Sadakat islami Forum

DİNİ KATEGORİLER => MANEVİYAT DÜNYAMIZ => Konuyu başlatan: Mücteba - 01 Mart 2012, 17:46:10

Başlık: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 01 Mart 2012, 17:46:10
1259 senesinde Rebiussani ayında hücremizde müteveccih iken Efendimiz (s.a.v) zuhur ederek bu aciz kölelerini taltif ile;

“Evladım Nuri vakitler bir acaip oldu. Aşık, sadık ve hakikati arayan ümmetim kolaylıkla yollarını bulsunlar istiyorum. Çünkü bir çok kimseler kendilerini Evliyaullahtan olmadığı halde evliyalık taslayıp ehlullah kisvesine bürünüyor, şeriatıma da itibar etmeyip, geçmiş evliyanın hallerini de kendi hal ve tecellileriymiş gibi göstererek halkı aldatıyorlar, şeriatımı ihmal ediyorlar, ümmetimin hakiki tarikatlara yan bakmasına ve yollarını şaşırmalarına sebep oluyorlar. Onlara şeriat, tarikat, hakikat  marifet ve vuslatın ne olduğunu anlatan bir risale hazırla” buyurdu. Bende emre uyarak bu eseri kaleme aldım.

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: mazhar - 01 Mart 2012, 22:25:05
Devamını bekliyoruz...
Teşekkürler.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: tk1978 - 02 Mart 2012, 00:46:00
Devamını bekliyoruz...
Teşekkürler.
Aynen. Bir kac defa okumama ragmen. Tekrar tekrar okumak istiyorum. Okudukca hep yeni yeni seyler anlasiliyor, sanki hic daha evvel okumamisim gibi.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 02 Mart 2012, 16:48:38
Yeni Giren (Müptedi) Salik'in Teveccühü ve Rabıtası

Yeni Giren (Müptedi) Salik'in Teveccüh Şekillleri

1. Şeyhin huzurundaymış ve diz dizeymiş gibi, kıbleye dönük olarak oturacak. Kendi kalbini bir tekneye veya bir başka kaba benzer görecek. Şeyhinin kalbini de, umman deniz misali bulacak. Kendi kabını altına tu­tup umman deniz misali mürşid şeyhin kalbinden ilâhî feyiz doldurmaya çalışıp gayret edecek. Bu iş; en azından çeyrek saat, ortalama yarım saat, en çoğu da bir saat kadar sürdürülüp öyle duracaktır.

2. Mürşid şeyhini bir çadıra benzetecek. Kendisini de o çadırın içinde bilecek. Dört yandan, o çadırın içine ilâhî feyizlerin akıp durduğunu gö­recek. Kendisini bu halde tutup durmalıdır.

3. Mürşid şeyhinin ruhaniyetini bir büyük denize benzetecek; kendisini de bir damlaya.. Sonra kendisini o büyük denizde boğulmuş bilip anlatılan şekilde teveccühünü sürdürecektir.

Anlatılan üç yönlü teveccühten hangisi, kendisine kolay ve uygun olursa., ona devam etmelidir. Anlatılan en az, orta ve en çok teveccüh sü­relerinden hangisine alışmış ise., kıbleye dönerek o şekilde oturmalıdır. Sonra da, kendisine ihsan edilen zikir dersini, teveccühünü bozmadan oku­malıdır.Dersini bitirdikten sonra da, Fatiha okuyup duasını etmelidir.


Yeni Giren (Müptedi) Salik'in Rabıta Şekilleri

1. Bu yola giren salik mürid; hemen her gezip oturduğu yerde, şeyhinin eli elindeymiş ve daima huzurunda oturuyormuş gibi bir duyguya sahib olacak.

2. Mürşid şeyhinin ruhaniyetini; bir hırka veya bir cübbe gibi giymiş, bir peçe şeklinde üzerine örtmüş gibi bilecek.. Daima onunla gezip otur­duğu duygusuna sahip bulunacak..

