(http://img230.imageshack.us/img230/1527/sonbahar.jpg)
Kıymetini bilmek lazım, iyinin, hüznün ve güzün..
Hayat içine savrulmuş binlerce milyonlarca tohum var. Kimisi neşe, kimisi bereket, kimisi hüzün. Şimdi sonbahar ya belki de o yüzden sonbaharın diğer adı hüzün. Oysa sonbaharlardaki renk bereketini seviyorum ben, sonra sonbaharın yağmurlarını birde en çok. Bazen yağmuru aratmayan göz yaşlarına şahit oluyor yüreğim, bazen şahit olunan oluyor gözlerim..
...
O yüzden arada akmalı gözden yaşlar ve var olmalı hüzün hayatımızda gerektiği kadar. Kıvamında bir hüzünde gerekli ruhlara mutluluk ve huzurun kıymeti için. Bazen keyifle okunan bir kitabın satır aralarındaki baskı hatası nasıl kaçırsa da kitaba dair iştiyakımızı,(özlemimizi) satır arası hüzünler asla bozmamalı yaşam anlayışımızı..
Beklenmedik satır arası hüzünleri tevekkül ile karşılamak, sabredebilmek. Her şeyi bir hediye hükmünde görebilmek. Bilinçli bir tercih aslında huzur ve mutluluk. Etrafa saçılan her türlü tohum aslında kişinin kendi tercihine bağlı olarak şekil alıyor zannımca. Hüznü dahi sevebiliyorsak eğer belli bir süre sonra mutluluk olarak geri dönüşümünü alabiliyoruz aslında.
Yaşayabilmek gerek her şeye rağmen, yaşata bilmek için. Hüznü de yaşamak gerek, mutluluğun kıymetini daha iyi bilebilmek için Var olmak gerek her şeye rağmen, var kılmak için. Barışık olmak gerek, en başta küskünlüğe mani olmak için.
Satır arası kadar kısa ve dar alanlara sıkıştı artık yaşamlarımız. Yine bu satır aralarında yaşanıyor hüzünlerimiz yada mutluluklarımız.. Satır arası alınan nefesler kadar hayatımız ve satır araları kadar da kısa artık yaşantılarımız. Bu kısacak zaman dilimlerini bereketlendirmek adına hep güzelden ve iyiden yana atsın nabızlarımız..
Bir okuma molasıdır belki satır arası yaşanılan bir hüzün.
Kıymetini bilmek lazım, iyinin, hüznün ve güzün..
Öznur Çolakoğlu
(http://www.ressim.net/e/upload/0138ee3b.jpg)
(http://www.ressim.net/e/upload/62722c94.jpg)
Çiçek Dili
Adı, rengi ne olursa olsun, kokusu nasıl olursa olsun, her çiçek aynı dilde yazılmış bir mektuptur. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı durumlarda bu yüzden hep ona, onun lisanına müracaat edilir. Kırılan gönüller ancak arada o varsa yeniden yumuşar. Unutulan vaatler ancak araya o alınırsa affedilir.
Pörsüyen çiçekler içindir ağladığım. (A. Vahap Akbaş)
Tenha bir yolun kıyısında... Hep aceleci insanların yürüdüğü bir parkta hayatın tüm telaşından habersiz... Acemi ve mahmur bakışlarla etrafa göz gezdirirken... Küçük bir çiçeğin yüzüne eğilip ona selam verdiğiniz baharın üzerinden kaç bahar geçti? Her gün onlarca küçük kuşu yapraklarının arasına toplayan sarmaşığın farkında mısınız? Ya bu coşkulu sarmaşığın dallarının bu yıl nerelere kadar uzadığına dikkat ettiniz mi? Kapınızın önündeki akasya, siz farkına varmasanız da kaç kez süslenerek önünüze durdu mahcup bayram çocukları gibi. Her gün önünden geçtiğiniz ıhlamur, iğde…
Görmediniz.
Boşlukta öylece asılı kaldı size uzanan ağacın çiçek dolu elleri. Yol kıyılarında, parklarda yüzüne bir kez bile göz izi değmemiş çiçekler; sahibini bulamamış bir mektup, sayfaları açılmamış bir kitap gibi mahzun, yorgun başlarıyla düştüler yeniden toprağın bağrına. Halbuki “Sordum sarı çiçeğe annen baban var mıdır?” ilahisiyle büyütülmüşsünüzdür. Ya da kaç bahar kalbinizde yeniden yazılmış, söylenmiştir; “Çiğdem der ki ben elâyım / Minik başıma belayım” türküsü. Halbuki annenizin, eşinizin işlediği çiçekli yastıklarda uyumuşsunuzdur ömrünüzün en huzurlu uykularını.* * *
Bir sözüm ben / Doğanın söylediği. (Halil Cibran)
Koca bir çiçek bahçesidir üzerinde yaşadığımız dünya. Lakin arılar, kelebekler kadar farkında değilizdir bu bahçenin. Issız dağ başlarında, sarp kayaların arasında... Karanlık ormanlarda, eski duvarların diplerinde, dam başlarında, gürültülü şehirlerin tam ortasında... Beton binaların balkonlarında, mutsuz odaların bir köşesinde solar ve yeniden açar adını bilmediğimiz, kokusunu duymadığımız binlerce çiçek.
