaydı mübarek ayda böyle bir kışkırtma yapmazlardı.

Kızmak mı lazım acımak mı? Bence şiddete kaçmayan ölçülü bir öfke ile birlikte acımak gerekir.

Şarap dökülen kabrin tahrip edilmesi Vandallıktır. Bunu kınıyorum.

Şu gurur, kibir, kendini beğenme, küçük dağları ben yarattım diyen adama bakınız. O ne kadar kınansa, ayıplansa yeridir. Lakin hem ayıplanacak, hem de acınacak...

Karılarının maskarası olan kocalar... Kocalarının kölesi olan kadınlar... Ağlanacak durumdalar.

Dıştan mutlu görünüyor, içi kan ağlıyor.

Şu zavallıya bakınız: Hayatını vehimlere kurban etmiş...

Şu zengin ne kadar acınmaya layık: Haram helal dememiş, efsanevî bir servet edinmiş. Zavallı bu servetini yiyemiyor. Ne anladım ben bu servetten?

Bir zengin servetinden nasıl yararlanır?

Meşru harcamalar yapar... Hayır hasenat yapar... Zekât sadaka verir... Açları doyurur, çıplakları giydirir, ilme irfana kültüre hizmet eder.

Bütün bunları temiz niyetle Allah için yapmazsa yine boş.

Çok zengin ama evinde kütüphanesi yok. O, acınacak bir fakirdir.

Beş vakit namaz kılan Müslüman bir zengin, evinde ve bürosunda bir tek hüsn-i hat ve sanat eseri yok. Ne fakirdir o!..

Parası çok olanın gönlü de zengin olmalı. Bu da yetişmez, kültür ufukları geniş olmalı.

Biz Müslümanlar da büyük küçük facialar içinde yaşıyoruz.

Kimimiz namazı boşlamış. Ne büyük facia.

Kimimiz ezanlar okunur camiye gitmeyiz. O da facia.

İmam-Hatip mektebini bitirmiş ama Allah'ın 14 sıfatını bilmiyor.

Lüks, israflı, pahalı, gösterişli, gururlu, kibirli iftarlar aslında birer facia değil midir?

Yüz kişilik muhteşem bir iftar ziyafeti. İftariyelikler, yemekler, tatlılar, renkler, ışıklar göz kamaştırıyor. Otoparkta yüz lüks otomobil. Lakin bu sofrada bir şey eksik: Bir tek fakir çağırılmamış. Ya Rabbi ne büyük facia!..

Yemeklerin bir kısmı tabaklarda kalır. İsraf faciası.

Zengin sofuların iftarında mini etekli kızlar...

Günlük küçük facialar:

Cep telefonuna 1500 dolar vermiş, kalemi 50 kuruşluk bir tükenmez.

Bizim zengin lüks restorana gitti. Şoförü otoparkta üç saat aç bekledi.

Adamın astığı astık, kestiği kestik... Evde karısının yanında süt dökmüş kedi gibi.

Haram servet edinmek için şeytandan kapı gibi fetva almış.

Burnunu sildiği kağıt mendili otomobil penceresinden yola atmış.

Kedi doğurmuş, apartmanı kirletiyorlar diye hayvancağızı ve yavrularını uzak bir yere atmış. Ne temiz vicdanlı adammış bu!

Facialar bitmez tükenmez.

Şen şakrak kahkahalar atan şu sürtük...

Ben demekten biz demeye vakit bulamayan şu mağrur.

Şu hem kendisine, hem çoluk çocuğuna, hem çevresine zulm eden zâlim.

Bin defa uyarılmış, ihtar edilmiş ama bed sesiyle 130 desibellik ezanlar okumaya devam eden kişi...

Yol kenarlarındaki büyük saksılar içinde susuzluktan kurumuş çiçekler, küçük ağaçlar.

Geçen baharda yanlış budandığı için kuruyan nice ağaç.

Köyde tarla satmış, beş katlı apartman yapmış, iki katında oturuyor, üçü boş.

Bizde zekatların toplanması ve sarf edilmesi bile bir facia değil midir?

Çılgın turistik umre seyahatleri ibadet midir, facia mı?

Gazetede aynı gün şehit haberleri, hafifmeşrep seksî kadınlar, gözyaşları kahkahalar, hepsinin yanında elmalı turta tarifi.

Facialar içinde yaşıyoruz da haberimiz yok.

Halk genellikle faciaları görmez. Ya beğenir yükseltir, ya kızar yerin dibine batırır, acımaz.

Facialar akar gider, biz bakar gideriz. Görür müyüz, hisseder miyiz?..



Mehmet Şevket EYGİ - 26 Ağustos 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 26 Ağustos 2011, 11:14:15
İhlâsa Dair

Müslüman bir yayınevi ilahiyatçı Muhlis İhlaslıgil beye büyük bir ihlasnâme kitabı ısmarlamış... Büyük boy, 500 sayfa... Ayetler, hadîsler, din bilginlerinin bu konudaki yazılarından seçmeler...

Yayıncı ile hoca telif ücreti konusunda hayli çekişmeli bir pazarlık yapmışlar, sonunda anlaşmışlar. Kitabın hazırlanması ve birinci baskı için hayli yüklü bir ücret. Sonraki baskılarda yüzde on...

Bu işe ne dersiniz?

Hüccetülislam ve Zeynüddin İmamı Gazalî hazretleri sağ olsaydı bu konuda ondan görüş ve fetva alırdım.

Parayla yazılmış bir ihlas kitabının acaba fazla bir tesiri olur mu?

Bir Müslüman eline binlik zikir tespihi alsa, günde on bin kere ihlas ihlas ah ihlas diye çekse, acaba bununla ihlaslı olur mu?

Kudsî hadîste Allahu Teala ve Tebareke hazretleri "İhlas benim sırlarımdan bir sırdır, sevdiğim kulumun kalbine koyarım" buyuruyor.

İhlas, sadece istemekle elde edilecek bir şey değildir.

İhlaslı olmak sadece kulun çalışmasıyla da mümkün değildir.

İhlasın gereklerini yapacaksın, sebeplerine ve vesilelerine yapışacaksın. Allah senden razı olursa, seni severse kalbine ihlası koyar.

Bir Müslüman ben ihlaslıyım diye davul çalıyorsa bilin ki, o ihlassız bir mürai ve münafıktır.

Ben Seyyidim...

Ben ihlaslıyım...

Ben geceleri teheccüde kalkarım...

Ben haftada iki gün nafile oruç tutarım...

Ben iyiyim... Onlar kötü...

Böyle diyen kimselerden buram buram nifak kokuları gelir.

Gerçekten ihlaslı kişi için o ihlaslıdır denilse, bu sözü duysa, kimseye göstermeden tenhada sessizce ağlar.

Lisan-ı haliyle ben cennetliğim diye böbürlenen kimsede acaba ihlas var mıdır?

Zengin olmak, mal mülk edinmek niyetiyle büyük din kitapları yazmış... İhlas onun neresinde?.. İçinde mi, dışında mı?

Ah şu mütemâdiyen ihlas edebiyatı yapanlar...



Mehmet Şevket EYGİ - 26 Ağustos 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 27 Ağustos 2011, 12:34:48
Nehrî'de Yahudi Mahallesi

SEYYİD Tâhâ hazretlerinin (Allah sırrını takdis eylesin) hayatını okurken, onun büyük halifelerinden Molla Tâhâ'nın şu sözü dikkatimi çekti: "İki yerinden başka, Nehrî şehrinin bütün taşları, ağaçları, her şeyiyle nurdur. Karanlıkta kalan iki yeri Yahudi mahallesi ile derebeyi Musa bey münafığının kalesidir." (Nehrî Şeyh hazretlerinin ikamet buyurdukları beldenin adıdır.)

Seyyid Yahya'nın zamanında bu Nehrî şehri bir ilim, irfan, ahlak, fazilet yuvasıymış. Ziyaretçiler buraya abdestsiz girmezmiş.

Seyyid Tâhâ hazretleri diğer bütün sâdat, meşâyih ve kâmil mürşidler gibi halkı Kur'ana ve Sünnete uymaya dâvet eder, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye uyulması için çalışır, bid'atlerle mücadele edermiş.

Nehrî'de bir Yahudi mahallesi olması dikkatimi çekti.

Yakın tarihe kadar doğu ve güneydoğu Anadolu'da Yahudiler yaşıyordu. Sonra ansızın kayboluverdiler. Bunların hepsi 1948'den sonra İsrail'e mi göç ettiler? Bir kısmı elbette göç etti ama bence tamamı değil. Gitmeyen kısmı Sünnî ve Alevî Kürt kimliğine büründü.

Bu iki kimlikli Kripto Kürtlerin bir kısmı politikacı, yazar, aydın oldu.

Acaba terör hareketi içinde böyle Kripto Kürt Yahudileri var mıdır?

Doğu ve güneydoğu Anadolu'da iki devletin gözü var: Ermenistan'ın ve İsrail'in.

Kripto Kürt Yahudileri olduğu gibi Kripto Ermeniler de var.

Çatışma ve çarpışmalarda ölen bazı PKK militanlarının sünnetsiz olması bize bir şeyler söylemiyor mu?

Bendeniz bu satırları konunun uzmanı olarak yazmıyorum. Bazı kaynaklarda bir cümle okumuşum, onunla ilgili şüphe ve merakımı dile getiriyorum.

Senelerden beri bir "Türkiye Yahudilerini ve Sabataycılarını Araştırma ve İnceleme Enstitüsü" kurulmasını ve bunun sadece yüksek seviyede ilmî araştırma yapmasını teklif eder dururum.

Kürt Yahudileri ve Kürt Ermenileri hakkında elbette sağlam ve sahih bilgiler ve belgeler bulunacaktır. Sanırım bu konuda ilmî araştırma kitapları da yayınlanmıştır.

Tarihî araştırmalarda çok ciddî, çok objektif, çok tarafsız, çok ihtiyatlı olmak gerekir.

Söverek sayarak kuru rivayetlerle tarih yazılmaz.

İdeolojik peşin fikir ve hükümlerle de yazılmaz.

Türkiye'de son bir asırda tarih çok mıncıklanmıştır.

Bu mıncıklayıcıların başında resmî ideolojiyi din gibi benimsetmek isteyen Selanikî resmî tarihçiler gelir.

Onların peşin senaryoları, kurguları vardır ve tarihi, bunların doğruluğunu ispat ettirmek için eğip büker kullanırlar.

Birinci cihan savaşı sona erdikten sonra, Amerika'dan gelen misyonerler ve haçlılar kimsesiz ve himayesiz kalmış Ermeni yetimlerini toplamışlardı. Ermenilerin lisanı Türkçeydi. Yetim çocuk sünnetsiz ise alıp görüyorlardı.

Şark Fâtihi Kâzım Karabekir Paşa da Müslüman yetimleri toplamıştı. Sünnetliler Müslümandı...

Ancak bu konuda bir müşkil var:

Yaşları küçük bazı sünnetsiz Ermeni yetimleri de Müslümanların arasında karışmış ve Müslüman olarak yetiştirilmiş olamaz mı?

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bu kimlik değiştirmiş Ermeni yetimleri Müslümanlara büyük zulümler yapmışlardır.

Rahmetli Münevver Ayaşlı hanımefendi bu konuda çok şeyler biliyordu, çok şeyler söylemiştir.

Bir konu daha var: Sabatay Sevi Mesihliğini ilan ettiği vakit Kürdistan Yahudilerinin de heyecanlanmış olduğuna dair belgeler vardır.

Acaba Sabataycı Yahudiler de olmuş mudur?

Türkiye Müslümanları yukarıda bahsettiği ilmî araştırma enstitüsünü niçin kurmazlar?..

Bir ikinci enstitü daha kurulmalıdır:

"Türkiye İstiklal Savaşı ve Mustafa Kemal Araştırmaları Enstitüsü."

Hakkında on binlerce kitap, makale, yazı, belge yayınlanmış olmasına rağmen M. Kemal bu ülkenin en büyük meçhulüdür (bilinmeyenidir).

Müslümanlar, sadece Türkiye tarihinde değil, İslam tarihinde bir çığır açmış bu şahsiyeti niçin incelemezler, anlayamıyorum.

Şu anda Atatürk'ü Koruma Kanunu var. Bu kanunun antidemokratik ve evrensel insan haklarını ihlal eder mahiyette olduğunda kimsenin şüphesi yoktur.

Farz edelim kanun kaldırıldı, sonra ne olacak?

Herkesi peşinen suçlamak istemem ama çok ucuz, çok bayağı bir yayın furyası başlayacak.

Müslümanların tezelden her cildi 750 sayfalık, içinde binlerce belgenin, resmin ve fotoğrafın bulunduğu, her iddianın belgelendirildiği 10 ciltlik bir "Türkiye İstiklal Savaşı ve M. Kemal Tarihi" adlı bir eser yayınlamaları gerekmez mi?

Tabiî ki, böyle dev bir eseri bir kişi yazamaz, bir uzmanlar heyeti yazabilir.

Paramız var, yeteri kadar hürriyet de var, peki bu zaruri helvayı niçin pişiremiyoruz?


Mehmet Şevket EYGİ - 27 Ağustos 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 27 Ağustos 2011, 12:39:51
Bunlar Fetva Değildir

SORU: Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıble olan, namazı kılan, oruç tutan, zekat veren, hacca giden Tarikat ve Tasavvuf Müslümanlarına kafir ve müşrik diyen, Allahü Teâlâ'ya noksan sıfatlar yakıştıran bir kimsenin arkasında namaz kılınır mı? Kılınırsa bu namaz sahih olur mu?

CEVAP: Dinimizin temel kurallarından biri şudur: Mü'mini tekfir eden kâfir olur. Binaenaleyh Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıble mü'minleri şirk ve küfür ile suçlayanların arkasında namaz kılınmaz. Bu sorunun fetvası icazetli ve ehliyetli Sünnî ulema, fukaha ve müftülerden alınmalıdır.

Bendeniz böyle bir imamın ardında namaz kılmam.


SORU: Cuma hutbesinde Deccalları, Kezzabları, Süfyanları, Tâğutları medh ü sena eden, onlara dua eden hatiblerin arkasında namaz kılınır mı?

CEVAP: Kılınmaması gerekir. Kılırsa namazın iadesi gerekir.

SORU: Bu devirde hak din sadece İslam değildir. Üç ibrahimî hak din vardır. İslam'ı, Kur'anı, Resulullah'ı red, tekzib ve inkar etseler de Ehl-i Kitab Cennetliktir diyen bir kimsenin ardında namaz kılınır mı?

CEVAP: Bendeniz kılmam.

SORU:
"Fazlurrahman'ın Tâtiliyye (Tarihsellik) mezhebi haktır; Kur'anın ve Sünnetin kesin ve zarurî hükümlerinin bir kısmı o zamana aitti, bu devirde geçerli değildir" diyen bir kimsenin ardında namaz kılınır mı?

CEVAP: Bendeniz kılmam. Bilmeden kılmışsam, öğrendiğim zaman iade ederim.

SORU: M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra çıkartılmış olan Kemalizm ideolojisi ile İslam uyuşur ve bağdaşır; bir insan hem Kemalist, hem Müslüman olabilir diyen bir kimsenin ardında namaz kılınır mı?

CEVAP: Kılınmaz.

SORU: Beş vakit namazı terk eden bir ilahiyatçının bir miktar ilmi olmakla, o kişiye din alimi, fakih denilebilir mi?

CEVAP:
Böyle bir kimse fâsık, fâcir ve merduttur.

SORU: İlim okumuş, icazet almış lakin ilmini din ticaretine, para kazanmaya, zenginleşmeye, mal ve mülk edinmeye, şöhret kazanmaya, dünyalığa alet ediyor; tefsir, hadîs, siyer, ahlak, tarih, tasavvuf kitaplarını sırf para kazanmak için telif ediyor. Böylesine ne dersiniz?

CEVAP: Bu yaptığı ihlasa aykırıdır. Te'lifatında bereket yoktur. O kişinin ulemâ-i sû ehlinden olması zannı galibtir.

SORU: Cami imamlığı yapıyor. Haftada bir gün tatili var. O tatil gününde namazları cemaatle kılmıyor... Buna ne dersiniz?

CEVAP:
Üzücü bir durum.

SORU: On beş senedir tarikatta. Geceleri teheccüde kalkıyor, haftada iki gün nafile oruç tutuyor. Lakin bol bol da gıybet ediyor.

CEVAP: Böyle kişi kesinlikle tarikatli değildir. Olsa olsa tarikatçi olabilir. On beş sene sözde tarikat terbiyesi alacak ve hâlâ gıybet edip ölü kardeşinin etini yiyecek, böyle şey olur mu?

SORU: Bugün hava çok sıcak diyen kimsenin hükmü nedir?

CEVAP: Sadece sıcak derse saygısızlık etmiş olur, "Bugün hava elhamdülillah çok sıcak" demesi gerekir. Yazların sıcak, kışların soğuk olması çok tabiî hallerdendir. Bunlara şaşanlar şaşkındır, şikayet edenler şükürsüzdür. Dünya böyledir, yazlar sıcak, kışlar soğuk olur, sonra ömür biter, ne yaz kalır, ne kış... İslam ahlakında hayret mezmum sıfatlardandır.

SORU: Açıkta kaldırımdaki masada herkes gelip geçerken yemek yiyor. Bir külah dondurma almış herkesin arasında yürüyerek yalaya yalaya gidiyor...

CEVAP: İslam ahlakına göre bu yaptığı mürüvvetsizliktir. Böyle bir adamın İslam mahkemesinde şahitliği kabul edilmez.

SORU: Balkonda mangal yaktı, ızgara köfte pişirdi, dumanı ve kokusu üst kattakileri rahatsız etti...

CEVAP: Kul hakkına girmiş, komşularına eza vermiştir. Görgüsüz, kaba bir insandır.

SORU: Aklınca bir hayır etti. Mahalle camine bir soğuk su cihazı koydu ama hiç cemaat katılmıyor.

CEVAP:
Be mübarek!.. Camiye gel de kendi soğuk suyundan kana kana iç bari...



Mehmet Şevket EYGİ - 27 Ağustos 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 28 Ağustos 2011, 16:58:51
Kedi Yavrusuna Korkunç İşkence

Olacak şey değil ama oluyor işte. Siz de duymuş okumuşsunuzdur, son bir hafta içinde oldu. Urfa'da Balıklı Göl civarında fecî, vahşî, insanlık dışı bir işkenceye uğramış zavallı bir kedi yavrusu bulundu. İnternette resmini gördüm, çok sevimli bir hayvancağızdı. Ona ne yapmışlar biliyor musunuz? Ön ayaklarını bıçakla kesmişler, bu yetişmiyormuş gibi üzerine kaynar su dökmüşler. Hayvan kanlar içinde acı acı feryat ederken bulunmuş. Bulan resmî vazifeliler, vatandaşlar vahşetin bu türlüsüne isyan etmişler. Yapanları lanetlemişler.

Bu iş Halilullah İbrahim Aleyhisselam Efendimizin makamı civarında olmuş.

Toplumlarda öteden beri kötülükler, cinayetler, adam öldürmeler, vahşetler olur. Lakin zamanımız Türkiye'sinde bunlar sınırı aşmıştır. Evet, vahşetin, cinayetin, adam öldürmenin de bir sınırı vardır.

İslam'ın kurallarından biri şudur: Merhamet etmeyene, merhamet edilmez.

Bir kediye bu işkence yapılmış, sadece yapanları bağlar... Hayır, hayır, hayır!..

Böyle korkunç kötülükler bütün bir ülkenin başına uğursuzluk getirir, âfet getirir, felaket getirir.

Okullarda çocuklarımıza merhamet terbiyesi verilemiyor.

Yavrular, 7 yaşında resmî ideoloji mavalları ve masalları öğrenmeye başlıyor liseyi bitirinceye kadar. Bunlar lisede son buluyor mu? Yine hayır!.. Üniversitede de resmi ideoloji ve resmi tarih mitolojisi okutuluyor.

Herkesi suçlamam ama ailelerimizin bir kısmı da çocuklarını iyi yetiştiremiyor.

Okulda bir çocuk aşırı haylazlık, yaramazlık yapıyor, hocası kulağını çekiyor, ertesi gün cerbezeli annesi okula geliyor, müdüre çıkıyor "Benim yavruma bir fiske bile vuramazsınız" diyor. Böyle terbiye olur mu? Çok ağır olmamak şartıyla öğretmenler, öğrencilerinin kulaklarını çekebilmelidir. Neymiş, AB normlarına ve standartlarına uygun değilmiş. Başlarına AB kadar taş düşsün!..

Hatırlıyor musunuz, geçen sene İzmir'de bir üniversite öğrencisi zavallı bir kediyi tekmeleye tekmeleye vahşice öldürmüştü.

Korkunç bir merhametsizlik çağındayız.

Arazi mafyaları ormanları, çalılıkları yakıyor. Milyonlarca hayvan, böcek ölüyor.

Avcılar, kanun ve nizamlara aykırı avcılık yapıyor, vahşî hayvanların kökünü kurutuyor.

Balıkçılar, yine kanunlara ve nizamlara aykırı olarak balıkların kökünü kurutuyor.

Son otuz sene içerisinde dehşetli bir yeşillik, ağaç, çalı, bitki tahribatı oldu.

Ülkenin çok şirin bir köşesine buldozerler giriyor, ağaçları, çalıları, bitkileri, Hülâgu ordusu gibi tahrip ediyor. Neymiş, HES yapılacakmış. Yapamaz olsunlar!..

On üç yaşında salak bir kız, manken olmak için evinden kaçıyor, bir yığın canavarın tecavüzüne uğruyor, sonunda randevu evine satılıyor.

Vahşetler, canavarlıklar sadece bu saydıklarım değil. Geçenlerde bir asker ruhî sıkıntıya düşmüş, askerî doktorlar düzelmesi için tebdil hava raporu ve tatili vermişler. Zavallının beş parası yokmuş, otostop yapa yapa köyüne giderken gece karanlıkta bir motosikletli çarpmış, asker ölmüş. Köydeki ailesine telefon etmişler, gelin cenazeyi alın demişler. Acılı baba, beş kuruşum yok, cevabını vermiş... Bu da bir merhametsizliktir. Biz Müslümanlar zekâtlarımızı, sadakalarımızı böyle muhtaç din kardeşlerimize vermiş olsaydık, o askerin payına da en azından 100 lira düşecek, onunla köyüne gidebilecek, yolda bir çorba içebilecekti.

Bu merhametsizliğin, bu vahşetin, bu işkencelerin, bu yamyamlıkların sonu ne olur? İki tez var:

Birincisi, Türkiye çok ilerliyor, kalkınıyor, gökdelenler, köprüler, barajlar, gelecek çok aydınlık...

İkincisi, dinsizlik ve densizlik korkunç boyutlara ulaştı, ahlâk ve fazilet kalmadı. Bir kesim, para ve zenginlik için her kötülüğü yapıyor, toplumsal barış ve uzlaşı yok, gelecek çok karanlıktır...

Siz hangi görüşü kabul ediyorsunuz?



Mehmet Şevket EYGİ - 28 Ağustos 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 28 Ağustos 2011, 17:00:13
Allah'tan Korksunlar!


BİR - Müslümanların zekâtlarını bir tüzel kişi (hizip, fırka, cemaat, dernek, vakıf, tarikat vs) adına toplayıp bu paraları bir havuza koyup Şeriatın hükümlendirdiği, öngördüğü, tespit ettiği şekilde sarf etmeyenler; Müslüman fakirleri, Müslüman miskinleri, Müslüman yol oğullarını (mültecileri) mahrum ve mağdur edenler Allah'tan korksunlar.

İKİ - Mübarek Ramazan'da sıcak ve uzun günlerde oruç tuttuktan sonra geceleri Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlâkına aykırı şenliklere, etkinliklere, eğlencelere katılanlar Allah'tan korksunlar.

ÜÇ - Somali'de ve başka İslam ülkelerinde Müslümanlar açlıktan ve susuzluktan sapır sapır dökülüp ölürken Türkiye'de Kur'ana, Sünnete, ahlâka, insafa, bilgeliğe aykırı şekilde lüks iftar ziyafetleri tertipleyenler, fakirler inlerken kendileri aşırı ve lüks şekilde tıkınanlar Allah'tan korksunlar.

DÖRT - Cemaatini, tarikatını, hizbini, fırkasını İslam ile özdeşleştiren hatta bazen İslam'ın üstünde tutan; başlarındaki ruhbanları/baronları erbab haline getiren mutaassıplar Allah'tan korksunlar.

BEŞ - Müslümanları, birbirinden kopuk hiziplere, fırkalara, cemaatlere ayıranlar, böylece Ümmet birliğini berhava edenler Allah'tan korksunlar.

ALTI - Türkiye'deki Müslüman fakirler, miskinler, yetimler, dar gelirliler, işsizler sefalet içinde ağlayıp inler ve sürünürken, kendileri korkunç bir lüks, israf ve sefahat sergileyenler Allah'tan korksunlar.

YEDİ - Peygamberimiz sallAllahu aleyhi ve sellem, "Saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar Cennet kokusunu alamayacaklardır. Halbuki Cennetin kokusu şu şu şu kadar uzaktan duyulur" diye uyarmış olduğu halde saçlarını hâlâ deve hörgücü gibi yapan kadınlar ve onların kocaları Allah'tan korksunlar.

SEKİZ - Tesettürü Şeriata aykırı olarak ticarete alet eden tesettür bezirgânları Allah'tan korksunlar.

DOKUZ - "Son turistik umre seyahatimde Harem-i Şerif'in yanındaki otelin 23'üncü katında Kâbe'ye nazır krallara layık lüks bir suitte yaşadım ve Kâbe'ye tepeden baktım" diyen görmemiş herifler Allah'tan korksunlar.

ON - İftar çadırının kapısına "Bu akşamki iftarı Hacı Zengin Zenginoğlu vermektedir. Duyurulur..." diye yazan belediyeler ve hacılar Allah'tan korksunlar.

ONBİR - Hiçbir şer'î mazereti, hastalığı olmadığı halde teravih vaktinde cami bitişiğindeki nargile kafede, dışarıda gürül gürül ezanlar okunurken tokur tokur nargile içen sahte sofular Allah'tan korksunlar.

ONİKİ - Karun kadar parası var, çocuğuna İngilizce, flüt, yüzme ve ikebana dersleri aldırıyor, lakin ehil ve vasıflı bir din hocası veya hocahanım tutup da din, Kur'an, ahlâk dersleri verdirtmiyor. Böyle zengin Allah'tan korksun.

ONÜÇ - Şu yaz sıcaklarında, lokantanın önündeki yaya kaldırımındaki masaya oturmuş bol tereyağlı İskender kebabı ardından dondurmalı şöbiyet tatlısı yiyor. Gelip geçen vatandaşlar bakıyor, fakirler yutkunuyor... Bu mürüvvetsiz Allah'tan korksun.

ONDÖRT - Uzun seneler boyunca din ilimleri öğrenmiş, şimdi telif ücreti, para kazanmak, mal-mülk edinmek, zengin olmak için bu ilimleri satıyor. Allah rızası için bedavaya küçük bir broşür bile yazmıyor. Allah'tan korksun.

ONBEŞ - Pikniğe gidiyor, ailesiyle birlikte akşama kadar yiyor, içiyor, mangal yakıyor. Dönüşte bir yığın gazete kâğıdı, naylon poşet, pet şişe, çöp bırakıyor. Etraf yangın yeri gibi... Bu ne biçim Müslümandır, Allah'tan korksun.

ONALTI - Beş vakit namaz kılan bu Müslüman, bin kadar gazeteci, şarkıcı, türkücü, hırsız, eşkıya, futbolcu, manken ismini ezbere biliyor; lakin Yaratan'ın, Rabbi'nin 14 sıfatını ezberlememiş. Ona yazıklar olsun, Allah'tan korksun.

ONYEDİ - On iki senedir tarikata girmiş, kendini derviş ve mürit zannediyor ama günde en az iki saat gıybet yapıyor, din kardeşlerinin etini yiyor. Bu sahte derviş Allah'tan korksun.

ONSEKİZ - Hem Müslüman geçiniyor, hem ihalelere fesat karıştırıyor, haram yiyor, saçı bitmemiş yetimlerin haklarını gasp ediyor, bin türlü dolap çeviriyor, alavere dalavere yapıyor. Böyle sahtekârlar Allah'tan korksunlar.

ONDOKUZ - Hem Müslüman geçiniyor, hem de Peygamberimize saldırılınca ses çıkartmıyor, kendi din baronuna saldırılınca kızılca kıyamet kopartıyor. Allah'tan korksun.

YİRMİ - Adam Müslüman bir belediyeci, vazifesini ihmal ederek birtakım şerefsiz alçakların halka domuzlu et mamulleri yedirmesine göz yumuyor. Gereken kontrolleri ve tahlilleri yapmıyor. Müslümanların hakları onlara haram olsun, Allah'tan korksunlar.



Mehmet Şevket EYGİ - 28 Ağustos 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 29 Ağustos 2011, 18:31:01
Buharî'de Uydurma Hadîs Vardır Diyene

Sözüme selamla başlıyorum: "Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin ve bütün mü'minlerin üzerine olsun..."

Sizi bir konuda uyarmama müsaade buyurmanızı rica ediyorum.

Bir yazınızı okudum, Buharî'de mevzu hadîs olduğunu iddia ediyorsunuz.

Doğrusu çok üzüldüm. Böyle bir iddiayı ilmi olan imanı olmayan müsteşrikler (oryantalist) yapabilir ama bir Ehl-i Sünnet Müslümanı yapamaz.

Çünkü Sahih-i Buharî'nin "Allah'ın Kitabı Kur'an-ı Kerim'den sonra kitapların en doğrusu" olduğu konusunda icmâ vardır.

Nâsirüddin Albanî'ye istinad ediyorsanız büyük bir sapma içindesiniz. Çünkü o ne icazetli bir alimdir, ne fakih, ne de icazetli muhaddis. Aleyhinde ulema, fukaha ve muhaddisler tarafından, bazıları birkaç ciltlik ilmî reddiyeler kaleme alınmış, hezeyanları kâmilen red ve cerh edilmiş, çürütülmüştür.

Buharî'yi tenkit edenler bozuk fırkaların mensuplarıdır. Bunlardan birinin "Buharî'de çıksa çıksa iki sahih hadîs çıkar" cümlesini okumuştum.

Sahih-i Buharî'nin, Allah'ın kitabından sonra kitapların en doğrusu olduğu her asırda yaşamış gerçekten âlim, takvalı, ihlaslı, hadîs ilminde mütebahhir (derya gibi) olan ulema, fukaha, müfessirler, muhaddisler tarafından tasdik edilmiştir.

Zamanımızda bazı bozuk ilahiyatçılar bu iftira ve hezeyanı, bazen açıkça, bazen sinsice tekrarlayıp duruyor.

Buharî'de mevzu hadîs var diyen bid'atçidir, müfteridir, yalancıdır, zâlimdir, insafsızdır.

Buharî'nin esahhü'l-kitab ba'de Kitabillah olduğunda ittifak vardır.

Biz Kur'an ve Sünnet yolunda olan Sünnî Müslümanların böyle itikad ve itimad etmemiz gerekir.

Buharî'de mevzu hadîs olduğunu söyleyen ilahiyatçılara ve yazarlara bakalım:

* Onların icazetleri yoktur.

* Onlar tabakat-i fukahanın en alt derecesi olan müftülük rütbesine bile sahip olmadıkları halde saçma sapan ictihadlar yapar, yine saçma sapan fetvalar verir.

* Onların çoğu dinde reform, dinde değişim, dinde yenilik taraftarıdır.

* Bunların bazısı namaz bile kılmaz.

* İtikadlarında bozukluklar vardır. Kimisi kaderi, kimisi şefaati inkar eder.

* Bozuk ilahiyatçılardan bazısı Kemalisttir, ilahî İslam dinini beşerî bir ideoloji olan Kemalizmle bağdaştırmak için gülünç ve iğrenç hokkabazlıklar ederler.

* Bazıları fıkıh ve Şeriat düşmanıdır.

* Bazıları Fazlurrahmancıdır. Nice kesin âyetin ve hadîsin hükümlerinin bu devirde geçerli olmadığı iddia ederler.

* Bazıları Diyalogçudur. Hahamlarla papazlarla can ciğer kuzu sarmasıdır.


Buharî'de mevzu hadîs bulunduğunu hiçbir icazetli Ehl-i Sünnet âlimi, fakihi, muhaddisi iddia etmemiştir.

BOP'çular, İslam Protestanlığı türetmek isteyenler, Siyonistlerin ve haçlıların direktifleri doğrultusunda cihadsız ve Şeriatsız yeni bir İslam hazırlığı içinde olanlar Sünneti yıkmak istiyor. Sünnet yıkılınca fıkıh ve Şeriat da sarsılmış olacaktır.

Bir de Feministler var. Onlardan büyük bir vilayette müftü yardımcısı bir hanım, bir seminerde Buharî'de geçen bir hadîs için "Peygambere söyletmişler" demişti...

Hadîs ayıklama işi de böylelerinin mârifetlerindendir.

Müslüman bir kardeşiniz olarak sizi uyarıyorum:

Buharî'yi tenkit etmekten, küçümsemekten vaz geçiniz.

İşin aslını, doğrusunu öğrenmek istiyorsanız icazetli İslam alimlerinden usûl-i hadîs dersleri alınız.

Kötü niyetli, nursuz reformculara uymayınız.

Ana caddeden ayrılmayınız, çıkmaz sokaklara, dar patikalara sapmayınız.

Yerli ve yabancı oryantalistlerin tuzaklarına düşmeyiniz.



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Ağustos 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 29 Ağustos 2011, 18:33:28
Fitne ve Fesatlar Bitmez


1970'li, 80'li yıllarda birtakım radikal mücahitler vardı, biz Asr-ı Saadet'i geri getireceğiz edebiyatı yapıyorlardı. Onlar şimdi cihad meydanında yoklar, bir dünyadan başka bir dünyaya intikal ettiler, mücahitlikten müteahhitliğe geçtiler. Çoğu zengin oldu...

Asr-ı Saadet geri gelmez. Bir zaman diliminin Asr-ı Saadet olması için onda Adem oğlunun Seyyidi'nin (Salat ve selam olsun ona) bulunması gerekir.

İslam tarihinde ilk büyük fitne Hz. Osman Zinnureyn efendimizin şehid edilmesiyle başlamıştır. Sıffeyn ve Cemel savaşları, dereler gibi akan Müslüman kanları, daha sonra Hz. Hüseyin'in şehadeti. 1400 senedir fitneler bitmek tükenmek bilmiyor.

Şimdi âhir zaman fitneleri ve fesatları içinde yaşıyoruz.

Din, Şeriat elden gitmiş... Hilafet elden gitmiş... İslam âlemi darmadağın... Düşman kaleyi içten feth etmiş...

İleride Asr-ı Saadet'e benzer bir devir gelir mi? İnşaAllah gelecektir: Beklenen Mehdi'nin zamanında.

Nasıl gelecektir?.. Öyle tereyağından kıl çeker gibi gelmez. Büyük, kanlı, korkunç savaşlar olur, akıl almaz miktarda adam ölür, dehşetli tahribat olur ondan sonra.

Şimdi müteahhitlik yapan eski radikal mücahitlerin kısa akılları bunlara ermez.

Kimse saflık edip yakında her şey kolayca düzelecek, güllük gülistanlık olacak, fevkalade adalet ve güvenlik gelecek demesin.

Fitneler arttıkça artacaktır.

Fesat yangınları dünyayı saracaktır.

İhtilaller, iğtişaşlar, kıyamlar, kırımlar, felaketler, açlık, kıtlık, savaş, gözyaşı, kan, tahribat, kaht u galâ...

Rejimler çökecektir.

ABD, eski Sovyetler Birliği gibi çökecektir.

AB çökecektir.

İsrail korkunç şekilde çökecek ve kendisiyle birlikte dünyayı ve insanlığı çökertecektir.

Zelzeleler sıklaşacak ve şiddetlenecektir.

Denizler, karaları vuracaktır.

Yanardağlar patlayacaktır.

Müslümanlar birlik olmamanın acısını feci şekilde çekecektir.

Müslümanlar başlarına âdil ve ehil bir İmam/Emîr seçmedikleri için süründükçe sürünecektir.

Bütün "nâ-mübarekler" alaşağı edilecektir.

Fırat nehri civarında korkunç hadiseler olacaktır.

Dini imanı para ve mal olanlar helak olacaktır.

Ulema geçinen bazıları Mehdi'yi de inkar edecek ve ona karşı çıkacaktır.

Bazı yerlerde taş üstün taş, gövde üstünde baş kalmayacaktır.

Dünya başka bir dünya olacaktır.

Bütün bu hercümerçten sonra Mehdi'nin âdil hakimiyeti devri başlayacak ve yaralar sarılacak, yeryüzünde bir Altın Çağ başlayacaktır.

Şeriat-i Garra-i Ahmediyye ile hüküm verilecektir.

Her yerde adalet ve güvenlik olacaktır.

İsraf kalkacak, yeryüzü nimetleri paylaşılacak, herkes doyacak ve refah içinde yaşayacaktır.

Ezanlar okununca insanlar fevc fevc (akın akın) camilere seğirtecektir.

Muhadderat-ı İslamiye tesettürlü olacaktır.

Ahlaksızlığın, iffetsizliğin, rezilliğin, fısk u fücurun, irtikâb ve irtişanın, hırsızlığın, zulmün kökü kesilecektir.

Sonra vakt-i merhunu gelince dünya yine bozulacak, büsbütün bozulacak ve Kıyamet kopacaktır.

İman edenler ve sâlih ameller işleyenler kurtulacak, inkârcılar, münafıklar, fâsıklar ve zalimler belâlarını bulacaktır.

Ne mutlu bu fitne ve fesat, nifak ve şikak, isyan ve tuğyan devrinde Allaha, Peygamberine, Kur'ana, İslam'a, Şeriata sarılan muhlis (ihlaslı) ve istikametli (dosdoğru) gerçek Müslümanlara. Onların ayaklarının tozunu yüzümüze sürmek şereftir bize.



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Ağustos 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 30 Ağustos 2011, 03:21:13
Ordu ve Devlet Düşmanlığı

Ordu bir kurumdur...

Ordu bir hükmî şahsiyettir...

Ordu bir cevherdir...

Çok basit bir misal vereyim: Ordu billur bir sürahi gibidir. İçine süt konulur, bal şerbeti konulur, memba suyu konulur...

Yahut içine şarap konulur, rakı konulur, bira konulur, başka haram bir sıvı konulur...

İçine şarap konuldu diye sürahi kırılmaz, sürahiye düşmanlık edilmez

Ne yapılır: Şarap dökülür, sürahi temizlenir şartlanır...

Ordusuz devlet olmaz, ülke olmaz, halk olmaz.

Devlet de ordu gibidir.

Rejim, düzen, sistem kötü diye devlet düşmanlığı yapılmaz.

Devlet kötü, o halde batsın diyen kişi, içinde bulunduğu geminin batmasını, uçağın düşmesini isteyen adam gibidir.

Devlet dursun, kötü düzen/sistem değişsin, yerine iyisi, âdili gelsin.

İslam'da devlet idarecilerine beddua etmek yoktur. Islahları için dua edilir.

Beddua edersen ve bedduan tutarsa, gemi batar, uçak düşer ve sen de yok olursun.

1970'lerde, 80'lerde birtakım radikal İslamcılar yoğun bir devlet düşmanlığı yapıyorlardı. Devlet kötü, bu devlet batsın!..

Aradan 30/40 yıl geçti, onların çoğunun artık sesleri solukları çıkmıyor.

Eski mücahitlerin ekserisi müteahhit oldu. Kötü dedikleri devletin rant ve nemalarıyla semirdiler, zenginleştiler.

Lütfen devlete sövmeyiniz.

Muhalefetiniz bozuk ve kötü düzen ve sisteme karşı olsun.

Geminin batmasını, uçağın düşmesini istemeyiniz.

Kaptanlara kızıyorsanız, ıslahları için dua ediniz.

Uçağın kaptan pilotuna kızıyorsanız, onun da ıslahına dua edin.

Dinsizler ordu Peygamber ocağı değildir diyecek...

Ben de bir Müslüman olarak ordu Peygamber ocağıdır diyeceğim.

Bugünkü haliyle mi? Elbette değil.

Orduyu Peygamber ocağı olarak görmek istiyoruz.

Bunun için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz.

Vaktiyle çocuklarını askerî mekteplere (Subaylıkta, astsubaylıkta iyi para yok diye) yazdırmayan, en istidatlı gençleri çok para var diye doktorluğa ve mühendisliğe yönlendiren kısa görüşlüler yüzünden bugünkü hallere geldik.


Mehmet Şevket EYGİ - 30 Ağustos 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 30 Ağustos 2011, 03:22:11
Garip Bir Yazı

Türkiye'de "Kurtarılmış bölgeler" var mı?... Ben sen o biz, vatanın bazı bölgelerine gidip rahatça gezemiyor, tatil yapamıyorsak, var gibi geliyor bana.

Sanırım terörün merkezi Kandil dağında değil, Türkiye'nin içinde.

Konvansiyonel ordularla gerilla savaşı kazanılabilir mi?

ABD Vietnam'da kazanabildi mi?

PKK terörü bitirilebilir mi?

Bitirebilseydi, 1984'ten beri geçen 27 yıl içinde bitirilmiş olmaz mıydı?

Türkiye'deki terör... Ermenistan... Tel-Aviv... AB... ABD...

Büyük Ermenistan...

Büyük Kürdistan...

Eretz İsrail (Büyük israil)...

Küçük Türkiye... Küçültülmüş Türkiye...

Bir buçuk milyon Kripto Yahudi...

Bir buçuk milyon Kripto Hıristiyan...

Büyük Selânik...

Sünnetsiz PKK "Şehitleri"...

Türk ordusu için üretilmiş olan MKE mermileri PKK'nın nasıl eline geçmişti?

PKK terörünün gölgesinde yapılan yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti.

Bir ara helikopterlerle taşınan uyuşturucu...

Sıfırdan başlayıp kısa zamanda doların mültimilyoneri olanlar.

Silah kaçakçılığı.

Beyaz işi.

Kürtler dağa çıksın diye insan pisliği yedirilen köy halkı.

Yerle bir edilen, halkı sürülen 3500 köy...

O köyler bizim köylerimizdi.

İslam medreselerini, tasavvuf tekkelerini yıkarsan, yasaklarsan, yerine PKK Zerdüştiliği gelmez mi?

Büyük Kürdistan kurulursa şu anda hızla boşalan, boşaltılan bölgelere Ermeniler göç edecek.

İsrail Türkiye'yi parçalamaya ahd etmiştir.

Bölücü Kürt hareketi "Made in Israel"...

Haçlı dünyası Türkiye'yi yeniden bir Hıristiyan ülke haline getirmek istiyor.

Türk hava kuvvetleri Kandil'i bombardıman ederken, PKK yurt içindeki hedefleri vurmaya devam ediyor.

Her gün yeni şehitler.

Bu şehitlerin içinde bir bakanın, milletvekilinin, generalin, umum müdürün, kodamanın, holding sahibinin, süper zenginin, ünlü bir gazetecinin, bir süper starın çocuğu var mı?

Asılarak şehid edilen şeyh devlete karşı değildi, dinsizliğe, Moiz Kohen Türkçülüğüne, Süfyaniliğe, Tağut'a karşıydı.

Ey Selanik!.. Ektiğin tohumlar meyvelerini verdi. Rüzgar ekmiştin, tayfun biçiyorsun şimdi.

Yurtta sulh, cihanda sulh...

Ne yurtta, ne cihanda barış var...

Eski ahlar...

Sultan Abdülaziz'in ahı...

Sultan Abdülhamid'in ahı...

Sultan Vahdettin'in ahı...

Son Halife'nin ahı...

Hanedan-ı Osmaniye'nin ahları...

İskilipli Âtıf Hocanın ahı...

Sürgünde ölen Abdülhakîm Arvasî'nin ahı...

Çile, eziyet, hapis, sürgün, eziyet içinde yaşayan Bediüzzamanın ahı.

Kiraya verilen, satılan, depo, işyeri, ahır yapılan, kimisi yıktırılan binlerce cami ve mescidin ahları...

İbadete kapatılan Ayasofya'nın ahı...

Ezan-ı Muhammedî'nin ahı...

Yok edilen, düzlenen, arazisi kapanın elinde kalan tarihî İslam kabristanlarının ahı.

Elifba'nın ahı.

Mecelle'nin ahı.

Çarşaf ve peçenin ahı.

Kapatılan binlerce tekke, dergah ve zaviyenin ahları...

Zalim İstiklal Mahkemelerinin karakuşî kararlarıyla asılan mazlumların ahları.

Faili mechul cinayetlere kurban gidenleri ahları...

O kadar çok ah var ki...

Bunca ah yangınını söndürmenin tek çaresi:

İslam'ı ilan etmek...

Ona da güçleri ve cesaretleri yetmez.

Öyleyse bitmeyen savaşa devam...

Yurtta sulh cihanda sulh...

Moiz Kohen Tekin Alp...

Yanmaya devam...

Hem kendini yaktın hem bizi...



Mehmet Şevket EYGİ - 30 Ağustos 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 02 Eylül 2011, 12:57:59
Sünnîlerin Derin Gaflet Uykusu Öldürücü 15 Günah ve Hıyanet

1. Çok ezildiler, hakları yendi, hürriyetleri kısıtlandı, nice büyükleri idam edildi, zindanlarda çürütüldü, sürüldü, kendi vatanlarında ikinci sınıf vatandaş, parya, sömürge yerlisi, zenci muamelesi gördüler, en büyük mâbedleri ellerinden alındı, resmî Selanik ideolojisi kendilerine din gibi zorla, terörle benimsetilmek istendi, hakarete uğradılar... Sonra karanlıklar biraz dağıldı, ellerine oldukça hürriyet, imkân, fırsat geçti... Nicesi bunlardan yararlanmadılar, yan gelip yattılar... Vaktiyle mücahidlik taslayan birtakım Sünnîler işi müteahhidliğe döktüler, kendilerini ezen ve horlayan kötü sistemin haram nimetlerine saldırdılar, o bozuk düzenin yiyicileri ve hortumlayıcıları oldular.

2. Ehl-i Sünnet Müslümanlığının din ve dünya işlerinde birinci maddesi birlik, beraberlik, ittihad olduğu halde, düşmanlarının ve şeytanın teşvik ve yönlendirmesiyle yüzlerce birbirinden kopuk fırkaya, hizbe, cemaate, gruba, kliğe ayrıldılar. Bunların bir kısmı birbiriyle çekişmeye başladı. Din ve iman kardeşliği bağlarını zayıflattılar veya koparttılar.

3. Başlarında ehliyetli ve liyakatli bir İmam/Emîr bulunması ve hepsi ona biat ve itaat etmesi gerektiği halde böyle bir İmam/Emîr seçmediler ve boyunlarında biat bağı olmadan hür (aslında köle) yaşamayı tercih ettiler. Resûlullah'ın (Salat ve selam olsun ona) "Zamanındaki İmam'a biat etmeden ölen kimse sanki cahiliye ölümüyle ölmüş olur" tehdidi altına girdiler de haberleri yok, yahut haberleri var ama aldırmıyorlar.

4. Sünnîlerin zengin, varlıklı, seçkin kesimi vasıflı çocuklarını doktorluk, mühendislik gibi paralı dünya mesleklerine yönelttiler. Yeterli miktarda çocuklarını askerî okullarda, öğretmen mekteplerinde okutmadılar.

5. Ellerine fırsat ve para geçip zenginleşen Sünnîlerin bir kısmı (yüzde kaçı?) lükse, israfa, saçıp savurmaya, aşırı tüketime, aşırı konfora, gösterişe, sefahate, dünya haz ve lezzetlerine, müzeyyen evler edinip döşemeye, lüks otolara binmeye, lüks yazlıklar edinmeye yöneldiler, ehl-i dünya oldular. Allah'ın kendilerine nasip ettiği paralarla dine hizmet etmeyi ikinci plana attılar, yahut gündeme bile getirmediler.

6. Zengin, seçkin, elit Sünnî kesim yeterli miktarda çocuklarını din hocası, fakih, müftü, imam, vaiz olarak yetiştirmedi. Bu gibi hizmetleri kırsal kesim, taşra, fakir çocuklarına bıraktılar. Farkında değiller ama din hizmetlerini küçümsediler. Bu gibi hizmetlerı sanki sadece fakirlerin, kırsal kesimin, taşranın çocukları yapar zannına saplandılar.

7. Bir kısım Sünnî ulema ve fukaha Kur'an, Sünnet, Şeriat ilimlerini paraya, maddî menfaate endekslediler, her hizmeti çıkar, te'lif ve tercüme ücreti karşılığında yapmaya başladılar; hasbîlik ve ihlâs prensiplerini terk ettiler.

8. Bir kısım ilahiyatçılar Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesinden çıktı; Mutezile, reformculuk, mezhebsizlik, telfik-i mezahib, dinlerarası Diyalog, üç İbrahimî din vardır, üçünün bağlıları da cennetliktir, Kemalizme uygun İslam, BOP İslam'ı, tasavvuf düşmanlığı, ılımlı İslam, light İslam, Feminist İslam, Fazlurrahmancılık gibi sapık ve bozuk cereyanlar türettiler.

9. Sünnî Müslümanların büyük kısmı bozuk düzeni/sistemi benimsedi, onu kanıksadı, onu normal görmeye başladı, ona karşı imanî ve islamî direncini yitirdi.

10. Sünnî Müslümanların yüzde doksanı, beş vakit namazı terk ederek dinlerinin direğini kendi elleriyle yıktılar.

11. Sünnî Müslümanların bir kısmının karıları ve kızları açıldı saçıldı, dinin tesettür emrini uygulamaz oldu.

12. Bir kısım Sünnîler farzları terk ettiler, umre gibi nafile ibadetlere ağırlık verdiler. O umreyi de dinî/turistik bir folklor haline getirdiler.

13. Sünnî kesim emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını tâtil etti.

14. Kâfirleri taklid ettiler, onlara benzediler, öyle ki onlar sıçan deliğine girse bizimkiler de girecek.

15. Bazı Sünnîler sâlih din kardeşlerini terk ettiler, kâfirlerle dost olup onlarla ülfet ve ünsiyet etmeye başladılar.

Daha çok madde yazılabilir, bu kadarla iktifa ediyorum...

Bu yazdıklarım ölümcül hatalardır.

Sünnî Müslüman çoğunluk bu hatâ, günah ve sapmalarla kurtuluşa, izzete, selamete, İslamî hürriyete eremez.

Bu saydıklarımın bazısı hıyanettir. Yapanlar merduttur, haindir.

Sünnî İslamî kesimde bir uyanış hareketi başlatılmalıdır.

İlmi, parası, imkanı olanlar bu hizmeti yapmakla mükelleftir.

Milyonlarca Sünnî Müslümanın uyarılmaya, bilgilenmeye ihtiyacı vardır.

Bozuk bir düzende dünya nimetlerine yönelik hayat sürmek Müslümana yakışmaz.

Bozuk bir sisteme iyidir, daha iyidir diyen dinden çıkabilir.

Bozuk hiçbir zaman iyi olmaz, ona iyi, daha iyi denilemez.

İnşaAllah bugünkü gaflet uykusundan, ölmeden önce uyanırız.

Ölünce uyanacağız ama çok geç kalmış olacağız...



Mehmet Şevket EYGİ - 2 Eylül 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 02 Eylül 2011, 12:59:29
İslam'ı Anlamak ve Anlatmak

İSLAM'ı anlamak çok kolaydır. Anlatmak da kolaydır. Küçük bir ilmihaldeki bilgileri okuyup, öğrenmek, bellemek yeterlidir.

İslam'ı hakkıyla, derin bir şekilde anlamak zordur. Bunun için Peygamberle icazet irtibatı olan gerçek alimlerden, fakihlerden, mürşidlerden uzun yıllar boyunca ilim öğrenmek, irfan edinmek ve icazet almış bulunmak gerekir.

Bu ilim ve irfan kendi kendine meal, tercüme veya tefsir okumakla, gayr-i Müslim veya Müslüman oryantalistlerin kitaplarını tedkik ve tetebbu etmekle elde edilmez.

Okuma yazma bilmeyen cahil bir bedevî de Müslüman olabilir ama İslam'ı hakkıyla anlatamaz, öğretemez.

Din konusunda her ilim ve kültür sahibi de İslam'ı anlamış değildir, İslam'ı anlamayan anlatamaz.

19'uncu ve 20'nci asırlarda öyle müsteşrikler yetişmiştir ki, Zemahşerî kadar Arapça biliyorlardı, kimisi on lisana, hattâ daha fazlasına sahipti. Lakin bu ilimleri onları hidayete götürmedi. İslam'ı derin bir şekilde, hakkını vererek anlamak ve anlatmak için şu şartlar lazımdır:

(1) Her devirde Resulullah'ın (Salat ve selam olsun ona) vekili, vârisi, halifesi durumunda olan muhlis, muttaqi, râsih, nurlu, Sünnet ve Cemaat dairesinde bulunan gerçek âlimlerden ilim tahsil etmiş olmak.

(2) Öğrendiği kurtarıcı, faydalı ilmi hayatına uygulamak.

(3) Peygamberin ve Ashabının ahlakı ile mütehalli olmak (ziynetli bulunmak).

(4) Çalışarak, hocalardan okuyarak elde etmiş olduğu kesbî ilimlerin yanında, Allah vergisi olan vehbî ilimle şereflenmiş bulunmak.

(5) Efendimizin (Salat ve selam olsun ona), Sadat-ı Kiramın ve evliyaullahın ruhaniyetlerinin onun üzerinde sâyeban olması.

(6) Din ilimlerini, Allah'ın âyetlerini, Peygamberin Sünnetini, İslam mukaddesatını ucuza veya pahalıya satmamak, bunlara muhlisen lillah, rızaen lillah, garazsız ivazsız, dünyevî menfaatsiz hizmet etmek, insanlara dini ücretsiz öğretmek ve tebliğ etmek. Ücretini Allah'tan âhirette beklemek.

(7) Ehl-i dünya olmamak.

(9) Dünyevî hizmetlerini yerine getirmekle birlikte ahirete yönelik olmak.

(11) Allah'ı kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh bilmek, itikadı sahih olmak.

(12) İslam dinini, Kur'anın emir ve yasaklarını, Sünnet-i seniyyeyi, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeyi insanlara öğretmek hususunda hiçbir tehditten korkmamak, meşakkatten kaçınmamak.

(13) Din konusunda, hele zaruriyat-ı diniyede en ufak bir tâviz bile vermemek. Dinin ve Şeriatın en küçük hükümlerini, edeblerini muhafaza etmek.

(14) Diliyle ve kalemiyle mârufu emr etmek, münkerden nehy etmek.

(15) Allahla ezelde yapmış olduğu ahd ü misaka ve Resulullah'a olan biatına her zaman sadık olmak.

Sevgili Müslüman kardeşlerim!... Rabbanî, 'âmil, râsih, muhlis, sâdık gerçek din alimlerinin ve evliyaullahın yazmış olduğu küçük ilmihalleri ve ahlak kitaplarını okumak; fâsıkların ve bid'atçilerin yazmış olduğu ciltlerle kitabı okumaktan daha hayırlıdır.

İtikadlarında vahim bid'atler olan, Kitabullahı re'y ve heva ile tefsir eden, din kitaplarını sırf maddî menfaat için yazan kimselerden hayır gelmez.

Sapıklar, Kur'anda müşrikler ve kafirleri kınayan âyetleri Ehl-i Sünnet Müslümanlarınaymış gibi gösteriyor.

Ehl-i Sünnetin geçmiş âlimleri ve fakihleri doğru yol, hidayet üzerinde idiler. Biz de onların izini takip ediyoruz.

Bu yol Tevhid, tenzih, sahih itikad, beş vakit namazı dosdoğru kılmak, ihlas, Peygamberî ahlak, büyük ve küçük cihad, memduh ahlaka sahip olmak, mezmum ahlaktan kaçınmak, dünya malının gerekenden ve ihtiyaçtan fazlasına rağbet etmemek, fazilet ve hikmet yoludur.

Zâlim meliklere "Celâletü'l-melik el-muazzam..." diye hitap eden bid'atçiler İslam'ı temsil edemezler ve öğretemezler.



Mehmet Şevket EYGİ - 2 Eylül 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 03 Eylül 2011, 18:17:29
Bir Cuma Namazında

Yaz mevsimindeyiz. Havalar sıcak. Büyük ve tarihî bir camiye gidiyorum. Cemaate bakıyorum. Yüzde doksanı takkesiz. Yüzde ellisi kısa kollu tişört giymiş. Birinin tişörtünün üzerinde İngilizce yazılar var. Cemaatin bir kısmı çok kötü ve zevksiz giyimli.

Yakınımdaki biri, hutbe okunurken durmadan cep telefonuna bakıyor. Herhalde telefonkolik. Başka biri mesajları okuyor, mesaj atıyor.

Arkada iki genç bütün hutbe boyunca vır vır zır zır konuştular. Çenesi düşükler. Bunlara kim edeb erkan öğretecek? Ben değil, dövebilirler...

Birkaç kişi köpek oturuşuyla oturmuş.

Minberdeki hocaya bakıyorum. Diyanet'in açık renk, yakası ve kol kenarları sırmalı yeni moda cüppeleri ne kadar zevksiz ve uyduruk.

Eyvah eyvah eyvah!.. Bu hafta da minberden para yardımı yapılması istendi. Ya Rabbi!.. Resûlullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) makamı nelere alet ediliyor.

Caminin hoparlörleri ayarsız ve bozuk. Mihrapta üç dört mikrofon var. Ses kolonları rasgele yerleştirilmiş, akustik bozulmuş, ses kirliliği var. Şu meretlerin sesini biraz kıssalar olmaz mı?

Okunan hutbe içimi açmadı.

Din, iman, Şeriat elden gitmiş, biz teferruatla uğraşıyoruz.

Üç dindar edebiyat profesörü gelip bilirkişi sıfatıyla bu hutbeyi dinleseler acaba 10 üzerinden ne not verirlerdi? Bence üç veya dört...

Farz namaz başladı. Önümdeki Müslüman secde esnasında ayağının parmaklarının alt tarafından bir kısmını (kıvırarak) yere değdirmedi. Secdesi olmadı. Secde olmayınca namaz da olmaz.

Ahir zuhur namazını hasırların üzerinde kılmak için dışarıya çıktım. Keşke çıkmasaymışım. Ana kapının önüne kırık dökük bir masa koymuşlar, yüksek sesle yardım yardım yardım diye avaz avaz bağırıyorlar hiç durmadan dinlenmeden. Zaten huzurum yok, namazı nasıl kıldım bilmiyorum.

Maalesef, nâdir istisnalar dışında namazlarda ve camilerde huzur, huşu, hudu, sekinet, vakar, doğru dürüst kılık kıyafet, imame kalmadı.

Bazı camilerin imamlarının ve müezzinlerinin sesleri ve kıraatleri güzel ama onları da şeytanî hoparlörler mahv ediyor.

Büyük camilerimizden birine turistler için İngilizce, Fransızca, Almanca uyarılar yazmışlar. İmla ve gramer hataları vardı, çok üzüldüm, öfkelendim. Yahu bir bilene sorun bari.

Camilerdeki uyduruk pilli saatler tam bir fâcia. Nice camide mihrabın iki yanına aynı saatten koymuşlar. Çinden gelme, yerinde onbeş liraya satılan şeyler. İnsan böyle ucuz, değersiz, işporta işi, rezil, iğrenç, pis pilli saatleri mukaddes caminin en görülecek yerine asmaktan hayâ eder. Medenî Müslümanlar böyle saatleri helâlarına bile asmaz!..

Neymiş, hayırmış. Olmaz olsun böyle hayır!

Tarihî camilerimizin çoğundaki kıymetli hüsn-i hat levhaları yok oldu, yok edildi. Bazısının çivileri duruyor. Bunları kimler çaldı, yok etti. Elleri kırılsın!

1950'li yıllarda Kısıklı camii şerifinde Osman efendi adında bir hatip vardı. O tarihte hoparlör yoktu, kısık sesle hutbe irad ederdi, dinleyen herkes ağlardı.

Şeyh Muzaffer Ozak da çok güzel ve tesirli hutbe okurdu. Ne kadar uzatsa bıkkınlık vermezdi.

Başka değerli hatipler, hocalar da vardı.

Cumalarda bazı camilerde ezan okunuyor, vaiz efendi beş on dakika konuşmaya devam ediyor. Böyle uzatmalı camilere gitmiyorum. Memur var, kış aylarında üniversite ve lise öğrencileri var, işçiler var, abdestini tutamayan yaşlılar var, bir an önce dükkanına dönmesi gereken esnaf var. Namazı geciktirmek, hutbeyi çok uzatmak, vakit kaybettirmek zulümdür. Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) namazı uzatan bir imama kızmıştır.

Cami hizmetlerimizin, namaz kılışımızın, cemaatimizin ıslaha ihtiyacı var.



Mehmet Şevket EYGİ - 3 Eylül 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 04 Eylül 2011, 16:29:54
Ben Faziletli miyim?

Faziletten sık sık bahs ediyorum. Sakın, kendimi faziletli sandığımı sanmasın kimse.  Fazileti  sevmek ve övmek, fazileti istemek başka şeydir, faziletli olmak başka şey.

Bazı insanlar eğri oturur, eğri konuşur, doğruyu söylemez.

Bendeniz eğri otursam bile doğru konuşmak isterim. İnşaAllah bunu yapabiliyorumdur.

Bendenizin hiçbir fazileti yoktur.

Bir tek özelliğim vardır: Elhamdülillah mü'minim Müslümanım.

Lisanla faziletsizim deyip içimden faziletli olduğumu sansam münâfık ve mürai olurum.

Faziletli bir kimsenin faziletini (tevâzu ve melâmet göstererek) inkâr etmesi bir fazilettir ama benim durumum böyle değildir. Bende fazilet yok,  binaenaleyh faziletsizim demem bir fazilet olmaz.

Çok kusurlu, çok noksan, çok hatâlı, çok günahkâr bir Müslümanım.

Kerim olan Allah'tan ümit kesmem.

Basit, sıradan, derecesiz bir Müslüman  olmak bana yeter.

İnşaAllah hayatım hüsn-i hâtime ile sona erer, yani ömrüm imanlı olduğum halde biter.

Faziletli ve  mürüvvetli kardeşlerimden dileğim, bu fakire dua etmeleri ve kusurlarımı örtmeleri ve bağışlamalarıdır.

Duaları indAllah makbul olan kimselerin hayır dualarını almak ne büyük bir bahtiyarlıktır.

Dünyadan âhirete imanlı olarak göçebilmek ne büyük bayramdır.



Mehmet Şevket EYGİ - 4 Eylül 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 04 Eylül 2011, 16:32:06
Medya Kime ve Neye Hizmet Ediyor?

Ülkemizde en büyük güç nedir? Bence hâlâ medyadır ve bilhassa televizyondur. Bu büyük güç ülkenin, halkın, devletin, millî kimlik ve kültürün hizmetinde midir?

Bu soruya nasıl bir cevap verebiliriz?

Medyanın baronları, prensleri, ağır topları neye ve kime hizmet ediyor?

Onlar öncelikle kendilerine, nefislerine  hizmet ediyor.

Sonra  kendi inançlarına, kendi dünya görüşüne, kendi ideolojilerine.

Selanikli Beyaz (veya Pembe) bir Türk ise Selanik ideolojisinin ve cemaatinin hizmetindedir.

Ateistse  ateizme hizmet edecektir.

Samimî veya  gayr-i samimi bir Kemalist ise Kemalizme hizmet verecektir.

Medyanın, bilhassa tv'lerin şu değerlere hizmet etmesi gerekir:

Hukuk ve adalete,

Temel hak ve hürriyetlere,

Sosyal adalete, yani âdil gelir dağılımına,

Ülkenin, halkın, devletin maddî ve mânevî kalkınmasına,

Ahlâka  ve fazilete,

Millî kimliğe,

Millî kültüre

Hizmet etmesi gerekir.


Büyük medyamızın bazı organlarına bakalım:

Müstehcen yayınlar,

Şehvetli karılar,

Toplumu çürüten ahlaksızlıklar,

Türkiye halkını bir arada tutan din ve ahlak bağlarını dinamitlemeler.

Toplumsal barış ve mutabakatı sarsıcı provokasyonlar.

Lüks, israf, içki ve kumara teşvik,

Hiçbir faydası olmayan gıcıklayıcı ve gıdıklayıcı magazin haber ve resimler,

Yine hiçbir faydası olmayan futbol haberleri, yorumları, resimleri.

Büyük medyada fitne ve fesat,

Nifak ve şikak,

Günah ve isyan,

Çok yoğun ve genel.

Bugünkü büyük medyamızı İslamî, Kur'anî, Nebevî, hikemî (bilgelikle ilgili) ölçü ve kıstaslarla değerlendirecek olursak ortaya pembe bir tablo mu çıkar, kapkara bir manzara mı?

Türkiye halkının ezici çoğunluğunu oluşturan Müslümanların  dine, imana, ahlaka, fazilete, hikmete; ülkeye, halka, devlete (sistem veya düzene değil) hizmet eden  temiz, şeffaf, hayırlı, vasıflı, âdil, güçlü  bir medya kurmaları  gerekir.

Bir İslam medyası oluşturulsun demiyorum.

Türkiye için hayırlı, vasıflı, güçlü, etkili bir medya istiyorum.

Böyle bir medyanın özellikleri ne olmalıdır:

*Olumlu ve yapıcı muhalefet yapacaktır.

*Mâruf ile emr edecektir.

*Münkerden nehy edecektir.

*Halkı doğru şekilde bilgilendirecek ve aydınlatacaktır.

*Kesinlikle yağcılık, yalakalık, meddahlık, dalkavukluk yapmayacaktır.

Bir ülkeyi, bir halkı, bir devleti ayakta tutan  değerleri koruyacak ve yüceltecektir.

Benliklere  hizmet etmeyecektir.

Ülkeye, halka, devlete (rejime değil), ahlaka, fazilete, bilgeliğe, iyiliğe, güzelliğe hizmet eden bütün  erdemli, yüksek ideal sahibi, mürüvvetli, örnek medyacıları tebrik ediyorum. Allah sayılarını çoğaltsın ve  medyamızdaki bugünkü olumsuzlukları gidermeyi onlara nasip etsin.



Mehmet Şevket EYGİ - 4 Eylül 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 05 Eylül 2011, 11:56:56
Müslümanlığın Esası

1. Müslüman, miladî 571 yılında Mekke'de doğmuş, 632 yılında Medine'de vefat etmiş olan Resulullah Muhammed Mustafa sallAllahu aleyhi ve selleme, insanlığa tebliğ etmiş olduğu Kitabullah'a iman eden, getirdiği ilahî dini benimseyip kabul eden kimsedir.

2. Kur'an'a, Resulullaha, onun öğretilerine öğrenip iman eden kişi Allah'ı en doğru şekilde, kemal sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzeh olarak öğrenmiş, tanımış olur.

3. Kur'an'da "Allah'a, Resûlüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz" buyrulmaktadır. Din konusunda kendilerine itaat edilmesi gereken kimseler bir ucu Resulullaha ulaşan silsileli icazetlere sahip gerçek din alimleri, gerçek fakihler, gerçek mürşidlerdir.

4. Allah Kur'an'da Resulullah'a itaat edilmesini kesin şekilde emir buyurmuştur. Resulullaha itaat etmeyen Allah'a itaat etmemiş olur.

5. İslam'ın en doğru uygulamasını Peygamber yapmıştır.

6. Peygamber'den sonra Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn yapmıştır. Onlara Selef-i Sâlihîn denir.

7. Selef-i Sâlihînden sonra, tarih boyunca çeşitli zamanlarda ve çeşitli coğrafyalarda İslam'ın çeşitli yorumları ve uygulamaları olmuştur. Bunlar içinde aslına en yakın, Kur'an'a ve Peygamberin sünnetine en uygun uygulama Osmanlı uygulamasıdır.

8. Peygamber mucizevî şekilde haber vermiştir: "Ümmetim (benden sonra) yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Biri dışında bunlar Cehennemlik olacak..." "Kurtulacak olan fırka hangisidir?" sorusuna "Benim ve Ashabımın yolundan gidenler" cevabını vermiştir.

9. Peygamberin ve Ashabının yolundan gidenler Sünnet ve Cemaat ehlidir. Ehl-i Sünnetin muttaqi ve muhlis alimleri, fakihleri, müfessirleri Kur'an'ı en doğru şekilde anlamış ve yorumlamıştır. Peygamberimizin sülalesinden gelen ve onun yolundan giden sâdat-ı kiram her devirde İslam bayrağını yüceltmiş, ilâ-i kelimetullah etmiş, Müslümanlara yol göstermiş, hidâyet rehberi olmuştur.

10. Peygamberin Sünneti İslam dininin hükümlerinin ve yüce Şeriatın ikinci kaynağıdır.

11. Peygamberin Sünnetini inkar edenler doğru yoldan çıkmıştır.

12. Allah'a noksan sıfatlar yakıştıranlar doğru yoldan çıkmıştır.

13. İslam bütün mü'minlere istikameti (doğruluğu) emr eder.

14. İslam adalet dinidir.

15. Müslümanlar tek bir Ümmettir. Allaha iman ederler, namazı kılarlar ve mâruf ile emr edip münkerden nehy ederler.

16. Kur'anla, Sünnetle ve icmâ-i ümmetle sabittir ki, Allah katında tek hak, makbul, geçerli din İslam'dır. İslam'dan başka hak ve makbul din yoktur.

17. İslam'da hiçbir eksiklik ve noksanlık yoktur. Eksiklik, kabahat, hatâ Müslümanlardadır.

18. İslam, Batılıların anladığı dar mânada bir din değildir, o bir medeniyettir ve barıştır.

19. İslam'da dünyevî ve uhrevî ayırımı yoktur.

20. Tarih boyunca Müslümanların zaman zaman geri kalması ve hezimete uğraması bazen İslam'ı iyi anlayıp iyi yorumlamamaktan, bazen de iyi anladıkları halde hayata uygulamamaktan kaynaklanmıştır.

21. Müslümanların kurtulması İslam'ı anlamakta, yorumlamakta, hayata uygulamakta, ahlakta, cihatta; Ashab'a, Tâbiîne, Tebe-i Tâbiîne benzemekle ve onlar gibi yapmakla olabilir.



Mehmet Şevket EYGİ - 5 Eylül 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 05 Eylül 2011, 11:58:58
İhlâs Olmadan ne İbadet olur, ne Cihad, ne Hayır Hasenat...

İyi Müslümanlık her şeyden önce İslam'ı iyi bilmek, doğru anlamak, doğru yorumlamak demektir. İyi bildiği İslam'ı hayata dosdoğru uygulamak demektir.