3. Mürşid şeyhinin mübarek hırkası içinde, koltuğu altında kendisini gizlenmiş görecek. Böylece, daima onunla beraber olduğu duygusuna sa­hip bulanacak..

îşbu usulleri izleyerek giden Hak yolcusu mürid salik; uyumaya ni­yet ettiği zaman, kendisini şöyle bilecek : Sanki, mürşid şeyhinin uğur­lu ayağına başını koymuş, orada uyuyor. Evet, Hak yolcusu mürid salikin yatıp uyuması da böyle olmalıdır.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)


Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: tk1978 - 02 Mart 2012, 17:50:38

îşbu usulleri izleyerek giden Hak yolcusu mürid salik; uyumaya ni­yet ettiği zaman, kendisini şöyle bilecek : Sanki, mürşid şeyhinin uğur­lu ayağına başını koymuş, orada uyuyor. Evet, Hak yolcusu mürid salikin yatıp uyuması da böyle olmalıdır.

Su kisim cok zor geliyor Insana. Nasil, hangi yüzle böyle bir seye yapabilmek, onun huzurun´da uyuya bilmek, hele hele su degersiz basimizi o mübarek ayaklara koymak, hakikaten zor. Yapabilen Kardeslerime gipta ediyorum
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 05 Mart 2012, 14:02:09
Ortada Bulunan (Mutavassıt) Salik'in Teveccühü ve Rabıtası

Ortada Bulunan (Mutavassıt) Salik'in Teveccüh Şekilleri

1. Orta halli salik, bu yönlü teveccühünde; kendisini mürşid şeyhinin huzurunda diz dize oturur bilecek.. Şeyhini, bu şekilde huzur halinde bul­duğu zaman, şeyhi, kendisini alıp nur kaynağı Resulüllah efendimizin huzuruna götürdüğü duygusuna sahib olacak; Allah ona salât ve selâm eylesin. Kendi durumunu bu ölçüde, bilerek, Resulüllah'ın huzurunda du­ruyormuş gibi duracak; Allah ona salât ve selâm eylesin. Ancak, kendi­sini, mürşid şeyhinin hırkasının altında saklı sayacak.. Bu arada, şeriat sahibi Resulüllah efendimizin, cevahirlerle bezeli yüksek bir kürsüde otur­duğunu, dört halife efendimizin de, onun sağ ve sol taraflarında bulun­duğunu bilecek. Resulüllah efendimize Allah salât ve selâm eylesin; dört halifeden dahi, razı olsun. Bu halde; tam bir huzur, huşu ile bir çeyrek veya yarım saat yahut bir saat kadar teveccüh edip oturacak..

2. Şeyhini bir çadır gibi bilip ona sarınacak. Her yandan da ilahî feyiz­ler geldiğini duyacak.. Bu teveccühünde şeyhini bulduğu zaman, şeyh kendisine zarf gibi olacak. Yani : Örtündüğü bir elbise gibi, her yanını bürümüş olacak.. Kendisi de onun içine girip yok olmuşcasına kalacak. İşbu hal ile, enbiyanın efendisi, Resulüllah efendimizin nur dolu huzuruna varılmış olacak. Üstte de anlatıldığı gibi, Resulüllah efendimizi, süslü bir kürsü üzerinde oturmuş bulacak. Kalan bütün nebileri ve resulleri de onun sağında ve solunda birer yüksekçe kürsü üzerinde oturmuş görecek.. Başta Resulüllah efendimiz olmak üzere, bütün nebilere ve resullere sa­lât ve selâm olsun. Şeyhini dahi, Resulüllah efendimizin üstün zatına doğ­ru teveccüh edip oturmuş sayacak. Nurun kendisi olan mübarek kalbinden şeyhinin kalbine altın oluktan akar gibi ilâhî feyizler aktığını göre­cek. Bu duygu hali içinde; saygı ile, edeple, içli bir şekilde teveccüh ede­rek bir çeyrek, yarım veya bir saat kadar duracaktır.
                                     .
3. Şeyhinin ruhaniyetini bir deniz bilecek; kendisini de onda boğulan bir damla sayacak. Ve, yok olduğunu özünde duyacak.. Bu teveccühünde şeyhini bulduğu zaman; deniz olan şeyhi ile peygamberlerin efendisi ev­liyanın ve müttakilerin dayanağı Resulüllah efendimizin huzuruna vardı­ğını görmelidir; Allah ona salât ve selâm eylesin. Efendimizi dahi, tüm varlığı kuşatan derya bilmeli.. Resulüllah efendimizin sağında ve solun­da ise, tüm nebileri ve resulleri görmüş gibi olmalıdır. Resulüllah efen­dimize ve diğer nebilere ve resullere salât ve selâm olsun.

