Sadakat islami Forum

FORUM AKTİVİTELERİMİZ => HAFTANIN MEVZUU ARŞİVİ => Konuyu başlatan: SadakatNet - 08 Eylül 2008, 01:35:23

Başlık: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: SadakatNet - 08 Eylül 2008, 01:35:23
(http://img210.imageshack.us/img210/1862/ooli8.jpg)

 
Hafta:    46


Mevzu: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti


Araştırmalarınızı bekliyoruz..


(Araştırma yapmak demek bildiklerimizi aktarmak demek değil, bu mevzu hakkında elimizdeki mevcut kitaplardan iktibas yapmak demektir. Her üyemizden bir iktibas yapmasını istirham ediyoruz.) :usgunn:
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: talib 67 - 08 Eylül 2008, 03:07:48

İslâmın beş şartından dördüncüsü zekât vermektir. Mal ile yapılan ibadettir.
Zekât, dini ölçülere göre zengin olan müslümanların seneden seneye malının ve parasının kırkta birini fakir olan müslümanlara vermesidir. Zekât, Kur'an-ı Kerim'de namaz ile birlikte otuzyedi yerde geçmektedir. Zekâtın üzerinde bu kadar çok durulması onun dinimizde büyük önem taşıdığını göstermektedir.

Zekât, kalbi cimrilik hastalığından, malı fakirin hakkından temizleyen, zenginlerde şefkat ve merhamet duygularını geliştiren bir ibadettir. Zekât sayesinde fakirlerin kalbindeki haset ve kıskançlık ortadan kalkar. Kendilerine yardım eden zenginlere karşı sevgi ve saygı meydana gelerek toplumda birlik ve kardeşlik kuvvetlenmiş olur.

İslâm Dini, toplumun dertlerini tedavi eden, ihtiyaçlarını karşılayan birçok esaslar getirmiştir. Allah'ın emri olan zekât, bir sosyal yardımlaşma sistemidir. Zekât malın büyümesini ve bereketlenmesini sağlar. Zekâtı verilen serveti, yok olmaktan, kötü insanların zararından Allah korur. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Mallarınızı zekât ile koruyunuz." (Et-Terğib ve't-Terhib; c. 1, s. 520)

Zekât, müslümanlıkta samimi olup olmadığımızın bir ölçüsüdür. Zekâtını veren; Allah'a kullukta samimi olduğunu göstermiş, kendisine bu zenginliği veren Rabbine karşı teşekkür vazifesini yerine getirmiş olur. Zekâtını veren zengin, fakirlere yardım eden, yoksulların yüzünü güldüren sevimli ve faydalı insandır.
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: talib 67 - 08 Eylül 2008, 05:56:33
Fitre Sadakası

          Fitre sadakası, Ramazan ayının sonuna yetişen ve temel ihtiyaçlarından başka en az nisab miktarı bir mala sahib bulunan her müslüman için verilmesi vacib olan bir sadakadır. Buna yalnız "Fitre"de denir. Fıtrat sadakası, sevab için verilen yaratılış ikramı demektir.

          Fitre sadakasının vacib olması, zekâtın farz kılınmasından öncedir. Orucun farz kılındığı yıla rastlar. Bu bir yardımlaşmadır, orucun kabulüne ve can çekişme ile kabir azabından kurtuluşa bir yoldur. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram gününün sevincine katılmalarına bir yardımdır. Bu yönü ile fitre sadakası, insanlık için bir hayır ve bir görevdir.

          Fitre sadakası, Ramazan Bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren vacib olursa da, bundan önce ve bundan daha sonra da verilebilir. Önceden verilmesiyle fakirler bayramlık ihtiyaçlarını gidermiş olurlar.

          (Üç İmama göre, fitre sadakası Ramazanın son akşamında güneşin batmasından itibaren vacib olur. Bayramdan sonraya bırakılması ile bu sadaka düşmez, kaza edilmesi gerekir.)

          Fitre sadakası, nisab miktarı bir mala sahib olan her hür müslüman için vacibdir, ister çocuk olsun, ister mecnun olsun...

          Bunların velileri, bunların mallarından bu sadakayı vermezlerse, kendileri baliğ olduktan veya iyileştikten sonra bu sadakayı ödemekle yükümlü bulunurlar. Bu mesele, İmam Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed ile İmam Züfer'e göre, bunlara fitre sadakası vacib olmaz. Bu gibilerin babaları veya vasileri bu sadakayı onların mallarından verirlerse, onu ödemek zorunda olurlar. Bu sadakayı onlar adına vermek, babalar üzerine vacib olur. Fitrelerini babalar kendi mallarından verirler.

          Bu nisabdan maksad, iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal altın veya bunların kıymetine denk bir maldır. Bu mal, temel ihtiyaçlardan (borçtan, oturulan evden, ev eşyasından, bineceği at ve kuşanacağı silâhdan, ailesinin bir aylık veya bir yıllık geçiminden) fazla bulunmalıdır. Bu fazla malların para veya ticaret malı olması şart değildir. Bu fazla olan mal üzerinden bir yıl geçmesi de aranmaz.

         İşte bu miktar bir mala sahib olan her müslüman için zekât almak veya vacib olan sadakaları kabul etmek haramdır. Üzerlerine kurban kesmek de vacibdir.

          (Üç İmam'a göre, Bayram günü ile bayram gecesine mahsus olmak üzere, kendisi ile aile halkının yiyeceklerinden ve temel ihtiyaçlarından fazla fitre miktarı bir mala sahib olan bir müslüman için fitre sadakası vacib olur.)

          Ramazan Bayramının ilk günü fecrin doğuşundan önce vefat eden veya fakir düşen veya fecrin doğuşundan sonra dünyaya gelen veya (İslâma giren) bir müslümana fitre sadakası vacib olmaz. Fakat fecirden sonra ölen bir müslümana vacib olur. Eğer vasiyet etmişse, terekesinin üçte birinden ödenir. Varislerin kendi mallarından vermeleri de caizdir.

          Nisab miktarı mal, fitre sadakasının vücubundan sonra telef olsa fitre düşmez, çünkü verilmesi için önceden bir imkân hasıl olmuştu. Zekât ise böyle değildir, onda kolaylığı gerektiren bir imkân gereklidir.

          Ramazanda bir özür sebebiyle oruç tutamayan kimseye de fitre sadakasını vermek vacibdir. Hasta, yolcu ve takatsız kalmış ihtiyar gibi...

         Nisabâ malik olan bir mümin hem kendisi, hem bunak ve mecnun olan evladı, hem küçük yaşta olan çocukları ve hem de hizmetinde bulunan köle ve cariyeleri için fitre sadakasını vermekle yükümlüdür. Köle ve cariyeleri müslüman olmasalar da, bunlar için fitre vermesi yine vacibdir. Fakat ticaret için olan köle ve cariyelerden ötürü fitre vermek gerekmez. Çünkü bunlar zekâta bağlıdırlar. Bir maldan hem zekât, hem de fitre vermek olmaz. Bunlar birleşmez.

          Yukarıda açıklandığı gibi, İmam Muhammed'e göre, zengin olan çocuklar için de fıtre sadakası vermek babalarının malına düşen bir borçtur.

          Fakir bir çocuğun babası ölmüş olursa veya fakir düşerse, dedesi (babasının babası) nisaba malik ise, çocuğun babası yerine geçer ve fitre sadakasını verir. Bununla beraber sahih görülen bir görüşe göre, bu çocuk için fitre vermek dedesi üzerine vacib olmaz.

          Bir kimse, kendi zevcesinin ve akıl sağlığı yerinde büyük evlâdının fitre sadakasını vermekle yükümlü olmaz. Çünkü bunlardan her biri kendi başına tasarruf hakkına sahib mükellef kimselerdir. Onun için bunlardan her biri nisaba malik ise, zekâtını kendi malından vereceği gibi, fitre sadakasını da kendi malından vermekle yükümlüdür. Aynı zamanda sadakalarda bir ibadet manası vardır. Koca, zevcesine ait bir ibadet görevini yüklenmek için evlenmemiştir.

          Bir kimse, zevcesinin veya büyük yaştaki evlâdının fıtrelerini onların izinleri ile kendi malından verecek olsa yeterli olur. Bunlar kendi idaresinde ve geçimi altında bulundukları takdirde izinleri olmaksızın vermesi de yeterlidir. Çünkü bu durumda âdet bakımından izin var sayılır. Aile arasında bulunan diğer şahıslar hakkında da hüküm böyledir. Gerçek yönden veya âdet bakımından izin gereklidir. Çünkü fitre sadakasında niyet bulunmalıdır, niyetsiz verilemez. Böyle bir izin ise, niyet yerine geçer.

          (İmam Şafiî'ye göre, zevcenin fitre sadakası, kendisi zengin olsa bile, kocasına aittir. Kendilerine ücret tayin edilmeyen hizmetçiler hakkında da hüküm böyledir.)

          Bir kimse, kendi geçimi altında bulunsalar bile, babasının ve annesinin fitre sadakasını vermekle yükümlü değildir. Baba fakir olduğu halde mecnun ise, fitresini vermek zorundadır.

          Fitre sadakası dört cins maldan belli bir miktarda verilir. Şöyle ki: Buğdaydan yarım sa' (Irakî) ki, beş yüz yirmi dirhem verilir. Buğday unu ile kavutu da, buğday hükmündedir. Arpadan, kuru üzümden ve kuru hurmadan da bir sa' (bin kırk dirhem), verilir. Bunların yerlerine kıymetlerinin verilmesi de caiz hatta daha faziletlidir. Fakat fakirlerin ihtiyacı bunların kendilerine daha çok ise, o zaman kendilerini vermek daha iyi olur._____

          Burada dirhemden maksad, zekât nisabında olduğu gibi, Şer'i dirhemdir. Bununla beraber her beldenin örfde kullandığı dirhem ölçüsünü esas kabul etmek gerektiğini söyleyenler de vardır. Örfi dirhem daha fazla olduğu için, fitre sadakasını bundan vermek ihtiyata uygundur ve ziyade sevabı vardır.

          (Üç İmama göre, fitre sadakası buğdaydan da bir sa'dır. Fakat bu sa'dan maksad, Irak sa'yi değil, Hicaz sa'yi olan 6931/3 dirhem miktarıdır.)

          Fitre sadakası için buğday, arpa, üzüm ve hurma birer değişmez ölçüdür. Çünkü bunlardan maksad, fakirin bir günlük ihtiyacını gidermektir. O da bunlarla karşılanır. Eğer belli bir para ölçü olarak gösterilmiş olsaydı, bu gaye elde edilemezdi. Çünkü yiyeceklerin fiyatı zaman zaman değişmekte olduğundan, o belli para bazı yıllar bu maksadı karşılar ve bazan da karşılayamazdı.

          Fitre sadakası, zekât gibi niyet edilerek fakirlere temlik şekli ile verilir. Yemek ikramı şeklinde verilemez. Bu niyet, malı ayırırken yapılabileceği gibi, fakire verirken de yapılabilir. Ancak fakire bunu verirken fitre olduğunu söylemek gerekmez.

          Fitre sadakasını, aralarında zevciyet veya doğum bakımından ilgi bulunanların birbirlerine vermesi sahih değildir. Bir kimse fitresini, fakir olan karısına, babasına ve oğluna veremez.

          Fitre sadakası, İmam Ebû Yusuf ile İmam Şafıî'ye göre, fakir olan zîmmîlere de verilemez. Fetva da bu şekildedir. Çünkü bunun verilmesindeki maksad, bayram gününde fakir müslümanların ihtiyaçlarını gidererek onların da bayrama sevinçle katılmalarını sağlamaktır. Bu maksad, fitrenin zimmîlere verilmesi ile elde edilmez. Bununla beraber, fitrenin zimmîlere verilebileceğini söyleyen alimler diyorlar ki: Bu sadakadan asıl maksad, mutlak olarak fakirlerin ihtiyacını bir ibadet niyeti ile karşılamaktır. Bu maksad, fakir zimmîlere verilmekle de kazanılır. Çünkü onlara verilecek sadaka da bir ibadettir.

          Bir kimse fitresini bir fakire verebileceği gibi, birkaç fakire de dağıtabilir. Birçok kimseler de, fitrelerini birkaç fakire verebilecekleri gibi, bir fakire de verebilirler.

          Fakat bir görüşe göre, bir fitre birkaç kimseye verilemez.

          Birkaç fitre, gerek aynen ve gerek kıymet olarak sahiblerinin izni ile karıştırılmış bir halde fakirlere verilebilir. Her fitreyi diğerinden ayırmaya gerek yoktur. Bununla beraber fitrelerin ayrı ayrı verilmesi ihtiyata daha uygundur.

          Fitre sadakası, yükümlünün bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir. Başka yerlere gönderilmesi mekruhtur.

          "Eksiklikten ve fazlalıktan münezzeh ve yüce olan Allah, doğruyu daha iyi bilir ve O'nun kereminin kemâlinden başarıya ulaştırması ve mükâfatlandırması umulur.


alinti sadakat kütüphanesi.
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Ber-ceste - 10 Eylül 2008, 13:34:51
Zekat ile ilgili bilgiler için tıklayın.. (http://www.sadakat.net/forum/cuma-sohbet-hutbe-ve-vaaz-arsivi/zekat-ve-mali-ibadetlerimiz-t5712.0.html)
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Müsenna - 10 Eylül 2008, 17:29:27
Yaptığınız her iyilik sırf kendiniz içindir. Siz yalnızca Allah rızasını gözetmenin dışında infak etmezsiniz. İyilik cinsinden ne infak ederseniz o size aynen ödenir. Size hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz.(S.Bakara A.173)

*****

(Habibim) Onların mallarından sadaka (zekât) al ki, bununla kendilerini (günahlardan) temizlemiş, hasenâtlarını bereketlendirmiş olasın... (S. Teğabün 103)

*****

Ubeydullah b. Abbas Anlatıyor:
Ebu Zer bana dedi ki:
Yeğenim! Ben Rasûlullah’ın yanındaydım ve onun elinden tutmuştum.Bana:Ya Ebâ Zer!Uhut dağı kadar altın ve gümüşüm olsa onların hepsini Allah yolunda harcardım.Ölürken bir gram dahi bırakmak istemezdim. Buyurdu.Bende: Yâ Rasûllah bir kantar dahi olsada mı dağıtırdın?dedim.
Dedi ki;Yâ Ebâ Zer ben aşağısını söylüyorum ,sende en yükseğini söylüyorsun.Ben Ahireti istiyorum,sen ise dünyayı.Evet bir gram da olsa,dağıtırdım.Dedi ve bunu üç defa tekrarladı.(Mecme’uz-Zevâid)

****
Siz Allah yolunda (az veya çok ) ne infak ederseniz Cenab-ı Hakk onun karşılığını verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır. (Sure-i Sebe  Ayet 39)

 Eshabı kiramdan Süheyb-i Rumi Hz.Efendimizin peşinden medineye hicret etmek istediğinde mekkede bir kısım mülkünü bırakıp yanında taşıyabileceği nakitlerini alarak yola çıkar. Kendisi çok yaşlı ve kimsesizdir. Mekke çıkışında müşrikler önünü kesip mani olmak isterler. Onları akli yönden ikna etmeye çalışır. “Benim gibi bir ihtiyarın ne size zararı ne onlara faydası olur.” der. Müşrikler ikna olmayınca Mekke de kalan malım mülküm sizin olsun der. Onu da alırız yine de seni göndermeyiz derler. Bu sefer üzerindeki para ve altınlarını çıkararak bunları alın ama beni Efendimizin yolundan alı koymayın diye rica eder.  Müşrikler onları da alırız ama senide göndermeyiz diye cevap verince Hz. Süheyb  “o halde bir ihtiyar canım var onu da alırsınız ama beni yolumdan döndüremezsiniz” der. Bunun üzerine müşriklerin niyetini Cenab-ı Hakk değiştirir, bu ihtiyarın  paralarını alıp gidelim, nasıl olsa bu haliyle Medineye zor ulaşır derler ve çekip giderler. Hz. Süheyb in merhale merhale yaptığı   bu fedakarlıktan Cenab-ı Hakk razı olur ve o anda:   şu Ayeti Kerime nazil olur:
İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızası uğruna (icabında) canını ve malını feda eder. Allah da kullarına ziyadesiyle şefkatlidir.(Bakara S. 207)
 Efendimiz Medinede Eshabına bu Ayeti okuyunca Eshabı Kiram bunun kim için nazil olduğunu merak ederler. Efendimiz (S.A.V): O yoldadır filanca gün güneş doğarken filanca yerden medineye vasıl olacaktır.  der. Hz. Ebu Bekir Efendimiz birkaç sahabi ile işaret edilen zamanda ve mekanda bu şahsı beklemeye başlarlar. Tam güneş doğarken karşıdan düşe kalka birinin geldiğini fark ederler bu Hz. Süheyb dir. Koşarak yanına gider ve hakkında ki müjdeyi iletirler bunu üzerine Hz. Süheyb gözyaşları içerisinde şükür secdesine kapanır ve Yarabbi şu Süheyb kulun senin için bir şey yapamadı diyerek acziyetini ifade eder.

*****

Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır. “S.Bakara A.267”

Enes (r.a) anlatıyor,
Ebû Talha Ensar içinde,Medinede en çok bahcesi olan zat idi.Malları içindede en çok sevdiği de,Beyraha hurmalığıydı.Bu bahçe mescidin karşısındaydı veRasûlullah (s.a.v.) oraya girer suyundan içerdi.”Sevdiklerinizden infak etmedikce hayra,sevaba eremezsiniz” Ayeti Kerimesi nâzil olunca Ebû Talha hemen Rasûlullaha giderek:
Ya RasûlAllah Allah Teâla .”Sevdiklerinizden infak etmedikce hayra,sevaba eremezsiniz”buyuruyor.Mallarımın içinde en çok Beyraha hurmalığını seviyorum.Onu Allah yolunda infak ediyorum.Allah ındinde makbule  geçmesini umuyorum.Yâ RasûlAllah onu Allah’ın emir ettiği yerlere ver.Dedi.Rasûlullah S.A.V
Ne uğurlu bir mal!Ne uğurlu bir mal!... Buyurdu..(sahıh-i Buhari ;Müslim ”Hayat-üs-Sahabe”)

-Muhammed b.Münkir Anatıyor: ”Sevdiklerinizden infak etmedikce hayra,sevaba eremezsiniz” Ayeti Kerimesi nâzil olunca,Zeyd b.Hârise Malları içinde en çok sevdiği “Şible” ismindeki kısrağını Rasûlullaha (s.a.v.)’e getirerek:
Bu Allah yolunda sadakadır.Dedi.Rasûlullah s.a.v de unu kabul etti ve Zeydin oğlu Üsâme’yi ona bindirdi.(Hayat-üs-Sahabe)

*****

H.Ş.: Malının zekâtını veren, şerrini defeder (heder olmasına mânî olur); bereketi celb eder, (her iyiliğe ulaşır). (Râmuz 2674-5)

Zekat  vererek mallarınızı koruyunuz  Sadaka vererek hatalarınızı tedavi ediniz,dua ve niyaz ederek bela dalgalarına karşı korununuz(.Tergıb Terhib)

*****

Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden birşey de isteyemezler. Ne türden bir iyilik yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu bilir. (S.Bakara/273-)

Ebû Hureyreden :
Rasûlullah s.av birgün bana gelerek:
-Yâ Ebâ Hureyre! Buyurdu
-Buyur dedim.
Ehli Suffe’ye git ve onları çağır buyurdu.Ehli suffe,(Allah için ılım öğrenmeye gelenler)Müslümanların misafirleriydi,Ne malları ne çoluk çocukları vardı.Rasûlullah s.a.v ‘e bir sadaka geldiğinde,kendisi  hiç bir şey almaz,hepsini  onlara gönderirdi.kendisine bir şey hediye edildiğinde,yine onlara gönderir onlarla paylaşırdı.
Muhammed b. Sîrîn’den:
Akşam olunca Rasûlullah s.a.v Ashab’ı suffe’yi Ashabı Arasında paylaştırırdı.Bazen iki ve üç kişi götüren olurdu.On kişide götüren vardı.Sa’d b. Ubâde her gece evine akşam yemeği için onlardan seksen kişiyi götürürdü.(Beyhakî-Kenz’ul ummal)

*****

-H.Ş.: “Can boğaza gelip «Bu malım falan, şu filan içindir» diyene veya üçte birinden fazlası vereselerin olana kadar sadakanı tehir etme!” (Buhârî. C. 5, S.160)

H.Ş.: “Üç şeye yemin ederim:
1-Sadaka vermekle mal eksilmez.
2-Zulmedeni affeden affolunur.
3-Kimseden bir şey istemeyen muhtaç olmaz.” (İhyâ)


-H.Ş.: “İki şey gıpta edilmeye değer: Biri, Allah’ın kendisine vermiş olduğu Kur'an-ı Kerîm’i gece gündüz okumak, diğeri de, Allah’ın kendisine verdiği malı gece gündüz sadaka olarak dağıtmaktır.” (Ramuz)
Dinin garip zamanında yapılan bir kuruşluk yardım,sair zamanlarda binlerce Altun tasadduk etmekten daha kıymetlidir.”(İmamı Rabbani (k.s)

Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Ber-ceste - 12 Eylül 2008, 22:15:37
Talha İbni Ubeydullah radıyAllahu anh şöyle dedi:

Uzaktan sesini duyup ne dediğini anlayamadığımız saçı başı dağınık Necidli bir adam Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in huzuruna geldi. Resulullah'a yaklaştı. Bir de baktık ki, İslâm'ın ne olduğunu soruyor. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem:

"Bir gün bir gecede beş vakit namaz kılmaktır" buyurdu. Adam:
– Kılmam gereken başka namaz var mı? dedi.