Açan her çiçek, bahar kasidesinin, her bir mısrasında bin mazmun yüklü girizgâh bölümüdür. Ve o kaside her mevsim yeniden yazılır, okunur.
Nasıl ki kış kar diliyle konuşur, baharın dili de çiçektir onunla söyleşmeyi bilenler için.
Çiçeksiz evlerin duvarları üşür çocuksuz evler gibi sessizlikten.
Gün yerini karanlığa bırakıp da ayrıldığında yeryüzünden, yalnız dünya değil gökyüzü de çiçeklerle dolu uzak bir bahçedir. Hiçbir şiire, şarkıya sığmaz o bahçedeki çiçeklerin tebessümü.
* * *
Eğer insan bir çiçeği seviyorsa ve milyonlarca yıldızın üzerinde bu çiçekten yalnızca bir tanecik varsa, yıldızlara uzaktan bakmak bile bu insanı mutlu etmeye yeter. (A. S. Exupery)
Eğilip bir çiçeğin yüzünü seyretmek ya da uzanıp dokunmak, cennet gülüşlü bir bebeğin tertemiz yüzünü seyretmek gibidir çoğu zaman. Belki de bu yüzdendir bazı bebeklerin kulağına ezan sonrası fısıldanan isimlerin yasemin, lale, çiğdem, reyhan olması.
Kim bilir hangi sebepten bahara küskün yahut başka mevsimlerin sevdalısı çiçekler de vardır, vakitli vakitsiz dünyayı ziyaret edip çabucak ayrılan. Kimi henüz üstündeki kar libasını tamamen soyunmadan, üşüyen yüzüyle uzanır dünyaya. Kar çiçeği dedirtir kendine. Kimi tüm arkadaşları dünyadan göçtükten sonra sararmış yapraklar arasından selamlar yeryüzünü. Güz gülü adını alır.
Adı, rengi ne olursa olsun, kokusu nasıl olursa olsun, her çiçek aynı dilde yazılmış bir mektuptur. Meleklerin okuduğu bir şiirdir değdiği kalbe baharı getiren. Ondan bir cümle okuyan, onun sesini duyan, onun yüzüne bakmayı becerebilen kalpte kötülük misafir olmaz. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı durumlarda bu yüzden hep ona, onun lisanına müracaat edilir. Kırılan gönüller ancak arada o varsa yeniden yumuşar. Unutulan vaatler ancak araya o alınırsa affedilir. Karşımızdakine ne söyleyeceğimizi bilemediğimiz her vakit onu aracı kılar, kâh haylaz bir çocuk edasıyla annemize uzatırız kâh bir hastanın başucuna bırakırız. Elleri ayakları çamur içinde, tek kelimeye dahi dili dönmeyen, kavruk yüzlü bir köy çocuğunun ellerinde, öğretmene sunulan çiğdemler, nevruzlar ne çok şey fısıldar uzatıldığı kalbe.
Bazen ümitlerle bezenmiş bir süstür çiçek sevgilinin saçlarında. Bazen hüzünler çağıran cansız bir hatıradır eski kitaplar, defterler arasında.
* * *
Yere düşer düşmez bir çiçek olacağım. (Mevlana İdris)
Lale devri kapanır, lakin çiçek devri kapanmaz.
Çiçekli kundaklara belenir, çiçekli yastıklara başımızı emanet ederiz. Çiçek aşısı oluruz dağlar çiçek açtığında Veysel olmamak için. Defterlerimize önce çiçek çizmeyi öğrenir, sonra yazı yazmaya başlarız. Annemiz, öğretmenimiz için adını bilmediğimiz çiçekler toplarız. Duvarlarımıza çiçek resimleri asar, odalarımızı çiçeklerle süsleriz. Çiçek desenli kağıtlara mektuplar, sevda sözleri yazarız. Çiçek kokularıyla çıkarız evimizden egzoz kokan sokaklara. Masa örtülerimizin bir kenarında, üzerine bastığımız halıda, yemek yediğimiz tabakta, su içtiğimiz bardakta hep çiçek desenleri vardır farkına varmasak da. Kıymet verdiğimiz kişilere bazen çiçek isimleriyle sesleniriz.
Ne kadar onu, onun dilini unutsak da, çiçeklerle geldiğimiz dünyadan çiçeklerin geldiği diyara bir gün uğurlanırız.
* * *
Uzanalım toprağın altına / Çiçekler mayalansın göğsümüzde. (Erdem Bayazıt)
Tenha bir yolun kıyısında... Yahut yanından hep aceleci insanların yürüdüğü bir parkta... Hayatın tüm telaşından habersiz acemi ve mahmur bakışlarla etrafa göz gezdirirken... Bir yandan gün ışığına doğru başını uzatmaya çalışan küçük bir çiçek görürseniz eğilin ve selam verin ona. İyice yaklaştığınızda yanına, söylediği ilahiyi mutlaka duyacak ve hatırlayacaksınız bir yerlerden.
Hüseyin KAYA semerkand
[/color]