Bazı şeyler ticarete, benliğe, dünya menfaatlerine âlet edilmez.

Bu şeylerin başında İslam gelir.

İslam'ı ticarete, şahsî menfaate, zenginleşmeye, benliğine âlet edenler...

Karı satanlardan daha alçaktır.

Eşkiyalığın en iğrenci din ve mukaddesat bezirgânlığı yapmaktır.

İslam yücedir, yeryüzünde ondan yüce başka bir kurum yoktur.

En şerefli ve üstün hizmet İslam'a, maddî menfaatsiz, ihlasla yapılan gerçek hizmettir.

Maddî menfaat var, ihlas yok, böylesi hizmet değildir, din sömürücülüğüdür.

İslam nasıl yaşanır, nasıl hayata uygulanır? Bunun birinci örneği Peygamberdir. O, İslam'ı insanlığa ücretsiz, parasız öğretti.

Eline maddî imkan geçtiğinde hepsini dağıtır ve bazen kendisi aç kalırdı.

"Uhud dağı kadar altınım olsa, borç ödemek için saklayacağım birkaç dinar dışında hepsini sadaka olarak dağıtırım" derdi.

İslam dini faizi haram kılmış, helal ticareti teşvik etmiştir. Müslümanlar ticaret yaparak, üreterek, çeşitli dünyevî hizmetler görerek para kazanabilir, zengin olabilir.

Kur'an'a ve Sünnete uygun şekilde zekat vermek, sadaka dağıtmak, hayır hasenat yapmak, (bütün bunlar Allah'ın rızasını kazanmak için ihlâsla yapılırsa) en büyük sevap ve mânevî kazanç kaynaklarıdır.

Allah, ihlâsla yapılmayan ibadetleri kabul etmez.

İhlasla yapılmayan hayır hasenatı kabul etmez.

Hattâ, insanlar kendisi için "Yahu bu ne kahraman ve yiğit mücahitmiş" desinler diye sözde cihad yaparken zâhiren şehid olanın bile şehitliği geçerli değildir.

İhlâssız din aliminin, ihlassız hayırsever zenginin, ihlassız mücahidin yeri Cehennemdir. Peygamber böyle buyuruyor.

Gerçek Müslüman parayı sevmez. Parayı taparcasına sevenler mecâzi mânada müşriktir.

Gerçek Müslüman:

Namazı Allah için kılar.

Orucu Allah için tutar.

Zekatı, Allah Kur'an'da nasıl beyan buyurmuşsa Allah için verir ve sarf eder.

Gerçek Müslüman Allah için cihad eder.

Allah için hayır hasenat yapar.

İbadetlerinde, hayır hasenatında, cihadında, şehid veya gazi oluşunda Allah'ın rızasından başka bir şey gözetmez.

Gözeten münafık ve müraî (riyakâr) olur.

Hem dinime hizmet ederim, hem de din ve iman ticareti yaparak köşeyi dönerim... Niyeti böyle olan ne alçak ve düşük kimsedir.

Gerçek din alimleri din ilimlerini, Kur'an nurlarını, Sünnet hikmetlerini, Şeriat hükümlerini Allah'ın rızasını kazanmak için öğretirler, yayarlar.

Onlar te'lif ve tercüme ücreti almak, zengin olmak, dünyalık kazanmak, mal mülk edinmek, lüks ve konforlu bir hayat sürmek, halkın itibar ve rağbetini celb etmek için ilmî faaliyet yapmaz.

Gerçek âbidler (ibadet edenler), gerçek din alimleri, gerçek mücahidler, gerçek hayırsever zenginler yaptıklarının mükafatını fâni ve sebatsız dünyada değil, ebedî kalınacak yer olan âhirette almak isterler.

Gerçek muvahhid (tevhid eri) ihlâslıdır.

Bu dine en büyük zarar sahte mücahitlerden, sahte hayırseverlerden, sahte din alimlerinden, sahte hizmetkarlardan gelmektedir.

İhlas kesir kabul etmez, ya yüzde yüz tam olur, ya olmaz.

Din ve mukaddesat ticaret, zenginlik, benlik, riyaset, makam mevki, ün ve alkış elde etmek için kullanılırsa İslam toplumu sarsılır ve yıkılır.

İhlassız âbidler, mücahitler, hayırsever zenginler, hizmetkârlar İslam'ı anlayamamış kişilerdir.

Allah Kendisine yapılan ibadetlerde ve diğer işlerde ortak kabul etmez.



Mehmet Şevket EYGİ - 5 Eylül 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 06 Eylül 2011, 12:35:27
Bînamazdan Din Âlimi Olmaz


İslam sadece ilimle anlatılamaz. İlmin yanında iman, ihlas ve sâlih amel olması gerekir. Ayrıca bunların yanında vehbî (Allah vergisi) ilim de bulunması gereklidir.

Kişinin Zemahşerî kadar Arapçası ve ilmi olsa, imanı sağlam değilse, ihlassız ise, ameli yoksa o adam nasipsiz kalmaya mahkumdur. Nasibi olmayan kişi İslam'ı nasıl anlayabilir ve anlatabilir?

Filan veya Falan kişiye bakalım. Arapçası var, din ilimlerini de okumuş ama itikadı sahih değil, ameli yok, namaz bile kılmıyor. Bu adamın İslam'a doğru şekilde anlatması ve öğretmesi mümkün değildir.

Amel imandan bir cüz değildir ama sen bu kadar ilim oku ve o ilimlerin aksiyonla ilgili kısımlarını hayatına uygulama. Olur mu bu?

Cahilin amelsizliği başkadır, alimin amelsizliği başka. Hadîste meâlen "âhirette en şiddetli azaba, bildikleri ile amel etmeyen alimler uğrayacaktır" buyurulmuştur.

İslam'da imandan sonra ikinci şart beş vakit namaz kılmaktır. Ashab-ı Kiram radiyAllahu anhüm ecmâîn hazeratı "İmanla küfür arasında namaz vardır" hükmüne varmışlardır.

Namazsız bir ilahiyatçı, Kur'anı kendi kafasına, re'y ve hevasına göre yorumluyor ve nice konu ve noktalarda Ehl-i Sünnete aykırı fetvalar veriyor, ictihatlar yapıyor, görüşler ve iddialar ortaya atıyor.

Yine bînamaz bir ilahiyatçı, Peygamber efendimizi (Salat ve selam olsun ona) ve Sünnetini devreden çıkartmaya çalışıyor.

Sadece namazsızlar değil, namaz kılan bazı ilahiyatçılarda da aykırılıklar görülüyor. Çünkü namaza gereken önemi vermiyorlar, tehâvün gösteriyorlar. Halbuki onların ilmi, Peygamberin imandan sonra en fazla önem verdiği, dosdoğru kıldığı ve kıldırdığı şeyin namaz olduğunu bilmek konusunda yeterlidir.

İçinde bocaladığımız bu fetret, fitne ve fesat devrinde cahillerin belki küçük bir mazereti olabilir ama alimlerin kesinlikle hiçbir mazereti olamaz.

Bir hadîste Hak Teala hazretlerinin "Bildiği ile amel eden kuluma bilmediğini öğretirim" buyurduğu beyan edilmektedir.

Namazı dosdoğru kılan bir alimin basireti ve ufukları açılır; kılmayanın ise ufukları daralır, görüşü körelir.

İman artmaz eksilmez ama parlaklığı artabilir.

İmanın ve ihlasın kimde olduğu kesinlikle bilinmez ama bu ikisinin olup olmadığını gösteren alametler vardır.

Yalan söyleyen,

Verdiği sözü tutmayan,

Emanete hıyanet eden kimse, bu üç kötülüğü devamlı olarak yapıyorsa onda nifak alameti vardır.

Din alimi olduğu (veya geçindiği halde) namaz kılmıyorsa o fasık, facir ve merduttur.

Böylesinden fetva sorulmaz, verirse kabul edilmez.

Böylesinin ictihatlarına kulak asılmaz.

Böylesinin din hakkındaki yorumlarına ve mütalaalarına itibar edilmez.

Din alimi olmak için şu şartlar gerekir:

(1) Sahih bir itikada sahip olacak.

(2) İcazetli üstatlardan ilim öğrenmiş, imtihan vermiş ve icazet almış bulunacak,

(3) Öğrenmiş olduğu ilimlerin amel ile ilgili olanlarını hayatına uygulayacak. En başta beş vakit namazı kılacak.

(4) İslam ahlakı ile mütehalli (ziynetlenmiş) olacak.

(5) İhlasa aykırı her şeyden kaçınacak, uzak duracak.

Bu beş şarta sahip alimlere Hak Teala hazretleri, çalışmakla kazanılamayan vehbî bir ilim verir, onları Nebevî nur ile aydınlatır.

Sevgili Müslümanlar!.. Dininizi böyle nuranî alimlerden öğreniniz.

Fâsıklardan, fâcirlerden, merdutlardan, bid'atçilerden din öğrenilmez. Çünkü onlar doğrularla eğrileri birbirine katarak anlatır, kaş yaparken göz çıkartır.



Mehmet Şevket EYGİ - 6 Eylül 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 06 Eylül 2011, 12:36:38
Dünyaya ve Hâdiselere İslam Gözlüğüyle Bakmak

Dünyaya, insanlığa, ülkeye, halka, siyasete, gidişata, sosyal, iktisadî, ticarî ve kültürel gelişmelere İslam dininin ölçülerine göre bakabilmek, daha basit ve kolay bir ifade ile Müslümanca bakabilmek, işte asıl mesele budur.

Biz Müslümanlar olup bitenlere, manzaraya bu gözle bakabiliyor muyuz?

Gözlerimizde Müslüman gözlükleri yok.

Kimimiz materyalist gözlükler takmışız.

Kimimiz kapitalist.

Kimimiz ehl-i dünya gözlükleri.

Kimimiz dünyaya kafir gözlükleriyle bakıyoruz.

Bol gelir elde eden, malı götüren biri bağırıyor: Her şey iyiye gidiyor!

Geçim sıkıntısı çeken, durum kötü, batıyoruz diyor.

İlmimiz, kültürümüz, irfanımız hâdisata Kur'an gözlüğüyle bakmaya yeterli değil.

Sünnet gözlüğünü de takamıyoruz.

Şeriat gözlüğüyle de bakamıyoruz.

Bu yüzden yanılıp duruyoruz.

İslam'ın fertler (bireyler) ve topluluklar için değişmez ölçüleri vardır:

Bunların birincisi sahih imandır.

Sahih imandan sonra ikinci madde beş vakit namazın dosdoğru kılınmasıdır.

Üçüncü madde cemaattir.

Dördüncü madde, herkesin kendini kurtaracak miktarda öğrenilmesi farz olan bilgilere sahip olmasıdır.

Beşinci madde: Bu bilgilerin hayata uygulanmasıdır.

Altıncısı: Allah ile olan muamelelerimizde ihlaslı olmaktır.

Yedincisi: İnsanlarla ve yaratıklarla olan muamelelerimizin adaletli olmasıdır.

Sekizincisi: Dünyayı Müslümanca imar ve idare etmekle birlikte ahirete yönelik olmaktır.

Dokuzuncusu: Allah'ın ve peygamberin istediği şekilde faziletli bir Ümmet olmaktır.

Onuncusu: Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzının yapılmasıdır.

On birincisi: Büyük ve küçük cihattır.

On ikincisi: Zekatı dosdoğru vermek ve sarf etmektir.

Evet dünyaya bu ölçülerle bakmamız ve manzarayı bu ölçülerin ışığında değerlendirmemiz gerekir.

Müslüman bir toplum günlük farz namazları yüzde doksan terk ediyorsa onu hızlı trenler kurtarmaz.

Namazı terk eden ve şehvetlerine uyan bir toplumun maddî zenginliği keramet değil istidractır.

Bendeniz bu yazıyı bir fikir vermek üzere kaleme aldım. İhlaslı, icazetli, gerçek ulema ve fukaha, Müslüman ziyalılar, Müslüman bilgeler toplansınlar ve İslamî ölçü ve kıstasların (kriterlerin) listesini yapsınlar.

İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre iyi nedir, kötü nedir halka bildirsinler.

Eskiden halk ısınmak için küllü isli paslı soba ve mangal yakıyormuş, şimdi ise doğal gaz varmış, pek temizmiş... Bu bir ölçü müdür?

Eskiden Ankara'dan Konya'ya trenle on saatte gidiliyormuş, şimdi bir buçuk saate inmiş... Bu bir ölçü müdür?

Trenlerin Konya'ya on saatte gittiği günlerde Konya halkı namaza çok dikkat ve rağbet ediyordu. Şimdi ise o eski dikkat ve rağbet yok, gerileme var.

Filan cemaat Afrika'nın Nijer devletinde Kur'an kursu açmış, binaenaleyh durum çok iyiymiş... Ya öyle mi? İstanbul'da mübarek Ramazan'da sarhoş yaygarasından yer gök inliyor, camiler dolmuyor, ahlaksızlık diz boyu... Durum iyi mi kötü mü?

Türkiye'nin ve dünyanın durumuna Selef-i Sâlihînin, İmamı Gazalî'nin, Abdülkadir Geylanî'nin, İmamı Rabbanî'nin, 'âmil ve râsih alimlerin, muttaqi fakihlerin, kâmil mürşidlerin gözlüğüyle bakmadığımız, hâdisatı onların ölçüleriyle değerlendirmediğimiz müddetçe yanılmaya, aldanmaya mahkumuz. Hiçbir meşru özrümüz de yok...



Mehmet Şevket EYGİ - 6 Eylül 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 07 Eylül 2011, 11:21:28
Eğitim Fâciası

Medyada eğitim konularından bahs edilmemesi, aydınların (daha doğrusu kendilerini aydın sananların) eğitim krizi üzerinde durmamaları, halkın bu konuda aydınlatılmaması çok üzücü ve korkutucu bir ihmaldir.

Şu anda Kemalist ideolojiyi, sekülarizmi, çağdaş hayat tarzını, ülkemizdeki bozuk düzen ve sistemi ayakta tutmak için çırpınan millî eğitim sistemimiz tam bir iflas manzarası arz etmektedir.

1928'den bugüne Türkiye'de atalarının Türkçe tarihî mezar taşlarını okuyamayan on milyonlarca vatandaş yetiştirilmiştir.

Bizim Kemalist eğitim sistemimiz sözde mecburî din eğitimi veriyor ama bu da bir aldatmacadan ibarettir.

Rejim, açılan özel okullara da müdahale ediyor ve millî kimlik ve kültüre dayalı güçlü ve etkili bir tahsil verilmesini engelliyor.

Okullarımızda yazılı, edebî, zengin Türkçe okutulmuyor ve öğretilmiyor.

Okullarımızda gerçek tarih kültürü verilmiyor.

Okullarımızda doğru dürüst mantık okutulmuyor.

Okullarımızda sanat kültürü verilmiyor.

Okullarımızda bilginin yanında ahlak ve karakter terbiyesi verilmiyor.

Ve Türkiye bu müflis (iflas etmiş) çağ dışı eğitim sistemini tartışmıyor, yerine gerçekten millî bir eğitim sistemi kurulması için çırpınmıyor.

Doğrusu ümit kırıcı bir durum.



Mehmet Şevket EYGİ - 7 Eylül 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 07 Eylül 2011, 11:22:02
Çok Kaygan Bir Yoldasınız

MAŞAAllah birkaçınız çok iyi İngilizce biliyor. Yüzde yirminiz iyi İngilizce... Siyaset, iktisat, sanat, din, İslam dünyası, Medeniyetler çatışması, Marting Lings... Böyle konular dilinizden düşmüyor... Yüzde 60'ınız devamlı namaz da kılıyor. Çoğunluğunuzun hanımları başörtülü... Bir kısmınız Müslüman, bir kısmınız İslamcı... Somali, Arakan, Afganistan, Moro Müslümanları, Tataristan'da İslam, Sancak bölgesi ne olacak?.. Daha bunlar gibi düzinelerce konudan bahs ediyorsunuz.

Güzel de, niçin bazı itikad ve ilmihal konularında derbeder ve laubalisiniz?

Selefîlik diye bir laf edip duruyorsunuz? Siz bu Selefiliğin içyüzünü biliyor musunuz?

Hoca, din imamı, üstad bellediğiniz kimselere bakıyorum, içlerinde aykırı kişiler var.

Yahu azılı Farmason Afganî'den din imamı mı olur?

Bazınızın inançlarında ne bozuk maddeler var. Kur'an, Yahudileri İslam'a çağırmıyormuş... Hıristiyanları İslam'a çağırmıyormuş... Böyle hezeyanlara siz nasıl inanıyorsunuz?

Baş hocanız aykırı ve reformcu bir ilahiyatçı. Sizin kültürlü Müslüman oluşunuz nerede kaldı?

Bilmediğiniz yok ama İslam'da cadde-i kübranın Ehl-i Sünnet olduğunu iyice öğrenememişsiniz.

Bid'atçi adamlardan bahs edip duruyorsunuz, bir kere bile Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zahid el-Kevserî'den bahs ettiğiniz yok.

Namaz kılanlarınızın yüzde biri bile başında imame/takke olduğu olduğu halde kılmıyor. Niçin namazın edeb ve sünnetini ihmal ediyor, hafife alıyorsunuz?

Niçin Ehl-i Sünnet çizgisini bırakıp sekter çizgilere sapıyorsunuz?

Demek ki, çok veya az İngilizce bilmekle, İslamî jargonla, Moro Müslümanlarının mücadelesinden haberdar olmakla, Martin Lings'le, Heidegger'le Meidegger'le iş bitmiyormuş.

İslam'ı icazetli Sünnî ulema, fukaha ve mürşidlerden öğrenmek gerekiyormuş.

Siz Heidegger'i, Martin Lings'i, R. Guenon'u, Garaudy'i, F. Fanon'u okumaya devam edin ama dininizi, ilmihalinizi onlardan öğrenmeyin. Aykırı ilahiyatçıları da imam (önder) kabul etmeyin. İlmihal bilgileri icazetli alim ve fakih Ömer Nasuhi Bilmen'in "Büyük İslam İlmihali"nden veya o ayarda güvenilir ve muteber kitaplardan öğrenilir.

Çok kaygan bir yolda ve meşrebtesiniz. İnşaAllah ayağınız kaymaz.

Selam ve hürmetlerimle.

(İnşaAllah bu mektubumdan dolayı bana darılmazsınız.)



Mehmet Şevket EYGİ - 7 Eylül 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 07 Eylül 2011, 11:22:48
İsrail ile Ticarî Münasebetlerimiz Devam Ediyor

EKONOMİ Bakanımız, İsrail ile Türkiye arasındaki ticarî ve iktisadî ilişkilerimizde hiçbir değişiklik olmadığını resmen beyan etti. (Ayrıntılarını internetten öğrenebilirsiniz.)

İsraille ticaretimizin hacmi her geçen gün biraz daha artıyormuş.

İsrail'e karşı boykot ilan edilecekse, işe ticaretten başlanması gerekmez miydi?

Elçi gönderilmiş, yerine ikinci kâtip bakacakmış... Lakin ticaret tam gaz. Buna boykot denir mi?

İsrail nüfus ve yüzölçümü olarak küçük bir ülke. Lakin arkasında büyük güçler var. ABD, AB, global dünyanın derin güçleri, NATO...

İsrail'in elinde nükleer silahlar var. İki yüz civarında atom bombasına ve füzeye sahipmiş.

1948'den bu yana Arap dünyası İsrail ile yaptığı bütün savaşları kaybetti.

İsrail'in zayıf tarafları yok mu?.. Olmaz olur mu, hem de yığınla.

Bir kere İsrail'in kendi içinde sosyal barış ve mutabakat yoktur. Orada çoğunluk Sefarad'tır, Eşkenaz egemen azınlık çoğunluğu ezmektedir.

Orada halkın bilemediniz yüzde 15'i dindar Yahudididir, yüzde 50'den fazlasının dinle fazla ilgisi yoktur.

İsrail halkı, kendi dinine ve şeriatına aykırı bir sürü büyük günah işlemektedir.

İsrail ekonomisi ve finansı 15 kadar ailenin elindedir.

İsrail'de ahlak çok bozuktur.

Genel ve yoğun bir kokuşma hakimdir orada.

Arapların nüfusu hızla artarken, Yahudilerinki o nispette artmamaktadır.

İsrail, yıkılmaya mahkumdur. Niçin?

Zalim olduğu için.

İsrail'in yıkılacağı kehaneti bana ait değildir. Neturei Karta cemaati hahamları böyle söylüyor.

Bu hahamlar neler diyor:

Siyonizm küfürdür, Hz. Musa şeriatına aykırıdır.

Beklenen Mesih zuhur etmeden İsrail devleti kurulduğu için büyük ve ölümcül bir günah işlenmiştir.

İsrail devleti, Yahudi dinine ve şeriatına göre küfürdür. Bu devlete itaat edilmez, vergi verilmez, kanunlarına itaat edilmez, onun ordusunda askerlik yapılmaz.

Filistin ülkesi Filistin halkınındır.

Filistin ülkesi tekrar Filistinlilerin hakimiyetine girince, orada istedikleri kadar Yahudiyi barındırmaya, geri kalanını sürmeye hakları vardır.

Evet bunları ben söylemiyorum, başları şapkalı, sakalları uzun, zülüflü, redingotlu Neturei Karta hahamları söylüyor. İnanmayan internetten İngilizce veya başka büyük bir Batı diliyle arasın okusun.

Türkiye'de resmen 20 bin kadar Musevî vatandaşımız yaşıyor. Bunların yanında bir buçuk milyon Kripto bulunmaktadır.

(Konuyla doğrudan ilgisi yok ama bizde bir buçuk milyon da Kripto Hıristiyan vardır.)

Kripto Yahudilerin ve Kripto Hıristiyanların kaçta kaçı entegre olmuştur, bu konuyu bilen yok.

Bizde aslen/köken itibarıyla Müslüman olup da Yahudileşmiş vatandaşlar vardır.

Peygamberimizi bunlar için "Ümmetimin Yahudileri" buyurmaktadır.

Onlar haram kazanç elde eder, haram yer, haram işler yapar, riba/faiz işlerine bulaşır. Onlar Kur'anın yap dediklerini yapmaz, yapma dediklerini yapar.

Türkiye'de İsrail meselesinin içyüzünü, Türkiye-İsrail münasebetlerinin içyüzünü, Türkiye'deki dıştan Müslüman görünen, gerçekte ise Kripto Yahudi olan zümreyi kaç kişi bilir? Elli kişi çıkar mı dersiniz? (Ben biliyorum iddiasında değilim, sadece konu başlıklarını biliyorum.)

İsrail ile iktisadî ve ticarî ilişkilerimiz kesilmeden hiçbir boykotun kıymeti yoktur.

İsrail problemi ne zaman halledilir?.. ABD'nin, AB'nin desteği kalkınca...

Bir de işin teolojik boyutu var: Müslümanların beklediği Mehdi çıkınca, Melhame-i Kübra ve diğer korkunç savaşlar cereyan edince, Ortadoğu ve dünya altüstü olunca, yer yerinden oynayınca...

İsrail yıkılır ama dünya da yeniden taş devrine döner.

Müslümanları sevindirecek ve ümitlendirecek bir husus var: İslam dünyasında Mehdi'nin hakimiyetinde bir Altın Çağ başlayacaktır.

Bugünkü gürültülere, propagandalara fazla kulak asmayınız.



Mehmet Şevket EYGİ - 7 Eylül 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 08 Eylül 2011, 11:00:39
Zenginlik Arttıkça Azgınlık da Artıyor

Milyonlarca fakir ve dar gelirli var ama madalyonun öbür yüzünde dehşetli bir kalkınma ve zenginlik var.

Zenginlik arttıkça azgınlık da artıyor.

Zengin kesimin lükse, israfa ve sefahate yönelmesi korkunç bir küfran-ı nimettir.

Allah'ın verdiği nimetlere şükr etmeyen Müslüman bir toplumun zenginliği ona afet, musibet, felaket, ceza getirir.

Milyonlarca insan zengin mi oldu?... O halde onların birinci vazifesi, Allah'ın kendilerine lutf ve ihsan buyurduğu nimetlerin şükrünü eda etmek için camilere koşmaktır.

Sabah namazı vakitlerinde camilerimize gidin ve bakın: Birkaç kişiden başka cemaat bulamazsınız. Nimetler içinde yüzen müreffeh (refahlı), zengin Müslüman tabaka seherlerde ya leşler gibi uyumaktadır, yahut evlerinde münferiden namaz kılmaktadır.

Sabah namazlarında camilerin önünde bir tek lüks otomobil göremezsiniz.

Sabah namazlarında camilerde ensesi kalın, cüzdanı şişkin, güzel giyimli seçkin Müslümanları göremezsiniz.

Allah'ın kendilerine bol bol nimet verdiği Türkiye Müslümanları kulluk vazifelerini gerektiği gibi yerine getirmiyor.

O halde bugünkü bolluk bir keramet değil, bir istidractır.

Şükrü eda edilmeyen nimet alınır.

Müslümanların büyük kısmı din için doğru dürüst çalışmıyor.

Müslümanlar nasihatsiz kalmıştır.

Müslüman halk yeteri kadar bilgilendirilmiyor, uyarılmıyor, aydınlatılmıyor.

Müslüman ileri gelenlerin, seçkinlerin, ulema ve fukahanın bir sabah namazı seferberliği başlatmaları gerekmez mi?

Böyle bir teşebbüs yok. Kıpırdanma bile yok.

Mübarek Ramazan'da birtakım reformcu densiz ilahiyatçılar Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı saçma sapan hezeyanlar savurdular. Bunlara karşı öyle bir tepki olmalıydı ki, bu densizler bir daha konuşma cesareti bulamamalıydı.

Militan dinsizler Ramazan'da bir yığın kışkırtma yaptılar, fitne fesat çıkarttılar. Onlar da gereği gibi susturulamadı.

Millet doğru dürüst ve yeteri kadar ilmihalini bilmiyor. Milyonlara temel inançları, din bilgilerini, İslam ahlakını öğretmek için ne yapıyoruz?

Uyarıyorum:

Zenginlikler, nimetler toplumu azdırırsa, onu İslamî vazifelerini yerine getirmekten alıkoyarsa, o nimetler zeval bulur ve azap iner.

Cihad fi sebillillahı terk edip çılgınlar, deliler gibi para peşine düşen bir toplum iflah olmaz.

Bugünkü bozuk ve kötü durumun vebali, ilim sahibi olup da halkı uyarmayan, aydınlatmayan, korkutmayan, bilgilendirmeyen sorumluların üzerinedir.



Mehmet Şevket EYGİ - 8 Eylül 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 08 Eylül 2011, 11:01:27
İtikad Bozuklukları Dinden Çıkartabilir

Ülkemizdeki Müslümanlar arasında vahim itikad/inanç bozuklukları baş göstermiştir. Bu bozuklukların bir kısmının sahibini dinden çıkartma, mürted yapma ihtimali büyüktür.

Allah'a noksan sıfatlar yakıştırmak çok vahim bir itikad bozukluğudur.

Başta Diyanet olmak üzere bütün doğru yolda olan cemaatlerin, tarikatların, grupların, bilen kişilerin, ulema ve fukahanın bu bozukluklar konusunda halkı uyarması, bilgilendirmesi, kurtarmaya çalışması gerekir.

İtikad bozuklukları durup dururken mi çıkmıştır?

Hayır... Bunlar kasıtlı, planlı olarak, büyük paralar harcanarak, bazı kalemler ve vicdanlar kiralanarak veya satın alınarak çıkartılmıştır.


Bazı reformcular, Kur'ana ve Sünnete uygun İslam yorumunun 3'üncü hicrî asırda sona erdiğini, Ümmet-i Muhammed'in sapıttığını iddia ediyor. Bu bir iftira ve hezeyandır.

Kur'ana ve Sünnete uygun doğru/sahih İslam yorumu, hiçbir kopukluk olmadan günümüze kadar ulaşmıştır.

Muhammed ibn Abdilvehhab çıkmış ve doğru İslam'ı öğretmiş, sapıtan Müslümanlara hidayet yolunu göstermiş... Bu iddia hezeyandır.

Muhammed ibn Abdilvehhab'ı, başta kendi kardeşi Süleyman ibn Abdilvehhab olmak üzere bütün Ehl-i Sünnet uleması, fukahası, müfessirleri, muhaddisleri, müftüleri tenkit, red ve cerh etmişlerdir.

Doğru yolda olan, itikadı sahih olan, hidayete çağıran, İslam'ı temsil eden Muhammed ibn Abdilvehhab değildir, Ehl-i Sünnet ulemasıdır.

Mısır, Pakistan ve diğer bazı İslam ülkelerinde zuhur eden birtakım radikal İslam hareketlerinde bid'atler, hatâlar, yanlış yorumlar vardır.

Kaderin inkarı vahim bir inanç bozukluğudur.

Ashab-ı Kiram (radiyAllahu anhüm ecmain) hazeratının bir kısmına dil uzatmak, onlara iftira etmek korkunç bir bid'attir. Ashabın tamamı din konusunda âdildir.

Fıkhı inkar etmek öldürücü bir bid'attir. Fıkıh ilimdir, ilim inkar edilmez.

Mezhepsizlik bid'attir.

"İslam'ı, Kur'anı, Hz. Peygamberi, tevhid inancını inkar edenler de Cennetliktir" demek büyük bir sapıklıktır.

Bu devirde İslam'dan başka ibrahimî hak din vardır demek büyük bir hıyanettir.

Şeriatsiz ve fıkıhsız yeni bir İslam türetme hareketi bir çılgınlıktır.

Şefaat Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir.


Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimizin hadîslerini Feminizm, AB, Batı medeniyeti norm ve ölçülerine göre ayıklamak bir cinayettir.

Bütün iyi niyetli, vicdanlı, samimî Müslümanlar bu gibi konularda irşad edilmeli, aydınlatılmalı, uyarılmalı, doğru şekilde bilgilendirilmelidir.

"Bilenler" bilmeyenleri uyarıp aydınlatmazlarsa vebal altına kalırlar.

Hiçbir ticarî gayesi olmamak şartıyla Müslümanları uyarmak üzere vakıflar, dernekler, hizmet kurumları kurulmalıdır.

En güzel, en uygun, en inandırıcı, en ikna edici, en etkili üslupla bozukluklar tenkit edilmeli, doğru yol gösterilmelidir.

Bu hizmetler cemaat ve tarikat taassubundan uzak bir şekilde yerine getirilmelidir.

Uyarı ve aydınlatma broşürleri Ahmed Cevdet Paşa'nın Türkçesi gibi çok açık, çok akıcı, çok kolay anlaşılabilir bir lisanla yazılmalı ve herkes tarafından kolayca anlaşılmalıdır.

Böyle broşürler ulema, fukaha ve müftüler tarafından tasdik edilmelidir.

Bu hizmetler hiçbir kimseye veya cemaate maddî menfaat ve şahsî ün ve prestij kazandırmamalıdır.

Beklenilen, ümit edilen tek ücret Allah'ın rızası olmalıdır.

Bir kısmı bedava dağıtılmalı, bir kısmı (dağıtmak isteyenlere) maliyetine verilmelidir.

Bu hizmetler ilmin ışığında ihlasla yapılmalıdır.

Müslüman halk bu hizmetlere muhtaçtır.

Müslümanlar bu hizmetleri beklemektedir.

Yok mu bu hizmetleri yapacak ilim ve ihlas erleri?



Mehmet Şevket EYGİ - 8 Eylül 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 09 Eylül 2011, 11:42:42
Liberal İslam Fitnesi

Kaddafi'den sonra Libya'da bir barış, huzur, birlik ve beraberlik, sosyal mutabakat, adalet devri başlaması İsrail'in, Batı'nın, BOP'un, Haçlıların işine gelir mi?.. Gelmez.

Afganistan'a demokrasi götürmek için saldırdılar. Durum meydanda.

Irak'a demokrasi ve hürriyet götürmek için saldırdılar. Durum yine meydanda.

Somali'de Şeriat Mahkemeleri rejimi kurulmuştu, ülke biraz nefes alacaktı. Oraya da Habeşistan'ı saldırttılar. Şimdi on milyonlarca Müslüman açlıktan, sefaletten kırılıyor, ülke çöktü.

ABD'nin, İsrail'in, AB'nin İslam dünyasında istemediği, hoşgörmediği, razı olmadığı şey şudur:

Kur'ana, Sünnete, Şeriata dayanan gerçek bir İslamî rejim kurulması.

İslam dünyası bunu istiyor. Onlar saldırarak, savaş çıkartarak, gerçek İslam'ın yerine yanlış yorumlar getirerek önlemeye çalışıyor.

Onların Kur'ana, Sünnete ve Şeriata dayanan gerçek İslam sistemine karşı çıkarttıkları yeni yorumlar nelerdir?

* Liberal İslam aldatması.

* Light İslam

* Ilımlı İslam.

* Fazlurranhman'ın Tarihsellik ve Tâtiliye İslam'ı.

* Türkiye'de Kemalist İslam.

* İslam Protestanlığı.

* Dinde reform.

* Dinde yenilik.

* Dinde değişim.

* Üç ibrahimî hak din vardır, üçünün mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir...

* İslam'ı AB, Feminizm, Batı medeniyeti norm, kriter ve hükümlerine göre yorumlamak; Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerini Feminist ideolojiye göre ayıklamak cereyanı...

Vs... vs...

İsrail, ABD, AB, Siyonistler, Haçlılar çok iyi biliyorlar ki, Kur'ana, Sünnete, Şeriata dayanan Osmanlı tipi bir İslam sistemi büyük bir Müslüman ülkede kurulursa işleri bitiktir.

Var güçleriyle bunu önlemeye çalışıyorlar.

Bu maksatla milyarlarca dolar para harcıyorlar.

Müslüman ülkelerin ve Müslüman toplumların arasında fitne fesat, nifak şikak, tefrika tohumları ekiyorlar.

Müslüman ülkelerde iç savaş, kardeş kavgası çıkartıyorlar.

Afganistan'da, Irak'ta olduğu gibi gerekirse saldırıp savaşıyorlar.

ABD, AB, Tel Aviv, Roma Hilafetten ve Halifeden nefret ederler ama gerektiğinde, zaruret haline geldiğinde İslam dünyasının başına uysal, evcil, itaatkâr, fantoş bir "Light Halife" getirmek için gizli planlar yaptıkları söyleniyor.

İslam dünyasının merkezi olan Türkiye'de light, ılımlı, liberal, uysal, evcil bir İslam modeli oluşturmak için yıllardan beri açık veya sinsi faaliyet yapılıyor.

Türkiye Müslümanlarını Kur'ana, Sünnete ve Şeriata dayanan Ehl-i Sünnet Müslümanlığından uzaklaştırıp Haçlıların, Siyonistlerin, emperyalistlerin, sömürgecilerin istediği Liberal İslam mezhebine sokmak.

Müslümanları faydasız, boş, saçma tartışmalarla bölmek, birbirine düşürmek.

Türkiye'de birbirinden kopuk yüzlerce dinî sekt, fırka, hizip, cemaat meydana getirmek.

Müslümanlardaki Ümmet bilincini yıkmak, onların kafa ve gönüllerini sekter taassuplarla doldurmak.

Gerçek bir İslam düzeni kurulmasını önlemek.

Ehl-i Sünnet İslamlığına karşı Liberal İslam.

Müslüman uyan!..


*(İkinci yazı)

Çeçenistan'ı Unutmayalım

Müslümanlar eskiden bu kadar vefasız, bu kadar unutkan değildi...

Çeçenistan'ı çoğumuz unuttuk, gündemden çıkarttık.

Çeçenler tarih boyunca zulme, sömürgeciliğe, emperyalizme karşı savaşmış sayıca küçük, mânevî güç bakımından büyük bir İslam halkıdır.

Yıllardan beri orada kan, gözyaşı, feryat ve figan var. Çeçen halkı çok şehit verdi. Yaralılar, yıkılan evler, köyler, şehirler, ırzına geçilen kadınlar.

Çeçenistan büyük facialara, vahşetlere, barbarlıklara, Vandallıklara sahne oldu.

Haçlılar, Siyonistler, sömürgeciler, emperyalistler Çeçenistan'ın bağımsız olmasını istemiyorlardı.

Çeçenistan'da bir İslam devleti kurulmasını istemiyorlardı. Müslüman kardeşlerimden çok rica ediyorum: Çeçenistan'ı unutmasınlar.

Çeçenler bizim din ve iman kardeşlerimizdir. Onların acılarına, hiç olmazsa kalben ortak olalım.

Çeçenistan'ın kurtuluşu için dua edelim. (Aynı zamanda kendi kurtuluşumuz için...)

Çeçenistan'da İslam'ın, adaletin, iç barışın hakim olmasını isteyelim.

Ülkemizdeki Çeçen mültecilerine (yardımı hakkedenlere) yardımcı olalım.

Aşağıda üç internet sitesi ismi veriyorum:

(1) Kavkaz Center

(2) Waynakh.com

(3) Çeçen online

Bunları zaman zaman indirip bazı yazıları ve yorumları okuyalım.

Çeçenlere acırken sakın kendi perişan halimizi unutmayalım.

Onlar Kafkasya'da Rusya'nın ve Rus-Severlerin baskısı altında; biz Anadolu'da Selanik resmî ideolojisinin baskısı altındayız.


*(Üçüncü yazı)

Câmide Teslis Ayini!

Yine bir camimizde Hıristiyan ayini yapıldı. Neymiş efendim, eskiden bu bina kiliseymiş, mübadelede Rumlar gidince (bir müddet sonra) camiye çevrilmiş.

Binayı restore etmişler, ama nasıl etmişler? Kilise tarafını ortaya çıkarmışlar.

Sonra İstanbul'dan, Yunanistan'dan patrikleri, papazları çağırmışlar ve cami içinde âyin yaptırtmışlar.

Çok vahim çok vahim çok vahim!..

Yunanistan'da nice cami kilise yapılmıştır. Biz Müslümanların oralarda cemaatle namaz kılmamıza izin veriyorlar mı?

İspanya'da katedrale çevrilen büyük camide Müslümanlar namaz kılabiliyor mu?

Hükümetimizin, idarecilerimizin bu gibi konularda çok hassas olması gerekir.

Camisinde ayin yapılan şehirde Hıristiyan nüfus var mı? Yok...

Peki durup dururken, bayram değil, seyran değil, Tevhid mekânı olan bir yerde niçin, hangi gerekçe ile Teslis ibadeti yapılıyor?

Anadolu Rumlarının başından yakın tarihte büyük facialar geçmiştir. Kabahatin büyüğü onlardadır. İstilacı zalim Yunan ordusunu kurtarıcı gibi karşılamamış olsalardı, vatandaşı oldukları Osmanlı devletini desteklemiş olsalardı felakete uğramayacaklardı.

Olan olmuş bir kere... Yunanistan'da bir yığın cami kilise yapılmış, Türkiye'deki bir yığın kilise de cami...

Yunanistan'ın başkenti Atina'da, orada hayli Müslüman yaşamasına rağmen içinde namaz kılınan bir tek cami yok. Gittiğimde iki Osmanlı camii görmüştüm, ikisi de ibadete kapalıydı.

Her şey karşılıklıdır.

Yunanistan'da kiliseye çevrilmiş camide Müslümanların bir kere namaz kılmasına bile izin verilmiyorsa, bizde de camiye çevrilmiş eski bir kilisede teslis ayini yapılmasına izin verilmemelidir.

Camide yapılan âyinde Diyalogçuların parmağı, tuzu biberi olduğunu sanıyorum.

Tevhid ibadeti mekanlarında Teslis ayini yapılması bu memlekete hayır getirmez.

Böyle giderse günün birinde Ayasofya'da da âyin yaptırırlar.

Allah korusun...



Mehmet Şevket EYGİ - 9 Eylül 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 10 Eylül 2011, 14:25:34
Müslüman Uyan Uyan Uyan

Müslümanlar imanlarını canlarından daha kıymetli bilmezlerse, Can imanlı giderse kurtuluş ve ebedî saadet olur ama iman giderse canın da kıymeti kalmaz, ebedî felaket ve zarar olur demezlerse,

İmanlarını korumak için her gayreti göstermez, her fedakarlığı yapmazlarsa,

İmandan sonra İslam'ın ikinci şartı olan beş vakit namazı koruyup dosdoğru kılmazlarsa,

Namazdan sonra en temel ibadet olan zekâtı Kur'an'a, Sünnete, Şeriata uygun şekilde vermez ve sarf etmezlerse,

Allah ile olan işlerde ihlaslı olmazlarsa, nifak ve riyaya düşerlerse,

Ebedî kalacakları âhirete yönelik olmazlarsa,

Hayatlarını Kur'an'a, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun bir şekilde yaşamazlarsa,

Kur'an ve Peygamber ahlakına uymazlarsa,

Allah'ın yapın dediklerini yapmaz, yapmayın dediklerini yaparlarsa,

Başlarına bir İmam-ı Kebir, bir Emirülmü'minîn seçip ona biat ve itaat etmezlerse,

Ezan okununca hür ve mukim erkekler farz namazları cemaatle kılmazlarsa,

Ümmet şuuruna ve birliğine sahip olmazlar; hizip, fırka, cemaat asabiyeti bataklıklarına saplanırlarsa,

Parayı, zenginliği, lüks meskenleri, lüks binitleri, lüks ve israflı bir hayatı Allah'tan ve Resulü yolunda yapılan cihattan daha fazla severlerse,

Doğudaki bir Müslümanın ayağına diken batınca Batıdaki Müslüman onun acısını yüreğinde hissetmezse,

Allah'a, Resulüne ve Müslüman emir sahiplerine itaat etmezlerse,

Komşusu aç iken kendisi tok olarak sabahlarsa,

Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazlarsa,

Cahiller ve fasıklar Kur'an'ı kendi re'y ve hevaları ile yorumlarsa,

ResulAllah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) Sünnetini ve hadîslerini hafife alırlar veya büsbütün terk ederlerse,

Kafirleri taklid eder, onlara benzer, onlar sıçan deliğine girse, taklitçi Müslümanlar da girerse...

Yukarıda sayılan kötülükler yapılırsa bilin, âgâh olun ki:

Nimetler zâil olur,

Emanetler elinizden alınır,

Zillete duçar olursunuz,

Esir ve zebun olursunuz,

Büyük şehir elinizden gider,

Küffar size galebe çalar,

Büyük mâbette ezan okunmaz, namaz kılınmaz...

Ey Müslümanlar!

İmtihan olunuyorsunuz.

Nimetlerin kıymetini bilmiyorsunuz.

Elde hürriyet, fırsat, imkan, para varken din, iman, Kur'an, Sünnet, Şeriat için dosdoğru ve hakkıyla çalışmıyorsunuz.

Sabah namazlarında camilere gidip cemaatle namaz kılmıyorsunuz.

Lüks otomobillerinizle keyif sürüyorsunuz ama o nimetlerin şükrünü, onlarla Allah'a ibadet etmeye giderek eda etmiyorsunuz.

Bol gelirler, zenginlikler, süslü ve lüks meskenler, lüks yazlıklar, lüks dabbeler, lüks sofralar, lüks giysiler nice Müslümanı dünya sarhoşu etmiştir.

Ayık olanlar sarhoşları ayıltmaya çalışmıyor.

Dünya sarhoşları "Durumumuz çok iyidir, istikbalimiz parlaktır, gelecek toz pembedir, hep iyiye gidiyoruz" diyor.

Gaflet gaflet gaflet!..

Uyku uyku uyku...

Şeriat elden gitmiş, din ve iman tehlikede, biz oh kekâh keyfimize bakıyoruz.

Günah, isyan, tuğyan, fısk ve fücur ayyuka çıkmış, aldırdığımız yok.

Dini bozma, yeni bir İslam türetme sapıklıkları almış yürümüş, bize ne...

Bu uyku, bu rüyalar bir gün bitecek, ölüm gelip çatınca herkes uyanacak.

Lakin o zaman iş geçmiş olacak.

Müslüman!

Uyan uyan uyan...



Mehmet Şevket EYGİ - 10 Eylül 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 10 Eylül 2011, 14:27:08
Kısa Zamanda Ünlü Olmak İçin

Kısa zamanda meşhur olmak isteyenlerin yaptıkları:


* Dinî bir konuda saçma sapan, delice bir iddiada bulunur, mesela "1400 senedir Müslümanlar yanıltıldı, aldatıldı, İslam'da Teravih (=Ramazan'da kılınan gece) namazı diye bir namaz yoktur, Peygamber bunu yasaklamıştır" diye bir hezeyan savurur. Selanik medyası bu haberin üzerine mal bulmuş magribî gibi atlar ve bizim naylon müctehid bir günde meşhur olur.


* Yahut mübarek Ramazan günü bir iki şişe berbat şarap alırlar, bir ayyaşın kabrine giderler. Peylenmiş fotoğrafçılar hazır beklemektedir. Yalancıktan ağlayarak şarap şişelerini açarlar ve "Ey yoldaş, mezarından kalk da memlekete ne hale geldi bak" diyerek şarapları kabrin üzerindeki küçük oluklara dökerler. Flaşlar patlar, bir gün sonra Selanik gazeteleri ve tv'leri haberi verir. Bir yığın alkış, bir sürü tepki ve lanet. Gelsin şöhret-i kâzibeler.

*
On dokuz yaşındaki bir genç kız kısacık daracık küçücük şortu ile otobüse biner, bir yığın provokasyon yapar ve sonra kendini mağdur gösterir. Neymiş gericiler bu kıyafeti protesto etmiş, çıplaklık ve seksîlik hürriyetini engellemiş. Yalandır ama senaryo Selanik medyasının yaygaraları sayesinde tutar ve bizim kısa şortlu çok terbiyeli ve iffetli kızımız bir anda hem ünlü olur, hem münlü olur. Ünlüyü anladık da münlü ne demektir? Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.

* Adam profesördür. İlim, irfan, araştırma, ciddî kitap konusunda ortaya fazla bir şey koyamamıştır. Yeterli üne sahip değildir. Nihayet canına tak eder ve bir gün "Ey Müslüman ahali! İslam'da kader yoktur, şefaat yoktur, Buharî'de mevzu hadîs vardır. Sizin inandığınız ilmihal İslam'ı hurafedir. Ben size Kur'an İslam'ını anlatıyorum. Benim peşime düşünüz" diye öyle bir haykırır ki, yer yerinden oynar, Bütün Selanik medyası adamı alkışlar, saçmalıklarına büyük yer verir. Otuz yılda ilim yoluyla elde edemediği şöhrete birkaç gün içinde sahip olur.

Böyle adamların bir kısmı sadece şöhret-i kâzibe elde etmekle kalmaz aynı zamanda para ve imkana da kavuşur.

Meşhur olmanın, dikkatlerini üzerine çekmenin çeşitli yolları vardır. Bunlardan biri de Zemzem Kuyusuna işemektir.

"Bevval-i çeh-i Zemzem'i lânetle anar halk,

Sen kendini Kâbe gibi hürmetle benâm et."



Mehmet Şevket EYGİ - 10 Eylül 2011 Cumartesi


Bir zamanlar bir adam şöhret olmak istermiş; gayesine ulaşmak için birçok yollar denemiş. Hiçbirinde muvaffak olamamış. Sonunda hedefine ulaşabilmek için herkesin içinde zemzem kuyusuna idrarını yapmış. Bu hadiseden sonra kötü yoldan şöhret olmaya çalışanlar için "bevvâl-i çâh-ı zemzem (zemzem kuyusuna işeyen)" demek âdet olmuş. (Doğruluş)

Beytin mânâsı: "Zemzem kuyusuna işeyeni halk lânetle anar. Sen kendini Kâbe gibi hürmetle tanıt, ünlendir."

Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 11 Eylül 2011, 16:54:18
Selam olsun!

Kalbinde Tevhid imanı olan, Lâ ilâhe ill'Allah Muhammed Resulullah imanına sahip olan bütün mü'min kardeşlerime selam eder, Allah'ın rahmetinin ve bereketinin hepimizi gölgelemesini niyaz ederim.

Hassaten Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde bulunan kardeşlerime hürmetlerimi arz eder, bana dua buyurmalarını istirham ederim.

İlmi, irfanı, imkanı, lisanı, kalemi olup da Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İmamete, Ümmete -doğru dürüst ve muhlisen lillah- hizmet edenlerin ellerini ve ayaklarını öperim.

İmanın şartları altıdır. Bunların altısına da gereği gibi iman edenlere ne mutlu.

İmanın altı şartından birini inkâr eden kafir olur.

Kur'an'daki muhkem ve zarurî hüküm ve bilgileri inkar eden dinden çıkar.

Kur'an'ın bir harfini bile inkar eden dinden çıkar.

Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona ) mütevatir ve sahih hadîslerini inkar eden bid'atçidir. Bu bid'at onu dinden çıkartır.

Farzları inkar eden dinden çıkar.

Farzları inkar etmeden ihmal ve terk eden dinden çıkmaz, büyük günah işlemiş olur.

Eimme-i erbaaya yani İmamı Azam Ebu Hanife, İmamı Mâlik, İmamı Şâfiî ve İmam Ahmed ibn Hanbel hazeratına; Kur'ana, Sünnete, İslam'a, fıkha, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye yaptıkları büyük hizmet dolayısıyla selam eder, onlara hayır dua okur, onlar için rahmet dilerim.

Sayıları bütün İslam tarihinde 20 kadar olan diğer mutlak müctehid imamlara da Allah rahmetiyle muamele buyursun.

Selef-i Sâlihîn efendilerimizin üzerine Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi olsun. Onlara müteşekkir ve minnettarız.

Her devirde gelip geçmiş, nuranî silsilelerle Seyyidlerin Efendisine (Salat ve selam olsun ona) irtibatlı olan bütün rabbanî, 'âmil, muhlis ulemaya, fukahaya ve kâmil mürşidlere selam olsun.

Zamanımızda, ücretini sadece Allah'tan bekleyerek, mahlukattan ücret istemeyerek, verilse bile almayarak Kur'ana, Sünnete, Şeriata ihlasla hizmet eden bütün ulemaya, fukahaya, meşayihe, mürşidlere, mücahid fi sebilillah olanlara selam olsun.

Muhlisen lillah namaz kılanlara selam olsun.

Farz namazları cemaatle kılanlara selam olsun.

Usul-i tefsir ve tefsir ilmini öğrenenlere ve bu ilimlere hizmet edenlere selam olsun.

Kur'an tefsiri, tercümesi, meali yazmaya ilmî ehliyeti, icazeti, liyakati olup da rivayet ve dirayet tefsiri yapanlara selam olsun.

Usul-i hadîs ve hadîs ilmini öğrenenlere ve bunlara hizmet edenlere selam olsun.

Usul-i fıkıh ve fıkıh ilmiyle Allah rızası için ihlasla meşgul olan öğrenen ve öretenlere selam olsun.

Ümmet-i Muhammed'i doğru bilgilendirenlere, aydınlatanlara, uyaranlara selam olsun.

Namazları tâdil-i erkana uyarak dosdoğru kılanlara selam olsun.

Zekatlarını Kur'ana, Sünnete, fıkha, şeriata göre verenlere selam olsun.

Sağ elinin verdiği sadakayı sol eli görmeyen ve bilmeyen ihlaslı hayırseverlere selam olsun.

Bu fitne ve fesat devrinde Allah'ın emrine, Peygamberin buyruğuna, Kur'ana ve Sünnete uyarak Şeriata uygun tesettür kıyafetine giren bütün Müslüman hanımlara ve kızlara selam olsun.

Mâruf ile emr ve münkerden nehy edenlere selam olsun.

Cuma günü ezan okununca işyerini, dükkanını, atölyesini kapatıp Allahı anmak için camilere gidenlere selam olsun.

Müslüman halka, bilhassa çocuklara ve gençlere, kendilerine ebedî saadet kazandıracak ve cehennemden kurtaracak ilmihal bilgilerini ihlasla öğretenlere selam olsun.

Bütün Müslümanları ve mü'minleri tek bir Ümmet bilenlere; hizip, fırka, cemaat, tarikat asabiyetine kapılmayanlara, çeşitlilik içinde sarsılmaz bir birlik oluşturanlara selam olsun.

Zamanın İmamına ve Emîrine biatlı olanlara selam olsun.

Merhametli Müslümanlara selam olsun.

Şecaat sahibi Müslümanlara selam olsun.

Hikmetli Müslümanlara selam olsun.

Allah korkusuyla ağlayanlara selam olsun.

(Ne olur gözyaşlarınızdan bir damla teberrüken üzerimize serpin...)

İmkanı, serveti, fırsatı olduğu halde lükse, israfa, gurura, kibre, saçıp savurmaya yönelmeyen mütevâzı ve alçakgönüllü zenginlere selam olsun.

Ziyafet sofralarına fakirleri de çağıran cömertlere selam olsun.

Dünya tuzaklarına düşmeyen, âhirete yönelik olanlara selam olsun.

Sözün sonunda Allah'a hamd ü sena, Peygamber'e salat u selam olsun.



Mehmet Şevket EYGİ - 11 Eylül 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 11 Eylül 2011, 16:57:18
CIA ve MOSSAD Sızdı mı?


Soru şudur: Türkiye'de İslamî/İslamcı hareketin içine CIA, Mossad ve başka istihbarat teşkilatları girmiş midir?


Zerre kadar aklı, irfanı, vicdanı olan bir kimse bu soruya "Hayır girmemiştir!" cevabını vermez.

Türkiye'de güçlü bir İslamcılık akımı ve hareketi olsun da bunun içine CIA ve Mossad girmesin, böyle bir şey düşünülebilir mi, mümkün müdür?

İnsanın elinde tek bir delil, tek bir karine olmasa bile bu soruya "Mutlaka girmiştir..." cevabını vermesi gerekir.

Çünkü, dünyanın en güçlü, kolları her yana ulaşmış, her deliğe girmiş iki canavar istihbarat teşkilatı olan CIA ve Mossad ülkemizdeki İslamî/İslamcılık hareketini bilmek, yönlendirmek, kullanmak, âlet etmek isteyecektir. Eşyanın tabiatı böyledir.

ABD'nin ve İsrail'in bugün en korktuğu güç İslam'dır.

Müslümanların birleşmesi.

Güçlenmesi.

İslam'ı hakim kılmak için elbirliğiyle çalışması Amerikan emperyalizminin ve İsrail devletinin sonu olur.


İslam'ın ve Müslümanların başarısız olması için neler yapmalıdırlar?

* Müslümanları böldükçe bölmek.

* Bölünmüş Müslümanları birbirine düşman etmek, birbirleriyle çekiştirmek ve tepiştirmek.

* İslamî hürleşme ve kurtuluş hareketini dejenere etmek.

* Müslümanları ABD ve İsrail emperyalizmine doğrudan veya dolaylı şekilde hizmet ettirmek.

* Müslümanları çıkmaz sokaklara, yanlış yollara sokmak.

* Müslümanlar arasında "İslam tek hak din değildir. İslam'ın yanında Yahudilik ve Nasranîlik de hak ibrahimî dinlerdir. Onların mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir" bozuk inancını yaymak.

* Kur'ana ve Sünnete dayalı gerçek İslam dininde cihad farzı vardır. Onlar yeni bir İslam türeterek bu farzı kaldırmak istiyorlar.

* Ehl-i Sünnet Müslümanlığını yıkmak, onun yerine sayısız bağımsız kiliseden oluşan bir İslam Protestanlığı getirmek.

* Müslümanların bir kısmını haram kazançlara, kara ve kirli zenginliklere yönlendirmek, kokuşmayı teşvik etmek.


Bu amaçlarına ulaşabilmek için Müslümanların içine bir sürü ajan, casus, provokatör, istihbaratçı sokmuşlardır.

Şeytanlıkta o kadar ileri gitmişlerdir ki:

Müslümanların ehil bir Halife seçmesinden önce onlar kendi kukla, fantoş, uysal, evcil Halife adaylarını bile tesbit emişlerdir ve ilk fırsatta sahneye çıkaracaklardır.

Bu maksatla muazzam paralar harcanmaktadır.

Türkiye'de bir ABD ve İsrail Müslümanlığı türetmek istiyorlar.


Peki amaçlarına ulaşabilecekler midir?

Çok tahribat yapacaklar, çok fitne ve fesada sebebiyet vereceklerdir ama başarılı olamayacaklardır.

İnşaAllah Türkiye'de Kur'ana, Sünnete, Şeriata dayalı bağımsız İslam hareketi başarılı olacak;


ABD'ye, İsrail'e, Kapitalizme, emperyalizm ve sömürgeciliğe, Haçlı hegemonyasına itaatkâr sahte İslamcılık başarısız olacaktır.

Milyonlarca Müslümanın bu konularda uyarılması, bilgilendirilmesi, aydınlatılması gerekmektedir.

Allah Ümmetimizi her türlü sapıklıktan, bid'atten, hıyanetten muhafaza buyursun.

Şahsî emellerini, riyaset ihtiraslarını, bâtıl asabiyetlerini tatmin için en azılı İslam düşmanlarıyla işbirliği yapanlara yazıklar olsun!

Sevgili Müslümanlar:

Dinde reform,

Dinde yenilik,

Dinde değişim,

Light/ılımlı İslam,

İslam Protestanlığı,

Fıkıhsız ve Şeriatsız İslam,

Tarihsellik mezhebi,

Mezhepsizlik,

BOP İslamlığı ve bunlara benzer yeni cereyanları kabul etme, bunlara cephe al; Kur'ana, Sünnete ve Şeriata dayalı gerçek ilahî İslam'dan yana ol ve onu savun.


CIA, Mossad ve BOP İslamcılığı Cennete değil, Cehenneme götürür.

Cennete gitmek isteyen Kur'ana, Sünnete, Şeriata sarılsın, ana caddeden ayrılmasın, Sevad-ı Azam dairesi içinde sâbit-kadem olsun.



Mehmet Şevket EYGİ - 11 Eylül 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 12 Eylül 2011, 11:36:17
Ağlatan ve Ağlayan Vâiz

Vâizin konuşmasının on beşinci dakikasından itibaren ulu camideki beş bin kişilik cemaatten hıçkırık sesleri, ağlaşmalar duyulmaya başlandı. Kalabalığın yarısı ağlıyordu. Tamamının tüyleri ürpermişti. Vâizin konuşması sanki sözlü bir musiki idi. Orada müzik kulağı ve kültürü olan biri olsaydı, konuşmayı notaya çekebilirdi.

Vâiz el kol hareketleri yapmıyor, yumruğunu kürsüye vurmuyor, taşkınlık sergilemiyordu ama gönülleri heyecana getirmişti.

Toplumun azgınlıklarını tenkit ederken, azap ayetlerini okurken cemaat korkuyla sarsılıyordu, hıçkırıklar artıyordu.

Vâiz iman edip hayırlı ameller işleyenleri müjdeleyen âyetleri şerh ederken cemaatin ağlaması hafifliyor, yüzlerde hüzünlü bir mutluluk görülüyordu.

Vâiz iki saat konuştu. Cemaat bu konuşma hiç bitmesin istiyordu.

En sonunda kısa ve müessir bir dua yaptı, kürsüden indi. Elini öpmek isteyenlere el öptürmedi. Yanında bir yakını, özel grubu, koruması falan yoktu. Camiden çıktı. Evine dönmek için otomobili de yoktu. Hocam sizi götürelim diyenlere teşekkür etti, arabalarına binmedi, bir kilometre kadar yürüdü, minibüs durağından bir vasıtaya bindi.

Namazı büyük ölçüde terk etmiş, çeşit çeşit şehvetlere uymuş, âhir zaman fitne ve fesatlarının fırtınalarıyla çalkalanan fasık ve facir bir toplumda yaşamanın verdiği üzüntü, azap ve kahır içinde mütevazı evine vardı.

Vaaz ettiği cemaati ağlatmıştı. Şimdi ağlama sırası kendisindeydi. Bir kenara çekildi, bütün gün kendine, Müslümanlara ağladı.



Mehmet Şevket EYGİ - 12 Eylül 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 12 Eylül 2011, 11:38:14
Hak Tarikatlar Hangileridir?

Tasavvufî bir tarikatin hak ve doğru olması için birtakım şartlar gereklidir.

(1) Şeriata aykırı hiçbir tarafı olmayacaktır. Şeriata aykırı tarafları olan bir tarikat hak tarikat değildir.

(2) Sahih bir itikada (inanca) bağlı olacaktır. Bu devirde İmamı Eş'arîyi ve İmamı Mâturidî'yi inanç konularında imam ve mukteda kabul edecektir.

(3) Beş vakit namazın cemaatle kılınmasını esas kabul edecektir.

(4) Müslüman kadınların ve kızların tesettüre riayet etmelerini emr edecektir.

(5) Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde olacaktır.

(6) Ashab-ı Kiram radiyAllahu anhüm efendilerimizin din konusunda âdil olduklarını kabul edecek ve onların hiçbirini dışlamayacaktır.

(7) Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, light/ılımlı İslam, BOP İslam'ı, Tarihsellik ve Tâtiliye mezhebi, mezhepsizlik, telfik-i mezahib, Afganîcilik, Şeriatsız ve fıkıhsız bir İslam Protestanlığı, Kemalist İslam, Necdîlik gibi çarpıklıklardan ve sapıklıklardan uzak ve berî olacaktır.

(8) Din büyüklerini, Müslüman ruhbanları erbab haline getirmeyecektir. Peygamberler dışında kimseyi mâsum (günah işlemez) kabul etmeyecektir.

(9) Din sömürüsünden uzak olacaktır. Müslümanların paralarını gasb edip zimmetine geçirmeyecektir.

(10) Ehl-i Sünnet dairesi içindeki bütün fıkıh mezheblerine, tasavvuf tarikatlarına, meşreblere, rahmanî farklılıklara, Şeriata ve Sünnete bağlı bütün hareket ve cereyanlara kötü gözle bakmayacak, onları dışlamayacaktır.

(11) Tarikata intisabın bir nasip meselesi olduğunu bilecek, İslam'a ve hidayete davet edecek, tarikata genel davet yapmayacaktır.

(12) Mü'minler arasında üstünlük şartının şu veya bu tarikata veya gruba mensubiyet değil, taqva olduğunu; takvanın da ilimle, irfanla, ihlasla, salih amellerle, sahih itikatla, İslam ahlakına uymakla, büyük cihad yapmakla Allah tarafından nasip edileceğini kabul ve ilan edecektir.

(13) Bir tarikatin hak tarikat olması için, ucu Resullerin Seyyidine (Salat ve selam olsun ona) ulaşan nuranî bir icazet silsilesine sahip olması gerekir.

Tarikat Kur'an'a, Sünnete ve Şeriata uymak, İslamî emirleri ve farzları yerine getirmek, haramlardan ve yasaklardan kaçınmak, yüksek ahlak sahibi olmak, ehl-i dünya olmamak, paraya ve dünya malına puta tapar gibi perestiş etmemek, gerçek İslam büyüklerinin yolundan ve izinden gitmek demektir.

Tarikatçılık tarikata münafidir. Gerçek bir derviş, gerçek bir tarikatlı asla tarikatçılık yapmaz.

Gıybet eden derviş, sadık derviş değil, sahte derviştir.

Fasık-ı mütecahir yani günahları utanmadan, arlanmadan, küstahça açıkta işleyenler tarikatli değildir; onlar sahtekardır, merduttur.

Gerçek bir tarikatli ve derviş, kendi şeyhine nasıl hürmet ediyorsa, başka gerçek şeyhlere de öyle hürmet eder.

Tarikatli bir Müslüman Gavs, Aktab, Sahib-i zaman, Şeyhülmeşayih gibi konularda tasarruflu konuşur, diretme yapmaz, kesin konuşmaz. Zannımca der, başka kanaat ve görüşte olan Müslümanlarla bu konularda çatışmaz, çekişmez, fitne ve fesat çıkartmaz. Ecdad-ı kiramımız muhterem kişiler için "mazanne-i kiram" demişlerdir.

Tarikatli Müslüman örnek ve model Müslümandır.

Tarikatli Müslüman bir ihlas kahramanıdır.


Tarikatli Müslüman, her meşrebteki mü'min kardeşlerine daima rahmetli ve yumuşak (hilm ile); harbî ve saldırgan kâfirlere karşı gerektiğinde sert hareket eder.

Olgun bir derviş sövene dilsiz, dövene elsiz olur.

Gerçek derviş hırka ve tac ile övünmez.

Gerçek derviş nafile ibadetlerini gizler, onlarla övünmez.

Gerçek şeyh ve derviş Allaha layık ibadet ve amel yaptığını söylemez; kurtuluşunu sadece Allah'ın fazl, kerem ve ihsanından bekler.




Mehmet Şevket EYGİ - 12 Eylül 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: gülgiller - 12 Eylül 2011, 16:33:49
tessekurler ben okudukca bilgileniyorum ama her yeni bilgi beni korkutuyor bu yuzden tam olarak okuyamiyorum
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 13 Eylül 2011, 10:53:34
Ehl-i Sünnet Dergisi Hakkında

Geçen 5 Ağustos'ta, ticarî tarafı olmamak şartıyla Ehl-i Sünneti savunacak; dinde yenilik ve değişim, dinde reform, Tarihsellik, light/ılımlı İslam, İslam Protestanlığı, Feminizme ve AB normlarına göre hadîs ayıklama, Kemalist İslam, fıkıhsız ve Şeraitsiz İslam, hahamlı papazlı yeni bir İslam, ABD'nin, AB'nin ve İsrail'in istediği evcil ve uysal İslam, üç ibrahimî din vardır ve mensupları Cennetliktir mezhebi, camilere kiliselerdeki sıra ve sandalye koymak ve benzeri bid'at cereyanları ile (ilmin, aklın ve hilmin ışığında) mücadele etmek maksadıyla bir dergi çıkartmak istediğimi yazmıştım.

Eksik olmasınlar bazı okuyucularım mesaj gönderdiler. Ramazan'da bu işle meşgul olamadım. Şu anda çalışmaya başlamış bulunuyorum. Bana mesaj gönderenlerin hepsine inşAllah cevap yazacağım.

Derginin özelliklerini bir kere daha hatırlatayım:

(1) Ticarî tarafı olmayacaktır. Bir kısmı bedava dağıtılacak, bir kısmı, alıp dağıtmak isteyenlere maliyet fiyatından verilecektir.

(2) Bu iş için peşinen para toplamayı düşünmüyorum. Teklif edenlere teşekkür ederim. Dergi çıktıktan sonra (beğenir ve faydalı görürlerse) maliyet fiyatından alıp dağıtabilir, etraflarına hediye edebilirler.

(3) Dergide çıkan yazılar için (maliyet fiyatını yükseltmemek için) muhterem müelliflerine te'lif ücreti ödenmeyecektir.

(4) Dergide yumuşak ve saygılı bir üslup kullanılacaktır.

(5) Yazılar kısa olacaktır.

(6) İlk basılacak bir iki bin nüsha için benim şahsî param yeterlidir. Beğenirlerse, rağbet görülürse isteyen istediği miktarda maliyet fiyatından alabilir.

(7) Şu anda haftada bir iki gün bu iş için sekreterlik yapacak, mümkünse on parmak yanlışsız yazı yazabilen, yeterli din kültürüne sahip öğrenci statüsünde bir sekretere ihtiyaç vardır. Arzu edenler Bedir yayınevine e-mail gönderebilir.

Şu hususu da kaydedeyim ki, şu anda ülkemizde Ehl-i Sünneti savunma ve bid'atleri ve sapıklıkları red sadedinde çok değerli dergiler yayınlanmaktadır. Bunları yayınlayanlara ve yazılarıyla katkıda bulunanlara, dinimize yaptıkları hizmetten dolayı şükran ve minnet borçluyuz. Bunların tirajları ve satışları maalesef yeterli değildir. İlmî yazılarını anlamak için de bir birikim ve temel gerekmektedir. Bendeniz gerçekleri gayet kısa, çok açık seçik, herkesin anlayabileceği basit bir üslupla beyan eden bir halk dergisi çıkartmak istiyorum. Bu dergi dağıtım kurumlarına verilmeyecek, elden dağıtılacaktır.

Başarı bizden değil, Allah'tandır. Yeter ki, niyetlerimiz (Allah'ın nasip etmesiyle) temiz ve hâlis olsun.

Gelişmeler hakkında okuyucularımı zaman zaman bilgilendireceğim.

(Bu konuda tarafıma mesaj göndermek isteyenler /bediryayinevi@gmail.com/ adresine gönderebilirler.)



Mehmet Şevket EYGİ - 13 Eylül 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 13 Eylül 2011, 10:54:07
Kaç Çeşit Şoför Vardır?

Nasıl otomobil sürülür? Herkesin şoförlüğü bir değildir. Sayayım...

1. Medenî, olgun, kibar, ahlaklı, faziletli, vicdanlı, görgülü, ruh asaletine sahip insanların adam gibi oto sürmesi.

2. Katillerin, canavarların, sadiklerin oto sürmesi.

3. İntihar etmek isteyenlerin oto sürmesi.

4. Serserice, züppece, görgüsüzce ne oldum delilerinin, türedilerin oto sürmesi.

5. Akıllıca, tedbirli ve ihtiyatlı şekilde oto sürmek.

6. Delice, çılgınca oto sürmek.

7. Eli öpülesi şoförler.

8. Yüzüne tükürülesi şoförler.

Kibar ve medenî bir zat dikkatli bir şekilde sağdan giderek oto sürüyor. Bütün kurallara uyuyor. Arkadaki terbiyesiz durmadan korna çalıyor. Onun yanından geçerken daha uzun korna çalıyor ve "Yuh be!... Biraz hızlansana, taş arabası..." diye bağırıyor. Sefil ve rezil adam.

İçmiş. Direksiyona hakim olamıyor ve durağa dalıp bir vatandaşı öldürüyor, altısını yaralıyor. Yaralılar ömür boyu sakat kalacak. Cellat şoför!

Şimdi bir sorum var:

Trafik bakımından, şoförlük bakımından toplum olarak iyi durumda mıyız, kötü durumda mıyız?

Bu soruya hangi cevabı verirsiniz?

Kötü durumdaysak sorumlular kimlerdir?

Eğitim sistemi.

Aileler.

Düzen veya sistem.

Kültür yapısı.

Hukuk ve yargı.

Bir toplumun ne halde olduğu şoförlerinden anlaşılır...



Mehmet Şevket EYGİ - 13 Eylül 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 13 Eylül 2011, 10:54:47
Biz Müslümanlar Adam Olur muyuz?

Biz Müslümanlar adam olur muyuz?.. Soruyu daha kesici bir üslupla sorayım: Biz Müslümanlar, doğru ve gerçek Müslümanlar olur muyuz?

Elbette Müslümanların içinde doğru ve sâlih olanları vardır ama yüzde kaçtır?

Sabah ezanları okunur camiye gitmeyiz.