"Hayır yok! Nâfile olarak kılarsan o başka" buyurdu. Resûlullah sAllahu aleyhi ve sellem sözüne devam ederek:
"Bir de ramazan ayı orucunu tutmaktır" buyurdu. Adam yine:

– Tutmam gereken başka oruç var mı? dedi. Resûl–i Ekrem Efendimiz:
"Hayır yok. Nâfile olarak tutarsan o başka!" buyurdu.

Râvî Talha radıyAllahu anh diyor ki, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem adama zekât vermeyi söyledi. Adam:
– Vermem gereken başka sadaka var mı? dedi.
"Hayır yok. Nâfile olarak verirsen o başka" buyurdu.

Bu defa Adam:
– Bu söylediklerinden ne fazla ne eksik yaparım" diyerek Resûlullah'ın huzurundan ayrıldı.
Bunun üzerine Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem:

"Eğer sözüne sahip çıkarsa, kurtuldu gitti" buyurdu.


Buhârî, Îmân 34, Savm 1, Şehâdât 26, Hiyel 3; Müslim, Îmân 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 1; Tirmizî, Mevâkît 4; Sıyâm 1; Nesâî, Sıyâm 1, Îmân 23.

*****

İbni Abbas radıyAllahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem Muaz'ı Yemen'e (vali ve zekât âmili olarak) göndermiş ve ona şu tâlimâtı vermiştir:

"Onları önce Allah'tan başka tanrı olmadığına ve benim, Allah'ın elçisi olduğuma şehâdet getirmeye davet et. Eğer bunu itiraf ile sana itaat ederlerse, Allah'ın, onlara günde beş vakit namazı farz kıldığını açıkla. Buna da itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan zekâtı Allah'ın farz kıldığını onlara bildir."


Buhârî, Zekât 1, Tevhîd 1; Müslim, Îmân 29. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 5; Nesâî, Zekât 46; İbni Mâce, Zekât 1.

*****

Ebû Hüreyre radıyAllahu anh dedi ki, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in vefatı üzerine, yerine Ebû Bekir halife seçilip de Araplar’dan kimileri dinden dönünce, Ebû Bekir bunlara karşı savaş açtı. Bunun üzerine Ömer radıyAllahu anh :

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem "Ben insanlarla Allah'tan başka ilâh yoktur deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Kim kelime–i tevhîdi söylerse, –İslâm'ın hakkı olan hadler hariç– mal ve canını benden korumuş olur. Gerçek hesabını görmek ise Allah'a kalmıştır" buyurmuşken şimdi sen onlarla nasıl savaş edersin? diye karşı çıktı.

Ebû Bekir:

– Allah'a yemin ederim ki, namazla zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka savaşırım. Çünkü zekât, malın (ödenmesi gerekli) hakkıdır. Allah'a yemin ederim ki, Resûlullah'a verdikleri bir deve yularını bile bana vermekten kaçınırlarsa, sırf bu sebepten dolayı onlarla savaşırım" cevabını verdi.

Bunun üzerine Ömer radıyAllahu anh şöyle dedi:

"Yemin ederim ki, zekât vermek istemeyenlerle savaş konusunda Allah Teâlâ'nın, Ebû Bekir'in kalbine tam bir kararlılık vermiş olduğunu gördüm ve doğrunun bu olduğunu anladım."


Buhârî, İ'tisâm 2, Zekât 1, 40, İstitâbe 3; Müslim, Îmân 32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 1; Tirmizî, Îmân 1; Nesâî, Zekât 3, Cihâd 1

*****

Ebû Eyyûb radıyAllahu anh demiştir ki bir adam Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem'e:

– Beni cennete götürecek bir amel söyle! dedi. Resûl–i Ekrem de:

– "Allah'a ibadet eder, O'na hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Namazı kılar, zekâtı verir ve akrabanı görüp gözetirsin!" buyurdu.


Buhârî, Zekât 1, Edeb 10; Müslim, Îmân 12, 14. Ayrıca bk. Nesâî, Salât 10.
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Ber-ceste - 12 Eylül 2008, 22:20:38
Ebû Hüreyre radıyAllahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Zekâtı verilmeyen her altın ve gümüş, kıyamet günü ateşte kızdırılarak plaka haline getirilip sahibinin yanları, alnı ve sırtı bunlarla dağlanır. Bu plakalar soğudukça, süresi elli bin sene olan bir günde kullar arasında hüküm verilinceye kadar sahibine azap için tekrar kızdırılır. Neticede kişi, yolunun ya cennete ya da cehenneme çıktığını görür."

– Ey Allah'ın elçisi! Peki zekâtı verilmeyen develerin durumu nedir? dediler. Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Hakkı ödenmeyen her deve sahibi, –ki su başlarına geldikleri zaman sağılıp sütünün muhtaçlara dağıtılması da bu haklar arasındadır– kıyamet günü düz ve geniş bir sahaya yatırılır. O develer de en semiz hallerinde ve bir tek yavru bile dışarıda kalmamak şartıyla o kişiyi ayaklarıyla çiğner ve dişleri ile ısırırlar. Öndekiler geçtikçe arkadakiler gelir (aynı şeyi yapar). Süresi elli bin sene olan bir günde insanlar hakkında hüküm verilinceye kadar bu böyle devam eder. Neticede kişi, yolunun ya cennete veya cehenneme çıktığını görür."

– Ey Allah’ın elçisi! Peki zekâtı verilmeyen sığırlar ile koyunların durumu ne olacak? dediler. Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Hakkı (zekâtı) verilmemiş her sığır ve koyun sahibi, kıyamet günü düz ve geniş bir yere yatırılır. İçlerinde eğri boynuzlu veya boynuzsuz veya boynuzu kırık bir tane bile hayvan bulunmaksızın o hayvanlar o kişiyi boynuzları ile süser, tırnakları ile çiğnerler. Öndeki geçince arkadaki onu takip eder ve bu durum süresi elli bin yıl olan bir günde kullar arasında hüküm verilinceye kadar devam eder. Neticede kişi, yolunun ya cennete veya cehenneme çıktığını görür."

– Ey Allah'ın elçisi! Ya atların durumu nedir? dediler. Resûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu:

– "Atlar üç sınıftır. Kişi için yük olan at vardır; örtü olan at vardır, ecir ve sevap olan at vardır. Yük ve vebal olan at sahibinin sırf çalım satmak ve İslâm'a düşmanlık yapmak için beslediği attır. Bu, o adam için vebaldir, Örtü olan at sahibinin Allah rızâsı için beslediği ve binit ve koşum olarak üzerindeki Allah'ın hakkını ödediği, iyice bakıp gözettiği attır; bu sahibi için bir perde ve örtüdür. Ecir ve sevap olan ata gelince, o da sahibinin müslümanlara yardımcı olmak maksadıyla Allah yolunda besleyip çayır ve bahçelerde otlattığı attır. Atın o çayır veya bahçeden yediği ve çıkardığı şeyler sayısınca sahibine iyilik yazılır. Hatta at ipini koparıp da bir–iki tur atarsa, onun izleri ve pislikleri adedince sahibine iyilik yazılır. Ya da sahibi sulamak niyeti olmadığı halde onu bir nehir kenarından geçirirken at su içecek olsa, Allah onun içtiği su yudumları adedince sahibine iyilik yazdırır."

– Ey Allah'ın elçisi! Peki ya eşeklerin durumu nedir? dediler. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Kim zerre kadar bir hayır işlerse onun karşılığını görür. Kim zerre kadar kötülük yaparsa onun karşılığını görür" meâlindeki umûmi mânalı âyetten başka bana eşekler hakkında özel bir bilgi verilmedi."



Müslim, Zekât 24; Buhâri, Cihâd 48 (kısmen)
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: fazıl14 - 27 Eylül 2008, 01:30:23
“Kim sadaka-i fıtrını bayram namazından önce verirse bu, kabul olunmuş bir sadaka-i fıtırdır.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvûd)

Sadaka-ı Fıtır (Fitre)

Sadaka-i fıtır, Ramazan-ı Şerîf’in sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka en az nisâp miktârı (80.18 gr. altın veya ona denk miktarda) bir mala mâlik bulunan her Müslümanın vermesi vâcip olan bir sadakadır.

Zekâtın farz olmasından önce, orucun farz kılındığı sene vâcip olmuştur. Sadaka-i fıtır, orucun kabulüne, ölüm ânının sıkıntılarından ve kabir azâbından kurtuluşa vesîledir. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram neşesinden onların da istifâde etmelerine bir yardımdır. Bu cihetle sadaka-i fıtır, insânî bir vazifedir.

Sadaka-i fıtır, her Müslümanın kendisi ve fakir olan küçük çocuğu için de vâciptir.

Büyük çocuğun ve zengin olan çocuğun fitresi babasına vâcip değildir.

Sadaka-i fıtır, Ramazan Bayramı’nın birinci günü fecr-i sâdıkın doğuşundan (sabah namazı vaktinin girmesinden) itibâren vâcip olur. Fakat bundan daha önce de verilebilir. Tâ ki fakirler, bununla bayram namazına çıkmadan evvel noksanlarını tedârik edebilsinler.

Sadaka-i fıtır (fitre), Ramazan Bayramı’nın birinci günü fecrin doğuşuyla vâcip olduğundan fecirden önce çocuk dünyaya gelse onun için de sadaka-i fıtır vâcip olur. Şâyet fecirden sonra doğarsa bir şey lâzım gelmez.

Bir kimse, kendi idâresinde olmayan hanımının veya büyük evlâdının fitrelerini onların izinleriyle verebilir. Kendi âilesi, idâresinde bulunduğu takdirde -âdeten izin bulunduğundan- izinleri olmaksızın vermesi de kâfidir.

Bir kimse kendi fitresini, fakir olan eşine, babasına veya oğluna veremez.

Fitreyi bayram namazından sonraya bırakmak mekruhtur. Müstehap olan, namazdan evvel verilmesidir. Çünkü Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) “Bayram namazından sonra verilen fıtra, diğer (nâfile) sadakalardan bir sadakadır. Lâkin bayram namazından evvel verilen fıtra, Allâhü Teâlâ’nın indinde makbûl olan bir sadakadır.” buyurmuşlardır.


(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2012/8/15.html)
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Nakkaş - 29 Eylül 2008, 19:05:01
Âişe radıyAllahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’e bir adam;

– Annem ansızın öldü. Öyle sanıyorum ki, şayet konuşabilseydi, sadaka verilmesini vasiyyet ederdi. Şimdi ben onun adına sadaka versem, sevabı ona ulaşır mı? diye sordu.

Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem de:

– “Evet” buyurdu.



Buhârî, Cenâiz 95, Vasâyâ 19; Müslim, Zekât 51. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 15; Nesâî, Vasâyâ 7; İbni Mâce, Vasâyâ 8.
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: efsanef - 13 Ağustos 2011, 04:26:45
          Bu haftaki hutbemiz, yardımlaşma hakkında olacaktır.
Müslümanların birbirlerine karşı olan vazifeleri vardır. Bunların başında, müslüman kardeşini gözetmek, sıkıntısına çare aramak, muhtaç olduğunda yardımına koşmak gelir.
Cenab-ı Hak, kullarının, hangi hususlarda yardımlaşacaklarını şöyle beyan buyurur: “…İyilik etmek, fenâlıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın...” ,
Peygamber Efendimiz ise: “(Her) biriniz (din) kardeşinin aynasıdır. Onda ezâ (veren bir hal) görürse kardeşinden onu gidersin.” , buyurmaktadır.
Bütün Peygamberler iki vazife için gönderilmiştir. Hakka ibâdet, halka  hizmet. Bir müslüman, şu dört şeyle meşgul olabilir: Menfaat veren ilmi öğrenmek ve öğretmek ile; zikir, tesbih, Kur’an-ı kerim okumak, namaz kılmak gibi ibadetler ile; Müslümanların yardımına koşmak, onların  hayrına vesile olacak şeyleri yapmak ve onları sevindirmek ile; kendinin ve ehl-i iyâlinin nafakasını temin için çalışmak ile,
Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: Mahlûkat Allah’ın ıyâli (mesâbesinde)dir. (Çünkü onların rızıklarını veren Hz. Allah’tır.) Allah’a karşı mahlûkâtın en sevimlisi, ıyâlüllah (olan halk)’a (veya kendi ıyâline) iyilik yapandır.  
   Allah yolunda mallarını, mülklerini bırakıp, Mekke-i Mükerremeden Medine-i Münevvereye yerleşen Eshâba “Muhacir”, Mekkeden gelen kardeşleriyle ellerindekini paylaşan, onlara kucak açan, bütün varlıklarıyla onlara yâr ve yardımcı olan Eshâba da “yardım edici manasına gelen” ‘Ensar” ismi verilmiştir.  Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Keriminde, bu iki zümrenin imanda ulaştıkları kemal mertebeyi şöyle beyan buyurur:
“Onlar ki iman edip, hicret ettiler ve Allah yolunda mücahede ettiler.  (Yine) Onlar ki (Rasülüllah’ı ve muhâcirini kendi hânelerinden ve yerlerinden meskenler tahsis ederek, iskân ettiler, yerleştirdiler ve nusret ettiler. (Onlar ile berâber olup, düşmanlarına karşı her vechile yardım ettiler. Ensar oldular) işte bu (muhacirin ve ensâr) hakkâ müminlerdir.  Mağfiret ve kerîm bir rızık da onlarındır.”
   İbn-i Ömer (R.A) hazretlirinden rivayet edildiğine göre, Eshab’dan bir zata bir koyun başı hediye edilmişti. O zât: “Falanca kardeşim ve çocukları, buna bizden daha muhtaçtır”, diyerek hediyeyi komşusuna gönderdi. Komşusuna verilince, ondan da aynı cevab geldi. Böylece koyun başı, yedi evi dolaşıp, ilk zâta geri geldi. İşte bu hadise üzerine: “Kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile, onları öz canlarından daha üstün tutarlar. Her kim nefsinin hırsından korunursa, işte onlardır o felah bulanlar.” , kavl-i celili nazil oldu.
   


Arabistan yarımadasında müthiş bir kıtlık ve kuraklığın yaşandığı bir zamandı. Bizans ordusunun müslümanlırın üzerine doğru geldiği haberi alındı. Rasülüllah, orduyu techiz etmeye çağırıyordu. Eshabtan, zengini-fakiri elinde ne varsa birşeyler getiriyordu. Hz. Osman (R.A) zahîre yüklü 300 deve ile, nakden 1000 altın vermişti. Bunun üzerine Rasülüllah o kadar memnun oldular ki, Hz. Osman için: “Allah senin bu zamana kadar işlediğin ve bundan sonra işleyeceğin bütün günahlarını affetsin!” duasında bulundular.” Hz. Ömer (R.A) malının yarısını vermişti. Rasülüllah ona da bereket duasında bulundular. Hz. Ebu Bekir (R.A) ise, elinde olan nesi varsa, herşeyini bu yola vakfetmişti. Rasülüllah: “Ya Ebâ Bekir. Ev halkına ne bıraktın”, deyince: “Allah ve Rasülü’nü bıraktım”, cevabını verdi. Eshab-ı Kirâmın hanımları da imkanları nisbetinde Allah ve Rasülü için birşeyler veriyorlardı. Bazıları da kollarındaki bilezikleri, kulaklarındaki küpeleri, gerdanlıklarını çıkarıp,  Peygamber Efendimizin önüne bırakmışlardı. Allah’ın Rasülü her birerine güzel dualar ettiler.
Muhterem Müslümanlar!
   Cömert; menfaati hiçbir karşılık beklemeden ulaştıran kimsedir.  “Kerem ve cömertlik öyle bir meziyettir ki, sahibinin ayıplarını ve kusurlarını örter.”  Abdülkâdir Ceylânî hazretliri:  “Allah’a gecenin namazı, gündüzün orucu ile vasıl olmuş değilim.  Allah’a ancak cömertlikle, tevâzu’ ile ve sadrımın selâmetiyle vâsıl oldum.”  buyurmuşlardır. Bir de cömertlik edeceğimiz kimseler, Allah ve Rasülü ile onun sevdiklerinin, kendilerine bizzat kıymet verdikleri kimseler olur ise, gayretimiz daha da fazla olması icabeder. Cenab-ı Hak Peygamber Efendimizin talebeleri olan Eshâb-ı Suffe için:
“Verin o fakirlere ki, Allah yolunda kapanmışlar, şuraya buraya dolaşmazlar. İstemekten çekindirleri için, bilmeyen onları zengin zanneder. Onları sîmâlarından tanırsın, halkı bîzar etmezler.” , buyurmaktadır.
Peygamberimiz ise, kendisinden, el değirmeni ile buğday çekip, un öğütmekten elleri kabardığı için, hizmetçi isteyen kızı Fatıma’ya: “Kızım, Ashâb-ı Suffe’nin ihtiyaçlarını gideremediğim halde, ben sana nasıl yardımcı bulayım.”, demişti.
Amellerin en faziletlisi müminleri sevindirmektir.  Kabre girene kadar herkes birbirine muhtaçtır. Bugün yardım edecek durumda olan, yarın yardıma muhtaç olabilir. Unutmayalım ki, Merhamet etmeyen, merhamet olunmaz.”







Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: efsanef - 13 Ağustos 2011, 04:29:19
استعيذ بالله : ان تبدوا الصدقات فنعما هي و ان تخفوها وتؤتوها الفقراء فهو خير لكم ويكفر عنكم من سيئاتكم والله بما تعملون خبير

الحديث : اتقوا النار ولو بشق تمرة
Muhterem Mü’minler!
   Bu haftaki hutbemiz, SADAKA-İ FITIR hakkındadır.
Sadaka, lügatte doğruluk mânâsına olup ıstılahta ise, rızâ-i ilâhi için fakirlere verilen para, mal vesâir şeylerdir. Sadaka-i fıtr ise, ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarının dışında nisap miktarı mala sahip bulunan her Müslimanın vermesi vâcib olan sadakadır. Buna yalnızca fıtra da denir. Hatta halk arasında biraz daha galatlaşmış şekli ile fitre diye de söylenir. Bu sadaka-i fıtr, fıtrat yani yaratılış sadakası demektir. Binâenaleyh sadaka-i fıtr, Allâh (c.c.)’nun bizleri en güzel varlık olarak yaratmasına mukabil teşekkürün bir ifâdesi; ramazan ayını idrak, rahmet-mağfiret ve feyzinden istifâde etme nimetine karşılık,onun rızâsı için verilen bir yaratılış hediyesidir.
Sadaka-i fıtr, kişinin bakmakla yükümlü olduğu şahıslar sebebiyle vâcib olur ve vâcib olduktan sonra da ancak edâ etmekle sakıt olur. Bakmakla yükümlü olduğu kimseler ister çocuk olsun isterse mecnun olsun, velîleri bunlar adına sadaka-i fıtr verirler. Sadaka-i fıtr’ın vâcib olma vakti ise, Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren başlayıp bayram namazından çıkma anına kadardır. Bununla berâber vaktinden evvel de sonra da verilebilir. Tabî ki efdal olan, fakir ve yoksulların ihtiyaçlarını bayramdan evvel tedârik edebilmeleri için, önceden veya vaktinde vermek sonraya bırakmamaktır.
Sadaka-i fıtr, yukarda da ifâde ettiğimiz gibi, nisap miktarı mala mâlik bulunan ve hür olan her Müslüman’a vaciptir. Nisap miktarı ise zekâtla aynı olup, 20 miskal yani 80.18  gram altın veya bunun kıymetine muadil maldır. Ancak sadaka-i fıtr’da, zekâtta olduğu gibi malın üreyici olması ve üzerinden bir sene geçmesi şartı aranmaz. Zekâtın verildiği yerlere sadaka-i fıtr da verilebilir.
   Umûmî olarak sadaka bir müslüman için büyük ehemmiyet arz etmektedir. Çünkü yüce dînimiz sadakaya çok büyük kıymet vermiş ve fazîletini mensuplarına beyan etmiştir. Hal böyle olunca, veriliş sebebine ve hikmetine baktığımızda Sadaka-i fıtrın mühim bir ibadet olduğu anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz bayram namazını kılmazdan evvel ashâbına sadaka-i fıtr vermelerini emreder ve “Muhakkak sadaka-i fıtrını veren kurtuldu” meâlindeki âyet-i kerîmeyi okurlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz hadîs-i şeriflerinde de: “Sadaka belâları defeder, ömrü uzatır”, “Mallarınızı zekât ile muhafaza altına alın, hastalıklarınıza da sadaka ile deva bulun” , “Bir hurma ile dahi olsa sadaka verin” buyurmaktadırlar.
   Sadaka-i Fıtr’la alâkalı olarak rivâyet edildiğine göre, sadaka-i fıtr’ını edâ eden kimse için on şey vardır:
1.   Cesedi günahlardan temizlenir.
2.   Cehennem ateşinden azâd olunur.
3.   Orucu makbûl oruç olur.
4.   Cennet kendisine vâcib olur.
5.   Kabrinden emîn olarak kalkar.
6.   O sene içerisinde yapmış olduğu bütün hayırlar makbûl olur.
7.   Şefaat kendisine vâcib olur.
8.   Sırattan şimşek gibi geçer.
9.   Mîzanda hasenâtı tercih olunur.
10.   Cenâb-ı Hakk küfür ve şekâvet ehlinin listesinden ismini siler. buyurulmuştur.
Muhterem Mü’minler!
Yukarıda keyfiyetini ve fazîletini îzah etmeye çalıştığımız Sadaka-i fıtr’la alâkalı olarak, şuurlu her Müslüman üzerine düşeni yapmaya gayret etmelidir. Vermemenin değil vermenin yollarını aramalıdır. Sadaka-i fıtr’ı verirken hep asgarî ölçülere göre değil, kendi günlük hayatında bir günlük yeme içme ihtiyacını nasıl gideriyorsa, onu hesap edip ona göre vermelidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar: “Ramazan orucu, semâ ile arz arasında bağlıdır. Oradan yukarı ancak sadaka-i fıtr ile yükselir.”
Mahkûlut-Tabiî R.A buyuruyorlar ki: Mümin bir sadaka verdiği zaman Cehennem, Ümmet-i Muhammedden bir kişinin ateşten halas bulması sebebiyle şükür secdesi yapmak için, Cenab-ı Hakk’tan izin ister. Bu hususta Peygamber Efendimiz (S.A.V): Cehennem ateşinden korunun. Velev ki bir hurma parçasıyla dahi olsun.” Hz. Aişe R.Anha validemiz bir cariye satın almıştı. Cebrail A.S Peygamber Efendimize gelerek: Ya Muhammed o cariyeyi evinden çıkar. Zira o Cehennem ehlindendir. Bunun üzerine Aişe validemiz cariyeye yemesi için bir hurma vererek derhal evden çıkardı. O cariye hurmanın yarısını yedi. Yarısını da yolda gördüğü bir fakire verdi. Cebrail A.S tekrar geldi ve: Ya Muhammed o cariyeyi tekrar eve al. Cenab-ı Hak onu yarım hurmayı tasadduk ettiği için cehenneminden azat etti.  Nüzhe c.1 s.226
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: efsanef - 13 Ağustos 2011, 04:31:51
ZEKÂT VE HİKMETLERİ

Muhterem Mü’minler,

   Allahımızın sarsılmaz nizamı olan İslâm, insanlar arasındaki fakirlik ve yoksulluk problemini, “senin var, benim yok” mücadelesini çok sağlam ve hassas ölçülerle çözen, cemiyetteki bükük boyunları, mahzun gönülleri, dertli vicdanları, ızdıraplı kalpleri en mükemmel emirlerle tedavi eden tek nizamdır. İslâm’dan başka hiç bir sistem bu mes’eleyi halledemez.

   Mukaddes dinimize göre, her şeyin ilk ve son sahibi Allah’tır. İnsan ise, malı üzerinde bekçi ve emanetçidir. Allah istediği an, o malı alıp dilediğine verebilir. Bu bakımdan müslüman, elinde emanet olarak bulundurduğu malı, sahibinin yani Allah’ın emrine uyarak harcamak, ondan fakir ve yoksulların hakkını ayırmak mecburiye-tindedir.

   İşte, İslâm’da, zenginin elindeki malda fakirin hakkını tayin eden müessese zekâttır. “Temizlenme ve arıtma” mânâsına gelen zekât, İslâm’ın beş esasından biridir. Hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır. Farziyyeti; kitap, sünnet ve icma-i ümmet ile sabittir. İnkâr eden kâfir olur.

O halde, bülûğ çağına ermiş, akıllı, hür, nisaba mâlik olan bir müslümana, sahip olduğu malın bir kısmını, üzerinden bir ay yılı, yâni 354 gün geçtikten sonra zekât olarak vermesi farzdır.
   Okuduğum Âyet-i Kerime’de Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

   “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin.”

   Görülüyor ki zekât, Âyet-i Kerime’de namazla birlikte zikredilmektedir. Kur’an-ı Kerim’in daha bir çok âyetinde de yine namazla birlikte zikredilir. Bunun sebebi, namazla zekât arasında kuvvetli bir bağlılığın oluşudur. Namaz, İslâm’ın direğidir. Namazı terkeden dinini yıkmış olur. Zekât ise, “İslâm’ın köprüsüdür.” Bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez.

   Zekât, îmanın ve dinde samimî olmanın delîlidir. Zenginin vazifesi, fakirin de hakkıdır. Zengin, zekât vermek suretiyle hem mal borcunu ödeyecek, hem de fakirin yüzünü güldürecektir.

   Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyururlar:

   “Malının zekâtını verdiğin zaman, hiç şüphesiz üzerindeki mal borcunu ödemişsindir.

   Zekât sahibini günah paslarından temizleyen, cimrilik illetinden kurtaran, îman köprüsünden geçirip saadete ulaştıran, onun dinde samimî olduğunu îlan eden bir hakikat aynasıdır.

   Zekât, mü’minler arasındaki kardeşliği tesis eden, zengini fakire, fakiri zengine yaklaştıran, sahibini malî ihtiraslardan koruyan, ilâhi rahmete vesile kılan büyük bir 
ibâdettir.Zekât vermeyen kimse, îmanın hakikatine eremez.
 Zekât vermeyen kimse, Allah ve Rasülünün sevgisini kazanamaz.
   
Zekât vermeyen kimse, mal ve servetinin bereketini göremez.

   Şanı Yüce Mevlâmız, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

   “Allah’ın fazl-u ihsanından verdiği şeylerde cimrilik yapanlar, bu yaptıklarının kendileri için daha hayırlı olacağını zannetmesinler, Bilâkis bu, onlar için bir şerdir. Onların cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.”

   Sevgili  Peygamberimiz  (S.A.V.)  ise,  bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:

   “Sakın, sizden biriniz kıyamet gününde omuzuna zekâtını vermediği koyununu yüklenerek avaz avaz bağırarak ve: “Ya Muhammed (S.A.V.) diye imdad isteyerek bana gelmesin!..”

   Yüce Allahımız, zekâtın kimlere verileceğini de Kur’an-ı Kerim’de şöyle beyan etmiştir.

   “Sadakalar, (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak, ancak fakirlere, miskinlere, (zekât toplamak) üzere me’mur olanlara, kalpleri (müslümanlığa) alıştırılmak istenenlere, kölelere, esirlere, (borcundan fazla nisabı olmayan) borçlulara, Allah yolunda harcamaya ve yol oğluna yâni memleketinde zengin bile olsa meşru bir sebeple yola çıkmış ve yolda kalmış olanlara mahsustur. Allah hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.”




   Aziz Mü’minler,

   Şerefli dinimiz İslâm, bir cemiyette insanların bir kısmının lüks, rahat bir hayat, diğerlerinin açlık ve sefalet içinde yaşamasını kesinlikle reddeder. Bu bakımdan, cemiyeti temelinden sarsan sınıf farklarını önlemek, sıkıntıları gidermek, zenginle fakiri birbirine yakınlaştırmak için zekât müessesesini koymuştur.

   O halde, müslümanlar zekâtını verecektir. Vermeye mecburdur. Halk arasında medhedilmek, kendine iyi insan dedirtmek için değil, Allah’ın emri olduğu ve Allah rızası için vermeye mecburdur. Zekât verirken de fakiri küçük göremez ve verdiğini başa kakamaz. Zira zekât, fakirin hakkıdır. Dinimizce, zenginlik bir şeref ölçüsü olmadığı gibi, fakirlik de zillet ölçüsü değildir.
   
O halde Mü’minler:

   Bir mal ki, onun zekâtı verilmezse, sahibi felâket ve ızdıraplara sürükleneceğini unutmayalım. Zekâtlarımızı vermek suretiyle malımızı temizleyelim.

   Hutbemize bir hadis-i şerif meâliyle nihayet verelim:

   “ Kim ki Allah kendine mal vermiş de, onun zekâtını vermemişse, mal, kıyamet gününde iki gözü üstünde siyah nokta bulunan korkunç, zehirli bir erkek yılan suretine konulur ve bu korkunç yılan o gün mal sahibinin boynuna sarılır. Sonra ağzı ile sahibinin çenesini iki tarafından yakalar ve: “ Ben senin malın, ben senin hazinenim” der.”

   
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: mazhar - 05 Eylül 2012, 05:35:21
Ömre mi faziletlidir, sadaka mı?

Selamun aleyküm, hocam ömre yani nâfile hacc yapmak mı, yoksa onun için harcayacağımız parayı sadaka vermek mi daha faziletlidir? İ. Hakkı Moralıoğlu - İstanbul Tşk ederim

*******

Ve aleyküm selam…

Değerli kardeşim;

Sorunuza cevap niteliğinde “İlâveli Mecmua-i Cedîde” isimli şeyhülislamların fetvâlarını ihtivâ eden eserin 48’inci sayfasında şöyle bir fetvâ vardır:

Sual: "Tatavvu'an haccetmekten (ömre yapmaktan/nafile hactan) sadaka vermek efdal olur mu?

el-Cevab: Olur."

Açıklama: Yani kişinini elindeki parayla ömre yapmak yerine, o parayı sadaka olarak vermesi-dağıtması daha üstündür, kendisine kazandıracağı ecir-mükâfat daha büyüktür. 

Bu fetvâdan sonra eserde, birçok fıkıh kitabından aynı mânâda cümleler nakledilerek sadakanın nâfile hacdan/ömreden daha efdal olduğu ifade edilmiştir.

Daha geniş bilgi için bkz.

http://www.halisece.com/fikih/15-hac/294-hanimlarin-hacci-tavafta-istilamda-izdiham-namazda-muhazat-ve-omre-ziyaretleri.html

http://sorular.mollacami.com/soru-ve-cevaplar-786.html

***
Halis ece.com

Toplumun umumu açısından fetvâ bu yöndedir. Ancak özel durumlarda farklı hükümler de düşünülebilir. Meselâ;

- Nâfile haccın/umrenin imanını, Allah (c.c.) ve Rasûl (s.a.v.) sevgisini, ibâdet alışkanlığını güçlendireceği umulan bir kimseyi bundan menetmemek, gitmesini teşvik etmek uygun olabilir. Zira böyle bir kimse, ileride Allah rızâsı için yapacağı tasadduk-infak, hayır ve hasenatlarla o kaybı telâfi eder, edebilir.

- Ayrıca bu mevzuda, tatmin edici ölçüde İslamî ve içtimai yardımda bulunan kimseler ile, bunu yapmayıp nâfile hacca devam eden insanları da birbirinden ayırmak gerekir.

- Bir başka ölçü de, içinde yaşanılan toplumun ekonomik durumu olmalıdır… Ortalama refahın oldukça yüksek ve yaygın olduğu, İslâmî hizmetlerin maddi ihtiyaçlarının bulunmadığı ya da en aza indiği toplumlarda yaşayan zenginler ile, yoksulluğun yaygın, hizmetlerin kıt-kanaat yürütülebildiği, hayat şartlarının büyük farklılıklar gösterdiği cemiyetlerde yaşayan zenginleri de birbirinden ayrı tutmak münasip olabilir.

- Bütün bunların yanında hac ibâdetinde gittikçe artan talebi/izdihamı/sıkışıklığı gözönüne almak ve ilk defa farz olan haccı yerine getiren mü’minlerin durumunu da düşünmek lazımdır. Şuurlu bir mü’min bunu da gözardı etmemelidir.
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: fatmer - 05 Eylül 2012, 15:08:27
SADAKA RÜZGARDAN BİLE HIZLIDIR                                                                                                            Enes b. Malik'in rivayet ettiğine göre Hz. peygamber (sav) şöyle anlatmıştır: ' Allahü teala yer yüzünü yarattığı zaman titremye, sallanmaya başladı. Bunun üzerine Allah (cc) dağları yaratarak üzerine koydu. Böylelikle yeryüzü sallanmasını kesti, karar buldu. Bu duruma melekler çok şaşırdılar ve,                                                                                                                                                              _Ey Rabbimiz! Yarattıkların arasında dağlardan daha kuvvetli birşey var mıdır? diye sordular                             Allah (cc),                                                                                                                                                                 -Evet demir!   buyurdu.                                                                                                                                                             Melekler,                                                                                                                                                        -Ey Rabbimiz!Yarattıkların arasında demirden daha kuvvetli birşey var mıdır? diye sordular.                                   Allah (cc),                                                                                                                                                                -Evet, ateş! buyurdu.                                                                                                                              Melekler,                                                                                                                                                           -Ey Rabbimiz! Yararttıkların arasında ateşten daha kuvvetli bişey var mıdır? diye sordular.                                                                                                                                                             Allah(cc),                                                                                                                                                               Evet,subuyurdu                                                                                                                                                  Melekler,                                                                                                                                                        -Ey Rabbimiz! Yarattıkların arasında sudan daha kuvvetli birşey var mıdır?diye sordular.                                         Allah(cc)                                                                                                                                                                 -Evet. rüzgar! buyurdu.                                                                                                                                 Melekler tekrar,                                                                                                                                                             -Ey Rabbimiz, Yarattıkların arasında rüzgardan daha kuvvetli birşey var mıdır? diye sordular.                             Allahü Teala şöyle buyurdu:                                                                                                                                                          -Evet var! Ademoğlunun sağ eliyle verdiğini adeta sol elinden gizlercesine vereceği gizli sadaka.İşte bu sadaka rüzgardan daha kuvvetlidir (kişinin sevaphanesine rüzgardan daha hızlı varır).
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Mücteba - 05 Eylül 2012, 15:30:58
“Sadakanın en fazîletli olanı Ramazan ayında verilendir.”
(Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu's-Sağîr)

Sadaka Mü'minin Gölgesidir

Muhaddis İbn-i Huzeyme (rh.) şöyle nakletti: Tâbiînden Mersed (rh.) Mısır halkının mescide ilk gideni idi. Onu mescide yanında sadaka olmadan girdiğini hiç görmedim. Bu, ya para, ya ekmek ya da buğday olurdu. Hatta bir gün elinde soğan taşıdığını gördüm. Ona: “Ey hayırlı kimse, bu elbiseni kirletir.” dedim.

“Ey İbn-i Ebî Habîb, evde sadaka verecek soğandan başka bir şey bulamadım. Ashâb-ı Kirâm’dan bir zât bana Resûlullâh’ın şöyle buyurduğunu nakletti:
“Kıyâmet gününde mü’minin gölgeliği sadakasıdır.”


(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2012/8/3.html)
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Mücteba - 05 Eylül 2012, 15:34:14
İslam'ın Şartlarından Zekât

Zekât, lügatte bereket, nemâ, temizlik ve sâf olmak mânâlarına gelir.

Zekât senelik mâlî bir ibâdettir ki Cenâb-ı Hakk’ın emrine itâat için, Müslümanların zenginlerinin seneden seneye mallarından kırkta birini; Allâhü Teâlâ’nın tâyîn ettiği sekiz sınıftan birine vermelerinden ibârettir.

Bu sekiz sınıf Tevbe Sûresi’nin 60. âyeti kerîmesinde bildirilmiştir meâli: “Sadakalar, ancak fakirlere, yoksullara, onun üzerine (zekâtın tahsiline) memur olanlara, müellefe-i kulûba (kalpleri İslâm'a ısındırılacak olanlara), (âzad edilecek) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara, yolda kalmışlara mahsustur...” (Tevbe Sûresi, âyet 60) buyrularak bu sekiz sınıf bildirilmiştir.

Zekât, İslâm'ın beş şartından birisidir. Hür, akıllı, bâliğ (ergen) ve nisâb miktârı mala mâlik olan Müslümânın zekât vermesi farzdır.

Zekâtta nisab: Aslî ihtiyâçlarından ve borçlarından başka, 20 miskal (80,18 gr) altın veya bu değerde nakit para ve ticâret malı; otlayan hayvanlarda ise devede beş, sığırda otuz ve koyunda kırk adettir.

Zekât vermenin farz olması için nisâba kavuştuktan sonra malın üzerinden bir yıl geçmelidir.

Aslî ihtiyaçlar: Ev ve ev için lüzûmlu eşya, elbiseler, âletler, kitaplar, binek (at veya araba) ve bir aylık -sahih görülen diğer bir görüşe göre bir senelik- erzaktır. Borç karşılığı para da aslî ihtiyaçlardandır.

Nisâb miktarının sene içinde eksilmesi, zekât vermeye mâni değildir. Nisâb miktarının senenin başında ve sonunda mevcut olması yeterlidir.

Zekât verirken veya vermek üzere ayırırken kalbi ile zekâta niyet edilmesi lâzımdır. Dil ile söylemek lâzım gelmez.

Zekât niyeti ile verirken hediye veya borç olarak verdiğini söylemekte bir mahzûr yoktur.


(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2012/7/15.html)
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Mücteba - 05 Eylül 2012, 15:36:59

“Kişinin hayatta ve sıhhatli iken bir dirhem (gümüş para) sadaka vermesi, ölmek üzere iken yüz dînar (altın para) sadaka vermesinden hayırlıdır.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i İbn-i Hibbân)


“Sadaka fakire verilirse 10 misli; âmâ ve âcize verilirse 70 misli; yakın akrabaya verilirse 1000 misli; ana babaya verilirse 10 000 misli; talebe ve âlime verilirse 1 000 000 (milyon) misli olarak mukabele eder."
İmâm-ı Suyûti (r.aleyh)


Zekât ve Sadakânın En Makbulü

Bakara Sûresinin, 273. âyetinin tefsiri:

“Emir ve teşvik olunduğumuz infak ve sadakalar Allah yolunda tutulmuş, din uğrunda ilme, cihada kendini vakfetmiş, yeryüzünde şuraya buraya gidemeyen yani Allah yolunda meşgûliyetlerinden dolayı nafakalarını kazanmaya gücü olmayan fakirler içindir. Hallerini bilmeyen -iffetlerini muhafaza için istemeye tenezzül etmeyip tahammül ettiklerinden- onları zengin zanneder. Sen onları nezâhetlerinden, sîmâlarından tanırsın. İnsanlardan istemezler. Hele, ısrar hiç etmezler.”