Üstte anlatılan hal ile bir deniz ölçüsünde gidip şeyhinin denizini, Resulüllah'ın denizinde yok olmuş kabul etmelidir. Böyle bir huzur, huşu ve içten bir saygı ile çeyrek saat yahut yarım veya bir saat kadar tevec­cüh edip durmalıdır.
Bütün bu teveccühlerde; meydana çıkan belirtileri, şeyhinden baş­kasına anlatması yerinde olmaz. Zira, bu makam, şeyhte yok olma makamıdır.


Ortada Bulunan (Mutavassıt) Salik'in Rabıtası

Hak yolcusu salikin oturması-kalkması, uykusu-uyanıklığı, yemesi-içmesi, gezip-yürümesi gibi özellik taşıyan ve taşımayan tüm işlerinde şeyhini kendisi ile beraber bilecektir. Şeyhini, kendi yanında oturur gibi görecek, ona göre saygılı, duygulu huzur içinde kalacaktır.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)


Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 07 Mart 2012, 11:45:50
Sonda Bulunan (Müntehi) Salik'in Teveccühü ve Rabıtası


Sonda Bulunan (Müntehi) Salik'in Teveccüh Şekilleri

1. Daha önce de anlatıldığı gibi, Hak yolcusu salik mürid, şeyhi ile diz dize oturmuş gibi teveccühünü sürdürecek. Bu arada, Resulüllah efen­dimizi dahi, arada bir perde olmadan açık bir şekilde görecek.. Bu hali bulduğu anda, Resulüllah efendimizde yok olmaya ayak basmıştır. Bu halde de, yine şeyhini teveccühünden uzak tutmayacaktır, önceki halde şeyhinde fena bulma hali ile Resulüllah efendimizin huzurunda oturduğu­nu anlayacaktır; Allah ona salât ve selâm eylesin.
"Hazret-i Resulüllah, bu çaresizini şekilsiz yorumsuz olarak Allah'a ulaştırır" diye düşünecektir. Tam bir huzur, içten gelen saygı ile; çeyrek, ya­rım veya bir saat kadar teveccüh edip duracaktır.

2. Sona varan müntehi Hak yolcusu salik; ikinci tür teveccühün ikinci yönlüsündeki çadır misali teveccüh halini burada dahi sürdürecektir. Şeyhinin hüviyetinde dahi yok olacaktır. Bu hali içinde; Resulüllah efen­dimizi, arada perde olmadan tanınan sıfatları ile görecektir. Şeyhinin hüviyetinde yok olarak, Resulüllah efendimizin huzuruna varacaktır. Ora­da tam bir huzur, içten saygı ve edeple oturacaktır. Bu arada, Resulüllah efendimizin mübarek kalbinden; şeyhinin kalbine altın oluktan akar gi­bi,, ilâhî feyizlerin akıp geldiğini görecektir. Bu ilâhî feyizler içinde; ken­disini de, şeyhini de yok olmuş bulacaktır. Resulüllah efendimizin dahi, Yüce Hakkın huzurunda oturduğunu özünde duyacaktır; tüm varlığı dahi, onda yok olmuş görecektir. Resulüllah efendimize salât ve selâm olsun, işbu teveccühünü dahi; çeyrek, yârım veya bir saat sürdürüp duracaktır.
                                     .
3. İşini bitirip sona ulaşmakta olan Hak yolcusu mürid salik, ikinci tür­de anlatılan ikinci yöndeki teveccühünü burada dahi aynen uygulayacak­tır. Şeyhinin ruhaniyetini bir deniz, kendisini de bir damla sayacak; orada yok olacaktır. Bu arada, Resulüllah efendimizin yüksek kalbini de şöyle görmelidir : Bütün âlemi sarmış deniz.. Bunları böylece görüp duymalıdır. Şeyhini de, o saadet denizine katmaya gayret edip çalışmalıdır. Bu saadet denizine katmaya çalışırken, tam ve bütün olarak cümle varlıkları zerreye varıncaya kadar, o deryada silinip yok olmuş görmelidir. Resulüllah efen­dimizin huzurunda dahi, bu şekilde oturduğunu kabul etmelidir. Bu oturuşundaki teveccühünü çeyrek, yarım veya bir saat kadar sürdürmelidir.
Bu mertebede, Hak yolcusu salike Resulüllah efendimizin varlığında yok olma işareti; anlatılan şekilde dile gelir.