Cuma ezanı okunur, iş yerimizi dükkanımızı kapatmayız.

Somali'de milyonlarca Müslüman aç kalır, biz beş yıldızlı otellerde lüks iftarlarımıza ara vermeyiz.

Ceza Kanunundan zina suçu çıkartılır, biz kılımızı kıpırdatmayız.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığı değiştirilmek, yerine BOP Müslümanlığı konulmak istenir, biz aldırmayız.

Bazı büyük tv'lerin ekranlarından evlerimize fuhuş, zina, işret, fısk, fücur, isyan, günah, edepsizlik, ahlaksızlık, pislik lağımları akar, nicemiz koltuklarımıza kurulur hiç utanmadan zevkle seyrederiz.

Kur'an ve sünnet bize tek bir Ümmet olmamızı emr eder, biz yüzlerce birbirinden kopuk fırkaya ve hizbe ayrılır, tefrikaya düşeriz.

Dinimiz bize haram yemeyin der, nicemiz, şeytandan alınmış fetvalara dayanarak haram yer.

Kur'an ve Sünnet israfı yasaklamıştır. Bizim imkanlılarımız ise gırtlaklarına kadar israfa batmıştır. Hem Müslüman geçiniriz, hem israf ederiz.

Din kitapları alırız okumayız.

Okursak manasını iyice anlamayız.

Anlasak bile öğrendiğimiz bilgileri hayata uygulamayız.

Bozuk düzene iyi deriz.

Kimimiz din baronlarını erbab haline getirir, onları uyarmayız.

Dinde çıkartılan bid'atlerle mücadele etmeyiz.

Doğru dürüst zekat vermeyiz.

Fakir ve miskin Müslümanlar sürünürken biz keyf ve safa içinde lüks hayat süreriz.

Doğru dürüst emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmayız.

Beş vakit namaz kılanların oranı yüzde 10'a düşmüştür ama biz Ümmet çapında (Ümmet nerede?) bir namaz seferberliği başlatmayız.

Bir kısmımız tesettürü bile ne hallere, ne boyalara soktu.

Kimimiz hahamlarla, papazlarla bir araya gelir, öpüşür, kucaklaşır, muhabbet eder ama on İslam büyüğü bir araya gelmez.

Çoğumuz Kur'an'ın yap dediklerini yapmaz, yapma dediklerini yapar.

Ahir zaman yangınları, zelzeleleri, kasırgaları, selleri içinde piknikler yapar, keyfimize bakarız.

Dünya yıkılsa zevk u safamızdan vaz geçmeyiz.

Lüks meskenlerimiz, lüks otolarımız, lüks yazlıklarımız, lüks giysilerimiz, lüks sofralarımız gurur ve kibir verir nicemize.

Vur patlasın, çal oynasın.

Keyfe mâ yeşa... Oh kekâh!..

Biz bu kafayla nasıl adam oluruz?

Nasıl olgun ve uyanık Müslüman oluruz?

Ey bu Ümmeti uyarmakla vazifeli münâdiler, nerdesiniz?

Niçin nefirlerinizi kulakları sağır edecek bir avazla ve devamlı olarak öttürmüyorsunuz?

Niçin bizi hâb-ı gafletten uyandırmıyorsunuz?

Bu Ümmetin hali ne olacak?

Ne olacak?

Ne olacak?..



Mehmet Şevket EYGİ - 13 Eylül 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: ihvan - 13 Eylül 2011, 11:42:26
Geçen 5 Ağustos'ta, ticarî tarafı olmamak şartıyla Ehl-i Sünneti savunacak; dinde yenilik ve değişim, dinde reform, Tarihsellik, light/ılımlı İslam, İslam Protestanlığı, Feminizme ve AB normlarına göre hadîs ayıklama, Kemalist İslam, fıkıhsız ve Şeraitsiz İslam, hahamlı papazlı yeni bir İslam, ABD'nin, AB'nin ve İsrail'in istediği evcil ve uysal İslam, üç ibrahimî din vardır ve mensupları Cennetliktir mezhebi, camilere kiliselerdeki sıra ve sandalye koymak ve benzeri bid'at cereyanları ile (ilmin, aklın ve hilmin ışığında) mücadele etmek maksadıyla bir dergi çıkartmak istediğimi yazmıştım.

...diyeceğini demiş.ustad.daha ne desin....teşekkürler mücteba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 14 Eylül 2011, 12:11:44
Dünyanın ve İnsanlığın Altüst Olacağı Günler Yaklaşıyor

1938'de ikinci dünya savaşının patlayacağına, insanlığın altı yıl boyunca kan ve ateş içinde kalacağına, ülkelerin ve şehirlerin yerle bir olacağına, elli milyondan fazla insanın öleceğine inanılmıyordu. O yılda Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya Münih'te barışı korumak anlaşması yapmıştı. Artık savaş olmaz, dünya uzun bir barış devresi yaşar sanılıyordu.

Yazık ki, aradan çok az zaman geçtikten sonra savaş başladı, yayıldıkça yayıldı, dünya altüst oldu, seller gibi kan aktı, yeryüzünün büyük kısmı cehenneme döndü, taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmadı.

Sultan Abdülhamid devrildikten sonra Osmanlı devletinin hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik devrine girdiği, medeniyet yollarında hızla ilerleyeceği sanılıyordu. 1911 Trablusgarp savaşı, 1912-13 Balkan savaşı, 1914-18 birinci dünya savaşı derken koskoca devlet kısa zamanda dağıldı, battı.

Günümüzde dünya hızla yeni ve korkunç bir savaşa sürüklenmektedir.

Savaş olmazsa ABD belini doğrultamaz.

Ortadoğuda iki büyük Müslüman ülke savaştırılmazsa İsrail varlığını koruyamaz.

Dünyayı pençesine almış bulunan global derin güçler yeni büyük bir savaş istiyor.

Bu savaş Kapitalistlere, Liberallere, Globallere trilyonlarca dolar kazanç temin edecektir.

Üçüncü dünya savaşı patlayınca ABD'nin, AB'nin, İsrail'in, Siyonizmin, Şeytanîlerin, Deccaliyun'un, Global derin güçlerin dediği mi olacaktır? Hayır, Allah'ın dediği olacaktır. İman eden bir kimse için bunda hiç şüphe yoktur.

Tarihlerini bilmiyorum ama Müslümanlar Roma'yı bile feth edeceklerdir.

ABD'nin çökmesi, birbirinden kopuk birkaç bağımsız ülke ve devlet haline gelmesi mümkün ve muhtemeldir.

Bu fırtınalar içinde ülkemizin durumu ne olacaktır? Bunu ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Bugünkü statüko berhava olacak, yepyeni bir Türkiye kurulacaktır.

Bazı İslam ülkeleri birleşerek bir İslam Federasyonu kuracaklardır.

Bendeniz bu federasyona "Dârülislam" adının verilmesini şimdiden teklif ediyorum, "İslamistan" da olabilir.

Kanlı büyük savaşlar olacaktır.

Nükleer silahlar, bombalar, füzeler kullanılacaktır.

Hemen ölmeyenler korkunç ve feci hastalıklara yakalanacaktır.

Kimyasal ve biyolojik silahlar kullanılacaktır.

Yüz bin kişilik bir ordudan geriye on bir kişi kalacaktır.

Mehdi zuhur etmeden işler düzelmez.

Büyük miktarda insan kıyımı olacaktır.

İhlaslı ve samimi mü'minler cennetlik; münafıklar, kafirler, mürtedler, zalimler Cehennemlik olacaktır.

Allah'ı unutan, azan sapıtan, namazı terk edip şehvetlerine uyan, en büyük ve çirkin günahları açıkça, küstahça işleyen, yeryüzünü fesada veren münafık, fasık, facir, merdut, zalim toplumların üzerine azap inecektir.

Ahir zamanda büyük, korkunç, dehşetli hadiseler, savaşlar, kıyımlar, tahribat olacağı hadîslerde bildiriliyor.

Bazı reformcu, yenilikçi, değişimci, Fazlurrahmancı, Kemalist ilahiyatçılar ve dinciler "Hayır, Mehdi çıkmayacak..." diyorlar. Mehdinin zuhuru, İsa aleyhisselamın nüzulü yüzlerce hadisle bildirilmiştir. Bu konuda mânevî tevâtür bulunmaktadır. Bu konuda reformcu, dall ve mudil ilahiyatçıların ve dincilerin dediklerine değil, icazetli ulemanın, fukahanın, müfessir ve muhaddislerin, allamelerin, kamil mürşidlerin dediklerine bakılır.

İnsanlığın ve dünyanın büyük bir felakete doğru gittiğini bilmek ve anlamak için bugünkü manzaraya bakmak yeterlidir.

Peki biz Müslümanlar ne yapmalıyız?

İtikadımızı tashih etmek, imanımızı pekiştirmek.

Beş vakit namazı dosdoğru eda etmek.

Zekatı Kur'ana, Sünnete, Şeriata uygun olarak vermek ve sarf etmek.

Büyük ve küçük cihad yapmak.

Mâruf ile emr ve münkerden nehy etmek.

Ümmet şuuruna sahip olmak.

Başımıza bir İmam-ı Kebir tâyin edip ona biat ve itaat etmek.

Haram yememek.

Ribaya/faize bulaşmamak.

Kur'an'ın ve Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) ahlakıyla ahlaklanmak.

Çocuklarımızı İslam'a, Kur'ana, Sünnete, şeriata uygun bir şekilde okutup yetiştirmek.

Hüsn-i hatimeyle ölmek için ne gibi sebeplere ve vesilelere yapışmak gerekiyorsa onlara tevessül etmek.

Ezelde Allah ile yapmış olduğumuz ahd ü misaka sadık kalmak ve onu bir an bile hatırımızdan çıkartmamak.

Resulullah efendimize olan biatımıza sadık kalmak, ona itaat etmek.

Şeytanın ve Tağut'un bizi aldatmak ve mahv etmek için kurduğu lüks, israf, sefahat, tefrika, fırka ve hizipçilik, cemaat taassubu, haram servet hırsı gibi öldürücü tuzaklara düşmemek.

Dünyevî vazifelerimizi yapmak ve dünyayı İslamî ölçülere göre imar etmekle birlikte âhirete yönelik olmak.

Kurtuluş yolu Kur'an'da, Sünnette, fıkıhta, Şeriatta, İslam ahlakında açık ve seçik olarak gösterilmiştir.

Bize tercih hürriyeti verilmiştir.

İsteyen azgınlığı ve sapkınlığı seçer.

İsteyen hidayeti, kurtuluşu, ebedî saadeti.



Mehmet Şevket EYGİ - 14 Eylül 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 15 Eylül 2011, 11:05:18
İslam'ı ve Ümmeti İçinden Yıkmak İstiyorlar

Bu yazım Allah'a ve Resulullah'a iman eden Müslümanlar içindir. Ateistler, okusalar da ne dediğimi iyice anlayamazlar. Allah'a inanıp da Resulullah'a inanmayanlar ise, kalplerindeki perdeler dolayısıyla kavrayamazlar. Yazım açıktır. Canı isteyen herkes okuyabilir ama yukarıda belirttiğim gibi okumak başka şeydir, anlamak algılamak başka şey.

İnsanın ve insanlığın en büyük düşmanı şeytandır.

Şeytanın en büyük yardımcısı ise insanların nefs-i emmareleridir.

İnsanlığın kurtuluşu ve dünyevî-uhrevî saadeti İslam'la mümkündür.

İçinde yaşadığımız âhir zamanda Şeytan İslam'ı çökertmek üzere topyekun bir savaş ilan etmiştir.

Bugün yeryüzünde Şeytan ile işbirliği yapan "Global" seçkinler ve derin güçler vardır.

Bunlar İslam'ı bozmak, tahrif etmek, güçsüz bırakmak üzere (söylemeye hâcet yok) şeytanî hileler, desiseler, hud'alar, mekirler, planlar, propagandalar yapmaktadır.

Maalesef birtakım münafık ve müraileri satın almışlar veya kiralamışlardır.

Ana gayeleri üç maddeden ibarettir.

Birincisi: Kur'an, Sünnet, icmâ ve Şeriat Müslümanlığını bozmak ve tahrif etmek.

İkincisi: Müslümanları mümkün olduğu kadar bölmek, parçalamak, birbirinden kopuk fırka ve hiziplere ayırmak ve bazılarını birbiriyle çarpıştırmak.

Üçüncüsü: Böylece İslam'ı ve Ümmeti bozuk, ahlaksız Müslümanlara yıktırtmak.

İslam dünyasının ve Türkiye'nin bugünkü perişanlığına ve karışıklığına bakarsak, bu üç maddenin hayata geçirilmiş ve hayli yol alınmış olduğunu görürüz.

Gizli ve derin şeytanî güçler ve mihraklar Kur'ana, Nebevî mirasa, icmâ-i ümmete, Şeriata bağlı Ehl-i Sünnet Müslümanlığını yıkmak, onun yerine İslam'ın aslına ve ruhuna uygun olmayan beşerî doktrinler ve uydurmalar getirmek istiyor. Bunlar nelerdir? Liste uzundur, belli başlılarını sayayım:

(1) Sulandırılmış ılımlı/light İslam.

(2) Fıkıhsız ve Şeriatsiz mezhepsiz bir İslam.

(3) Cihadsız bir İslam.

(4) Ümmetsiz bir İslam.

(5) Yüzlerce bağımsız kiliseden oluşan bir İslam Protestanlığı.

(6) Batı medeniyetinin, AB'nin Şeriata aykırı değer, hüküm, ölçü ve normlarını kabul etmiş seküler bir İslam.

(7) BOP İslam'ı.

(8) Global güçlere, ABD'ye, AB'ye, İsrail'e itaat eden uysal ve evcil bir İslam.

(9) Kur'andaki, Sünnetteki, Şeriattaki temel, muhkem, zarurî emir ve yasakları bugün için geçerli saymayan, onlar tarihseldir diyen liberal bir İslam.

(10) Farmason Afganî'yi büyük din önderi ve İslam lideri sayan bir İslam.

(11) Sapık Feminizm ideolojisine uygun olmayan hadîsleri ayıklayan Feminist bir İslam.

(12) İslam'ın Allah katında tek geçerli, makbul ve hak din olduğu inancını rafa kaldırıp, onun yerine günümüzde üç ibrahimî din vardır, üçü de haktır, üçünün de bağlıları Cennete girecektir sapık inancını çıkartan mezhep.

Şeytanî şer güçleri, Kur'ana ve Sünnete dayalı münzel (indirilmiş) ilahî İslam'ı kaldırıp, yerine uydurulmuş evcil, uysal, ılımlı İslam'lar getirmek üzere birtakım münafıkları vazifelendirmiştir.

Bu münafıklar, bırakın ictihad yapmak, fetva verecek ilme bile sahip olmadıkları halde mevrid-i nassa (kesin ayetlere ve mütevâtir hadîslere) aykırı saçma sapan ictihadlar yapmaktadır.

Kimisi imanın temel şartlarından olan kaderi inkâr ediyor.

Kimileri Kitab, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile farziyeti sâbit olan tesettürü...

Bu şeytanlar, güçlü ve sağlam din kültürüne sahip olmayan halkın ve gençliğin bir kısmını yanıltıyor.

İçlerinde fıkıh mezhepleri puttur diyenler bile var.

Şeytanî güçler, Müslümanları yanıltmak, şaşırtmak, birbirine düşürmek, doğru yoldan çıkarıp çıkmaz sokaklara sokmak için Kur'anı âlet ediyor, içlerinde kasıtlı yanlışlar ve bozukluklar olan tercümeler, mealler, tefsirler ile halkı Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesinden çıkartmaya çalışıyor.

Şer kuvvetleri on dört asırlık İslam tarihinde görülmemiş bir bid'at çıkartmışlardır: Resulullah'ı, Kur'anı, Tevhid'i, İslam'ı red, inkar ve tekfir edenler de cennetlikmiş!

Şer güçleri, İslam'ı ve Ümmeti silmek ve kazımak için üçüncü dünya savaşını hazırlamaktadır.

Böyle bir savaşın ateşlerinden ve öldürücü radyasyonlarından korunmak için bazı dolar mülti milyarderleri Avustralya çöllerinde, Patagonya'da araziler satın almışlar ve nemrudî saraylar ve sığınaklar inşa ettirmişlerdir.

Şeytanlar ve Şeytanîler, onlara uyan münafık ve mürailerin bu planları, mekir ve hileleri acaba tutacak mıdır?

Allah'ın da elbette ilahî takdiri vardır.

Hiçbir güç Allah'a, O'nun kaderine karşı çıkamaz.

Allah İslam dinini, Kur'anı korumayı vaad etmiştir.

Kafirlerle, Şeytanla, Deccaliyun ve Kezzabiyun ile, Tâğut güçleri ile işbirliği yapanlar hain ve merduttur.

Onlar ezelde Allah ile yapmış oldukları ahd ü misaka hıyanet etmişlerdir.

Onlar âhir zaman fitne ve fesatlarının yangınları içinde helâk olacaklardır.

2012... 2013... Haber verilen âhir zaman ateşlerinin, savaşlarının, mârekelerinin, melhamelerinin zuhuru yaklaşmıştır.

Herkes safını seçsin.

Allah'a hakkıyla iman edenler, İslam'ı din, Kur'anı imam ve düstur, Resulullah'ı (Salat ve selam olsun ona) Seyyid ve qâid, Şeriat-i Garra-i Ahmediyyeyi nizam olarak kabul edenler ölseler de kalsalar da kurtulanlardan, ebedî saadete nail olanlardan olacaktır.

Ömürleri ölümlerine sahih bir iman ile bitişenleri Allah fazlı, keremi ile Cennete koyacaktır.

Ruhunu, kalemini, vicdanını, dilini Şeytana ve Deccala satanlar çok kötü, çok korkunç, çok berbat bir ticaret yapmışlardır.

Allah'ın ayetlerini ucuza satan münafıklar ne kötü bir ticaret yapmış olduklarını bir bilseler...

Ahir zaman tufanlarından kurtulmak isteyenler Keşti-i Nuh'a (aleyhisselam) binsinler.

Kur'ana, Sünnete, Şeriata, hikmete sarılsınlar.

İhlassızlar, münafıklar, mürâiler, din bezirganları, mukaddesat tâcirleri Nuh'un gemisine alınmaz.

İslam dinini bozmak ve tahrif etmek isteyenler, şeytanî güçlerle işbirliği yapanlar, Allah'ın ayetlerini ucuza satanlar Allah'ın gazabından korksunlar.



Mehmet Şevket EYGİ - 15 Eylül 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 16 Eylül 2011, 11:20:25
Dinî Te'liflerin ve Hizmetlerin Ticarîleşmesi

Bir âlime gidiyorsunuz, "Hocam halk yığınları için çok kolay anlaşılır, çok faydalı, çok özlü bir ilmihal kitabı yazar mısınız?" diyorsunuz. Yazarım derse telif ücreti konuşuluyor, yayıncı ile hoca anlaşabilirse kitap hazırlanıyor, yayınlanıyor.

Kur'an meali, tercümesi, tefsiri böyle.

Hadîs kitabı böyle.

Siyer, ahlak, kelam, usul-i fıkıh, din tarihi böyle.

Çocuklar için dinî, ahlakî, terbiyevî kitapçıklar böyle.

Arapçadan Türkçeye tercümeler böyle.

Dinî, imanî, İslamî, Kur'anî, Nebevî, Şer'î ilimler, bilgiler, aydınlatmalar hep ticarî esaslar üzerinden yazılıyor, yayınlanıyor.

Diyanet bile dört ilahiyatçıya hazırlattığı tartışmalı Kur'an tercümesi için bir defada 300 bin Amerikan doları ödedi...

Amerika'da, Avrupa'da Hıristiyanların büyük vakıfları, dernekleri var, din kitaplarını paraya endeksli olmayan şekilde hazırlatıyor, bastırıyor, dağıtıyorlar.

Yahova Şahitleri dinini duymuşsunuzdur. Dev matbaa tesisleri üç vardiya çalışıyor ve yüzden fazla lisanda, bir tek kitabın yekun tirajı yüz milyonun üzerinde olmak üzere dünya çapında yayın yapıyorlar. Hizmetleri para kazanmaya, zengin olmaya yönelik değil.

İmamı Süyutî, İmamı Gazalî, İmamı Şaranî, İmamı Birgivî, İmamı Rabbanî ve benzeri alimler, fakihler, mürşidler bu devirde yaşamış olsalardı, yazmaları istenen kitaplar, broşürler için telif ücreti isterler miydi?

Teklif edilmesinden bile hoşnut olmazlardı.

Verilse almazlardı.

Biz Müslümanlar teşkilatlanıp, vakıflar ve dernekler kurup dinimizi, gerçeklerimizi, davetimizi niçin muhlisen lillah, hasbeten lillah, garazsız ivazsız halkımıza ve insanlığa duyuramıyoruz?

İslam dinine göre ticaret yapmak, üretmek, din dışı hizmetler vermek yoluyla para kazanmak helaldir.

Dinimiz bazı konuları kutsal (haram) kabul etmiştir ve bunların ticarete, zengin olma hırsına alet edilmesine izin vermemiştir.

Mesela İslam dini karı satışına, fuhşa izin vermez.

Ticaret helal, riba haramdır.

Din de böyledir. Sonradan verilmiş birkaç fetva ve ruhsat dışında din, iman, Kur'an, mukaddesat hizmetleri ticarete, para kazanmaya, zengin olmaya alet edilemez.

Fetva ve ruhsat hangi konularda verilmiştir?

İmamlık, müezzinlik, müftülük, vaizlik, kadılık, müderrislik, din dersi öğretmenliği gibi birkaç hizmet.

Bunun sebebi de, bu hizmetleri yapan kimselerin ve ailelerinin geçimlerini sağlamaktır.

Bu gibi dinî hizmetleri alet ederek, vasıta kılarak zenginleşmeye fetva ve ruhsat verilmemiştir.

İslam dinine göre bir genç para kazanmak, dünya geçimini temin etmek için doktor, mühendis, işletmeci, iletişimci olabilir ama para kazanmak, zengin olmak için din hocası, alim, fakih olamaz.

Ümmetin en zeki, en akıllı, en ahlaklı, en karakterli, en istidatlı, en mürüvvetli, en fütüvvetli, en fedakâr, en kabiliyetli çocukları şu üç mesleğe yönlendirilmelidir:

(1) Din, iman, Kur'an hizmetleri, dâvet ve tebliğ yapmak üzere din ilimlerini ve fıkıh okumak.

(2) Genç nesilleri İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre yetiştirecek öğretmenler, eğitimciler.

(3) Ordu zabitleri ve elemanları.

Bu üç sınıfın en önemlisi ulema ve fukaha sınıfıdır.

İslam dünyası, İslam Ümmeti ulema ve fukahasıyla yükselmiş veya alçalmıştır.

Ulemanın ve fukahanın fakir olanları elbette (geçimlerini temin için) ücret, maaş alabilir ama din ilimleri ve hizmetleri asla ve asla ticarete, zenginleşmeye alet edilemez, vasıta kılınamaz.

Müslümanlar İslam'ı yaymak, halkı bilgilendirmek ve aydınlatmak, dâvet ve tebliğ yapmak için ticarî esasa dayanmayan büyük vakıflar ve dernekler kurmalıdır.

İlmihaller, Kur'an tercüme, meal ve tefsirleri, hadîs kitapları, dine ve imana dâvet yayınları para kazanmak, zenginleşmek için yazılmamalıdır.

Niyet Allah rızası olmalıdır.

İhlas müşareket (ortaklık) kabul etmez.

Hem Allah rızası için, hem de para kazanmak, zengin olmak için niyeti ihlasa mukarin midir?

Öyle bir ulema ve fukaha sınıfı yetiştirilmelidir ki, halkı irşad, bilgilendirme, aydınlatma, uyarma vazife ve hizmetlerini ihlasla, aşkla, şevkle, titizlikle Allah rızası için yapsınlar.

Dinî, İslamî, imanî, Kur'anî, şer'î hizmetlerin ticarileşmesi bu zamanın büyük afet ve felaketlerindendir.

(Ülkemizde sırf Allah rızası için kitap yazan, hizmet eden müstesna alimlere, fakihlere, mürşitlere, ziyalı Müslümanlara, muhlis mü'minlere, derneklere, vakıflara minnet ve teşekkürlerimi arz eder, ellerinden öperim.)



Mehmet Şevket EYGİ - 16 Eylül 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 16 Eylül 2011, 11:20:58
Kapitalist Liberal Müslümanlar

Onlar hâlâ hâlis Müslüman mıdır?.. Hâlis sıfatını onlara yakıştırmak doğru olmaz. Onlar elbette hâlâ sosyolojik Müslümandır. Çoğu namaz da kılar, Ramazanda oruç tutar, hacca gider. Bilhassa turistik ve lüks umre seyahatlerine bayılırlar. Lüks otellerin üst katlarından Kâbe'ye öyle bir kuşbakışları vardır ki görmelisiniz.

Onlar Kapitalist, Liberal, Global, BOP Müslümanlardır.

Mâlum, paranın dini imanı olmaz ama onlar yine de Müslümandır.

Onlar süslü, şahane, lüks meskenlerin Müslümanıdır.

Onlar saray yavrusu lüks yazlıkların Müslümanıdır.

Onlar pahalı markaların, etiketlerin Müslümanıdır.

Onlar çok lüks, çok pahalı, çok gösterişli, gurur ve kibir verici otomobillerin Müslümanıdır.

Onlar beş yıldızlı otellerde verilen lüks ve pahalı ziyafetlerin Müslümanıdır.

Onların çoğu eskiden radikal Müslümandı, şimdi radikallik sıfatını terk ile global ve liberal olmuşlardır.

Nicesi eskiden mücahitti, şimdi müteahhit olmuşlardır.

Bu yeni Kapitalist Müslümanlar devlet bütçesini, belediye bütçelerini, para havuzlarını çok mu çok severler.

Damarlarını kesseniz altın suyuyla karışık ışıl ışıl kan akar.

Onlar ne candan vaz geçerler, ne canandan.

Ne dinden imandan vaz geçerler, ne paradan servetten.

Onların lüks otomobillerini lüks plazaların, lüks otellerin, lüks tesislerin önünde, lüks sitelerin içinde görebilirsiniz ama sabahları seher vakitlerinde camilerin önünde göremezsiniz.

Bazen rüzgâr kravatlarını ters çevirir, lüks markalar görünür.

Cep telefonları, plazma televizyonları, bilgisayarları, kol saatleri en lüksündendir. Bazısının lüks kalemleri de vardır ama yazmadan çok gösterişe ve teşhire yöneliktir.

Onlar rant ve nema Müslümanıdır.

Riba faiz demezler para kazanır ve biriktirirler.

Haram kazançlar konusunda ellerinde kapı gibi fetvalar ve ruhsatlar vardır. Fetvaların altındaki imza mı? Şeytana aittir.

Kısa zamanda elde ettikleri efsanevî servetleri keramet bilirler. İstidrac olabileceğini düşünmezler.

Onlar anlı şanlı Kapitalist, Liberal, Global, BOP Müslümanlarıdır.

Vakt-i merhunu gelinceye kadar oyalanıp dururlar.

Sonra ansızın...

Ansızın...

Ansızın...



Mehmet Şevket EYGİ - 16 Eylül 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 17 Eylül 2011, 14:21:25
Cumhur-i Ulema Yolu

İslam dininde konular ve hükümler muttefakun aleyh ve muhtelefün fih diye iki kısma ayrılır: Muttefakun aleyh, üzerinde  ittifak edilmiş demektir.

Muhtelefün fih,  ihtilaf edilen, çeşitli görüşler ve yorumlar olan, tartışılan konulardır.

Birinci  kural:
Zaruriyat-ı diniye denilen bütün ana, esas, temel konularda Selef-i Sâlihînin, Ehl-i Sünnet ulema ve fukahasının ittifakı,  oybirliği vardır.

Günde beş vakit namaz kılmanın farz olduğu, Ramazan ayında oruç tutmanın farz olduğu,  nisaba mâlik olanların zekat vermesinin farz olduğu, ömründe bir kere hacca gitmenin farz olduğu...

Hür kadınların  tesettüre girmesinin farz olduğu.

Eimme-i müctehidîn, ulema, fukaha bu konularda ihtilaf etmemiştir. Tam bir ittifak vardır.

İmanın temel şartlarında da ittifak vardır.

Allah'a, meleklere, ilahî Kitaplara, Peygamberlere, âhiret gününe  (Öldükten sonra tekrar diriltileceğimize, Hesaba kitaba, Cennet ve Cehenneme) ve Kader'e iman  böyledir.

Zaruriyat-ı diniyede,  Kur'anın muhkem ayetlerinde belirtilmiş olan emir yasaklarda ihtilaf yoktur.

İhtilaf  (esasta değil) füruatta, ayrıntılarda  olmuştur.

Vücuttan kan çıkması/akması abdesti bozar mı?

Namaz kılarken Fatiha'dan sonra okunan  surenin başında besmele okunur mu?

Sabah namazı ilk fecir de mi kılınır, yoksa güneşin doğmasına  yarım saat kalaya tehir edilir mi?

Vitir namazı vacib midir, Sünnet midir?

Bu gibi ayrıntıya ait konularda  görüş ve yorum çeşitliliği, bazı farklılıklar olmuştur ki,  bunların hiçbiri  esasa ait değildir.

Bütün Ashab-ı Kiram, bütün Tâbiîn, bütün Tebe-i Tâbiîn, bütün Eimme-i müctehidîn, bütün râsih, rabbanî, 'âmil ulema ve fukaha  zaruriyat-ı diniyede ittifak halindedir.

İşte bu kafileye, bu  büyük topluluğa  cumhur-i ulema denilir.


Ehl-i sünnet Müslümanlarının ana, temel, esas, zarurî dinî konu ve hükümlerde cumhur-i ulemaya tâbi olması gerekir.


Zamanımızda bazı ilahiyatçılar, amatör din  bilginleri  cumhur-i ulema yolundan çıkmışlar, bid'at fırkaları mensupları; heva, heves, re'y ve kafalarına göre  dinde yeni hükümler icat etmişlerdir. Onların bu yeni hükümleri cumhur-i ulemanın görüşlerine aykırıdır. Binaenaleyh Müslümanlar böyle bid'at, fantezi, yeni, uyduruk, re'y ve hevaya dayanan  hükümleri reddetmelidir.

Birkaç örnek vereyim:

(1)
İslam'da teravih (Ramazanda kılınan gece namazı) yoktur hezeyanı.

(2)
Teravih namazını Hz. Peygamber (Salat ve selam olsun ona) yasaklamıştır hezeyanı.

(3) İslam'da kader inancı yoktur  bâtıl iddiası.

(4) Hayızlı (aybaşılı) hanımlar namaz kılar, oruç tutar, tavaf edebilirler   fetvası.

(5)
İslam'da tesettür yoktur.

(6) Kur'anın bazı kesin emir ve yasakları tarihseldir, bu zamanda geçerli değildir.

(7) Haccederken şeytan taşlamak yoktur.

(8) Kur'an İslam'ın tek kaynağıdır. Sünnet kaynak değildir.

(9) Beş vakit namaz üç vakitte kılınabilir.

Bu inançlar ve görüşler bozuktur ve cumhur-i ulemanın  görüşüne, yoluna aykırıdır.

İslam'da kader yoktur demek küfre yol açar.

Çok ince, çok derin, teferruata ait bazı konular eimme arasında medar-ı münakaşa olmuştur.

Mesela:


İmamı Eş'arî ile İmamı Mâturidî hazretleri (Allah ikisinden de razı olsun) itikada ait ana meselelerde ittifak halinde olmakla birlikte bazı ayrıntılarda görüş çeşitliliğine sahiptir.  İki itikad imamızını  bu ihtilaflı  görüşleri  "Nazmü'l-Feraid ve Cem'ü'l-Fevaid" adlı kitapta  (Abdurrahim  Şeyhzâde)  tahlil edilmiştir.

Bu ihtilaflar, bu çeşitlilik kesinlikle esasa, temele, usule  ait değildir ve iki taraf bu çeşitlilikten dolayı birbirini  sapıklıkla suçlamaz. İkisi de haktır, ikisi de esasta/temelde bir ve beraberdir.


İhtilaflı  konulardan biri  de şudur: Kadından peygamber gelmiş midir, gelmemiş midir?

Bir başka ihtilaf:
Kendilerine Peygamber gönderilmeyen kavimler sorumlu mudur değil midir?

Bugün Ehl-i Sünnet aleminde  tatbik edilen dört mezhebin imamları ana, temel, esas, zarurî konularda ihtilaf etmemişler, uygulamaya, teferruata ait konularda (rahmanî bir kolaylık ve zenginlik olan)   farklı ictihadlar yapmışlardır.

Dört mezheb teferruata ait bir konuda ittifak etmişse, o konuda  da aykırı bir görüş ileri sürülemez. Maalesef zamanımızın bazı naylon müctehidleri, reformcu ve değişimci ilahiyatçıları  müttefakun aleyh olan konularda  saçma sapan, soytarıca yeni görüşler çıkarma densizliğini  irtikâb ediyor.

İmamı Gazalî'nin musiki hakkındaki görüşleri, İmamı Rabbanî'nin,  kendilerine Peygamber gönderilmemiş kavimlerin sorumluluğuyla ilgili görüşleri, Muhyiddin Arabî'nin vahdet-i vücud (Panteizm değil!) görüşü, Şeyhüilislam Mustafa Sabri ile Zahid el-Kevserî'nin birtakım ince meselelerde âlimâne tartışmaları onların büyüklüklerine halel getirmez.

Her hal ü kârda bütün Ehl-i Sünnet Müslümanları  zaruriyat-ı diniyede, İslamın ve imanın şartlarında; dinin temel, esas, ana hükümlerinde, muttefakun aleyh meselelerde  cumhur-i ulema dairesi içinde bulunmalıdır.


Bid'at fırkalarının,

Reformcuların,

Dinde yenilik ve değişim isteyenlerin,

Tatiliye ve tarihsellik mezhebine bağlı Fazlurrahmancıların,

Ilımlı/light İslamcıların,

Şeriatsız ve fıkıhsız yeni bir İslam türetmek isteyenlerin,

Kemalist ilahiyatçıların,

İslam Protestanlığı taraftarlarının,

Mezhepsizlerin,

Telfik-i mezahib taraftarlarının,

Bugün İslamın yanında iki hak ibrahimî din daha vardır, onların bağlıları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diyenlerin,

Ümmet-i Muhammed'i  sekülerleştirmek  isteyenlerin,

Peygamber Efendimizin hadîslerini AB norm ve standartlarına ve Feminizm ideolojisi ilkelerine göre ayıklamak isteyenlerin,

ABD'nin,  İsrail'in, Vatican'ın, AB'nin  istekleri doğrultusunda  evcil ve uysal bir İslam türetmek isteyenlerin,

Modern İbn Sebe'lerin,

Buharî'de mevzu hadîs vardır diyenlerin,

BOP İslamlığı taraftarlarının ve benzerlerinin...

Sapık, bozuk, yanlış, çarpık, yamuk; kimisi küfre götüren  görüşlerinden, inançlarından,  iddialarından, bid'atlerinden uzak durmalı, bunlardan şeytandan kaçar gibi kaçmalıdır.

Bin küsur yıldan beri gelip geçmiş  yüz binlerce eimme, ulema, fukaha, müfessir, muhaddis  yanılmış da şu nev-zuhurlar doğruyu bulmuş!.. Lütfen  sakın onlara inanmayınız, kanmayınız, dininiz elden gider.

Cumhur-i ulemanın geniş ana caddesinden yürüyelim.

Sevad-ı Azam dairesinin dışına çıkmayalım.

Allahın yardımı, nusreti,  rahmeti  büyük cemaat, büyük karaltı  üzerinedir.

Sürüden ayrılanı kurt kapar.




Mehmet Şevket EYGİ - 17 Eylül 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 18 Eylül 2011, 16:38:50
Müslüman Halkı Bilgilendirme, Uyarma, Aydınlatma Hizmetleri

Onbeş ciltlik mufassal bir Kur'an tefsiri yazdırmak, tasnif ve telif etmek istenilse, bunu yazacak (hem de Ehl-i Sünnete göre yazacak) ehliyetli ve icazetli bir heyet bulunabilir.

Otuz ciltlik bir hadîs külliyatı yazmak için de ehliyetli bir heyet oluşturulabilir.

Yirmi ciltlik muzzam bir fıkıh külliyatı.

On ciltlik bir siyer.

Sekiz ciltlik bir İslam ahlakı...

Evet bütün bunlar için ehliyetli heyetler kurulabilir ve böyle kitaplar yazdırılıp yayınlanabilir.

Siz sadece paradan haber verin.

Merhum Ergun Göze dostumuz bir mülkünü satmış, bununla kağıt, dizgi, baskı, cilt masraflarını karşılayarak muteber ve güvenilir Ebussuud Efendi Tefsirini Arapçadan Türkçeye çevirtip yayınlamıştı. Cenab-ı Hak onu mükafatlandırsın.

Müslüman kesimin yayıncıları, böyle büyük külliyatlar hazırlatabilir, yayınlanabilir ama maalesef şu hizmetler yapılamaz:

Müslüman halkı ve bilhassa gençliği bilgilendirmek, uyarmak, aydınlatmak, ıslah etmek için:

Ehl-i Sünnete uygun milyonlarca ilmihal, akaid, ahlak, mürüvvet, fütüvvet, istikamet (dosdoğru olmak), Ümmet şuuru, iman kardeşliği, beş vakit namazın dosdoğru kılınması, cemaatin önemi, iyi insan iyi Müslüman iyi vatandaş olma rehberi, Müslümanca (Osmanlıca) okuma yazma kılavuzu, İslam'da birlik ve beraberlik, Ümmet'in başına bir İmam/Halife seçme ve ona biat ve itaat etme, cihad fi sebilillah, şer'î (şeytanî değil) tesettür, Tevhidî eğitim yapan İslam mektepleri ve medreseleri, bedevî kültür ve zihniyetten medenî kültüre geçiş, Cuma ezanı okununca ticareti bırakıp, dükkanları ve işyerlerini kapatıp camiye gitmek (on dokuz başlık zikr ettim...) gibi konularda son derece etkili broşürleri milyonlarca adet yayınlamak veya bedava, yahut maliyet fiyatından halkı dağıtmak.

Müslümanların paraları var, memlekette hürriyet var, imkan var, fırsat var, milyarlarca dolarla oynayan cemaatler, dernekler, vakıflar var; peki Müslümanlar niçin bir teşkilat kurup böyle çok faydalı, çok lüzumlu, çok zarurî yayınları yapamıyor?

Ticarî esas üzerine otuz citt tefsir hazırlatıp bastıran zengin, imkanlı, güçlü Müslümanlar niçin otuz kırk sayfalık broşürler bastırıp kâr gayesi gütmeksizin halka sunamıyor?

Böyle hizmetleri bir tek tarikat, cemaat, hizip, dernek veya vakıf yapmaz. Bu hayırlı konuda büktün grupların birleşmesi gerekir.

Niçin birleşmiyorlar?

Niçin halkı bilgilendirmiyor, aydınlatmıyor, uyarmıyorlar?

Bir cemaat Kongo'da, bir tarikat Kafkasya'da, bir hizip Avrupa'da kolej veya Kur'an kursu açmış. Ne güzel, tebrik ederiz. Lakin Türkiye'de de öncelikle bazı hizmetlerin yapılması gerekmez mi?

Biz Müslümanlar önce kendi kapımızın önünü süpürmekle vazifeli değil miyiz?

Türkiye Müslümanlarının hali mükemmel midir, onların bilgilendirilmeye, uyarılmaya, aydınlatılmaya, ıslah edilmeye ihtiyaçları yok mudur?

Doğrusu, yukarıda bir nebze bahs ettiğim hizmetlerin, bilgilendirme aydınlatma, uyarma, ıslah çalışmalarının ve yayınlarının yapılmamasından dolayı çok üzüntülüyüm.

Bazı mutaassıplar üzülmeme bile izin vermek istemiyor, karamsarlık etme, bizi öv, bizi alkışla, biz çok hayırlıyız, bizde eksik yoktur diyorlar.

Üzülmemek elimden gelmiyor.

Onları övmeye gelince: Onlar zengin, parayla adam tutsunlar kendilerini övdürsünler.



Mehmet Şevket EYGİ - 18 Eylül 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 18 Eylül 2011, 16:48:51
19 Gerçek

1'inci gerçek: İlahî adaletten kimse kaçamaz. İlahî adalet ihmal etmez imhal eder (mühlet verir). İlahî adaleti hiçbir güç durduramaz.

2'nci gerçek:
Toplumlar ne haldeyseler öyle idare olunurlar. Kötü bir toplumun idarecileri iyi olmaz.

3'üncü gerçek:
Allah bir zalimi, başına başka bir zalimi musallat ederek cezalandırır ve terbiye eder.

4'üncü gerçek:
Bir toplumun azarsa ve bu azgınlığı dolayısıyla başına bela, azap ve musibet gelirse, genel gelir, kurunun yanında yaş da yanar.

5'inci gerçek:
Namazı terk eden, emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını yapmayan, büyük günahları açık bir şekilde küstahça işleyen; lüks, israf ve sefahate batan, fuhşiyyatın her çeşidini sergileyen bir İslam toplumu iflah olmaz.

6'ncı gerçek:
Müslüman bir ülkenin bilenleri, bildikleri ile amel etmezlerse orada genel bir bozulma başlar.

7'nci gerçek:
Parayı, malı, zenginliği, lüks hayatı ana değer olarak kabul eden bir İslam toplumu ağır şekilde hastalanır ve dengesini kaybeder.

8'inci gerçek:
İhlasla, sadece Allah rızası için, içine hiçbir nifak ve riya karıştırılmaksızın yapılmayan ibadetler kabul edilmez.

9'uncu gerçek:
Başında ehil ve layık bir İmam-ı Kebir, bir Emîrü'l-mü'minîn bulunmayan bir Müslüman toplum; karanlık gecede fırtınaya ve yağmura yakalanmış, kurtların hücumuna uğramış çobansız kalmış perişan bir koyun sürüsü gibidir.

10'uncu gerçek:
Zekatı Kur'ana, Sünnete, şeriata, fıkha göre vermeyen ve sarf etmeyen Müslüman bir toplum sille yer.

11'inci gerçek: Müslüman bir toplumda alimler, doğrular, sâlihler, muttaqiler, muhlisler, namuslular; cahillerden, şakilerden, fasıklardan, münafıklardan, mürailerden, riyâkârlardan ve namussuzlardan daha cesur olmazsa orada işler kötüye gider.

12'inci gerçek:
Allah mü'minler topluluğuna Ümmet ismini koymuştur. Müslüman bir toplum, Ümmet bilincini ve birliğini yitirir, birbirinden kopuk bir sürü fırkaya ve hizbe ayrılır, bunların bir kısmı birbiriyle çatışırsa o toplumun hali ve sonu iyi olmaz.

13'üncü gerçek:
Cihad fi sebilillah'ı (Allah yolunda cihad etmeyi) terk eden bir İslam toplumu esir, zelil ve sefil olmaya mahkumdur.

14'üncü gerçek:
Şöhret âfettir. Şöhret sahibi olmak için yanıp tutuşanlar makbul ve memduh kimseler değildir.

15'inci gerçek: Müslüman bir ülkenin, halkın, şehrin, mahallenin durumunu anlamak için, sabah ezanı okunduktan sonra camilerdeki cemaate bakılmalıdır.

16'ncı gerçek:
Müslümanlarla meskun bir şehrin iyi veya kötü olduğunu anlamak için kadınlarına bakmak da yeterlidir.

17'nci gerçek:
Bir Müslüman ülkede can, mal, ırz, din, neseb güvenliği yoksa orada Müslümanlık ism ve resmden ibarettir.

18'inci gerçek:
İyi ve olgun bir Müslüman toplumda insanlar birbirinin kurdu değil, meleğidir.

19'uncu gerçek:
Başkasının anasına, karısına, kızına şehvetle ve kötü niyetle bakanlar kendi analarına, karılarına, bacılarına şehvetle bakmış gibi olurlar.



Mehmet Şevket EYGİ - 18 Eylül 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 19 Eylül 2011, 11:18:53
İstanbul Papağanları

Beş sene olmuştu, çok soğuk bir kış günüydü, lapa lapa kar yağıyordu. Pencereden balkonuma bakıyordum. Bendeniz her kar yağışında Cenab Şehabettin'in kar şiirini hatırlar, hatırımda kalan bazı mısralarını mırıldanırım.

"Bir beyaz lerze,

Bir dumanlı uçuş,

Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar,

Geçen eyyam-ı nev-baharı arar..."

O kar tipisi içinde beni çok şaşırtan bir hadise olmuştu. Balkondaki demirlere yemyeşil, uzun kuyruklu, kıvrık gagalı bir papağan konmuştu. Sıcak iklimlerin bu kuşunun, bu şiddetli kışta İstanbul'da ne işi vardı?

Sonra öğrendim ki, yirmi otuz yıldan beri şehrimizde ve yurdumuzun başka yerlerinde birkaç papağan türü yaşıyormuş, yuva kurup kuluçkaya yatıyor, yavru çıkartıyormuş.

Ne güzel, ne harika bir yenilik. Şehri, eskiden içimizde olmayan yeni canlılarla paylaşmak.

Oturduğum apartmanın bahçesinde kocaman bir fıstık çamı, yine büyük bir çitlembik, hayli gelişmiş bir kartopu ağacı ve kısa zamanda büyüyüp binanın boyunu aşan aylandoz ağaçları var.

Çevremde kumrular yaşıyor. Bu sene banyoma giren iki kumru çifti yavru çıkarttılar. Kirletiyorlar ama onların evimde yuva kurmalarından çok mutlu ve memnunum.

Kargalar var, sayıları onlar kadar olmasa da saksağanlar... Her taraf serçe dolu. Kışın pencere kenarına suda ıslatılmış bayat ekmekleri koyduğumda bazen martılar da geliyor.

Bahçemizde sansar da yaşıyor.

İstanbul papağanlarının fotoğraflarına internetten baktım.

İstanbul ve papağanlar... Ne güzel bir yenilik.

Topkapı sarayının bahçesindeki ulu çınar ağaçlarının kovuklarına papağanlar yuva yapıyormuş. Barınamasınlar diye kovukları betonla doldurmuşlar. Çok üzüldüm. Onlar kargalar gibi/kadar zararlı değil ki.

Halkımızın bir kısmı canlıları, bitkileri, yeşilliği seviyor ve koruyor. Bir kısım Vandallar da onlara düşman. Bu ikinci sınıfın şerrinden Allah bu ülkeyi korusun.

Yamyam yapılaşma dolayısıyla şehirdeki parkların, yeşil alanların sayısı çok azaldı.

Alman şehirleri, bizim tersimize korular, parklar, yeşil alanlar, sun'î göller ile şenlenir. Hannover'in içindeki bir koruluğa gitmiştim. Kuşlar neredeyse insanların elinden yiyecek alıyordu. Hayvancağızlar insanların hain olmadığını biliyordu. Bir ağaçtan bir sincap inmiş, yere atılan fıstıkları el gibi kullandığı ön ayaklarına almış yiyordu.

İstanbul papağanlarını koruyalım. Birtakım alçakların onları avlayıp satmalarını önleyelim. Yuva yaptıkları ağaç kovuklarını tıkamayalım, kışın az da olsa onlara yiyecek verelim.

Elimden gelse İstanbul ikliminde yaşayabilecek nice canlı ve bitki türünden örnekler getirir Gülhane parkı, Yıldız Sarayı bahçesi gibi yerlere bırakırım.

İstanbul'un ahşap evlerinin bahçelerinde eskiden küçük çiçekli tırmanan güller yetişirdi. Köhne, biraz yana yatmış yaşlı bir ev o çiçeklerle ne kadar güzel görünürdü. Sanırım sur içinde bir tek böyle gül kalmadı. Çok şükür mor salkımların kökü henüz kurumadı.

Yeşilliksiz, kuşsuz, ağaçsız, çiçeksiz hayat sürenlere çok acıyorum.

Eskiden Boğaziçi'nde fok bile yaşarmış...



Mehmet Şevket EYGİ - 19 Eylül 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 19 Eylül 2011, 11:23:17
26 Maddede Ehli Sünnet Müslümanlığı

1. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur'an Müslümanlığıdır.

2. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur'anın doğru yorumu Müslümanlığıdır.

3. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur'anı Sünnetin ışığında yorumlama ve hayata uygulama Müslümanlığıdır.

4. Ehl-i Sünnet icmâ-i ümmet Müslümanlığıdır.

5. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı esasta, temellerde, usûlde, doğru yorumda cadde-i kübradır.

6. Sevad-ı Âzamdır. Kur'ana ve Resulullaha (Salat ve selam olsun ona) inanan Müslümanların büyük topluluğudur.

7. Cumhur-i ulema yoludur.

8. Tevhid ve tenzih yoludur.

9.
Allah'ı kemal sıfatlarla sıfatlı bilmek ve noksan sıfatlardan tenzih etmektir.

10.
Ehl-i Sünnet Müslümanlığı, ayrıntılarda olumlu ve rahmanî çeşitlilik zenginliği içinde temellerde ve esasta sarsılmaz bir birlik oluşturur.

11. Ehl-i Sünnet ulema, fukaha ve meşâyihi, ucu Resullerin Seyyidine (Salat ve selam olsun ona) ulaşan nuranî bir silsile ile icazetlidir.

12. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Selef-i Sâlihîn yolundadır.

13. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur'an, Peygamber ve Selef ahlakını esas alır.

14. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Ashab-ı kiram radiyAllahü anhüm ecmaîn Efendilerimizi din konusunda âdil kabul eder ve onlara saygı gösterir.

15.
Ehl-i Sünnet Müslümanlığı bundan 1400 yıl önce zuhur etmiş üzücü fitne ve fesatları Allah'ın yüce adaletine, Mahkeme-i rûz-ı cezaya havale eder, bu fitnelerin dedikodusunu, taraftarlığını, militanlığını, holiganlığını yapmaz.

16. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Ehl-i Beyt-i Mustafa'yı sever, benimser, Hz. Ali, Hasaneyn-i muhteremeyn, Hz. Fâtima annemizi baş tacı eder.

17.
Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Hz. Hasan efendimizin fitneyi önleyici uzlaştırıcı ahlakını benimser.

18. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur'an-ı Azimüşşanın câhiller, bid'atçiler, kötü niyetliler ve din sömürücüleri tarafından re'y ve heva ile tefsirini kabul etmez.

19. Ehl-i Sünnet Müslümanlığının temeli nass ve nakildir.

20. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur'anî ve Nebevî rehberlik ve nur olmaksızın aklın tek başına doğru yolu bulamayacağını kabul eder.

21.
Ehl-i Sünnet Müslümanlığında sahih ve makbul bir imandan sonra ikinci önemli vazife beş vakit namazı dosdoğru kılmaktır.

22. Ehl-i Sünnet Müslümanlığında ihlas, takva ve adalet esastır.

23.
Ehl-i Sünnet Müslümanlığı, mü'minlerin kafirleri dost ve veli edinmelerine, onları körü körüne taklit etmelerine izin ve ruhsat vermez.

24. Ehl-i sünnet Müslümanlığında taqiyye yaparak Müslümanları aldatmak ve kandırmak yoktur.

25.
Ehl-i Sünnet Müslümanlığında, Peygamberler dışında ismet sıfatıyla sıfatlı mâsum şahsiyetler yoktur.

26. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı halka can, mal, ırz, neseb, din ve inanç güvenliği sağlar.



Mehmet Şevket EYGİ - 19 Eylül 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 20 Eylül 2011, 11:13:54
Bunca Kitap İçinde Korkunç Cehalet

TÜRKİYE'DE son elli yılda 200'e yakın Kur'an tercümesi, meali, tefsiri yayınlanmış...

Dinî kitaplar sektörü bir endüstri haline geldi.

İrili ufaklı beş yüz kadar (belki de daha fazla) İslamî-dinî yayınevi var.

Her yıl on milyonlarca dinî kitap, kitapçık, risale yayınlanıyor.

Çeşit çeşit ilmihaller peynir etmek gibi satılıyor.

Mushaf ticareti ayrı bir branş.

Yayınlanan kitapların bir kısmı (yüzde kaçı?) bozuk ama yüzde 99'unda İslam'ın emirleri ve yasakları yazılı.

Milyonlarca kitap satın alınıyor.

Satın alanların bir kısmı bunları okumuyor.

Okuyanların bir kısmı okuduğunun manasını iyice anlamıyor.

Manasını anlayanların bir kısmı öğrendikleri bilgileri hayatlarına uygulamıyor.

Bunca kitaba rağmen...

Sabah namazlarında İstanbul camilerine gidiniz ve fecaati bizzat görünüz.

Camiler (Eyüp Sultan camii gibi birkaç nâdir istisnâ dışında) hemen hemen boş.

Tefsir kitaplarını, hadîs külliyatlarını, ilmihalleri, fıkıh kitaplarını satın almış Müslümanlar sabahleyin camiye gelmiyor.

İhyau Ulumiddin'in çeşitli tercümeleri şimdiye kadar (korsan baskıları dahil) birkaç milyon adet tiraj yapmıştır.

Evet camilerde tefsir, hadis, fıkıh, İhyâ okuyan Müslümanları göremiyorsunuz.

Demek ki, bu kitaplar hakkıyla gerçekten okunmuyor.

Gözle okunsa bile içlerindeki bilgiler, emirler, yasaklar, öğütler kalplere inmiyor.

Tefsir, hadîs, fıkıh, ahlak okuyan bir kimsenin sabah namazında camiye gelmemesi mümkün müdür?

Bırakın camiye gelmek, halkımızın yüzde doksanı artık beş vakit namaz kılmıyor.

Cuma namazlarında halk bilgilendirilmiyor, aydınlatılmıyor, uyarılmıyor.

Hutbeleri görüyorsunuz, Din İman Şeriat elden gitmiş, minberlerden Kur'an kursunun damının tamiratı için para isteniyor.

On milyonlarca Müslüman medya dedikoduları ile kendinden geçmiş.

En faydalı bir yazıyı okuyan pek yok. İki kodaman yazar şiddetli bir polemik yaparlarsa milyonlar okur.

Yetmiş iki milyonluk Türkiye'de sahih itikad, beş vakit namaz, cemaat konusunda yoğun, genel ve etkili propaganda yapılmıyor.

Her yıl Müslümanlardan milyarlarca dolar yardım ve hizmet parası toplayanların öncelikle itikadın sıhhati ve beş vakit namazın dosdoğru kılınması konusunda halkı uyarmaları, bilgilendirmeleri, aydınlatmaları gerekmez mi?

Müslümanların başında ehil bir İmam-ı Kebir bulunmazsa işte böyle olur.

Ticarî gayelerle milyonlarca Mushaf, Kur'an meal ve tefsiri, hadîs külliyatı, dinî kitap basılır ve fazla faydası olmaz.

Din kitapları ihlasla hazırlanmaz ve yayınlanmazsa tesirleri ya hiç olmaz, yahut pek az olur.

Türkiye Müslümanların beş vakit namaz konusundaki notu, 10 üzerinden 1'dir.

Erkeklerin farz namazları cemaatle kılması dersindeki notu 1 bile değildir, 10 Üzerinden 0,1'dir.

Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bu ülkede ahlak çok bozulmuştur.

Tesettürün bile bu ülkede cılkı çıkartılmıştır.

17 Ağustos büyük zelzelesinde bir kısım yağmacılar felaket bölgesine akın etmiştir.

İstanbul Ayamamaderesi sel baskınında suların sürüklediği mallar, koliler yağma edilmiştir.

Müslüman bir toplumun müstaqim/doğru olması gerekmez mi?

Dinî bir kurumumuzda bile yolsuzluk yapılmış, müfettişlerin raporlarını gördüm.

Cayır cayır Kur'an tercümesi, meali, hadîs kitabı, ilmihal satılıyor ama Müslümanlar paramparça olmuşlar.

Bu tefsirler, bu hadîs külliyatları, bu ilmihal ve ahlak kitapları Müslümanların bir tek Ümmet olması gerektiğini yazıyorlar ama zikr ettiğim kitapları satın alanlar onları ya okumamışlar, yahut okumuş olsalar bile anlamamışlar.

Yahu on milyonlarca din kitabındaki bunca bilgi ağaçlara, taşlara, odunlara söylenmiş olsalardı onlar bile secde ederdi.

Yolcu sarhoş hancı sarhoş...

Kur'an tercümesi, meali, tefsiri, hadîs kitabı, tek kelimeyle din kitabı nasıl yazılır?

İlimle ve ihlasla yazılır.

Mushaflar, tefsirler, mealler ve tercümeler, hadîs külliyatları, fıkıh ve ilmihal kitapları, ahlak ve tasavvuf kitapları para kazanmak, zengin olmak için yazılırsa ve yayınlanırsa işte manzara ortada, etkili olmuyorlar.

(Yazımdan sahih itikatlı ve namazı dosdoğru kılan salih ve muhlis Müslümanlar gocunmasınlar. Onların ellerinden öperim. Memlekette her şey yolundadır diyen varsa, kendileriyle görüşelim, bir program yapalım. Bir ay boyunca İstanbul camilerine sabah namazına gidelim...)



Mehmet Şevket EYGİ - 20 Eylül 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 20 Eylül 2011, 11:15:02
Müslümanların Dikkatlerine

LÜTFEN aşağıdaki başlıkları her gün bir kere tekrarlamanızı istirham ediyorum. Hafta tatili yapmadan senede 365 gün, dört senede bir 366 gün.

1. Ehl-i sünnet Müslümanlığı tehlikededir. İndirilmiş (münzel) Ehl-i Sünnet İslamlığının yerine (AB'nin, ABD'nin, İsrail'in, Siyonizmin, Haçlıların istediği) evcil, ılımlı, light ve uysal uydurulmuş bir İslam getirilmek istenmektedir.

2. Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu 10 üzerinden 4'tür, yani ahlak ve temizlik bakımından sınıfta kalmıştır.

3. Memleketin bütünlüğü tehlikededir. Vatan elden gitmektedir.

4. Güneydoğu'da bazı vilayetlerde ve şehirlerde devlet gündüz vardır, gece yoktur. Kurtarılmış bölgeler oluşturulmuştur.

5. Türkiye'nin bazı halkları arasında millî/toplumsal barış ve mutabakat bağları zayıflatılmış ve kopartılmıştır.

6. Alaçatı'da cami yapılmış eski bir kilisede papazlara Teslis âyini yaptırılmıştır.

7. Halkı ve gençliği aşırı derecede tahrik eden, ahlakı berhava eden müstehcen yayınlar almış yürümüştür.

8. Uyuşturucu 10 yaşındaki okul çocuklarına kadar inmiştir.

9. Fuhuş genelleşmiştir. Devlet, kadın haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelere imza koymuş olmasına rağmen TC başlıklı resmî vesikalarla fuhşa resmî izin vermekte, bu fuhuştan KDV ve gelir vergisi almakta, bu parayı bütçesine koymakta, yasal genelevlerin kapısında fuhşun güvenliğini sağlamak için polis bekletmektedir. Kadın hakları savunucuları bu rezalete ses çıkartmamaktadır.

10. Haram yeme yaygın hale gelmiştir.

11. Faiz ve riba yaygın hale gelmiştir.

12. Halkın yüzde 90'ı beş vakit namazı terk etmiştir.

13. Mal şehveti, para şehveti, lüks ve israf şehveti, gösteriş şehveti, cinsel şehvet, benlik şehveti korkunç boyutlara ulaşmış ve yaygın hale gelmiştir.

14. Türkiye'de 1,5 milyon Kripto Yahudi yaşamaktadır.

15. Türkiye'de 1,5 milyon Kripto Hıristiyan yaşamaktadır.

16. PKK hareketinin arkasında İsrail ve Ermenistan vardır.

17. PKK terörünün gölgesinde ve toz dumanı içinde yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ve silah ticareti yapılmıştır.

18. Para, madde, lüks hayat ana değer haline gelmiştir.

19. Atalarının Türkçe mezar taşlarını okumaktan aciz mürekkep cahil nesiller yetiştirilmiştir.

20. Gayr-i millî eğitim sistemi iflas etmiştir.

21. Büyük medya halk yığınlarının beyinlerini yıkayarak onların bir kısmını zombi haline getirmiştir.

22. Gelir dağılımında korkunç bir adaletsizlik vardır. Zengin kesim daha zengin olurken, fakir kesim daha fakir olmaktadır.

23. Halkın yarısı birbiriyle nizalıdır. Mahkemeler dosyalara bakamaz hale gelmiştir. Hapishaneler tıklım tıklım doludur.

24. Trafik kazaları anormal halde çoğalmıştır.

25. Bazı üniversitelerin ilmî dergileri yirmi yıldan beni yayınlanmamaktadır.

26. Mısır bile İskenderiye'de dünya çapında 8 milyon kitaplık ve belgelik büyük bir kütüphane kurmuşken İstanbul'da büyük bir kütüphane yoktur.

27. Liselerde doğru dürüst yazılı Türk lisan ve edebiyatı, mantık, tarih, sanat kültürü okutulmamaktadır.

28. Toplumda dağılma, çürüme, dejenere olma, çöküş emare ve alametleri görülmektedir.

29. Futbol tutkusu din haline gelmiştir.

30. Sabah namazlarında camiler hemen hemen boştur.

31. Türkiye'de her gün 4,5 milyon ekmek çöpe atılarak korkunç ve dehşetli bir küfran-ı nimet ve israf sergilenmektedir.

32. Mürüvvet, fütüvvet, istikamet, fazilet, hamiyet gibi değer ve kavramların pabucu dama atılmıştır.

33. Malatya'da Cuma hutbesinde Şeriattan ve Hilafetten bahs eden bir imam minberden indirilmiş ve hemen imamlıktan atılmıştır.



Mehmet Şevket EYGİ - 20 Eylül 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 22 Eylül 2011, 10:24:24
İstibra ve Secdede Ayakların Durumu

Bu Müslüman memlekette halkın ancak onda biri beş vakit namaz kılıyor. Acaba bu onda birin kaçta kaçı tâdil-i erkân ile dosdoğru kılıyor?

Halkın büyük kısmı zarurî ilmihal bilgilerini iyi bilmiyor.
Mesela erkeklerin bir kısmı (yüzde kaçı?) istibrâdan habersiz. Tuvalete gidiyorlar, hiç beklemeden ve temizlenmeden hemen abdest alıyorlar ve abdestleri de hemen bozuluyor.

Câmilerde bazı kimseleri namaz kılarken görüyorum, secde esnâsında ayaklarının durumu dolayısıyla namazlarında vahim bir eksiklik var.

Merhum Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanmış "Sualli Cevaplı Dinî Bilgiler" (1959 Ankara 304 sayfa) kitabının 144'üncü sayfasında şöyle diyor: "...iki ayağın veya bir ayağın parmakları yere konulmadıkça secde câiz olmaz".

Ayak parmaklarının yere konulmasından maksat, parmakların alt kısmından bir miktarın kıvrılıp yere değmesidir ve yerin sertliğini hissetmesidir.

Secdede parmakların altı kıvrılıp yere temas etmezse, ayakların sadece üstü ve parmakların tırnak kısmı yere değdirilirse secde yapılmış olmaz.

Bunları hatırlatmak bendenize düşmez ama yazmak zorundayım. Namazda secdeye varırken "iki eliyle" pantolonunu dizinden çekmek de amel-i kesirdir ve namazı bozar.

Bazısı Kemalist BOP'çu reformcular için bunların önemi yoktur.

Müslüman kardeşlerimden rica ediyorum: Baş uçlarında icazetli ulema ve fukaha tarafından telif ve tasnif edilmiş muteber ve güvenilir akaid ve ilmihal kitapları bulundursunlar, bunları her gün bir miktar dikkatle okusunlar ve temel din bilgilerini iyice öğrensinler.

Reformcuların, mezhepsizlerin ilmihallerini sakın okumasınlar. Onlara güvenilmez.



Mehmet Şevket EYGİ - 21 Eylül 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 22 Eylül 2011, 10:26:26
Bid'atler Ümmeti Çürütür Yıkar

İçinde çeşit çeşit kimyevî maddeler, aromalar, boyalar, korumalar bulunan gıda maddeleri, şekerlemeler, çikolatalar, tatlılar, dondurmalar ve meşrubat (içecekler), yan tesirlerle şifasından fazla zararlı kimyevî ilaçlar, insanın iç dengesini altüst eden elektromanyetik alanlar, egzos gazları insanların maddî sağlıklarını nasıl bozuyor, başta kanser olmak üzere bir sürü vahim hastalığa sebebiyet veriyorsa; din ve inanç konusundaki bid'atler, sapıklıklar, bozukluklar da halkın mânevî yapısını tahrip etmekte, Müslümanların ebedî mutluluğuna zarar vermektedir.

1924'te Hilafetin kaldırılmasından, son Halife'nin yurt dışına sürülmesinden, kısa bir müddet sonra İslam medreselerinin kapatılmasından sonra İslam dinine karşı korkunç bir terör uygulanmasından bu yana Müslümanları doğru bilgilendirecek, aydınlatacak, uyaracak güçlü bir kurum kalmamıştır.

Derin şer güçleri, İslam'ı ve Ümmet'i açık bir savaşla yıkamayacaklarını anlayınca, meseleyi, içten yıkarak çözme yolunu seçmişler ve dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, Sünnet düşmanlığı, mezhepsizlik, telfik-i mezahib, light/ılımlı İslam, İslam Protestanlığı, Dinlerarası Diyalog, cihatsız İslam, her Müslüman kendi kafasından ictihad yapabilir, Farmason Afganî kurtarıcı bir İslam önderidir, üç hak İbrahimî din vardır, gayr-i Müslimler de cennetliktir, kaderi ve şefaati inkâr gibi yıkıcı bid'at cereyanlarını, yeterli ve sağlam din kültürü almamış halkın arasında yaymaya başlamışlardır.

Derin güçler bu konuda beynelmilel Siyonizm, Global Kapitalizm, İsrail, ABD, AB ile işbirliği yapmaktadır.

İslam'ı içinden yıkmak isteyen derin şer güçleri ve onların bir kısmı münafık, bir kısmı beyinsiz destekçileri şu kötü işlerde hayli başarı elde etmişlerdir:

(1) Müslümanlara arasında vahim itikat/inanç bozuklukları başlamıştır.

(2) Müslüman halkın yüzde 90'ı beş vakit namazı terk etmiştir.

(3) Sabah namazlarında camiler boştur, Müslüman halk leşler gibi uyumaktadır.

(4) Hür ve mukim erkeklerin farz namazları cemaatle kılması emri büyük ölçüde terk edilmiştir.

(5) Dinî hizmet ve faaliyet ticarete, zenginliğe, köşeyi dönmeye alet edilmiştir.

(6) Ümmet birliği bozulmuş, Müslümanlar irili ufaklı binlerce birbirinde kopuk, bazısı birbiriyle çatışan bağımsız tarikata, cemaate, vakfa, derneğe, gruba, parçaya ayrılmıştır.

(7) Dünyada genel başkanı olmayan hiçbir din olmadığı halde, başsız kalan Müslümanlar bu başsızlıklarının vehametini idrak edemez ve kendilerine ehil bir Halife seçmek için harekete geçemez hale getirilmiştir.

(8) Müslümanların ve İslamcıların bir kısmı İslam, Kur'an, Peygamber (Salat ve selam olsun ona) ahlakından uzaklaşmışlar, İslamî kesimde korkunç bir ahlak fesadı ve kokuşma baş göstermiştir.

(9) Müslümanlar, mevcut hürriyetten yararlanarak gerektiği gibi ve gereken miktarda hizmet ve faaliyet yapamaz hale gelmiştir.

(10) Müslümanları uyaracak icazetli ve gerçek ulema, fukaha, meşayih sınıfı kalmadığı için; İslam toplumunda lüks, israf, sefahat, çeşit çeşit fuhşiyyat, "şehvetlerine uyma", genel ve yoğun fısk ve fücur, Şeriattan uzaklaşma, Sünnete uymama gibi bozukluklar yaygın hale gelmiştir.

Ümmeti saran bütün bu kötülüklerden kurtulmanın yolu geleneksel Ehl-i Sünnet İslamlığına sarılmakla, onun öğretilerini hayata geçirmekle mümkün olur.

Ehl-i Sünnete sarılan, icazetli gerçek Sünnî ulemaya tabi olan Müslümanlar inanç konusundaki bid'atlerden ve sapıklıklardan kurtulur.

Beş vakit namaza başlar.

Hür ve mukim erkekler beş vakit namazın farzlarını ehil imamların ardında cemaatle kılar.

Zekatlarını Kur'ana, Sünnete ve Şeriata uygun olarak dosdoğru verir ve böylece Müslümanlar arasında sosyal adalet sağlanır, kardeşlik güçlenir.

Ehl-i Sünnetin öğrettiği şekilde İslam ahlakını hayata tatbik eden bir İslam toplumunda kokuşma olmaz.

Bugün, Türkiye'de bütün Ümmeti, tüm Müslümanları kapsayan bir İmamet kurumu olsa, bunun başında ehil ve layık bir İmam-ı Kebir bulunsa, yapılacak ilk amelî iş halkı beş vakit namaz kılmaya çağırmaktır.

Şöyle bir şey hayal edelim:

İmamet-i Kübra müessesi halka hitaben bir emir ve nasihat bildirisi hazırlayıp yayınlıyor. Bildirinin altında İmam-ı Kebir hazretlerinin ve ülkenin 50 büyük ve muteber icazetli din aliminin, fakihinin, şeyhinin, mürşidinin imzaları yer alıyor. Bu bildiride bütün Müslümanlar beş vakit namaz kılmaya ve cemaate çağırılıyor. İhlasla hazırlanacak böyle bir bildiriyi hayata uygulamak için memleket çapında namaz komiteleri kuruluyor ve genel bir namaz seferberliği başlatılıyor...

Böyle bir teşebbüsten hayırlı neticeler alınmaz mı?

Böyle bir bildiri etkili olmaz mı?

Lakin maalesef Türkiye'de böyle hayırlı teşebbüsler yok.

Dinimizde sahih bir imandan sonra ikinci önemli madde, konu, beş vakit (üç vakit değil!) namazın dosdoğru kılınması iken bu konuda gereken hizmet ve faaliyetler yapılmıyor.

Çünkü Müslümanların başında İmam yok, Ümmetin bir İmamet-i Kübra kurumu yok, Müslümanlar üniter bir hiyerarşi içinde değiller.

Derin şer kuvvetleri sinsi bir plan ve program uygulayarak Kur'ana, Sünnete, Şeriata dayanan geleneksel Ehl-i Sünnet İslamlığını yıkmak, onun yerine Siyonizmin, Kapitalizmin, emperyalizmin, Globalizmin, liberalizmin istediği evcil, uysal, ılımlı, hafif, suya sabuna dokunmaz, Protestanlaşmış, "demokratik" yeni bir din türetmek istiyorlar.