Bu âyet-i kerîme Ashâb-ı Suffe hakkında nâzil olmuştur. Ashâb-ı Suffe dört yüz kişi kadar vardılar. Medine’de -ne meskenleri ne de akrabaları- hiçbir şeyleri yoktu. Dâimâ Kur’ân-ı Kerîm öğrenirler, Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) sohbetlerini dinleyerek istifâde ederler, bütün vakitlerini, ilim ve ibâdete ayırırlar, bir harb olursa giderlerdi. Bunlar Resûlullah’ın medresesinin Allah yoluna kendilerini vakfetmiş talebeleri idiler.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir gün Ashâb-ı Suffe’nin başlarında durup hallerine bakmışlar, fakirliklerini, çektikleri zahmeti görmüşlerdi. Kalblerini ferahlandırmak için buyurdular ki: “Ey Ashâb-ı Suffe! Size müjdeler olsun ki her kim şu sizin bulunduğunuz hal üzere ve bulunduğu halden râzı olarak bana kavuşursa o benim refiklerimden (arkadaşlarımdan)dır.”

İşte bu âyet-i kerîme bunlar dolayısı ile nâzil olmuştur. Fakat hükmü umûmîdir. Allah rızası için nöbet bekleyen veya Allah rızası için ilim öğrenen veya Allah rızası için Allah yolundaki hizmetlere kendisini vakfeden ve bu halde malı mülkü olmayan, muhtaç olduğu halde nafakasını kazanmağa vakit bulamayan veya yetişemeyen Müslüman fakirler bu âyetin hükmüne girer. Bunlar da infak ve sadakaların verileceği en güzel yerlerdir.
Bilhassa bu yerlere ve herhangi bir hayır yaparsanız Allâhü Teâlâ muhakkak onu bilir, ecir ve mükâfâtını zâyi etmez.


(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2012/7/12.html)
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Mücteba - 05 Eylül 2012, 15:38:30
“Mallarınızı zekâtla koruyunuz, hastalarınızı sadaka ile tedâvî ediniz, belâları da duâ ile karşılayınız.”
(Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü’l-Îmân)

Fıkıh - Öşür

Öşür arâzisinden çıkan mahsûlün zekâtına, -onda bir (1/10) demek olan- öşür denilmiştir. Öşür; âyet, hadîs ve icmâ ile sâbit olup farzdır. Âyet-i kerîmenin meâli: “Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardıklarımızın temiz (helâl)lerinden infâk edin (zekât ve öşür verin). Gözünüzü yummadan (sıkılmadan) alıcısı olmadığınız şeylerin fenâsını vermeye yeltenmeyin. Ve bilin ki Allah Ganî ve Hamîd’dir.” (Bakara Sûresi, âyet 267)

Hadîs-i şerîfte “Yağmurların, nehir ve çeşme (gibi akarsu)ların, tarla (içindeki) kaynağın suladığı (arâziden çıkan) şeylerde öşür (1/10: onda bir), (dolaba koşulan) hayvanlar ile (yani: parayla) sulanan (yerden elde edilen) şeylerde ise yarım öşür (1/20: yirmide bir) vardır.” buyurulmuştur.
Öşürde, arâzî sâhibinin akıllı, bâliğ (ergen), zengin olması şart değildir. Öşürde itibâr, arâzî sâhibine değil, arâziyedir. Yânî, mal sâhibi; çocuk, deli veya fakir de olsa öşür ile mükelleftir.
Altın, gümüş, para ve ticâret mallarından, yılda bir defa zekât vermek lâzımken; arâzide yılda kaç mahsûl elde edilirse, hepsinden ayrı ayrı öşür vermek lâzımdır.

Diğer malların zekâtında, malın-paranın üzerinden bir yıl geçmesi şart olduğu hâlde, mahsûllerde bir yıl geçmesi îcap etmez.
Bal, ceviz, susam, fındık, fıstık, çam fıstığı, payam (badem), zeytin ve benzeri yağlı maddeler ile pamuk, palamut, pelit, keten tohumu, şeker kamışı, şeker pancarı, çay yaprağı ve benzeri mahsullerden öşür verilir.
Çayır otu, dut yaprağı, fesleğen yaprağı, buğday, mısır, pirinç, nohut, mercimek, bakla, fasulye, soğan, sarımsak, kavun, karpuz, salatalık, üzüm, incir, elma, armut, şeftali, erik gibi her türlü meyvelerden; yulaf, fiğ, burçak gibi her türlü hayvan gıdâsından öşür verilir.
Öşrü verilen üzüm bağının içinde meyve ağaçları olsa veya bağ arasında soğan, sarımsak ekilse, (o ağaçların meyvelerinden, soğan ve sarımsaktan) da öşür vermek lâzımdır.

Öşür arâzisi içinde, ekilmediği hâlde kendiliğinden çıkan mahsûlden de öşür verilir.

Hülâsa İmâm-ı A’zam buyuruyor ki:
Yerden, araziden elde edilen mahsûlün azında da çoğunda da öşür farzdır.

(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2012/7/2.html)
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Mücteba - 05 Eylül 2012, 18:22:07
Malum olduğu üzere Ramazan-ı Şerifle birlikte zekât ibadetiyle alakalı sorular sorulmaya başlandı. Zekât ibadetiyle alakalı sık sorulan meseleleri sıraladık. İstifadelerinize sunulur.

Zekât

Zekât; zekâta mahsus malı, hususî şartlarıyla müstehak olana temlik ederek (mülk olarak) vermektir. Bu itibarla, zekât verecek kimse zekâta niyet ederek bir fakiri doyursa, temlik olmadığından zekâtını ödemiş sayılmaz.

Zekâtın farz olmasının şartı: Baliğ(ergen), akıllı ve hür olan ve borcu bulunmayan Müslümanın, aslî ihtiyacından fazla olarak üzerinden bir yıl geçen nisap miktarı mala malik olmasıdır. Nisap miktarı malda, ayrıca nema (üreme, çoğalma) da şarttır. Altın ve gümüş, çoğalmasa da, nisap miktarı olunca zekâtları verilir.

Nisap: Zekâtın vacip olması için dinin koyduğu bir ölçüdür ki, bu da kişinin borcundan hariç 20 miskâl (80.18 gram) altın veya bunun değerinde para ve ticaret malıdır. (80,18*92,3=7400 TL)

Paranın her 40 liradan bir lirası zekât olarak verilecektir. Canlı hayvanların zekâtı nev'ine göre değişir. Koyunda; 40’ta 1, devede; 5 devede 1 koyun, sığırda; otuzda bir danadır. Madenler de zekâta tâbidir.

Öşür

Öşür, arâzi mahsüllerinin zekâtıdır ve çıkan mahsûlden 10’da 1’ini vermektir. Şâyet arâzi para ile sulanıyorsa 20’de 1’i verilir. Arazi mahsülleri, buğday, arpa, pirinç, darı, karpuz, hıyar, patlıcan, yonca, zeytin, susam, bal, kudret helvası şeker kamışı ve meyveler gibi mahsullerdir. Türkiye’de araziler tapulu ve sahipli olduğu için Türkiye arazisi öşür arazisidir. Ziraatla uğraşan Müslümanların yediklerinin helal olabilmesi için bu öşür zekâtını mutlaka vermeleri lâzımdır.


Zekâtla İlgili Önemli Meseleler


1. Ev ve arabanın varlığı yâda yokluğu zekâtı etkilemez. 7400 TL ve üzeri parası olup üzerinden 1 sene geçen herkes evi yada arabası olmasa da zekât vermek zorundadır.

2. Ailenin zekâtı olmaz. Bireyin zekâtı olur. Ailede 7400 TL ve üzeri parası olan herkes Anne, baba ve çocuklar ayrı ayrı zekâtlarını hesaplayıp vermek zorundadır.

3. Düğünde mehir olarak verilen altınlar hanımın olduğu için 80,18 gr ve üzeri altını olan ev hanımları altınlarının zekâtını vermek zorundadırlar. Eşlerinden alamıyorlarsa zekât miktarı kadar altını bozdurup zekâtını vermek zorundadır.

4. Zekât Ramazan-ı Şerif dışında da verilebilir. Ancak rivayetlere göre 70 kat sevap alınacağı için Müslümanlar Ramazan-ı Şerifte vermeyi tercih etmektedirler.

5. Zekât olarak verilmesi gereken para pistir, necistir. Elden çıkarılmadığı takdirde malı yada parayı ifsad eder, bozar.

6. Zekât, sadaka ve kurban gibi mali ibadetlerde, mülkün hakiki sahibini düşünerek vermemenin değil vermenin yolları aranmalıdır. Şuurlu bir Müslümanın yapması gereken budur.

7. Öşür, zekât gibi yılda bir kere değil, yıl içerisinde alınan her mahsul için ayrı ayrı verilir.


Not: Hesaplamalarda, 24 ayar altının gramı 92,3 TL olarak kullanılmıştır.
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Mücteba - 05 Eylül 2012, 18:22:29

Ramazan-ı Şerif ve Zekât

(http://www.unitedamericanmuslim.org/images/zakat2.5.png)

İstediğini istediğine verip istediği zaman almak kudretinin sahibi bulunan Cenâbı Hak, insanları değişik kabiliyetlerde yaratmıştır. Takdîri İlâhînin sır sahası içinde gizlenmiş hikmetlerinden biri de insanların rızık bakımından birbirlerinden farklı oluşlarıdır. Bu âlem bir imtihan sahasıdır. Cenâbı Hak bazı kullarını yoklukla, bazı kullarını da zenginlikle imtihana tâbi tutmaktadır.

Şerefli dinimize göre, göklerde ve yerde bulunan her şeyin ilk ve son sahibi âlemlerin Rabbi Hazreti Allah'tır. Bu sebeble dünyaya bir imtihan için gönderilen insan elinde emanet olarak bulundurduğu mal ve servetinden Allahın emrine uygun olarak harcaması, Alahın tayin ettiği şekilde zekatını vermesi ıcap eder. Kelime manası temizlik ve çoğalmak olan zekat İslamın beş esasından biridir. Manası ise, Müslüman zenginlerin seneden seneye mallarının kırkta birini Müslümanlardan fakir olanlarına vermeleridir. Zekat ceza değil mâlî bir ibadettir. Hür, akıllı ve bâliğ olup nisab miktarı bir mala sahip olan her Müslümana nisaba malik olduktan bir sene sonra farz olur. Nisab ise, borçtan ve aslî ihtiyaçlardan fazla olarak dinimizin koyduğu bir ölçü olup altında 80.18 gr. gümüşte ise 561 gramdır. Nisâb miktarına ulaşan para, senet, altın, gümüş, ticaret malı, koyun, keçi, sığır, deve, ekin ve meyveler için her cinsin kendi ölçüsüne göre zekatını vermek icâp etmektedir.

İslamiyet, yoksulluğun ve onunla birlikte gelecek ahlakî çöküntünün önüne geçmek için zenginlerden alınıp fakirlere verilmesi gereken zekatı farz kılmıştır. Yüce Allah bir âyeti kerîmesinde buyuruyor ki : “Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin. O (şanlı) Rasûle itâat edin. Tâki rahmete kavuşturulasınız.” Zekat, bir emri İlâhî olması itibariyle Allahın hakkı, fakirlere verilmesi cihetiyle de Müslüman yoksulun hakkıdır. Bu vazifeyi yerine getirmemek hem Cenabı Hakkın emrine muhalefet hem de fakirin vebalini yüklenmek olur. Bir hadisi şeriflerinde Peygamber Efendimiz (SAV), “Zekatı vermeyen kıyamet günü ateştedir” buyurmuşlardır. Allahü Teâlâ Kitâbı İlâhisinde buyuruyor ki : “Altını ve gümüşü yığıp ve biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar, (yok mu?) işte bunlara pek acıklı bir azabı müjdele!”

Bir insan zekat verebilecek kadar zengin olup olmadığını şöyle hesaplar; önce zekat verilmesi gereken mallarını alt alta yazar. Bunlar: Elindeki altın ve gümüş, Nakit para, Ticârî eşyalar ve Sağlam alacaklar ki borçlunun inkâr etmediği veya çek senet karşılığı olup inkârı mümkün olmayan alacaklardır. Sonra bunların kıymetlerini karşılarına yazıp toplar. Vâdeli bile olsa ödenmesi lazım gelen borçlarını yekünden çıkarır. Eğer birine kefil olmuşsa o da onun ödeyeceği borç sayılır. Kalan miktar, eğer altının nisâbı olan 80.18 gr. altın değerine ulaşırsa kırkta birini zekat olarak vermesi farz olur.Ticârî eşya ise satmak için alınan her şey olup bugünkü alış fiyatı üzerinden hesaplanır. Fakat bunlardan elde edilen gelir nisâba ulaşıyorsa gelirlerinden zekat vermek îcâp eder. Zekat vermemek, Allahın lütuf ve kereminden ihsan ettiği malda cimrilik etmek, hayır ve hasenâttan uzak durmak fert ve cemiyet için tehlikeli olduğu kadar, mal-mülk için de bir âfetttir.

Zenginler zekatlarını verirken kime niçin nereye verdiklerine dikkat etmelidirler. Bu husuta ölçü Kur’ân-ı Kerîm olmalı, verilen kimseler, sarf olunan mahaller Onun gösterdiği yerler midir değil midir dikkat edilmelidir. Zîrâ, neticede veren de mes’uldür. Sevap-günah, fayda-zarar bakımından o da pay sahibi olacaktır. Peygamber Efendimiz (SAV) bir hadis-i şeriflerinde mealen şu şekilde buyurmaktadır. “Mallarınızı zekatla koruyun. Hastalıklarınızı sadaka ile tedâvi edin. Belâ dalgalarına duâ ve tazarru ile karşı koyun.”




(http://www.unitedamericanmuslim.org/images/zekat1.jpg)
Başlık: Zekat, Fitre, Sadaka almaya; yardım etmeye en layık olanlar kimlerdir?
Gönderen: Mücteba - 18 Mart 2013, 23:53:29
Gerek zekat gerek sadaka-ı fıtır gerekse mutlak bir sadaka vermek isteyen bir kişi, kimleri tercih etmelidir?
Yardım etmeye kimler daha layıktır?

"Cömert; menfaati, hiçbir karşılık beklemeden ulaştıran kimsedir." (Seyyid Şerif Cürcânî (k.s))

Kerem ve cömertlik, sahibinin ayıplarını ve kusurlarını örten bir meziyettir.” (İmam Şâfiî Hazretleri)

Abdülkâdir Geylânî hazretleri:
“Ben Allah’a gece namaz kılarak, gündüz oruç tutarak vasıl olmuş değilim. Allah’a ancak cömertlikle, tevâzu’ ile ve sadrımın selâmetiyle vâsıl oldum.” buyurmuşlardır.

İkram edeceğimiz kimseler, Allah ve Rasûlü ile onların sevdikleri, kendilerine kıymet verdikleri kimseler olur ise, daha makbul olur.

Cenab-ı Hak Peygamber Efendimizin talebeleri olan Eshâb-ı Suffe için (meâlen):
“Verin o fakirlere ki, Allah yolunda kapanmışlar, şuraya buraya dolaşmazlar. İstemekten çekindikleri için, bilmeyen onları zengin zanneder. Onları sîmâlarından tanırsın, halkı bîzar etmezler.” buyurmaktadır. (Sûre-i Bakara, âyet 273)

Peygamberimiz ise, kendisinden, el değirmeni ile un öğütmekten elleri kabardığı için hizmetçi isteyen kızı Hazreti Fâtıma’ya:
“Kızım, Ashâb-ı Suffe’nin ihtiyaçlarını gideremediğim halde, ben sana nasıl yardımcı bulayım.”, demişti.

İmam-ı Süyûtî hazretleri de :
“Sadaka fakire verilirse 10 misli, âmâ ve âcize verilirse 70 misli, yakın akrabaya verilirse 1000 misli, ana babaya verilirse 10 000 misli, talebe ve alime verilirse milyon misli mukabele eder." buyurmuştur.

Umumi İnce Meseleler (http://www.incemeseleler.com/umumi-meseleler/1550-yardim-yapmak-isteyen-kimleri-tercih-etmelidir.html)
Başlık: Zekât ve Sadaka-ı Fıtır (1)
Gönderen: Mücteba - 11 Haziran 2015, 14:28:07
Zekât ve Sadaka-ı Fıtır (1)

٥٦) وَاَقِيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكَاةَ وَاَطِيعُ الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ)

“Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Peygambere itaat edin ki, merhamet olunasınız.” (En-Nur- 56)


Zekât, İslâm’ın rukûnlerindendir. (-1-) Onun hakkında çok ayet-i kerime ve Hadis-i Şerifler gelmiştir. .(1) 

 

Bu ayet-i kerimede bize üç şey emredilmiştir. Bunların ikincisi zekâttır. Zekât, malı ve nefsi kirlerden temizler.

 

Ayet Meali: Onların mallarından bir zekât al ki, onunla kendilerini temiz pak edesin. Birde onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için (bir rahmet ve) huzurdur. Allah çok iyi işiten çok iyi bilendir. (Et-Tevbe- 103)

 

Ayet Meali: Ey iman edenler! Gerçekten haham ve papazlardan bir çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yiyorlar ve Allah’ın yolundan çeviriyorlar. Bir de altını ve gümüşü biriktirerek onları Allah yolunda harcamayanlar var ya. İşte bunları acıklı bir azâbla müjdele!

 

Kıyamet gününde, bu biriktirilen malların üzerleri Cehennem ateşinde kızdırılacak ve onlarla sahiplerinin alınları, yanları ve sırtları dağlanacak, kendilerine: “İşte nefisleriniz için biriktirdikleriniz budur. Haydi tadın bakalım biriktirdiklerinizin tadını!” denilecek. (Et-Tevbe- 34,35 )

 

Açıklama: “Allah yolunda harcamazlar”, yani zekâtını vermezler ve ondaki hakkı çıkarmazlar. Diğer âzâların değil de alın, yan ve sırtların dağlanmasının sebebi: Çoğu kere zengin, zekât isteyecek olan fakiri görünce yüzünü ekşitir. İstemeye başladığında, ona yan döner, istemekte ısrarlı olursa yerinden kalkar, sırtını döner ve hiçbir şey vermez.

 

Biriktirdiklerinin tadını (azâbını) Ahirette tatmaları ise, onlar dünyada, ahiretten gaflet uykusundadırlar. Uyuyan, uykusunda dağlama acısını duymaz, ölürken gaflet uykusundan uyandığında ancak bu tadı tadabilir; çünkü insanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar. (2)

 

Zekâtla ilgili Hadis-i Şerifler:

 

İbn-i Ömer (R.A.): Babam Ömer bin Hattab (R.A.) şöyle anlattı, demiştir;

 

Bir gün biz, Peygamber (S.A.S.)’ in yanında iken, birden elbisesi bembeyaz, (sakalının kılları ile) saçları kapkara, üzerinde yolculuk eseri görünmeyen, hiç birimizin tanımadığı bir adam geliverdi. Peygamber (S.A.V.)’ in tâ yanına oturdu. Diz kapaklarını, O’nun diz kapaklarına dayadı. Ellerini dizlerine koydu ve:

-              Ey Muhammed! Bana İslâm’dan haber ver?” dedi. Allah’ın Peygamberi:

-  İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (S.A.S.)’ in Allah’ın Rasülü olduğuna şahadet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan ayında oruç tutman, (yol bakımından gücün yettiği takdirde) hac etmenden ibarettir.” buyurdu. Adam:

-     Doğru söyledin. dedi.

(Ömer (R.A.) der ki: ) Biz buna hayret ettik. Hem soruyor, hem de O’nu (yâni Hz. Peygamberi) tasdik ediyor.

Adam devam ederek:

-              Bana, iman nedir? Anlat. dedi. Allah’ın Peygamberi:

-              İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve bir de, hayr ile şer (her şey) in Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmadan ibarettir. diye cevab verdi. Adam:

-              Doğru söyledin, dedi ve :

-              İhsan nedir? diye sordu. Allah’ın Peygamberi:

-              İhsan, Allah’ı görür gibi kendisine ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de, O seni görür. buyurdu. Adam:

-              Bana sâât’den (yani kıyametin zamanından) haber ver, dedi. Peygamber (S.A.S.)

-              Bu mesele kendisine sorulan kişi, sorandan daha bilgili değildir. (yani ben de bu hususta senden fazla bir şey bilmiyorum) dedi. Adam son olarak:

-              O’nun (yani kıyametin) alâmetlerinden bana haber ver, dedi. Peygamber (S.A.S.):

-              Cariyenin efendisini doğurması; yalın ayaklıları çıplakları, fakirleri ve koyun çobanlarını, yapılarının yüksekliği ile övünür ve yarış eder oldukları hâlde görmendir. buyurdu.

 

Ömer (R.A.) diyor ki:

-              Sonra (bu adam) gitti ve ben, bir süre (bir rivayette üç gece) Peygamber (S.A.S.)’in huzurundan ayrıldım. Sonra kendisine vardığımda, Peygamberimiz:

-              Ey Ömer, soranın kim olduğunu biliyor musun? diye sordu.

-              Allah ve Rasülü en iyi bilir. dedim. Bunun üzerine Peygamber (S.A.S.):

-              O, Cebrail’ dir; dininizi öğretmek üzere size geldi. buyurdu.

 

Hadis-i Şerif: İbn-i Mes’ud (R.A.)’ dan:  Mallarınızı zekâtla koruyun. Hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin. Belâ dalgalarına dua ve tazarru ile karşı koyun. (3)

 

Karada ve denizde telef olan mallar, zekâtın verilmemesi sebebiyle telef olur.

 

Oruç, hac ve namaz beden nimetine bir şükür olduğu gibi zekât ta; mal nimetine bir şükürdür.

 

Hadis-i Şerif: Beş vakit namazınızı kılınız, Ramazan orucunu tutunuz, mallarınızın zekâtını veriniz, size emrettiği hususlarda itaat ediniz, Rab’binizin Cennetine girersiniz.

 

Oruçla nefis mağlup edilir, zekâtla temizlenir. Namazla ruhen miraca çıkılır, Hacla Allah’a kavuşulur.

 

Allah-ü Tealâ Kur’an-ı Kerim’de otuz iki yerde zekât ve namazı beraber zikretmiştir. Bu namaz ile zekât arasındaki sıkı alâkaya delildir. Hatta bazı âlimler:” Biri ödenmezse, diğeri kabul edilmez.” demişlerdir.

 

Zekât, hicretin ikinci yılında, Ramazan orucundan önce farz kılınmıştır. Bütün ulemanın icmaı ile Peygamberlere zekât farz değildir. Çünkü zekât muhtemel kirlerden malı temizler.

 

Denilmiştir ki, mal öldürücü zehirdir, zekât ise onun panzehiridir. Peygamberler, ondan beridirler. Onlar için mal bâkî değildir. Yani eline geçeni hemen infak etmişlerdir. Ancak İsa (A.S.) ile âlâkalı:

 

Ayet Meali: ... yaşadığım müddetçe bana namazı, zekâtı emretti.( Meryem- 31) Ayet-i kerimesinde zekâttan murat onu başkalarına tebliğ etmemi emretti demektir. Veya Peygamberlik makamına ve şanına yakışmayan yanlış hareketlerden temizlenmeyi emretti demektir.

 

Zekât kelimesi; sözlükte temizlik ve üreme (4) mânâlarına gelir. Dinî bir terim olarak, malın bir kısmını temlik etmektir, yani başkasının mülkiyetine vermektir. Kişi bir yetime zekât niyetiyle yemek yedirmiş olsa; zekât yerine geçmez. Ancak yemeği yemek olarak verirse zekât olur. Yahut ta elbise vermiş olsa yine zekât olur. Ancak bir fakiri zekât niyeti ile evinde bir sene oturtursa zekât olmaz.

 

Zekatın miktarını Cenab-ı Hak, üzerinden bir sene geçen nisâb miktarı malın kırkta birini hâşimî olmayan fakir Müslüman’a verilmek üzere tayin etmiştir. Zekat Hâşimîlerin azatlı kölesine de verilmez. Bazıları namaz kılmayana da verilmez demişlerdir. Hâşimîler, Hz. Abbas, Hz. Ali, Hz. Cafer, Hz. Ukaylin zevceleri ile çocukları Abdülmuttalib oğlu Hars’ın çocuklarıdır.

 

Zekât veren, zekât verdiği kimseden bir menfaat beklemez. Bu sebeple usûl ve füruuna yani baba, dede, anne, nine... çocuklarına ve torunlarına zekât verilmez.

 

Zimmetinde var olan borçlar nisâbdan düşülür.Aslî ihtiyaçlar da nisâbdan düşülür. Çünkü bunlar yok gibidir.

Elbiseler, nafaka, mesken, harb aletleri ve borçlar nisâba dahil edilmez. Borçlu, hapse girmemek veya cezalanmamak için nisâb miktarı maldan borcunu ödemek durumundadır. Ayrıca sanatkârın aletleri, kişinin ev eşyaları, binek hayvanları, arabaları, ister âlim olsun, ister olmasın ilim kitapları nisâba dahil edilmez. Yani bunlardan zekât verlimez. İlim öğrenmekte olanlara zekât verilir. Borçlu olan, borcundan fazla olan malının zekâtını verir.

 

Zekâtın farziyeti ömür boyuncadır. Fakat farz olur olmaz hemen verilmelidir. Zekâtı ödemeyi özürsüz geciktiren günahkâr olur, şahitliği kabul edilmez.

İnci ve mücevheratta zekât yoktur. Ancak ticaret için elde bulunduruluyorsa, o zaman, bunlarda ticaret malları için olan zekât geçerli olur.

 

 

DEVELERİN ZEKÂTI

 

Devenin sayısı beşden az olanında zekât olmaz. Deve sayısı beşe ulaşınca; onun için bir koyun vardır. Aynı şekilde yirmi beşe ulaşıncaya kadar her beşi için bir koyun vardır. Deve sayısı yirmi beşe ulaşınca iki yaşına gelmiş bir deve vardır.

 

Otuz altıya ulaştığında, üç yaşında bir deve vardır. Kırk altıya ulaştığında, dört yaşında olan bir deve vardır. Altmış bire ulaştığında, beş yaşında olan bir deve vardır. Yetmiş altı ya ulaştığında, üç yaşında olan iki deve vardır. Doksan birden yüz yirmiye kadar dört yaşında iki deve vardır. Sayı yüz yirmiye vardığı zaman, fazla develerin zekâtı birinci nisabın zekâtı gibi olur.

 

Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir zekât mikdârını böylece tesbit etmişlerdir.

 

 

SIĞIR VE MANDANIN ZEKÂTI

 

Saime olan (senenin büyük çoğunluğunda otlamayla idare edinilen hayvan) larda otuza kadar zekât yoktur. Sayıları otuza ulaştıklarında, iki yaşında erkek veya dişi dana vardır. Sayıları kırka ulaştıklarında, üç yaşında erkek veya dişi dana vardır. Sayıları altmışa ulaştığında, iki adet iki yaşında erkek veya dişi dana vardır. Sayıları yetmişe ulaştıklarında, iki yaşında bir erkek üç yaşında bir dişi dana vardır.

 

KOYUN VE KEÇİLERİN ZEKÂTI

 

Kırktan azı için zekât yoktur. Kırka ulaştıklarında, yüz yirmiye kadar bir koyun vardır. Yüz yirmiye ulaştıklarında, ikiyüze kadar iki koyun vardır. İki yüz bir den dört yüze kadar, üç koyun vardır. Dört yüzde dört koyun vardır. Sonra her yüz tanesi için bir koyun vardır. Keçi ve koyun zekât bakımından birdir.

 

Mes’ele: Yol kesiciler, âsîler veya zalim sultanlar, otlayan hayvanların zekâtını, öşrü veya haracı almış olsalar bakılır. Eğer dinen uygun olan yerlere harcamışlarsa, yeniden verilmesi îcâb etmez. Dinen uygun olan yerlere harcamamışlarsa, Allah-ü Tealâ ile kendi aralarında olan şey onlar üzerine borçtur, yeniden verilmesi îcâb eder.

 

Altının nisâbı yirmi miskal yani 80,18 gr’dır.

 

Gümüşün nisâbı ikiyüz dirhem yani 563,3 gr’dır.

 

Ticaret malları altın ve gümüşün kırkta biri verilir. Tafsilât fıkıh kitaplarında vardır.

 

Nisâb miktarı mala ilk defa sahip olunduğunda, zekâtın farz olması için üzerinden bir sene geçmesi şarttır. Sonradan elde edilen her malın üzerinden bir sene geçmesi şart değildir. Senenin başında ve sonunda nisâb miktarı mal varsa, sene ortasında noksanlaşması zekât borcunu düşürmez.

 

Süs için de olsalar  altın gümüşe, gümüş de altına eklenir. Altın ve gümüş kaplar için de zekât verilmesi farzdır. (Her ne kadar bunların kullanılması haram olsa bile)

 

Zekât vermekte en efdal olan, kardeşlerine vermektir. Sonra amca ve halalar, sonra dayı ve teyzeler, sonra yakın akrabalar, sonra komşular, sonra aynı şehirde yaşayan kimselerdir.

 

Zekât gayri müslimlere verilmez, sadaka-i fıtır verilebilir. Zekâtın verilmesi için muayyen bir vakit yoktur, sadaka-i fıtır için vardır. En geç bayram sabahı verilmelidir. Geciktirmekle günaha girilmiş olunur.

 

Yakın akrabalarına zekât niyetiyle para vermiş olsa, caiz olur, ancak nafakası kendi üzerine hükmolunmuş ise o zaman caiz olmaz. Kötü kişilerin çok malı olduğunu bilip te kendisine zarar vermesinden korkarsa zekâtını gizlice verir. Zekât ve keffâretlerde malın kıymetini vermek caiz olur, ancak köle azat etme, ve nezirlerde caiz olmaz. Ölünün vasiyeti olmadıkça geri bıraktığı malından alınmaz. Şayet vasiyet etmişse; malın üçte birinden alınır. Hastalanan kişi mirasçılarının karşı çıkmasından korkarsa, onlardan habersizce zekâtını verir.

 

 

 

ZEKÂTIN FAZİLETİ, VERMEMENİN AFETLERİ (5)

 

 

Hadis-i Şerif: Namaz nurdur, sadaka (zekât) burhan (delil) dir.

Zekât, zekât verenin imanı ve Mevlâ’sına olan muhabbetinin doğruluğuna bir delildir. Zekât ve gaza ilâhi muhabbetin ölçüsüdür.

 

Hadis-i Şerif: Ali bin Ebi Talib (R.A.)’ dan:Allah-ü Tealâ bir kuluna hayır murat ettiği zaman, ona Cennet bekçilerinden bir melek gönderir. Melek onun sırtını sıvazlar da, zekât vermek kolay gelir.

Hadis-i Şerif: İslâm’ın köprüsü zekâttır. (-2-)

Hadis-i Şerif: Zekât vermeyen ateştedir.

Hadis-i Şerif: Fakirlerden dolayı zenginlere yazıklar (6) olsun! (Fakirler) şöyle diyecekler: “Rab’bimiz! Zenginler bizim için üzerlerine farz kıldığın hakkımızı bize vermediler, bize zulmettiler”. Allah-ü Tealâ: “İzzet ve celâlime yemin olsun ki, sizi yakınlaştıracak, onları uzaklaştıracağım.” buyurur.

 

Kıyamet günü fakirlerin ellerinden kurtulmak için zekâtını öde.

 

Hadis-i Şerif: Allah-ü Tealâ kime mal verirde o da malının zekâtını vermezse; kıyamet günü o mal: “Ben senin malınım, ben senin hazinenim.” der. Sonra Rasülullah şu ayet-i kerimeyi okudu.

 

Ayet Meali: Allah’ın, fazl-ı kereminden kendilerine verdiği malda cimrilik edenler, sakın onu kendilerine hayır sanmasınlar. Tam aksine, o, kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey (mal) kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

(Al’i İmran- 180)

 

Hadis-i Şerif:  Malının zekâtını vermeyen kişinin malı Cehennem ateşinde kızdırılır, başının iki yanları yassı hale getirilir. Allah-ü Tealâ kulları hakkındaki hükmünü verinceye kadar onunla; alnı, yanı ve sırtı dağlanır. Sonra ona ya Cennet’e, yahut ta Cehennem’e yolunu gösterir. (7)

 

 

HİKÂYE:

 

Bir adam başka birine muhafaza etmesi için emanet olarak iki yüz dirhem bıraktı. Bir müddet sonra vefat etti. Oğlu gelip emaneti istedi. Adam da ikiyüz dirhemi ona teslim etti. Fakat ölenin oğlu: “Daha çok olmalıydı” diye  itiraz etti. Bunun üzerine mahkemeye çıktılar. Hakim ölünün kabrinin açılmasını emretti. Kabir açıldı; ölünün vücudunda ikiyüz adet ateşle dağlanmış yer vardı. Hakim: Dağlanan yerler dirhem adedinceymiş.” diye hükmünü bildirdi. (-3-)

 

 

 

SADAKA-İ FITIR

 

Ayet Meali: Gerçekten temizlenen kurtulmuştur.(El- A’lâ- 14)

 

Atâ, Katade ve Ebul’âliye bu ayet-i kerimenin, sadaka-i fıtır hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

 

Hz. Avf, Peygamber Efendimizin bayram namazı kılınmazdan evvel sadaka-i fıtrın verilmesini emrettiğini ve bu ayet-i kerimeyi okuduğunu rivayet etmiştir.

 

Sadaka-i Fıtır, Hicretin birinci yılında vacib olmuştur. Ayet-i Kerime ise Mekke-i Mükerreme’de nazil olmuştur. Mekke’ de ne Bayram, ne de sadaka-i fıtır yoktu. Ancak Allah-ü Tealâ ilmi ezelîsiyle bunun olacağını bildiğinden sadaka-i fıtrı verenleri övmüştür.

 

 

İSLAMIN VACİBLERİ

 

Dürr-ül Muhtar’da: İslâm’ın vaciblerinin yedi olduğu yazılıdır. Bunlar: Sadaka-i fıtır, yakınların nafakası, vitir, kurban, umre, anne babaya hizmet, kadının kocasına hizmet etmesi.

 

Hadis-i Şerif: Cerir (R.A.)’ dan: Ramazan orucu, sadaka-i fıtır verilinceye kadar sema ile arz arasında askıdadır.

 

Hadis-i Şerif: Sadaka-i fıtır oruçlu için, hatalı ve çirkin sözlerden bir temizlik, yoksullar için yemektir. Kim onu bayram namazından önce verirse, makbul bir sadakadır. Kim de onu bayram namazından sonra verirse, sadakalardan bir sadaka olur, sevabı azalır. (İhya C. 1 628)

 

Sadaka-i fıtır, namazdan sonraya bırakmakla borçtan düşmez, ödeninceye kadar borç kalır.

 

Peygamber Efendimiz bayramdan bir veya iki gün önce hutbe okur, şöyle buyururdu: “Büyük olsun, küçük olsun, hür olsun, köle olsun her kişi için bir sa’ (ölçek yani 1458 veya 1667 gr.) buğday. Yahut yarım sa’ (ölçek yani 2917 veya 3333 gr) arpa, yahut hurma veriniz.”

 

Sadaka-i fıtır, nisâba mâlik olan Müslüman’a vâcibtir. Vâcib olmasının şartları: Müslüman olmak, hür olmak ve aslî ihtiyaçlarından fazla nisâb miktarı mala sahib olmaktır. Zekâtta olduğu gibi bu malın üreyici olması ve üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir.

 

Hadis-i Şerif: Bu günde onları dilencilikten engelleyin.

 

Her şahsın kendi fitresini bir veya birkaç yoksula vermesi caizdir. Gayri müslim vatandaşlara verilmesi mekruhtur. İmam’ı Yusuf’a göre caizdir.

 

Sadaka-i fıtır vermek kendisine vâcib olan kişiye, küçük çocuklarının ve müslüman kölelerinin de sadaka-i fıtırlarını vermesi vâcib olur. Hanımının sadaka-i fıtırını vermesi kocaya vâcib değildir. Sadaka-i fıtır olarak para vermek te caizdir. Bilakis fakire faydalı olacaksa; bu daha faziletlidir. (Galiye)

 

 

 

 

 

RİVAYET

SADAKA-İ FITIR VERENİN ON KAZANCI OLUR

 

1.            Vücudu günahlardan temizlenir.

2.            Boynu cehennemden âzâd olur.

3.            Orucu makbul olur.

4.            Cennet kendisine vâcib olur.

5.            Kabrinden emin olarak çıkar.

6.            O sene yaptığı hayırlar makbul olur.

7.            Şefaat kendisine vâcib olur.

8.            Sırat üzerinden şimşek gibi geçer.

9.            Mizanda hasenatı ağır gelir.

10.Allah-ü Tealâ onun ismini şakîler defterinden siler.

                                                                     (Kaidûl-Meva’ız)

 

Zekât ve sadaka-i fıtrın dışındaki diğer sadakalarda en faziletli amellerdendir. Dünya ve ahirette sıkıntılardan, korkulardan kurtulmaya vesile olur. Nasıl olmasın ki, gizli verilen sadaka Allah-ü Tealâ’nın gadabını söndürür.

 

Ebu Hûreyre (R.A.)’ dan: Peygamber (S.A.S.) şöyle buyurdu;

 

Yedi kişiyi Allah, kendi gölgesinden başka gölge olmayan kıyamet gününde, (arşın)gölgesi altında gölgelendirir:

 

1. Adaletle hükmeden imamı (Devlet Başkanını)

2. Allah’a ibadetle yetişen genci.

3. Gönlü mescidlere bağlı kişiyi.

      4. Allah için birbirini seven, o noktada birleşen ve biri diğerinden ayrılırken, o nokta yüzünden ayrılan iki dostu.

      5. Güzel ve mevki sahibi bir kadının kendisini davet ettiğinde: “Ben Allah’tan korkarım” diye ret cevabı veren adamı.

      6. Sadaka verip te sağ eli ile verdiğini sol elinin bilmeyeceği kadar gizli tutan kişiyi.

      7. Bir de tenhada Allah’ı zikredip te gözleri yaşla dolan kişiyi.

 

Hadis-i Şerif: Sadaka maldan bir şeyi noksanlaştırmaz. Bir kul sadakaya elini uzattığında, sadaka sailin eline geçmeden, Allah-ü Tealâ’nın kabzai kudretine düşer. Binaenaleyh, zekât ve sadaka veren bilmelidir ki, Allah-ü Tealâ’nın hakkını kendisine teslim ediyor. Allah’a intikal ettikten sonra fakir de rızkını Allah’tan almış oluyor.

 

Hadis-i Şerif: Kul “malım malım” der. Onun için malından ancak üç şey vardır: “Yiyip tükettiği, giyip eskittiği, verip te (ahirette) kendisi için ayırdığı.

 

Bunun dışındakiler elinden gider, insanlara kalır.

 

Hadis-i Şerif: Yarım hurma (vermek) ile de olsa ateşten korununuz.

 

Kâb (R.A.)’ dan rivayet edilen, bir Hadis-i Şerifte şöyle buyrulur:

 

Sadaka, hatayı yokeder, Rab’bin gadabını söndürür, kötü ölümü defeder.

 

Hadis-i Şerif: İnsanlar arasında hüküm verilinceye kadar her kişi kendi sadakasının gölgesindedir.

 

Hadis-i Şerif: Her ma’rûf sadakadır. Dünyada ma’rûf ehli olan ahirette de ma’rûf ehlidir. Cennette ilk girecek olan da ma’rûf ehlidir. (-4-)

 

Haber: Kim bir müslüman’ı giydirirse, üzerinde o elbiseden bir ip bulunduğu müddetçe örtü içindedir. (-5-)

 

Hadis-i Şerif : Her borç (vermek) bir sadakadır.

Hadis-i Şerif: İyiliğe on kat ecir verilir. Borç vermeye ise onsekiz kat.

Hadis-i Şerif: İslâm’ın hangisi daha hayırlıdır? diye soruldu. O: “Yemek yedirmen ve tanıdığın tanımadığın her kişiye selâm vermen.” buyurdu.