İslam alemi ve bilhassa Türkiye Müslümanları çok vahim, çok dehşet verici, çok korkunç, çok yıkıcı bir eritme, yozlaştırma, zombileştirme, kimlik değiştirme suikasti karşısındadır ama milyonlarca Müslümanın bundan haberi bile yoktur.

Ehl-i Sünnet inancına bağlı Müslümanların yapacağı şudur:

Ehl-i Sünnete bir kat daha sımsıkı sarılmak.

İhlasla, samimiyetle, Kur'an ve Sünnet ahlakına uygun olarak yapılan Ehl-i Sünnet çalışmalarına, uyarılarına, bilgilendirme ve aydınlatma hizmetlerine destek vermek.

Kim olduğunu bilmese bile zamanın Ehl-i Sünnet ve Cemaat İmamına gıyabında biat etmek.

Müslümanlar için hazırlanmış bid'at ve dalalet tuzaklarına düşmemek.

(Zengin Sünnî Müslümanlar haftada en az bir kere, lüks otomobilleriyle ehliyetli Sünnî bir imamın ardında namaz kılmak üzere camiye gitmelidir.)



Mehmet Şevket EYGİ - 21 Eylül 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 24 Eylül 2011, 03:26:48
Müslümanları Zelil Eden Dokuz Sebep

Müslümanları perişan, zelil, esir, darmadağınık, zebun, güçsüz kılan dokuz şeyi sayacağım.

Bunların:

*Birincisi İslam dünyasının ve Türkiye Müslümanlarının itaat ve biat edeceği gerçek, ehliyetli, liyakatli bir Halife olmamasıdır. Yani İslam dünyası başsızdır. Başı olmayan bir vücut, bir gövde işte bugünkü gibi olur. Ümmet-i Muhammed'in bir Halife seçip ona biat ve itaat etmesi vaciptir. Bu konunun tafsilatı (ayrıntıları) İmamı Mâverdî'nin el-Ahkâmu's-Sultaniyye adlı kitabından okunabilir.

*İkincisi: Bilhassa ülkemiz için söylüyorum, Müslümanları bilgilendirecek, aydınlatacak, uyaracak, onlara nasihat edecek yeteri kadar icazetli, vasıflı, takvalı, ihlaslı gerçek ulema ve fukaha bulunmamasıdır. İcazetli ulema ve fukaha olmazsa din sahasında anarşi ve kaos olur, her kafadan başka bir ses çıkar ve bugün olduğu gibi söz ayağa düşer.

*Üçüncüsü: Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlığının zayıflamış ve parçalanmış oluşudur. Ehl-i Sünnet zayıflayınca din sahasını bid'atler istila eder, Müslüman yığınlar yoldan çıkar, itikat bozulur, beş vakit namaz büyük ölçüde terk edilir, halk şehvetlerine uyar, Ümmet sekülerleşir, İslam ahlakı terk edilir, genel, yaygın ve yoğun bir fitne ve fesat ortalığı istila eder.

*Dördüncüsü: İslam medreselerinin yıkılmasına paralel olarak tarikat ve tasavvuf kurumlarının ya yıkılması, yahut vahim şekilde dejenere olmasıdır. Tasavvuf ve tarikat İslam'ın derunî, bâtınî, mânevî boyutudur. Din ve Ümmet, Şeriat ve Tarikat ile uçar, yükselir, yücelir. Bu kanatlar kırılırsa alçalma, zeval, zillet başlar. Yakın tarihte gerçek tasavvufa ve tarikata en güzel örnek Kafkasya'da büyük mücahid, mü'minlerin emîri, Şeriat âlimi, Nakşî ve Kadirî şeyhi (Halid-i Bağdadî hazretlerinden hilafet ve icazet almıştır) Şâmil hazretleridir. O, tarikati askerî bir disipline sokmuş, müridizm sistemini çıkarmış ve Müslümanlardan yüz kat kalabalık ve güçlü Moskof ordularıyla savaşmıştır. Sonunda mağlub olmuştur ama o yenilgi aslında bir zaferdir. Allah ondan razı olsun.

*Beşincisi: Müslümanlar büyük ölçüde dünyaya meyl etmişler, fânî maddî zenginlikler peşine düşmüşler, öküzün kuyruğuna yapışmışlar, Allah yolunda ihlasla yapılan cihattan kaçmışlar ve zelil, esir ve rezil olmuşlardır.

*Altıncısı: Din ilimleri dünya ve dünyalık için tahsil edilir hale gelmiş; din, iman, Kur'an, Sünnet, Şeriat, mukaddesat ticareti yapılmaya başlanmış, dinî hizmet ve faaliyetlerde ihlas elden gitmiştir. Din ilimlerini dünya menfaati için tahsil etmek haramdır. Bir din aliminin, hizmet ve faaliyetlerini para kazanmak, zengin olmak, köşeyi dönmek, halka kendini beğendirmek, "Bu ne büyük alimmiş!..!" dedirtmek için yapması onu cehennemlik kılar. (Sahih-i Müslim, 1905 numaralı hadîs-i şerife bakınız.)

*Yedincisi: Öğütsüz, uyarısız ve denetimsiz kalan, kendilerine yetecek kadar ilmihal ve ahlak bilgisine sahip olmayan Müslüman halk yığınları maddeye ve paraya yönelmişler, kanaat ve iktisadı terk etmişler; lüks, israf ve sefahat (beyinsizlik) bataklıklarına batmışlardır.

*Sekizincisi: Kendi beyinsizlikleri ve emperyalist sömürgeci düşmanların entrikaları ile İslam dünyası irili ufaklı düzinelerce devlete ve emirliğe ayrılmış, bunların çoğunun başına zalim idareciler ve sultanlar geçmiş, yekûnu 1,5 milyar olan İslam aleminin gücü, etkisi kalmamıştır. Öyle ki, altı milyonluk İsrail'e diş geçirememektir. İslam dünyası, küfrün "Böl, parçala ve hükm et" siyasetinin kurbanı olmuştur.

*Dokuzuncusu: İslam dünyası Ömer bin Abdülaziz, Nureddin Zengi, Salahaddin Eyyubî, Fatih Sultan Mehmed, Şeyh/İmam Şâmil, Emîr Abdülkadir Cezairî ve benzeri âdil, âlim, mücahid, muttaki, muhlis liderler yetiştirememiştir.

(Not: Kur'anın, Sünnetin, Şeriatin, İslam ahlakının, hikmet-i İslamiyenin emirlerini, hükümlerini, ilkelerini hayata uygulayarak dine, imana, mukaddesata sırf Allah rızası için ihlasla, en ufak bir din sömürüsü bile yapmayarak gereği gibi hizmet eden gruplar ve cemaatler tenkitlerimizin haricindedir. Onları tenzih eder, selam ve hürmetlerimizi sunarız.)


Mehmet Şevket EYGİ - 23 Eylül 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 24 Eylül 2011, 03:28:30
Masonluk ve İslam

Masonluk veya Farmasonluk kendini din yerine koyan ve bütün dinlerden üstün olduğunu iddia eden gizli ve uluslararası bir "kardeşlik" hareketidir.

İslam ile Masonluk uyuşur ve bağdaşır mı?

Bağdaşmaz. Çünkü İslam, Allah katında makbul ve geçerli tek hak dindir. Hak din veya nizam olmakta müşareket (ortaklık) kabul etmez.

Dünya üzerinde bir tek Masonluk değil, çeşitli Masonluklar vardır.

Bir kısım Mason teşkilatları "Kainatın yüce Mimarına" inanır, bir kısmı ise agnostik veya ateisttir.

İslam dini her iki Masonluğu da reddeder. Çünkü Masonlukta, Resulullah Muhammed Mustafa'ya iman şartı yoktur.

Türkiye'de Farmasonluk İslam dini, İslam Hilafeti ve Şeriat idaresi ile açık veya gizli mücadele etmiştir.

Son gerçek Halife Sultan Abdülhamid'i Masonlar, Jön Türkler ve Dönmeler devirmiştir.

Masonlar Müslümanların içine sızmışlar mıdır?

Son devrin üç reformisti Cemalüddin Afganî, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza Farmasondu.

Bazı sarıklı Farmasonlar, dinde reform yapmak, Ehl-i Sünneti yıkmak niyet ve amacını gütmüşlerdir.

Osmanlı devletinde bazı sarıklılar ise yükselmek, çevre edinmek için mason olmuşlardır.

Osmanlı'nın son Şeyhülislamlarından biri Mason olmuştu ama Ehl-i Sünnet İslamlığının sınırlarını aşmamış, dinden taviz vermemiş, reformculuk yapmamıştı.

19'uncu asrın ikinci yarısının ünlü sarıklı Farmasonu Cemalüddin Afganî taqiyye yaparak Müslümanları aldatan biriydi. Çünkü İranlı olduğu halde kendisini Afgan gibi göstermiş, Şiî olduğu halde Sünnî postuna bürünmüştür.

Onun Bahaîlikle ve Bahaîlerle de ilgisi olduğu iddia edilmektedir.

Gariptir, Kahire'de yaşadığı yıllarda Yahudi mahallesinde ikamet etmiştir.

Ülkemizin aykırı fikirleriyle tanınmış bir reformcusu "Afganî'yi karalayanlar onun taharet/tuvalet bezi olamazlar" diyerek Ehl-i Sünnet ulemasına, fukahasına, meşayihine, dolaylı olarak Sultan Abdülhamid Han'a hakaret etmiştir.

19'cu asrın sonlarında ve 20'nci asrın başlarında Afganî'yi ve Abduh'u beğenen bazı Ehl-i Sünnet Müslümanları olmuşsa da, bu ikisinin ve sacayağın üçüncü ayağı Reşid Rıza'nın içyüzü belgelerle ortaya çıktıktan sonra onları beğenen, tasvib eden herhangi bir Sünnî din alimi, fakihi ve mütefekkiri görülmemiştir.

Ülkemizin ünlü aykırı ilahiyatçılarından biri bu üçlüye adeta âşıktır ve onları İslam'ı yüceltecek, Müslümanları kurtuluş ufuklarına götürecek büyük önderler olarak görmekte ve göstermektedir.

Afganî'nin bozuk fikirlerini ve görüşlerini red, cerh ve ibtal etmek için binlerce sayfa yazılsa yetmez. Onun en bozuk fikri, ictihad yapmaya yeterli ilmi ve ehliyeti olmayanların ictihad yapabilecekleri yolundaki kanaatidir.

Ehl-i Sünnetin müdafii, Osmanlı hilafetinini temsilcisi Sultan İkinci Abdülhamid Han hazretleri; Farmason, reformcu ve taqiyyeci Afganî'nin içyüzünü anlamış ve onu Teşvikiye'de bir konağa haps ettirmişti. 1897'de vefat ettiğinde Maçka'daki Dönmeler mezarlığında toprağa verilmiş, bilahare mezar taşını bir Amerikalı yazdırıp dikmiş, 1930'lu yıllarda, onun bir Afgan büyüğü olduğunu sanan Afganistan hükümeti tarafından kemikleri Afganistan'a getirilmiş ve büyük merasimle toprağa verilmiştir.

İran'daki Safevî Şiası Cemalüddin Afganî'yi, Cemalüddin Esedâbâdî olarak bilir ve kendisine hayır dua okur.

Türkiye'deki bir kısım Masonlar tarafından yayınlanan Mimar Sinan Mason dergisi (Sayı 127, 2003) Cemalüddin Afganî hakkında bir özel sayı yayınlamış ve bu sarıklı Farmasonu göklere çıkartmıştır.

Bir kısım reformcu, yenilikçi, değişimci, aykırı görüşlü İslamcılar, Afganî sevgisinde Farmasonlarla ittifak halindedir.


Mehmet Şevket EYGİ - 23 Eylül 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 24 Eylül 2011, 17:50:58
Mahkum Sevk Aracında Feci Şekilde Yananlar

Gözaltına alınan, tutuklanan, hapse mahkum edilen vatandaşlar ve yabancılar devletin zimmeti altındadır. Hukuk ve ahlak onların birer emanet olduğunu söyler.

Van'dan İstanbul'a sevk arabası denilen tekerlekli azap vasıtasıyla gönderilirken, yangın çıkması sonucu feci şekilde yanarak can veren mahkumlara çok acıdım ve duruma çok üzüldüm.

Yanan vasıta dizel motorluymuş... Dizel motorlu vasıtaların yanması bu işin uzmanlarının garibine gitmiş.

Yangın çıktıysa, niçin kilitler kırılıp da içerideki mahkumlar kurtarılmadı?

Yanan mahkumların akrabaları feryat ve figan ediyor.

Bendeniz mahkum sevk vasıtasıyla yolculuk yapmak nedir iyi bilirim. Çünkü Bülent/Rahşan iktidarında İstanbul Sağmalcılar cezaevinden Gerede cezaevine böyle bir yolculuk yaptım.

Gazeteciydim, fikir suçundan hapse mahkum olmuştum. O zamanki kanunlara göre hafif hapis cezasına çarpılmıştım. Özel bir otomobil tutarak jandarmaların yanında nakil hakkım vardı. Lakin o devrin zalim iktidarı bu talebimi kabul etmemişti.

Üzerimde mahkum elbisesi vardı. Ceplerimizi boşaltmışlar, ellerimizi zincirlerle kelepçelemişler, zincirlere asma kilit takmışlardı. Anahtarları mühürlü zarflara koymuşlardı. Ayrıca 25 kadar mahkumu sevk zinciri denilen korkunç ve ağır bir zincirle birbirlerine müteselsilen sıkıca bağlamışlardı. Yolda ne bir yudum su içebilmiş, ne bir lokma ekmek yiyebilmiş, ne de herhangi bir ilaç alabilmiştim.

Sevk arabasının önde bir eskort, ardında bir eskort... Yıldırım gibi gidiyor... Kocaeli vilayeti sınırlarında eskort arabaları değişmişti.

Sevk edilen mahkumların tuvalet ihtiyaçlarını gidermek hakkı da yoktu.

Hazırlıklar sabah 6'da başlamış, çeşitli muamelelerden sonra vasıta 11'de hareket etmiş, Gerede'ye akşama doğru varmıştı.

Zincir kelepçeler çözüldüğünde bileklerimize kan oturmuştu.

Bu zulmü yapanlara hakkımı helal etmiyorum.

Mahkeme-i Kübra var...



Mehmet Şevket EYGİ - 24 Eylül 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 24 Eylül 2011, 17:52:34
Türkiye'de Eğitim Fâciası

Bu ülkenin en büyük trajedisi PKK, terör, hukuk ve yargı krizi, kokuşma vs. değildir. En büyük fâcia bozuk eğitim sisteminin çökmüş olmasıdır. Eğitimdeki bozukluk ana sebeptir, diğer bozukluklar neticedir.

Yeni ders yılı başladı, milyonlarca çocuk on binlerce okulda toplandı. Bunlar ne okuyacaklar?

Liseden mezun oldukları zaman doğru dürüst edebî, yazılı kültür Türkçesi öğrenmiş olacaklar mı?

Doğru dürüst tarih bilgisine ve kültürüne sahip olacaklar mı?

Mantık kültürüne sahip olacaklar mı?

Sanat tarihi ve kültürü almış olacaklar mı?

Bilgi ve kültürün yanında ahlak ve karakter terbiyesi almış olacaklar mı?

Tevhid-i Tedrisat devrimi yapılalıdan bu yana gayr-i millî eğitim sistemimiz Atatürkçü nesiller yetiştirmek, Kemalist ideolojiyi hakim kılmak, homo devrimus'lar yetiştirmek için çırpınıp durdu. Sonunda Türkiye bugünkü hale geldi.

Üç yüz kelimelik bir sokak, çarşı pazar, günlük iletişim Türkçesi öğrenmek için okullara, eğitim sistemine ihtiyaç yoktur. Bu kadar Türkçeyi okuma yazma bilmeyenler de öğrenir, konuşur ve ihtiyacını görür.

Türkiye'nin eğitim sisteminin ana gayeleri şunlar olmalıdır:

(1) Vasıflı Türkiyeliler yetiştirmek. Bilgi ve kültür bakımından vasıflı, ahlak ve karakter bakımından vasıflı ve estetik/güzellik bakımından vasıflı vatandaşlar...

(2) Türkiye halkının ezici çoğunluğunun Müslüman olduğu ve millî kimliğin ana faktörü İslam olduğu için eğitim sistemi iyi, vasıflı, kaliteli, güçlü Müslümanlar yetiştirmek zorundadır.

Bizim bugünkü eğitim sistemimiz Batlamyos kozmografyasına benziyor: Ortada resmî Kemalizm ideolojisi... Eğitim ordusu, okullar, milyonlarca öğrenci, ders kitapları bunun etrafında güneş, ay, seyyareler gibi fıldır fıldır dönüyor. Boşa dönüş!..

Kemalizm nasıl bir ideolojidir?

M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra Selanik Dönmeleri ve Benzetilmişler tarafından oluşturulmuş bir ideoloji. Hattâ buna ideoloji bile denilemez.

Dönmeler bu ideolojiyi niçin çıkarttılar?

Hakimiyetlerini ve hegemonyalarını sürdürmek için.

Tevhid-i tedrisat devrimi ile Tevhidî tedrisatı yasakladılar.

Çoğunluğu oluşturan Müslümanlar İslam medreseleri, İslam okulları, İslam maarifi kuramıyor.

Cumhuriyetin ilk yıllarında eski güçlü öğretmenlerin himmetiyle edebî ve zengin Türkçe öğretiliyor, otuz kişilik sınıfta en az beş öğrenci Fuzulî Divanını, manasını anlamak ve kıraatinden zevk ve haz almak suretiyle okuyabiliyordu.

Eski liselerimizde lise bitirme ve bakalorya imtihanları yapılıyordu.

Eski eğitim sistemimizde test imtihanları değil, kompozisyonlu gerçek imtihanlar yapılıyordu.

1940'lı yılların liselilerini hatırlıyorum: Erkek öğrenciler küçük beyefendi, kız öğrenciler küçük hanımefendi idi.

Dönmeler, hedonistler, millî kültür düşmanları, materyalistler öğretmenlik mesleğinin kadr ü kıymetini ayağa düşürdüler.

Eğitimde keyfiyet ve kalite kavramını kaldırdılar, kelle sayısını öne aldılar.

Daha çok okul, daha çok öğretmen, daha çok öğrenci, daha çok kara tahta, daha çok ders kitabı, daha çok büst, daha çok Atatürk portresi, daha çok Atatürk şiiri...

Sonunda bugünkü yozlaşma ortaya çıktı.

Atalarının Türkçe mezar taşlarını okumaktan aciz cahil nesiller.

En büyük klasik şairimiz Fuzulî'nin Divanını okumaktan ve anlamaktan aciz cahiller.

Mantık kültürüne sahip olmayan milyonlarca sözde okumuş.

Peki bugünkü eğitim düzelir mi?

Teoride mümkündür ama pratikte çok zordur.

Hangi irade ve hangi kadrolar düzeltecek?

Benim bir "İslam mektebi" projem var. Dört başı mâmur bir okul. Fen bölümü olmayacak... Türkçe, İngilizce, Arapça, Farsça (bu dillerde yayınlanmış kültür kitaplarını kolayca okuyup anlayacak derecede) öğretilecek.

En az on bin kelimelik edebî Türkçe kültürü...

Bu okulda eğitim hem İslam harfleriyle, hem Latin/Frenk harfleriyle yapılacak.

Kesinlikle test sınavı yapılmayacak, kompozisyon sınavı yapılacak.

Bilgi ve kültürün yanında ahlak ve karakter terbiyesi verilecek. Bu okulun mezunları fütüvvet ve mürüvvet ahlakına sahip olacak.

Okulun bütün Müslüman talebesi beş vakit namazı okul camiinde okul imamının ardında cemaatle kılacak. (Sultan Abdülhamid Han-ı Sanî zamanında Galatasaray lisesinde böyleydi!..)

İslam mektebi dünyanını en kaliteli on lisesi listesinde yer alacak.

Bu okulun mezunlarının hayata atıldıktan sonra rüşvet aldıkları, yolsuzluk yaptıkları, yalan söyledikleri, halkı kandırdıkları, emanetlere hıyanet ettikleri, kara ve kirli servet sahibi oldukları görülmeyecek, duyulmayacak.

Böyle bir okul açılsa acaba öğrenci bulunur mu?

Böyle bir okulu hangi idareciler ve öğretmenlerle yürüteceksin?

Eğitim sistemini düzeltip ıslah edemezse Türkiye'nin geleceği karanlıktır.



Mehmet Şevket EYGİ - 24 Eylül 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 25 Eylül 2011, 14:07:12
İçi Ün ve Para Aşkıyla Yanan Birine

Ünlü olmak için içiniz cayır cayır yanıyormuş.

Ünün yanında çok para da istiyormuşsunuz.

Ehl-i dünya bir İslamcıymışsınız.

Cin fikirliymişsiniz.

Sizin aklınız fikriniz ün ve paraymış.

Ah ne yapsam da kısa yoldan ünlü münlü, paralı maralı biri olsam diye kafanızı yorup duruyormuşsunuz.

Uyanıkken ah ün, ah para diyormuşsunuz.

Uykunuzda para ve ün diye sayıklıyormuşsunuz.

Hem para, hem ün, bu ikisine namuslu olarak kolay, ucuz, çabuk kavuşmak kolay değildir.

Tavsiye etmem ama yapacağınız iş basittir.

Şeytanla istişare ettikten sonra Selanik medyasının dikkatini çekecek saçma sapan içtihatlar yapınız. Yahut abuk sabuk fetvalar veriniz.

Kur'ana, Sünnete aykırı reformlar teklif ediniz.

Mesela:

Camilere kiliselerdeki gibi sıralar konulması...

Kısa zamanda Sabataycılar sizi ünlü yaparlar.

Namazın beş vakit değil üç vakit olduğunu iddia ederseniz 24 saat zarfında şöhret-i kâzibe sahibi oluverirsiniz.

Ramazan'da birileri İslam'da Teravih namazı yoktur, Peygamber (Salat ve selam olsun ona) Teravihi yasaklamıştı dediler de ne oldu? Yirmi dört saat içinde gündeme geldiler, herkes onlardan bahs etti.

Reklamın kötüsü olmazmış.

Namuslu ve haysiyetli bir fakih beş sene çalışıp Teravih/Ramazan'da gece namazı hakkında 500 sayfalık ilmî, fıkhî ciddî bir eser yazmış olsaydı onlar gibi gündeme girebilir miydi?

İslam'a, Kur'ana, Sünnete, fıkha, Şeriata aykırı içtihat yapanlar, fetva verenler bir anda ünlü olur. Ünün ardından para da gelebilir. Selanik tv.'de reformcu aykırı ilahiyatçılara program başına yüklü ücret ödeniyor.

Yalnız bir mesele var:

Saçma sapan ictihadlar yapan, abuk sabuk fetvalar veren kimseler, bu ictihad ve fetvalar yüzünden imanlarını (varsa) kaybettikleri takdirde Cehennemlik olurlar, belalarını bulurlar.

Bütün mutluluklar birlikte olmaz.

Ün, para, Dönmelerin alkışları, dünya derken Cehennemi boylamak tehlikesi de var.

Bendeniz size böyle şöhretler peşinde koşmayı, böyle yollardan para kazanıp zengin olmayı hiç mi hiç tavsiye etmem.

Allah'ın ayetlerini ucuza satmış, çok kötü, çok cehennemî bir ticaret yapmış olursunuz.

Tercih size aittir.



Mehmet Şevket EYGİ - 25 Eylül 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 25 Eylül 2011, 14:07:54
Kaç Çeşit Kâfir Vardır?

İslam dinine göre insanlar ikiye ayrılar: Mü'minler ve kafirler. Kafir demek İlahî, Kur'anî, Nebevî gerçekleri inkar, red, tekzib eden, örten demektir.

Küfür statüsünde olanların da kategorileri vardır:

(1) İslam Ümmetiyle, İslam devletiyle anlaşmış, onların hakimiyeti kabul etmiş ehl-i zimmet. Bunların canları, malları, kimlikleri, din ve mezheb hürriyetleri garanti altına alınmıştır. Öyle ki, onların İslam ülkesindeki mezarlıklarına bile dokunulamaz.

(2) Ehl-i Kitab: İslam'ın hakimiyetini kabul etmek, Müslümanlarla barış içinde olmak şartıyla onların da garantileri vardır.

(3) İslam'a ve Müslümanlara savaş ilan etmiş olan agresif, militan, harbî kâfirler.

(4) Müşrikler. Bunlar kafirlerin eşeddidir.

(5) Münafıklar. Münafıklar zümresi ikiye ayrılır: (a) Nifakı kendilerini küfre götürenler. (b) Kendilerinde nifak alametleri olmakla ve imanları tehlikede olmakla birlikte henüz küfre düşmemiş olanlar. Biz insanların kalbinin içini bilemediğimiz için ehl-i kıble olanları Müslüman kabul ederiz.

Resulullah Muhammed Mustafa salllAllahu aleyhi ve sellemin risâletini, davetini, dinini işitip de bunu inkar, red, tekzib eden kimse kesinlikle ehl-i necat ve ehl-i Cennet değildir.

Peygamberimizden sonra bir tek ibrahimî hak din vardır.

"Zamanımızda üç hak ibrahimî din vardır ve bunların bağlıları ehl-i necat ve ehl-i Cennettir" diyenler korkunç bir yanılgı içindedir ve imanları tehlikededir.

İslam'ın Allah katında tek hak, makbul (kabul edilen), gerçek, doğru din olduğu çeşitli Kur'an ayetleriyle, sahih hadîslerle sabittir ve bu konuda icmâ-i ümmet bulunmaktadır.

Allah Kur'anda mü'minlerin kafirleri dost ve veli edinmelerini yasaklamıştır.

Tevhid inancı ile Teslis inancı kesinlikle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

İslam'ın temel ve zarurî temel inançlarından biri, BÜTÜN peygamberlere iman etmektir.

Resulullah Efendimizin peygamberliğini, getirdiği kitabı, Dini duyup da inkar, red ve tekzib eden kafirdir.

Hıristiyanlar Hz. İsa aleyhisselamın tanrı (ilah) olduğunu inkar edenleri tekfir ediyor.

Yahudiler, kendi dinlerinden olmayanlara goyim diyor.

İslam geldikten sonra diğer şeriatlar hükümden kaldırılmıştır.

Bu devirde sadece İslam Şeriatının hükmü geçerlidir.

Kıyamete kadar da geçerli olacaktır.

Biz Müslümanların ana vazifelerinden biri gayr-i Müslimlere İslam'ı anlatmak ve onları (hiçbir baskı ve zorlama yapmaksızın) hak dine en güzel, en ikna edici üslupla çağırmaktır.

İslam dünyası bu vazifeyi hakkıyla yerine getirememektedir.

İslam dünyasının kültürü bu konuda çok yetersizdir.

Müslümanlara bakan İslam'dan soğumaktadır.

Buna rağmen her yıl yüz binlerce Hıristiyan ve Yahudi Müslüman olmaktadır.

Dinlerarası Diyalog cereyanı 1960'lı yıllarda Roma Katolik Kilisesi tarafından çıkartılmıştır.

Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında diyalog olmaz. Çünkü biz (Allah'ın ülülazm bir peygamberi olan) Hz. İsa'ya, (Tahrif edilmemiş şekliyle) İncil'e iman ediyoruz, onlar Hz. Muhammed'e ve Kur'ana iman etmiyor. Ortada böyle bir kopukluk varken nasıl diyalog yapabiliriz?

Müslümanlara düşmanlık etmeyen, onlarla savaşmayan, onların ülkelerine saldırmayan, onları sömürmeyen Hıristiyanlara iyi davranmalıyız ve onları İslam'a davet etmeliyiz.

Bu davet iki şekilde olur:

Çok güzel hazırlanmış, onların anlayacağı bir lisanla yazılmış yayınlarla.

Bir de dolaylı olarak hal lisanıyla. Bize baksınlar, bizde İslam'ın güzelliklerini görsünler.

Maalesef bu ikinci konuda durumumuz kötüdür.

İslam'ın önündeki en büyük engel Müslümanların İslam'ı hakkıyla hayata uygulamamasında, örnek ve olgun Müslümanlar olamamasındadır.

Kural: Bütün kafirler tek bir millettir ama onların çeşitliliği, dereceleri, tabakatı vardır.

İslam'ı öğrenmek, anlamak isteyenlere karşı yumuşak, şefkatli, merhametli, anlayışlı, sabırlı, güler yüzlü olmayız.

Onlara ikramda bulunmalı, misafirperver olmalıyız.

Onları İslam'dan soğutacak hareketlerden, davranışlardan, kötülüklerden kaçınmalıyız.

İslam'a dâvetin en uygun yolu hal ile çağırmaktır.

Biz belki dünya kültüründe, teknikte onları geçemeyiz ama ahlakımızla, faziletimizle, hikmetimizle, insanlığımızla, Müslümanlığımızla onları etkileyebiliriz.

Onları davet ederken dinimizden en ufak bir ödün bile veremeyiz. Buna hakkımız yoktur.

Avrupa ülkeleri on beş yirmi yıl içinde Müslümanlaşacaktır.

Avrupalıların nüfusu artmıyor, Müslümanlar hızla çoğalıyor.

Yirmi yıl içinde milyonlarca Avrupalı Müslüman olacaktır.

Yazımı Resulullah Efendimizin müjdeli bir hadîsi ile bitiriyorum:

"Allah'ın bir kulunu senin vasıtanla hidayete getirmesi, senin için üzerine güneşin doğduğu ve battığı her şeye sahip olmaktan daha hayırlıdır."

Dinlerarası Diyaloğ bir tuzaktır. Vazifemiz İslam'ı bütünüyle yaşamak, gayr-i Müslimleri lisanen ve hal ile hak dine davet etmek, tebliğ yapmaktır.



Mehmet Şevket EYGİ - 25 Eylül 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 26 Eylül 2011, 14:21:22
Cemaat Mutaassıbı Kardeşime Açık Mektup

Bir İslam şehrinde, bir İslam ülkesinde durumun iyi olması, Müslümanlığın yaşanması aşağıda sayacağım ölçülerden anlaşılır:

(1) Orada halkın inancı Kur'ana, Sünnete uygun sahih bir inanç mıdır?

(2) Orada halkın büyük çoğunluğu beş vakit namazı kılmakta mıdır?

(3) Orada hür ve mukim erkekler farz namazları cemaatle mi kılmaktadır?

(4) Orada Müslüman kadınlar ve genç kızlar şer'î tesettürlü müdür?

(5) Orada zekat vermesi gerekenler, zekatlarını Kur'ana, Sünnete, fıkha ve Şeriata uygun şekilde veriyorlar mı? Bu zekatlar Kur'ana, Sünnete, fıkha, Şeriata uygun şekilde sarf ediliyor mu?

(6) Orada Cuma ezanı okununca işyerleri, dükkanlar, atölyeler, fabrikalar kapanıyor, ticaret duruyor ve Müslüman halk akın akın camilere gidip Allah'ı zikr ediyor mu?

(7) Orada Allah'ın inzal etmiş olduğu hükümlerle mi hükm ediliyor?

(8) Orada nehar-ı Ramazanda alenen nakz-ı siyam ediliyor mu?

(9) Orada bütün Müslümanların biat ve itaat ettikleri bir genel başkanları, bir İmam-ı Kebirleri, bir Emirülmü'minînleri var mıdır, yok mudur?

(10) Orada yaşayan Müslümanlar, çeşitlilik içinde sarsılmaz bir Ümmet birliği çatısı altında mı yaşıyorlar, yoksa paramparça, darmadağın mı olmuşlar?

(11) Orada İslam ahlakı uygulanmakta mıdır?

(12) Oradaki idare ve düzen şeffaf ve temiz midir?

(13) Orada can, mal, din, ırz, neseb güvenliği var mıdır?

(14) Orada zina suç ve ahlaksızlık sayılıyor mu, sayılmıyor mu?

(15) Orada halkı bilgilendirecek, uyaracak, aydınlatacak, müjdeleyecek, korkutacak, çekip çevirecek, Müslümanlara nasihat edecek icazetli ve gerçek ulema, fukaha ve mürşidler var mıdır?

(16) Dünyanın her yerinde zulme uğrayan Müslümanlar ve gayr-i Müslimler oraya iltica etmek istiyorlar mı?

(17) Orada lüks, israf, sefahat var mıdır, yok mudur?

(18) Orada içki, kumar, her çeşit fuhuş, zina, büyük günahlar, çeşit çeşit şehvetler küstahça, açık şekilde, korkusuzca, sere serpe işleniyor mu?

(19) Orada yaşayan Müslümanlar dergah, zaviye ve tekkelerde toplanıp namaz kıldıktan sonra topluca zikrullah yapabiliyor mu?

(20) O ülkenin en büyük camisinde namaz kılınıyor mu, yoksa bu cami müze haline mi getirilmiş?

(21) Orada Deccaliyet, Süfyanilik, Tâğutluk baskısı yoğun ve yaygın mıdır?

(23) Ülkenin eğitim sistemi Tevhidî İslam eğitimi mi, yoksa Tağuti eğitim midir?

Bana hakaret eden cemaatçi kardeşim!.. Allahın selamı, rahmeti, bereketi hepimizin üzerine olsun, Hak Teala hazretleri hepimizi ıslah eylesin, cümlemizi râzı olduğu yolda yürütsün...

Sizin cemaatiniz ve cemaat faaliyetleriniz ölçü değildir.

Siz cemaat olarak Kur'ana, Sünnete, Şeriata, Ümmete, Hilafete, İslam ahlakına hizmet ediyorsanız ne mutlu size.

Cemaate, cemaatin başındaki zata hizmet ediyorsanız yazık size, vah size, eyvah size.

Hizmetler ihlasla yapılmazsa Allah katında makbul olmaz.

Bir alim, insanlar kendisi için "Yahu bu ne büyük alimmiş..." desinler diye ilim öğretiyorsa onun yeri (ihlassız olduğu için) cehennemdir.

Açları doyuran, çıplakları giydiren, hayır hasenat yapan bir zengin bunları, halk kendisi için "Yahu bu ne hayırsever zenginmiş.." desin diye yapıyorsa onun yeri de cehennemdir.

Cihad yapan, mukatele eden, canını tehlikeye atan ve en sonunda öldürülen zahirî bir şehid, halk kendisi hakkında "Bu ne yiğit adammış..." desinler diye cihad etmişse onun yeri de yüzüstü sürüklenerek cehenneme atılmaktır.

Bu üç örneği ben kafamdan yazmadım. Sahih-i Müslim tercümesini ve şerhini aç ve 1905 numaralı hadîs-i şerif oku. Bu hadîs bütün Müslümanlara önemli bir ders olarak okutulmalıdır.

Riyakâr ve münafık alimler,

Riyakâr ve münafık sözde hayırsever zenginler.

Riyakar ve münafık mücahidler

Bu hadîsteki nebevî tehdidi okusunlar da kendilerini düzeltsinler.

Bir Müslüman şu veya bu cemaate veya tarikata mensup olduğu için ihlaslı olup kurtulmaz.

Filan cemaate bağlı olacaksın, filan Muhterem'e intisabın olacak ve otomatik olarak kurtulacaksın... Mesele bu kadar basit, ucuz, kolay değil.

Hangi cemaate ve tarikata bağlı olursan ol önce ihlaslı olacaksın, muttaqi olacaksın, Allah'ın rızasını kazanmak için ibadet edeceksin, hizmet edeceksin.

Allahın bizden razı olmasını istiyorsak ibadetlerimizi, hizmetlerimizi, hayır hasenatımızı, eğitim faaliyetlerimizi, bütün amellerimizi ihlasla yapalım. Nifak ve riyadan uzak duralım.

Bana ağır hakaretler savuran cemaat mutaassıbı din kardeşime haklarımı helal ediyorum.

Rica ediyorum: Cemaat asabiyetini ve militanlığını bıraksın.
Hepimiz din kardeşiyiz.

Bizi birbirimize bağlayan din ve iman kardeşliğidir.

Cemaat veya tarikat kardeşliği özel bir bağdır. Bunu ana ölçü olarak kabul etmeyelim...

Cemaat kardeşliğini iman kardeşliğinin üzerinde görenler sapıktır, dengesizdir.

Cemaat parçadır, Ümmet bütündür.

Bütün parça içine sığmaz.

Bendenize sövüp saymakla yanlışlar doğru olmaz.



Mehmet Şevket EYGİ - 26 Eylül 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 26 Eylül 2011, 14:22:31
Gerçek dindar, Sahte Dindar

İki çeşit dindar vardır. Gerçek dindar, sahte dindar. Bu iki sınıf da kendi içlerinde kategorilere ayrılır.

Bunların özelliklerini sayalım:

*Gerçek dindar gıybet etmez, sahtesi bol bol eder.
Gıybet etme denildiğinde, "Benim bu yaptığım gıybet değil ki..." cevabını verir.

*Gerçek dindarın itikadı sahihtir. Sahtesinin inançlarında bid'atler vardır.

*Gerçek dindar kendini övmez,
sahtesi över de över.

*Gerçek dindar ihlaslıdır ama ben ihlaslıyım demez; sahtesi ihlassızdır, durmadan ben ihlaslıyım der.

*Gerçek dindar paraya ve dünya malına âşık değildir; sahtesi paraya âdeta tapar, zengin olmak için her haltı yer.

*Gerçek dindar ben demez, sahtesi günde bin kez ben der.

*Gerçek dindarın elinden ve dilinden Müslümanlar selamettedir. Sahtesinden değil.

*Gerçek dindar, bütün mü'minlerin tek bir Ümmet oluşturduğunun bilincinde ve idrakindedir. Sahtesi parça, cemaat, tarikat, grup taassubu, militanlığı sergiler.

*Gerçek dindar yalan söylemez, sahtesi söyler.

*Gerçek dindar verdiği sözü tutar,
sahtesi tutmaz.

*Gerçek dindar emanetlere ihanet etmez,
sahtesi eder.

*Gerçek dindar riyasete talib olmaz, matlub olursa, ehliyeti yoksa kabul etmez.

*Gerçek dindar ile sahte dindarı birbirinden ayıran en önemli ölçü ve kıstas para ve maddî menfaattir.

*Gerçek dindar haram yemez, sahtesi bol bol yer.

*Gerçek dindar lükse, israfa, sefahate kapılmaz; kanaatli, iktisatlı, mütevazı, ölçülü bir hayat sürer; sahte dindar israf eder, Nemrud ve Firavun gibi lüks, ihtişamlı, şatafatlı yaşar.

*Gerçek dindar nafile ibadetlerini kimseye göstermez, sezdirmez, söylemez; sahtesi davul çalarak bildirir, duyurur.

*Gerçek dindar yalakalık, meddahlık, yağcılık yapmaz;
sahtesi yapar.

*Gerçek dindar kendi günah ve ayıplarına bakmaktan ve üzülmekten, başkalarınınkileri göremez; sahte dindar kendi gözündeki merteği görmez, başkasının gözündeki saman çöpünü görür.

*Gerçek dindar başkalarının ayıp ve günahlarına karanlık gece gibi olur;
sahte dindar projektör tutar.

*Gerçek dindarda rahmanî tecelliler görünür, sahte dindarda şeytanî ışıltılar.



Mehmet Şevket EYGİ - 26 Eylül 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 27 Eylül 2011, 12:19:21
Hes Hes Hes

Vatanın dağlı, vâdili, yamaçlı, dereli, ırmaklı, şelâleli yemyeşil bir bölgesinde yaşıyorsunuz. Çocukluğunuz, gençliğiniz, orta yaşlılığınız oralarda geçmiş. Ormanları, pınarları, küçük köprüleri, yamaçlardaki evleri hep tanıyorsunuz. Yazın yeşillik, kışın kar, minarelerde ezanlar, yer yer tarlalar, bahçeler, küçük göllerde balıklar, yeşil başlı ördekler, yabani hayat, tilkiler, ceylanlar, yazın otları hışır hışır yararak yavaş yavaş ilerleyen kaplumbağalar, zararsız yılanlar, kuşlar, çiçekler, kelebekler.

Çocukluğunuz, gençliğiniz, orta yaşlılığınız buralarda geçti. Buralarda ölmek istiyorsunuz. Dedelerinizin yattığı küçük mezarlığa gömülmek istiyorsunuz.

Hayat böyle sürerken korkunç bir haber geliyor. Can alıcı bir canavarın HES HES HES diye soluduğunu duyuyorsunuz. Pis dumanlar çıkartan korkunç makinalar, buldozerler, kepçeler geliyor. Vadiler, yeşillikler, dereler, göletler, yosun tutmuş antika köprüler, kuş yuvaları, ceylanlar, kaplumbağalar, düşe kalka çalışan eski değirmen, bütün o eski hatıralar yok olacak, yerine HES yapılacak.

Güzellikler gidecek ama birileri HES'lenecek.

HES'lerde birileri için iyi para var.

Yeşil ağaçlar, şırıl şırıl akan dereler, eski taş köprüler, kuşlar, ceylanlar, küçük bahçeler ve bostanlar kimin umurunda. HES HES HES...

Elveda porsuklar, tilkiler, kunduzlar, sincaplar...

Allahı zikr eden yeşilliklere elveda.

Elveda tabiat, elveda bütün o güzellikler, elveda bütün o harikalar...

Buldozerler, kepçeler HES HES HES diye soluyor öfkeyle.

Kırlangıçlar acı çığlıklar atarak uçuşuyor.

Çocukluğunuzun, gençliğinizin, orta yaşlılığınızın bütün hatıraları, bütün güzellikleri HES olacak.

Makinalar HES HES diyor, birileri HES HES diyor.

Benim evim, bahçem, tarlam, hatıralarım böyle HES'li bir yerde olsaydı ve HES HES HES diye soluyan korkunç makinelar gelseydi ne yapardım.

Ben de ağlaya ağlaya protesto ederdim.

Yaşlandım... Biber gazlarının ve copların darbeleri altında ben de yerlere yuvarlanırdım.

Peygamberimiz ne buyurmuş: Malını korurken öldürülen şehid olur.

HES'ler mimsiz medeniyeti, maddeyi, kabalığı, hoyratlığı, tabiî düzenin tahribini temsil ediyor.

HES'lerde üretilecek elektrik ile TV'ler seyr edilecek. Milyonlarca vatandaşın soluğunu tutarak takip ettiği dizinin 37'nci bölümündeki ateşli aşk sahnesinde yataktaki karı ile erkeğin arasında yastık yokmuş, gerçekten çiftleşmişler.

Seyreden çocuklar erken büluğa ermiş.

HES HES HES...

Eyvah!


Mehmet Şevket EYGİ - 27 Eylül 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 27 Eylül 2011, 12:21:23
Şerefü'l Mekân bi'l Mekîn

Eskiden okumuş insanlar mekteplerde ve medreselerde Arapça ve Farsça öğreniyorlardı. Onların zengin, derin, renkli, ahenkli, zarif Türkçeleri vardı. Mektep medrese görmüşler, konuşur ve yazarken sözün içine Arapça, Farsça vecizeler, beyitler, hikmetli sözler katarlardı.

Bazen kısaca "Selamet der kenarest" derlerdi, bazen beytin tamamını söylerlerdi:

Be-derya der menâfi bi-şumarest

Eger hahi selamet der kenarest
Eskilerden çok duyduğum hikmetli Arapça sözlerden biri "Şerefü'l-mekân bi'l-mekîn" idi, yani bir yerin şerefi, oradaki insan(lar)dan gelir...

İstanbul eskiden, bugünküne nispetle daha şerefli bir mekandı. Çünkü çok değerli, çok şerefli, çok yüksek insanlar yaşıyordu.

Bir kere ulema ve fukaha vardı.

Tarikat şeyhleri, mürşid-i kâmiller vardı.

Mazanne-i kiram vardı.

Meşihat-ı islamiyye makamında Şeyhülislam vardı.

Rical-ı devlet, vüzera, ekâbir vardı.

Koca koca müşirler, paşalar vardı.

Üdeba, şuara, beyefendiler, hanımefendiler vardı.

Bunların hepsinin üstünde Hakan-ı Osmaniyan ve Halife-i Rûy-i Zemin Padişah hazretleri vardı.

Sultan Abdülhamid-i Sanî hazretleri Yıldız sarayından Cuma selamlığına çıkarken arabasına Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa'yı alırmış. Şimdi ne o Hünkâr var, ne o Gazi Paşa?

Gazi Osman Paşa, yaralı vaziyette Ruslara teslim olmak zorunda kaldığında Rus başkumandanı, onun masaya koyduğu kılıcını, tekrar kendisine uzatmış ve "Paşa hazretleri savaşlar böyledir, bir taraf galip gelir, bir taraf yenik düşer. Siz yenildiniz ama kılıcınızı şerefle taşımaya layıksınız" demiş. Hey gidi koca Osman paşa!

Eskiden İstanbul'da çok büyük tarikat şeyhleri varmış. Bunlardan biri Sultan Abdülhamid Han'ın mürşidi Şâzelî/Darkavî tarikati postnişini Muhammed Zâfir el-Medenî hazretleriydi.

Halkımıza okuma zevkini aşılayan üstad Ahmed Midhat efendi Beykoz'daki yalısına akşam yandan çarklı vapurla giderken, edebiyat ve kültür meraklıları etrafında halka olur, vapur aheste beste iskelelere uğrayarak Beykoz'a gelinceye kadar ne koyu sohbetler yapılırmış.

O eski değerli, şerefli, şereflendirici insanlardan biri İbnülemin Mahmud Kemal beyefendi idi. Yeri doldu mu?

Darülfünun hukuk fakültesi müderrislerinden Mardinî Zâde Ebulula beyi görenlerden duymuştum. Sarık ve cüppe ile ders verirmiş. İstanbul'da en düzgün sarık onunkisiymiş, kışın yakası samur kürk kaplı harika bir cüppe giyermiş.

Eski hat üstadları, eski musikişinaslar, bestekârlar, eski hafızlar, eski müezzinler... Hepsi beyaz atlara binip başka bir âleme göçtüler.

Bir Avrupalının Almanca kitabında Kelâmî dergahı şeyhi Erbilli Esad Efendi hazretlerinin Galata Köprüsü'nden Karaköy'e doğru yürürken alınmış fotografisini görmüştüm. Sarığı, cüppesi, şemlesi ile ne kadar güzel görünüyordu.

Edebiyat-ı Osmaniyede ateş redifli birkaç şiir var, Şeyh Galib de bu redifle bir gazel nazm etmiş. Lakin bunların en güzeli şehid-i mazlum Esad efendininkidir.

Ne mümkün bunca ateş ile şehid-i aşkı gasl etmek

Kefen ateş, cesed ateş, hem âb-ı hoş-güvar âteş

İstanbul'da konaklar varmış. Ramazan akşamlarında konakların kapıları açık durdurmuş. İsteyen girer ve sofraya otururmuş. Şimdi nerede o konaklar, nerede o cömert konak sahipleri.

Kapalı Çarşı sabah namazından sonra açılırmış. Çarşının şeyhi varmış. Müslüman esnaf Örücüler kapısı civarındaki küçük meydanda toplanırmış. Şeyh Efendi kısık sesiyle bir dua irad eder, gençlerden biri yüksek sesle tekrarlarmış: Önce Allah'a hamd ü sena, sonra Peygamber'e salat ü selam. Padişaha hayır dua... Ey Müslüman esnaf ve tüccar!.. Dükkanlarınıza, iş yerlerinize gidiniz ve helalinden rızk ve kazanç için çalışınız. Sakın ha!.. Müşteri kızıştırmak yok... Malın kusurunu söylemeden satmak yok...

Ah o eski İstanbul beyefendileri, ah eski hanımefendiler, küçük beyler, küçük hanımlar!..

Sarıklı ulema ve fukaha, tarikat taçlı şeyhler.

Ayasofya'dan okunan lâhutî ezanlar.

Galatasaray lisesinde sarığı ve cüppesiyle öğretmenlik yapan Hacı Zihni efendi.

Padişahların kılıç kuşanma merasimi Eyüb Sultan'da yapılırmış.

Kılıcı yeni Padişaha Konya Mevlevî dergahı postinişini Çelebi efendi hazretleri dua ile takarmış.

İstanbul'un mânevî vâlisi, mihmandar-ı Peygamberî Eba Eyyub el-Ensarî... O, İstanbul'u hâlâ şereflendiriyor. Ziyaretine giderseniz oradaki kalabalığa bakınız. Ne demek istediğimi anlarsınız.

O eski İstanbul'un görünen ve görünmeyen, bilinen ve gizli hazineleri şimdi kara topraklara girdiler. Kimisinin mezarı bile kalmadı.

Genç yaşında vefat eden Muallim Naci beyin Sultan Mahmud türbesi haziresindeki kabir taşındaki:

Hak-perdestim arz-ı ihlâs ettiğim dergâh bir

Bir nefes Tevhid'den ayrılmadım Allah bir

beyti...

Yâveran-ı Hazret-i Şehriyarî...

Sâdıkan, âşıkan, vefalılar, mürüvvetliler, fütüvvetliler...

Fatih türbedarı Âmiş efendi bile tek başına büyük bir hazineymiş.

Uzun sikkelerine yeşil sarık sarmış Mevlevî şeyhleri, dervişan, mutriban... Segâh âyiniyle dönen zâkiran.

Tesettürlü İslam hanımefendileri.

Şerefü'l-mekân bi'l-mekin...



Mehmet Şevket EYGİ - 27 Eylül 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 28 Eylül 2011, 16:51:43
Allah'tan ümit kesilmez

Allah'tan ümidini kesmek küfürdür. Bir kısım insanlardan, toplumdan ümidini kesmek küfür değildir.

Bendenizi insanlar ve toplum açısından ümitsizliğe düşüren hususlar şunlardır:

(1) Vasıflı mü'minlerde olması gereken firâset genelde çok azalmıştır. Bazılarında ise hiç yoktur. Firasetli mü'min Allah'ın nuruyla görür. O, bir delikten çıkan zararlı tarafından iki defa sokulmaz. Zamanımız Müslümanları aynı delikten çıkan zehirli yılanlar, akrepler, cinnî ve insî şeytanlar tarafından bir, iki, üç kere değil, bin kere sokulsalar yine ders ve ibret almıyor.

(2) Bir İslam toplumu için en büyük felaket ilim sahiplerinin bildikleri ile 'âmil olmamasıdır, hattâ bildiklerinin tam tersini yapmalarıdır. Böyle bilenler elbette toplumu doğru bilgilendiremez, uyaramaz, aydınlatamaz. Onların bir etkisi olmaz. Âlimin etkili olması için ilmiyle 'âmil ve muhlis olması gerekir.

(3) Din ilimlerinin dünyalık için, para için, zengin olmak için, köşeyi dönmek için, ünlü olmak için, alkış toplamak ve itibar sahibi olmak için, mesken edinmek için öğrenilmesi haramdır. Bugün din ilimleri ticaret ve zenginleşme konusu olmuştur.

(4) İslam'ın, sahih/doğru bir imandan sonra ikinci temeli/şartı beş vakit namaz kılmaktır. Bugünkü İslam toplumu beş vakit namazı yüzde 90 terk etmiş ve çeşit çeşit şehvetlerine uymuştur.

(5) İlim sahipleri, bu vahim konuda Ümmet-i Muhammed'i yeteri kadar ve etkili şekilde uyarmıyor, aydınlatmıyor, gereken nasihatleri yapmıyor.

(6) Müslüman kesimde şu anda en büyük değerler şunlardır: Para, refah, müreffeh ve konforlu bir hayat, güzel meskenler, kaliteli binitler, lüks ve rahat bir hayat sürmek... Bunlar maalesef israfa mukarin şeylerdir ve israf Kur'an, Sünnet, Şeriat ve İslam ahlakı tarafından haram kılınmış, kötülenmiş büyük bir günahtır.

(7) Allahü Teala ve Tekaddes hazretleri Kendisine ve Resulüne iman eden mü'minler topluluğuna Ümmet adını vermiştir. Ümmet, olumlu çeşitlilikler içinde sarsılmaz bir birlik teşkil eder. Her mü'min ve müslimde öncelikle Ümmet şuuru ve idraki olmalıdır. Ümmet şuuru ve idraki yok ama cemaat, grup, hizip, fırka, tarikat, parça, kabile asabiyeti, militanlığı, fanatizmi var; böyle bir İslam toplumu hapı yutmuş demektir.

(8) Müslümanların ellerinde hürriyet, imkan, fırsat, serbestlik varsa, başlarına mutlaka bir İmam-ı Kebir ve Emîrü'l-mü'minîn seçmeleri, seçilmiş İmam'a biat ve itaat etmeleri gerekir. Bu onlara hem nass bakımından, hem de aklen vacibtir. Bugün İslam dünyasında, bilhassa Türkiye Müslümanlarında bu konuda bir hareket ve kıpırdanma yoktur.

(9) Bir buçuk milyar Müslümanın büyük kısmının basiretleri bağlanmıştır. ABD, AB, Siyonizm, Haçlılar, emperyalistler, sömürgeciler, Global liberalizm tarafından kendilerine kurulmuş tuzaklara düşmektedirler.

Bir buçuk milyarlık İslam dünyasının bilgilendirilmesi, uyarılması, aydınlatılması gerekmektedir. Bu işi yapacak merkezi/üniter bir kurum yoktur.

İslam dünyasındaki bazı zalim rejimler zulmü o kadar ileriye götürmüşlerdir ki, bir Ortaasya İslam devleti, 18 yaşından küçüklerin camilere gitmesini yasak etmiştir. 1400 yıllık İslam tarihinde böyle bir rezalet ve zulüm görülmemiştir. 72 milyonluk Türkiye bu zulmü yeteri kadar protesto etmiş midir?

İslam dünyasında, temizlik ve şeffaflık notu, 10 üzerinden 5'in üstünde olan tek bir ülke yoktur. Müslümanlar kokuşma, temizlik, dürüstlük, ahlak ve fazilet bakımından sınıfta kalmışlardır.

İslam dünyası kendisine rehberlik kılavuzluk edecek ihlaslı büyük alimler, fakihler, mürşidler, ziyalılar, başkanlar yetiştirememektedir.

İtikad bozuklukları, bid'atler, fitneler fesatlar, nifak ve şikaklar, isyan ve tuğyanlar, büyük günahlar, azgınlıklar, şehvetler İslam alemini sarmıştır, genel bir yangın vardır. Bu yangın nasıl söndürülecektir? Kimler söndürecektir?

Din, iman, mukaddesat, Kur'an, Sünnet, dinî hizmetler, dinî yayınlar bezirganlık konusu olmuştur.

Bu durum karşısında elbette Allah'tan ümit kesmiyorum ama Müslümanlar konusunda oldukça ümitsizim.

On milyonlarca Türkiye Müslümanını ve bir buçuk milyarlık İslam alemini kimler bilgilendirecek,

Kimler uyaracak,

Kimler aydınlatacak,

Kimler onlara etkili nasihatler edecektir?

Bu iş benim işim değildir, öncelikle benim vazifem değildir.

(Not: Uyanık, şuurlu, ihlaslı, doğru ve dürüst, firasetli, ilmiyle 'âmil, âmirine bi'l-mâruf ve nâhine 'ani'l-münker, mücahid fi sebilillah, zamanın İmamına biatli ve itaatli, ezelde Allah ile yapmış oldukları ahd ve misaka sâdık, âhirete yönelik Müslümanların ellerinden öper ve dualarını beklerim. Tenkitlerim onlara râci değildir. Kendilerini tenzih ederim. Dualarını bekliyorum...)


Mehmet Şevket EYGİ - 28 Eylül 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 28 Eylül 2011, 16:52:38
Bozuk Reformcular

Reformcu, Kemalist, BOP'çu, Fazlurrahmancı, Feminist, değişimci, yenilikçi, Afganîci, mezhepsiz, telfik-i mezahip taraftarı, light İslam türetmek isteyen, Şeriatsız ve fıkıhsız bir İslam Protestanlığı icadına heveslenen bazı ilahiyatçıların veya naylon din bilginlerinin; gülünç, yersiz, yanlış, kafa karıştırıcı iddialarından biri de hayız ve nifas halindeki kadınlarla ilgilidir. Kur'ana, Sünnete ve icmâ-i ümmete dayanan Yüce İslam Şeriatinde hayızlı ve nifasla kadınların:

1. Namaz kılamayacakları, hayızlı ve nifaslı iken kılmadıkları namazların kazası gerekmediği,

2. Bu durumdaki Müslüman hanımların oruç tutmayacakları, tutamadıkları Ramazan oruçlarını bilahare kaza edecekleri,

3. Hayızlı ve nifaslı kadınların Kur'an okumasının caiz olmadığı, haram olduğu,

4. Hayızlı ve nifaslı kadınlar Kur'ana ve âyete el süremeyeceği, dokunamayacağı,

5. Hayızlı ve nifaslı kadınların cami ve mescidlere girmesinin haram olduğu,

6. Hayızlı ve nifaslı kadınların Mekke'deki Harem-i Şerifte tavaf yapamayacağı bildirilmektedir.

Bazı reformcu, mezhepsiz, aykırı ilahiyatçılar bu yasakları kabul etmiyor ve bunlar caizdir diyor.

Hiçbir Müslüman onların bu saçma ictihadlarını ve fetvalarını kabul etmemelidir.

Ehl-i Sünnet Müslümanları bu gibi konuları, içindeki bilgiler ve hükümler Kur'andan, Sünnetten ve icmâ-i ümmetten çıkartılmış olan ve güvenilir icazetli ulema ve fukaha tarafından yazılmış bulunan fıkıh ve ilmihal kitaplarından öğrenmelidir.

Bozuk ve aykırı bazı ilahiyatçıları ve naylon müctehidlerin yalanları, hezeyanları yazmakla bitmez.

Geçenlerde birileri Teravih namazı yoktur, Peygamberimiz bu namazı yasaklamıştır dedi, Diyanet ve ulema onların bu iddiasını çürüttü rezil oldular. (Diyanet'in Fetva Kuruluna teşekkür ediyorum, tebrikler...)

Bazıları Kur'anı, İslam'ı, Resulullah'ı red, inkar ve tekzib eden kafirler de ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diyorlar. Sanki -hâşâ- Cennet babalarını çiftliğidir...

Kur'an Yahudileri İslam'a çağırmıyor diyeni var.

Kur'an Hıristiyanları İslam'a çağırmıyor diyeni de.

İslam'da tesettür yoktur, tesettür Yahudilikten gelmedir diyeni de çıktı.

Üç yüz küsur muhkem Kur'an ayetinin bugünkü geçerli olmadığını iddia edenler var.

Şefaati inkar ediyorlar.

Kabirde sorguyu, Münker ve Nekir meleklerini inkar ediyorlar.

Mânevî tevâtürle yüzden fazla hadîsin beyanına göre geleceği bildirilmiş olan Hz. İsa aleyhisselamın âhir zamanda nüzulünü inkar ediyorlar.

Dinini, imanını kurtarmak isteyen, ebedî saadetini tehlikeye atmak istemeyen Müslümanlar bütün reformcu, aykırı, mezhepsiz ilahiyatçıları, onların bütün aykırı ictihad, fetva, görüş ve iddialarını reddetmelidir.

İmanımızı, itikadımızı, dinimizi, Şeraitimizi korumak istiyorsak, reformcu, yenilikçi, değişimci, şucu bucu ilahiyatçılardan uzak duralım.

Ehl-i Sünnet sınırları içinde kalan ilahiyatçılara hürmetimiz bakidir. Fitne fesat çıkacak diye meydanı reformculara bırakmasınlar. Din konusunda hiçbir fitne ve fesat dinde reformculuktan daha kötü ve şiddetli olamaz.



Mehmet Şevket EYGİ - 28 Eylül 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 29 Eylül 2011, 15:33:40
Merak Dikkat Hâfıza

ÜNİVERSİTELİ bir genç ziyaretime gelmişti. Sohbet esnasında "Zamane insanları, bilhassa gençler çok dikkatsiz, hafızaları pek zayıf" demiştim. Beni dikkatle dinlemişti. Sonra vedalaştı gitti. Beş dakika sonra kapı zilim acı acı çaldı. Bizim genç... Hayrola dedim. Gözlüğünü unutmuş!

Gözlüğünü unutmamış olsaydı cep telefonunu unuturdu. Veya çay masasının üzerine koyduğu cüzdanını...

Evet zamanımızda dikkat ve hafıza çok ama çok zayıfladı.

Bir de merak hemen hemen kalmadı gibi.

Birkaç gençle bir yerden geçiyoruz. Onlara "Şuraya bakın, ne kadar enteresan bir bina (yahut ağaç)" diyorum. Gözlerini hayretle açıp, "Yahu sizde de amma da göz var, bunları nasıl görüyorsunuz" diyerek taaccüp ediyorlar.

Maalesef toplumumuz gözlerini iyi kullanamıyor, bakıyor ama göremiyor, görse bile algılayamıyor.

Kültürün temel direklerinden üçü merak, dikkat ve hafızadır.

Peki kültür nedir?.. Bir Frenk mütefekkiri "Birçok bilgi edinirsin, onları zamanla unutursun, işte o unutmadan sonra geride kalan şey kültürdür" demiş.

Medenî bir insanla bedevî ve vahşi bir insanı ayırt eden şeylerin başında görgü gelir.

Görgünün tarifini yapmak zordur. En geniş mânasıyla incelik, kibarlık, insanî münasebetlerde nezaket, kimseyi kırmamak, gönül yıkmamak, büyüklere hürmet, küçüklere şefkat, komşulara iyilik, tanıdığı ve tanımadığı herkese güzel muamele etmek...

Eskiden bir İstanbul medeniyeti ve onun bir âdâb-ı muaşereti vardı.

Selamı önce küçük büyüğe verirdi.

Büyük selamı alırdı.

Hatır sıra sorması büyükten küçüğe olurdu. Selamdan sonra küçük büyüğe hemen "Nasılsınız efendim?" diye sormazdı.

Misafir, hele yaşça küçükse, buyurun oturunuz denilmeden oturmazdı.

Küçük veya büyük kimse ayak ayak üstüne atmazdı.

Büyüklere "eviniz" denmez, "devlethaneniz" denirdi.

Kendi evi için evim denilmez, fakirhanem denirdi.

İkram edilen bir şeyi (içecek, yiyecek, meyve, tatlı) "Ben bunu sevmem, yemem içmem" demek ağır hakaretti.

Kapı zili bir kere çalınırdı. Hemen açılmazsa bir iki dakika beklenir, tekrar çalınırdı.

Kapı açılmazsa geri dönülürdü.

Önce selam vermeden (yazılı veya sözlü) kelam edilmezdi.

Bir eve veya yazıhaneye gidildiğinde oradaki evrak, kitap, dergi, gazete vs karıştırılmazdı.

Lüzumsuz soru yöneltmek çok ayıptı.

(Bana bir soru yönelt, ben senin ne mal olduğunu söyleyeyim...)

Eski âdâb-ı muaşeretimiz âdâb üzerine kuruluydu.

Tramvayda biri ötekinin ayağına bassa, sonra "Afvedersiniz" dese, öteki "Estağfirullah efendim..." cevabını verirdi. Ayağına basılan adamın "Ulan dikkat etsene be!" diye bağırması onun eşekliğine delalet ederdi.

Sırası gelmişken beyan edeyim: Eskiden delâlet ile dalâlet kelimeleri arasındaki farkı her okumuş bilirdi.

Eski büyüklerimiz "Kişinin edebi zehebinden (altınından) hayırlıdır" derlerdi.

Rahmetli üstad Ord. Prof. Ali Fuad Başgil beyefendi, ziyaretine gelmiş yirmi yaşındaki üniversiteli gence "Beyefendi" diye hitap ederdi.

Çocukluğumda İstanbul'un kibar ve yontulmuş halkının en çok kullandığı kelime efendim idi.

Bozulma başlamıştı ama bugünkü kadar değildi.

Beyler bay oldu.

Hanımlar bayan.

Muhteremler sayın.

Eski nazik ve kibar kelimeler gitti, yerlerine ulan, yuh be, amma da kral geldi.

Müslümanlar gitti, İslamcılar geldi.

On milyon genç yetmiş milyon oldu.

İtiraf etmek lazım, epey maddî kalkınma oldu ama edep, görgü, medeniyet, kibarlık nereye gitti.

Meraksız, dikkatsiz, hafızasız yığınlar.

Başsız başsız adamlar!



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Eylül 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 29 Eylül 2011, 15:35:11
Dinî, İlmî Hizmetler ve Zenginlik

YAZILI, ilmî, edebî Arapça okumuş ve öğrenmiş... Diğer âlet ilimlerini, sonra 'âlî ilimleri, tefsir, usûl-i tefsir, hadîs, usûl-i hadîs, fıkıh, usûl-i fıkıh, kelam, siyer, velhasıl bütün ilimleri okumuş.

Sonra ne olmuş?..

Sırf Allah rızası için ihlâsla İslam'a hizmet etmiyor.

İslam, iman, Kur'an, Sünnet hakikatlarını ve nurlarını Ümmet'e ve insanlığa ulaştırmak için ihlasla, parasız pulsuz, garazsız ivazsız hizmet yapmıyor.

Birkaç kitap yazmış, tercüme etmiş ama te'lif ücreti için. Te'lif ücreti vermeyin, bir satır yazmaz.

İlmi var, talebe yetiştirmiyor.

Hattâ, yakın tarihlerde bazı meşhur din kişileri konuşma yapmak, konferans vermek için iyi paralar istiyorlardı. Para yok, konuşma yok; para yok, konferans yok. Allah Allah !..

Resmî bir kurum yakın tarihimizde bir Kur'an meali için 300 bin dolar telif ücreti ödemişti...

Asr-ı Saâdet ve Selef-i Sâlihîn devirlerine bakalım. O zamanlarda te'lif ücreti diye bir şey var mıydı?

Bilenler, âlim olanlar, bilmeyenlere imanı, İslam'ı, Kur'anı, Sünneti parasız, pulsuz, te'lif ücretsiz, sırf Allah rızası için öğretirlerdi.

Ücret Allah'tan beklenirdi.

Hem de bu dünyada değil, âhirette beklenirdi.

Çünkü dünya fâni, ücreti fâni...

İslam dininin temel kurallarından biri de şudur:

Din ilimlerini dünyalık elde etmek, para kazanıp zengin olmak, geçimini sağlamak için öğrenmek haramdır.

Din yücedir, süflî (alçak) şeylere âlet edilemez.

Şeriat ve fıkıh uygun görüyorsa bazı din hizmetlilerine geçinmelerini sağlayacak derecede ücret ve maaş verilir ama dinî hizmet ve faaliyetler, zengin olmaya kesinlikle âlet edilemez.

Zengin olmak, ün kazanmak için tefsir yazacak, hadîs kitabı hazırlayacak, Müslümanlara nasihat edecek... Böyle bir niyet ihlasa aykırıdır ve sahibini Cehenneme götürür. Hem de yüz üstü sürüklenerek... (Sahih-i Müslim, 1905 numaraları hadîsi okuyunuz.)

İslam'da din ilimleri sırf Allah rızası için ihlasla öğrenilir.

Din ilimleri ihlasla öğretilir.

Kur'an insanlara ihlasla okutulur.

Hadîs ihlasla okutulur.

Zengin ve varlıklı Müslüman ailelerin çocuklarından birini (istidadı varsa) Allah rızası için din alimi yetiştirmeleri gerekir.

Bu çocuklara her gün bir saat ihlas dersleri verilmelidir.

Din alimi olunca, geçimlerini ailenin rantlarından, gelirlerinden sağlamalıdır.

Onlar imanı, İslam'ı, Kur'anı, Sünneti, Şeriatı, İslam ahlakını Allah için öğretmelidir.

Fakir ailelerin çocukları da din ilimlerini öğrenip din alimi olabilir ve ücret/maaş alabilir ama niyet bu olmalıdır.

Niyet ettim Allah rızası için din ilimleri okumaya ve kısmet olursa din âlimi olmaya... Ücret veya maaş ruhsat ve fetva iledir.

Geçinmek için ücret ve maaş almaya fetva ve ruhsat verilmiştir ama din yoluyla zengin olmanın ne fetvası vardır, ne ruhsatı.

Bütün İslam tarihi boyunca gerçek din alimleri, gerçek fakihler, gerçek din hizmetkârları ihlasla hizmet etmiştir.

Başta Bediüzzaman hazretleri olmak üzere yakın tarihimizdeki bütün hizmetkarlar ücretsiz hizmet ettiler.

Dinimiz din, iman, Kur'an hizmetleri konusunda sadece zenginleşmeyi yasaklamıyor, aynı zamanda nefsaniyeti de yasaklıyor. İlmi Allah rızası için okumayan, Allah rızası için okutmayan, alimliği ve ilmî faaliyetleri insanlar kendisi için "Yahu bu ne büyük alimmiş!.." desinler diye okutan kimsenin Cehenneme atılacağını yukarıda kaynağını verdiğim hadîs açıkça beyan ediyor.

Bir subay, mesleğini zengin olmak, köşeyi dönmek için âlet edebilir mi? Edemez. Din âlimi, din ilimlerini ve dinî hizmetleri hiç edemez.

Zamanımızda elbette sırf Allah rızası için ihlâsla, garazsız ivazsız, parasız pulsuz hizmet eden alimler, fakihler vardır. Hepsinin ellerinden öper dualarını beklerim.

Din, iman, İslam, Kur'an, hadîs, Şeriat, mukaddesat ticaret konusu olamaz, bunlar zenginleşmeye, köşeyi dönmeye, voli vurmaya alet edilemez.

Müslüman bir tâcir helalinden para kazanabilir ama bir din alimi din ile para kazanıp zengin olamaz.

Din ilimlerinde, din eğitiminde, dinî hizmet ve faaliyetlerde ihlas gidince yerine zillet gelir.

Din hizmetlerini başarıyla (tevfik) sadece ihlaslı hizmetkarlar yapabilir.

Din hizmeti mi yapıyorsun, (aileden, babadan dededen servetin olsa bile) fakirliği kabul edeceksin.

Dünya, insanlar fakirdir. Asıl zengin Rab Tealadır.

Ücretini Allah'tan bekleyerek ihlasla hizmet edenler ne güzel bir ticaret yapmışlardır.



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Eylül 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 30 Eylül 2011, 18:30:56
İnce Upuzun Yılan Gibi Karadeniz Sahil Yolu

Rize'de yağmur yağmış, seller akmış, sel suları denize ulaşamamış, bir yığın sıkıntı olmuş; sahil tarafı çamurla dolmuş, 400 ev tahliye edilmiş.

Rize ülkemizin en yağmurlu şehridir. Orada öteden beri yağmurlar yağar, sular akar... Bu sefer niçin böyle olmuş?