 

Hadis-i Şerif: Hangi sadaka daha faziletlidir?  diye soruldu. O: “ Su dağıtmaktır” Buyurdu.

 

Hadis-i Şerif: Yedi şey vardır ki, ecri, kul öldükten sonrada kabrinde olduğu halde, kendi hesabına yazılmakta devam eder: Bir ilim öğretmek, bir ark açmak, bir kuyu kazmak, hurma ağacı yetiştirmek, mecsid yapmak, mushaf miras bırakmak. Ölümünden sonra kendisine istiğfar edecek sâlih evlâd bırakmak.

 

Tezyil (zekât ve sadaka bahsine yapılan ek)

 

Zenginin dilenmesi büyük günahlardandır. Arzu ederek ve daha çok mala sahip olmak için sadaka almak büyük günahlardandır. Fakir olmadığı halde dilenen ateş yemiş gibi olur. İstenene eza verecek şekilde ısrarla istemek, büyük günahlardandır.

 

Rızası ve izni olmadığı halde başkasının yemeğinden yemek, başkalarının sırtından geçinmek te büyük günahlardandır. Bunu âdet haline getirenlerin şahitlikleri kabul edilmez.

 

 

DUA

 

Allahım helâl kıldığın şeyleri nasib ederek haramlardan bizi müstağni (ihtiyaçsız) kıl.

 

Hakında Levlâk buyurduğun Habibin hürmetine senin kapından başkasına bizi muhtaç etme. Senden gayriden bize kâfi ol.

 

Sen zenginsin, bol bol hibe edersin, sebepleri yaratan, kapıları açansın.

 

Allahım bizi, helâl yiyen, şüpheli şeylerden kaçınan, şehvet ve nefsin kötü isteklerinden sakınan, lezzetlere dalmaktan uzak duran kullarından eyle.

 

Rabbimiz! Kâinatın Efendisi hürmetine dünyada bize iyilikler, ahirette sevaplar ve yüksek dereceler ihsan eyle. Amin.

 

Dipnotlar:

(-1-) Rukün: Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şeyler demektir.
(-2-) Hadis-i Şerifte işaret olunan bu köprü, fakirle zengin arasındaki boşluğu kapatan, zenginin merhamet elini yoksula uzattıran ve fakiri servet sahibine hürmetle bağlayan bir köprü olmaktadır.
(-3-) Demek ki bunların zekâtı verilmemişti.
(-4-) Ma’rûf: Aklın ve dinin hoş gördüğü şey, iyilik demektir.
(-5-) O, din kardeşini Allah rızası için soğuk tan, sıcaktan koruduğu onun vücudunu örttüğü gibi Allah-ü Tealâ da onun bir takım kusurlarını örter. Allah’ü a’lem.



KAYNAK:
TEFCÎR-UT TESNÎM FÎ KALBİN SELİM
(Temiz Kalpte Cennet Pınarı Kaynatmak)
Fatih Dersiamlarından Merhum Eğin’li Mehmet Rahmi
Başlık: Zekât ve Sadaka-ı Fıtır (2)
Gönderen: Mücteba - 11 Haziran 2015, 14:36:33
Zekât ve Sadaka-ı Fıtır (2)

Hadis-i Şerif: Benim üzerime salât okuyacağınız zaman güzel okuyunuz. Çünkü siz; isimleriniz, baba isimleriniz, aşiretiniz ve amcalarınızın ismiyle bana bildirilirsiniz.

Allahümme salli ve sellim alâ ekremi validin ve mevlûdin Habibike Muhammedin Ahmede Hamidin ve Mahmudin ve alâ âlihi ve ehli beytihi ve sahbihi ve sellim.

Mânâsı: Allah’ım! En kıymetli baba ve en kıymetli oğul, Habibin “Muhammed, Ahmed, Hamid ve Mahmud” üzerine ve onun âli, ehli beyti ve ashabı üzerine salâtü  selâm eyle.(1)
Zekâtın farz olmasının, yani zenginlerinin malından az bir kısmının alınıp, muhtaç insanlara verilmesinin hikmetleri:

1- Mal, tabiî olarak sevilir. Bu sevginin sebebi şudur: Güç ve kudret bir kemâl sıfatı olup, başka bir şeyden dolayı değil, li-zâtihi (kendisi itibariyle) sevilir. Çünkü, “Her şey, başka bir şeyden ötürü sevilir” denilemez. Aksi halde ya teselsül, ya devr-i fasit lâzım gelir ki, bunların ikisi de imkânsızdır. Binâenaleyh, sevilen şeyler hususunda işin neticede li-zâtihi sevilen şeylere varıp dayanması gerekir. Kemâl (mükemmellik), zâtı gereği sevilir. Noksan (eksiklik) de, yine zâtı gereği sevilmez. Binâenaleyh, güç ve kudret bir kemâl sıfatı olup, kemâl sıfatları da, zatı gereği sevilen şeylerden olduğuna göre, kudret de zâtı gereği sevilir. Mal, insan için bir kudret ve mükemmellik vasıtasıdır. Dolayısıyla mal, insan için güç ve kudret sebeplerinin en kuvvetlilerindendir. Sevginin varıp dayandığı şey sevilir. Binâenaleyh, mal da sevilir. İşte malın, sevilen bir şey olmasının sebebi budur.

Fakat onu çok fazla sevmek, insanı Allah sevgisinden ve âhiret hazırlığından alıkor. İşte bundan ötürü ilahî hikmet, mal sahibinin, nefsinin mala olan aşırı sevgisini kırmak ve onu tamamen mal sevgisine düşmekten men etmek ve insanın saadetinin mal elde etme peşinde koşmakla olmayıp aksine Allah rızası için mal infak etmekle elde edileceğine dikkat çekmek için, malının bir bölümünü çıkarıp vermesini farz kılmıştır.

Öyleyse zekatı farz kılmak, dünya sevgisi hastalığını kalbden silmek için belirlenmiş en uygun ilaçtır. İşte bu hikmetten ötürü Allah-ü Tealâ, zekatı farz kılmıştır.

Karun’un helâk olmasının sebebi şu üç şeydir:

1.Dünya sevgisi,
2.Zekât vermemesi,
3.Musa (A.S.) ‘a iftira atmasıdır.

2- Mal çokluğu, azgınlığın ve kalbin kararmasının sebebidir. Bunun sebebi de bahsettiğimiz şu husustur: Mal çokluğu güç ve kuvvet sahibi olmanın bir vesilesidir. Kudret, zâtı gereği sevilen bir şeydir. Aşık maşukuna ulaştığında onda adeta boğulur. O halde de, insan mal talebine gark olur.  Binaenaleyh, insan için bu yolda bir mâni çıkarsa o, malı ve kudreti ile o engeli aşmaya çalışır. İşte, tuğyandan maksad da budur. Cenâb-ı Hakk, bu hususa “Çünkü insan, kendisini ihtiyaçtan müstağni gördü diye, muhakkak ki azar” (El-Alak –7,8) ayetiyle işaret etmiştir. Buna binaen zekatı farz kılmak, tuğyanı azaltır ve kalbi Rahman’ın rızasını talep etmeye yöneltir.

3- İnsanın iki kuvveti vardır:
· Nazarî kuvvet
· Amelî kuvvet

Nazarî kuvvetin en mükemmeli, Allah’ın emrine ta’zîm göstermededir.     

Amelî kuvvetin en mükemmeli de, Allah’ın mahlûkatına şefkat duymadadır. Binâenaleyh, Cenab-ı Hak, ruh cevheri için böyle bir kemâl ve mükemmellik meydana gelsin diye, zekâtı farz kılmıştır. Bu kemâl de, o zekât veren kimsenin mahlûkata iyilikte bulunmak, onlara hayırları ulaştırmak için sa’yu gayret göstermek ve onlardan afetleri, belâları gidermek gibi hasletlerle muttasıf olmasıdır. İşte bu incelikten dolayı Hz. Peygamber (S.A.S.): “Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanınız”. buyurmuştur.

4. İnsanlar, bir kimsenin kendilerine hayır ve hesenatın ulaştırılması ve kendilerinden belâların savuşturulması için gayret gösterdiğini bildiklerinde Hz. Peygamber (S.A.S.) in de: “Kalpler kendilerine iyilik edenleri sevmek ve kendilerine kötülük edenlere de buğzetmek duygusu üzerine yaratılmışlardır.”  Buyurduğu gibi, onlar o insanı tabiatları gereği sever ve muhakkak ki nefisleri o kimseye meyleder.

Binâenaleyh, fakir kimseler, zengin bir kimsenin malının bir kısmını kendilerine verdiğini ve ne zaman onun malı daha çok olursa, onun o maldan onlara daha fazlasını vereceğini bildiklerinde, o kimseye dua ve gayretleriyle yardımcı olurlar. Çünkü, kalblerin tesiri, ruhların (müessir) bir harareti bulunmaktadır. Böylece o dualar, o insanın hayır ve bolluk içinde kalmasına sebep olurlar. İşte bu hususa Cenab-ı Hak, “insanlara fayda verecek olan şeye gelince: İşte bu, yeryüzünde kalır” ...(Er-Ra’d-17) ayetiyle Hz. Peygamber de “Mallarınızı zakâtlarınızla koruma ve muhafaza altına alınız” ifadesiyle işaret etmişlerdir.


5.  Mala, herkesin çok fazla meyli olduğu için, “mal” adı verilmiştir. Binâenaleyh o, gelip giden bir şeydir ve çok çabuk yok olan, daima dağılıp parçalanma ile yüz yüze bulunan bir şeydir. Bu sebeple mal, bir kimsenin elinde uzun müddet kaldığında o, yokluk ve bölünüp parçalanma ile yüz yüze gelmiş gibi olur. Bu sebeple insan onu çeşitli hayır ve yarar işlerde harcadığında o zaman mal, zevâli mümkün olmayan bir beka ile devam eder. Çünkü o durumda bu mal, dünyada devamlı bir övgüyü, âhirette de devamlı bir mükafatı gerektirir, hak ettirir. Birisinin, “insan altınını kabre götüremez” dediğini duyduğumda “aksine, bu mümkündür zira o, malını Allah’ın en büyük rızasını talep etme hususunda infak edip harcadığında onu kabrine götürmüş ve Kıyamete kadar taşımış olur.” dedim.

(Tefsir-i Kebirden özet)(2)

 İbni Abbas R.A şöyle söylerdi:

Zekat vermeden, Hac borcunu eda etmeden vefat edenler dünyaya geri dönmek isterler.  Şu ayeti kerime buna delildir ve İman ehline en ağır gelen ayeti kerime budur.

Ayet Meali:Nihayet onlardan her birine ölüm geldiği vakit şöyle diyecekler: “Rabbim, beni dünyaya geri çevir. Ta ki, ben terkettiğimi yerine getirip salih bir amelde bulunayım”. Onlardan her birinin söylediği bu sözler, söyleyene ait faydasız bir lafdır. Önlerinde ise bir mezar vardır; diriltilecekleri güne kadar oradadırlar. (El-Mü’minün-99,100)(3)

Bir Hıristiyan bu hadîsi şerifi işitmişti. O anda da ortağı ticaret için yoldaydı. Hadis-i Şerifi denemek için malının zekâtını çıkardı, malı hırsızlardan kurtuldu. Allah’a ve Rasülüne iman etti.

Kim malının zekâtını verirse, Allah onu dünyada helâk olmaktan âhirette de azâbdan kurtarır, zekâtını vermeyenin ise dünyada malı âfât ve helâktan, âhirette kendisi azâbdan kurtulamaz.

Hadis-i Şerif: Zekâtını vermeyen kişi, farz olduğunu inkâr ederek vermezse; kıyamet günü Cehennemde ebedî olarak kalır. Farz olduğunu inkâr etmediği halde vermezse; günahlarından temizleninceye kadar Cehennemde kalır. (Sinaniye)

Allah ve Rasülünün emrettiği şeylerden birini reddeden, İslâm’ın dışına çıkmış olur. İster şüphe ile reddetsin, isterse inat ederek reddetmiş olsun. Sahabe-i Kiram zekâtı vermeyenlerin dinden çıktığına, öldürülmelerine, kadın ve çocuklarının esir edilmelerine hükmetmişlerdir ki, bu sahihtir.

Farz-ı ayn olan hususlarda Rasülüllaha uymak farzı ayndır.

Farz-ı kifaye olan hususlarda Rasülüllaha uymak farzı kifayedir.

Vâcib olan hususlarda Rasülüllaha uymak vâcibtir.

Sünnet olan hususlarda Rasülüllaha uymak sünnettir.

Peygamberimize muhalefet ise İslâm nimetini kaybetmektir.

Ayet Meali: Onlardan bâzısı da, “Eğer Allah bize lütfu kereminden ihsanda bulunursa, mutlaka zekâtını verir ve mutlaka sâlihlerden oluruz!”diye Allah’a söz vermişti.

Vakta ki Allah, fazl-ı kereminden istediklerini verdi, cimrilik edip yüz çevirdiler. Zaten onlar döneklerdir. Nihayet Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söylemeyi adet edindikleri için, Allah da bu işlerinin sonunu, kalblerinde kıyamet gününe kadar sürecek bir nifaka çeviriverdi. (Et-Tevbe- 75, 76, 77. )

Bu ayet-i kerimelerin tefsirinde anlatılan Sa’lebe Hadisesi, yukarıki sözlerimizin delilidir.


YAZIK OLDU SA’LEBE’YE

Sa’lebe ibn-i Haatıb, bir gün Allah’ın Rasülüne geldi de: “Yâ Rasül-ellah! Allah’ın bana bir mal vermesine dua buyur.” dedi. Bunun üzerine Allah’ın Rasülü! “Ey Sâ’lebe! Yazık olur sana! Şükrünü edâ edeceğin az, tâkat getiremeyeceğin çoktan hayırlıdır.”

Sa’lebe bu söz üzerinde ısrar etti. Sonra bir defâsında da Allah’ın Rasülü Sâ’lebeye: “Ey Sâ’lebe! Allah’ın Rasülünün benzeri olmaya razî değil misin? Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a kasem ederim ki, şu dağın altın ve gümüş olarak benimle beraber akmasını dilemiş olsaydım, elbette akardı” buyurdu.

Allah’ın Rasülü’nün bu nasîhati Sâ’lebe için büyük bir ibret dersiydi. Sâ’lebe bundan ibret almadı. Fikrinde ısrar etti de: “Ey Allah’ın Rasülü! Seni hakk ile gönderen zâti ecel ve â’lâya yemîn ederim ki: Bana bol rızık vermesi için Allah’a dua edersen, her hak sahibine hakkını öderim.” dedi.

Sâ’lebe’nin bu ısrarına karşı Allah’ın Rasülü: “Allah’ım! Sâ’lebeye bir mal rızık ihsan et!” diye dua buyurdu. Bunun üzerine Sâ’lebe bir koyun edindi. Bu koyun haşerelerin ürediği gibi üredi. Medîne ona dar gelir oldu. Sâ’lebe mallarını alarak Medine’den ayrıldı. Medine vâdilerinden bir vâdiye indi. Malı yokken Allah’ın Rasülü’nün yanından ayrılmayan ve beş vakit namazı peygamberimizin ardında kılan ve onun tükenmez feyzinden faydalanan Sâ’lebe, şimdi ancak öğle ve ikindi namazlarını cemâatle kılabilir ve diğer namazları terkeder oldu. Daha sonra bu mal öyle çoğaldı, öyle çoğaldı ki, Sâ’lebe bütün vakit namazlarını bıraktı, Cum’a dan Cum’a ya namaza gelir oldu. Bu hayvanlar çoğalmaya öyle devâm etti ki, en sonunda Sâ’lebe Cum’a namazlarını da terk etti. Bir gün Peygamberimiz (S.A.V.) eshâbına: “Sâ’labe ne yapıyor?” diye sordu. Eshâb: “Ey Allah’ın Rasülü! Sâ’lebe bir koyun edindi. O hayvan o kadar çoğaldı ki, Medîne hayvanlara dar geldi, Sâ’lebe çöle çıktı...” diye Sâ’lebenin durumunu Allah’ın Rasülü’ne haber verdiler. Bunun üzerine Allah’ın Rasülü (S.A.V.) üç kere: “Yazık oldu!. Sâ’lebeye!” diye acıdığını beyân buyurdu.

Sonra Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri:“Onların mallarından sadaka al ki, onları temizlesin ve tezkiye etsin.” (Et-tevbe-103) Âyet’i kerimesini inzâl ederek zekâtın farzlarını beyân buyurunca; Allah’ın Rasülü (S.A.V.), biri Cüheyne, diğeri Benî Selim kabilelerinden iki kimse çağırarak onlara zekâtların nasıl toplanacağını beyân buyurdu ve ellerine bir de mektub vererek: “Sâ’lebeye ve Ben”i Selimden filan kimseye uğrayın, zekatlarını alın” diye bunları zekat üzerine me’mûr olarak gönderdi.

Bu iki arkadaş Medine’den çıkıp Sâ’lebeye geldiler ve malının zekâtını istediler. Allah’ın Rasülünün mektubunu da ona okuttular. Bu teklif Sâ’lebeye ağır geldi de: “Bu ancak, bir cizyedir, cizyenin kız kardeşidir, bu nedir bilemiyorum? Gidin işinizi bitirin, dönerken buraya bir daha uğrayın bakalım” dedi ve başından savdı.

Onlar Sâ’lebeden ayrıldıktan sonra Beni Selimden olan zâta haber gönderdiler. O zât develerine baktı, zekât için en iyisini ve en hayırlısını ayırdı ve bu deve ile onlara karşı çıktı. Onlar elinde deve ile bu zâtı görünce: “Senin üzerine bu deve vâcib olmadı, senden bunu almak istemiyoruz” dediler.

Deve sahibi: Benden bunu alınız, gönlüm bununla hoşnud olacak, bu benim devemdir” dedi. Me’murlar deveyi ondan aldılar ve sadaka işlerini bitirdikten sonra geri döndüler. Gelirken yine Sâ’lebeye uğradılar. Sâ’lebe “mektubunuzu gösterin de içinde ne var bakayım” dedi. Mektuba baktıktan sonra Sâ’lebe: “Bu ancak cizyenin bir kardeşidir, gidiniz de bir düşüneyim” diye memurları yine başından savdı. Onlar Medine’ye döndüler, gelip durumu peygamberimize haber vermeden önce Allah’ın Rasülü onları gördü de: “Yazık oldu Sâ’lebeye!” dedi. Bunun üzerine me’murlar Sâ’lebe ile olan mâcerayı ve Selemî’den olan zâtın hayır severliğini Allah’ın Rasülüne haber verdiler. Cenâb-ı Rasül deveyi kabûl etti ve o zâta bereketle duâ etti. Bu vak’a üzerine Allah-üTealâ ve Tekaddes Hazretleri bu âyet-i celileleri inzâl buyurdu.

Ayet-i celîleler nâzil olduğu sırada Allah’ın Rasülünün yanında Sâ’lebenin akrabasından bir kimse bulunuyordu. Sâ’lebe hakkında bu olayları duyunca hemen oradan çıkıp Sâ’lebenin yanına gitti. Ona: “Yazık oldu sana ey Sâ’lebe! Allah azze ve celle senin hakkında şöyle şöyle âyetler inzâl buyurdu” dedi. Bunun üzerine Sâ’lebe hemen yerinden kalkıp Allah’ın Rasülüne geldi de: Ondan zekâtının kabul olunmasını ricâ etti. Buna cevâben Allah’ın Rasülü: “Allah beni senin sadakanı kabulden kesin olarak men etti.” buyurdu.

Allah’ın Rasülünden bunları duyan Sâ’lebe, başına topraklar saçmaya ve ağlamaya başladı. Sâ’lebenin bu hareketine karşı Allah’ın Rasülü: “Bu senin amelindir. Sana emrettiğim halde bana itâat etmedin” dedi.