Mâlumunuz Karadeniz sahiline ince upuzun bir yol yaptılar. Denizle kara arasında taa Hopa'ya, Gürcistan sınırına kadar yılan gibi uzanıyor.

Denizin mavisiyle karanın yeşili arasına katranlı bir çizgi çektiler.

Bu yol yapılmaya başlanmadan önce çok itiraz eden oldu ama dinlemediler.

Medenî ülkelerde böyle yollar, sahilde yapılmaz, yukarıda dağ yamaçlarından geçirilir.

Bu yol yapılırken bir bölgede avukatın biri idare mahkemesinde dava açmış oradaki inşaatı durdurtmuştu. Sonra avukat öldürüldü ve inşaat yeniden başladıydı.

Rize'deki sel sularının akmaması, etrafı çamur kaplaması sahil yolu yüzündenmiş.

Bu deniz kenarındaki yolun başka bir kısmı da çatlamış. İnternette resimlerini gördüm. Yoldaki derin ve geniş çatlakların içine vatandaşlar girmiş, hatıra resmi çektirmiş. Yol beş milyar dolara mal olmuş. Yol müteahhitleri çok iyi paralar kazanmışlar.

Sahil yoluna itiraz edenler, hiç yol yapılmasın dememişler, sahilde yapılmasın, yukarılardan geçsin demişler ama kimseye laf anlatamamışlar.

Geçtiğimiz yıllarda da Karadeniz sahilinde yağmurlar yağmış, seller akmış, binalar yıkılmış, insanlarımız ölmüştü.

Sahil yolu güzel de, mahzurlu (sakıncalı) tarafları düşünülseydi ne iyi olurdu.

Sanırım bu ipince, upuzun, yılan gibi kıvrılıp giden sahil yolu ileride çok sel baskınlarına, evlerin yıkılmasına, ölümlere sebebiyet verecektir.

Büyük Karadeniz fırtınalarında bu yolun bazı kısımlarını dev dalgalar yutacaktır.

Keşke itirazlar dinlenmiş olsaydı da yol yukarıdan yapılmış olsaydı.




Mehmet Şevket EYGİ - 30 Eylül 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 30 Eylül 2011, 18:31:38
Tv'de Dehşetli, Küfürlü, Üzerine Yürümeli Kavga

Bombeli, karamelli, pistaşlı, peşmelbalı pasta yapan karısını bağırarak çağırdı: "Sevgi hemen gel açıkoturumda kavga başladı!.." Sevgi hanım geldi, koltuğa oturdu. Ekranda klasik bir açık oturum sahnesi... Sunucular, konuk tartışmacılar... Bunlardan ikisi bağırarak birlirlerine suçluyor. Seslerin tonu yükseldi, ikisi de ayağa kalktı, hem bağırıyor, hem el kol hareketi yapıyorlar. Havada küfürler uçuşuyor, kavga kızışıyor, kızışıyor kızışıyor.

Yakası açılmadık küfürler ediliyor. Yurdun her yerinde milyonlarca vatandaş zevkle seyrediyor. Haberi olmayanlar çağırılıyor. Zehra acele gel, tv'de kavga başladı... Naciye bırak şimdi çay yapmayı, çabuk koş kavgayı kaçırma... (Cep telefonunu açar, dostlarını arar) "Çocuklar hemen filan kanalı açın kavga var, dikkatim dağılmasın ben kapatıyorum, öperim, çüş..."

Saniyeler geçtikçe kavga kızışır, taraflar birbirinin üzerine yürür.

Milyonlarca insan bu kavgayı seyrederek tatmin olur, huzur bulur, mutlu olur.

Kavgacılar birbirleri aleyhine dava açarlar.

Tv patronu sunucuları çağırır ve "Aferin, sizinle iftihar ediyorum, o gece dehşetli bir reyting oldu, tebrikler" der.



Mehmet Şevket EYGİ - 30 Eylül 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 30 Eylül 2011, 18:32:26
Türkiye'nin Sünnî Çoğunluğu

Türkiye'nin büyük çoğunluğunu Sünnî halk oluşturur. Ülkemizde Türk, Kürt, Alevî ve daha hayli çeşitlilik vardır. Tahminen bir buçuk milyon Kripto Yahudi, yine bir buçuk milyon Kripto Ermeni de vardır. Az miktarda tek kimlikli Musevî, Ermeni, Süryanî, iki bin kadar Rum...

Son yıllarda bütün azınlıklar kimliklerini korumak, hak ve hürriyetlerini elde etmek için çalışıyor ama çoğunlukta bir kıpırdanma görülmüyor.

Bütün dinî azınlıkların devletten bağımsız dinî teşkilatları, din başkanları var ama Sünnîlerin bağımsız bir başkanı, bir İmam-ı Kebir'i yok.

Sayıları çeşitli baskılardan, kaçmalardan, kaçırmalardan sonra iki bine düşmüş Ortodoks Rumların bile patrikleri var.

Yahudilerin hahambaşıları var.

Gregoryen Ermenilerin Patriği var.

Sayıları çok az olan Masonların Üstad-ı Azamları var.

Sünnîlerin laik ve Kemalist rejime bağlı olmayan bir Halife'leri, İmam'ları, Emîr'leri yok.

İşin en garip tarafı Sünnî kesimde bu yokluğun acısı ve kederi de yok.

Heybeliada'da Rum Ortodoks Ruhban Mektebinin yeniden açılması için müzakereler, tartışmalar, pazarlıklar yapılıyor ama kapatılmış olan Medâris-i İslamiyenin açılması için herhangi bir teşebbüs yok.

Yine, haksız yere zulmen kapatılmış olan tarikat ve tasavvuf tekkelerinin açılması için çalışan da yok.

Vaktiyle Sünnî Müslümanların belini kırmak, onları hafızasız bir toplum haline getirmek için yazıyı ve lisanı değiştirmişlerdi. Bu konuda da bir faaliyet görülmüyor.

Sünnî Müslümanlar üzerinde ağır baskılar yapıldı. Onların kıyafetlerine ve serpuşlarına bile insan haklarına aykırı kısıtlamalar getirilmiştir. Bunlar kalksın diye bir kampanya açılmıyor.

Velhasıl Sünnî Müslüman çoğunluk sanki afyonlanmıştır.

Haklarını, hürriyetlerini arayamıyor.

Devletten ayrı din teşkilatına sahip olmak için çalışmıyor.

Başına bağımsız bir din büyüğü seçmeyi düşünmüyor.

İslam vakıflarını (Evkaf-ı İslamiye) bağımsız hale getirmeyi düşünmüyor.

Ülkemizde misyoner okulları var ama Müslümanların, devletten bağımsız İslam Maarif teşkilatı ve İslam mektepleri yok.

Farmasonlar kendi localarında bildikleri gibi Masonik âyinler yapıyor, Müslümanlar tekkelerde toplanıp zikrullah yapamıyor.

Evet Sünnî Müslüman çoğunluk öylesine uyuşturulmuş, afyonlanmış, sersemletilmiş ki, en tabiî haklarını bile aramaktan âciz vaziyete düşmüştür.

Ülkemizde eskisine nispetle çok hürriyet var ama Müslümanlar bunu iğtinam edemiyor (ganimet olarak kullanamıyor).

Sünnî Müslümanların üzerine sanki ölü toprağı saçılmıştır.

Acaba bu gafletin, bu güçsüzlüğün sebepleri nelerdir?

Sanırım, bunun birinci sebebi Müslümanların tek bir Ümmet olmaktan çıkıp, birbirlerinden kopuk, bazısı birbirine rakip cemaatler ve gruplar haline gelmiş olmasıdır.

Sayıları on milyonlarca da olsa Sünnî Müslümanlar Ümmet teşkilatını ve şuurunu yitirirlerse sürü haline dönerler.

Olur mu böyle şey, sen neler söylüyorsun?

Hiç olmaz olur mu?

Şu halimize, halinize baksanıza!..

Hindistan İngiliz işgali altında iken, Hint Müslümanları Hilafet için çalışmışlardı. Hattâ İstiklal mücadelemize katkıda bulunmak için 30 bin altın göndermişlerdi de o para tebahhur etmişti (Sözlüğe bakınız).

Türkiye Sünnîlerinin, vaktiyle İngiliz boyunduruğu altındaki Hint Müslümanları kadar Ümmet, Hilafet, Şeriat şuuru ve gayreti yok.

Ramazan ayında Malatya'da bir vekil imam Cuma hutbesi esnasında Hilafet ve Şeriat isteyince, cemaatin bir kısmı tarafından aşağı indirilmiş ve Diyanet tarafından hemen işine son verilmiştir.

Sünnî Müslümanları derin gaflet ve atalet uykularından kimler uyandıracak?



Mehmet Şevket EYGİ - 30 Eylül 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 01 Ekim 2011, 14:18:48
Müslümanın Gözü ve Bakışı

VARLIĞA, dünyaya, ülkeye, olup bitenlere, kendisine, çocuğuna bakış; dinlere, inançlara, hayat felsefesine, kültüre, zihniyete göre değişir.

Bir Budistin bakışıyla bir Müslümanın bakışı bir değildir.

Herkesin "kendi" gözü vardır, dünyayı onunla görür. Bir sinek ile bir balık aynı şeyleri ayrı görürler.

Küçük çocuk okuldan eve gelir. Annesi ve babası Müslümansa onun için şöyle düşünürler:

İnşaAllah çocuğumuz iyi bir Müslüman, iyi bir insan, iyi bir vatandaş olarak yetişir. Güçlü bir imanı olur, âqil ve bâliğ olunca ibadetlerini yerine getirir, ahlak ve fazilet sahibi hayırlı bir kimse olur. Biz yaşlanıp ölünce çocuğumuzun hayrının, hasenatının, iyiliklerinin sevabı bize de yazılır. İnşaAllah zamanı gelince Allah'ın lütfu ve keremi ile Cennet'te buluşmak nasip olur.

Allah'a ve âhirete inanmayan (yahut inanır görünüp de gerçekte inanmayan) materyalist bir ana babanın düşüncesi şöyledir:

Çocuğumuz büyüsün yetişsin, bütün tahsil kademelerini başarıyla geçsin, parlak bir kariyer yapsın. Çok para kazansın, lüks ve konforlu bir hayat sürsün. Ünlü, anlı, şanlı biri olsun. Öyle olsun ki, biz onunla kıvanç duyalım, gururlanalım.

Geliri fazla olmayan bir Müslüman akşam sofraya oturur. Hanımına fazla mutfak parası veremediği için o günün menüsü şöyledir: Tarhana çorbası, yeşil mercimek yemeği, üzüm hoşafı.

Müslüman bu sofra karşısında ne yapar?.. Allah'a bin kere şükr eder. Bin değil, milyon kere şükr etse, yine de şükür vazifesini hakkıyla yerine getiremediğini bilir.

Somali'deki aç Müslümanları düşünür de Cenab-ı Hakk'ın kendisine ihsan buyurduğu bu sofranın ne büyük nimet ve ziyafet olduğunu idrak eder.

Yemeğini yer, yine şükür duası eder.

Müslüman bilir ki, bu sofradaki yemekler onun bu akşamki rızkıdır. Allah ezelde onun bu tarihte bu yemekleri yiyeceğini takdir buyurmuştur.

Yemekler ucuz ve mütevazı diye nankörlük, terbiyesizlik ve küstahlık etmez.

Peki nankör bir insan böyle bir sofra önünde ne yapar, ne der?

Yine mi çorba, yine mi mercimek, yine mi hoşaf!.. Biz niçin nar gibi kızarmış kaburga dolması yiyemiyoruz? Niçin bizim soframızda pirzolalar, biftekler, lüferler, baklalı enginarlar, beğendili hünkâr kebapları, kaymaklı tatlılar, nefis dondurmalar yok?

Yemeği yerken homur homur küfran-ı nimette bulunur.

Bir Müslümanla azgın bir fâsığın otomobile bakışı da başkadır. Mütedeyyin ve faziletli bir Müslüman ihtiyacına ve malî imkanlarına göre bir otomobil alır. Fâsık ise israf eder, ihtiyaç ve lüzum olmadığı halde sırf gösteriş, gurur, kibir, lüks sergilemek için, gerekenin üç misli pahalı bir otoya biner.

Mü'minin gözü ile münkirin (inkâr edenin) gözü hiç bir olur mu?

Mü'min firasetlidir, Allah'ın nuru ile görür.

Mü'min ölümden sonra dirilmeye, Mahşer'e, Mahkeme-i Kübraya, hesap kitaba, Cennet ve Cehenneme, bunları sanki görürmüş gibi inanır. Bu yüzden, dünyevî vazifelerini yaparken hep âhirete yönelik olur.

Evet, Müslümanın hayata bakışı Müslümancadır.

Müslüman, Müslümanca görür.

Müslümanca düşünür.

Müslüman siyasete, topluma, ülkeye, aileye, ticarete, velhasıl her şeye Müslümanca bakan, bakabilen kimsedir.

Kendisi Müslüman ama bakışı kâfirce... Ne korkunç tezat (çelişki)...



Mehmet Şevket EYGİ - 01 Ekim 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 01 Ekim 2011, 14:20:05
Diyanet Bu Hezeyanlara Niçin Cevap vermiyor?
(Bu yazıyı geçen Ramazan'da kaleme almıştım)

BAZI Müslümanların bu tuzaklara kolayca düşmesini anlamak kolay değil.

Beş vakit namaz kılmaktan geçtim, cumaya, hattâ bayram namazına bile gitmeyen, ömrü boyunca alnı secdeye varmayan bir iki medyacı "İslam'da teravih yokmuş... İslam'da beş vakit namaz yokmuş..." yaygaraları kopartıyorlar ve Müslümanlar bunları muhatab kabul edip tartışıyor.

Yahu bu medyacılar Müslüman mı değil mi, bu husus bile belli değil.

Din konusunda ilimleri, kültürleri, birikimleri de yok. Böyle kişiler dinî konularda muhatab alınır mı?

Onların amaçları nedir?.. Dinî konuları ayağa düşürmek, alaya almak, magazinleştirmek.

İslam'da teravih ve beş vakit namaz yok gibi saçma sapan iddiaları ortaya atan ilahiyatçılara bakınız. Bunların bazısı namaz bile kılmaz.

Teravih (gece) namazı Kur'an, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile sabittir. Peygamber, Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn, Selef-i Sâlihîn, her asırda gelip geçmiş ulema, fukaha, mürşidler kılmıştır.

İslam'ın ve Ümmetin ana caddesi olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat teravih namazının hak olduğunu kabul etmiştir.

Böyle bir dinî değer hiç tartışılır mı?

İslam'da teravihin olmadığını iddia etmek saçmalıktır.

Böyle bir iddiayı ancak beyinsiz reformcular, dinde yenilik, değişim, hafifletme isteyenler yapar.

Şu hezeyana bakınız: Yirmi rekat namaz çokmuş... Sana çok geliyorsa kılma, lakin inkar da etme. Çünkü vardır.

Diyanet Fetva Kurulu'nun Teravih inkarcılarına vermiş olduğu cevap takdire şâyandır.

Reformcuların bazısına kalsa farz namazları da külliyen inkar edecekler ama o kadarına cesaret edemiyorlar.

Beşi üçe indiriyorlar...

Sonra haftada bir Cuma namazına indirecekler.

Sonra yılda iki kez bayram namazı yeter diyecekler...

Öyle ya, Pakistan'dan sürülmüş şu Fazlurrahman'ın Tâtiliye ve Tarihsellik mezhebi var ya. Ne diyor? Kur'andaki nice kesin/muhkem farzın hükmü eskidendi. Onlar tarihseldir, bugün geçerli değildir.

Türkiye'de İslam medreseleri olsaydı bu adamlar bu kadar kuru sıkı atamazlardı.

İlahiyat camiası içinde de Ehl-i Sünnet hocaları çok ama topluca ses çıkartmıyorlar.

250 Sünnî İlahiyat profesörü ve doçenti müşterek bir fetva hazırlayıp yayınlasalar ve reformcuların hezeyanlarını çürütseler ne iyi olur. İyi olur ama onları bir araya getirip, fetva yazdırıp yayınlayacak bir kurum yok.

Bugün ülkemizde Ehl-i Sünnet'i yıkıp yerine:

Mezhepsiz,

Fıkıhsız Şeriatsız,

Ilımlı/light,

Protestanlığa benzer,

Evcil, uysal,

ABD, AB, İsrail ve Haçlıların istediği şekilde,

Laik ve seküler...

Bir İslam türetilip getirilmek istenmektedir.

Hattâ bu maksatla bir hadîs ayıklama faaliyeti başlatılmıştır. Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîsleri AB norm ve standartlarına göre ayıklanacak, Feminizm sapık ideolojisine uymayan hadîsler külliyata alınmayacakmış. BBC'den Robert Pigott'un (BBC News, 26 Feb. 2008, Turkey in radical revision of Islamic texts) anlattıkları, 1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir reform hareketidir.

Bütün Ehl-i sünnet Müslümanları ülkemizdeki, dıştan destekli yeni bir İslam türetme hareketine ve faaliyetlerine karşı çıkmalıdır.

Bütün Sünnî ulema, fukaha, ilahiyatçılar ve ziyalılar bunu protesto etmelidir.

Diyanet Fetva Heyeti böyle bir şeye kesinlikle izin vermemelidir.

Bendeniz bu konuda hayli bilgiye sahibim ama bunların hepsini çok açık şekilde yazamıyorum.

Ehl-i Sünnet Müslümanlarının temel vazifelerinden biri de Kur'an, Sünnet ve icmâ-i ümmete dayanan gerçek, münzel, doğru, cadde-i kübra, Sevad-ı Âzam Müslümanlığını korumaktır.

Papazların, hahamların, politikacıların, gayr-i Müslimlerin dinimize karışmaya, dinimizde reform yapmaya ve yaptırmaya, mezhep değiştirmeye, Diyanet'i âlet etmeye hakları yoktur.

Türkiye'de din konusunda dönen dolaplardan İslam dünyasının haberi yoktur.

Arapça ve İngilizce bir kitapçık çıkartılarak durum İslam dünyasına bildirilmelidir.

Bütün reform faaliyetleri bid'attir.

Müslümanlar bid'atleri reddetmeli ve Ehl-i Sünnet dairesi içinde sâbit-kadem olmalıdır.



Mehmet Şevket EYGİ - 01 Ekim 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 02 Ekim 2011, 15:05:56
Elektriğe Karşıymışım!

HES'lere karşıymışım, dolayısıyla elektriğe karşıymışım, mumla veya gazyağı lambasıyla aydınlanmaya razıymışım...

Ne geri zekalıca suçlamadır bu.

Bendeniz HES'e MES'e değil, tabiatın katl edilmesine karşıyım ve yüzde yüz haklıyım.

Bundan on beş sene önce kırsal kesimde mütevazı bir bağ evi yaptırmıştım. Nostaljik olsun diye içine elektrik tesisatı döşettirmemiştim. Çocukluğumda geceleri gazyağı lambası ile aydınlanırdık. Yine öyle yapabilirim sanmıştım. Bir de gördüm ki, gazyağının ışığıyla kitap okuyamıyorum, elektrik getirttim.

HES'leri tenkit etmek, HES'leri protesto eden köylülerden yana çıkmak elektrik düşmanı olmak demek değildir. Böyle bir iddia mantığa ve vicdana aykırıdır.

Biz tabiatın, yeşilliğin, insanların hukukun korunmasını istiyoruz.

Vaktiyle Karadeniz sahil yolunu tenkit edenler, yol yapılmasın demiyorlar, sahilde yapılmasın diyorlardı. Aradan zaman geçti, ne kadar haklı oldukları meydana çıktı.

Bendeniz nükleer enerjiye de karşıyım. Çünkü ileride yeni Çernobil faciaları olmasından korkuyorum.

İstanbul'un şu anda yirmi milyondan fazla nüfusa sahip olmasına karşıyım.

Çılgın projelerle bu nüfusun kırk milyona çıkarılmak istenmesine çok karşıyım.

İsrafın (savurganlığın) her türlüsüne karşıyım.

Rüşvete, hortumlamaya, o biçim komisyonlara, imar yolsuzluklarına da karşıyım.

Eğitimdeki Tevhid-i Tedrisat'a karşıyım.

Tevhid-i Tedrisat kanunla yapılıyormuş, binaenaleyh meşruymuş. Ne aptalca mantık!

Türkiye'nin Müslüman halkına gizlice muazzam miktarda domuz eti ve domuz yağı yedirilmesine de karşıyım.

Vazifelerini yapmayan belediyeleri ağır şekilde kınıyorum. Müslümanların hakları onlara haram ve zehir olsun!

Bütün haksızlıklara, zulümlere, sahtekarlıklara, haram yollarla zengin olmalara, israfa, sefahate hep karşıyım.

Yapılaşmaya kapalı arazileri inşaata açmaya karşıyım.

Dörtte birine inşaat izni olan arazinin dörtte üçüne inşa izni verilmesine karşıyım.

Altı kat binaya izin olan yerin on altı kata çıkarılmasına karşıyım.

Bütün haram, kirli, kara gelirlere ve servetlere karşıyım.

Türkiye'de TC başlıklı resmî devlet vesikalarıyla karı satılıyor, bu satıştan KDV ve gelir vergisi alınıp bütçeye konuluyor. Cumhurbaşkanının, Diyanet İşleri Başkanı'nın, müftülerin, bütün memurların maaşları yasal/legal karı satışı gelirleri katılmış bütçeden ödeniyor. Kanunla yapılan bu iş adalete, insan haklarına, kadın haklarına, vicdana, ahlaka, fazilete, gerçek hukuka uygun mudur.

Karı satışı yasalmış... Pöh!..

Yasal da TC niçin uluslararası kadın hakları sözleşmelerine "Kadınlara yasal fahişelik yaptırmayacağım" diye imza koymuştur?

Yeni Ceza Kanunu'nda zina suç sayılmıyor diye zina yasal mı oldu?

Elektrik üretmenin en az sakıncalı yolları vardır. Onları arayıp bulsunlar ve hayata geçirsinler.

Önemli olan filan firmanın, filan müteahhidin, filancanın sebeplenmesi değil, Türkiye'nin ülke, halk ve devlet olarak menfaatlerinin korunmasıdır.

Önemlilik sırasında, elektrikten önce adalet, tabiatı korumak ve insan hakları gelir.



Mehmet Şevket EYGİ - 02 Ekim 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 02 Ekim 2011, 15:07:49
Ağlayan Yok

Din elden gidiyor veya gitmiş, yeterli sayıda ağlayan yok. Şeriat elden gitmiş, feryat eden yok.

Beş vakit namazı halkın yüzde 90'ı kılmıyor, fazla üzülen yok.

Ramazan'da cayın cayır oruç yeniyor, kimin umurunda.

Fuhuş, ahlaksızlık, edepsizlik korkunç boyutlarda, bu kadarı da olmaz diyen hemen hemen yok.

Medya yoğun şekilde müstehcen yayın yapıyor, tahrik edici seksî resimler basıyor; protesto eden yok.

"İslam'da teravih yoktur, Peygamber teravihi yasaklamıştır" (Olmayan bir şeyi nasıl ve niçin yasaklıyor?) hezeyanı savruluyor, en az bir milyon Müslüman protesto etmiyor.

Feministler yatsı ve teravih namazında Hacıbayram Camii'nin içine erkekleri sokmuyor. Sadece kadınları içeriye alıyor; bu bid'at tepkisiz kalıyor.

Ceza Kanunu'ndan zina suçu kaldırılıyor, gereken tepki gösterilmiyor.

Diyanet kadrosundan bir kadın müftü yardımcısı Buharî'de yer alan sahih bir hadîs için "Peygambere söyletilmiş" diyor; aldıran yok.

Bazıları bunca kötülüğe karşı "Dinde zorlama yoktur" diyor. Dinde zorlama olmaması gayr-i Müslimler içindir. Müslümanlar (zemine ve zamana göre) dinî konularda zorlanır.

Bir İslam devletinin Müslüman tebaası beş vakit namaz kılmakla mükelleftir, bu konuda zorlama vardır.

Hür ve mukim erkekler, şer'î özürleri yoksa, farz namazları cemaatle kılmalıdır. Bu konuda da zorlama yapılır.

Bir İslam devleti nehar-ı Ramazan'da alenen oruç yenilmesine rıza göstermez, yiyenleri cezalandırır. 1923'te Cumhuriyet ilan edildiği zaman anayasanın ikinci maddesinde "Devletin dini İslam'dır" yazılı idi, İstanbul'da Dolmabahçe sarayında bir Halife vardı, kabinede Şeriat Bakanlığı bulunuyordu ve polis Ramazan'da oruç yiyenleri tutukluyordu...

Bugün İslam devleti yok, laik/seküler bir düzen var ama Müslümanlar yine de (yüzde yüz olmasa bile) emr-i mâruf ve nehy-i münker yapabilirler. Niçin yapmıyorlar?

İslam devleti yok ama mahalle baskısı ne güne duruyor.

Şiddete baş vurmadan, yasaları çiğnemeden, İslamî insan haklarını ihlal etmeden pekala mahalle baskısı yapılabilir.

Müslümanların çoğunda ruh kalmamış, gayret kalmamış, islamî şuur ve hassasiyet kalmamış.

Emr-i mâruf ve nehy-i münker şuuru ve hassasiyeti kalmamış.

Çağdaşlar, otobüse kısacık seksî şortla binip ayaklarını uzatan kız protesto edilince kızılca kıyamet kopartıyorlar ama Müslümanlar onlar kadar karşı tepki göstermiyor, dinî ve millî değerlerini yeteri kadar savunmuyor.



Mehmet Şevket EYGİ - 02 Ekim 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 03 Ekim 2011, 11:40:59
Haşema ve Tesettür

Orta yaşlı tesettürlü bir hanım haşemalı olduğu için oturduğu sitenin havuzuna sokulmamış, engel olan idarecileri mahkemeye vermiş.

Bu konuda birkaç yanlışlık var gibi geliyor bana.

Madem ki, tesettürlü dindar bir bayansın, ne işin var senin o bikinililerin arasında havuz safası yapmakta?

İdarecilere gelince: Sizin ne hakkınız var, o hanımı kovmaya?

Birkaç yıldan beri bir haşema modası çıktı. Varlıklı Müslüman kadınlar ve kızlar sözde tesettüre uygun uzun bir banyo elbisesine bürünüp denize veya havuza giriyorlar.

Tesettür ikidir. Birincisi vücudunu örtmek, ikincisi nâ mahrem erkeklerle ihtilât etmemek.

Müslüman hanımların, haşemayla da olsa deniz veya havuz alemleri yapmaları doğru değildir.

Haşemayla da olsa Müslüman bir hanımın yabancı erkekler arasında denize girmesi ayıptır.

Bundan iki yüz yıl önce yaşamış bir Osmanlı Müslümanına bugünkü tesettür kıyafetlerini gösterselerdi, onların çoğu için bunlar tesettür değil rezillik derdi.

Tesettür sadece başını örtmek değildir.

Başı örtülü, fakat saçlarını deve hörgücü gibi topuz yapmış. Tesettüre uymaz.

Başını örtmüş, elbisesi dar ve vücut hatlarını gösteriyor. Bu tesettür değil, anti-tesettürdür.

Bir Müslüman hanım gerçek tesettür kıyafetine bürünmüş olsa bile caddelerde meydanlarda, kalabalık yerlerde kendini teşhir edemez.

Bir kısım hanımlarımız Şeriata oldukça uygun tesettüre bürünüyor. Onları tebrik ediyorum.

Bir kısmı da başını örtüyor ama onunki gerçek tesettür değil.

Bu memlekette bir İmamet-i Kübra kurumu olsaydı, onun bir Meşihat dairesi bulunsaydı, halk tesettür konusunda uyarılırdı.

Uyarıları herkes kabul etmese bile halkın en az yüzde otuzu kabul ederdi ve bugünkü aksaklıklar ve aykırılıkların çoğu olmazdı.

Tesettür defileleri İslam'a, Şeriat'a aykırıdır.

Birileri tesettürün cılkını çıkartmıştır.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona), İslam kadın ve kızlarının saçlarını deve hörgücü gibi yapmalarını yasaklamıştır.

Saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadınların Cennet'in kokusunu alamayacaklarını bildirmiştir.

Diyanet bu gibi konularda Müslüman kadınları ve kızları niçin uyarmıyor?

Bunca tarikat, cemaat, dernek, vakıf var. Onlar şer'î tesettürün sömürülmesine niçin karşı çıkmıyor?

İcazetli ulema ve fukaha (ne kadar kaldıysa), Sünnî ilahiyatçılar niçin "Muhterem Müslüman kadınlar ve kızlar, tesettür şöyle şöyle şöyle olur, bazılarının yaptığı gibi olmaz..." diyerek halkı uyarmıyor?

Müslüman kesimin kültürlü, medenî, ziyalı, sanat kültürlü, şehirli kişileri niçin tesettür konusunda İslamî ve şer'î bir çığır başlatmıyor?

İki türlü tesettür vardır:

İslamî/şerî tesettür.

Gayr-i İslamî şeytanî tesettür.

Gökkuşağı renklerine bürünmüş, takmış takıştırmış, süslenmiş püslenmiş sözde tesettürlü kadınlar, erkeklerin şehevî bakışlarını açık kadınlardan daha fazla çekiyor.

Böyle tesettür olur mu?

İslam'ın bir medeniyeti vardır. Türkiye'nin zengin, okumuş, yüksek tabaka Müslüman kadınlarının Avrupa kıyafetleri giymesi caiz midir?

Niçin varlıklı kadınlarımız ve kızlarımız el dokuması ve tabiî kök boyalı ipekli ve yün başörtüleri kullanmıyorlar da rengârenk Avrupaî eşarplar kullanıyorlar?

Evet niçin niçin niçin...

Yakup Kadri'nin "Çarşafa ve Peçeye Dair" harika yazısı niçin milyonlarca adet bastırılıp Müslüman kadın ve kızlara okutulmuyor?



Mehmet Şevket EYGİ - 03 Ekim 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 03 Ekim 2011, 11:43:08
Bizde Kaç İktidar Var?

Ülkemizde kaç iktidar var? Seçimleri kazanan AKP iktidarı tek iktidar mıdır? Onun yanında birtakım paralel iktidarlar var mıdır?

İktidar ne demektir? Güç demek değil midir?

ORDU: Eskiden siyasî iktidarın üstünde birinci güçtü. Şu anda kaçıncı güçtür bilemem ama birinci güç olmadığı belli.

İKTİSADÎ GÜÇLER:
Büyük finans, büyük bankalar, Selanikli veya Müslüman para babalarının liraları.

MEDYA:
Yakın zamana kadar çok büyük bir güçtü. Şu anda burnu sürtüldü.

SABATAYCI LOBİ:
Onların da gücü kırıldı ama büsbütün de güçsüz değiller. Toparlanmaya, İslamî kesime sızmaya çalışıyorlar.

Şu anda dinî bir sekt veya cemaat siyasî iktidar kadar güçlü. Her geçen gün biraz daha güçleniyor. Üniversitelerde, yargıda, millî eğitimde, Diyanet'te, Emniyet/Poliste, daha birçok temel kurumda kadrolaşıyorlar.

Siyasî iktidarın başındakiler bunlardan hayli tedirgin.

Her ülkede baskı grupları olduğu gibi bizde de var.

Türkiye'de din başlı başına bir iktidardır. İslam düşmanları dinin gücünü kırmak için Müslümanları (Ümmeti) sürü sepet birbirinden kopuk parçaya, fırkaya, hizbe, sekte ayırmışlardır. Böl, parçala, hükm et...

Türkiye'deki bazı güçlerin, baskı gruplarının içine CİA, MOSSAD, ABD, İsrail, AB, Katolik Haçlılar, Protestan Evangelistler, Global liberallar sızmış mıdır?

Hassaten Müslümanların içine sızmış mıdır?

Demokrasi, seçimler tiyatronun sahne kısmıdır. Orada herkesin seyrettiği bir oyun oynanır. Kulislerde herkesin görmediği bambaşka oyunlar...

Türkiye gibi oldukça büyük bir ülke ve devlette oynanan siyaset oyunu o kadar karmaşıktır ki, binde bir değil, yüz binde bir vatandaş bile bunu bütünüyle göremez, kavrayamaz, içyüzünü bilip anlayamaz.

Sahnede açık oynanan oyunun mahiyetini anlamak bile çok zordur. Kültürü yetersiz seyircilere Hamlet piyesi seyrettirilse, oyun bittikten sonra bu konuda bir kompozisyon yazmaları istense, kaç kişi seviyeli bir metinle geçer not alabilir.

Görmek ve anlamak için sadece göz yeterli değildir. Beynin içinde büyük bir kültür birikimi olması gerekir.

Görmek başka şeydir, içyüzünü anlayıp bilmek başka şey.

1920'lerin başında Türkiye'de birtakım oyunlar oynandı, dolaplar döndü. Halk bunları anladı mı?

Cumhuriyetin kuruluşunu halka sorunuz. Her kafadan ayrı bir ses çıkacaktır.

Yorumların, açıklamaların hangisi gerçekle örtüşmektedir?

Bu ülkede bir gerçek yoktur, gerçekler vardır. Her kesimin kendi sübjektif gerçeği...

Acaba objektif gerçek hangisidir?

Türkiye sahnesinde oynanan tiyatro oyununu bütün içyüzüyle, bütün çıplaklığıyla, her veçhesiyle anlatacak biri varsa bu konuda bir kitap yazsa ne iyi olur.



Mehmet Şevket EYGİ - 03 Ekim 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 04 Ekim 2011, 11:33:10
"Araplar Türk Laikliğini Ne Yapsın ?"

Bizde hiçbir zaman laiklik olmadı, laikçilik oldu. Bizde hiçbir zaman din ile devlet ayrılmadı, din-devlet birliği oldu.

Bizde laiklik perdesi altında devlet dini (din devleti değil!) uygulaması oldu.

Bizde din ile devlet barış, uyum, işbirliği, mutabakat içinde olmadı.

Bizde Kemalist rejim dine ve dindarlara baskı yaptı.

Bizde rejim dine saygılı olmadı.

Bizde laiklik adına Müslüman halkın temel insan hak ve hürriyetleri çiğnendi.

Laiklik adına din, inanç, ibadet, imanına göre bir hayat sürmek hakları çiğnendi.

Gerçek laikliğin tam tersine dinî hizmet ve faaliyetler, resmî bir genel müdürlük statüsündeki Diyanet İşleri Başkanlığı'na verildi.

Devlet Diyanet Başkanını tayin ve azl etti.

Laik olduğu iddia edilen devlet bir ara Müslümanların Ezanına bile karıştı ve Arapça Ezan-ı Muhammediye okunmasını yasakladı.

Laik devlet Cuma hutbelerine de karıştı.

Müslümanların kestikleri kurbanların derilerini bile gasb etti, şuraya vereceksin, buraya vermeyeceksin diye baskı yaptı.

Laik devlet Müslümanların zekatlarına göz dikti, camilerde THK, ÇEK, Kızılay için zekat zarfları dağıttı.

Rejim laiklik adına İslam medreselerini kapattı, icazetli Sünnî din alimi yetiştirilmesini yasakladı.

Laiklik adına, 15 yaşından küçük çocuklara özel din ve Kur'an dersleri verilmesini yasakladı, verenlere hapis cezası verdi.

Uzun yıllar boyunca TCK'nun 163'üncü maddesi ile en masumane dinî yazıları ve propagandaları ağır hapis cezaları ile cezalandırdı, yazarları, fikir ve din adamlarını zindanlara attı, Müslümanları dehşet içinde sindirdi.

Laik olduğunu iddia eden ideolojik rejim, bir yandan İslam'ı ve Müslümanları darbeler ve baltalarken, Kemalizmi yeni bir din gibi benimsetmeye çalıştı.

Laik geçinen rejim hac konusunda Müslümanların seyahat hürriyetini kısıtladı, haccı tekel altına aldı.

Müslümanların serpuşlarına, millî kıyafetlerine, çarşaflarına, başörtülerine kısıtlamalar getirdi.

Şapka Kanunu'nu protesto eden nice Müslümanı olağanüstü zalim mahkemelerde yargılayıp; kimini astırdı, kimini zindanlarda süründürdü, ortalığa dehşet saçtı.

Cumhuriyetin ilk yirmi beş yılında on bin camiyi, mescidi, tekkeyi, medreseyi, taş mektep binasını, vakıf eserini sattı, kiraya verdi, kapattı, yok etti. (1943'te Sultan Ahmet Camii bile ibadete kapatılıp asker deposu yapılmıştı!)

Laik rejim, Müslümanların topluca zikrullah yapmasını yasakladı.

Uzun yıllar boyunca Müslümanların Risale-i Nur okumalarını ağır cezalık bir suç saydı, çok zulm etti.

Laik rejim İslam vakıflarını kendisi kontrol etti, sayısız vakıf mülkünü elden çıkarttı. Yakın tarihimizde büyük bir vakıf yağması oldu.

Müslüman halkın kültür devamlılığını kopartmak için İslam yazısı yasaklandı. Bütün bu insan hakları ihlalleri, bu zulümler, bu devlet terörü sözde laiklik adına yapıldı.

Bizde öyle bir laiklik var ki, zinayı bile suç kabul etmiyor.

Bedbaht koca karısını yatakta aşığı ile zina halinde yakalıyor, polise gidiyor, "Zina suç değildir, bir şey yapamayız" cevabını alıyor.

Bizde laik rejim şu anda Türkiye'de geleneksel Sünnî İslam'ı kaldırıp, onun yerine reforme edilmiş, light, ılımlı, fıkıhsız ve Şeriatsiz, Fazlurrahmanın Tarihsellik ve Tatiliye mezhebine uygun, BOP'lu, seküler bir İslam Protestanlığı türetmek istiyor.

Laik rejimin ilahiyatçıları resmi ideoloji ile İslam'ı bağdaştırmak için çırpınıyor.

Ortadoğu İslam ülkelerine model olarak gösterilen Türkiye laikliği işte bu laikliktir.

Adı var, kendisi yok.

Bu laiklik adına Müslüman hanım avukatlar başörtüleriyle mahkemelere giremiyor.

Müslüman kadın öğretmenler başörtüsüyle ders veremiyor.

Birçok yerde başörtülü Müslüman kadınlara ikinci sınıf vatandaş, parya, sömürge yerlisi muamelesi yapılıyor.

Başörtülü Müslüman kadınlar milletvekili seçilseler bile tesettür kıyafetiyle millî iradenin merkezi Meclis'e giremiyor.

Mısır, Tunus, Libya Müslümanları böyle bir laikliği ne yapsınlar...

Türk laiklik modelini nazikçe reddediyorlar.

"Teklifinize teşekkür ederiz, bize yaramaz, sizde kalsın..." diyorlar.



Mehmet Şevket EYGİ - 04 Ekim 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 05 Ekim 2011, 11:35:09
Yazılarım Yapıcı ve Faydalıdır

Haddim olmayarak çok âcizâne, çok yetersiz, çok etkisiz şekilde de olsa faydalı, uyarıcı, olumlu, yapıcı yazılar kaleme aldığıma inanıyorum.

Kendimi profesyonel bir gazeteci ve yazar olarak görmüyorum. Sarı basın kartım bile yoktur.

Çok nâçizâne de olsa Müslümlanların birleşmesi, tek bir Ümmet olması, başlarına bir İmam-ı Kebir seçmeleri, ona biat ve itaat etmeleri için çalışıyorum.

Her Müslümanın kendisine yetecek kadar sahih ilmihalini öğrenmesini istiyorum.

Tashih-i itikad için çalışıyorum. Beş vakit namazın ve cemaatin edası ve ikamesi için çalışıyorum.

Hizip, fırka, cemaat asabiyetini tenkit ediyorum.

Genel bir belâ ve âfet haline gelmiş olan lüks, israf ve sefahati kötülüyorum.

Müslümanları, Ümmet'i bölmek ve parçalamak isteyenlere karşı uyarıyorum.

Fıkhı ve Şeriati savunuyorum.

Bid'at cereyanlarıyla mücadele ediyorum.

Din sömürüsünü kınıyorum, lanetliyorum.

Zekatların Kur'ana, Sünnete, fıkha, Şeriata uygun olarak verilmesini ve sarf edilmesini istiyorum.

İcazetli, ihlaslı, ahlaklı, erdemli ulema ve fukahaya kulak verilmesini, onların öğütlerini tutulmasını istiyorum.

Allah katında İslam'dan başka hak, makbul, geçerli din olmadığını beyan ediyorum.

Şeriat-ı Garra-i İslamiyenin mukaddes ve muazzez olduğunu açıkça söylüyorum.

Kurtuluş Şeriata, Sünnete uymakla mümkün olur diyorum.

Ehliyeti olmayanların ictihad yapmaları, fetva vermeleri caiz değildir diyorum...

İslam kadın ve kızlarının tesettüre girmelerini istiyorum. Tesettürün dejenere edilmesini protesto ediyorum. Şer'î tesettür istiyorum.

Müslümanların bedevî kültürden medenî kültüre geçmelerini, yükselmelerini istiyorum.

Günahların, isyanların, fısk ve fücurun, nifak ve şikakın yaygın ve yoğun hale geldiği bir toplumun maddî refah ve kalkınmasının keramet değil istidrac olduğunu söylüyorum.

Müslümanların bilhassa sabah namazlarında camileri doldurmaları gerektiğini beyan ediyorum.

Müslüman toplum namazı ve cemaati terk eder ve şehvetlerine uyarsa tokat yer, azaba uğrar diyorum.

Bunları ve benzer konuları yazmayı bir emr-i mâruf ve nehy-i münker vazifesi addediyorum (sayıyorum).

Bu yazılarım karşılığında halktan maddî menfaat, dünyevî ücret, alkış, pohpoh, övgü istemiyorum.

Allah'ın lütuf ve ihsanıyla ihlâslı olabiliyorsam bu yazdıklarımdan dolayı uhrevî bir ücret alabilirim.

İhlâslı olamazsam ücret alamam.

Yazılarım olumsuz değildir, ümit kırıcı değildir.

Hiçbir cemaati, hizbi, fırkayı övmem.

İyi işler yapanların övgüye ihtiyacı yoktur.

İhlassız ve yanlış işler yapanları övgüler kurtarmaz ve aklamaz.

Bendeniz mü'minlerin en değersiziyim.

Bir nebzecik hizmet edebiliyorsam ne mutlu bana.

Elli küsur senedir yazıyorum. Birkaç ay önce taşradan bir misafir geldi, "Yazılarınızı okuyarak namaza başladım" dedi. Benim için ne büyük bir mükâfat!..

Yazılarımı beğenmeyen kardeşlerimden rica ediyorum: Lütfen okumayınız ve üzülmeyiniz.

İsimlerini ve kimliklerini saklayarak hakaret edenlere gelince:

Müslüman ve mü'min iseler onlara hakkım helal olsun.

Müslüman değillerse iman etmeleri için dua ederim.



Mehmet Şevket EYGİ - 05 Ekim 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 05 Ekim 2011, 11:38:25
Vasıfsız Müslümanlarla ne Köy Olur ne Kasaba

Ümmet içinde yeterli miktarda kaliteli/vasıflı Müslüman olmazsa İslam hayata başarılı bir şekilde uygulanamaz.

İslam kuru bilgiden ve teoriden (nazariyeden) ibaret değildir.

Vasıfsız Müslümanların kuracakları İslamî bir düzen, İslam'ın kendisi değil, karikatürü olur.

Vasıflı Müslümanın özellikleri nelerdir?

* Tahkikî parlak ve sahih bir imana sahip olmak.

* Yeterli miktarda sahih/doğru din/ilmihal bilgisine sahip olmak.

* Genel kültüre sahip olmak.

* Beş vakit namaz kılmak.

* Yüksek ahlak ve karakter sahibi olmak.

* Faziletli/erdemli bir Müslüman olmak.

* Mürüvvetli ve fütüvvetli olmak.

* Bilge olmak.

* İhlaslı olmak.

* Takvalı olmak.

* İcazetli olmak.

* Doğrudan doğruya icazetli değilse, iki koldan icazeti olan kimselere bağlı ve rabıtalı olmak.

* Haram ve şüpheli geliri, serveti olmamak, haram yememek.

* Ehl-i dünya olmamak.

* Âhirete yönelik olmak.

* Mu'temed ve ehil kimselerle istişare yapmak.

* Mücahid fi sebilillah olmak.

* İsraf, lüks, gösteriş, aşırı tüketim, aşırı konfor gibi şeytanî tuzaklara düşmemek.

* Ümmet şuuruna sahip olmak.

* Zamanının İmamına gıyabında biat etmiş olmak.

* En az nefs-i levvâme derecesinde olmak. (Nefs-i emmâre derecesinde/derekesinde kalan kişi vasıflı Müslüman olamaz.)


Başka sıfatlar ve özellikler de var ama bu saydıklarım bir fikir vermeye yeter.

İşte böyle Müslümanlar bir araya gelir, İslamî bir düzen kurarlarsa ortaya, yüzde yüz olmasa bile gerçek bir İslam düzeni çıkmış olur.

Müslüman, beş vakit namaz kılıyor ama İslam'ı iyi öğrenmemiş, iyi anlamamış, ahlakında büyük bozukluklar var, parayı ve malı çılgın gibi seviyor, zengin olmak için her haramı ve her haltı yiyor, rüşvet alıyor, haram komisyon alıyor, her tür hortumlama yapıyor, yalan söylüyor, nepotizm yapıyor, emanetlere hıyanet ediyor, verdiği sözü tutmuyor, insanları aldatıyor, kindar, hizip ve fırka asabiyetine sahip, adaletsiz ve insafsız işler yapıyor... Böyle kimseler bir araya gelseler ve İslamî bir düzen kursalar ortaya ne çıkar? Bir felaket çıkar.

19'uncu miladî yüzyılda Kafkasya'da Moskoflarla İslam tarihinin altın sayfalarını oluşturan bir cihad yapan Şeyh/İmam Şâmil hazretlerine bakalım:

* O icazetli bir din alimiydi.

* İcazetli tarikat şeyhiydi. Böylece Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona) iki koldan bağlıydı.

* Sahih bir itikada sahipti.

* Çok yüksek bir ahlaka sahipti.

* Çok yüksek bir karaktere sahipti.

* Beş vakit namazı dosdoğru kılardı.

* İstikametin (doğruluğun ve dürüstlüğün) canlı bir timsali (simgesi) idi.

* Mücahid fi sebilillah idi.

* Hakimiyeti altındaki bölgelerde Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeyi uygulardı.

* Mâruf ile emr eder ve münkerden nehy ederdi.


İşte kaliteli bir Müslüman böyle olur.

Şeyh Şâmil örnek bir İslam devleti reisiydi.

Bir keresinde, cihad ederken yaralanmış, bin zahmetle bir dağ köyüne getirilmiş, uzun müddet komada kalmıştı. Kendine geldiğinde ilk sözü "Namaz vakti geçti mi?" olmuştu.

Şeyh Şâmil:

* İcazetli din alimiydi.

* İcazetli tarikat şeyhiydi.

* Gerçek İslam devlet reisiydi.


İşte gerçek İslam toplumları, gerçek İslam uygulamaları, gerçek İslam devletleri böyle vasıflı ve gerçek Müslümanlarla kurulur.

Yazmaktan bıkmadım, bir kere daha tekrarlayayım:

Sultan Salahaddin-i Eyyubî (Allah ona rahmet eylesin) vefat ettiği vakit başveziri Şam sokaklarında dellal gezdirmiş:

"Ey ahali, bilmiş olunuz ki, şu şu şu ülklerin sultanı Salahaddin fâni dünyadan âhirete intikal etmiştir. Mirasından, cenaze masraflarına yetecek para çıkmadığı için masrafları yakınları karşılamıştır."

En zeki, en akıllı, en istidatlı, en kabiliyetli, ruhça en asil çocuklarımızı vasıflı Müslümanlar, vasıflı rehberler, vasıflı öğütçüler, vasıflı idareciler olarak yetiştirmezsek gerçek bir İslam toplumu kuramayız.

Vasıfsız Müslümanlarla ne köy olur, ne kasaba.

İlle de vasıflı Müslüman.



Mehmet Şevket EYGİ - 05 Ekim 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 06 Ekim 2011, 11:28:44
80 Liraya Fiks Mönü

(Bu yazıyı Ramazan'da yazmıştım, o zaman gazeteye göndermeyi unutmuşum...)

Dostlarımı kıramadım, evime yakın bir yerdeki iftara gittim. Lüks bir restorandı. İki fiks iftar mönüsü vardı, biri 70, diğeri 80 lira. Bir yığın yemek, iftariye, zeytinyağlı, börek mörek, tatlı, salata, meyve. Bu kadar fazla yiyemeyeceğim için bir çorba ile bir tabak yemek söyledim. Üzerine kaymaklı karışık tatlı getirdiler, şekerim yüksek, onu da yemedim.

Biz bazı imkanlı Müslümanlar İstanbul'da böyle iftarlar ederken Somali'de on milyon kardeşimiz açlıkla pençeleşiyor. Bir deri bir kemik kalmış çocuklar sinekler gibi ölüyor.

Sadece Somali'de mi? Geniş İslam coğrafyasının nice yerinde açlık, sefalet, hastalık kol geziyor. Bangladeş'te küçük çocukları ayda 4,5 euroya çalıştırıyorlarmış. (Le Monde'da okumuştum)

Somali'de aç bir Müslümana bir tas çorba, yanında yarım pide verilse, üstüne üç tulumba tatlısı... Sevincinden aklını kaybedebilir.

Avrupa görgüsünün hiç hoşlanmadığım bir kuralı var. Lüks mekanlarda, ziyafetlerde tabağı sıyırmak ayıp. İslam'da ise sünnetlemek hem sevap, hem fazilet.

Ya Rabbi, lüks iftar ziyafetlerinde ne kadar israf yapılıyor. Çorba geliyor, bir kısmı içilmiyor, çöpe... Kocaman tabaktaki et yemeğinin yanındaki garnitürlerin yarısı yenmiyor. İftariyelik peynirlerin zeytinlerin, reçellerin, çerezlerin yarısı çöpe.

İslam ahlakına göre, pilav yerken bir pirinç tanesi bile atılmamalı, israf edilmemelidir. Her pirinç tanesi bir nimettir. Bendeniz pilav yerken bir tek tane bile bırakmam. Tabağımı sıyırırım. Ayıplayabilirlermiş. Ayıplasınlar!..

Müslüman kardeşlerime hatırlatıyorum: İftar yemeklerinizi yerken, Somali'de açlıktan ölen Müslümanları düşününüz de biraz iştahınız kaçsın.

Safahat'ın bir şiirinin başında şimal Müslümanlarından birine ait şöyle bir cümle yer alır:

"Odama kapandım. Bütün gün Müslümanların haline ağladım."



Mehmet Şevket EYGİ - 06 Ekim 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 06 Ekim 2011, 11:31:23
Uyarı ve Tenkit

Bütün İslamî cemaatleri suçlamak aklımın köşesinden geçmez. Sahih itikad üzere olan, beş vakit namaz kılan, Kur'ana ve Sünnete sımsıkı bağlı bulunan, İslam ahlakı ile ahlaklı olan, Ümmet bütünlüğünü kabul eden, Ehl-i Sünnet ve cemaat dairesi içinde hizmet eden, din ile ticareti, din ile benliği birbirine karıştırmayan, ruhbanlarını erbab haline getirmeyen, ihlas ve istikametten ayrılmayan cemaatleri ve mensuplarını tenzih ederek, büyüklerinin ve mensuplarının ellerinden öperek, onların dışındaki bazılarını (olumlu olduğunu zan ve ümid ettiğim) bir hususta tenkit etmek istiyorum.

(1) Bu bazıları Ehl-i Sünnet Müslümanlarını ikiye ayırıyor: Bizden olanlar ve bizden olmayanlar. Böyle bir sınıflandırma sanırım cahilî bir sınıflandırmadır.

(2)
Günahkar da olsa bütün Müslümanlar kardeşimizdir. Hiçbir mü'mine üvey kardeş muamelesi yapmaya hakkımız yoktur.

(3) Bir kısım Müslümanlar tenkit edilip uyarılmaz mı? Elbette edilir ama olumlu bir şekilde.

(4) Diliyle Kelime-i Şehadet'i (İki kısmını birden, yani hem Lâ ilahe illAllah diyecek, hem de Muhammed Resulullah...) ikrar eden ve namaz kılan herkes Müslümandır. Biz kalplerini içindekini bilemediğimiz için zahire bakarız.

(5) Bazı sözler ve işler kişiyi küfre götürür. Bu konuda ancak icazetli müftüler ve kadılar hüküm verebilir. Sıradan Müslümanlar, kendi kafalarından, icazetli müftü fetvası ve kadı i'lamı olmadan kimsenin küfrüne, isim ve kimlik vererek hükm edemezler.

(6) Bir cemaatin bağlıları arasında elbette yakınlık, sevgi, işbirliği olur ama diğer Müslümanları dışlamamak, kendi cemaatlerine mensup olmayan Müslümanlar için "Onlar bizden değil" dememek şartıyla. (Bütün mü'minler bizdendir.)

(7) Müslümanlar birbirlerini haklı veya haksız tenkit ederken, bütün bu tenkitlerin hilm (yumuşaklık ve kardeşlik hukuku içinde) yapılması gerekir.

(8) İlmî tenkit yaparken kesinlikle hakaret edilmemeli, karşıdakinin namus ve şerefine dil uzatılmamalıdır.

(9) Ehl-i Sünnet dairesinin dışına çıkarak dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim yapmak isteyenlerle sadece ilmî bir üslupla, İslam terbiye ve adabı sınırları içinde tartışılmalıdır.

(10) Mümkün olduğu kadar isim ve kimlik verilmemeli, tenkitler anonim olmalıdır.

(10) Bugün ülkemizde maalesef bazı İslamî gruplar Ehl-i Sünnet ve Cemaat sınırlarını aşmışlar ve Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete, Şeriata aykırı inançlar, görüşler, ictihadlar, fetvalar, uygulamalar ortaya atmışlardır. Bunlar sert şekilde tenkit edilmeli, fakat İslam kardeşliği bağları asla kopartılmamalıdır.

(11) Unutulmamalıdır ki, Siyonistlerin, Haçlıların, emperyalistlerin, sömürgecilerin, global şer güçlerinin Müslümanlara karşı siyasetinin ana maddesi "böl, parçala ve hükm et"tir.

(12)
Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlarının en büyük silahı ilimdir, irfandır, mantıktır. Binaenaleyh yanlış yollara sapanları ilmin, irfanın, mantığın ışığında uyarmalı, tenkit etmeli ve çürütmeliyiz.

(13)
İsim vererek bir reformcu veya bid'atçi tenkit edilecekse, ondaki yanlışlar mutlaka kaynak göstererek tenkit edilmelidir. Filanca şu kitabının şu sayfasında aynen şöyle demiştir şeklinde.

(14) Reformcular ve bozuk inanç, yorum ve görüşlere saplanmış olanlar, en doğru tenkitleri bile "Bunlar yalandır, bunlar iftiradır, bunlar uydurmadır!.." diyerek akıllarınca kendilerini savunuyorlar. Onlara bu konuda hiçbir fırsat verilmemelidir.

(15) Reformcular içinde, içine bid'atler karışmış olsa da itikadı olan, namaz kılan kimseler vardır. Bir de, namaz kılmayan, son derece ölçüsüz, aşırıya giden arivistler bulunmaktadır. Birincilerle ikincileri aynı kefeye koymamak gerekir.

(16) Meşhur aykırı ilahiyatçılardan birinin artık balonu sönmüş, foyası çıkmıştır. Onu bundan böyle muhatap almamak gerekir sanıyorum.

(17) Aykırı bir kişi Cemaleddin Afganî'yi tenkit eden Sünnî Müslümanlar için "Onlar Afganî'nin tuvalet bezi olamazlar" mealinde çirkin bir söz etmiştir. Biz o zatla tartışırken aynı üslubu kullanmamalı, o seviyeye düşmemeliyiz.

(18) Her hal ü kârda biz Müslümanlar, iman dairesi içinde bulunan, aykırılıklarının kendisini dinden çıkarttığına dair geçerli fetva ve yine geçerli şer'î hüküm bulunmayan kimseyi tekfir etmemeliyiz ve iman kardeşliğinden atmamalıyız. Buna hakkımız yoktur.

(19) Yalnız bütün reformcuları, bütün bid'atçileri, bütün dinde yenilik ve değişim isteyenleri, bütün Fazlurrahmancıları, BOP'çuları, laik ve Protestan Müslümanlık (nasıl oluyorsa) isteyenleri uyarmalı, tenkit etmeli, bu konuda Ümmet-i Muhammed'i bilgilendirmeli ve aydınlatmalıyız.

Muhterem İslam cemaatlerinini başlarından ve kurmaylarından çok rica ediyorum:

Lütfen Müslümanları, bizden olanlar ve bizden olmayanlar diye sun'î bir sınıflandırmaya tâbi tutulmasına izin vermesinler.

Cemaati din ile özdeşleştirmek yanlıştır.

Cemaat parçadır, din bütündür.

Cemaat asabiyetinin üzerinde Ümmet şuuru olmalıdır.

Bütün mü'min kardeşlerime selam ve hürmetlerimi arz ederim.



Mehmet Şevket EYGİ - 06 Ekim 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 07 Ekim 2011, 11:28:41
İnsanlar Hem Eşittir, Hem Eşit değildir

İNSANLAR hukuk ve adalet önünde, bir tarağın dişleri gibi eşittir ama bu eşitlik genel ve mutlak değildir.

İnsanlar hem eşittir, hem eşit değildir.


İnsan olmak bakımından eşittir; lakin ilim, irfan, ahlak, fazilet, hikmet, zeka, akıl bakımından eşit değildir.

Mü'min ile kâfir hiç eşit olur mu?

Bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu?

Âlim ile câhil eşit olur mu?

Bedevî ile medenî eşit olur mu?

Namaz kılan dindarlar bile namazda eşit değildir.

Namazı dosdoğru kılan muttaki ile tavuğun yerden tane toplaması gibi aceleyle yalap şalap paldır küldür kılan bir olur mu?

Nefs-i emmâresine mağlub kişi ile nefsini dizginleyip yüksek manevî makamlara çıkmış olan bir olur mu?

Kanaatkâr, mütevâzı Müslüman ile beyinsiz müsrif bir olur mu?

Muhlis ile münafık bir olur mu?

Said ile şaqi bir olur mu?

Ezelde Allah ile yapmış olduğu ahd ü misakı hatırlayıp gereğini yerine getiren ile unutup gaflete ve isyana dalmış kişi bir olur mu?

Muhammed Mustafa'ya (Salat ve selam olsun ona) biatli ve itaatli biriyle, itaat ve biat bağını kopartmış biri bir olur mu?

Ayık ile sarhoş bir olur mu?

Akıllı ile deli bir olur mu?

Herkesi her hususta eşit sanmak ne büyük bir sapıklıktır.



Mehmet Şevket EYGİ - 07 Ekim 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 07 Ekim 2011, 11:29:48
Türkiye'de ve Konya'da Durum Nasıldır?

NİCE Müslüman iktisadî kalkınma ve refah ile dinî ve ahlakî durumu birbirine karıştırıyor. Vasıflı ve uyanık bir Müslüman için, bu iki konu birbirinden ayrıdır.

Gerçek Müslüman İslâmî, dinî, Kur'ânî, Nebevî, şer'î değer ve ölçüleri birinci planda tutar.

Türkiye'de bir İslâm devleti yoktur ama ülke ve halk Müslümandır. Müslümanlar, Türkiye'nin kalkınmasını İslamî ölçü ve kıstaslara göre değerlendirmelidir.

Ankara'dan Konya'ya hızlı tren yapılmış, akıllara hayranlık veren bir hızla, bir buçuk saatte birinden diğerine ulaşılıyormuş. Bu, teknik bakımdan gerçekten bir hârikadır lâkin İslâmî bir ölçü değildir.

Peki, İslâmî ölçüler nelerdir?

Konya'yı ele alalım:

*Genel soru: Konya halkının ve şehrinin dinî-islâmî durumu nasıldır? İyi midir, orta mıdır, zayıf mıdır, kötü müdür?

*Konya, eskiden olduğu gibi Ehl-i Sünnet İslâmlığının, sahih itikadın kalesi midir?

*Konya'da İslâm'ın ikinci şartı olan beş vakit namaz halkın büyük kısmı tarafından kılınmakta mıdır?

*Hür ve mukim erkekler farz namazları orada cemaatle kılıyor mu?

*Konya'nın Müslüman kadın ve kızları, tesettür farzını ve şartını yerine getiriyorlar mı? Yoksa Konya'da açıklık, saçıklık başlamış ve yayılmış mıdır?

*Konya'da Müslümanlar, İslâm'ın temel şartlarından olan istikamete (doğruluk ve dürüstlüğe) riayet ediyor mu?

*Konya halkını irşad edecek, bilgilendirecek, aydınlatacak, müjdeleyecek, uyaracak yeterli miktarda icâzetli ulemâ, fukaha, mürşidler mevcut mudur ve vazifelerini bihakkın yerine getiriyorlar mı?

*Konya'da Cuma ezanı okunduğu zaman iş ve ticaret hayatı duruyor, ahali-i muslime câmilere koşarak Allah'a ibadet ediyor mu?

*Konya'da muslüman şehir medeniyeti ve kültürü hâkim midir?

*Konya'da İslâm ilimlerini, İslâm irfanını öğreten medreseler var mıdır?

*Konya'da yüksek tasavvuf ve ahlâk var mıdır, çeşitli tarikatların tekkelerinde zikrullah ve sohbet yapılmakta mıdır?

*Konya'da hüsn-i hat, tezhip, ciltçilik, ebruculuk, el dokuması, kumaş üretimi ve daha 250 kadar geleneksel İslâm sanatı icra edilmekte ve bu ürünler bütün dünya tarafından hayranlıkla ve büyük hâhişle (istekle) satın alınmakta mıdır?

*Konya şehrine yetecek ve orayı tatlandıracak miktarda çelebi, beyefendi, hanımefendi, şeyh efendi, hazret, küçük bey, küçük hanım, derviş mevcut mudur?

*Konya, Molla-i Rûm Mevlâna Celaleddin hazretleri zamanındaki ilim, irfan, edeb nurlarına sahip midir?

*Konya'da bu devrin Şems-i Tebrizîleri, Selahaddin Zerkûbîleri, Veled Çelebileri ve diğer eazım-ı ulemâ ve gerçek sûfîler var mıdır, bu muhterem zevat Müslümanları aydınlatıp râh-ı necâta ve saadete sevk ediyorlar mı?

*Yoksul ve miskin bir Müslüman elinde hiçbir belge olmaksızın Konya'daki vakıf imarethanelerine giderek yemek yiyebiliyor, karnını doyurabiliyor mu?

*Konya'da şer'î konularda emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılıyor mu?

*Konya'da Müslümanlar zekâtlarını Kur'âna, Sünnete, icmâya, Şeriata, fıkha uygun şekilde veriyorlar mı, bu zekâtlar yerli yerinde sarf ediliyor mu?

*Konya'da Allah'ın inzal etmiş olduğu ahkâm ile hükm ediliyor mu?

*Konya'da zina resmen suç mudur, değil midir?

*Konya'da KDV'li, resmî, TC vesikalı yasal fuhuş polisin koruması altında yapılıyor mu, yapılmıyor mu?


Yukarıda saydığım maddelerden ne demek istediğim anlaşılmıştır sanırım.

Şu aşağıda sayacağım şeyler, yukarıdaki şartlar yoksa kalkınma, iyilik, kerâmet sayılmaz.

* Göklere ser çeken apartmanlar, iş merkezleri, binalar yapılıyormuş.

* Konfor ve refah varmış. Fert başına düşen millî gelir çok artmış.

* Otoyollar, köprüler, viyadükler, barajlar, havaalanları, spor salonları... maddî kalkınma çok ilerlemiş.

*Sokaklardan, caddelerden otomobil selleri akıyormuş.

*Çok bolluk varmış. Bilhassa zengin tabaka yedikçe yiyormuş. (Hadis-i şerif meâli: "Mü'min bir mideyle, kâfir yedi mideyle yer.")

* Avrupai hayatın fısk u fücûrları gırla gidiyormuş. Şehir meyhanelerle, içkili restoranlarla, diskoteklerle, günah mekanlarıyla dolmuş. Müslümanların az kısmı camide namaz kılarken, sarhoşlar ve fâsıklar vur patlasın çal oynasın, yeri göğü inleterek eğleniyorlar, içiyorlar, şehvetlerine uyuyorlarmış.

* Evlerde deccal gözü cihazlar varmış ve bunların "musluklarından" Müslümanların harîm-i ismetlerine günah, fısk, fücur, zina, fuhuş, her türlü rezalet ve fezahat akıyormuş.

* Bir kısım Müslümanlar birbirinden kopuk sayısız cemaatlere, tarikatlara, fırkalara, hiziplere, gruplara, parçalara ayrılmışlar; ümmet şuurunu yitirmişler, bunların önemli bir kısmı birbirleriyle çekişiyorlar, birbirlerini sevmiyorlarmış...


1960'ta, Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Fransızca mütercimliği yaparken resmî vazifeli olarak Konya Müslümanlarına bir müjdeyi ulaştırmak için oraya gitmiştim. Cuma günü değildi. Herhangi bir panayır, bayram da yoktu. Çarşıda gezerken birden öğle ezanı okundu. Halk arasında bir kaynaşma görüldü, dükkânlardan ellerinde ibriklerle çıkan Konyalı insanlar yol kenarlarında abdestlerini aldılar ve herkes yakındaki Aziziye Camii'ne seğirtti. Ben de yanımdaki dostlarımla birlikte gittim, o büyük camiin ayakkabılığında zor yer bulabildikti.

Namazdan sonra dostlarıma sormuştum: "MaşAllah herhangi sıradan bir öğle namazında bu ne kalabalık..."

Şu cevabı vermişlerdi: "Allah her şehre bir nimet vermiş. Konya'ya namazı nasip etmiş."

Aradan 51 sene geçti. Acaba Konya'da yine böyle namaz kılınıyor mu? Bu sorunun cevabını bendeniz vermeyeyim. Çok sevgili, çok muhterem, çok aziz Konyalı Müslümanlar versin. (Büyük küçük hepsinin ellerinden öperim.)

Evet, sevgili Müslümanlar!.. Halkı Müslüman olan bir ülkenin kalkınması dinî durumuna bakarak değerlendirilir. Sadece hızlı trenlere, uçaklara, barajlara, lüks otomobillere, yüksek ve müzeyyen binalara (bina ve z...), eletronik ev eşyalarına, bilgisayarlara, fâhir elbiselere bakarak değerlendirilmez.

Müslüman bir ülkede ve şehirde maddi kalkınmanın, zenginliğin, refahın yanında İslâmî ve Şer'î kalkınma yoksa oradaki zenginlik bir keramet değil maalesef bir istidractır.



Mehmet Şevket EYGİ - 07 Ekim 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 08 Ekim 2011, 13:47:27
Bankalar ve Müslüman Gazeteler

YAKIN tarihte olmuş bir bankacılık hadisesi: Ortakları Türk ve Kazak olan 100 bin dolarlık bir şirket kurulmuş. Bir devlet bankasından 60 milyon dolar kredi almış. Bir müddet sonra şirket buhar, 60 milyon dolar duman olmuş. Krediyi veren şube müdürü de trafik kazasında ölüvermiş. Ölmemiş, ölüvermiş...

100 bin dolarlık şirket 60 milyon dolar krediyi nasıl almış?

Bankaları oldum olası sevmem.

1966 ile 1971 tarihleri arasında günlük BUGÜN gazetesini çıkartırken banka ilanı almaz ve yayınlamazdım.

Zaten bankalar BUGÜN'e ilan verme heveslisi değildi ama bazen 25'inci veya 50'nci kuruluş yıldönümünde sayın halkımıza teşekkür ederiz gibi ilanları bütün gazetelere gönderirlerdi. İlan gelince idareden bendenize sorarlardı: Kasada beş kuruş yok, akşam gazeteyi basacak kağıt yok, şu ilanı basalım mı? Basmayın, ilan şirketine geri gönderin derdim.

Bir gün Basın İlan Kurumu'ndan devlete ait Niğde şarap fabrikasının bir ilanı gelmişti. Şimdi unuttum, doğrudan doğruya şarapla ilgili değildi, kalorifer yahut boru tesisatının değiştirilmesiyle ilgiliydi. Sordular, onu da basmayın dedim. Hattâ Basın İlan kurumu kızmış, ilanlarınızı keseriz diye tehdit etmişti.

Bir ara gazete parasızlıktan batacak hale gelmişti. Şeyh Mehmed Zâhid Efendiye sormuştum: Efendim, mâlî bakımdan çok sıkışığız, banka ilanı basabilir miyiz? Kesinlikle basamazsınız cevabını vermişti. Öyleyse gazete batar demiştim. Batarsa batsın demişti.

1968'de Bâbıâlide Sabah gazetesini 150 bin liraya satın almıştım. (Merhum Hacı Nazif Çelebi'nin yardım ve tavassutuyla borçlanarak...) İlk işim gazetenin idare müdürüne (Çok temiz Müslüman bir zattı, rahmetli oldu) "Gazetenin mülkiyeti bana geçti, bundan sonra banka ilanı almayınız" talimatını vermiştim. "Ama efendim eski patronlar bu konuda fetva almışlardı..." Bu fetva beni bağlamaz cevabını vermiştim.

Aradan kırk yıl geçti, İslamcıların bir kısmı faiz ve banka işlerine iyice battı. Battıkça battı.

Eski sofu Müslümanlar bankanın gölgesinden bile geçmezlerdi.

Bursa'da Tuzpazarında mefruşat dükkanı olan Nurcu Sami bey, bankaya bulaşmamak için İstanbul'a parayı kurye ile gönderirdi.

Zamanımızda her şeyin fetvası var.

Düzen bozuk, o halde bozuk işler yapılabilir...

Müslümanların güçlenmesi için her halt yenilebilir...

Her şeyin en iyisi Müslümanlara layıktır...

Şöyle denilebilir: Banka ilanı almadın ama gazeten de battı...

Yanlış... BUGÜN gazetesi batmadı, 12 Mart darbesinden sonra kapıkulu Başbakan Nihat Erim zamanında sıkıyönetim komutanlığınca süresiz olarak kapatıldı.

O zaman Almanya'da sürgündeydim, canımı kurtarmıştım...

Nihat Erim'e çok beddua ettim. Plaja giderken vuruldu.

Birkaç kişiye daha beddua etmişimdir.

Biri, Türkiye'nin en zengin patronu iken müflis olarak vefat etti.

İki patron daha var. Bedduam tutarsa işleri ve sonları iyi olmaz.