Sâ’lebe Allah’ın Rasülü vefât edinceye kadar bekledi. Cenâb-ı Rasül dünyâyı değiştiripte yerine Hz Ebû Bekir halîfe olunca, bu defa Sâ’lebe Ebu Bekre gelerek ona müracaatta bulundu ve: “Zekâtının kabul olunmasını ondan ricâ etti, de: “Ey Ebû Bekir! Allah’ın Rasülü’nün yanındaki derecemi ve ensar meyânındaki durumumu muhakkak biliyorsun, zekâtımı kabûl et!” dedi. Hz. Ebû Bekir Sâ’lebenin bu talebine: “Allah’ın Rasûlunun kabûl etmediği bir şeyi ben nasıl kabul edebilirim?” Cevabını verdi. Vefât edinceye kadar Hz.Ebu Bekir’de Sâ’lebenin zekâtını kabul etmedi. Sâ’lebe böylece Hz. Ebû Bekir vefat edinceye kadar bekledi.

Hz. Ebû Bekir vefat edip te yerine Ömer İbn-i el-Hattab geçince bu defa gelip Hz. Ömer’e müracaat ederek, zekâtının kabûl edilmesini taleb etti ve : “Ey mü’minlerin Emiri! Zekâtımı kabûl et!” dedi. Hz. Ömer, Sâ’lebenin bu talebine: “Allah’ın Rasülü kabûl etmedi. Ebû Bekir kabul etmedi. Onların kabûl etmediğini ben senden nasıl kabûl ederim?” cevabını verince Sâ’leb’enin ümidi kesildi. Hz. Ömer vefat edinceye kadar bekledi.

Hz. Ömer vefat edip yerine Hz. Osman halife olunca, bu defâ gelip zekâtının kabûl edilmesini Hz.Osman’dan ricâ etti. Bunun üzerine Hz. Osman: “Allah’ın Rasülünün, Ebu Bekrin, Ömer’in kabul etmedikleri zekatı, ben nasıl olur da kabul edebilirim?” dedi ve Sâ’lebenin zekatını kabûlden imtina etti.

Sonra Hz. Osman’ın hilâfeti zamanında Sâ’lebe helâk oldu. Peygamber Efendimiz delildir, yolda delile muhalefet dalâlettir, yoldan sapmaktır.

Hadis-i Şerif: Hevası (nefsinin istekleri) benim getirdiğim (Din)e tâbi olmadıkça hiçbiriniz (Kâmil) mü’min olamaz.

Hadis-i Şerif: Kim benim sünnetimi muhafaza ederse; Allah-ü Tealâ dört şeyle ona ikram eder. Bunlar: İyilerin kalbinde muhabbet, kötülerin kalbinde korku. Rızık bolluğu. Dinde itimat.

Peygamberimizin ümmeti ona her hususta tabi olan, onun yolundan gidendir. Ona da dünyadan ve onun acil zevklerinden yüz çevirenler tabi olabilirler. Dünya ve zevklerinden yüz çevirebildiğin, Allah-ü Tealâ’ya yönelebildiğin, vakitlerini ahiret amelleri için harcayabildiğin kadarıyla Rasülüllah’ın, O’nun halifelerinin ve ashabının yoluna girebilirsin.

 

Hadis-i Şerif: Sizden kim (uzun bir müddet) yaşarsa; çok ihtilâflar görecektir. Benim sünnetime ve Raşid halifelerimin yoluna tabi olunuz. Azı dişlerinizle (tutunurcasına) ona sımsıkı sarılınız. Sonradan çıkarılan (dini) işlerden kaçınınız. Her bid’at dalâlettir.

Allah’ın lütfuna, Rasülüllah’ın şefaatına nail olmak, kâfir ve münafıkların mekânı olan Cehennemden kurtulmak için; Rasülüllah’ın sünnetine uymak lâzımdır.

Cennetteki mü’minlerin durumu, meyve veren ağaç gibidir, bostandan hiç ayrılmaz.

Cehennemdeki münafığın durumu ise; meyvasız ağaç gibidir, bostandan sökülür ve kendisiyle ateş yakılır. Allah’ım! Bizi Cehennemden kurtar, iyilerle beraber Cennetine koy. (4)

Zekâta, zekât denilmesi; onu vermenin bereketi ve alanın da duası ile mal çoğaldığı içindir. Ayrıca zekât, zekât vereni günahtan temizler. İmanının ve ezelde verdiği sözün sıhhatine şahitlik eder.

Altın ve gümüş hükmen (kıymet itibariyle) arttığı için; kendileriyle hiçbir şey yapılmasa da zekâtları verilir.

Kişi ihtiyaçlarında kullanmak için elinde para bulundursa, üzerinden bir sene geçtiği halde onu harcamamış olsa; zekât vermesi icab eder. Çünkü; eğer borcu yoksa; parayı ister çoğalması için, ister harcamak için olsun, ne niyetle elinde bulundurursa bulundursun, nisab miktarına ulaşıyorsa zekât verilmesi farz olur. Ancak elindeki para kadar borcu varsa; bu parayı borçlu olduğu kimseye vermemiş ve üzerinden bir sene geçmişse, zekât vermesi icab etmez.

Kişi verdiği vergilere zekât diye niyyet etmiş olsa, zekât yerine geçmez. (Bezaziye)

İbn-i Hacerde şöyle der: Bazı fasık tüccarlar zekâta niyyet ettikleri zaman, verdikleri verginin zekât yerine geçeceğini zannediyorlar. Bu mesnedi olmayan bir zandır.

Fetih isimli kitapta; hastalanıncaya kadar zekâtını geciktiren kişi malı varsa zekâtını verir, mirasçıları onu men edemez. Eğer mirasçıları mâni olacak olursa onların haberi yokken verir yahutta malının üçte birinden vasiyet eder. Eğer hastalandığında zekât olarak verebileceği bir malı yoksa, iyileşip ödeyebileceğine inanıyorsa, borç alıp zekâtını verir. İyileşeceğini ummuyorsa; borç alarak zekât ödemez. Zira kul hakkı daha şiddetli ve daha kuvvetlidir, diye yazılıdır. 

Bir kimse kendi zekâtını fakir bulunan hanımına veremez. İmam-ı A’zama göre; bir kadında zekâtını fakir olan kocasına veremez. İmameyn’e göre ise; kadın zekatını fakir kocasına verebilir.

Asli ihtiyaçlarından başka nisap miktarı bir mala malik olan kimseye, zengin sayılacağı cihetle zekât verilemez. O mal, gerek nakit ve ticaret eşyası gibi üreyen, çoğalan olsun, gerekse altın ve gümüş kap kacak gibi olsun müsavidir.

Zekât fakir olan deliye ve paranın kıymetini bilmeyen küçük fakir çocuğa verilmez, onların adına velilerine verilebilir.

Mescid inşası ve yol yapımı gibi hayır işlerine zekât verilmez. Ancak zekâtı bir fakire verip bunu oraya harcamasını söylerse; zekât borcu ödenir ve her ikisi sevab kazanırlar.

Zekâtı akrabaya vermek efdaldir. Şöyle ki; zekâtı evvelâ muhtaç olan erkek veya kız kardeşlere, sonra bunların evlâdına, sonra amcalara, halalara, sonra bunların evlâdına, sonra dayılara teyzelere, sonra bunların evlâdına, sonra diğer akrabalara, sonra komşulara, sonra kendi mahallesinde oturanlara, sonra kendi ülkesindeki fakirlere vermek efdaldir.

Mi’racûd-dirayede: “Fakir alime zekât vermek hepsinden efdaldir, başka yere göndermek mekruhtur. Ancak, orada fakir bir yakını yahut, daha takva sahibi, yahut alim veya talebe bulunuyorsa; onlara göndermek mekruh değildir.” diye yazılıdır. 

ZEKÂT VERECEK KİŞİYE BİR TAKIM VAZİFELER DÜŞER

1. Zekâtın vücubunu, manâsını, zekât ile imtihanın yolunu, islâmın esaslarından biri sayılmasının hikmetini bilmektir.

Mü’min,şehadet kelimelerini söyleyip mânâlarına kalble inanarak mabud ve mahbubun tek olduğunu ikrar etmiştir. Bu davanın tahakkuku için, muvahhidin kalbinde tek olan ma’buddan başka bir sevgili kalmamalıdır. Çünkü, sevgi ortaklığı kabul etmez. İşte Mü’minler davalarında sadık olduklarını isbat için,  en çok sevdikleri mallarından ayrılmakta (infakla) imtihan olunmuşlardır. Mal ve servet dünya maişetlerini sağlaması bakımından insanların tabii olarak sevdiği bir varlıktır.

Zekâtta, helâk edici huylardan olan cimrilikten temizlenme, kurtulma vardır. Zekât, verilen nimete bir teşekkürdür. Allah-ü Tealâ’nın, kullarının, bedenlerinde ve mallarında nimetleri vardır. Bedenle yapılan ibadetler, beden ni’metinin şükrünü, mal ile yapılanlar ise mal nimetinin şükrünü ifa içindir.


2. Zekâtı ödeme vaktindedir. Zekât kendisine borç olan kimse, tehirindeki afet ve günahı, hemen verilmesindeki emre uymanın ve fakiri sevindirmenin ehemmiyetini düşünerek, bir an evvel bu borcunu ödemelidir. İlk fırsatı ganimet bilmeli ve hemen zekâtını ödemelidir. Bu hususta da ecir ve mükâfatın çoğalması için; şerefli vakitleri, sene başı olan ve hürmetli aylardan olan Muharrem ayı ve Ramazan-ı şerif gibi kıymetli ayları seçmelidir.
Peygamber Efendimiz insanların en cömerdi olmakla beraber hâssaten; Ramazan ayında gelip geçen yel gibi hiç bir şey bırakmaz, eline geçeni infak ederdi.

3. Riya ve süm’adan (gösteriş ve duyurmaktan) korunmak için, zekât ve sadakaları gizli vermektir.

4. Riyanın kendisine zarar vermeyeceği yerde zekâtı aşikâre vermektir. O zaman başkalarını da teşvik etmiş olur.

5. Başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle sadakasını ifsad etmemektir.
Ayet Meali: Ey iman edenler! Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet vermekle boşa çıkarmayın. (El-Bakara- 264)

6. Verdiğini küçümsemek ve hiçe saymaktır. Zira verdiğini beğenir ve çok görürse; ucb’a düşer. Ucb; ( kendini beğenme) insanı helâk eden hallerdendir.

7. En kıymetli, en iyi, en güzel ve en sevimli malını infak etmelidir.

Ayet Meali: Siz sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça, aslâ iyiliğe nail olamazsınız. Sadaka namına ne verirseniz, şüphesiz Allah onu çok iyi bilir. (Al’i İmran- 92)
Ayet Meali: Hem Allah’a kendilerinin hoşlanmadıklarını isnat ediyorlar... (En-Nahl- 62).

8. Sadaka ve zekâtı nemalandıran, yani; sadaka ve zakâtı iyilikte kullanan kişileri seçmektir. Bunlar dört kısımdır:

a)  Dünyadan yüz çevirip yalnız âhiret için çalışan mütteki fakirler.
b) Bilhassa ilim sahibi olan fakirler. Çünkü bu gibilere vermek en şerefli ibadet olan ilimde kendilerine yardımcı olmaktır.
c) Halinden şikâyet etmeyip vaziyetini gizleyen fakirler. Yahut zengin iken herhangi bir âfet neticesinde serveti elden gitmiş, ama zahiren zengin görülen fakirler. Cenab-ı Hak bunlar hakkında:
Ayet Meali: (Sadakalarınızı) Allah yolunda kapananlara (verin), onlar öteye beriye koşup kazanamazlar. Dilenmekten çekindikleri için, bilmeyen onu zengin sanır. Sen onları simalarından tanırsın. İnsanlardan ısrarla bir şey istemezler. Artık hayır namına ne verirseniz, muhakkak Allah onu bilir. (El-Bakara- 273)
d) Ailesi kalabalık olan ve ayrıca hastalık veya herhangi bir sebeple harice çıkıp kazanamayan fakirler.

Ayet Meali: Sadakalar (zekâtlar), Allah tarafından farz olarak ancak ve ancak fakirlere, yoksullara, zekât memurlarına, kalbleri müslümanlığa ısındırılmak istenenlere, (mükâtep) kölelere, borçlulara, Allah yolundakilere ve yolda kalmışlara mahsustur. Allah her şeyi bilendir; hikmet sahibidir. (Et-Tevbe- 60)(5)

ZEKÂTIN FAZİLETLERİNDEN BAZILARI

Ebu Hureyre (R.A.) ile Ebu Said (R.A.)’ dan:

Bir gün peygamber (S.A.S.), bize bir konuşma yaptı ve (konuşma arasında) üç defa: “Hayatımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki” buyurdu. Sonra yere kapandı. Bizde hepimiz niye yemin ettiğini anlamadan, ağlayarak yere kapandık. Bir müddet sonra, yüzünde müjde parıltıları belirdiği halde başını kıldırdı. Bu haliyle bize, kırmızı develer (e sahip olmamızdan) daha sevimli görünmüştü. 1Sonra şöyle buyurdu:

Beş vakit namazına devam eden, Ramazan orucunu tutan, zekâtını veren ve yedi büyük günahdan kaçınan bir kimse yoktur ki; cennetin bütün kapıları açılıp kendisine: “ Selâmet ve emniyet içinde gir.” denilmesin.

Hadis-i Şerif: Enes (R.A.)’ dan:  Ben-i Temim kabilesinden bir adam Rasülüllah’a gelerek: “Benim çok malım var, çokta çoluk çocuğum ve yakınlarım var. Bana haber ver, nasıl yapayım, malımı nasıl harcayayım?” dedi. Peygamberimiz: “Malının zekatını verirsin. Çünkü o; temizliktir, seni temizler. Akrabanı gözetirsin, yoksulların, komşunun ve dilencinin hakkını da bilirsin.” buyurdular.

Hadis-i Şerif: Muhakkak ki Allah’ın dostları, Allah’ın farz kıldığı beş vakit namazı kılan, sevabını umarak Ramazan orucunu tutan, sevabını umarak ve gönül hoşluğu ile zekâtı veren, Allah’ın yasaklamış olduğu büyük günahlardan kaçınandır. Bunlar, kapı kanatları altından olan Cennetlerin ortasında Muhammed (A.S.) in arkadaşlarıdırlar. Bir adam büyük günahlar kaç tanedir.” diye sordu, O, dokuz tanedir, en büyüğü Allah’a ortak koşmaktır. Diğerleri; bir insanı veya kendini öldürmek, muharebede düşman karşısından kaçmak, iffetli kadınlara iftira etmek, sihir, yani; büyü yapmak, yetim malı yemek, faiz alıp vermek, müslüman olan ana babaya karşı gelmek, dirilerinizin ve ölülerinizin kıblesi olan Beyt-i Haram’ı helâl kabul etmek. (yani; oradaki yasakları kabullenmemek.)

 
ZEKÂT VERMEMENİN AFETLERİ ÇOKTUR

İbn-i Ömer (R.A.)’ dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Peygamberimiz:

Ey muhacirler topluluğu! Beş haslet vardır ki, sizin onlara mübtelâ olmanızdan, size inmesinden ve sizin onlara yetişmenizden Allah’a sığınırım.

1. Hiçbir topluluk aleni fuhuş yapmadıkça onlarda fuhuş açığa çıkmaz. (Fuhuş açığa çıkınca); geçmişlerinde olmayan hastalıklar yaygın hale gelir.

2. Ölçü ve tartıda noksanlık yapınca; kuraklık ve sultanın zulmüyle cezalanırlar.

3. Mallarının zekâtını vermeyince; gökten yağmur inmez. Eğer hayvanlar da olmasaydı hiç yağmur yağmazdı.

4. Allah’a ve Rasülüne olan sözlerini bozduklarında; kendilerinden olmayan düşman  başlarına musallat edilir ve ellerinde olanların bir kısmını düşman alır.

5. İdarecileri Allah’ın kitabıyla hükmetmeyince; sıkıntı, karışıklıklar kendi aralarında olur. (Ğaliyet-ül Mevaiz) (6)

Alimler; sabreden fakir mi, yoksa şükreden zengin mi daha üstün olduğu hususunda ihtilâf etmişler. Az bir kısmı şükreden zenginin üstün olduğunu, büyük bir çoğunluk ise sabreden fakirin üstün olduğunu söylemişlerdir.

Hadis-i Şerif: Cennete muttali oldum. Ekseri ehlini fakirler gördüm. Cehennem ehlinin ekserisinin zenginler ve kadınlar gördüm.

Hadis-i Şerif: “Allahım! Beni yoksul olarak yaşat, yoksul olarak öldür ve kıyamet günü beni yoksulların arasında haşret” Hz. Aişe: “Niçin? Ey Allah’ın Rasülü” diye sordu. Peygamberimiz: “ Çünkü yoksullar, zenginlerden kırk yıl önce Cennete gireceklerdir.

Ya Aişe! Yarım hurma da olsa yoksula ver, onu geri çevirme. Ya Aişe yoksulu sev. Ona yakın ol. O zaman kıyamet günü Allah seni kendi zatına yakın kılar. (Tirmizi rivayet etmiştir) Ğaliye.(7)

İbn-i Ömer (R.A.) dan rivayette: Zekâtını vermeyen kişiye malı; kıyamet günü iki gözünün üstünde iki siyah nokta bulunan, başı kel bir yılan şeklinde gösterilir. Bu yılan sahibinin boynunda dolanıp: “Ben senin hazinenim.” der.

Arz ve semavatın mirası, her şeyi Allah-ü Tealâ’nındır. İnsanlara ne oluyor ki, Allah’ın mülkü ile cimrilik ediyorlar ve onu Allah yolunda harcamıyorlar!

Hadis-i Şerif: Her sene zekâtı verilmeyen mal mel’undur. Kırk gece hiç belâya uğramayan beden mel’undur.

Not: Tökezleme, terslikler, sıkıntılar, hastalıklar, göz seğirmesi gibi şeyler belâlardandır. Zira mü’min, hastalık, azlık ve zilletten uzak olmaz.

İslâmın vacibleri yedi şeydir demek, onu sınırlamak için değildir. Bilakis bu yedi şey islâmın vaciblerindendir demektir. Çünkü selâm almak ve bayram namazları da vacibdir.

Yedi vacibden birisi sadaka-i fıtırdır. Sadaka-i fıtrın sebebi: Mükellefin kendi nefsi ile mutlak ve kâmil velâyetle, kendinin idare ve velâyeti altında olan, köle ve cariyesi ve küçük olan fakir çocuklarıdır.

Hadis-i Şerif: Bakmakla mükellef olduğunuz kimseler için sadaka-i fıtır veriniz.

Sadaka-i Fıtrın vücubunun şartı; Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğmasıdır. Sadaka-i fıtrın vücubunun sebebi: Bakmakla mükellef olduğu  kimselerin varlığıdır.

Ramazan-ı Şerif ayı girdiğinde, bayram sabahından önce Sadaka-i Fıtır vermek caiz olur, fetva böyledir. Bezaziye isimli kıymetli fıkıh kitabında; iki sene önceden vermenin sahih olduğu yazılıdır.

Ramazan Bayramı günü fecir doğmadan vefat edene, veya fakir düşene sadaka-i fıtır vacib olmadığı gibi, ondan sonra doğan  veya müslüman olan yahut, zenginleşen için dahi, Sadaka-i Fıtır vacib olmaz. 

Yedi vacibden ikincisi de; yakın akrabaların nafakasıdır. Onunda sebebi: (Kişinin) bakmak zorunda olduğu ve velisi bulunduğu kimseler(in varlığı) dır.

Nafaka, insanın çocuklarına, zevcesine ve diğer yakınlarına yaptığı harcamalarıdır. Üç sebeple vacip olur:

1. Eşi olmak,
2. Akrabalık,
3. Kölesi olmak.

Zevcenin nafakası, sahih bir nikahla, kocaya vacib olur. Koca fakir, yahut küçük te olsa böyledir. Ancak zevce küçükse, aile olacak yaşa ulaşmamışsa, kocanın ona nafaka vermesi vacib olmaz. Mürted olan hanımın, ölüm iddeti bekleyen hanımın, hakkı olmaksızın kocasının evinden çıkan kadının, başkası tarafından hapsedilen kadının, üzerine farz olan hac için, mahremiyle hacceden hanımın nafakası zevcine ait olmaz. Ancak zevc, zevcesi ile beraberse; nafaka zevce aittir.