Mehmet Şevket EYGİ - 08 Ekim 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 08 Ekim 2011, 13:49:18
Korkunç Câhillik ve Büyük Ayıp

ÇOCUKLUĞUMDA, mektebe gitmiş bütün büyükler Osmanlıca okuma ve yazma biliyorlardı. İsmet Paşa dışında herkes özel notlarını, mektuplarını Osmanlıca yazardı. Aradan yıllar geçti, İslam yazısıyla Türkçe okuyup yazanlar âhirete göçtü ve ülkeyi koyu bir cahillik karanlığı sardı. Artık halkımızın çok büyük kısmı, belki de yüzde 99'u, hattâ binde 999'u bin yıldan fazla kullanılmış olan eski yazımızı bilmiyor.

Dedelerimizin, atalarımızın Türkçe mezar taşlarını okuyamamak,

Tarihî binaların, anıtların kapılarındaki Türkçe kitabeleri okuyamamak,

1928'den önce basılmış romanları, hikaye kitaplarını, kültür eserlerini okuyamamak,

Arşivlerimizdeki Türkçe belgeleri okuyamamak,

Kütüphanelerdeki eski dergi ve gazete koleksiyonlarını okuyamamak...

Ya Rabbi bu ne büyük, ne korkunç, ne dehşetli cehâlet!

İslam karşıtları bu cehaletle iftihar edebilirler ama bir Müslüman için böyle bir cahillik yüz karasıdır, büyük utanç sebebidir.

Liseye ve üniversiteye giden ve Kur'an okumasını bile gençlerimiz Osmanlıcayı bir saate okumaya başlayabilir.

Başlamak dedim... Başladıktan sonra bütün bir ömür boyu çalışmak gerekir.

Okuma işini pişirdikten sonra hattatlardan riq'a dersleri alınarak yazma öğrenilir.

Türkiyeli bir Müslümanın İslam yazısıyla Türkçe okuma bilmemesi büyük bir ayıptır.

Milyarlarca dolarla oynayan bazı büyük cemaatlerin, tarikatların, grupların bu "İslam yazısıyla okuma yazma" işine önem vermeleri ve yurt çapında bir eğitim seferberliği başlatmaları gerekmez mi?

Muhterem Millî Eğitim Bakanımızdan da rica ediyorum:

Hiç olmazsa liselere seçmeli Osmanlıca dersleri konulması için teşebbüse geçsinler de ülkemizi, devletimizi, halkımızı bu büyük ayıptan (kısmen de olsa) kurtarsınlar.



Mehmet Şevket EYGİ - 08 Ekim 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 09 Ekim 2011, 15:24:54
Gündüzleri TC, Geceleri PKK

PKK'nın eline düşen bir asker kaçmayı başarmış (bilerek "kaçırılmış" da olabilir). Medya bu kişinin söylediklerini akıl almaz olarak sıfatlandırdı. Güneydoğu bölgesinde PKK elemanları cirit atıyorlarmış. Gündüzleri şöyle böyle saklanıyorlarmış, geceleri serbest şekilde faaliyet yapıyorlarmış. Halktan vergi bile topluyorlarmış.

Teroristler ellerini kollaranı sallayarak dolaşıyormuş.

Nerede?.. Kuzey İrak'ta değil, bizim topraklarımızda.

Bendeniz etliye sütlüye karışmayan bir vatandaşım. Lakin kulağıma yakası açılmadık haberler geliyor. Ülkenin, bilhassa güneydoğusunda birtakım kurtarılmış bölgeler oluşturulmuş. Gündüzleri TC, geceleri PKK devleti. Gece silahlı, gündüz külahlı...

Benim çok iyi bildiğim bir şey varsa bugünkü şartlarda ve bugünkü mücadele metoduyla PKK terörü kesinlikle bitmez.

Kendi topraklarımızda PKK faaliyet gösteriyor, biz sınırlarımızın dışındaki yerleri bombalıyoruz!..

PKK gerilla hareketi ne demektir?

1. Yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu kaçakçılığı ve ticareti demektir. Bu "beyaz" işini kimler yapıyor? Fazla konuşamam...

2. PKK, Ermeni dâva ve ideallerine doğrudan doğruya ve dolaylı şekilde hizmet ediyor.

3. PKK demek, Eretz İsrael demektir.

4. PKK Ermeniler ve Siyonistler tarafından kurulmuş ve idare edilmiştir.

5. PKK terörünün gölgesinde yüz milyarlarca liralık silah, cephane ve savaş araç ve gereçleri ticareti yapılmıştır.

6. Kürt halkını TC'den bezdirmek, bir kısım Kürtleri dağa çıkartmak için bir Kürt köyünün halkına insan pisiliği bile yedirilmiştir.

7. Diyarbakır hapishanesinde insanlık dışı çok ağır, çok iğrenç, çok feci işkenceler yapılmıştır.

8. Açıkça ve sinsi olarak, bilhassa Kürt halkının yaşadığı bölgelerde İslam düşmanlığı yapılmış, dinî yapı çökertilmiştir.

9. Üç bin beş yüz Kürt köyünün halkı sürülmüş, perişan edilmiştir.

Kürt meselesi halledilmezse ülkemiz parçalanabilir.

Kürt vatandaşlarımız sadece bir bölgede yaşamıyor. Şu anda dünyanın en büyük Kürt şehri İstanbul'dur.

Türkiye parçalanırsa büyük insanî fâcialar yaşanmasından korkarım.

1947'de Hindistan iki devlete ayrıldığında büyük felaketler ve kıyımlar yaşanmıştı.

Ülke çapında bir dağılma, çözülme, tefessüh (manasını bilmeyenler lütfen lügata baksınlar), kırılma, çözülme manzarası görüyorum.

Sadece demokrasi ve liberalizmle Türkiye selamete çıkmaz.

Ülkenin, halkın ve devletin birliğini korumak istiyorsak gerçekçi olmalıyız.

Yeni yapılacak anayasaya farz-ı muhal "Kürtler, çektikleri acılar ve gördükleri zulümler dolayısıyla Türklerden üstündür" maddesi konulsa mesele yine çözülmez.

Kürtlerin bütün istekleri yerine getirilse yine çözülmez.

Çünkü bu işin arkasında Büyük Ermenistan hayalini besleyenler vardır.

Büyük İsrail isteyenler vardır.

Siyonizm vardır.

Global Haçlılar ve Evangelistler vardır.

Hattâ Megali İdea ve Pontus vardır.

Bir tane değil bir sürü dev mafya vardır.

Dünya çapında silah tacirleri vardır.

Uyuşturucu mafyaları vardır.

Otuz beş senedir terör ile ilgili olarak örtülü ödenekten acaba kaç milyar dolar dağıtıldı? Bu ranttan kimler sebeplendi?

Kürt meselesinin, hattâ Türkiye'nin kurtuluşu için tek çare vardır:

İslam'ı ilan etmek ve uygulamak.

İlan etmek zor, uygulamak çok zordur.

Bugün Türkiye'de İslam'ı uygulayacak yeterli miktarda ehliyetli, liyakatli, gözü kara, temiz, şeffaf, muktedir, vasıflı eleman yoktur.

İslam ilim irfan, ahlak fazilet, doğruluk dürüstlük, bilgelik üzerine kuruludur.

Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu (10 üzerinden) 5'in altındadır.

Türkiye'deki siyasal İslam ve İslamcılık hareketi kirlenmiştir, kirletilmiştir.

İslamî hareket içten ihanete ve sabotaja uğramıştır.

1970'lerde, 80'lerde ucuz tarafından mücahitlik edebiyatı yapan birtakımları, ellerine fırsat geçince cihad postunu atmış, müteahhit gocuğuna bürünmüştür.

Ortadoğunun, dünyanın durumu hiç parlak değildir.

Ülkemizin, halkımızın, devletimizin geleceği konusunda büyük kaygılar içindeyim.

İsrail ile çekişmeler, polemikler yüzeydedir.

Yahudi devleti ile ticaret, iktisadî ve mâlî ilişkiler eskisi gibi fayrab devam etmektedir. Devletimizin, ordumuzun nice derin sırları Siyonistlerin elindedir.

Beynelmilel Siyonizm, Global Kapitalizm ve Liberalizm, ABD, AB, Haçlı güçler, sömürgeciler ve emperyalistler Türkiye'de geleneksel Ehl-i Sünnet İslamlığını kaldırıp, onun yerine; light, ılımlı, cihadsız, fıkıhsız, Şeriatsız, mezhepsiz, Sünnetsiz, Feminist, Tarihsel, BOP'a uygun, Batı medeniyeti norm ve değerlerini kabul etmiş evcil ve uysal yeni bir İslam getirmek istiyorlar.

Böyle bir İslam kurtuluşumuza merhem olmaz.

Zaten Ehl-i Sünnet İslamlığı getirilse bile bugünkü İslamcılarla hiçbir şey yapılamaz.

Mehdi'nin zuhurunu beklemekten başka çare göremiyorum.


Mehmet Şevket EYGİ - 09 Ekim 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 09 Ekim 2011, 15:26:06
Bir Şey Unuttuk

BİZ hayırsever, dindar, sofu, hepsi hacı bir grup Müslüman bir dernek kurduk ve yeni bir mahallede büyük bir cami yaptırdık.


İlle de yüksek kubbeli olacak dedik, masraf ikiye katlandı, kocaman bir kubbe yaptırdık.

Bir minare yetmez dedik, iki minare yaptırdık.

Minareler binayla mütenâsib (orantılı) olsaydı daha güzel olacaktı ama biz upuzun minareler yaptırdık.

Zaten şerefeye çıkıp ezan okuyan yok ama biz bir şerefe yetmez dedik, iki şerefe de yetmez dedik, her minareye üç şerefe yaptırdık.

Çuvalla para harcadık, caminin içini sanatsız çinilerle kaplattık.

Elektrikli yerden ısıtma tesisatı yaptırdık.

Camiye WC'ler, şadırvanlar yaptırdık.

Alt katta cenaze yıkama istasyonu kurduk.

Camiye bir show room bile yaptırdık.

Minareleri, caminin içini ve dışını gür sesli hoparlörlerle donattık.

Mihraba tam altı adet mikrofon koydurttuk.

İmamın yakasına takmak için bir de kablolu seyyar mikrofon hazırladık.

Yazın cemaat serinlesin diye klima cihazları, vantilatörler...

İçi yanan din kardeşlerimiz için soğuk su cihazları. Buz gibi...

Çalınacak bir şey yok ama, caminin içine ve dışına dijital kameralar yerleştirdik.

Hiç sanatlı değil ama zemine anilin boyalı makine halıları serdirttik.

İmam ve müezzin için konforlu lojmanlar yaptırttık.

Caminin içine kızıl ışıklı namaz vakitleri levhaları koydurttuk.

Cami bahçesine paralı WC'ler yaptırttık

Velhasıl son derece lüks, büyük kubbeli, iki uzun minareli, bol şerefeli, bol mikrofonlu, bol hoparlörlü, kaloriferli, yerden ısıtmalı, klimalı, vantilatörlü, soğuk su cihazlı, kameralı, WC'li bir camimiz oldu.

Yok yok bu camide.

Sadece bir şeyi unuttuk.

En önemli şeyi.

En hayatî şeyi.

Ne mi o?

Sabah ezanı okununca biz bu camiye gitmiyoruz.


Öğle ezanı okununca bir saf.

İkindi hâkeza.

Akşam yine fazla cemaat yok.

Yatsıda yarım saf...

Evet cami yaptırdık ama gidip orada cemaatle namaz kılmayı unuttuk.

Yahu biz ne unutkan Müslümanlarız...



Mehmet Şevket EYGİ - 09 Ekim 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 10 Ekim 2011, 12:55:46
Diyanet İ. Başkanlığı'na Dilekçe

Sayın Diyanet İşleri Başkanlığı'na açık dilekçemdir:

Konu: Camilerdeki çirkin helâ/WC reklâmlarının kaldırılması hakkında.

Büyük şehirlerimizin kalabalık ve işlek yerlerindeki camilerin avlularında çirkin, sanatsız, kaba saba yazılarla yazılmış çok sayıdaki helâ reklâmları bir Müslüman olarak bendenizi gerçekten üzmekte ve rahatsız etmektedir.

İstanbul'da bazı cami helâları darphane gibi çalışmaktadır. Bir cami helâsı endüstrisi oluşmuştur.

Tuvalet ihtiyacı olan vatandaşlar, levhasız da olsa cami bahçe ve avlularındaki mahalleri bulabilirler.

Bu gibi çirkin, iğrenç, utanç verici levhaların kaldırılmasını talep ediyorum.

Turistlere de çok ayıp oluyor.

Sanırım Hindistan'daki putlara tapan Mecusîlerin tapınaklarında bile böyle iğrenç WC levhaları yoktur. Camiler kutsal mekânlardır. Tarihî camiler aynı zamanda birer sanat ve kültür anıtıdır. Böyle cahilce, eciş bücüş yazılarla acemice yazılmış levhalar tarihî camilerimize büyük gölge düşürmektedir.

Talebimi yüksek makamınıza saygılarımla arz ederim.



Mehmet Şevket EYGİ - 10 Ekim 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 10 Ekim 2011, 12:56:54
İyi Müslüman Kimdir?

BİR Müslümanın iyi Müslüman mı, kötü Müslüman mı olduğu nasıl anlaşılır?       

Önce şu hususu belirteyim:

Her mü'min Müslümandır ama zâhirde Müslüman görünenlerin bazısı, iman kalplerine inmemişse mü'min değildir.

İyi Müslüman ile kötü Müslümanın özelliklerini beyan edeyim:

1. İyi Müslümanın itikadı sahih/doğru itikattır. İnançlarında bozukluk, bid'at yoktur. Kötü Müslümanın itikadında bid'atlar, sapmalar, bozukluklar vardır.

2. İyi Müslüman beş vakit namazı dosdoğru, tâdil-i erkân ile kılar. Kötü Müslüman ya hiç kılmaz, yahut doğru dürüst kılmaz.

3. İyi Müslüman Sünnet ve cemaat ehlidir. Kötü Müslüman Sünnet ve cemaat dairesinden az veya çok çıkmış ve uzaklaşmıştır.

4. İyi Müslüman zekatını Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun şekilde verir. Kötü Müslüman ya hiç zekat vermez, yahut gerekenden az verir veya Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun şekilde vermez, binaenaleyh vermemiş gibi olur.

5. İyi Müslüman, "bizden olan ülülemre" itaat eder. İcazetli ulema, fukaha ve mürşidler "bizden olan ülülemrdir." Kötü Müslüman ülülemre itaat etmez, kendi kafasına göre, kendi re'y ve hevası ile hareket edip şeytanın tuzaklarına düşer.

6. İyi Müslümanın ahlakı düzgündür. O, Kur'anın, Resulullah'ın (Salat ve selam olsun ona), Selef-i Sâlihînin, Sâdat-ı Kiramın, evliyaullahın ahlakını benimser ve uygular. Kötü Müslümanın ahlakı bozuktur.

7. İyi Müslüman asla haram yemez, rüşvet almaz, ribaya bulaşmaz, haram komisyon almaz, haram spekülasyonlardan uzak durur; onun serveti temizdir, malvarlığı şeffaftır. Kötü Müslüman kara ve kirli para kazanır, necis servete sahip olur, bol bol haram yer, faize bulaşır, acayip haram komisyonlar alır. Onun serveti bulanık, bulaşık, kirli ve gayr-i şeffaftır.

8. İyi Müslüman emanete riayet ve dikkat eder, ehil değilse hiçbir emaneti kabul ve deruhde etmez. Kötü Müslüman emanetlere hıyanet eder.

9. İyi Müslüman yalan söylemez. Kötü Müslüman az veya çok yalan söyler.

10. İyi Müslüman verdiği sözü tutar. Kötü Müslüman vaadlerini yerine getirmez.

11. İyi Müslüman gıybet etmez. Kötü Müslümanın işi gücü gıybettir.

12. İyi Müslüman tecessüs etmez, yani başkalarının ayıp, günah ve kusurlarını araştırmaz. Onlara karşı karanlık gece gibi olur. Kötü Müslüman kendi ayıp ve günahlarını görmez, başkalarınınkilerle uğraşır, tecessüs eder. Böylece "Din kardeşini ondaki bir ayıp ile ayıplayan kimsenin canını, Allahü Teala, aynı ayıbı kendisine vermeden almaz" hadîsindeki tehdide duçar olur.

13. İyi Müslüman öğrenilmesi kadın erkek her Müslümana farz olan ilmihalini iyice, doğru ve sağlam şekilde öğrenir. Kötü Müslüman ilmihalini öğrenmez, boş ve fanî dünya dedikoduları ve mâlâyâni işlerle, fuzuli laflarla meşgul olur. Hiçbir faydası olmayan ıvır zıvır bilgiler edinir ama "Allah'ın 14 sıfatını say" denilince apışıp kalır.

14. İyi Müslüman zengin de olsa lükse, israfa, aşırı tüketime, aşırı konfora, gurur ve kibir veren müzeyyen meskenlere, pahalı ve ihtişamlı otomobillere, mobilyalara, giysilere, yemeklere yönelmez. Mütevazı, kanaatli, orta halli yaşar. Kötü Müslüman, icabında borca batar yine lüks yaşar, lüks ve israf sergiler, böylece gurur ve kibre düşer, şeytanın maskarası olur ve belasını bulur.

15. İyi Müslüman, dünya vazifelerini, hizmetlerini yerine getirmek, dünya imtihanında başarılı olmak için çalışıp çırpınır ama o âhirete dönüktür. Kötü Müslüman lisan ile âhiret der ama dünyaya dönüktür, ehl-i dünyadır.

16. İyi Müslüman ezelde Allahü Teala ile yapmış olduğu ahd ü misaka dünya hayatında sâdık kalır ve gereklerini yerine getirir. Kötü Müslümanın, bu ahd ü misaktan haberi yoktur. Lafla bilse bile gereğini yerine getirmez.

17. İyi Müslüman Resulullah Efendimize, nuranî bir silsile ile biatlidir. Kötü Müslümanın boynunda biat bağı yoktur.

18. İyi Müslüman Kur'anın emir ve yasaklarına uyar, onu imam, düstur ve anayasa olarak kabul eder. Kötü Müslüman lafla Kur'an der ama ona uymaz.

19. İyi Müslüman, ebedî kalacağı öteki dünya için azık toplar. Kötü Müslüman toplamaz.

20. İyi Müslüman, Ümmet-i Muhammed'in bir ferdi, bir üyesi olduğunun bilincindedir. Kötü Müslümanda Ümmet şuuru yoktur. O parça, cemaat, tarikat, grup asabiyeti bataklıklarına saplanmıştır.

21. İyi Müslüman havf ile reca beynindedir (arasındadır). Hem ümid eder, hem çok korkar. Kötü Müslüman ucb ehlidir, gaflet içindedir, Cennet'i garantilediğini sanır.

22. İyi Müslüman nefs-i emmâre derekesinden yukarıya çıkmıştır. Kötü Müslüman nefs-i emmâre bataklıklarına gark olmuştur.

23. İyi Müslüman, ihtilaflı konularda Sevad-ı Âzam dairesi içindedir. O İslam'ın ana yolunda, cadde-i kübrasında yürür. Kötü Müslüman Sevad-ı ÂIzam dairesinden çıkmış, çıkmaz sokaklara, dar patikalara sapmış ve yolunu kaybetmiştir.

24. İyi Müslüman din kardeşlerine karşı halimdir. Kötü Müslüman galizdir.

25. İyi Müslüman sadaka verdiğinde sağ elinin verdiğinden sol elinin haberi olmaz. Kötü Müslüman gösteriş için hayır yapar ve bunu davul, zurna, kös çalarak ilan eder.

26. İyi Müslüman ihlaslıdır. Kötü Müslümanda nifak alametleri vardır.

27. İyi Müslüman kendini beğenmez. Kötü Müslüman kendini dev aynasında görür, çok beğenir.

28. İyi Müslüman hüsn-i hâtime (imanla ölmek saadeti) konusunda çok endişelidir. Kötü Müslüman kendini Cennetlik sanır, onda böyle bir korku yoktur.

29. İyi Müslüman, Cuma ezanı okununca ticareti, dünya işini bırakır, Allahı zikretmeye gider. Kötü Müslüman, kendisi camiye gitse bile ticaretini, dükkanını kapatmaz, dünya işini durdurmaz.

30. İyi Müslüman zalimleri övmez, yalakalık ve yağcılık yapmaz. Kötü Müslüman yağcıdır, yalakadır, meddahtır, dalkavuktur, kemik kapmak için her zilleti ve rezilliği irtikâb eder.

31. İyi Müslüman, Müslümanların büyüklerine saygılıdır, küçüklerine merhametli ve şefkatlidir. Kötü Müslüman büyüklere saygısızlık eder, küçüklere merhametsizlik.

32. İyi Müslüman nefsini aklamaz, temize çıkarmaz, aksine suçlar ve özeleştiri yapar. Kötü Müslüman nefsine toz kondurmaz, doğru ve hayırlı da olsa hiçbir tenkit ve uyarıyı kabul etmez, yalan da olsa övgülere bayılır, medh edilmeye doymaz.

33. İyi Müslüman parayı, serveti, malı, altını gümüşü, doları euroyu sevmez, bunlara tapmaz, bunlar için her haltı yemez. Kötü Müslüman mala, mülke, altına gümüşe, dolara euroya, zenginliğe çılgınca düşkündür, bunları taparcasına sever. Bunlar için her haltı yer, her haramı irtikâb eder.

(Bu yazıyı kaleme alan bendeniz iyi ve faziletli bir Müslüman mıyım? Öyle bir iddiam yoktur. Kendime iyi Müslüman demekten hayâ ederim. Okur yazar bir kimse olarak muteber ve güvenilir din kitaplarında yazılar bazı bilgileri özetledim. Cenab-ı Hak'tan hüsn-i hâtime dilerim. Lütfen siz de dua buyurunuz. İyilerin duaları cümlemizin üzerine sâyeban olsun. Âmin...)



Mehmet Şevket EYGİ - 10 Ekim 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 11 Ekim 2011, 11:38:33
Çılgınlıklar Ülkesi

(Bu yazıyı Başbakanın otomobiline Kastamonu'da saldırıldığı günlerde yazmıştım, gazeteye göndermeyi unutmuşum. Bugün yayınlanıyor. Umarım eskimemiştir...)

Bursa'da zaman... Hayır dilim sürçtü yanlış söyledim, Bursa'da bir futbol maçı... Şehirde yer yerinden oynuyor. Sanki savaş var. Futbol holiganlarının gözleri kararmış...

Kastamonu'da Başbakanın konvoyuna otomatik silahlarla zırh delen mermiler sıkılıyor, bombalar atılıyor. Bereket versin ki, Başbakan otomobile binmemiş, helikopterle gitmiş...

Samsun'un bir ilçesine bağlı köyde iki köylü bir köpeği ağaca bağlamışlar, sopalarla vura vura feci şekilde öldürmüşler. Köpeğin feryatları dağları vadileri inletmiş.

Hoppa züppe ünlü şanlı anlı fingirdek kadına bir gazeteci kimliğini tanıtmadan telefon etmiş, birlikte olmak için kadın 20 bin lira istemiş...

Bir koca kendisi işte iken eve aşığını alıp zina yapan karısını polise şikayet etmiş. Polis "Zina suç değildir, herhangi bir bir işlem yapamayız" cevabını vermiş. Aşığın eli kadının belinde, kocanın eli böğründe kalmış.

Seçim oylarının basım işi 12 milyon liraya ihaleye çıkartılmış, en sonunda 900 bin liraya düşmüş...

Medya ateşli ateşli tartışıyor: Filan dizideki zina sahnesinde erkek ile kadının arasında yastık mastık yokmuş, kameraların önünde bilfiil cinsel ilişki yapmışlar. Böylesi daha gerçekçi oluyormuş...

Ülkenin bazı bölgelerinde kanlı terör var, bazı bölgelerde ise vur patlasın çal oynasın eğlence...

Ucuz halk ekmeği kulübelerinin önünde uzun fakir fukara kuyrukları var. İstanbul'un en lüks lokantasında bir porsiyon lüfer 500 liraya yeniyormuş...

İri ve ünlü bir politikacı Memiş rakibine "Ben senin a..." demiş, gerisini getirememiş...

Bizim Hacı akşam namazını kılmış, ardından akşam yemeğini yemiş, sonra koltuğuna kurulup "Şehvetli ve Ateşli (nar) Yasak Aşk" filmindeki zina ve fuhuş sahnelerini pür dikkat seyretmiş.

On dört yaşındaki öğrenci kız hamile kalmış, vakti gelince çocuğunu doğurup çöpe atmış. Çocuğun babası belli değilmiş.

Yirmi yıl önce züğürdün teki olan herif bugün süper zengin olmuş. Kurumundan yanından geçilemiyormuş.

Otobüste birbirini mıncıklayan bir çifte "Burası seks yeri değil" diyen şoför medyatik linçe maruz kalmış...

Avrupa standartlarına uygun olmayan hadisler büyük paralar harcanarak ayıklanıyormuş...

Papazlarla haşir neşir olan birileri Müslüman kardeşleriyle konuşmuyormuş...

Müezzin sabah vakti ezan okurken hoparlörü sonuna kadar açmış, rahatsız olan Müslüman komşusu da polise şikayet etmiş...

Fakir kadının bebeği gıdasızlıktan ölmüş. Milyonlarca Müslümandan biri birkaç yüz lira zekat veya sadaka vermiş olsaydı zavallıcık ölmeyecekmiş.

Geçen Ramazan'da İzmir'de bir kediyi tekmeleye tekmeleye öldüren üniversite öğrencisinin davası başlamış.

Bursa'da direksiyona hakim olamayıp (sarhoş muydu?) durağa dalıp beş zavallı kadını feci şekilde ezerek öldüren cellat sürücü on ay yattıktan sonra tahliye olmuş...

Müslümanlar iktidardaymış ama dindar memureler, dindar avukatlar hâlâ başörtüsüyle daireye, adliyeye giremiyormuş...

İdam edilen fidancıklar ölüm yıldönümünde anılmış, hatıraları bir kez daha kutsanmış...

Dehşetli yolsuzluk yapan, vurdu mu büyük vuran pek iri bir vurguncu on bir aylık bir devşirme ve talandan sonra umreye gitmiş. Günahsız olarak döneceğini sanıyormuş...

Açık oturumda iki kişi birbirine girmiş, çok ağır şekilde atışmışlar, seyredenler zevkten dört köşe olmuş, tv kanalı reyting patlaması yapmış.

Medya bir aslanın bir zebrayı parçalayıp yediğini rejimleriyle ve kanlarıyla birlikte verdi. Okul çocukları için iyi ve canlı bir biyoloji ve zooloji dersi oldu.

Paşa vaktiyle ne demişti: Yurtta sulh, cihanda sulh...



Mehmet Şevket EYGİ - 11 Ekim 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 11 Ekim 2011, 11:47:31
Şükürsüzlük

BU yaz epey sıcak oldu, bunaldık, hele Urfa'da Diyarbakır'da bazı günler derece 40'ı geçti, halk hararetten yandı.

Biz bu sıcaklar karşısında şikayet ettik, "Öf ne kadar bunaltıcı sıcak var..." deyip durduk.

Başkalarına karışmam ama yazın bunaltıcı sıcakları, kışın dondurucu ve titretici soğukları karşısında şikayet etmek Müslümana yakışmaz.

Havanın sıcak olduğunu söyleceksek, "Elhamdülillah bugün hava ne kadar sıcak"; çok soğuk olduğunu söyleceksek, "Elhamdüllilah bugün hava epey soğuk" şeklinde konuşmamız gerekir.

Ticaretimiz veya işimiz bozuldu, gelirimiz kesildi veya çok azaldı ve akşam yemeği mönümüzde sadece çorba var. Ne yapacağız? Şikayet mi edeceğiz, yoksa hamd ve şükür mü? Müslümansak elbette hamd ve şükür.

Çorbamızı besmele ve şükürle içerken, Somali'de bunu da bulamayan kardeşlerimizi düşüneceğiz.

Yukarıdakilere bakmaya lüzum yok. Tantana Restoran'da Zengin bin Zengin, ana yemek portakallı ördek olmak üzere on beş çeşit yemek, tatlı, ovrdövr , salata, malata yiyormuş. Ne haset edeceğiz, ne gıbta.

O yemek helal para ile yeniyorsa, israf edildiği için haramdır.

Haram ve kirli para ile yeniyorsa, muzaaf (kat kat) haramdır.

Haram yiyen cehennemliktir.

Bağdad'lı büyük Veli ziyaretine gelen bir şeyhe sormuş:

Efendi hazretleri durumunuz nasıldır, ne yapıyorsunuz?

Şeyh şu cevabı vermiş:

Bulursak şükr ediyoruz, bulmazsak sabr ediyoruz...

Büyük veli: Bunu Bağdad köpekleri de yapıyor.

Şeyh efendi şaşırmış, "Peki zat-ı âliniz ne yapıyorsunuz ?"

"Biz bulursak dağıtıyoruz, bulmazsak şükr ediyoruz..."

İnsanların yiyeceklerini içecekleri, yemeklerini, rızıklarını Allahü Teala vermektedir. Rızık helalden de olur, haramdan da... Kul helal kazanır, helali isterse ona helal rızık verilir, haram kazanırsa, harama rağbet ederse rızkı haramdan olur.

Bizim Allah'tan helal rızık istememiz, haram kazançlardan uzak durmamız gerekir.

Helal peynir ekmek, üzerinde yüz çeşit yiyecek ve içecek bulunan haram nemrudî sofradan hayırlıdır.

Helal para ve gelirle alınmış lüks yiyecekler haram olur.

Birincisi: Lüks olduğu için.

İkincisi: İsraf olduğu için.

Bu devirde lüks ve israf, manevî bir veba ve kolera gibi toplumu ahlâken yere sermiştir.

Şükürsüzlük almış yürümüştür.

Şu sürüngene bakınız: Hem kızarmış tavuğu midesine indiriyor, hem de "Eski tavuklar lezzetliydi, bu yeni tavuklar tatsız tuzsuz..." diye homur homur homurdanıyor.

Eski tavuklar gerçekten daha lezzetliydi ama böyle konuşmak Müslümana yakışmaz. "Allah'ın nimetlerine ne kadar şükr etsek azdır. Fabrika tavukları eski kadar lezzetli olmuyor ama buna da şükr etmeliyiz. Nice kardeşimiz açlıkla pençeleşiyor, bırakın böyle kızarmış tavuğu, bir dilim ekmekle bir tas duru çorba bile bulamıyor. Ya Rabbi Sana çok şükürler olsun..." denilmesi gerekmez mi?

Şu solucana bakınız:

Sekiz bin liralık eski bir otomobili var. Bununla ayağı yerden kesiliyor, evden işe işten eve gidiyor, pazar günleri mâ aile piknik yapıyor ve söylenip duruyor. "Herkes lüks arabalarda caka satarken ben bu teneke parçasında ömür çürütüyorum, olur mu böyle, ya Rabbi bana niçin pahalı ve gösterişli bir araba vermiyorsun?.."

Küfran-ı nimet eden küstah ve nankör insan...

Muhterem kardeşlerim!.. İhyâu Ulûmi'd-din gibi muteber din ve ahlak kitaplarımızın şükür bölümlerini okuyalım ve edindiğimiz bilgileri hayata uygulayalım.

Şükürsüz nankörler olmayalım, şükürlü iyi Müslümanlar olalım.

Şükrün yanında İslam'da sabır nedir, tevekkül nedir, ihlas nedir, taqva nedir onları da öğrenelim.

Sadece kuru kuruya öğrenmekle iş bitmez. Kurtarıcı ve faydalı bilgileri hayatımıza uygulamamız gerekir.

İnsan nefsi nedir, kaç mertebedir?

İnsanı helak eden gurur, kibir, ucb nedir?

Kur'an ahlakının esasları nelerdir?

Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) ahlakı nasıldı?

Örnek Müslümanların ahlakı nasıldı ve onlar nasıl yaşarlardı?

İslamda mürüvvet ne demektir?

Fütüvvet ne demektir.

İnsanların gizli ayıplarını araştırmak niçin haramdır?

Gıybet etmek niçin şarap içmekten daha kötüdür?

Kış yaklaşıyor, soğuklar başlayacak, hele bazı doğu vilayetlerinde Sibirya soğukları olacak. Ya Rabbi, Sana şükürler olsun, hava soğuk diyenlerden olalım.

Şükr eden kullardan olalım.

Yetmiş seksen sene yazlar sıcak, kışlar soğuk olur ve sonra insan dar-ı cezaya intikal eder.

Dünyadan dar-ı cezaya sahih imanlı, namazlı, diğer ibadetleri eda eden, ahlakı düzgün, nimetlere şükr eden, Allah'tan çok korkan, yaptıklarına mağrur olmayan, ihlaslı, taqvalı, şükürlü ve sabırlı, mütevazı, beynel havf ve reca, müstaqim (doğru dürüst) Müslümanlar olarak göçmenin sebep ve vesilelerine yapışalım.


Mehmet Şevket EYGİ - 11 Ekim 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 12 Ekim 2011, 11:32:39
Kur'anın Re'y ve Heva ile tefsiri

DERİN vesayet rejimi, Türkiye'yi İslam'dan uzaklaştırmayı amaçlamıştı. İslam'ı büsbütün ortadan kaldıramazlarsa bozacaklar, tahrif edecekler, aslından uzaklaştıracaklar, münzel (indirilmiş) İslam'ın yerine uydurulmuş bir İslam getireceklerdi.

Bu amaçlarına yüzde yüz erişememiş de olsalar da maalesef büyük tahribat yapmışlardır.

İslam'ı kazımak veya tahrif etmek için neler yaptılar?

1. Doğru yol, cadde-i kübra, fırka-i Nâciye, Sevâd-ı Âzam, Kur'an Sünnet ve icmâ-i ümmet dini olan Ehl-i Sünnet İslamlığını sarsmaya, yıkmaya, çökertmeye çalıştılar.

2. İcazetli Ehl-i Sünnet uleması ve fukahası yetiştiren medâris-i islamiyeyi yıktılar.

3. Din işlerini Kemalist rejime bağımlı resmî bir kuruma verdiler.

4. Ezan-ı Muhammedî okumayı yıllarca yasak ettiler, okuyanlara devlet terörü uyguladılar. Lakin ezan konusunda başarılı olamadılar. 1950'de Ezan yine serbest bırakıldı. (İlle Arapça ezan okunacak denilmedi ama yasak kalkar kalkmaz Müslüman halk gerçek Ezana döndü. Bütün Türkiye'de bir tek Türkçe ezan okunan cami kalmadı. Maalesef, o zaman İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs'ta, aşırı Kemalistlerin diretmesiyle Türkçe ezan okunmaya bir müddet daha devam edildi.)

5. Derin vesayet rejimi Türkiye Müslümanlarını Kur'andan kopartmak için "Yobaz hocalar aradan çıksın, her Müslüman kutsal kitabını kendi dilinden okusun ve kendi kafasından yorumlasın" fikrini ortaya attı. Bu, Ziya Gökalp'in ve Moiz Kohen Tekin Alp'in fikriydi. İşte bu konuda derin, ideolojik vesayet rejimi hayli başarılı oldu. Yazımın alt tarafında bu konuyu inceleyeceğim.

6. Osmanlılar ve Cumhuriyet'in ilk 40-50 yılında bütün Ehl-i Sünnet Müslümanları, çeşitliliklere ve farklı meşreblere rağmen tek bir Ümmetti. Vesayet rejimi Ümmetin içine İbn Sebe'ler, ajanlar, casuslar, provokatörler, manipülatörler, yönlendiriciler, kafa karıştırıcılar, fitne ve fesatçılar soktu ve Müslümanları böldü ve parçaladı. Bazı bölük ve parçalar birbirine düşman edildi. Ümmet birliği darmadağın oldu. Ümmet hiyerarşisi kalmadı. Sonunda ne oldu? Bugünkü manzara ve tablo ortaya çıktı.

7. Derin vesayet rejimi Müslümanları laik yapamadı ama sekülerleştirdi, din ile hayatı birbirinden koparttı.

Maddeleri çoğaltabiliriz ama bendeniz şimdi Kur'an konusunda neler yaptılar onu biraz anlatayım. Önce bazı hadîs mealleri vermek istiyorum.

*Birinci hadîs-i şerif:

"Kim Kitabullah hakkında (Kur'an hakkında ) şahsî re'yiyle söz ederse, isâbet etse bile (yorumu, sözü doğru olsa bile) hatâdadır." (Ebû Dâvud, Tirmizî Tefsir'inde).

Bu hadîsin Rezîn rivayetinde şu ilave vardır: "Kim kendi re'yi ile söz eder de hatâ ederse küfre düşer."

*İkinci hadîs-i şerif:

İbn Abbas radiyAllahu anhüma Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) şöyle buyurduğunuz rivayet ediyor: "Kim Kur'an hakkında ilme dayanmadan söz ederse ateşteki (Cehennemdeki) yerine hazırlansın." (Tirmizî, Tefsir)

*Üçüncü hadîs-i şerif:

"..... Kim de Kur'an hakkında re'yi ile söz ederse ateşteki yerine hazırlansın." (Tirmizî, Tefsir)

Bugün Türkiye'deki milyonlarca Müslüman, sayısı 200'e yaklaşan ve çoğunda vahim yanlışlar bulunan Kur'an tercüme, meal ve tefsirlerini okumaktadır. Yeterli ilmi, ehliyeti ve icazeti olmayan kimseler Kur'an konusunda konuşmakta, heva ve re'yleriyle, kendi kafalarından ulu orta yorum yapmaktadır.

Bu metod Afganî'nin, Ziya Gökalp'in, Moiz Kohen Tekin Alp'in ve muakkiplerinin (onların peşinden gidenlerin) metodudur.

Kur'an konusunda korkunç, dehşet verici bir disiplinsizlik ve laubalilik görülmektedir.

Sağlam din kültüründen mahrum kalmış, daha doğrusu kasıtlı ve planlı olarak mahrum bırakılmış nice Müslüman, "Men fessere'l-Kur'ane bi re'yihi fekad kefer" kaidesinden bîhaberdir.

Kur'an tercümesi, meali, tefsiri (Nadir istisnalar dışında) ticaret konusu olmuştur.

(Allah rızası için tefsir, meal ve tercüme yapan; bunu yapmak için yeterli ilme, ehliyete, icazete sahip bulunan müfessirleri, ulema ve fukahayı tenzih eder, hürmetlerimi arz ederim.)

Ehliyeti, icazeti, liyakati, yeterli kisbî ve vehbî ilmi olmayan kişilerin Kur'an tercümesi ve tefsiri yapmaya cür'et etmeleri ne büyük bir cinnet ve felakettir.

Kur'an İslam'ın, Şeriatın ana kaynağı ve temelidir ve maalesef onun yorumu ayağa düşürülmüştür.

Bu işte reformcu, Kemalist, mezhepsiz, telfik-i mezahipçi, Afganîci, Abduhçu, Reşid Rızacı, Fazlurrahmancı, light/ılımlı İslamcı, İslam Protestanlığı taraftarı, BOP'çu kişi ve kliklerin de büyük rolü olduğunu iddia ediyorum.

Bir yandan derin ve vesayetçi rejimin adamları, öte yandan dinde reform isteyenler.

Ehl-i Sünnet Müslümanları iki ateş, örs ile çekiç arasında kalmıştır.

"Dinimizin birinci kaynağı Kur'an, ikinci kaynağı Sünnet değil mi? Öyleyse al eline bir Kur'an tercümesi, bir de hadîs külliyatı ve kendi kafana göre konuş, yorum yap, hüküm çıkart..." Bundan daha yanlış bir metod olamaz. Yukarıda zikr ettiğim hadîslerde, böyle yapanların Cehennemlik olduğu bildirilmektedir.

Kur'anın emirlerini, yasaklarını, öğütlerini öğrenmek için ehliyetli ve icazetli ulema ve fukahanın kitaplarını okumak gerekir.

Peki hiç Kur'an tercümesi, meali, tefsiri okunmasın mı?

Böyle bir şey demedim.

Okunsun ama ehliyetli, liyakatli, icazetli müfessirlerin, ulemanın, fukahanın hazırladığı kitaplar okunsun.

Hiçbir Müslüman, kendi re'yi ve hevası ile, kendi kafasından Türkçe tercüme ve tefsir ile Kitabullahı yorumlamaya, ondan din hükmü çıkartmaya yeltenmesin, böyle bir edepsizlik yapmasın.

Peygamberimiz ne buyuruyor. İlmi ve ehliyeti olmadığı halde sözünde, yorumunda isabet eden bile günaha girmiş olur.

Yirminci asrın büyük alimi merhum Şeyhülislam Tokatlı Mustafa Sabri efendi hazretleri, Cumhuriyetin ilk on beş yılında Kur'an Tercümesi devrimi yapıldığı zaman sürgünde bulunduğu Mısır'da "Mes'eletü Tercümeti'l-Kur'an" adıyla bir kitap kaleme almış ve Ankara rejimini çürütmüş ve tenkit etmişti. (Arzu eden Bedir Yayınevi'den tercümesini temin edip okuyabilir. 0212/519 36 18)

Derin vesayet rejimi İmamet-i İslamiyeyi yıktı, Ümmet birliğini ve hiyerarşini yıktı.

Bu yıkımda ve tahribatta birtakım reformcuları kullandı. Ağacı kesip deviren baltanın sapı, ağaç dalından yapılırmış.

Yıllardan beri Türkiye'de Ehl-i Sünnet İslamlığını yıkmak, onun yerine Siyonistlerin, Haçlıların, ABD'nin, AB'nin istediği ılımlı bir İslam getirmek için çalışıyorlar.

Açık konuşayım: İslam'ı tahrif etmek istiyorlar.

Müslümanları, icazetli Sünnî ulemanın, fukahanın, mürşidlerin yolundan ve izinden ayırıp Afganîlerin, Abduhların, Reşid Rızaların (üçü de Farmasondur), Fazlurrahmanların, Moiz Kohenlerin (nâm-ı diğer Tekin Alp) çıkmaz sokaklarına saptırmak istiyorlar.

Ehl-i Sünnet İslamlığında, itikatta iki imam, fıkıhta dört imam vardır, bunlar usûlde bir ve beraberdir. Reformcular ve vesayet rejimi ajanları her Müslümanı kendi başına imam yapmak istiyor.

Bu memlekette Süryanî, Ermeni, Rum Ortodoks, Musevî cemaatlerinin bağımsız ruhanî başkanları, bağımsız kilise teşkilatları vardır ama çoğunlukta olan Sünnî Müslümanların bağımsız din teşkilatı yoktur. Başlarında bir İmam-ı Kebir, bir Emîrü'l-mü'minîn yoktur.

Büyük Müslüman kütlelerin beyinleri öylesine yıkanmıştır ki, onların çoğunda İmam, Emîr, biat kavramı bile yoktur.

Müslümanlar tek bir Ümmet olmaktan çıkmış, birbirinden kopuk, kimisi birbiriyle çatışan, birbirini sevmeyen, işbirliği yapmayan, müşterek bir plan ve programa sahip olmayan bir cemaatler, tarikatlar, hizip ve fırkalar, klik ve gruplar yığınına dönüştürülmüştür.

Müslümanların kendisine biat ve itaat edilen, emirleri yerine getirilen tek bir İmamı olmadığı için itikatta bozukluklar başlamış, namaz terk edilmiş, halk şehvetlerine uymuştur. Bütün bu hengâme içinde korkunç bir din sömürüsü yapılmaktadır.

Ümmet birliği şuuru gitmiş, onun yerini cemaat ve hizip asabiyeti, militanlığı, fanatizmi almıştır.

Şu hale bakınız:

İslamda kader yoktur diyen ilahiyatçılar var.

Kur'an Yahudileri İslam'a çağırmıyor diyeni var.

Kur'an Hıristiyanları İslam'a çağırmayan diyeni.

Kimisi şefaati inkar ediyor.

"Allah gerçek bir Janustur" diyen İranlının kitapları Müslüman gençliğe okutuluyor. (Janus iki çehreli bir Roma putunun adıdır. Allah'ı herhangi bir şeye, hele bir puta teşbih etmek küfürdür.)

Bu adamın kitapları Diyanet kitap evlerinde bile satılıyor.

İslamda tesettür yoktur. Tesettür bize Yahudilikten geçmiştir deyen ilahiyatçıyı da gördük.

Ramazan'da bazıları bas bas İslam'da teravih namazı yoktur diye bağırmadılar mı?

Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) Sünnetini inkar edenleri bile gördük.

Derin ve ideolojik küfür İslam'ı içinden yıkma kararı almıştı. Bir an bile durmadan bunu hayata uyguluyorlar. Ramazan'da Malatya'da bir vekil imam Cuma hutbesinde Şeriattan ve Hilafetten bahs edilince ne oldu? Adamcağızı minberden indirdiler ve imamlıktan attılar.

Bu memlekette kaç şuurlu Müslüman var?

Yeni Ceza Kanunundan zina suçu çıkartılınca kaç kişi protesto etti?

Allah Kur'anın ve İslam'ın koruyucusudur.

Biz Müslümanlar dinimize, imanımıza, Kitabımıza, Sünnete, Şeriata sadık olmaz, bu konudaki vazifelerimizi yerine getirmezsek vebal altında kalır, cezalandırılırız.

Evet, Kur'anı kendi re'y ve hevasıyla yorumlayanlar büyük günaha girmiş olur. Müslümanları bu konuda uyarmak gerekir.

En büyük imamlar ve müfessirler bile böyle yapmamıştır.

Kur'an ya Kur'an ile, yahut Sünnet ile, usulüne göre yorumlanır.

On dördü kesbî (çalışarak elde edilen), on beşincisi vehbî (Allah'ın muhlis ve sadık âlim kullarına verdiği) ilme ve din alimi, fakih, müfessir icazetine sahip bulunmayan bir Müslüman kendi re'yi ve hevasıyla Kitabullahı yorumlayamaz, ondan hüküm çıkartamaz.

İcazetli alimler ve müfessirler de Kur'anı kendi re'y ve hevalarıyla yorumlamazlar.

Kur' an salt akılla değil, nakille yorumlanır.

Kur'ana hürmet edelim.

Kafirlerin, münafıkların, şeytanın, nefsimizin tuzaklarına düşmeyelim.

Din sahasındaki kaosa ve anarşiye karşı çıkalım.

Cahillerin ve ehliyetsizlerin Kur'an konusunda kendi re'yleriyle konuşmamalarını söyleyen, böyle yapanları Cehennemle korkutan Peygamberimize kulak verelim ve ona itaat edelim.

Kur'an nimetine küfranda bulunmayalım.


Mehmet Şevket EYGİ - 12 Ekim 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 13 Ekim 2011, 11:25:07
Genelevde Mut'a Nikahı Kıyılsınmış!

İnternet gazetelerinde okudum: Diyarbakır genelevinde, fahişelerle buluşan kimselerin önce onlarla mut'a nikahı kıymaları istenmiş.

Ya Rabbi ne günlere kaldık!

Bugünleri de mi görecektik?

Ehl-i Sünnet Müslümanlığı mut'a nikahını caiz, helal, meşru görmez.

Böyle bir teklif ve büyük bir densizliktir.

Dini hafife almak, dinle alay etmektir.

Rejim, yasal genelevler açılmasına izin veriyor.

Bu evlerde devletin kontrolü altında KDV'li, gelir vergili yasal fuhuş ve zina yapılıyor.

Bu evlerde toplanan vergiler devlet bütçesine katılıyor.

Bu yasal genelevlerin kapısında devlet, fuhuş ve zina güvenliğini sağlamak için resmî polis bekletiyor.

Burada çalışan TC vatandaşı kadınlara, TC başlıklı resmî vesikalar veriliyor.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi buralarda mut'a nikahı yapılarak iş görülsün deniliyor.

Diyanet'in böyle densiz bir teklifi protesto etmesini bekliyorum.


Mehmet Şevket EYGİ - 13 Ekim 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 18 Ekim 2011, 11:41:57
Adalet Herkese Lazımdır

Militan, saldırgan, zorba, insan hakları ihlalcisi, faşist, vicdansız, vesayetçi, milli kimlik ve kültür karşıtı, neokolonyalist İslam düşmanları yakın tarihimizde yargıyı alet ederek çok zulümler yaptılar. Onlar çoğunlukta olan Müslümanları ezdiler. Zalimâne kanunlarla temel hak ve hürriyetleri ayaklar altına aldılar.

Neydi o İstiklal mahkemeleri...

Şu meşhur TCK 163'üncü madde...

İskilipli âtıf Efendiyi nasıl asmışlardı...

Evlerinde Risale-i Nur okuyan Müslümanları, kesinleşmiş beraat kararlarına rağmen nasıl tekrar tekrar yakalayıp zindanlara tıkmışlar, ağır cezalarda süründürmüşlerdi...

Erzurumlu bohçacı kadın Şalcı Bacı'yı, şapka kanunun tenkit ettiği için idam etmişlerdi...

Düzmece ve abartma Menemen vak'asında asılanlar.

Ziylan vadisinde kurşuna dizilen binlerce vatandaş.

General Muğlalı'nın kurşunu dizdirttiği 33 vatandaş.

On bin sayfalık bir ansiklopedi yazmak gerekir yakın tarihimizdeki adaletsizlikleri yegân yegân anlatmak ve açıklamak için.

Camiden çıkarken namaz takkesini başında unutan dalgın Müslümanları tutukladıkları günleri ne çabuk unuttular.

Onlar bu ülkenin asıl sahibi Müslüman çoğunluğun temel insan haklarını ayaklar altına almışlardı.

1930'lu yılların ikinci yarısında Bursa'da bir vatandaş Ulu Cami minarelerinden birine çıkmış, Ezan-ı Muhammedî okumuştu. Bugün adalet istiyoruz diye bağıranların dedeleri, babaları, amcaları yeri göğü birbirine katmış, irtica diye haykırarak Müslümanlara iğrenç zulümler yapmışlardı.

Millî Şef İsmet Paşa'nın diktatörlüğü zamanında Necip Fazıl Büyük Doğu dergisinin kapağına kocaman bir kulak resmi koymuş, "Başımıza kulak istiyoruz!" diye yazmıştı. Sonra apar topar tutuklanmıştı. Gerekçesi?.. Paşa hazretleri ağır işitiyormuş...

Stalin Türkistan'da, bunlar Türkiye'de yıllar boyunca Müslümanlara kan kusturdu.

Müslüman halkın kimliğini ve kültürünü değiştirmek için her zorbalığı yaptılar.

Şimdi kalkmışlar bağımsız adalet, ah adalet vah adalet, adalet istiyoruz diye yaygara kopartıyorlar, şamata yapıyorlar.

Ben, çoğunluğa mensup Müslüman bir vatandaş olarak elbette yargıya müdahale edilmesini istemem.

Adalet herkese lazımdır.

Samimî olarak adalet istiyorum.

Dün adaletin canına okuyan, Müslüman çoğunluğa zulm eden zihniyetin adalet diye bağırması çok ibretlidir.

Adalet herkese lazımmış... Anladılar mı?

Dünkü yargı katillerinin bugün adalet ağıtları yakmaları kanıma dokunuyor.

Namaz kılıyor, karıları başlarını örtüyor, içki içmiyorlar, altın yüzük takmıyorlar suçlamalarıyla binlerce ordu mensubunu ordudan ihraç edip hayatlarını söndürmüşlerdi.

28 Şubat'tan sonra Müslümanların yurtlarına gidip kızların saçlarını çekiştirmişlerdi. Peruk takıp takmadıklarını anlamak için.

Onlar medeniyetimizin ve kültürümüzün en temel vasıtası olan İslam yazısını bile yasaklamışlardı.

Sözde adaletleri ve yalancı uygarlıkları sayesinde bugün Türkiye halkı atalarının, dedelerinin Türkçe mezar taşlarını bile okuyamayacak kadar kara cahil kalmıştır.

Dün Müslümanları ezerken, çoğunluğa kan kustururken, vatandaşları dinlerinden, inançlarından dolayı zindanlara atarken adalet diye bağırmıyorlardı.

Attıkları zulüm bumerangları döndü dolaştı kendi kafalarına çarptı.

27 Mayıs 1960'ta adalet var mıydı?

Halkın seçtiği sivil iktidar adaletle mi alaşağı edilmişti.

Adnan Menderes ve iki bakanı adaletle mi asılmıştı?

12 Mart 1971.

Bir yığın adaletsizlik, zulüm, haksızlık, işkence.

12 Eylül 1980.

Yaşını büyültüp astıkları ülkücü çocuk.

Zulüm, işkence, vahşet, merhametsizlik, insafsızlık.

28 Şubat adaleti... Aman ne adalet ne adalet...

Evet bendeniz kimseye zulm edilmesini istemiyorum.

Adaletsizlik yapılıyorsa asla memnun ve razı değilim.

Lakin lakin lakin...

Zulüm bumerangları dönüp dolaşıp atanların başına çarpınca ibret alıyorum. Onlar almıyor.

Bu memleketin Müslüman çoğunluğu adalet diyerek çok ağlamış inlemişti.

Bendeniz 1984'te ellerim ayaklarım zincirli olarak mahkum sevk aracında İstanbul'dan Gerede'ye sevk edilirken ah adalet diye inlemiştim.

Gerede cezaevindeyken ziyaret günü, İstanbul'dan gelen dostlarım cezaevine alınmamış, görüştürülmemişti. O zaman ah adalet diye inlemiştim.

Benim suçum neydi.

Darbe teşebbüsü mü?

Hayır, birkaç mâsum yazı yazmıştım.

Adalet herkese lazım.

Dindara da lazım, dinsize de lazım.

Selanikliye de lazım.

Bu lüzumu inşAllah herkes anlamıştır.

Zulüm bumerangının dönmesi.

Bu da adaletin bambaşka bir tecellisi...



Mehmet Şevket EYGİ - 18 Ekim 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: tk1978 - 18 Ekim 2011, 13:38:43
Tek Başına Bir Ümmet Hizmetkâr
 
TÜRKİYE'NİN "tek başına bir ümmet olan" çok vasıflı Müslümanlara ihtiyacı var. Sayıları az, ağırlıkları çok fazla.
 
Birkaç örnek vereyim:
 
Mesela bir Gaspıralı İsmail Bey...
 
Bediüzzaman tek başına bir ümmetti.
 
Şeyh Şamil... Cezayirli Emîr Abdulkadir...
 
Muallim Cevdet Bey...
 
Tek başına bir ümmet olan bu gibi şahsiyetlerin sayısı yüz binde, hatta bir milyonda bir olur ama hizmetleri pîr olur.
 
Bediüzzaman dünya malına, paraya, zenginliğe, riyasete, üne, alkışa, rahat ve keyifli bir hayat sürmeye düşkün ve yönelik olsaydı Bediüzzaman olamayacaktı.
 
Sıradan Müslümanlar, tek başına ümmet şahsiyetleri görünce onlara deli derler.
 
Tek başına ümmet kişiler ticaretin en kârlısını yaparlar. Allahla ticaret... Onların akılları fikirleri gerçek hizmettir.
 
Gerçek hizmetler nelerdir?
 
1- İman hizmetleridir.
 
2- Tashîh-i itikad hizmetleridir.
 
3- Kur'an hizmetleridir.
 
4- Resûlullah'ın (SallAllahu Aleyhi Ve Sellem) sünnetine hizmettir.
 
5- Dinde çıkartılmış kötü ve helak edici bid'atlerin izalesi için yapılan hizmetlerdir.
 
6- İnsanların Şeriata uymaları, Şeriat dışı işlerden kaçınmaları için yapılan hizmetlerdir.
 
7- Müslümanların iyi, övülmüş, kurtarıcı, güzel ahlaka sahip olmaları için yapılan hizmetler. Helak edici, kötülenmiş, cehenneme götürme tehlikesi taşıyan kötü huylardan kurtulmaları için hizmetler.
 
8- İslam kadın ve kızlarının kur'ana ve Sünnete uygun ahlaklı, iffetli, namuslu bir hayat sürmeleri için yapılan hizmetler.
 
9- Çocukların, gençlerin, halkın İslamî eğitimi hizmetleri
 
10- Müslümanların bedevî, varoş, kültür ve zihniyetten İslam medeniyet ve kültürü zihniyetine yükselmeleri için yapılan hizmetler.
 
11. Ümmeti doğru bilgilendirme, uyarma, aydınlatma, müjdeleme, iyiye ve güzele yönlendirme hizmetleri.
 
Tek başına ümmet olan şahsiyet bu hizmetleri insanların rızasını, alkışını, övgülerini kazanmak, ünlü olmak, dünya kemiği yalamak için yapmaz; Allah'ın rızasını kazanmak için yapar. Ücretini yaratıklardan değil, Yaratan'dan ister. Yaratan'dan istediği ücreti de dünyada değil, ahirette ister.
 
'Âlî ilimleri (alet) öğrenmiş, icazet almış, tefsir yazmak için gerekli şartlara sahip... Böyle bir İslam alimi hangi niyetle tefsir yazacaktır?.. Allah rızası için, ümmet-i Muhammed'e hizmet maksadıyla...
 
Şayet bu kişi dünyalık edinmek, tefsirden kazanacağı parayla mal mülk satın almak, zengin olmak için yazıyorsa onun niyetinde fesat vardır. O, ihlaslı bir alim değildir.
 
(Allah rızası için tefsir, meal veya tercüme yazmış, niyeti sahih ve temiz. Bundan bir miktar da telif ücreti veya gelir elde etmiş... Belki bunun fetva ve ruhsatı olabilir ama "para kazanmak, köşeyi dönmek, zengin olmak, mülk-dar olmak için yazdıysa niyeti bozuktur. Kendini insanlara beğendirmek, "ne büyük alimmiş" dedirtmek için ilim öğrenen, ilim öğreten kimselerin cehennemlik olduğuna dair çok muteber hadis kitabı, Sahîh-i Müslim'de ibret verici, uyarıcı bir hadîs-i şerif bulunmaktadır. (Hadîs no. 1905)
 
Zamanımızda sırf Allah için, gerçekten ihlasla, ücretini halktan değil, Hâlık'tan bekleyerek, dine, imana, Sünnete, Şeriata hizmet eden ulemanın, fukahanın, meşâyihın ellerinden, eteklerinden hatta ayaklarından öperim. Kur'ana, sünnete, Şeriat-i Garrâ-i Ahmediye'ye hasbeten lillah, muhlisen lillah hizmet edenlerin ayaklarını öpmek bile bir şereftir.
 
Bu yazımdaki bir takım târizler ve şikayetler bu ihlaslı ve hayırlı alimleri hedef almıyor. Onları tenzih ediyorum. Bendeniz din, iman, Kur'an, Sünnet, Şeriat, ümmet hizmetlerini paraya, dünya malına, zenginliğe, şöhrete, halkın rağbetine endekslemiş ulemâ-i sû'a karşıyım.
 
Yahova Şahitlerini duymuşsunuzdur. Bunlar kendi dinleri için akıl almaz hizmetler, propagandalar, yayınlar yapmaktadır. Geçenlerde yazmıştım, ciltli bir kitabı yüz küsür dilde yüz milyondan fazla bastırıp dağıtmışlardır... Gözcü Kulesi isminde bir dergileri var, o da yüze yakın lisanda, bazısı on beş günde bir, bazısı ayda bir olmak üzere yayınlanıyor.
 
Türkiye'de böyle hizmetler yok.
 
Bir kesim hizmet perdesi ardında ehl-i sünneti yıkmaya çalışıyor.
 
Şu malum ve mâhud "hadis ayıklamaları" çalışması bir hizmet midir?
 
Adamlar AB norm ve standartlarına, feminizm ideolojisi ilkelerine uymayan hadisleri ayıklayacaklarmış. Böyle bir şey hizmet değil, tahribattır.
 
Tek başına bir ümmet olarak hizmet eden şahsiyetler ehl-i sünnet İslamlığından dışarı çıkmazlar, doğru yoldan sapmazlar, Cadde-i Kübrâ'dan ayrılmazlar, sevâd-ı âzam dairesi içinde bulunurlar.
 
Evet, Türkiye'nin yeni Halid-i Bağdadîlere, yeni Bediüzzamanlara, yeni Şeyh Şâmillere, yeni Selahaddinlere, yeni Nureddin Zengilere, yeni Abdülkadirlere, yeni "Tek başına bir Ümmet" hizmetkarlara büyük ihtiyacı var.
 
Dünya ayaklarının altında, başları semada...
 

Mehmet Şevket Eygi - 15 EKİM 2011

*************************************************************

Bu yaziyi unutmussun herhalde kardesim. Demekki her Kalem sallayan, iki güzel kelam eden her seyi biliyor anlamina gelmiyor bu yazi´dan.
Akli Maas ile bakilan durum, Mehmet Beyin dedigi sekil dorudur.
Akli Maat ise, bize farkli seyleri göstermek´de.
Avrupanin Feth edilisini göstermekde. her yerde Camiilerin yükselisini göstermek´de. Kiliselerin Camii olsunu göstermek´de.
Talebeyi ulumun, yani Ümmeti Muhammedin evladinin Dünyanin her kösesinde yetismesini göstermek´de.
Islamiyyet tarihn´de görülmemis bir yükselisdedir. Bu Taa 1980 lerden bu yana sürmek´dedir. Uyuyan uyur, gaflet kaplamisdir onu.
Uyanik olan görür. Anlar, farkindadir her seyin. Allahüteala bu Nuru tamamalkayacak´dir. Bize sorulmasi gereken,
acaba bu nurun nerede olusumuzdur. Tamamlanan Nur gemisinin icindemiyiz yoksa disindamiyiz. Cünki Allahin bize Ihtiyaci yok, bizim yaradana ihtiyacimizin oldugunu, bu devirde dahada iyi anlamis olduk.
Mehmet Bey´de bu acidan bakarsa, ne lazim geldigini anlar, anlamaklada kalmaz kalemini kirip kendine bakar!
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 18 Ekim 2011, 14:04:43

*************************************************************

Bu yaziyi unutmussun herhalde kardesim. Demekki her Kalem sallayan, iki güzel kelam eden her seyi biliyor anlamina gelmiyor bu yazi´dan.
Akli Maas ile bakilan durum, Mehmet Beyin dedigi sekil dorudur.
Akli Maat ise, bize farkli seyleri göstermek´de.
Avrupanin Feth edilisini göstermekde. her yerde Camiilerin yükselisini göstermek´de. Kiliselerin Camii olsunu göstermek´de.
Talebeyi ulumun, yani Ümmeti Muhammedin evladinin Dünyanin her kösesinde yetismesini göstermek´de.
Islamiyyet tarihn´de görülmemis bir yükselisdedir. Bu Taa 1980 lerden bu yana sürmek´dedir. Uyuyan uyur, gaflet kaplamisdir onu.
Uyanik olan görür. Anlar, farkindadir her seyin. Allahüteala bu Nuru tamamalkayacak´dir. Bize sorulmasi gereken,
acaba bu nurun nerede olusumuzdur. Tamamlanan Nur gemisinin icindemiyiz yoksa disindamiyiz. Cünki Allahin bize Ihtiyaci yok, bizim yaradana ihtiyacimizin oldugunu, bu devirde dahada iyi anlamis olduk.
Mehmet Bey´de bu acidan bakarsa, ne lazim geldigini anlar, anlamaklada kalmaz kalemini kirip kendine bakar!

Yazıların müellifiyle Ehli sünnet açısından aynı noktada olsakta farklı düşündüğümüz, aramızda uçurumların olduğu mevzular da yok değil. “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” kabilinden amma velakin susma hakkımı kullanmak istiyorum.
Hatırlatmanız için teşekkür ederim.

Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 19 Ekim 2011, 11:37:30
Tunuslu Müslümanlar

TUNUS Müslümanları, İslam mukaddesatı ile alay eden iğrenç bir filmi protesto etmişler. Bu protesto gayet normaldir. Bizdeki bazı çağdaş medyacılar, protesto edenleri "Radikal aşırı İslamcılar" olarak vasıflandırıyor. Çok yanlış...

Allah'a, İslam'a saldıran bir filmi protesto etmek için ille de aşırı radikal İslamcı olmak gerekmez.

Bu, her Müslümanın vazifesidir.

Haydi bazı Amerikalılar, Avrupalılar, Siyonistler Müslümanları aşırı, radikal olarak görüyor, peki bizdeki kraldan ziyade kralcılara ne oluyor.

Maalesef bizdeki bazı dinsizler o kadar aşırı, o kadar radikal ki, İngiltere'de ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde Şeriat Mahkemeleri kurulunca onları da radikal ve aşırı şekilde tenkit ve protesto ediyor.

Şu gülünç iddialara bakınız:

Tunus'ta gösterilen film sanatmış... Edepsizliğin, dinsizliğin ve densizliğin adını ne zamandan beri sanat koydular?

Bunlara göre müstehcen yayınlar da hep sanattır.

Sanat kutsaldır, dokunulamaz.

Tunus bir İslam ülkesidir. Orada çoğunluğun dinine, inancına, mukaddesatına saygı göstermek, saldırmamak bir insanlık ve vatandaşlık vazifesidir.

İslam inançlarıyla pek kaba şekilde alay eden filmi protesto eden Tunus Müslümanlarını bütün kalbimle destekliyorum.

Onlara sempati besliyorum.

Onların, en tabiî insan haklarından biri olan yürüyüşler ve mitingler yapma haklarını tanıyorum.

Tunuslu Müslümanlara aşırı ve radikal sıfatlarını yakıştıranlara eseflerimi bildiriyorum.

Böyle rezil, iğrenç, saldırgan bir film Türkiye'de gösterilirse, milyonlarca Müslümanın yasal sınırlar içinde protesto etmesi gerekir. Müslümanların bu vazifeyi yapacaklarına inanıyorum.

İslama saldıran bir film, kitap, yazı sanat eseri olamaz.

Ateistler sosyal barışı ve mutabakati korumak, fitne ve fesat çıkartmamak istiyorlarsa böyle agresifliklerden, densizliklerden, edepsizliklerden, kışkırtıcılıktan, radikallikten uzak dursunlar.

Bu kötü filmi oynatanlar bir anda ünlü oldular ama böyle bir ün lanetlidir.

Lanetli olmak ne kötü bir şey.

Bilseler...

(Tunus'ta İslam ve mukaddesat düşmanı iğrenç filmin bir TV kanalında yayınlanması, zannımca planlı bir provokasyondur. Müslümanları kışkırtıp sokağa dökecekler, sonra da "Gördünüz mü, aşırı ve radikal Müslümanlar ne yapıyor, bunlar iktidara gelirse eyvah" diye şamata yapacaklar.)



Mehmet Şevket EYGİ - 19 Ekim 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 20 Ekim 2011, 11:24:21
Ortaköy Dereboyu Camiinde Sabah Namazı

İSTANBUL'da binlerce camide hoparlörle sabah ezanları okunuyor. Dakikalar boyunca yer gök inliyor. Sonra ne oluyor? Eyüp Sultan camii, belki başka bir iki cami dışında binlerce cami seher vakitlerinde hemen hemen bomboş.

Üç bin kişi alacak camide sadece on kişi...

Birkaç ihtiyar... Eşofmanıyla gelmiş biri... Binde bir, bir genç...

Milyonlarca Müslüman namazı boşlamış, cemaati boşlamış...

Sabah namazlarında şehir uyuyor.

Mışıl mışıl mı?

Hayır leşler gibi...

Gerçek bir İslam şehrinde camiler günde beş kez hayatın merkezi olur.

Dünya hayatı durur, durdurulur, halk namaz kılar.

Bugünkü bozuk düzen ve sistem imamları namaz kıldırma memuru haline getirmiştir.

Müslümanların çok açıkları, kusurları, noksanları var. Sadece namazın ve cemaatin terki bile batmamız, yıkılmamız için yeterlidir.

Hayır çok karamsarsın, ileride her şey düzelecek...

Be adam, edebiyatı bırak, madem ki, durum düzelecek, sabah erkenden kalk ve namaza git. Camiler dolsun.

İleride her şey düzelecekmiş. Çıkmaz ayın son çarşambasında!..

Sabah namazına gitmek yasak mı? Değil. Öyleyse niçin gitmiyoruz?

Müslümanın 200 bin dolarlık lüks mü lüks, ihtişamlı mı ihtişamlı bir otomobili var. Yahu bari haftada bir şu otomobille sabah namazına gitsene. Gitmez.

Diyanet'in Müslüman halkı namaz ve cemaat konusunda gereği gibi ve yeteri kadar uyarması, bilgilendirmesi, aydınlatması gerekir.

Diyanet bu hizmeti yapıyor mu?

Türkiye Müslümanlarının yüzde doksanı namaz ve cemaat konusunda Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı bir durumdadır.

Namaz amelî işlerin ve ibadetlerin başı, dinin direği olduğuna göre bu büyük bir günah ve isyandır.

Namazı kılan kılar, kılmayan kılmaz... Bu düşünceyi ve görüşü bırakalım.

Halkı ve bilhassa gençliği namaza teşvik edelim, namaza çağıralım. Nasıl?.. Etkili bir şekilde.

Meşhur, tanınan, sevilen, karizması olan, etkili Müslüman şahsiyetler sabah namazlarında camilere gelirlerse, onları sevenlerin bir kısmı da gelir.

Bundan birkaç ay önce Pazar sabahı namaz için Yahya Efendi dergahına gittim. Kapılar açılmıştı ama içeride kimsecik yoktu.

Oradan Ortaköy Dereboyu camiine yöneldim. Saat 4.30 civarı. Ana caddeden geçerken bir yerde trafik tıkanmıştı. Lüks bir gece lokantası, önü lüks otomobil ve taksilerle dolu. Lokantanın için hıncahınç... Şortlu şuh genç kadınlar, genç ve kart playboylar, bir neş'e, bir hay u huy ki sormayın. Sabahın körü. Ezan vakti...

Neyse bin zahmet trafiği aştık, Dereboyu camiine vardık. Camiin etrafında on binlerce Müslüman yaşıyor. Camiye girdik. Ölgün, solgun ve bitkin bir hava var.

Koca mâbette neş'e yok, hareket yok, can yok.

Yirmi kişi var mıydı? İşte o kadar.

Namazdan sonra kahvaltı etmek üzere Eyüp Sultan'a yöneldik.

Ana caddedeki içkili lokanta yine ışıklar içinde, canlı mı canlı, hareketli mi hareketli, neş'eli mi neş'eli.

Ah Müslümanlar!.. Sizi kim uyaracak bu uykudan?


Mehmet Şevket EYGİ - 20 Ekim 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 24 Ekim 2011, 11:59:45
Kaddafi Erken Ölseydi

KIRK iki yıllık diktatör Kaddafi linç edilerek feci ve korkunç şekilde öldürüldü. Hapishanede katl ettirdiği 1600 Müslüman mahkumun ahı yerde kalmadı.

O, saltanatının kuvvetli ve kudretli yıllarında ölmüş olsaydı şanlı törenlerle toprağa verilecek, cenazesinde yüzbinlerce insan bulunacak, namazını ulema-i rüsumdan biri kıldıracak, tabutunun önünde sarıklılar, omzu kalabalık subaylar, erkân-ı devlet, kukla milletvekilleri, diplomatlar, zenginler, fakirler bulunacaktı.

Önce ölmüş olsaydı, hakkında mersiyeler yazılacaktı.

Başkentin bir tepesine ihtişamlı bir Kaddafi anıt-mezarı yapılacaktı.

Ruh-i habîsi şehre tepeden bakacaktı.

O daha önce, zamanında ölmeliydi...

Yahut, ülkesinde Arap baharı başlayınca fazla direnmeyip Nijer mi olur, Venezuela mı, müsait bir yere kapağı atmalıydı.

Yanına harçlık olarak birkaç milyar dolar da almalıydı.

Ak akçe kara gün için...

Tunus diktatörü Bin Ali akıllıca davrandı ve mââile uçağa binip sahil-i selamete kaçtı.

Kaddafi inatçıydı. Ölürüm gitmem kaçmam dedi ve öldü. Çok kötü, çok feci, çok berbat şekilde öldü.

Kaddafi Yahudi asıllıydı (internete bakınız). Onda Yahudi inadı vardı.

Libya babasının çiftliğiydi.

O libyanın ulu önderi ve rehberiydi.

Kaddafi, saltanatının güçlü bir zamanında ölmüş ve muhteşem bir anıt-mezara gömülmüş olsaydı bir kısım halk akın akın ziyaretine gidecek ve ona neşideler okuyacaktı.

Ey büyük rehber!..

Ey Libya halkının kurtarıcısı!..

Ey büyük devlet reisi!..

Arap kavminin büyük önderi!..

Selam sana ey Kaddafi!..

Sen ölmedin kalbimizdesin...

Ey Sünusî krallığını deviren!..

Ey cemâhiriyeler güneşi...

Falan filan...

Arap dünyasında sıra, direnen başka zalim diktatörlerde.

Zaman varken kaçsınlar.

Boşuna direnmesinler.

Kanun böyledir işte:

Ya devlet başa,

Ya kuzgun leşe...




Mehmet Şevket EYGİ - 24 Ekim 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 25 Ekim 2011, 11:41:46
Yakın Tarihimizin Bazı Meraklı ve İbretli Konuları

YAKIN tarihimizin bazı meraklı, enteresan (ilginç), düşündürücü, ibret verici hâdiselerini maddeler/başlıklar olarak yazacağım. (Önem sırasına göre değil, rastgele yazılmıştır.)

1. Mustafa Kemal Paşa, Sultan Mehmed Vahidüddin Han'ın yaveriyken Padişahın kızı Sabihe Sultan ile evlenmek istemişti. Sabiha Sultan ona varmamış, bilâhare son halife olan Abdülmecid Efendi'nin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi'ye varmıştı. Mim Kemal Paşa saraya Damad-ı Şehriyarî olsaydı acaba tarih nasıl olurdu?

2. 1923'te cumhuriyet kurulduğu zaman anayasanın ikinci maddesi şöyle idi: "Devletin dini, Din-i İslâmdır."

3. Cumhuriyet kurulduğunda İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda, Osmanlı hanedanından Abdülmecid bin Abdülaziz Han Hâlife-i Müslimîn olarak oturuyor, her hafta Cuma günleri selamlık resm-i âlisi ile namaza gidiyordu.

4. Mustafa Kemal Paşa, 1919'da Padişahın yâveri sıfatıyla vazifeli olarak Samsun'a çıktıktan sonra, yıllarca İstanbul'a dönememişti. Çünkü İstanbul ona muhalifti.

5. 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi açıldığında Meclis başkanlığı seçimini Mustafa Kemal Paşa 1 oy farkla kazanmıştı.

6. Mustafa Kemal Paşa, Lâtife Hanım'la Şeriat hukukuna göre, bugünkü deyimle imam nikahıyla evlenmişti. O tarihte Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye yürürlükteydi.

7. Osmanlılar zamanında Türkçe Cuma hutbesi okunmazdı. Bu bid'at cumhuriyet devrinde çıkartılmıştır. Hatta Adana uleması buna itiraz etmiştir.

8. Osmanlılar kadınları idam etmezlerdi. Hele inançlarından, fikir ve görüşlerinden dolayı kadına el kaldırılmaz, ceza verilmezdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstiklâl Mahkemesi kararıyla, bohçacılık yapan, Şalcı Bacı adında bir kadıncağız idam edilmiştir. (Mahkemenin reisi Çetin Altan'ın dedesiymiş.)

9. Mustafa Kemal, henüz küçük rütbeli bir Osmanlı subayı iken 1911'de İtalyanların Trablusgarb'a saldırması üzerine karayoluyla Libya'ya gitmiş, yolda Kudüs'te bir Yahudi otelinde kalmış, lobide bir masada otururken bitişik masadaki Yahudilerle merhabalaşıp konuşmuş, onlara "Çocukluğumda Şe... Yi... duasını okumadan uyumazdım." demiştir. (Bu konudan bahseden İbranice eserin ismi İm Shahar Atzmautenu, (Yazarı İttamar Ben-Avi, 1961 baskısı, Tel-Aviv, sayfa 213-223 arası)

10.
Sultan Vahidüddin Padişah ve Hâlife sıfatıyla İstanbul'u terk ettikten sonra, Ankara Büyük Millet Meclisi onun yerine veliaht Abdülmecid Efendi'yi sadece Halîfe olarak nasb ve tayin etmişti. Sultan Vahidüddin San Remo'da sürgündeyken halîfelikten vazgeçmemiş, 1926'da ölümüne kadar iki halîfe olmuştur. Onun vefatından sonra, 1944'te Halîfe Abdülmecid Paris'te sürgünde vefat etmiş ve o tarihten sonra İslâm âleminin bir halîfesi olmamıştır.

11.
1938'de Mustafa Kemal Paşa vefat edince hilâfet ve saltanat taraftarları Mısır'da yaşayan Şehzade Ömer Faruk Efendi'yi tekrar tahta çıkartmak istemişlerse de bunu kuvveden fiile çıkartamamışlardır.

12.
Hilâfetin ilgâsıyla ilgili (Meclis'te kabul tarihi: 3 Mart 1924) kanunun birinci maddesi şöyledir: "Halife hal' edilmiştir. Hilafet , hükümet ve Cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır." Yani şu anda İslâm Hilâfeti Millet Meclisi'nin tüzel kişiliğinde mevcut ve saklı bulunmaktadır.

13. Merhum Şehit Adnan Menderes, iktidarının son yıllarında Büyük Millet Meclisi Demokrat Parti Meclis grubunda milletvekillerine hitâben: "Arkadaşlar, millet size vekâlet vermiştir. Arzu ederseniz hilâfeti bile geri getirebilirsiniz..." demiştir. Bu cümle onun idamına sebep olmuştur.

14. Türkiye tarihinin son üç buçuk asırlık bölümünün belki de en önemli ve en etkili şahsiyeti İzmirli Haham ve sahte Mesih Sabetay Sevi'dir. Bu zât hakkında müzeler, arşivler, ilmî araştırma enstitüleri kurulması gerekir. Bugünkü rejimin manevi mimarları içinde yer alan S. Sevi'nin gerektiği gibi tanınmaması kültürümüz için büyük bir noksan ve ayıptır.

15.
İzmirli Latife Hanım, Cumhurbaşkanı M. Kemal Paşa ile evlenince, seyahatlerde halkın arasına çıktığında ve resmî törenlerde şer'î tesettüre uyuyor, başını sımsıkı örtüyor, saçının bir telini bile nâmahrem erkeklere göstermiyordu...

16. Mustafa Kemal Paşa, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra İzmir'e yolculuk yapmış, Balıkesir'de öğle namazı kılmak için Zavanos Paşa Camii'ne gitmiş ve minbere çıkarak bir hutbe irâd etmiştir.

17. 1915 ile 1918 yılları arasında Doğu Anadolu'da hayli Ermeni ve Türk öldürülmüştü. Mütarekeden sonra başta Amerikalı misyonerler olmak üzere Hıristiyanlar, Ermeni yetimlerini toplayıp götürmüşlerdi. Şark fâtihi Kâzım Karabekir Paşa, Müslüman yetimleri toplamış, kurtarmış, bakmış, okutmuştur. Müslüman yetimiyle Ermeni yetimi arasındaki ayrım, sünnetli olup olmamalarına göre yapılıyordu. Lâkin henüz sünnet olmamış Müslüman çocuklar da vardı, bu arada bazı Ermeni küçük yetimler de Müslüman çocukların arasına karışmıştı. Zaten Doğu Anadolu Ermenilerinin dili Türkçe'ydi. Bu Ermeni yetimlerinden bazıları öğretmen, bürokrat, subay olarak intikamlarını ileride feci şekilde alacaklardır.



Mehmet Şevket EYGİ - 25 Ekim 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 25 Ekim 2011, 11:47:32
Osmanlıca Okuyamamak bir Tür Esarettir

Bunca hürriyet, serbestlik, imkan varken, Müslüman kesimin yurt çapında Osmanlıca okuma ve yazma seferberliği başlatmamasına çok üzülüyor ve hayıflanıyorum.

Eskiden bugünkü hürriyet ve imkan yoktu. Sünnî Müslümanlar ağır baskılar, tehditler, ideolojik devlet terörü altında eziliyor ve sindiriliyordu.

Artık elhamdülillah oldukça hürriyet var. Bazı Müslüman cemaatler, tarikatlar, özel vakıflar çok zengin oldular. Kimisi milyarlarca dolarla oynuyor.

Bu genişliğe rağmen İslamî okuma yazma konusunda genel ve güçlü bir faaliyet yok.

Gönül arzu eder ki, yurt çapında beş on bin "Osmanlıca Okuma Yazma Kursu" açılsın ve buraya milyonlarca Müslüman gidip, 1928'den önce bu halkın, bu ülkenin, bu devletin asırlarca kullanmış olduğu Osmanlıcayı öğrensin.

Merhum üstadlarımızdan Seyyid Mahir İz beyefendi Osmanlıca konusunda çok hassastı. Bugünleri görse hem sevinir, hem üzülürdü. Maalesef Müslümanlar hürriyetlerden istifade edemiyor.

Her medeniyet gibi (Dünyada halen on küsur medeniyet vardır) İslam medeniyetinin temeli yazıya, yazılı edebî lisana dayanır. Medeniyetle bedeviyet bağdaşmaz. Türkiye Müslümanlarının yeterli sayısı 1928'den önceki yazıyı okuyamadıkça, o yazıyla kayda geçirilmiş Türkçe metinleri anlayamadıkça bizim için gerçek hürleşme olmaz.

Çin'i Çin yapan o son derece zor ve girift yazısıdır. Çin, millî yazısını bırakıp Latinceye dönse sudan çıkmış balığa döner.

1928'den önceki millî ve İslamî yazımızı okuyamayan Müslümanlar, profesör de olsalar cahildir, hür görünseler de bir tür esirdir.



Mehmet Şevket EYGİ - 25 Ekim 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 26 Ekim 2011, 11:22:21
Lütfen İbretle Okuyunuz

"Yüce Meclisimizi oluşturan zevat yalnız Türk, yalnız Çerkes, yalnız Kürd, yalnız Lâz değildir. Fakat bunların hepsinden oluşan Müslüman unsurlardır."

M. Kemal Paşa.

YIL 1920... Mayıs'ın 1'indeyiz. Vak'a Ankara'da geçer. Millet Meclisi daha yeni açılmıştır. 23 Nisan'la 1 Mayıs arasında kaç gün vardır...

Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey kürsüye çıkar ve Sıhhat Vekâleti (Sağlık Bakanlığı) hakkında bir konuşma yapar. Konuşmasında "Türk... Türklük..." kelimelerini sık sık kullanır. Bu konuşmadan bazı cümleler alalım.

Yusuf Kemal Bey (Kastamonu Mebusu)

" ...Her Türkün söyleyeceği şey: Memleketimizde görülecek ilk iş sıhhıye işidir. Çünkü sıhhat olmazsa, çünkü Türklük sıhhatli bulunmazsa, o Türkler üzerine bina edeceğimiz hiçbir iş kalmaz... Türkleri muhafaza etmek için evvelâ sıhhati muhafaza etmeli... Türklüğü bitiren hastalıkları bir an evvel kaldırmazsak, eğer Türk ailesinin ve Türk ferdinin refahını temin edecek esbabı istikmâl etmezsek hepsi boştur..."

Yusuf Kemal Beyin bu konuşması üzerine Sivas Mebusu Emir Paşa Kürsüye çıkar.

O da şöyle konuşur:

"Yusuf Kemal Beyefendi Hazretlerinin irad-ı kelâm ettiği sırada sıhhatlerinin muhafazası lüzumunu yalnız Türklere hasretmiş olmasına itiraz ediyorum... (İslâm demekti sedâları... Kelime ile oynamayın sesleri) Müsaade buyurun. Zannederim ki Müslümanlık namına teessüs etmiş bir Hilafet vardır. Değil buradaki Müslümanlar, aktar-ı cihanda bulunan umum Müslimînin bu Hilafete merbutiyetlerini unutmamak iktiza eder. Rica ederim ki, yalnız Türklük namını istimal etmeyelim. Çünkü Türklük namına biz buraya cem' olmadık. (gürültüler). Rica ederim sadece Türkler değil, Müslümanlar demek, hatta Osmanlılar demek kâfidir efendim. (İslâm deniliyor sadâları...) Bu vatanda Çerkes, Çeçen, Kürd, Laz ve daha birtakım İslâm kabileleri vardır. Bunları hariçte bırakacak, tefrikaya sebep olacak söz söylemeyelim." (Gürültüler)

Reis:

- Müsaade buyurunuz, devam etsin!

Emir Paşa (devamla):

"- Bendeniz bu mesele hakkında uzun söz söyleyecek değilim. Bu gibi sözlerin şimdiye kadar bir faidesini görmedik. Hepimiz Hilafete merbutuz. Bu Hilafet-i muazzamayı birçok asırlardan beri muhafaza edenin Türk kavm-i necibi olduğunu da kimse inkar edemez. Yalnız tefrikayı icab edecek hiçbir söz söylenilmemesini tekrar temenni ediyorum."

Sivas Mebusu Emir Paşanın bu ikinci konuşmasından sonra kürsüye, "Yaver-i Hazret-i Şehriyarî" Mustafa Kemal Paşa çıkar ve aşağıdaki konuşmayı yapar ki, Paşanın o tarihteki milliyetçilik anlayışını aksettirmesi yönünden son derece ehemmiyetli bir tarihî vesika teşkil etmektedir.

Muhterem okuyucularımın dikkatle mütalâa buyurmalarını istirham ederim.

Mustafa Kemal Paşa:

"- Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyet-i âliyenin temsil ettiği; hukukunu, hayatını, şerefini kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-ı İslâm'a münhasır değildir. Anasır-ı İslâmiyeden mürekkep bir kitleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-ı millîmiz İskenderun'un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-ı millîmiz budur dedik! Hâlbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi Kürd de vardır. Biz onları tefrik etmedik. Binaenaleyh muhafaza ve müdafaası ile iştigal ettiğimiz millet bittabi bu unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslâmiyeden mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-ı İslâm bizim kardeşimiz ve menâfii tamamıyla müşterek olan vatandaşımızdır. Ve yine kabul ettiğimiz esâsatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslâmiye ki, vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna; ırkî, ictimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr olduğunu tekrar te'yid ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh menâfiimiz müşterektir. Tahsiline azmettiğimiz vahdet, yalnız Türk değil, yalnız Çerkes değil hepsinden memzuc bir unsur-ı İslâmdır. Bunun böyle telâkkisini ve sui tefehhümata meydan verilmemesini rica ediyorum." (Alkışlar)

1920'de böyle konuşulurken, daha sonra, CHP tek parti iktidarı zamanında, bu söylenilenlere tamamen zıt bir ideoloji benimsenmiştir. Bu ideoloji, Tekin Alp takma adıyla kitaplar ve makaleler yazan Yahudi Moiz Kohen'in ortaya attığı sahte Türk milliyetçiliği, sahte Türkçülüktür. Bu adam, kitaplarından birine "Kahr Olsun Şeriat!.." başlıklı bir bölüm koyacak kadar azılı ve şiddetli bir İslâm düşmanıdır.

Türkiye tarihini sorgulamıyor, Türkiye yakın tarihinde olup bitenlerin iç yüzünü bilmiyor. Türkiye yasaklar, tabular, tehditler, cahillikler, karanlıklar içinde boğuluyor.

Mâzide yapılan yanlışları bilmeden, onları sorgulayıp telâfi etmeden, geleceğimizi güven altına almamız mümkün değildir.

Moiz Kohen ideolojisi Türkiye'yi bugünkü hale düşürmüştür.

İslâm dini menfi kavmiyetçiliği kabul etmez, meşru görmez.

1920'lerde, Millî Mücadele yıllarında Müslüman Kürtlere verilen sözler tutulmamıştır. Müslüman Kürtlere zulm edilmiştir. Sadece Kürtlere değil, Türklere de zulm edilmiştir. En fazla Sünnî Türklere, Kürtlere ve diğer unsurlara zulm edilmiştir.

Çerkeslere de zulm edilmiştir. Diğerlerine de...

Bugünkü toplumsal çürümenin, dağılmanın, kopukluğun, yabancılaşmanın ana sebebi CHP'nin benimsediği Moiz Kohen ideolojisidir.

Evet bu ülkenin adı Türkiye'dir, burada Türk dili konuşulur, Türkler dominant unsurdur ama Kürtler, Zazalar, Çerkesler, Çeçenler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar, Araplar ve daha düzinelerce anasır-ı İslâmiye vardır. Onların altkimliklerine ve hukukuna hürmet edilmesi gerekir.

Türkiye bir İslâm ülkesidir. İslâm bu ülkedeki çeşitliliğin harcı ve çimentosudur.

Türkiye İslâmsız ayakta duramaz.

Toplumsal barışı ve mutabakatı korumak istiyorsak İslâm'a sarılmalıyız. İslâm ırkçılığı reddeder. Üstünlük ve fazilet şu veya bu kavme mensup olmakta değil; ilimde, irfanda, ahlak ve karakter yüksekliğinde, hayır ve hasenattadır.

Müslüman bir Türk, sâlih bir Kürdü, fâsık bir Türke tercih etmekle yükümlüdür.

Müslüman bir Kürt, sâlih Türkü, fâsık Kürde tercih edecektir.

Bu memlekette, Osmanlı cihan devletinden kalan Alman, İspanyol, Rus, Macar, Leh kökenli nüfus da vardır. Onların bir kısmı erimiş ve kökenlerini unutmuştur.

Bu memlekette milyonlarca Kripto yaşamaktadır.

Moiz Kohen Tekin Alp kavmiyetçiliği Türkiye'yi bir uçurumun kenarına getirmiştir. Bu ideolojiden dönülmezse, 1920'lerin doğru ilkelerine yönelinmezse geleceğimiz çok karanlıktır.

Moiz Kohen ideolojisini benimseyen, savunan, resmî ideoloji haline getiren Sabataycıların, statüko konusunda direnmeleri meşru değildir.

Bazıları Türkiye'nin bölünmesini yıllarca önce kapalı kapılar ardında gizli konuşmalar ve protokollerle kabul etmiştir.

Biz anasır-ı İslâmiye yâni Müslüman Türkler, Müslüman Kürtler, Müslüman Çerkesler, Müslüman Arnavutlar, Müslüman Boşnaklar ve diğer Müslüman unsurlar böyle bir bölünmeyi ve parçalanmayı asla kabul etmeyiz. Biz hep kardeşiz. Biz evrensel bir Ümmet'in içindeki çeşitlilikleriz. Bu çeşitlilik fitne, fesat, tefrika sebebi değil, zenginlik ve güç kaynağıdır.

Tekrar ediyorum:

İslâmsız kurtuluş olmaz. İslâmsız istikbal karanlıktır. Moiz Kohen ideolojisinde ısrar felaketimize yol açar.

(İLAVE BİRKAÇ CÜMLE: Sultan Vahidüddin'in yâveri, Osmanlı paşası M. Kemal'in (Atatürk olmadan önce) 1920'de Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmayı bu yazının başında okudunuz. Aradan 90 yıl geçti ve ülke büyük bir kaos, kriz, terör içinde... Bölünmeden, iç savaştan bahs edenler var. Felaketi önlemenin tek çaresi İslam'dır, İslam kardeşliğidir. Türkiye'de İslam vardır ama yeterli değildir. İslam prensipleri hayata geçirilmezse çözülme, çürüme, dağılma, bölünme, parçalanma, kaos, anarşi, kokuşma kaçınılmazdır. Moiz Kohen Tekin Alp'in ideolojisi bu ülkedeki çeşitli halkları bir arada tutmaya, birliği sağlamaya yetmez. Kemalizm ideolojisi M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra fabrike edilmiştir, memleketi ve devleti bugünkü hale bu ideoloji getirmiştir. Türkiye'nin bugünkü korkunç krizi, çürüme ve çözülmeyi yenebilmesi için tarihî kopukluktan, tarihî devamlılığa geçmesi gerekir. Bunu yapamazsa yıkım kaçınılmaz olacaktır.)



Mehmet Şevket EYGİ - 26 Ekim 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 27 Ekim 2011, 12:03:54
Halka Domuz Eti Yedirenlere Lânet Olsun!

ÇATALCA'da bir lokantada 155 kilo yaban domuzu eti yakalandı. Gazeteler yazdı, TV'ler duyurdu. Etlerden nümune alınmış, tahlil yapılacakmış.

Toplum bu gibi haberlerden fazla etkilenmiyor.

Uzun yıllardan beri halkımıza külliyetli miktarda evcil ve yaban domuzu eti yediriliyor.

Yurdumuzun Batı kısmında bir yığın domuz çiftliği faaliyet gösteriyor.

Koyun ve sığır bir defada bir yavru yapıyor, domuz on iki yavru.

Koyun ve sığır her şeyi yemiyor. Domuz ne bulursa yiyor. Hattâ pislik/kazurat bile yiyor.

Koyun ve sığır pahalıya mal oluyor.

Evcil domuz çok ucuza mal oluyor, yaban domuzu bedava.

Zamanımızda ilim ve teknik ilerledi. Öyle tahlil makineleri var ki, bir buçuk dakika içinde bir etin veya yağın domuz olup olmadığını tespit ediyor.

Profesyonel avcılar vurdukları domuzları ormandaki yolların kenarına getiriyormuş, üstü tenteli kamyonetler geliyor, oracıkta tartıyor ve peşin para ile alıyormuş.

Domuzcular "Biz bu etleri Müslüman halka yedirmiyoruz, turistlere yerdiriyoruz..." diyorlar ama onlara kim inanır.

Yurt içindeki domuzlar yetmiyormuş gibi dışarıdan büyük miktarda domuz iç yağı ithal ediliyor.

Bunlarla sabun ve şampuan yapılıyor.

Bazı sabuncuların ellerinde "Domuz yağı sabun yapılırken tamamen kimyevî değişime uğrar değişir ve kullanılması caizdir" mealinde fetvalar varmış. Sakın bu para ile alınmış fetvalara inanmayın, kanmayın. Domuz yağının bir kısmı sabunun içinde domuz yağı olarak aynen kalır.

Tıp sahasında da domuzlu maddeler kullanılıyor. Büyük bir firmanın ensülini domuzdan çıkartılıyor.

Hazmı kolaylaştıran bazı mide ve sindirim ilaçları da domuzlu.

Şekercilikte, pastacılıkta domuzlu jelatinler.

Avrupa ülkelerinde ekmeğe genellikle domuz yağı karıştırılıyor. (Pain ameliore en Belgique)

Domuz derisinden yapılmış ayakkabı, kemer ve çantalar.

Domuz eti, domuz yağı, domuzlu maddeler, ilaçlar, gıdalar, şekerlemeler bizi çepeçevre sarmıştır.

Dindar Yahudiler domuz yemezler. Hahambaşılık bu konuda bütün tedbirleri almıştır.

Eminönü'nde koşer bir Yahudi lokantası var, Hahambaşılığın vazifelendirdiği bir haham orada sabahtan itibaren nöbet tutar, yemeklerin Yahudi şeriatına göre olmasını kontrol eder, dikkat sarf eder, içeriye domuz etinden geçtim, mezbahada haham tarafından kesilmemiş etlerin girmesine bile izin vermez. Bizim Diyanet'in bu konuda yetkisi yoktur.

Müslüman halka bol miktarda domuz eti ve yağı yedirilir, Diyanet seyrine bakar. Seyrine bakmaktan geçtim, belki de hiç ilgilenmez.

Efendim kanunlar, tüzükler bu konuda Diyanet'e salahiyet vermiyormuş, bu iş Diyanet'in vazifesi değilmiş... Yahu siz ne diyorsunuz, kanundan ve tüzükten önce Allah var, Kur'an var, Sünnet var, Şeriat var, vicdan var, insanlık var.

Müslüman halka domuz eti, domuz yağı ve domuzlu mamuller yedirilmemesi konusunda elden gelen bütün kontrolleri ve tahlilleri yapmayan bütün belediyeleri protesto ediyorum.

Vatandaş olarak onlara hakkımı helal etmiyorum.

Türkiye'deki sistem laiktir ama Müslümanlara ille de domuz yedirilecek diye bir kanun ve kural da yoktur.

Bu konuda vazifelerini yapan, tahlil makineleri ile piyasadaki etleri ve et mamullerini devamlı tahlil eden, kontrol eden belediyelere teşekkür ediyorum.

Vazifelerini yapmayan, halka domuz eti ve yağı yedirten belediyelere beddua ediyorum.

Allah onların işlerini rast getirmesin.

İnşaAllah tepe üstü düşsünler.



Mehmet Şevket EYGİ - 27 Ekim 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 28 Ekim 2011, 11:42:05
İngiltere'de Şeriat Mahkemeleri

BERNAND Shaw'ın Hindistan'da yayınlanan Thle Light adlı gazetede "İngiltere'de demokrasi kemaline erdi. Bundan sonrası İslam'dır" şeklinde bir beyanı yayınlanmıştı. Bu söz otantik olsa da olmasa da gerçeği aksettirmektedir.

Birkaç yıldan beri İngiltere'de Şeriat Mehkemeleri faaliyet gösteriyor ve bazı konularda Kur'an hukukuna uygun kararlar veriyor.

İngiltere'deki bu Şeriat Mahkemeleri bizdeki bazı laikçileri, Selanikîleri ve Kemalistleri çok üzmüş ve tedirgin etmiş.

Böyle bir şeyi İngiltereye yakıştırmıyorlar.

Kemalistleri ve Selaniklileri şaşırtan özellik sadece Şeriat Mehkemeleri değildir.

Sayayım:

(1) İngiltere'de laiklik yoktur, din-devlet birliği vardır.

(2) Orada hükümdar (şu anda Kraliçe) millî Anglikan kilisesinin başıdır.

(3) İngiltere'nin büyük kısmında lise ve kolejlerde okuyan bütün öğrencilerin sabahleyin okulun şapelinde (kilisesinde) toplanmaları ve âyin yapmaları mecburîdir.

(4) Şu anda, 11 Eyül'den sonra bazı olumsuzluklar olmasına rağmen dünyanın en hür Müslümanları İngiliz Müslümanlarıdır.

Bizdeki Kemalist rejim demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü prensibi, din ve inanç hürriyeti, inancına uygun bir hayat sürebilme hürriyeti konusunda İngiltere'nin eline değil, ayağına su dökemez.

İngiltere demokrasinin beşiğidir, bu gerçeği kimse tartışamaz.

İngiltere, laikliği bir değer ve ilke olarak kabul etmez.

İngiltere'nin hukuk sistemi, Avrupa hukukuna benzemez. Daha ziyade Osmanlı hukuk sistemine benzer.

Bugün Türkiye'de Selanik hukuk sistemi yürürlüktedir.

Bizdeki hukuk sistemi millî kimlik, kültür ve karaktere uymaz, onunla çatışır.

M. Kemal Paşa, Millî Şef İsmet, Celal Bayar, Cemal Gürsel Paşa, Evren Paşa zamanında bile Türk Ceza Kanunu'nda zina suç sayılırken, bugün artık suç sayılmamaktadır.

Şeriat hukuku karşıtları, kadın haysiyetinden, kadın hak ve hürriyetlerinden bahs edip dururlar.

Bugün ülkemizde devletin izni, tanzimi ve korumasıyla resmen fuhuş yapılmakta, birtakım kadınlara TC başlıklı "vesikalar" verilmekte, bu kadınlar kapılarında koruyucu polisler bekleyen genelev denilen mekanlarda legal fahişelik, yani seks köleliği yapmaktadır. Bu legal fuhuştan devlet KDV ve gelir vergisi almakta, bu geliri bütçesine katmaktadır. Diyanet İşleri Başkanı'nın maaşında bile bu paradan vardır.

Şeriat hukuku böyle bir şeye asla izin ve cevaz vermez.

Selanikliler ve Benzetilmişler Şeriat hukukunu geri ve çağdışı bir hukuk olarak görürler. Bu onların hüsn-i kuruntusudur.

Müsaade ederseniz yakın tarihimizle ilgili bir hadiseyi anlatayım:

İsmet Paşa'nın cumhurbaşkanlığı zamanında 1949'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, büyük fıkıhçı (Şeriat hukuku uzmanı) İstanbul Müftüsü dersiâmdan Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendi'nin "Hukuk-i İslamiyye ve Istılahat-i Fıkhıyye Kamusu" adlı büyük eserinin birinci cildini (tamamı 6 cilttir) yayınlamıştı. Tekrar ediyorum: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi resmen yayınlamıştı.

Üniversite rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, bu esere yazdığı önsözde "Bugünün ve yarının hukuçuları, orijinal mukayeseli hukuk tedkiklerine, kanun vâzıları (kanun koyucuları) hazırlayacakları kanunlara esas olacak bilgileri bu değerli eserde bulacaklardır." (s.IV) demektedir. (Önsözdeki bu cümleyi okumak için eserin 1949'daki ilk resmî baskısına bakılmalıdır. İstanbul Matbaacılık T. A. O.)

Onar'ın bu sözü, Bernard Shaw'ın "İngiltere'de demokrasi kemaline erdi. Bundan sonrası İslam'dır" cümlesine benzemiyor mu?

Bendeniz bir vatandaş olarak kendi dinime, inançlarıma, hayat felsefeme, millî kimlik ve kültürüme uygun bir hukuk sistemi isterim.

Mevcut Selanikî hukuk sistemi ne millî yapımıza ve kültürümüze, ne millî kimliğimize, ne de evrensel adalet ilkelerine uygundur.

Avrupa'nın en büyük adalet sarayını inşa etmiş olmakla övünüyoruz.

Yurdumuzu bir başta öbür başa dev hapishane binalarıyla doldurduk.

Halkın yarısı birbiriyle nizalı (mahkemelik).

Bursa'da bundan iki yıl kadar önce bir sürücü otosuyla durağa daldı, beş zavallı kadını feci şekilde öldürdü ve adam on ay sonra serbest kaldı.

Tabancayla, bıçakla adam öldürmenin cezası ağır, lüks otomobille adam öldürmenin cezası hafif.

Hapishaneler tıklım tıklım.

Mahkemeler davalara bakmaya yetişemiyor.

On sene, hatta daha fazla sürüncemede kalan davalar var.

Hırsızlık millî bir spor ve hobi haline geldi.

Parası olan güçlü avukatlar tutuyor, fakirler tutamıyor, mağdur oluyor.

On sekiz yaşını doldurmasına bir ay kalmış taş gibi delikanlı kızı vahşice öldürüyor, çocuk muamelesi görüyor.

Sonra da Selanik hukuku ileri oluyor, İslam hukuk geri.

El-insaf!

Selaniklilerden ve benzetilmişlerden rica ediyorum:

Lütfen kendi büyüklerinizden, saygın kişilerinizden Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami gibi/kadar insaflı ve iz'anlı olunuz.

(Yıl 1949... Türkiye'de, Osmanlı maarifinin yetiştirdiği vasıflı insanlar var... İstanbul müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen medrese mezunu icazetli gerçek bir hoca... İstanbul Üniversitesi rektörü Sıddık Sami Onar da Osmanlı okullarında ve üniversitelerinde okumuş büyük bir hukukçu... Dönme ama vasıflı bir Dönme... Bendenizin şöyle bir tezi var: Bu ülkede dindar da, dinsiz de, Türk de, Yahudi de, Kürt de, Sünnî de Alevî de herkes vasıflı insan, vasıflı vatandaş, vasıflı Türkiyeli olursa krizlerimiz, problemlerimiz çözülür. Dindar vasıflı değilse, dinsiz vasıflı değilse çözüm olmaz... İşte bakınız, yukarıda anlattığım gibi İsmet paşa zamanında İst. Üniversitesi rektörü, İstanbul müftüsüne altı ciltlilk muazzam bir İslam/Şeriat Hukuk Kamusu yazdırıyor, üniversite adına bastırıyor ve önsözüne de geleceğin kanun koyucuları, hazırlayacakları kanunlara esas olacak bilgileri bu değerli eserde bulacaklardır diyor... Hatırlarsınız yakın tarihte İst. Üniversitesi'nin Alemdaroğlu adında bir rektörü vardı. Bir Sıddık Sami Onar'ın insafına, iz'anına bakınız, bir de Alemdaroğlu'na... Vasıflılık ve vasıfsızlık ne demekmiş anlarsınız...)

Bir ilave: Bernard Shaw şöyle diyor: "If any religion had the chance of ruling over England, nay Europe within the next hundred years, it could be Islam." The Genuine Islam, Vol.1. No. 8. 1936.



Mehmet Şevket EYGİ - 28 Ekim 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 28 Ekim 2011, 11:42:30
Sadaka Vermeyi İhmal Etmeyiniz

ŞİMDİYE kadar çok yazdım, tekrarlıyorum: Miktarı az da olsa sık sık sadaka vermeyi ihmal etmeyiniz. Sadaka sokaktaki, cami önündeki profesyonel dilenciye elli kuruş, bir lira vermek değildir. Nasıl sadaka verebilirsiniz?

1.
Şiddetli geçim sıkıntısı çeken, parasızlıktan kıvranan miskinlere ve gerçek fakirlere harçlık verebilirsiniz.

2. Erzak torbası verebilirsiniz.

3. Aç kedi ve köpekleri doyurabilirsiniz.

4. Aç kuşlara yem verebilirsiniz.

5. Sadaka sadece para ve mal vermek değildir. Din kardeşinin yüzüne gülmen, sıkıntılı birini teselli edip ferahlatman da bir tür sadakadır.

Sadakanın birinci temel şartı, Allah için yapılmasıdır. Gösteriş için yapılırsa makbul olmaz.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) "Az sadaka çok belayı def' eder" buyurmuşlardır.

Açık ihtar:

300 bin yeni liralık lüks otomobile binen Hacı beye... O pahalı ve şaşaalı otomobil sizi maazAllah gurur ve kibir uçurumuna yuvarlayabilir. Bir tavsiyem var: Bu arabayla haftada bir gün sabah namazına gidiniz. Ayda bir gün de temiz bir fakiri bindirip yemeğe götürünüz. Belki ve inşAllah günahlarınıza kefaret olur.

(Zekat dışındaki nafile sadakalar davul zurna çalınmadan gizli verilir. Sağ elinin verdiğini sol el bilmeyecek... Peygamberimiz böyle buyuruyor...)


Mehmet Şevket EYGİ - 28 Ekim 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 29 Ekim 2011, 12:35:07
Van'da Zelzele İmtihanı

ERCİS'te Van'da zelzele oldu. İnsanlarımız öldü, yaralandı, evler binalar yıkıldı. Ölenlere rahmet, acılı ailelerine sabır diliyorum. Devlet, hükümet, belediyeler, halk, Kızılay, diğer hayır kurumları yardıma koştu, komşularımızdan, dış dünyadan da yardım geldi. Hepsine teşekkürler, minnetler.

Bu son zelzeleden çıkartılacak dersler, alınacak ibretler:

1. Bundan on iki sene önceki 17 Ağustos zelzelesinden, halk, sorumlular, vazifeliler, idareciler olarak gerekli dersleri almadığımız açıkça meydana çıkmıştır.

2. Van'a, Erciş'e gönderilen yardımların bir kısmının (Kaçta kaçının?) yerine varmadan önce veya dağıtım yerinde yağmalandığına, kargaşa içinde kapışıldığına dair haberler okudum. Bunlar çok üzücüdür.

3. Zelzeleden sonra bir ekmeğin 2,5 liraya satıldığını medya yazdı. Bu haber doğruysa toplumsal ahlakımızı çok düşüren bir nottur.

4. 17 Ağustos depreminden sonra da çürük binalar yapılmıştır. Bu, bir cinayettir. Bunlara izin verenler, göz yumanlar, bu çürük binaları yapanlar katildir.

5. Bazı önemli kişiler "Van bir milyonluk bir şehrimizdir, onun yaralarını sarabiliriz ama İstanbul'da bu şiddette bir zelzele olursa yaraları sarmaya gücümüz yetmez ve Türkiye yere serilir" mealinde beyanlarda bulundular. Maalesef İstanbul'un çürüklüğü Van'dan bin beterdir.

6. Türkiye'nin yüzde 95'i zelzele bölgesidir ve her yerde durum Van'da, Erciş'te, İstanbul'da olduğu gibidir.

7. Yapılaşma çılgınlığı, rant hırsı, denetimsizlik, sorumsuzluk, beyinsizlik ülkemizi sanki binlerce, hattâ on binlerce atom bombasının üzerindeymiş gibi bir hale getirmiştir.

8. Japonya'daki son faciadan sonra bütün medenî ülkeler yeni atom santralleri projelerinden vaz geçer, eski santraları kapatmak için hazırlıklar yaparken biz, üstelik tam fay hattının üzerinde ilk nükleer santral projemizi hayata geçirmekte kararlıyız.

9. Japonya'daki son zelzeleden ve tsunamiden sonra felaketzede halkın sabrı, disiplini, vakarı, metaneti, sebatı, yüksek ahlakı ve karakteri bütün dünyayı hayran bırakmıştı. Bir tek yağma hareketi olmamış, afetten sonra, yıkıntılar arasında peyderpey bulunan 70 küsur milyon dolar yekunundaki para, sahipleri bulunup onlara verilmek üzere devlete teslim edilmişti. Bizde böyle bir disiplin ve ahlak var mıdır?

Yukarıda dokuz madde yazmış bulunuyorum.

Bunların yalan, iftira, gerçeğe aykırı olduklarını ispat eden çıkarsa çok mahcup olup özür dileyeceğim.

Felaketler insanlar ve toplumlar için en büyük dersler, imtihanlardır.

Felaketlerden ders alan, imtihanı başarı ile veren fertler (bireyler) ve toplumlar olgunlaşır.

İstanbul'da yüz binlerce mesken ve işyeri binası çürük çarıktır ve ilk büyük zelzelede bunların bir kısmı yassıkadayıf gibi, bir kısmı yana yatarak, kısmen çökerek büyük facialara sebebiyet verecektir. Devletin ve belediyelerin böyle binaları tahliye ettirmeleri gerekmez mi?

En azından sahiplerine ve içinde oturanlara yazılı olarak resmen "Bu bina çökecektir, en kısa zamanda boşaltınız" denilmesi gerekmez mi?

Ben belediye başkanı olsam, 7 ve üstü şiddetinde bir zelzelede yıkılacağı uzmanlar tarafından tespit edilmiş binaların dış cephesinin görünür bir yerine "Bu binada oturanlar ilk büyük zelzelede enkaz altında kalacaktır" şeklinde bir levha astırırım.

17 Ağustos zelzelesine benzer bir zelzele Japonya'da, Tayvan'da olsaydı bizdeki kadar bina yıkılır ve insan ölür müydü? ( 17 Ağustos zelzelesinin gayr-i resmî ölü sayısı 40-50 binmiş!)

Başka yerleri bilmiyorum, İstanbul'da belki de yüz bin kaçak bina bulunmaktadır.

Orijinali üç kat iken, üzerine iki kat daha kaçak olarak çıkılan binaları çıplak gözle fark etmek mümkündür. İki kaçak katın üzerine bir de kaçak çatı katı. Gelsin kiralar, gelsin yıkım...

Geçmiş yıllarda, böyle binalar için defalarca imar affı çıkartanlar katildir.

Bundan elli sene önce tuzlu deniz kumu ile yapılan binalara izin verenler katildir.

İlk büyük zelzelede yıkılacağı kesin olarak bilinen çürük binalarda halkın oturmasına izin veren, göz yumanlar da katildir.

Dünya adaleti onları cezalandırmasa bile, ilahî adaletten yakalarını kurtaramayacaklardır.

Ahir zaman alametlerinden ikisi bina ve zinadır.

Çılgınca bir imar, yapılaşma, bina faaliyeti içindeyiz.

Gökdelenler.

Zina mı daha yaygın, bina mı?

Yeni Ceza Kanunu'nda zinayı suç sayan ve cezalandıran bir madde yok artık.

Bu konuda Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Kenan Evren devirlerini geride bıraktık.

Onların ceza kanunlarında zina suçtu.

Hadiste bildiriliyor:

Her sabah bir melek dünya semasından insanlığı şöyle nida edermiş: "Ey bugün doğacaklar, ölmek üzere doğunuz!.. Ey bugün yapılacak binalar, yıkılmak için yapılınız!.."

Van'da zelzele olmuş. Vanlılar çok ağlıyor... İstanbullular da üzgün ama Vanlılar kadar değil... İstanbul'un çok ağlama sırası ne zaman?..



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Ekim 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 29 Ekim 2011, 12:36:44
Çocuklarımızı, Gençlerimizi Nasıl Yetiştireceğiz?

M. KEMAL Paşa'nın ölümünden sonra fabrike edilen Kemalizm ideolojine bağlı eğitim sistemimiz çok bozuk. Bu eğitimle, Türkiye'yi yükseltecek vasıflı elemanlar yetiştirip vasıflı kadrolar kurmak mümkün değildir.

Düzen, Müslümanların İslam okulları açmasına da izin vermiyor.

Özel okul açabilirsin ama müfredatı, eğitim programını ben yapacağım diyor.

Korkunç bir açmaz içindeyiz.

Çocukların ve gençlerin hiç olmazsa bir kısmını kurtarmaya çalışmalıyız.

Paralel ve alternatif eğitim vermeliyiz.

En azında yüz çocuk ve gençten birini (Yekun olarak 700 bin kişi eder) yüksek kültürlü, yüksek ahlak ve karakterli, sanat ve estetik boyutuna sahip Türkiyeliler olarak yetiştirmeliyiz.

700 bin gencimiz, klasik Türk edebiyatının en büyük şairi Fuzulî'nin divanını orijinal Osmanlıca metninden kolayca okuyup, manasını anlayacak, metin şerhi yapabilecek, bu kıraatten haz ve zevk alacak derecede okuyabilmelidir.

Shakespeare'siz bir İngiltere düşünülebilir mi?

Goethe'siz bir Almanya?

Cervantes'siz bir İspanya?

Şirazlı Hâfız'sız bir İran?

Düşünülemez.

Fuzulî'siz bir Türkiye de olmaz.

Olursa işte böyle bugünkü gibi olur.

Güçlü yazılı ve edebî Türkçe olmadan güçlü Türkiye olmaz.

Çocuklarımıza Osmanlıca öğretelim.

Yazılı ve edebî Türkçe öğretelim.

Mantık öğretelim.

Sanat tarihi ve kültürü öğretelim.

Doğru dürüst gerçek tarih bilsinler.

Bu saydıklarım bugünkü ideolojik Kemalist eğitim sistemi ile olmaz.

Hiç olmazsa çocuk ve gençlerimizin yüzde birine özel paralel alternatif eğitim verilmelidir.

Sağlıklı din kültürü de çok önemlidir.

Çocuk ve gençlerimizi aktivist cereyanlardan korumalıyız.

Çocuk ve gençlerimizi her türlü popülizmden korumalıyız.

Çocuk ve gençlerimizi ucuz İslamcılıktan korumalıyız.

Türkiye'de gerçek İslam mektepleri olsa, bütün talebelerinin vakit namazlarını okul camiinde okul imamının ardında cemaatle kılmaları gerekir. Sultan Abdülhamid zamanında Galatasaray Sultanisinde bile namaz böyle kılınıyordu.

Çocuklarımızı namazlı ve cemaatli Müslümanlar olarak yetiştirelim.

Çocuk ve gençlerimizi sahih itikatlı Müslümanlar olarak yetiştirelim.

Sağlam kültürleri olsun.

Sağlam ahlak ve karakterleri.

Sağlam edebî bilgileri.

Gönül arzu eder ki, en az yüz bin liseli çocuğumuz merhum şehid şeyh Erbilli Esad efendi hazretlerinin ateş redifli gazelini ezbere okuyabilsin.

Daha bunun gibi binlerce referans.

Bu hizmetleri kimler yapacak?

Mehmet Şevket EYGİ - 29 Ekim 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 30 Ekim 2011, 08:39:11
Libya'da Şeriat Rejimi

ŞERİAT Kur'andan, Sünnetten ve icmâ-i ümmetten çıkartılmış İslamî hüküm, ölçü, kıstas (kriter) ve değerlerin tamamına verilen isimdir. Şeriat iyidir, doğrudur, güzeldir. Binaenaleyh Şeriat mü'minin ve müslimin gözünde kutsaldır.

Şeriatı tahkir eden, aşağılayan, hafife alan bir kimse Müslüman değildir.

Ben Türkiyeli bir Müslüman olarak yeni Libya idarecilerinin Şeriat esaslarına dayanan bir anayasa yapma istek ve niyetlerini sempati ile karşılıyor, kendilerini tebrik edip alkışlıyorum.

Şeriat, Müslümanlara neler kazandırır, neler getirir?

(1) Can güvenliği.

(2) Mal güvenliği.

(3) Hem Müslümanlara, hem de zimmîlere din, inanç, ibadet, dinî kimlik, inancına göre yaşabilmek hürriyeti.

(4) Irz, namus, nesep güvenliği.

(5) Adalet ve insaf.

(6) Âdil bir hukuk.

(7) Âdil yargılanma. Mahkemelerin çok kısa zamanda avukat tutmadan, fazla masraf gerektirmeden âdil hüküm vermesi.

(8) Faizin ve faizcilerin fakirleri ve muhtaçları ezmesine son.

(9) Kadınların haysiyet, şeref, namuslarına hürmet; onlara seks ve şehvet aracı olarak bakmaya son.

(10) Toplumları, devletleri, halkları, hattâ imparatorlukları çökerten ve yıkan lüks, israf ve sefahate son.

(11) Hukuk ve yargı önünde tam bir eşitlik.

(12) Büyüklere saygı, küçüklere merhamet ve şefkat.

(13) Rüşvetin, haram yiyiciliğin, haram spekülasyonların kökünün kurutulması.

(14) Namuslu ve dürüst vatandaşların korkusuz ve endişesiz bir hayat sürmesi.

(15) Müslümanlara mahsus okullarda gerçeklere dayalı bir eğitim, kültür, ahlak ve karakter terbiyesi verilmesi.

(16) Olumlu çeşitliliğe ve çoğulculuğa tolerans.

(18) Son derece az vergi alınması, hizmetlerin çoğunun İslam vakıfları ile yapılması.

(19) Adalet önünde en güçlü, en zengin, en ünlü vatandaş ile en fakir, en güçsüz, en silik vatandaşın eşit olması.

(20) Şeriat, güçsüz haklının hakkını en güçlü haksızdan kopartıp alır.

(21) Şeriat birtakım suçların, ahlaksızlıkların, rezilliklerin, fısk ve fücurun alenen, serbestçe, küstahça, meydan okurcasına işlenmesine izin vermez.

(22) Kur'an "Sizin için kısasta hayat vardır" diyor. Şeriat adam öldüreni cezasız bırakmaz.

(23) Şeriat hırsızlığın kökünü keser. Şeriatın gerçekten uygulandığı bir ülkede hırsızlık ender (en nadir), çok istisnaî bir suç haline gelir.

(24) Şeriatın uygulandığı bir yerde kapıların kilitlenmesine, hele dört kilitli zırhlı çelik kapılara lüzum kalmaz.

(25) Şeriat hukuku, resmî vesikalar vererek birtakım kadınlara o...luk yaptırmaz, bu o...tan KDV ve gelir vergisi almaz, resmî izinli genelevlerin kapısında, fuhuş güvenliği ve huzuru için polis bekletmez.

(26) Şeriatın hakim olduğu ülkede, kadın ve kızlara gösterilen saygı dolayısıyla onların taşıma vasıtaları ayrı olur, rahat ve huzurlu bir seyahat yaparlar.

(27) Şeriat uyuşturucu ticaretine, kaçakçılığına müsamaha etmez (tolerans göstermez). Bu kötülüğü önlemek, halkın ve gençliğin sağlığını korumak için gerekirse beyaz tacirlerini idam eder. (Müslüman İran'da ve Singapur'da böyledir.)

(28) Şeriat ülkesinde işler adalete, hikmete (bilgeliğe), doğruluğa ve dürüstlüğe uygun olarak yürütülür.

(29) Şeriat rejimi kara, kirli, necis, haram servetlere göz yummaz. Sahiplerine nereden buldun diye sorar, hesap ister.

(30) Şeriat rejimi bir Müslüman için güven, huzur ve saadet rejimidir. Bir İslam düşmanı, bir ateist, bir haramhor için ise bir felakettir.

Şeriatı ancak ve ancak vasıflı, medenî, yüksek ahlaklı ve karakterli Müslüman kadrolar hayata uygulayabilir.

Cahiller, ahlaksızlar, bedevîler, münafıklar, haram yiyiciler, din sömürücüleri, mukaddesat bezirgânları, münafıklar, paraya tapanlar, nefs-i emmâre bataklıklarında debelenenler Şeriat düzeni kuramaz. Kutsal Şeriat zulümle, hırsızlıkla, rüşvetle, haram yiyicilikle, fısk ve fücurla bağdaşmaz.

Bugün birçok demokrat Avrupa ülkesinde Şeriat mahkemeleri kurulmuştur.

Zalim bir diktatörün pençesinden kurtulan kardeş Libya halkına Şeriatın gölgesinde huzur, güven ve mutluluk diliyordum.

(Bütün emperyalistler, Siyonistler, Haçlılar, Evangelistler, global gizli ve derin güçler, sömürgeci kapitalizm, üçyıldızlılar, müşrik ve kafirler, bilcümle nifak ehli ve diğer şer odakları Libya'da Kur'ana ve Sünnete dayalı bir Şeriat rejimi kurulmasını önlemek için seferber olacaktır. Allah onlara fırsat vermesin.)


Mehmet Şevket EYGİ - 30 Ekim 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 30 Ekim 2011, 08:40:48
Deprem Bir Değil ki... ( Deprem Rantı Depremi, Yardım Rantı Depremi )

Van'a yardım yağıyormuş. Yardımların dağıtımında aksaklıklar olduğu bildiriliyor. Van'da hava soğudu. Derece sıfır, kar bekleniyor. Evsizler tir tir titriyor. Küçük çocuklar, ihtiyarlar, hastalar perişan. Bazı yardım kamyonlarının yağmalandığı haberleri geliyor. Yardım çadırlarını yağmalayan bazı hainler köylerde para ile satıyormuş. Depremzede halk için sahra tuvaletleri yapılmamış. Her yer pislik ve çöp dolmuş.

Yedi katlı binanın zemin katındaki kolonlar kesilmiş, otomobil teşhir mağazası yapılmış. Bina çökmüş, 40 kişi ölmüş.

Devletin müteahhitlere yaptırdığı nice köy okulu binası çökmüş.

Van gibi bir zelzele bölgesinde sekiz katlı dev binalar yapılmasının yanlış olduğu şimdi bangır bangır söyleniyor. Bu söyleyenler bu gerçeği niçin daha önce haykırmamışlar?

Orada bahçeli evler yapılmış olsaydı bu kadar adam ölmeyecekti. Yüksek binalarda rant çok. Bahçeli küçük bağımsız evlerde rant yok.

Bir yığın dernek, vakıf, kuruluş yardım toplama faaliyetine girişmiş. Bu yardımların kontrollü ve denetimli bir şekilde toplanıp, gerçek ihtiyaç sahiplerine dağıtılması gerekmez mi?

Deprem Allah'ın bir kaderidir. Kulların, sağlam binalar yaparak, yüksek binalar yapmayarak, inşaatları çok sıkı ve ciddî şekilde denetleyerek, ilmin ve fennin uyarılarına dikkat ederek, kurallara uyarak depreme karşı tedbir almaları gerekir.

Acaba devlet, siyasî iktidar, belediyeler, sorumlular bu vazifelerini hakkıyla yerine getirmişler midir?

Allah'ın ilmi ve iradesi bütün mevcudatı kuşatmıştır. Allah'ın ilmi ve iradesi dışında bir sinek kanadını çırpamaz, bir yaprak sallanamaz. Deprem Allah'tandır. Bizim vazifemiz gereken tedbirleri almak, vazifemizi yapmaktır.

İlmin, fennin, ahlakın kurallarına uyulmuş olsaydı Van'da böylesine yıkım olmaz, böylesine ölüm olmazdı.

Helikopterden çekilmiş fotoğraflara baktım: Yan yana on binanın üçü çökmüş, içindekilere mezar olmuş. Diğer yedi bina ayakta... Demek ki, çöken binalar sağlam yapılmamış, malzemeleri çürük.

Ayak sesleri duyulan İstanbul depremi.

Depremini bekleyen İstanbul.

Deprem rantı yemek için antenlerini sinirli sinirli oynatan insan büyüklüğünde dev hamam böcekleri.

Her türlü rant yenir.

Deprem rantı yenir.

Yardım rantı yenir.


Mehmet Şevket EYGİ - 30 Ekim 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 31 Ekim 2011, 11:54:09
Pislikler Cemahiriyesi

BİR dostum anlattı: İran'dan, tüketim tarihi çoktan bitmiş beş senelik bayat çayları çok ucuza ithal ediyorlar ve bunları Türkiye'de yerli çaylarla harman yapıp piyasaya sürüyorlarmış.

Buna izin verenler haindir.

Bunu yapanlar hain ve merduttur.

Bu iş ahlaksızlıktır.

Böyle bir şey halkı aldatmaktır.

Peygamberimiz "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuştur.

Böyle bir sahtekarlık dine ve hukuka aykırıdır.

Hiçbir şerefli ve namuslu insan böyle bozuk bir işe teşebbüs etmez.

İlle de zengin olmak, çok para kazanmak istiyorsa bunu meşru yollardan yapsın.

Kurban bayramına az kaldı. Kiloyla hayvan satan bazıları tuzu yediriyor, suyu içiriyor ve hayvanı şişiriyormuş. Sahtekarlık sahtekarlık sahtekarlık... Böyle kazanılan paranın hayrı olmaz.

Türkiye halkının büyük çoğunluğu Müslümandır. Müslümanlığın temel şartlarından biri doğruluk ve dürüstlüktür.

Gerçek Müslüman icabında ölür ama haram yemez, aldatmaz, yamukluk yapmaz.

Yahu şu memleketin haline bakınız:

Haram yemek yaygın, genel, yoğun halde.

Binlerce domuz çiftliğinde yetiştirilen domuzlar Müslüman halka yediriliyor.

Ormanlarda vurulan yaban domuzları Müslümanlara yediriliyor.

Fuhuş, zina, karı satışı dev bir sektör olmuş.

Uyuşturucu da öyle.

Ülke bir mafyalar ve çeteler cemahiriyesi haline geldi.

Kanunlara, nizamlara, tüzüklere aykırı olarak ilk zelzelede yıkılacak, içinde oturanlara mezar olacak çürük çarık binalar yapılıyor.

Zelzele bölgelerine sekiz katlı dev yapılar dikiliyor.

Faiz ve riba bütün ülkeyi ağ gibi sarmış.

Rüşvet rüşvet rüşvet...

Haram komisyonlar.

Yapılaşmaya açık olmayan araziye yapılaşma izni çıkart, al yüklü komisyonu.

Arazinin beşte birine yapılaşma izni var, bunu beşte üçe çıkart al komisyonu.

On iki kata kadar yükseltme izni var, bunu yirmi beş kata çıkart, al komisyonu.

Hırsızlar, haramyerler, yolsuzluklar cemahiriyesi.

Rantlar cemahiriyesi.

Zina ve bina cemahiriyesi.

İğreniyorum.

Beddua ediyorum.

Lânet olsun!


Mehmet Şevket EYGİ - 31 Ekim 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 31 Ekim 2011, 11:56:58
Uzun Korna Çalan Lüks Otomobil ve Madam Manokyan

DARACIK bir belde yolundan geçiyoruz. Yol kenarındaki levhalarda 30 km yazılı. Çocuk çıkabilir, hayvan çıkabilir... Biz bu sınıra uyuyoruz. Arkamızda lüks bir araba var. Hızlanmamız için korna çalıyor. Hızlanmıyoruz. Trafik kurallarını bozmaktan hoşlanmıyoruz. Sağda boş bir yer bulsak oraya çekileceğiz, arkadaki geçip gitsin. Öyle bir yer de yok. Nihayet birkaç kilometre sonra o lüks araba önümüze geçiyor. Geçerken uzun ve sinirli bir korna çalıyor. Çalarken bize küfr etti mi acaba?

Bir insanın ne mal olduğu arabasından değil, o arabayı nasıl kullandığından belli olur.

Trafik kurallarına uymayan bir vatandaş iyi değil, kötü bir vatandaştır.

Otomobili lüks ve pahalı ama kendisi sefil bir herif.

On gün kadar önce Sultanbeyli TEM yolunda feci ve korkunç bir kaza oldu. Dev bir TIR yolun karşı tarafına geçti, birkaç aracı biçti, 9 ölü, bir yığın yaralı...

Siz dünyanın en iyi şoförü olsanız, yolun karşı tarafına fırlayan alamet bir TIR'a karşı ne yapabilirsiniz? Alınacak hiçbir tedbiriniz yoktur.

Trafik konusundan devlet, halk, düzen ve ülke olarak çok ama çok kötü durumdayız.

Zenginleştik ama büyük kısmımız medenî insanlar olamadı.


Bu hasta toplumda otomobil bir ihtiyaç ve nakil vasıtası olmaktan çıkmış, bir fetiş ve statü haline gelmiştir. Otomobil fetişizmi.

Sadece otomobil mi?

Lüks mesken fetişizmi.

Lüks yazlık.

Lüks dekorasyon.

Markalı lüks giyim kuşam.

Lüks cep telefonu.

Lüks ve pahalı lokantalarda lüks yemekler yemek.

Bir porsiyon lüfer 500 TL.

İzmir'de şaraplı bir yemek adam başına 2500 TL.

Lüks Nermin'leşen bir toplum.

(Lüks Nermin bundan elli-altmış yıl öncesinin en büyük lüks randevucusuydu. Zengin, paralı, yüksek, elit tabakaya hizmet verirdi.)

Lüks, israf, sefahat toplumu hasta etti.

Kırk bin liralık bir otomobil ihtiyacını görecek ama o gidiyor 150 bin liralık bir araba alıyor. Bu adam hastadır, dengesizdir.

Bu ülkede lüks, pahalı araba sevdasına son kırk yıl içinde belki de bir trilyon dolar harcandı. Bu para/sermaye olarak iktisadî faaliyetlere yatırılmış ve adam gibi çalışılmış olsaydı Türkiye kalkınmada Almanya'yı ve Japonya'yı geçebilirdi.

Vasıflı, sağlıklı, dengeli vatandaşlar lükse, israfa, aşırı tüketime kapılmaz.

Onlar çok zengin de olsalar mütevazı bir hayat sürer.

Lüks, gösterişli, pahalı bir otomobil hiçbir kimseye zerre kadar şeref, haysiyet, itibar, değer kazandırmaz.

Cumhuriyet tarihinde bu ülkenin en lüks otomobili genelevler imparatoriçesi Madam Matild Manokyan'a ait olmuştur.

Onun şahane bir Rolls Royce'u vardı.

Otomobil konusunda İngiltere Kraliçesi ile boy ölçüşüyordu.

Onun lüks otomobilinin döşemeleri, dikenli yerlerde otlamamış antilop derisindendi.

Madam Matild Manokyan işte böyle şahane bir arabaya sahipti.

O genelevler imparatoriçesiydi.

Evleri TC'nin koruması ve gözetimi altındaydı.


O evlerde, üzerinde TC başlığı bulunan resmî vesikalarla sermayeler çalışırdı.

Madam yasal kadın ticareti yapardı.

Madam TC vatandaşı kadınları satardı.

Kadın özgürlüğü adına.

Evlerinin kapısında devletin polisleri beklerdi.

Müşterilere yazar kasalardan fiş verilirdi.

Vesikalı TC vatandaşı kadınların kazançlarından KDV kesilirdi.

Ayrıca gelir vergisi.

Bu vergiler devlet bütçesine katılırdı.

Diyanet İşleri Başkanının maaşı bile bu paralardan ödenirdi.


Madam kaç sene İstanbul vergi rekortmeni olmuştu.

Kendisine görkemli törenlerle ödül ve berat verilmişti.

O, düzenin kadınlara sağladığı sonsuz özgürlüğün/esaretin bir simgesiydi.

O, Türkiye'nin en lüks otomobiline sahipti.

O çok zengindi.

O, genelevler patroniçesi ve imparatoriçesi anlı şanlı Madam Manokyan'dı.

Madam'ın edebiyat tarafı da vardı. Atatürk hakkında akrostişli bir manzume yazmıştı. Atatürk'e âşıktı o.

Bazı bürokratlar Manokyan'a hanımefendi derler, bazıları Ana diye hitap ederler, elini öperlerdi.

Atatürk öldüğünde Manokyan haftalarca acı içinde matem tutmuş, kendine gelememiştir. O çok koyu bir Atatürk hayranı idi.

Manokyan bir ara cami yaptırmak istemişti...

Manokyan'ın vergi kaçırmadığı, TC'ye kazancının vergisini tam olarak ödediği söylenir. Onun nazarında "Vergilenderilmiş kazanç kutsaldı!.."

Madam öldüğünde Ermeni Patrikhanesi onu ihtişamlı bir cenaze töreni ile toprağa verdi.

Sırmalı elbiseli papazlar, ilahi okuyan korolar, mumlar, buhurdanlıklardan fışkıran kokular... Madam bir imparatoriçe gibi mezarına indirilmişti.

O zaten bir imparatoriçe değil miydi?

TC'li, KDV'li, yasal, resmî koruma altında, kadın özgürlüğünün simgesi, laik düzenini vesikasıyla yapılan fuhşun imparatoriçesiydi.

Ve onun çeşitli özellikleri listesinin başında, Türkiye'nin en lüks, en pahalı, en şaşaalı, en ihtişamlı, en debdebeli, en göz kamaştırıcı otomobile sahip olması gelirdi.

Bazı bürokratlar ona Ana derdi.

Bazıları hanımefendi derlerdi.

Kendisi öldü.

Anısı ve Rolls Royce'u kaldı.

O Rolls Royce acaba şimdi kimin mülkiyetinde?


Mehmet Şevket EYGİ - 31 Ekim 2011 Pazartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 01 Kasım 2011, 12:13:11
Asıl Büyük ve Korkunç Sefalet

BU ülkede çok fakir, işsiz, perişan, geçim sıkıntısı çeken, mahrumiyet içinde yaşayan bir kesim var mı? Elbette var. Bu gerçek inkâr edilemez. Birkaç örnek vereceğim. Şu anlatacağım vak'anın üzerinden bir yıl bile geçmedi. Çok fakir bir köylü ailesinin çocuğu Denizli'de askerlik yapıyor. Evden hiç harçlık gelmiyor. Askerin aklî dengesinde bozukluk başlıyor. Tebdilhava izni veriyorlar. Köyüne gitmek için cebinde bir kuruş yok. Otostopla Denizli'den Bursa'ya ulaşmaya çalışıyor. Zaten askere gelirken de otostop yapmış. Yolda, kendisini alacak bir vasıta ararken bir motosikletin çarpması sonunda feci şekilde ölüyor. Çocuğunun cenazesini gelip alması için babasına telefon ediliyor. Beş param yok, ya orada gömün, yahut devlet cenazeyi köye getirsin, burada toprağa verelim diyor.

Bu acı hadiseyi bütün gazeteler yazdı. Bendeniz de bir yazıma konu yaptım.

İkinci örnek:

Sultanahmet'te Sokullu Mehmet Paşa Camii civarında Özbekler Tekkesi sokağında bir doğulu bir aile yaşıyor. Sekiz kişi bir odada kalıyorlar. Hela dışarıda. Çocuklardan biri bir kaza sonunda sakat kalmış. Büyük geçim sıkıntısı çekiyorlar.

Üçüncü örnek:


Kadırga meydanı civarında kocası kanserden ölmüş dul bir kadıncağız var. Dört yetim çocuk ve kaynanası ile birlikte yaşıyorlar. Onların durumu da hiç parlak değil.

Örnekleri çoğaltmayayım. İşte böyle sefil, sıkıntılı, kimisi fakir, kimisi miskin vatandaşlar var. Devlet onlara hiç yardım etmiyor değil. Lakin yardımlar yetmiyor, yeterli değil.

Türkiye'deki bu sefaletin yanında bir de kültür, ahlak, karakter, vicdan, insanlık sefaleti var. Bu ikinci sefalet daha çok zengin, varlıklı, lüks hayat süren kesimde, türedilerde görülüyor. Her zengin böyledir demiyorum ama zengin kesimde bu sefalet çok yaygın.

Ülkemizde korkunç, dehşetli, çok vahim bir aydın sefaleti de görülüyor.

Aydın derken yarı aydınları, aydınımsıları, kendilerini aydın sananları, gösterenleri kasd ediyorum.

Biz de büyük aydınlar var mıdır?

Üniversite bitirmiş, ağzı laf yapan, yazı yazabilen herkes kendini aydın sanıyor ama aydın olmak o kadar kolay ve ucuz değildir.

Bana kalırsa bu ülkede yüz gerçek ve büyük aydın bile yoktur.

Arada şu hususu da belirteyim: Bendeniz kendimi aydın sanmam ve göstermem. Böyle bir şey haddini bilmezlik ve küstahlık olur. Peki ben kimim? Okur yazar bir Türkiyeliyim. Hem bol bol okurum, hem de yazarım.

Aydın değilim ama inşAllah namuslu ve haysiyetli bir okur yazarımdır.

Gerçek aydın olmanın birinci şartı şudur:

Siyasî mânada değil, genel mânada bütün kötülüklere, yamukluklara, yolsuzluklara, ahlaksızlıklara, çirkinliklere muhalif olacaktır.

Türkiye, uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerinde 10 üzerinden 5'in altında not aldığına göre, bir Türkiyeli aydının mutlaka muhalif olması gerekir.

Yalakalık, yağcılık, evet efendimcilik, dalkavukluk yapan, maddî menfaat ve yağlı kemik kapmak için kuyruk sallayan kimseler aydın değil, sahte aydındır, sefil ve rezil kimselerdir.

Ülkemizin en büyük sefaleti zengin, seçkin, yüksek, elit tabakanın ruh ve ahlak sefaletidir.

Sadece büyük sefalet değil...

Vahim sefalet,

Korkunç sefalet,

Mânen öldürücü sefalet,

Öğürtücü sefalet,

Yıkıcı sefalet...

Vicdanlarını ve kalemlerini yüksek maaşlar, haram gelirler, bol imkanlar karşılığında satanlar ve kiralayanlar sefil ve rezil mahluklar değil de nedir?

Gerçek, sâlih, ahlaklı ve faziletli Müslümanları tenzih ederek beyan ediyorum:

İslamcı kesimde de rezil sefiller vardır.

Yirmi yıldan beri bu sütunlarda onları ağır şekilde tenkit ediyorum.

Vazifesini yapmayan bütün sorumlular ve vazifeliler de sefildir.

Elbette bu ülkeye, bu halka hizmet eden, gerçeği destekleyen müsbet/olumlu, hayırlı, faydalı cemaatler vardır. Onlara bağlı olanları tenzih ederek söylüyorum: Cemaatçilik yapan, cemaat holiganlığı yapan, sekter düşünce sahibi olanlar da sefildir.

İstanbul büyük bir deprem tehlikesi ve tehdidi karşısındadır. 17 Ağustos büyük depreminden bu yana on iki yıl geçti. Beklenen depreme karşı tedbir almayan, vazifelerini yapmayan bütün sorumlular sefildir.

Aydınların, akademisyenlerin, seçkin sınıfın başa geçerek İstanbul'da beklenen depreme karşı bir milyonluk kişilik bir miting veya yürüyüş yapması gerekmez mi?

Bendeniz muhalif olmayı şu veya bu partiyi tutmak, iktidarın faaliyetlerini beğenip beğenmemek şeklinde algılamıyorum. Bu memlekette kötülük varsa, yanlışlık varsa, çirkinlik varsa, haram rant yeme varsa, ahlaka ve fazilete aykırı yolsuzluklar ve bulaşık işler yapılıyorsa bunlara karşı olmak, bunları tenkit etmek, bunlar la (yıkıcı olmamak şartıyla) mücadele etmek her namuslu ve haysiyetli vatandaşın vazifesidir.

Ahlaksızlık en kötü sefalettir.

Sosyal adaletsizlik en berbat sefalettir.

Adam zengin, iki milyon dolarlık evi var, otomobili 150 bin dolar, efsanevî bir servete sahip. Lüks restoranlarda bir kişi bir defada bin liralık yemek yiyor... Bu herif bu serveti haram şekilde elde etmişse sefilin sefili, rezilin rezilidir.

Bir tas çorba ve bir iki dilim kuru ekmekle doyan fakirlerin sefaleti bu ülkeyi batırmaz ama zenginlerin, seçkinlerin, yalakaların, yarı aydınların ruh, ahlak, karakter, kültür ve vicdan sefaleti batırır, çökertir.

Türkiye kendini ıslah etmezse bu sefaletten yıkılacaktır.



Mehmet Şevket EYGİ - 1 Kasım 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 01 Kasım 2011, 12:13:53
Açık Mektup

Efendim... Selamdan sonra: Mektubunuzu aldım, teşekkür ederim.

Bir Müslümanın, ilmine sahip olduğu faydalı ve lüzumlu bir konuyu, öğrenmeyi arzu ve kendisine öğretilmesini talep eden, hem de o bilgiyi öğrenmeye ehil ve layık olan bir kimseye öğretmesi vaciptir.

Binaenaleyh size taleb ettiğiniz konuda yardımcı olacağım. Ancak bazı şartlarım vardır. Onlara uymanız gerekir.

Birincisi: Sahih itikad sahibi olmalısınız. Bunun için Ehl-i Sünnetin iki itikad imamından birini, yani ya İmam Eş'arî'yi, ya İmam Mâturdî'yi itikatta imam/önder olarak kabul etmeniz gerekir.