Koca kendiliğinden hanımının nafakasını (yemesi, giyimi ve meskenini) verir. Çünkü o, hanımına bakmakla mükelleftir. Eğer bakmazsa hakim, kocanın kazancına uygun olarak, günlük veya haftalık, yahut aylık veyahut yıllık nafaka tayin eder. Kocanın fakir veyahut zengin olması, mevsimlere göre, yahut ta yaşadıkları ülkeye göre nafaka değişir. Burada yeme, içme, giyim ve mesken göz önünde bulundurulur.

Kadın hür, kocada zengin ise; onun hizmetçi ve kölelerinin nafakası da kocaya aittir.

Koca nafakayı vermekten aciz olursa; yahut zenginde olsa nafaka vermezse; araları ayrılmaz.

Hanımı hallerine uygun, iki tarafın anne ve babalarının olmadığı bir evde oturtmak kocaya vacibtir. Haftadan haftaya anne ve babasını ziyaretten, yahut onların gelmesinden men edemez. Anne babanın dışındaki akrabaları, seneden seneye ziyaret eder.

Dinî mes’eleleri öğrenmesi için ilim meclisine gitmesine mani olabilir. Ancak bir hadise olduğunda, zevc soramayacaksa; zevce gidip öğrenebilir. Hamama gitmekten de men edebilir. Ancak hasta, yahut loğusa olan hanımını men edemez.

Hanımlar, süslenmeyi ve güzel koku sürmeyi terk ettiği ve içeride setri avret ettikleri takdirde hamama gitmeleri caiz olur.

Fakir olan küçük çocuklar, ister erkek olsun ister kız olsun, ister bir tane olsun, ister çok olsun, yeme, giyim ve iskân olarak hür olan babaya aittir. Zengin olan çocukların nafakası, kendi malından karşılanır. Hem çocuk, hem de baba fakir olursa; baba çalışır.

Kız çocukları ve çalışmaya fırsat bulamayan, ilim öğrenen talebeler gibi büyük olduğu halde çalışma imkânı olmayan büyük çocukların nafakası da; babaya aittir.

Rahatlıkla sadaka-i fıtır verebilecek durumda olan küçükler üzerine çalışabilecek te olsalar, fakir olan anne ve babasının ve diğer usulünün nafakası vacibdir.

Hanım için vacib olan; yeme, içme, giyim ve mesken, hatta hizmetçi tutmak, anne, baba için de evlât üzerine vacibdir. Eğer anne babadan yalnız birinin nafakasını temin edebilecekse; çalışmayacağı için öncelik annenindir.

Hadis-i Şerif: Peygamber Efendimize: “Kime iyilik edeyim?” diye soruldu. “Annene” buyurdu. “Sonra kime?” denildi. “Annene.” Buyurdu. “Sonra kime?” denildi. “Babana, sonra yakınlığına göre akrabalarına” buyurdu.

Usul’ün dışında kalanlar, fakir ve çalışamayacak durumda iseler, öldüğünde kendisine mirasçı olacak kimseler, mirastaki haklarına göre onlara nafaka verirler.

(1) Büyük günahlardan biri de; başkasının sırtından geçinmektir.

Hadis-i Şerif: Kim çağırılmadığı bir yemeğe katılırsa; hırsız olarak girer âriyet almış olarak çıkar. 1

Açıklama: Hadisi Şerifte mühim bir görgü kuralı öğretilmekte, çağırılmadığı yemeğe katılmamak tavsiye edilmektedir. Çağırılmadan katıldığı için hırsız durumuna düşüyor, fakat yemekte, yemeğin sahipleri de bulunduğu için o durumdan kurtulup ödünç almış oluyor.(Mütercim)
 

Büyük günahlardan biri de, herhangi bir özrü olmaksızın vermeye de gücü yeterken, mecbur kalıp kendisinden bir şey isteyen  kölesine, bir yakınına istediği şeyi vermemektir.

Hadis-i Şerif: Ömrünün uzun, rızkının bol olmasını isteyen sıla-i rahim (yakınları ile alakaya devam)  etsin.

İsteyenin Allah rızası için isteyip, kendisinden istenileninde vermemesi de büyük günahlardandır.

Hadis-i Şerif: Allah rızası için kendisinden bir şey istenilip de vermeyen lânetlenmiştir. Meğer ki, çirkin bir şey istenmiş ola.

Hadis-i Şerif: İnsanların en şerlisini ben size haber vereyim mi? Allah’ın ismiyle kendisinden bir şey istenip de vermeyendir. (Tırmizi)

Ancak bu gün sokakta, çarşıda, cami kapılarında el açan, fakat muhtaç olup olmadıkları bilinmeyen, dilenmeyi sanat haline getiren dilencilerin durumu bahsimizin dışında olsa gerektir. Çünkü malı nereden kazandığımızdan mes’ul olduğumuz gibi; nereye harcadığımızdan da mes’ülüz. (Mütercim)

Hadis-i Şerif: Allah rızası için bir şey isteyene veriniz. Sizi davet edene icabet ediniz. Size bir iyilik yapanı mükâfatlandırınız. Mükâfat vermezseniz; ona dua ediniz.

Neseinin rivayetinde şu ilâve vardır: Peygamberimiz sözlerine  devamla şöyle anlattılar:


KISSA
HIZIR A.S KÖLELİĞE RAZI OLDU

Hızır (A.S.), Ben-i İsrail çarşısında yürürken mükâteb bir köle1 onu gördü:

-“ Allah seni mübarek kılsın. Bana bir sadaka ver.” dedi. Hz. Hızır:

- İnanki sana sadaka olarak vereceğim hiçbir şeyim yok.” dedi. Köle:

- “Ben senden Allah rızası için bir şey istedim, sen ise vermedin. Halbuki ben senin yüzüne bakınca; cömert biri olduğunu anlamıştım. Senden hayır ve bereket ummuştum” dedi.

- Hz. Hızır: “Nefsimden başka sahib olduğum bir şeyim yok. Kendimi sana tahsis ettim. Beni götür, köle pazarında sat ihtiyacını gör.” dedi. Köle:

- Bu doğru olur mu? Hz. Hızır:

- Olur. Adam; köle pazarına götürüp Hızır (A.S.)’ ı sattı.

Satın alan adam, Hızır (A.S.) ı evine götürdü; fakat hiçbir iş vermedi. Bunun üzerine Hz. Hızır:

- “Sen beni çalıştırmak için aldın. İş ver de çalışayım.” dedi. Adam:

- Sen yaşlı ve zayıfsın. Bunun için seni çalıştırmak, seni yormak istemiyorum.” diye karşılık verdi. Fakat Hızır (A.S.):

 - “Çalışmak bana zor gelmez. Sen bir iş söyle; ben yapayım.” dedi. Bahçeye çıktılar. Altı kişinin bir günde taşıyamayacağı kadar taş vardı.

 - “Bunları bahçeye taşı” deyip, çarşıya gitti. Döndüğünde baktı ki; bütün taşlar taşınmış. “Ne kadar güzel çalıştın, ne kadar da güçlüymüşsün” diye hayranlık ve takdirlerini ifade etti.

 Sonra adamın bir yolculuğa çıkması icab etti. Hz. Hızır’a: “Ben seni emin bir adam olarak görüyorum, benim yokluğumda çoluk çocuğumu muhafaza et” dedi. Hızır (A.S.): “Bana bir iş göster, onu yapayım” dedi. O da: “Ben dönünceye kadar biraz kerpiç döküver. Gelince ev yapacağım” dedi.

Adam yolculuktan döndüğünde evin inşa edilmiş  olduğunu görüp hayretle: “Allah için söyle sen kimsin?” dedi.

 - “Bana Allah’ın ismini vererek sordun, o halde  anlatayım” deyip durumu haber verdi. Adam:

- “Ey Allah’ın Peygamberi! Bilmeyerek sana meşakkat verdim.” diyerek özür diledi. Hz. Hızır:

- “Mahzuru yok. Sen bana karşı gayet iyi davrandın.” buyurdu. Adam:

- “İster burada kal, malımı istediğin şekilde tasarruf et, istersen seni serbest bırakayım” dedi. Hızır (A.S.)

- “Beni serbest bırak; Rab’bime ibadet edeyim.” Adam, Hızır (A.S.)’ ı serbest bıraktı. Hz. Hızır:

“Beni köle yapan,  sonra da serbest bırakan Allah’a hamd olsun.” diyerek, hamd-ü senada bulunup oradan ayrıldı.


Dipnotlar:
(-1-) Kırmızı deve Arab için en değerli ve sevgili varlıklardan biridir. Bunun için hadiste bu tâbir kullanılmıştır.
(-2-) Ariyet: Bir malı geri almak üzere ücretsiz kullanılması için vermek veya bir malı bedelsiz olarak kullanmak ve geri vermek üzere emanet almak.
(-3-) Efendisi ile anlaşıp belli bir ücret ödeyince hür  olacak köle.
 

KAYNAK:
TEFCÎR-UT TESNÎM FÎ KALBİN SELİM
(Temiz Kalpte Cennet Pınarı Kaynatmak)
Fatih Dersiamlarından Merhum Eğin’li Mehmet Rahmi
Başlık: Zekat - Fitre - Oruç Fidyesi Hakkında Üç İnce Mesele...
Gönderen: Mücteba - 05 Haziran 2016, 00:56:21
Zekat - Fitre - Oruç Fidyesi Hakkında Üç İnce Mesele...

1- Zekât borcunu ödemek farzdır. Para-döviz-altın gibi nakdî olarak ödenebileceği gibi, gıda paketi veya giyim eşyası gibi aynî olarak da verilebilir. Yemek ikramı şeklinde verilemez.

2- Her Müslümanın kendisi ve fakir olan küçük çocuğu için sadaka-i fıtır(fitre) vermesi vâciptir. Fitre niyetiyle, iki öğün yemek karşılığı olarak ayrılmış para veya gıda maddesi (paketi), fakirin mülkiyetine verilir; ancak fakirin yararına olanı seçmek daha uygundur. Yemek ikramı şeklinde verilemez.

3- Oruç fidyesi, para yerine yemek olarak verilebilir. Ancak bu yemeğin bir öğün değilde iki öğün olması gerekir. Yani ya iki iftar veya bir sahur bir iftar yemeği olarak verilmelidir. Zira oruç fidyesinin geçerli olması için bir gün oruca mukabil bir fakiri iki öğün doyurmak veya yemeğin parasını vermektir. İftar tek öğün olacağından sadece iftar ile fidye ödenmiş olmaz.

Nimet-i İslâm ve Büyük İslâm İlmihali'nden Derlenmiştir...
Başlık: Zekât Cimrilikten, Kötü Ahlâktan Temizler
Gönderen: Mücteba - 12 Haziran 2016, 03:02:50
(http://www.fazilettakvimi.com/public/resimler/site/figur.png)

Zekât Cimrilikten, Kötü Ahlâktan Temizler

İslâm’ın şartlarından biri de malının zekâtını vermektir. Ticâret malları ile altın, gümüş ve nakit paraların kırkta biri verilir.

Zekât, temizlik ve üreyip çoğalmak mânâsınadır. Malın zekâtını vermek kalan mala çok bereket getirir, zekât verenin malı gittikçe artar. Lâkin bu faydayı elde etmek için zekâtı gönül hoşluğu ile vermek lâzımdır. İstemeyerek işlenen amel Allâhü Teâlâ’nın rızâsına yakın ve makbûl olmaz.

Velî (Allah’ın sevgili bir kulu) olmak mal ve canı Allah yolunda fedâ etmeye bağlıdır. Cimri olan velî olamaz. Zekât cimrilik gibi kötü ahlâktan temizler.

Allâhü Teâlâ, malını kendi rızası için verene ondan hayırlısını, canını ve fânî vücûdunu fedâ edene de ondan hayırlı olan ebedî hayâtı ve cemâl-i ilâhiyyeyi görmeyi nasîb eder. Kur’ân-ı Kerîm’de -meâlen-: “Allâhü Teâlâ’nın rızâsına muvâfık güzel ameller yapanlara ondan daha güzeli ve bir de ziyâde var.” (Yûnus sûresi, âyet 26)” buyurulmuştur. Buradaki ziyâde Allah’ın cemâlini görmek (rü’yetullah) olarak tefsir edilmiştir.

Yine âyet-i celîlede -meâlen-: “…Hakkında sizi tasarrufa salahiyetli kıldığı şeylerden infak eyleyin.” (Hadîd sûresi, âyet 7) buyurulmuştur. Yani halkın ellerinde olan mallar hakîkatte Allâhü Teâlâ’nındır, halka emânet olarak vermiştir. Nisâba mâlik olan herkesin o maldan zekât ve sadaka vermesi lâzımdır.

Fetvâ kitaplarında okuma ve okutma ile meşgul olan ilim ehlinin zengin de olsa zekat almasının caiz olduğu yazılmıştır. (Tenvîru’l-ebsâr ve Tefsîr-i Semerkandî) Hadîs-i şerîfte: “Kırk senelik nafakası da olsa ilim (din ilmi) talebesine zekât verilir.” buyurulmuştur.

İsmâil Hakkı Bursevî diyor ki: "Burada ilimden maksad: Peygamberlerin ve evliyânın ilmi olan dînî ilimlerdir. Yoksa yalnız felsefî ve aklî ilimleri tahsîl edenler değildir."(Hadîs-i Erbâîn terc. ve şerh, İ. Hakkı Bursevî)


(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2016/6/12.html)
Başlık: Zekat Hususunda İnsanlar Üç Kısma Ayrılır...
Gönderen: Mücteba - 17 Haziran 2016, 11:15:58
Zekat Hususunda İnsanlar Üç Kısma Ayrılır...

Malların Allah yolunda verilmesindeki mânâ anlaşıldıktan sonra (bilinmelidir ki) insanlar üç kısma ayrılır:

1.  Allah'ın birliğini tasdik ettikten sonra ahde vefa göstererek bütün malını Allah yolunda harcayıp kendilerine bir dinar veya bir dirhem dahi ayırmayanlardır.

Bunlar zekâtın üzerlerine farz olmasına imkân vermemek için varlarını ve yoklarını Allah yoluna sarfetmişlerdir. Hatta bunlardan bazıları, kendilerine 'İkiyüz dirhemde kaç dirhem zekât vardır? diye sorulduğunda şöyle cevap vermişlerdir: 'Şeriatın hükmüne göre avam tabakasına ikiyüz dirhemde beş dirhem zekât düşer. Bizlere gelince, bizim bütün malımızı vermemiz farzdır'.

Bu sırra binaendir ki Ebubekir Sıddîk (r.a) malının tamamını, Ömerül Faruk da yarısını Allah yolunda sadaka vermişlerdir.11
Hz, Peygamber malının yarısını getiren, Hz. Ömer'e şöyle sorar:
- Çoluk çocuğuna ne bıraktın?
- Getirdiğim malın bir mislini de onlara bıraktım.
Hz. Peygamber aynı suali Hz. Ebu Bekir'e sorduğunda o şöyle cevap verir:
- Çoluk çocuğuma Allah ve Rasûlü'nü bıraktım.
Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurur:
- İkiniz arasındaki fark, sözlerinizin arasındaki fark kadardır.

Sıddîk-ı Ekber (r.a), sadâkatin tamamını yerine getirdi ve yanında, mahbub-u hakîkisi olan Allah ve Rasûlü'nden başka hiçbir şey bırakmadı.


2. İkinci kısmın derecesi birinci kısmınkinden düşüktür.

Bu ikinci kısım, ihtiyaç zamanlarını ve hayır mevsimlerini gözeterek ellerinde mal bulunduranlardır. Bunların gayesi; ellerinde bulunan bu malla zevk ve safâ sürmek değil, onu ihtiyaç nisbetinde Allah yolunda ve şahsî ihtiyaçlarından fazla olan kısmı da gerekli hayır yerlerine sarfetmektir. Bunlar, mallarının farz zekâtını vermekle iktifa etmezler.

Tâbiîn-i kirâm'dan bir cemaat 'Zenginin malında zekâttan başka birçok haklar vardır' demişlerdir. (Nehâî, Şa'bî, Atâ ve Mücâhid böyle diyenlerdendir).

Şa'bî (r.a) 'Zenginin malında, zekâtın dışında herhangi bir hak var mıdır?' diye soran bir kişiye şu cevabı vermiştir: 'Evet vardır. Sen Allah Teâlâ'nın şu ayetini işitmedin mi? (Asıl) birr ona karşı duyduğu sevgiye rağmen malı(nı) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere, köle ve esirlere harcayanın birr'idir.
(Bakara/177)

'Malda zekâttan başka da haklar vardır' diyen grup, şu ayetleri de delil göstermişlerdir:
Kendilerine verdiğimiz rızıklardan hak yolunda harcarlar...
(Enfâl/3)

Size rızk olarak verdiğimiz şeylerden harcayın!
(Münâfikûn/10)

Bu grup, zikrettiğimiz ayetlerin, zekât ayeti ile neshedilmiş (hükmü kaldırılmış) olduğunu kabul etmemektedir. Bu gruba göre, bunlar, müslümanın diğer müslüman üzerinde bulunan ve zekât haricinde olan haklarıdır.

Bunlar ayeti şöyle yorumlamaktadırlar: 'Zengin bir müslümanın, nerede bir muhtaç görürse zekâtın dışında servetinden onun ihtiyacını giderecek miktarı sarfetmesi gerekir'.

Bu hususta itibar edilecek iki görüş şudur: Sıkıntı içerisinde bulunan bir müslümanın ihtiyacını gidermek farz-ı kifâyedir; zira bir müslümanı mahvolmaya terketmek câiz değildir. Bu konuda şöyle demek de mümkündür: 'Zengin, fakirin ihtiyacını, ileride kendisine ödemek şartıyla; yani borç vermek suretiyle giderebilir. Fakat malının zekâtını verdikten sonra böyle bir yardım zengine farz değildir'. (Kitabın başka bir nüshasında; 'Zenginin, zekâttan fazla olan malını vermesi gerekmez; ancak ileride almak şartıyla borç vermek mecburiyetindedir' denilmiştir).

Şöyle bir ihtimal de mümkündür: Fakire, ihtiyacını giderecek kadar malın derhal verilmesi gerekir. İleride ödemek şartıyla vermek; yani fakiri borç altına girmeye mecbur etmek câiz değildir. Bu ihtilaflı bir meseledir. Borç olarak vermek, halk tabakasına ait en son dereceye iniştir ki bu derece, sadece vâcib olan zekâtı vermekle iktifâ eden üçüncü grubun derecesidir.


3. Üçüncü grup, farz olandan ne eksik ve ne de fazla vermeyenlerdir.

Bu da dinen en küçük rütbeyi gösterir. Halk tabakası, cimri ve mala meyilli olduklarından ve âhiret sevgilerinin zayıf olmasından dolayı bu derecede istikrâr bulurlar; yani farz olandan başkasını vermezler. (Nitekim buna işâreten) Allah Teâlâ, Kur'an'da şöyle buyuruyor:
Eğer (Allah) sizden malların hepsini isteyip de sizi (buna) zorlasaydı cimrilik edip vermezdiniz. (Böylece Allah) kinlerinizi de meydana çıkarırdı. (Muhammed/37)

Malını ve nefsini Allah'a verip karşılığında cennet alan bir kul ile, cimriliğinden dolayı malını Allah'a vermekten çekinen kul arasında nice dereceler vardır. Allah Teâlâ'nın, kullarına, mallarını kendi yolunda harcamalarını emretmesinin mânâlarından birisi de budur.


İhya Cild 1, Esraruz Zekât, Zekâtın Verilmesi, Zâhirî ve Bâtınî Şartları (http://www.ihya.info/node/184)
Başlık: Sadakanın En Faziletli Olanı...
Gönderen: Mücteba - 22 Haziran 2016, 16:39:48
(http://i.imgur.com/hRG1cTD.png)
Başlık: İslâm'ın Köprüsü Zekattır...
Gönderen: Mücteba - 22 Haziran 2016, 16:42:13
(http://i.imgur.com/0joYGK8.png)
Başlık: Ynt: Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]
Gönderen: Mücteba - 19 Eylül 2016, 17:10:40
(https://scontent-cdg2-1.cdninstagram.com/t51.2885-15/s750x750/sh0.08/e35/14272112_651883294966954_909539753_n.jpg)