İkincisi: Günlük beş vakit namazı kılmalısınız. (Ehl-i Sünnet mezhebinde günlük namazları üç vakitte cem ederek kılmak yoktur. Böyle yapıyorsanız size yardımcı olmam. Çünkü bu büyük ve tehlikeli bir bid'attir.)

Üçüncüsü: Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, ılımlı/light İslam, Fazlurrahmancılık, BOP'çuluk, Kemalist İslam, mezhepsizlik, Afganîcilik, İslam aktivizmi, Necdîlik, Selefîlik gibi bid'at cereyanlarından uzak olmanız gerekir.

Dördüncüsü: Hayırlı ve faydalı bir cemaate veya tarikate mensup olabilirsiniz ama cemaatçi ve tarikatçi iseniz size yardım edemem.

Bu şartları sizde varsa size imkanlarım dahilinde zaman ayıracağım.

Selamet ve afiyet dilerim efendim.


Mehmet Şevket EYGİ - 1 Kasım 2011 Salı
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 02 Kasım 2011, 11:43:20
İdare İyi mi, Kötü mü?

BİR ülkenin iyi idare edilip edilmediği, başka bir deyişle oradaki idarenin iyi olup olmadığı aşağıdaki ölçü, değer ve kriterlere vurularak anlaşılır:

1. Uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerine bakılır. Bunlarda her ülkeye 10 üzerinden not verilmektedir. Bahis konusu ülkenin notu 5'ten aşağı ise o ülke iyi idare edilmemektedir, 5 veya 6 ise orta şekilde idare edilmektedir, 7 ve 8 ise iyi idare, 9 ve yukarısı not çok iyi ve temiz idare edildiğinin göstergesidir.

2. Orada âdil bir hukuk var mı ve bu hukukun üstünlüğü prensibi kabul edilmiş mi, buna uyuluyor mu? (Hukuk var ama âdil değil yahut üstün değil, böyle bir durumda orada hukuk hem var, hem yok demektir.)

3. Millî kimlik ve kültür korunuyor mu, korunmuyor mu?.. Bir ülkenin ve halkın millî kimlik ve kültürü bir insanın kan grubu gibidir. Millî kimlik ve kültürü tanımayan, onları değiştirmek cinnetine kapılan, onlara zıt giden idareler bozuktur, gayr-i meşrudur. İnsanların kan grupları zorlama ile değiştirilemeyeceği gibi, millî kimlik ve kültürleri de değiştirilemez.

4. Bir ülkede, İngiltere'de, Norveç'te, İsveç'te olduğu gibi tam ve en geniş şekliyle din, inanç, inandığı gibi yaşamak, dinî eğitim vermek, bağımsız din teşkilatına sahip olmak hürriyeti yoksa orada iyi bir idare olamaz.

5. Bir ülkenin eğitim sistemi millî kimlik ve kültüre zıt olan resmî ideolojiye bağımlı ise; iyi insanlar, iyi vatandaşlar yetiştirmek yerine beyinleri yıkanmış, zombileştirilmiş ideoloji kurbanları yetiştirmek için çalışıyorsa orada iyi bir idare olduğundan söz edilemez.

6. Nepotizm olan bir ülkede iyi idare yoktur.

7. Hikmete/bilgeliğe dayanmayan, bilge ve âqil insanlara danışmayan ve onların sözlerini, öğütlerini, rehberliğini kabul etmeyen bir idare sistemi iyi değildir.

8. Yapıcı olmak şartıyla çeşitliliği, çoğulculuğu kabul etmeyen tekelci bir idare iyi değildir.

9. Doğruluk ve dürüstlük temel prensibine uymayan bir idare kötüdür.

10. Bir ülkede can, mal, ırz, nesep, din, inanç, mezhep hürriyeti ve güvenliği yoksa orada iyi idare de yoktur.

11. Birtakım bedbaht kadın vatandaşlara resmî "vesikalar" vererek onlara yasal fuhuş yaptıran, bu suretle en çirkin bir esareti/köleliği uygulayan, hattâ bu fuhuştan vergi alıp bütçesine koyan bir idare, düzen, sistem, rejim iyi değildir, kötüdür.

12. Bir ülkede, oradaki halkın bin yıldan fazla kullanmış olduğu millî alfabe yasaklanmışsa, oradaki halk 1928'den önce basılmış kitapları, tarihî binalardaki kitabeleri, hattâ dedelerinin ve atalarının mezar taşlarını okuyamayacak kadar cahil bırakılmışsa ve bu kültür zulüm ve teröründe inatla israr ediliyorsa orada iyi bir idare yoktur.

13. Dinî inanç ve kanaatleri dolayısıyla başını örten Müslüman bir kadın avukat, Müslüman bir kadın öğretmen, Müslüman bir kadın memur veya bürokrat, başı örtülü olduğu için mesleğini icra edemiyorsa oradaki idare ve rejim kötüdür.

14. Bir ülkede zenginler daha zenginleşiyor, fakirler daha fakirleşiyorsa oradaki idare kötüdür.

15. Haram yemenin genelleştiği bir ülke kötü idare ediliyor demektir.

16. Liselerinde doğru dürüst ve yeteri kadar mantık dersi okutulmayan; doğru düşünen, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilen mantıklı yeni nesiller yetiştirilmeyen bir ülke kötü idare edilmektedir.

17. Tarihini, geçmişini iyi, doğru ve yeterli şekilde bilmeyen bir toplumun geleceği karanlıktır. Bir ülkenin genç nesillerine okullarda doğru dürüst tarih okutulmuyorsa, gerçek tarihini yerine ideolojik mavallar ve masallar okutuluyorsa oradaki idare ve rejim iyi değildir, kötüdür.

18. Ülkenin bir bölgesinde zelzele oldu. Halkın bir kısmı (hepsi değil) yardım malzemesi taşıyan kamyonları yağmaladı. Yardım dağıtımında kargaşa oldu. Afetzede halka çorba ve yemek dağıtımında sıraya ve adalete riayet edilmedi... Orada iyi bir idare yoktur.

19. Bir ülkenin iyi veya kötü idare edildiği, oradaki kara, kirli, necis, haram parayla ölçülür. Böyle pis paralar ve servetler yoksa iyi idare vardır. Muazzam miktarda kirli ve kara para ve servet varsa idare kötüdür.

20. Nüfusu 100 milyondan az olan bir ülkede beş milyon nüfustan fazlasına sahip mega şehirler varsa oradaki idare kötüdür.

21. Böyle mega şehirlerde bazı vatandaşlar evden işe isten eve gitmek için her gün üç saat çile çekiyor, ömür tüketiyorsa oradaki idare bozuktur.

22. Terör olan bir ülke o zamana kadar iyi idare edilmemiş bir ülkedir.

23. İç barış ve toplumsal uzlaşı olmayan bir ülke kötü idare edilen bir ülkedir.

24. Ülkenin milli kültür ve kimliğine zıt, halkı hor gören, çoğunluğu ikinci sınıf vatandaş kabul eden bir vesayet rejiminin hükümferma olduğu bir ülke kötü idare edilmektedir.

Yukarıda 24 madde zikr ettim. Çok açık, seçik, anlaşılır bir üslupla kaleme aldım.

Bunlara kim itiraz edebilir?


Mehmet Şevket EYGİ - 2 Kasım 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 02 Kasım 2011, 11:46:45
Nallıhan Seyahati

GEÇEN cumartesi sabah saat sekizde İstanbul'dan hareket ettik. İzmit tarafına yöneldik. Yolun iki kenarında alabildiğine yüksek inşaatlar görülüyor. Büyük depremler şehri İstanbul yapılaştıkça yapılaşıyor. Buralardan birkaç ay önce geçmiştim. Kısa zamanda bir yığın yeni büyük bina yapılmış. Henüz yapımı devam edenlerin haddi hesabı yok. Türkiye varını yoğunu, sermayesini binaya, toprağa yatırıyor. Bu işte çok rant varmış. Müteahhitler, belediyeler, arsa sahipleri... Çok dolaplar dönüyormuş.

Yolda börek ve çaydan oluşan küçük bir kahvaltı yaptık. Mekan çok lükstü ama börek ve çay kaliteli değildi. Kaliteli olsaydı bir dahaki yolculuğumuzda yine gelirdik.

İzmit'i transit geçtik. Sapanca'da göl kenarında sütlü nescafe içtik. Nefisti. Biraz çarşısında dolaştık, kahvaltı malzemeleri satan bir dükkandan peynir zeytin vs aldık. Çarşıdaki camiin karşısındaki ahşap evin fotoğrafını çektik. Eskiden bu evde oturuluyordu. Şimdi metrûk (terk edilmiş). Medenî ülkelerdeki birkaç yüz yıllık eski evler güzelce restore edilir, içine modern konfor ilave edilir ve güzelce oturulur. Bizim halkımız geleneksel İslam evlerinden nefret ediyor, yeni yüksek (çoğu çürük çarık), ilk depremde yıkılacak veya hasar görecek apartmanlara bayılıyor.

Geyve'de çarşıyı gezdik. İstanbul'dan üşenip almadığım bir iki ihtiyacımı oradaki bir Çin ucuz eşya mağazasından aldım. Çinliler ürettikleriz ıvır zıvırları Geyve'de satıyorlar ama bizim orada üretilmiş el sanatı ürünlerimiz yok. Eskiden vardı. Şimdi kahvehaneler dolu...

Öğle namazını küçük bir camide kıldık. Sayısı az olan cemaat ihtiyarlardan oluşuyordu.

Oradan Taraklı'ya yollandık. Öğle yemeğini Belediye Parkının içindeki lokantada yedik. Sahibi sakallı dindar bir zat.

İki kişi (Allah affetsin) hayli yemek yedik. Üzerine sıcak tahin pekmez, cevizli. Hesabı sordum: "20 lira yeter" demez mi? Tahin pekmez hediye imiş... Neyse epey "pazarlık" ederek, 25 lira verdim. Taraklı yaşanacak bir yer!

Taraklı'nın eski güzel evleri restore ediliyor. Yenilenmiş konaklara baktıkça insanın gözü bayram ediyor, içi ısınıyor.

Pazar kurulmuştu, biraz alış veriş ettik.

Birkaç tanıyan çıktı, onlarla ayak üstü merhabalaştık, üç beş kelime ettik.

Taraklı'da satılık küçük bir eski zaman evi (beton yeni ev değil!) bulunur mu diye sormak için Hacı Osman beyi aradım, her zaman oturduğu kahvede yoktu, telefon numarasını yanıma almamışım, görüşemedik.

Göynük'ü transit geçtik. Nallıhan taraflarına uzandık. Yolda ikindi namazı kılmak için eski tarihî bir köye uğradık. 1500'lü yıllardan kalma tarihî bir camii vardı. Bir de hamam harabesi. Bazı eski evler ayakta. Eskiden büyük yol üzerindeymiş, bir han varmış, yıkılmış.

Bizi selamlayan köylülere iki adet ciltli kitap hediye ettik.

Kuş cennetine gittik. Eyvah! HES mi olmuş, başka bir baraj dalgası mı ne, sular çekilmiş kuşlar gitmiş. Boş yere yorulduk, bir şey göremedik.

Nallıhan'a vardığımızda akşama az kalmış, hava kararmaya yüz tutmuştu. Tanıyanlar çıktı. Restore edilen tarihî hanı gezdik. Bir dükkanda Kaymakamlığın geleneksel sanat ürünleri, el dokuması kumaşlar, el işi oyalar satan mağazası vardı. Yol arkadaşım, hanımına el dokuması yüzde yüz ipekli çok güzel bir örtü aldı.

Bir dükkandan reçineli çam ağacından yapılmış bir su kabı aldık. Bundan içilen su şifalı oluyormuş.

Bendenizi tanıyan üç kişi ile biraz sohbet ettik.

Başörtülü bir hanımın dükkanında çay içtik, yöresel dağ eriği (katkısız) marmelatı aldık.

Nallıhanın bu kadar güzel bir yer olduğunu sanmıyordum. İnşaAllah tekrar gelmeyi düşünüyorum.

Akyazı yoluyla döndük. Yolda bir beldenin büyük camiinde yatsı namazı kıldık. Cemaat içinde bir tek genç vardı. Diğerleri genellikle orta yaşlı veya yaşlılardı.

TEM yolu kenarında çay içtik, çiğ börek yedik. Çay nafile, börek soğuk ve sert idi.

Yol kenarındaki bir köylüden İki kilo ayva aldım. Bu meyve kış hastalıkları için bire birdir. Şekersiz pişirip üzerine bitkisel tabiî (kimyevî ve yapay değil) pudra şeker dökerek yiyeceğim. Tavsiye ederim.

Bir günlük bu küçük ve uzun seyahatimde gördüğüm en kötü şey, Türkiye'nin çılgınca, delice, akılsızca betonlaşması oldu. Yüzde 95'i zelzele mıntıkası olan bir ülkede böyle bir yapılaşma intihar değil de nedir?

Devletin yapacağı önemli işlerden biri, yedik sekiz katlı beton meskenlerin yapımını yasak etmek, halkın iki katlı bahçeli evlerde oturmasını sağlamaktır.

Rantçılar, belediyeler buna razı olmasalar da...


Mehmet Şevket EYGİ - 2 Kasım 2011 Çarşamba
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 03 Kasım 2011, 11:22:01
Göklerde Sana Gönderilmiş Mektuplar Var

Birinci ana madde: Var olmak bir sınavdır.

İkinci ana madde: Ölüm yok ve hiç oluş değil, fânî dünyadan ebedî âleme geçiştir.

Üçüncü ana madde: Sana ötelerden müjdeler ve uyarılar gönderilmiş, dünya sınavında ne yapacağın bildirilmiştir. (Yüzünü semaya çevir, göklere bak. Orada sana ötelerden gönderilmiş mektuplar bulacaksın...)

Dördüncü ana madde: İnançlarından ve yaptıklarından dolayı hesap vereceksin.

Beşinci ana madde: Sınavı başarı ile verirsen ebedî saadete nail olacaksın.

Altıncı ana madde: İnanç konusunda ölümcül hatâlar yaparsan ebedî felakete uğrarsın.

Netice:

* Doğru inançlara sahip ol. Bu inançlar sana bildirilmiştir. Onları iyi öğren.

* Sen bir yaratıksın, senin bir Yaratıcın vardır. Ona itaat et, Onu râzı etmek için var gücünle çalış.

* Sana, doğrunun iyinin güzelin kaynağı olan bir anayasa, bir düstur, bir rehber kitap gönderilmiştir. O Kitaba uy, yap dediklerini yap, yapma dediklerini yapma, öğütlerine ve uyarılarına kulak ver ve yerine getir.

* Sana, insanlar içinden çok güzel bir örnek ve model gönderilmiş ve gösterilmiştir. İnanç, iş, ahlak konusunda ona uy, onu taklit et.

* Doğruluktan ve dürüstlükten ayrılma.

* Adaletten ayrılma, sakın kendine, insanlara, yaratıklara zulm etme.

* Merhametli ol. Merhamet etmeyene merhamet edilmeyeceğini bil.

* Varlık sınavı icabı sende çeşitli şehvetler vardır. Bunları kontrol altında tut. Sakın azma. Azanın âkıbeti iyi olmaz.

* Dünyanın, dünya malının, dünya zenginliğinin geçici, emanet ve fânî olduğu bil ve bunları elde etmek hırsıyla imtihanı kaybetme.

* Senin en büyük düşmanın kendi nefsindir. Onu dizginle, onun esiri olma.

* Ya gerçek bir alim ol, yahut gerçek alimlere tâbi ol. Sakın sahte ve bozuk alimlere tabi olma.

* Kendin hikmetli bir insan olamıyorsan, hikmet sahiplerine bağlan, işlerini onlara danış.

* İyi ol, sakın kötü olma.

* Cimri ve bencil olma, cömert ol, paylaş.

* Sana en fazla zarar veren kendi dilindir. Onu zapt et.

* Ya hayırlı, faydalı, iyi şeyler söyle, yahut sus.

* Doğrudan ve dolaylı olarak hırsızlık yapma.

* Yalan söyleme.

* Cana kıyma.

* Zina büyük bir kötülüktür, onu işleme.

* Ehliyetin ve liyakatin olmadığı işlere, vazifelere, memuriyetlere, başkanlıklara talip olma, matlup olursan (istenir ve çağrılırsan) ehil değilsen sakın kabul etme.

* Doğru, iyi, güzel şeyleri sev; yanlış, kötü, çirkin şeylerden uzak dur.

* Fitneden fesattan, nifak ve şikaktan uzak dur.

* Fitne ve fesadı önlemek ve yer yüzünde doğruyu, gerçeği, adaleti hakim kılmak için yapılan kutsal savaşın dışındaki zâlimane savaşlara gönül rızası ile katılma.

* Anarşist olma.

* İnsanların meleği ol.

* Sahtekar, düzenbaz, haram yiyici olma.

* Öylesine iyi ve doğru ol ki, düşmanların bile senin faziletini (üstünlüğünü) kabul etsin.

* Parayı ve malı taparcasına sevme.

* İhtiyaçlarını çoğaltma, ihtiyacını çoğaltan ıstırabını çoğaltmış olur.

* İnsanların kötülüklerini iyilikle uzaklaştır ve def' et.

* Sen ölmeye, zevale, çökmeye mahkum bir yaratıksın; sakın büyüklenme, kibirlenme, gururlanma.

* Haddini bilen bir insan ol.

* Hayata, varlığa, dünyaya, imtihanına bir futbol holiganı gözüyle bakma. Mahv olur, ebedî felakete uğrarsın.

* Zulme, kötülüğe, yanlışa, çirkine razı olma.

* Beyinsizlerden olma.

* Şükrünü edebileceğin az ve yeterli mal, şükrünü eda edemeyeceğin ve seni azdıracak çok maldan hayırlıdır.

* Doğru ol.

* İyi ol.

* Güzel ol.

* Sonun iyi olsun...


Mehmet Şevket EYGİ - 3 Kasım 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 04 Kasım 2011, 11:41:28
Açık Saçık Liseli Kız

Pek genç bir kız... On sekizinden küçük... Sevgilisi ile birlikte çekilmiş fotoğrafını gördüm. Kıyafeti açık saçıktı pek dekolteydi... Elbisesi göğüslerinden tutturulmuştu, askı falan yoktu. Affedersiniz memelerinin bir kısmı görülüyordu. Kız makyajlıydı. Pek şuh ve işveli şekilde gülüyordu... El tırnakları ojeliydi (Takmaymış)... Bu kız geceleri tek başına sokağa çıkıyor ve yabancı erkek arkadaş(lar)ının evine gidiyormuş...

Sonra kızın başına çok fena şeyler gelmiş, sevgilisi tarafından feci ve vahşi şekilde öldürülmüş.

Bu kız bir lise öğrencisiymiş.

Millî eğitimimiz çok ilerledi.

Çok uygar ve çağdaş bir toplum olduk.

Baksanıza liseli küçük (reşid olmayan) bazı kızlar ne kadar açıldı saçıldı uygarlaştı.

On dört yaşında böyle açık saçık uygar özgür nice kız o kadar olgunlaştı ki, 18'inde gösteriyor.

Bazı liseli kız öğrenciler mini etek giyiyor.

Laik rejim okullarda karma eğitimi yaygın hale getirdi.

Kızların ayrı, erkek çocukların ayrı sıralarda oturmalarına bile izin verilmiyor. Kaynaşsınlar isteniyor.

Laik, karma, Kemalist, çağdaş, uygar eğitim sistemi gençliği, yeni nesilleri yaman şekilde yetiştiriyor.

Bundan birkaç yıl önce bir firma bir lisede cinsellik konferansı verdirmiş, konferanstan sonra öğrencilere bedava prezervatif dağıtmıştı.

Doğrusu çok ilerledik.

Öyle ilerledik, çağdaş uygarlık düzeyine öyle bir fırladık ki, kız ve oğlan çocukları eskisine nispetle bir iki yıl önce bülûğa ermeye başladırlar.

Açık konuşmak istemiyorum:

Tanıdığınız, samimî olduğunuz jinekolog, psikolog ve psikiyatri uzmanları varsa onlarla konuşun. Size çok acayip şeyler anlatacaklardır. Kürtaj mürtaj ensest mensest ve saire...

Zaten artık zina da suç değil.

Atatürk'ü geçtik. Onun zamanında zina suçtu.

Ah ne ilerledik ne ilerledik.


Mehmet Şevket EYGİ - 4 Kasım 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 04 Kasım 2011, 11:49:43
Fıkıh ve Mezhep Zarurîdir

Birinci FIKIH, İslam ümmetinin bin küsur yıl boyunca yapmış olduğu en büyük ilim hizmetidir.

Fıkıh Kur'an, Sünnet'ten ve icmâ-i ümmetten çıkartılmış hükümlerin tamamına verilen isimdir.

Müslüman bir toplumun dünya hayatında iyi, doğru, güzel, haysiyetli, dengeli bir şekilde yaşaması için fıkıh gereklidir, fıkha uymak gereklidir.

Ehl-i Sünnet aleminde bin küsur yıl boyunca 15-20 kadar mutlak müctehid çıkmıştır.

Zamanımızda müctehidlik taslayanlar gerçek müctehid değildir.

Bunların dördünün fıkıh mezhepleri (ekolleri) kayıt altına alınmış ve Müslümanların yüzde sekseninden fazlası tarafından hükümleri hayata uygulanmıştır.

Fıkıh ilmi ve mezhepleri olmadan Kur'an ve Sünnet hayata doğru olarak uygulanamaz.

Mezhepsizlik ve fıkıhsızlık İslam Şeriatını tehdit eden en büyük tehlike ve bid'attir.

Mezheplerin hükümlerini karmakarışık şekilde uygulamak dini oyuncak etmek, dinle alay etmektir.

Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür.

Dört mezheb usûlde, temellerde, esasta bir ve beraberdir.

Sadece teferruata (ayrıntılara) ait hükümlerde ve ictihadlarda bazı çeşitlilik vardır ki, bu çeşitlilik Müslümanlar için geniş bir rahmettir.

Reformcular açıkça ve gizlice Sünnete saldırıyor. Sünnet yıkılırsa fıkıh da yıkılır. Fıkıh yıkılırsa İslam aleminde kaos ve anarşi başlar.

Fıkıh ilmi bir bahr-i bipâyandır.

Cahil ve mukallid Müslümanlar kendi kafalarına ve kendi re'y ve hevalarına göre Kur'andan ve Sünnetten hüküm çıkartamaz.

Kur'anı yorumlamak için icazetli din alimi, icazetli fakih ve icazetli müfessir olmak gerekir.

Onlar da mukaddes kitabımızı re'y ve heva ile yorumlayamaz.

Kur'anı re'y ve heva ile yorumlamak büyük günahtır. Küfre kadar gidebilir.

Ehl-i Sünnet fıkhına ve mezheplerine muhalif olanlar, onları yıkmaya çalışanlar bid'at fırkalarının ajanlarıdır. Ehl-i Sünnet yıkılsın ki, o bid'at fırkaları revaç bulsun, taraftar kazansın, hâkim olsun.

Ehl-i Sünnet Kur'anın ve Sünnetin doğru yorumudur.

Ehl-i Sünnet dışı fırkaların ve mezheplerin, Ehl-i Sünnete ters düşen hükümlerinin bir teki bile doğru değildir. Ehl-i Sünnet yüzde yüz doğrudur, haklıdır.

Ehl-i Sünnet, hadîste geçen Fırka-i Nâciyedir.

Ehl-i Sünnet hadîste geçen Sevad-ı Âzamdır.

Osmanlı devleti ve Hilafeti Ehl-i Sünnet inancı ve fıkhı üzerineydi.

Osmanlı İslam devletine hıyanet eden bid'atçilerin yaptıklarını biliyoruz ve görüyoruz.

"İslam'ın yanında iki hak ibrahimî din vardır, bunların mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir" bozuk inancı Ehl-i Sünnete aykırıdır.

Böyle bir inanca sahip kimselerin ardında namaz kılınmaz.

İslam'da cihad farizası yoktur diyenler Ehl-i Sünnet dışına çıkmıştır.

Ehl-i sÜnnete göre kafirler dost ve veli edinilmez. Edenler bid'atçidir.

Şefaati inkar edenler Ehl-i Sünnet dışıdır.

Kaderi inkar edenler de öyle.

Ehl-i Sünnette beş vakit namazı üç vakitte cem ederek kılmak yoktur. Böyle yapanlar Ehl-i Sünnet sınırları dışına çıkmıştır.

Ehl-i Sünnetin zaruriyat-ı diniye olarak kabul ettiği İslamî kurum, değer ve hükümler Kıyamet'e kadar bakidir, yürürlüktedir. Bunlara aykırı ictihad yapılamaz.

İslam Allah katında tek hak, makbul, geçerli dindir.

Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerinin yeni tasnifleri yapılabilir ama hadîsler asla ve asla AB normlarına, Feminizm ideolojisine, Batı medeniyeti kriterlerine, Kemalizme göre göre değerlendirilip ayıklanamaz.

Ehl-i Sünnet İslamlığında zina kebairdendir (büyük günahlardandır). Şeriat zina suçunu işleyenlere ağır cezalar verir. Zinanın suç ve günah olduğunu inkar edenler Ehl-i Sünnet'ten ve İslam'dan çıkmış olur.

İslam sekülarizmi kabul etmez.

İslam'da din ve dünya ayırımı yoktur.

Bu devirde mutlak müctehid yoktur.

Dinde reform yapılamaz.

Dinde değişim yapılamaz.

Dinde yenilik yapılamaz.

Ilımlı, light İslam olmaz; ılımlı Müslüman olabilir.

İslam'ın temel hükümleri, zaruriyat-ı diniye evrenseldir, değiştirilemez.

Bütün doğru inançların, iyi amellerin, güzel şeylerin kaynağı Şeriattır.

Osmanlı devleti maddî ve mânevî gücünü Ehl-i Sünnetten ve Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeden almıştır.

Ehl-i Sünnet İslamlığında taqiyye yoktur.

Ehl-i Sünnet İslamlığında din ilimlerini para kazanmak ve zengin olmak niyetiyle öğrenmek haramdır.

Ehl-i Sünnet İslamlığında Allah ile olan bütün işlerde ihlas, yaratıklarla olan muamelerde adalet esastır.

Ehl-i Sünnet İslamlığına göre bütün mü'minler tek bir Ümmet oluşturur.

Ehl-i Sünnet Müslümanında kuvvetli bir ümmet şuurunu vardır.

Olgun bir Ehl-i sünnet Müslümanı hizip, fırka, grup, cemaat, klik, tarikat asabiyetine saplanmaz.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığında, Ümmetin başında âlim, fâzıl, ehil, layık, muktedir bir İmam-ı Kebir bulunması ve bütün mü'minlerin bu zata biat ve itaat etmeleri temel şartı vardır.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığında, mü'minlerin Allah katında dereceleri taqvalarına göredir.

Taqva, ilim, irfan, fazilet, ahlak ölçüsünü bırakıp cemaat veya hizip mensubiyetini öne alanlar korkunç bir bid'at içindedir.

Bütün Sünnî Müslümanlar, en uygun ve etkili şekilde Ehl-i Sünneti korumak, güçlendirmek, yaymakla mükelleftir.

Ehl-i Sünnete hizmet etmek Kur'ana, Sünnete, Şeriata hizmettir.

Bu hizmet mutlaka ihlasla yapılmalıdır.

Allah ihlassız hizmetleri kabul etmez.

(Sahih-i Müslim'deki 1905 numaralı hadîse bakınız.)

Cenab-ı Hak cümlemizi ihlaslı, akıllı, firasetli, âdil, dengeli, gerçekten hizmet eden kullarından eylesin. Âmin.


Mehmet Şevket EYGİ - 4 Kasım 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 05 Kasım 2011, 12:39:35
Soru ve Cevaplarla Bazı İslamî Meseleler

SORU: Rabbin kimdir?

CEVAP: Rabbim bütün âlemlerin Rabbi olan Allahü Teala hazretleridir. O, kemal sıfatlarla sıfatlıdır ve noksan sıfatlardan münezzehtir. On dört sıfatı vardır: Vücud... Kıdem... Beqa... Vahdaniyet... Kıyam binefsihi... Muhalefetün lilhavadis... // Hayat... İlm... İrade... Kudret... Semi'... Basar... Kelam... Tekvin. (Her Müslüman bu 14 sıfatı sırasıyla ve manalarını bilerek ezberlemelidir.) Ayrıca O'nun Esmâ-i Hüsnâsı vardır.

S. Nebin kimdir?

C. Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamdır. Gelmiş geçmiş, halen yaşayan ve istikbalde gelecek insanların derece itibarıyla en büyüğü, en doğrusu, en iyisi odur. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. İnsanlar için en güzel örnek ve modeldir. Allah tarafından, kurtarıcı ve ebedî mutluluğa rehber olması için vazifelendirilmiştir. Bütün Peygamberlerde (aleyhimüsselam) şu beş sıfat mutlaka bulunur: Sıdk... Emânet... Fetânet... İsmet... Tebliğ... (Lütfen bu beş sıfatı manalarını bilerek ezberleyiniz.)

S. Dinin nedir?

C. Dinim İslam'dır. İslam'dan başka, Allah katında hak, muteber, makbul, geçerli din yoktur.

S. Kitabın hangisidir?

C. Kitabım, Allahın kelam-ı kadîmi olan Kur'andır, Kur'an düsturumdur

S. Şeriatın hangi şeriattır?

C. Şeriatım Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamın Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete dayalı mukaddes şeriatıdır. Şeriat bütün doğruların, bütün iyilerin, bütün güzelliklerin kaynağıdır.

S. Hangi fırkadansın?

C. Fırka-i Nâciye olan Kur'an, Sünnet, Cemaat fırkasındanım.

S. Hangi topluluğun mensubusun?

C. İslam ümmetindenim.

S. Bir Müslüman için en önemli madde nedir?

C. Tashih-i imandır, yani Kur'ana ve Sünnete uygun şekilde doğru olarak iman etmektir.

S. İslam dinini anlamak, yorumlamak ve uygulamak konusunda hangi taifeye bağlısın?

C. Selef-i Sâlihîne ve onların yolundan giden müctehidlere, ulemaya, fukahaya, mürşidlere bağlıyım. Selef-i Sâlihîn Ashab-ı Kiram, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîndir.

S: Peygamberin Ashabının hepsi din konusunda âdil midir?

C. Hepsi de, istisnâsız âdildir, yani Hz. Peygamberden öğrendikleri Kur'anı, İslam'ı, Sünneti, Şeriat hükümlerini bildirmişler ve din-i mübin-i İslam'a canları ve mallarıyla hizmet etmişlerdir.

S. Ashab'ın içinde münafık var mıdır?

C. Hâşâ yoktur, onların hepsi de sâdıktır.

S. Ashabın günahları, ictihad hatâları olabilir mi?

C. İnsan olmaları hasebiyle olabilir.

S. İslam'da imandan sonra ikinci önemli madde, konu, vazife nedir?

C. Beş vakit namaz kılmaktır.

S. Hür ve mukim erkeklerin farz namazlarını, şer'î bir özürleri olmadıkça cemaatle kılmaları şart mıdır?

C. Şarttır.

S. Beş vakit namazdan sonra üçüncü vazife nedir?

C. Zekatı Kur'ana, Sünnete, Şeriata uygun şekilde vermek ve sarf etmektir.

S. İslam'ın iman, namaz, zekat, oruç, hac beş temel şartından başka da şartları da var mıdır?

C. Vardır... Bazıları şunlardır: Allah ile olan bütün ibadet ve işlerde ihlaslı olmak... Yaratıklarla olan bütün muamelelerde adaletli ve insaflı olmak... Müstaqim yani doğru ve dürüst olmak... Allah yolunda ihlasla cihad etmek... Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmak... Her Müslümanın kendisine yetecek ve kendisini kurtaracak kadar ilmihalini öğrenmesi... Peygambere biat ve itaat etmek ve onun Sünnetine uymak... Müslümanların başında ehliyetli bir İmam-ı Kebir bulunması ve mü'minlerin ona biat ve itaat etmesi... İslam ahlakıyla ahlaklı olmak... ve saire...

S. İslam'da hür kadınların ve bülûğa ermiş kızların tesettüre riayet etmesi farz mıdır?

C. Farzdır. Bu farziyet Kur'an, Sünnet ve icmâ ile sâbit olup münkiri dinden çıkar.

Bazı müteferrik meseleler:

S. Müslüman yalan söyler mi?

C. Asla yalan söylemez.

S. Müslüman aldatır mı?

C. Müslüman, iman ettiği Peygamber-i zîşan gibi emîndir, yalan söylemez, hıyanet etmez, aldatmaz. "Bizi aldatan bizden değildir." (Hadîs)

S. Müslüman haram yer mi?

C. Haram ateştir. Müslüman asla haram yemez. Devamlı haram yiyenler, haram servet edinenler münafıktır, fâsıktır, fâcirdir, merduttur, cehenneme atılmaya adaydır.

S: Müslümanın en büyük iki düşmanı kimlerdir?

C. Biri kendi nefsidir, ikincisi lânetli şeytandır.

S. Yeryüzü kaç kısma ayrılır?

C. İki kısma ayrılır: Darülislâm ve Dârülharb.

S. Darülislamın özellikleri nelerdir?

C. Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre âdil ve hikmetli bir şekilde idare edilen ve içinde can, mal, ırz, din hürriyeti ve güvenliği bulunan yerdir.

S. Darülharb'te bir Müslüman haram ve kötü işler yapabilir mi?

C. Yapamaz. Hicret edebilen hicret eder. Edemeyen namazını kılar, orucunu tutar, zekâtını (hak edenlere verir) ve her hâl ü kârda iyi, doğru, güzel bir Müslüman olarak yaşar. Kötü düzenden razı ve hoşnud olmaz.

S. Allah'ın inzal ettiği ahkâmdan başkasıyla hükm edenler kimlerdir?


C. Onlar Kur'ana göre zalimdir, gafildir ve kafirdir.

S. Bütün mü'minler kardeş midir?

C. Kardeştir. Bu, Kur'an ile, Sünnet ile sâbittir.

S. İman kardeşliği nasıl bir şeydir?

C. Talâkı olmayan mânevî bir nikâh gibidir.

S. Bir mü'minin diğer mü'mine düşman olmasının hükmü nedir?

C. Haramdır, büyük günahtır.

S. Her mü'min Müslüman mıdır?

C. Bütün mü'minler Müslümandır.

S: Her Müslüman mü'min midir?

C. Dıştan Müslüman göründüğü halde kalplerinde nifak olan münafıklar vardır. Onlar mü'min değildir.

S. Büyük günah işleyenler dinden çıkar mı?

C. İşlenmesi kesinlikle haram olan bir şeyi helal kabul ederek işleyenler dinden çıkar, haram olduğunu kabul ederek işleyenler dinden çıkmaz.

S. Tasavvuf ve tarikat nedir?

C. İslam'ı iyi uygulamak, iyi Müslüman olmak yoludur. İslam ahlakı ile tasavvuf ve tarikat müterâdiftir (eş anlamlıdır).

S. Tasavvuf ve tarikatın ilk ana maddesi nedir?

C. Şeriata sımsıkı bağlı olmak, Şeriattan kıl kadar ayrılmamaktır.

S. İslam, Kur'an, Sünnet nasıl öğrenilir?

C. Rehberlik (initiation) ile öğrenilir.Yani ucu Resullerin Seyyidine bağlı olan icazetli din alimleri, icazetli fakihler ve icazetli mürşid ve şeyhlerden ve onların kitaplarından öğrenilir.

S. Kaç çeşit ulema vardır?

C. İcazetli gerçek ulema vardır. İcazeti olmakla birlikte ulema-i rüsum ve su' onlar vardır.

S. Ulema-i su'a itimad edilir mi?

C. Edilmez.

S. İcazeti olmayan ilahiyatçılar ulema ve fukaha sınıfına dahil midir?

C. Değildir.

S. Kur'an ile ilgili ne gibi vazifelerimiz vardır?

C. Kur'an-ı Kerimi heva, re'y ile yorumlamak, ondan heva ve re'y ile hüküm çıkartmak haramdır, büyük günahtır, küfre kadar götürebilecek bir yanlışlıktır. Böyle bir günah ve saygısızlıktan bütün Müslümanlar kaçınmalıdır.

S. Zina nedir?

C. Evli olsun veya olmasın, iki Müslümanın gayr-i meşru cinsel ilişki kurmasıdır. Bu Kur'ana, Sünnet'e, Şeriat'a göre büyük günahtır, büyük suçtur, dünyada ve âhirette büyük cezası vardır.

Zinanın günah ve suç olduğunu kabul etmemek küfürdür.

S. İslam'da cemaatçilik var mıdır?

C. Müslümanlar Kur'ana, Sünnete, Şeriata, ahlaka uygun faydalı cemaatler oluşturabilir ve hayırlı işler yapabilirler. Lakin cemaatçilik yapmak yoktur. Müslüman hayırlı bir cemaate mensup olabilir ama cemaatçilik yapamaz, sadece cemaatli olabilir. Bir de, kendisinde Ümmet şuuru yok, aşırı derecede cemaat asabiyeti, fırka tekelciliği var. Böyle Müslümanlık olmaz. Önce Ümmet şuuru olacak, ondan sonra cemaat...

S: Emanetleri ehil olanlara vermek ne demektir?

C. Kur'ana, Sünnete ve Şeriata göre emanetlerin (başkanlıklar, memuriyetler, makamlar, mevkiler, işler, vazifeler) emîn ve ehil kimselere verilmesi farzdır. Emanetlerin ehil olmayanlara verilmesi haramdır. Emanetler ehline verilmezse Ümmet çöker, işler bozulur.

S. Şu veya bu cemaat emanetlerin hep kendi mensuplarına vermesi için çalışırsa ne olur?

C: Fitne ve fesat olur. Bundan İslam, Müslümanlar, Ümmet zarar görür. Ehl-i İslam arasında rekabet ve münâferet (nefretleşme) başlar. Şeytanlar, düşmanlar, münafıklar bundan yararlanır, Ümmeti birbirine düşürür.

S. Şu tarikat veya cemaat mensubu mu üstündür, yoksa bu tarikat veya cemaat mensubu mu?

C. İslam'a göre Allah katında üstünlük taqva iledir. Binaenaleyh hangi cemaatin veya tarikatin mensubu daha muttaqi (taqvalı) ise o üstündür.

S. Para kazanmak, köşeyi dönmek, voli vurmak, mal mülk edinmek, zengin olmak, halka kendileri için "Bu ne büyük alim dedirtmek" için fâsid niyetle tefsir, hadis, din kitabı yazan âlimlerin durumu nedir?

C. Onlar Sahih-i Müslim'de geçen 1905 numaralı hadîs hükmünce cehennemliktir. Yüz üstü sürüklenerek Cehenneme atılırlar.

S. Cami imamları namaz kıldırma memurları mıdır?

C: Kur'anın doğru yorumuna ve Sünnete dayalı gerçek İslam'da halka namaz kıldırma memuru diye bir iş ve meslek yoktur. Cami imamlarının alim, fakih, ahlaklı, faziletli, ihlaslı, taqvalı, vasıflı Müslümanlar olması şarttır. Onlar cami hinterlandındaki Müslüman halkı, gençleri, çocuklara önderlik eder, onların iyi ve vasıflı Müslüman olması için planlı ve programlı ve etkili şekilde hizmet görür, bu hizmetleri yaparken, geçimlerini sağlayabilmeleri için fetva ve ruhsat ile maaş ve ücret alabilirler.

S. Önüne gelen herkes, namaz kıldırabilecek ve hutbe okuyabilecek seviyede din ilmine sahip olsa bile Cuma namazı kıldırabilir mi?

C: Kıldıramaz. Cuma namazı kıldırmak için sultandan / veliyyülemrden icazetli, izinli, beratlı ve ruhsatlı olması gerekir.

S. Diyanet sultan sayılır mı?

C. Sayılmaz. TC Diyanet İşleri Başkanlığı laik ve Kemalist rejimin emrinde bir genel müdürlüktür, özerkliği bile yoktur. (Diyanet'teki ehl-i sünnet ulemasını tenzih eder, kendilerine hürmetlerimi sunarım.)

S. Cuma namazı kılınmasın mı?

C. Kılınsın, ardından dört rekat zuhr-i âhir namazı da kılınsın.

S. Bu konuda birtakım reformcu, yenilikçi, bid'atçi, değişimci, BOP'çu, Fazlurrahmancı, mezhepsiz, telfik-i mezahibçi, Afganîci, diyalogçu, oryantalist ilahiyatçı, light ve ılımlı İslamcı, Kemalist kişi ve kuruluşlardan kafa karıştırıcı, bazen birbirini nakz eden fetvalar ve görüşler ileri sürülüyor. Bunlar hakkında ne dersiniz?

C. Dinî konularda onlara kulak verilmez. Hanefî olanlar Hanefî fıkhına, Şâfiî olanlar Şafiî fıkhına uyar. Reformculara kulak verirsek din elden gider.

S. Bir imam Cuma hutbesinde Şeriatın mutlak ve kesin olarak tâzimini emr ettiği bir şeyi tahkir, tahkirini emr ettiği bir şeyi tâzim ederse, mesela Kur'an ve Şeriat düşmanı kişileri saygı ile anar ve onlara rahmet okursa ne lazım gelir?

C. MaazAllah küfür lazım gelir. Tecdid-i iman ve nikâh gerekir.

S. Ehl-i Kitab ehl-i necat ve cennetliktir itikadına sahip bir imamın arkasında namaz kılınır mı?

C: Kesinlikle kılınmaz.

S. Kur'andaki 300 küsur kesin emir ve yasak tarihseldir, bugün geçerli değildir diyen bir imamın ardında namaz kılınır mı?

C. Neuzübillah, böyle bir itikad kişiyi dinden çıkartır. Böyle bir adamın, değil arkasında namaz kılmak, ona selam bile verilmez.


Mehmet Şevket EYGİ - 5 Kasım 2011 Cumartesi
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 09 Kasım 2011, 09:01:54
Demokrasi Sihirli Değnek Değildir

SADECE demokrasi kesinlikle yeterli değildir. Demokrasinin yanında bilgelik olmazsa işler düzelmez, ülke iyi idare edilmez.


Sadece bilgelik mi?.. Hayır, onun yanında, sandıktan çıkmayan başka değerler ve kurumların da olması gerekir.

Bir ülkede eğitim iyi değilse demokrasi de iyi olmaz.

Halkın ahlak ve karakteri iyi ve sağlam olmazsa o ülkeye iyilik hakim olmaz.

Van depremzedelerine yardım gönderilmiş, bir vatandaşa nevresim kaplı bir battaniye verilmiş, nevresimin içinden bir zarf çıkmış, zarfın içinde 5 bin TL varmış, bunu bulan felaketezede vatandaş sahibini aramış ve parayı ona ulaştırmış... Ne güzel değil mi? Lakin madalyonun arka tarafından vahşice yağmalanan çadırlar ve diğer yardım malzemesi var.

Bir halk, yararına ve zararına olan şeyleri bilmiyorsa, demokrasi orada fazla bir işe yaramaz.

Demokrasi var ama medya iyi değil, yine işler düzelmez.

Demakrasi var ama yiyicilik, kokuşma, rüşvet, alavere dalavere, haram yeme, gayr-i meşru komisyonlar, rezaletler gırla gidiyor. Ne yapsın fukara demokrasi böyle bir ortam içinde.

Hem demokrasi var, hem de onun yanında resmî vesayet ideolojisi, durum yine fena demektir.

İyiler korkak, pısırık, etkisiz; kötüler gözükara, cesur mu cesur... Böyle bir ülkede sabah olmaz.

Demokrasi bir din değildir.

Demokrasi mutlak ve evrensel bir değer değildir.

Halkı Müslüman olan bir ülkede ancak bir İslam demokrasisi olabilir. Müslüman ülkede İslam'a zıt, İslam'a düşman demokrasi olmaz.

Müslüman halkın büyük kısmı İslam'ı iyi bilmiyorsa ve hükümlerini hayata uygulamıyorsa orada dirlik, düzen, huzur, barış olmaz.

Sosyalizmin 360 çeşidi olduğu gibi demokrasinin de bir sürü türü vardır.

Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu, 10 üzerinden en az 7 olmadıkça işler yoluna girmeyecektir.

Böyle bir şey birilerinin işine hiç gelmez.

Bundan birkaç yıl önce Yunanistan'ın durumu pek parlak görünüyordu. Avrupa Birliği'ne girmiş, yardım ve destek paraları akıyor, her yer güllük gülistanlık, öğleden sonra herkes yatıp dinleniyor, geceleri keyif çatılıyor; içki, zevk u sefa, gel keyfim gel, sosyal yardımlar, primler, avantalar... Yunan demokrasisi... Sonra ne oldu? Şimdiki hallerine bakınız.

Demokrasinin yanına sandıktan çıkmayan değer ve kurumları koymazsanız geleceğe güvenle bakamazsınız.

İyi bir eğitim sistemi...

İyi bir medya...

Korunan, geliştirilen, ayakta tutulan millî kimlik...

Yaşatılan millî kültür...

Yazılı şehir ve medeniyet zihniyeti...

Bilgelik...

Yüksek ahlak ve fazilet...

Ülke idaresinde söz sahibi olan ve kendilerine danışılan bilge ve âqil insanlar...

Adalet...

Demokrasi var ama, binalar çürük yapılıyor ve ilk depremde bunların bir kısmı çöküyor. Yapan müteahhitlere gereken ceza verilemiyor... Nasıl bir demokrasidir bu? Sakın berbat ve b....n bir demokrasi olmasın...

Demokrasi var ama hapishaneler tıklım tıklım dolu; halkın yüzde ellisi birbiriyle nizalı; dev adalet sarayları inşa ediliyor; halka bozuk gıda maddeleri ve meşrubat tükettiriliyor; Müslümanlara domuz eti yediriliyor; ilaç sanayi devleşmiş, tıb ve tedavi yaman bir sektör olmuş; ahlak tepetaklak... Demokrasi kutlu olsun!

Adam karısını aşığı ile yatakta yakalıyor. Polise müracaat ediyor. Cevap: Yeni Ceza Kanunu'nda zina suç değildir, biz bir şey yapamayız, kendin başının çaresine bak... Al sana demokrasi!...

Herif on beş sene içinde büyük bir kara para zengini olmuş. Ona kimsecikler "Nereden buldun?" diye soramıyor.

Demokrasi her şeyi düzelten, ıslah eden sihirli bir değnek değildir.


Mehmet Şevket EYGİ - 6 Kasım 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 09 Kasım 2011, 09:02:43
Hangi Âlimlere ve Fakihlere Tâbi Olmalı?

Ulema ve fukahanın türleri, sınıfları, tabakatı, rütbeleri vardır. İyi alimler, kötü alimler... Gerçek alimler, sahte alimler...

İyi alimlerin özelliklere nelerdir?


(1) Sahih bir icazetleri vardır. Bu icazet onları sağlam bir silsile ile Resullerin Seyyidi Efendimize (Salat ve selam olsun ona) ulaştırır ve bağlar.

(2) Onlar ihlaslı alimlerdir. İlmi Allah rızası için okumuşlar, yine Allah rızası için okutmuşlar, Allah rızası için sahih din kitapları yazmışlardır.

(3) Onlar Şeriat'a ve Sünnet'e uyarlar.

(4) Din ilimlerini ve fıkhı zengin olmaya, dünya serveti edinmeye, voli vurmaya, köşeyi dönmeye, zenginleşmeye âlet etmezler. Geçimlerini sağlamak için ücret ve maaş alabilirler ama din yoluyla zengin olmak niyetini beslemezler.

(5) İlmî hizmetlerinin ücretini yaratıklardan değil, Yaratan'dan isterler; dünyada değil, ahirette isterler.

(6) Kur'an-ı Kerimi ve hadîsleri re'y ve heva ile yorumlamazlar.

(7) Hanefî ulema ve fukahası yedi tabakadan hangisinde olduğunu bilir ve ona göre hizmet verir.

(8) Para, telif ücreti, dünya malı, makam ve mevki, ün, alkış için dünya büyüklerine yağ çekmez, yalakalık yapmaz, vakarını muhafaza eder.

(9) Mutlak müctehid seviyesinde olmayanlar kesinlikle ictihad yapmazlar.

(10) Allah'ın âyetlerini ucuza yahut pahalıya satmazlar.


(11) Onlar Resulullah Efendimize mânen biatlıdır ve onun emrinden, Sünnetinden dışarıya çıkmazlar.

(12) Hapse atılmayı, kırbaçlanmayı, hattâ ölümü göze alırlar ama kafir zalimlerin, kezzabların, deccalların, Ekber Şah'ların Kur'ana, Sünnete, Şeriata zıt isteklerine boyun eğmezler.

(13) İlim ve irfanları ile gururlanmazlar.

(14) Lisan ve yazı ile emr-i mâruf ve nehy-i münker yaparlar.

(15) Halkı müjdeler ve uyarırlar.


(16) Halka örnek olurlar.

(17) Müslümanların zekat, sadaka ve mallarına göz dikip onları zimmetlerine geçirmezler.

(18) Hak bir tarikata veya hak bir cemaate mensup olabilirler ama asla tarikatçilik ve cemaatçilik yapmazlar, sekter asabiyete kapılmazlar.

(19) Onlar Ümmet şuuruna sahiptir, Müslümanları bölmezler, parçalamazlar, birlik ve beraberliği sağlamak için gayret gösterirler.

(20) Halka nasihat ederler.


(21) Sahih itikad için çalışırlar, inanç konusundaki bid'atleri tenkit ederler.

(22) Beş vakit namaz ve cemaat için çalışırlar.

(23) Dolaylı şekilde bile olsa Tağut'a hizmet etmezler.

(24) Bütün halkın hidayeti için çalışıp çabalarlar.

(25) Kesinlikle lükse, israfa, sefahate kapılmazlar, Kur'ana ve Sünnete uygun mütevazı bir hayat sürerler.

(26) İlimleri ne kadar kuvvetli olursa olsun, mâneviyat konusunda bir mürşid-i kâmile intisab eder yahut muhib olurlar.


(27) Allah'tan çok korkarlar.

(28) Görme kabiliyeti olanlar onlardaki nur hâlelerini görür.

(29) Kur'an ve Sünnetteki müteşabihatı, Tevhid ve Tenzih akidesine aykırı bir şekilde te'vil etmezler.

(30) Ne kadar çok ibadet ve hizmet etseler de, hayırlı amelleriyle ve hizmetleriyle değil, Allahın lütuf ve keremi ile kurtulacaklarını ve ebedî saadete nail olacaklarını bilirler.


Böyle hayırlı alimlerin vce fakihlerin mükafatı Allah'ın yüce rızasına nail olmak, Ümmet-i Muhammed'in dualarını kazanmaktır.

Ne mutlu onlara.

Kötü alimlere gelince:

Onlar dünyaya, dünya mallarına, paraya, zenginliğe, yüksek te'lif ücretlerine meftun ve yöneliktir.

Tefsir yazarlar, para için.

Hadîs külliyatı hazırlarlar, para için.

Fıkıh ve başka din kitapları yazarlar, para için.

Akılları fikirleri yüklü te'lif ücretleridir.

Onlar Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in sınırları dışına çıkıp, kendi re'y ve hevalarıyla bozuk ictihadlar yapar, bozuk fetvalar verir, böylece hem dall, hem mudil olurlar.

Zamanlarındaki Ekber Şah'lara yağcılık, yalakalık, dalkavukluk yaparlar.

Zalimlerden korktukları kadar Allahtan korkmazlar.

Namaza ve cemaate önem vermezler. Bazısı büsbütün târik-i salattır.

Doğru dürüst fetva verecek ilim ve ehliyetleri olmadığı halde, mutlak müctehidlik taslar, naylon ictihadlar yapar, mevrid-i nassa aykırı bâtıl fetvalar verirler.

İslamı, Kur'anı, Sünneti, Şeriatı gereği gibi müdafaa etmezler.

Onlar gurur ve kibir küpüdür.

Din yıkılır, Ümmet sarsılırken onlar kendi menfaatlerini, kendi ikballerini, kendi zevk u sefalarını düşünür.

Onlar Süfyanlara, Deccallara, Tağuta, Kezzabîne bazen bilerek, bazen bilmeyerek hizmet eder.

Vah böyle kötü alimlere...

Aklı ve firaseti olan Müslümanlar sâlih, kâmil, ehil, icazetli, râsih, taqvalı, ihlaslı, yüksek ahlaklı, faziletli gerçek alimlere ve fakihlere tâbi olsun.

Ulema-i sû'dan bucak bucak kaçmak gerek.



Mehmet Şevket EYGİ - 6 Kasım 2011 Pazar
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 10 Kasım 2011, 12:10:26
Ben Neler Gördüm

Siz hiç insan büyüklüğünde hamam böcekleri gördünüz mü?.. Ben gördüm.

Siz hiç insan büyüklüğünde çok zehirli akrepler gördünüz mü?.. Ben gördüm.

Siz hiç iki metre uzunluğunda tezek böceklerini gördünüz mü?.. Ben gördüm.

Siz insan boyunda kan içen dev sivrisinekler gördünüz mü?.. Ben gördüm.

Siz konuşan, yazan bilgiç domuzlar gördünüz mü?.. Ben gördüm.

Siz hiç kravatlı, silindir şapkalı, diplomalı kurtlar gördünüz mü?.. Ben gördüm.

Siz papyonlu, fraklı, gümüş saat köstekli tilkiler gördünüz mü?.. Ben gördüm.

Siz dans eden tavşanlar gördünüz mü?.. Ben gördüm.

Siz doktora yapmış entelektüel sırtlanlar gördünüz mü?.. Ben gördüm.

Siz arya söyleyen kara kargalar gördünüz mü?.. Ben gördüm.

Evet çok şeyler gördüm.

Berberlik yapan pireler gördüm.

Dellallık yapan develer gördüm.

Yaşı babasından büyük çocuklar gördüm.

Kavağa tırmanan balıklar gördüm.

Aşağıdan yukarı akan sular gördüm.gördüm.

Altın rengi gök gördüm, portakal rengi deniz gördüm.

Bin kocadan arta kalmış bâkireler gördüm.

Yaşayan ölüler gördüm.

Ölmeden önce ölenler gördüm.

Bütünden büyük parçalar gördüm.

Hayvan gibi insanlar gördüm.

İnsan gibi hayvanlar gördüm.

Ağlaması gerektiği halde gülenler gördüm.

Gülmesi gerekirken ağlayanlar gördüm.

Hiç olan hepler gördüm.

Hep olan hiçler gördüm.

Kırk yıl boyunca namusuyla karı, uyuşturucu satan, hırsızlık yapan namuslu baylar ve bayanlar gördüm.

Sadık köpekler, vefalı kediler gördüm.

Öleceğini anlayınca bir kenara çekilip sessizce can veren kuşlar gördüm.

Vefa gördüm, hıyanet gördüm.

Gün gördüm, gece gördüm, alacakaranlık gördüm.

Muhlis gördüm, münafık gördüm.

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe gördüm.

Tokluktan çatlayıp geberen gördüm., açlıktan kıvranan gördüm.

Güler yüzler gördüm, abus çehreler gördüm.

Saraylarda keyf çatan sefil nankörler gördüm.

İzbelerde yaşayan sultanlar gördüm.

Göklerde, denizlerde, taşlarda esrarlı yazılar gördüm.

Yerden biten yeşillikleri "Vahdehu lâ şerike leh" gûya gördüm.

Zikr eden hayvanlar, böcekler, balıklar, bitkiler gördüm.

Hû çeken dervişler gördüm.

Ayık sarhoşlar, sarhoş ayıklar gördüm.

Çok akıllı deliler, çok kaçık akıllılar gördüm.

Tesettürlü çıplaklar gördüm.

Çok zengin fakirler gördüm.

Çok fakir zenginler gördüm.

Bahar gördüm, yaz gördüm, sonbahar gördüm, kış gördüm.

"Bağ-dehrin hem hazânın, hem baharın görmüşüz

Biz neşatın da, gamın da rüzgârın görmüşüz"


İster inanın ister inanmayın, gerçekten çok ama çok acayip şeyler gördüm.


Mehmet Şevket EYGİ - 10 Kasım 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 10 Kasım 2011, 12:16:35
Japonya'da Bizden Fazla İslam Ahlakı Var

TÜRKİYE halkının çoğunluğu Sünnî Müslüman ama bizim ülkemizde İslam ahlakı hakim değil. Elhamdülillah imanımız var, imanımız kadar ahlakımız yok.

Bugün dünyada dinleri ve inançları İslam olmayan, fakat ahlakları birçok hususlarda İslam ahlakına benzeyen gayr-i Müslim ülkeler var. Bazılarını sayayım: Japonya, Norveç, İsveç, Finlandiya, Singapur (Halkının yüzde 12'si Müslümandır), Yeni Zelanda...

Müslümanlık adalet, insaf, doğruluk dürüstlük, vicdan, insanlık, yardımlaşma, iyi komşuluk; can, mal, din, ırz namus, nesep güvenliği demektir.

Müslümanlık, zelzele felaketine uğramış vatandaşlara gönderilen yardımların bir kısmının yağmalanmaması, hepsinin felaketzedelere adaletle dağıtılması demektir.

İslam ahlakının hakim olduğu bir yerde meskenleri hırsızlardan korumak için üç kilitli çelik kapılara lüzum yoktur.

İslam dini hırsızların elini kesmekten ziyade hırsızlığın kökünü keser.

Bir İslam şehrinde çantanızı, cüzdanınızı düşürdünüz veya kaybettiniz... Binde 999 ihtimalle size geri gelir.

Hastalandınız, komşulardan size tas tas şifalı hasta çorbaları gelir.

Bir İslam ülkesinde on üç yaşındaki kızlar artist veya manken olmak için evden kaçmazlar. Kaçsalar bile ırzlarına geçilmemiş olarak evlerine geri getirilirler.

İslam ahlakının hükümferma olduğu şehirlerde mahkemeler işsiz, hapishaneler ıssız olur.

İslam ahlakı insanı insana melek kılar.

Eski İstanbul'da dibeğe benzeyen içleri oyuk sadaka taşları varmış. Gelip geçenler içine biraz para atarmış. Muhtaçlar ellerini sokar, biraz para alırmış... Hiç kimse paranın hepsini almazmış.

Eski İslam şehirlerinde sosyal sigorta falan yokmuş ama Müslümanlık varmış, paylaşma ve yardımlaşma ahlakı varmış. Kimse aç, çıplak, yersiz yurtsuz kalmazmış. Fakirler imarethanelere gider karınlarını doyururmuş. Yolcular kervansaraylarda üç gün kalabilir, bu esnada kendilerine ve binitlerine bakılırmış.

Suç her toplumda işlenir, bu suçlara her toplumda ceza verilir ama İslam beldesinde suçlar ve cezalar istisnaî olur, yüzde biri değil, binde biri geçmez.

Müslüman bir toplum yalana, harama, zinaya, ribaya, fıska fücura batmışsa onun Müslümanlığı özde değil, yüzeydedir.

Peygamber (Salat ve selam olsun ona) ne buyurmuş:

"Kendi kızım Fâtima hırsızlık yapmış olsaydı, vAllahi onun da elini kestirirdim..."

İslam mürüvvet ve fütüvvet (gönül yiğitliği) demektir. Bu ikisinin olmadığı yerde İslam'ın ismi ve resmi vardır.

Evet Norveç, Japonya, Yeni Zelanda din ve iman bakımından Müslüman değil ama ahlak bakımından bizden çok daha Müslüman.

Allah onlara iman nasip etsin.

İslam dünyasının bugünkü hali onların hidayetine set çekiyor.

Kötü Müslümanlar, İslam'ın önündeki en büyük engeldir.

Namaz Müslümanı kötülüklerden alıkoyar. Türkiye Müslümanlarının büyük kısmı günlük namazları terk etmiş ve kötülükler toplumu sarmış kucaklamış.

Namaz kılanların bir kısmının namazı da, onları kötülükten ve azgınlıktan vaz geçirtmiyor. Demek ki, namazı dosdoğru kılmıyorlar.

Müslüman bir ülkede hiç yaygın, genel, yoğun rüşvet alınır verilir mi?

Norveç'te, Japonya'da, yeni Zelanda'da bizdeki gibi rüşvet var mı?

Medya yayınladı: Yalnız yaşayan 81 yaşındaki adamcağız apartmandaki dairesinde ölmüş, beş buçuk ay sonra yeğeni Almanya'dan gelmiş aramış, kapı açılmayınca polise haber vermiş, çilingir çağırıp açtırmışlar. Adamın cesedi ile karşılaşmışlar. Ödenmemiş elektrik faturaları ve bazı evrak kapının önünde yığılı duruyormuş. Bir komşusu bile bu yalnız ihtiyar adama ne oldu diye sormamış, merak etmemiş, ilgilenmemiş...

Bir İslam toplumumun hali bir afet olduğunda anlaşılır. Bir Japonya'ya bakınız, bir de bize.

17 ağustos büyük depreminde enkazın içinde kalmış bir kadın cesedinin kolu görünüyor, kolunda bilezikler var, kahrolası yağmacılar balta ile bileğini kesip bilezikleri çalmışlar.

Bir yerde İslam ahlakı varsa böyle vahşetler olmaz.

İstisna olarak meydana gelirse böyle bir ceza verilir ki, bir daha hiçbir canavar böyle bir şey yapmaya cesaret edemez.

Evet, İslam ahlakı...

Ah İslam ahlakı...

Vah İslam ahlakı...


Mehmet Şevket EYGİ - 10 Kasım 2011 Perşembe
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 11 Kasım 2011, 11:30:28
Flaş Flaş Flaş!...

1911'de yaşamış olsaydım, İtalyanların Trablusgarb vilayetimize saldırıp bu İslam topraklarını elimizden almaları faciasını yaşayacaktım.

1912'de 13'te yaşamış olsaydım, Rumeli-i Şahanenin elimizden pisi pisine gittiğini görmüş olacaktım.

1918'de yaşamış olsaydım Osmanlı imparatorluğunun yenilgisine ve Arap vilayetlerinin elden çıkışına şahit olacaktım.

Elveda Kudüs, Şam, Haleb, Bağdat, Basra, Mekke, Medine, Sanaa, Beyrut...

Şu anda 2011. Türkiye'nin doğudaki ve güneydoğudaki bazı bölgelerinin elden gidişine şahitlik yapıyorum.

Toplum bunun farkında mı?

Birileri vur patlasın çal oynasın...

Gel keyfim gel...

Oh kekâh...

Birinci Dünya harbi yıllarında (1914-18) İttihadçıların iktidarı zamanında çok yolsuzluk olmuş. Askerler cephelerde kan dökerken birileri haram servetler ediniyormuş...

Şu anda ülkemizin bir kısmı kurtarılmış bölge haline gelmiş, medyanın pek umurunda değil.

Futbol haberleri, futbol skandalları, şikeler mikeler, bazı futbolcuların seks hayatı, sevgilileri, lüks otomobilleri...

Ülkemiz bir magazinler ülkesi haline geldi.

Memleket elden gidiyor, bir kesim bu acı duruma yemek ve tatlı tarifleri kadar önem vermiyor.

Eski Roma'da gladyatör çarpışmaları...

Bizans'ta Mavilerle Yeşillerin yarışı...

İnternet gazetelerinden başlıklar:

Şok şok şok!..

Flaş flaş flaş...

Şamar gibi cevap...

Tokat gibi soru...

Polemik kızışıyor...

En iyi ve taze lüferi hangi lüks lokantada yiyebilirsiniz?..

Külde pişmiş kremalı ve kekik ballı ayva tatlısı...

En güzel ve konforlu butik otel hangisi...

Kızına tecavüz eden baba...

Mars'ta tren yolu keşf edildi!..

Memleketin bir kısmı kurtarılmış bölge olmuş, biz nelerle uğraşıyoruz.

Haydarpaşa tren garı satılacakmış...

Altına yatırım yapanlar çok kazanacak, Eurocular çok yanacakmış...

Elmalı puding... Ballı tavuk... Portakallı Pekin ördeği... Beyaz şarap soslu lüfer... Bıldırcın dolması... Trüflü ısırgan böreği...

Tele kızlar skandalı büyüyor...

Bin masaj salonundan biri basılmış...

Merak ve heyecan dorukta...

Seks seks seks...

Bir kısım medya viagra gibi yayın yapıyor...

Bayram tatilinizi Hakkari'de geçirmek istemez miydiniz?

Dayak yiyen asker delirmiş...

Bir başka asker ölmüş...

Güzel manken şişmanlamış...

Eski yıldızın hışırı çıkmış, etleri pörsümüş ve pırtlamış...

Flaş flaş flaş!... Meclis'te kavga çıktı...

Trafik kazaları...

Zelzelede çöken sekiz katlı dev yeni binalar...

Yaklaşan İstanbul depremi ile heyecan verici haberler...

Şok şok şok!..

Doğu'daki bir şehirde öğretmenler geceleri binanın koridorunda uyuyor ve okula polis ve asker himayesinde zırhlı araç ile gidip geliyormuş...

Kadıköy'de bir kup griye 12,5 liraya yeniyormuş...

Futbolcu Falan, sevgilisi Feşmekandan beş ay sonra âniden ayrılıvermiş...

Alt katta yangın çıkmış, üst katta ziyafet...

Apartman dairesinde yalnız yaşayan 81 yaşındaki ihtiyar ölmüş, cesedi beş ay sonra bulunmuş... Komşular, komşuluk...

Van'da kadın muhtar, çadır hırsızlarını havaya tabanca sıkarak kaçırmış. Kahraman kadın muhtar!..

İstanbul'da büyük bir zelzeleden sonra, kurtulanların çadır kurabilecekleri arazilerin yarısına bina dikilmiş...

Yüz yaşında bir Hintli başında sarığıyla Maraton koşusuna katılmış ve bitirmiş.

Frambuazlı muhallebi...

Donlara destan...

Telekızlarla otel odasında saç saça baş başa kavgalar...

Geceliği bir servet eden lüks fahişeler...

Hakkari'de bayram tatili...

En pahalı şarap hangisi... Futbolcunun ve artistin otomobilleri birer milyona alınmış...

Şok şok şok...

Flaş flaş flaş...

Zavallı Türkiyem...

Zavallı vatan...

Ah ah ah!..

Eyvah ki eyvah...


Mehmet Şevket EYGİ - 11 Kasım 2011 Cuma
Başlık: Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
Gönderen: Mücteba - 11 Kasım 2011, 11:31:14
İçimizdeki Asıl Depremler

BİR gazetede "İçimizdeki deprem" başlıklı bir yazı yayınlandı. Van'da mağdur halka yardım olarak gönderilen çadırların ve diğer malzemenin yağmalanmasından, kargaşadan, yemek dağıtımında sıraya riayet edilmemesinden haklı olarak yakınılıyor ve bu içimizdeki depreme karşı ne yapacağız sorusu yöneltiliyordu.

Van'ın imanlı, ahlaklı, faziletli, doğru halkını tenzih ederek ben de yağmacılığı, talanı kınıyorum.

Lakin içimizdeki asıl deprem bu çadır ve malzeme yağması değildir.

İçimizdeki büyük deprem Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de uzun zamandan beri yaşanmaktadır.

Birkaç kamyon çadır nedir ki...

Bu ülke yüz yıla yakın bir zamandan beri korkunç ve feci şekilde yağmalanmaktadır .

İttihatçıların yağmaları.

Cumhuriyetin ilanından sonraki yağmalar.

Hayatları boyunca hiç ticaret yapmamış birtakım büyüklerin, öldüklerinde efsane çapında büyük servetler bırakmaları.

İslam vakıflarının yağmalanması.

Bir ara ülkemizde müzmin ve çok yüksek enflasyon vardı. Bu enflasyonun gölgesinde birtakım vampirler, asalaklar, insana benzeyen canavar hamam böcekleri yüz milyarlarca dolar vurdular.

Ülkemizde beş yüz milyar dolar miktarında kara, kirli, necis para birikimi olduğu söyleniyor.

Asıl büyük deprem bu değil midir?

Birtakım karılara TC başlıklı resmî vesikalar vererek yasal fuhuş yaptırılması, bundan KDV alınması bir tür deprem değil midir?

Halkın çoğunluğunun oylarıyla iktidar olmuş Adnan Menderes'in bir gece baskınıyla alaşağı edilip zalim bir mahkeme kararıyla idam edilmesi deprem değil midir?

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül ve 28 şubat darbeleri hep birer deprem değil midir?

Erbakan iktidarının ordu tehdidiyle alaşağı edilmesi deprem değil midir?

Türkiye'deki Müslüman çoğunluğun insan haklarının, din ve vicdan hürriyetinin ayaklar altına alınması deprem değil midir?

Vampir rantçıların memleketi, milleti, halkı iliklerine kadar soymaları deprem değil midir?

Van depremi, orada çadır kamyonlarının yağma edilmesi, bu saydığım depremlerin yanında pek küçük kalır.

Bir Japonya'ya bir de Türkiyeye bakalım. Onlar en büyük depremler, afetler, felaketler karşısında disiplinli, sabırlı hareket ediyor. Bizde ise yağmacılık başlıyor. Bunun sebebi nedir? Kötü eğitimdir, sapık ideolojidir, kötü idaredir; millî kimlik ve kültürün yozlaştırılıp erozyona uğratılmasıdır.

Faşist ideolojik düzenin millî kimlik ve kültürümüze cephe alması en büyük depremdir.

Türkiye halkını iman birliği ayakta tutuyordu. Dini zayıflattılar ve bugünkü sosyal, kültürel, siyasî depremleri tetiklediler.

Merve Kavakçı Amerika'da tahsil görmüştü, bir profesör çocuğuydu, kültürlü ve medenî bir hanımefendiydi. Başında eşarp var diye birtakım ideoloji yamyamları onu Millet Meclisi'ne sokmadılar, milletvekilliğini iptal ettiler. Halk iradesine yapılan bu saygısızlık bir deprem değil miydi?

Hürriyet gazetesi 8 Mayıs 1999 tarihlinde birinci sayfasına kapkara bir "Türban Vampiri" manşetini atarak Merve Kavakçı'ya saldırmıştı. Zamanın Başsavcısı Vural Savaş'ın şu cümlesini de manşet altı başlık yapmıştı: "Kutan ve Fazilet Partililer, kanla beslenen vampirler gibi türbanı kullanıp dinî inançları sömürüyor!"

Bunlar hep içimizdeki depremlerdir.

Van'daki çadır ve yardım malzemesi yağması depremi bunların yanında küçük ve mâsumâne kalır.

Bizi yakın tarihimizin siyasî, sosyal, kültürel iç depremleri bugünkü hale getirmiştir.

Deprem sadece toprağın sallanması değildir.


Mehmet Şevket EYGİ - 11 Kasım 2011 Cuma