Durum gerçeğe ulaştığı zaman da, bu üstün ihsanlara zuhur yeri olur :
«Rabları, onlara tertemiz bir şarabı içirmiştir.» mealine gelen însan suresinin 21. âyetinin doğrultusunda, asıl varlı­ğa zuhur yeri olma durumu ihsan olunur. Yani : Resulüllah efendimizin nuruna.. Allah ona salât ve selâm eylesin..

Bu manada bir şiir:

'Bilürüm ki seni haksin; Kamu âlem bütün sensin.,
îki cihanda sultansın; Şefaat ya Resulellah..
Seni bulan bulur Hakkı; Seni gören görür Hakkı..
Hakikat madenisensin; Şefaat ya Resulellah..'

Şu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir :

Sen Haksin; şunu da bilirim: Cümle âlem, tümden sensin..
Dünyada âhirette bir sultansın; bize şefaat eyle ya Resulellah.-
Seni bulan kimse, Yüce Hakkı bulmuştur; seni gören kimse, Yüce Hakkı görmüştür..
Sen hakikatin kaynağısın; bize şefaat eyle ya Resulellah.

Allah-ü teâlâ Resulüllah efendimize salât ve selâm eylesin.



Sonda Bulunan (Müntehi) Salik'in Rabıtası

Hak yolcusu salik mürid; her gezdiği yerde, her oturduğu semtte, yani : özel ve diğer işlerinde şekilsiz yorumsuz Hakkın huzurunda ola­caktır. Bu ölçü içinde; gezecek, oturacak, Hakkın gayrını da kalbinden çıkaracaktır. Bundan sonra, oturması, kalkması, uykusu, uyanıklığı Hak ile olacaktır.

Şiir :
 
'Ya Resulellah cemalin binikab gördüm bugün; Hamd ü lillah nur ü vecbin bihicab gördüm bugün..
Çünkü gark olmuştu nura ol mübarek kametin; Baktığını an aldı berk-ı envarın senin..
Gönlüm içre çün kuruldu bir yüce divan aman; Bir mücellâ hem mücevher kürsî dahi nagehan..
Şah-ı Kevneyn ol mücellâ kürsî üzere oturur; Çar-ı yar basafa ashab saf beste durur..
Çünkü gördüm bir dahi ol Şah-ı Kevneyn'i heman; Ol vakitte cümle aklım tar ü mar oldu aman.. .
Mest olup'kaldım orada bilmez oldum kendimi; Gördüm ancak evvel ve âhir cihanı hemdemi..
Kaplamıştı nur cihanı kalmamıştı nesne hiç; Görünürdü Nur-ı Muhammed kalmamıştı nesne hiç..
Nuru nur etti canım Nur-ı Ahmed Mustafa; Gel ki asık Nuri'ye kim kalbin olsun pürsafa..'


Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir:

Ey Allah'ın Elçisi, bugün, cemalini peçesiz olarak gördüm; Allah'a hamd olsun, yü­zünün nurunu, bugün perdesiz gördüm.
O mübarek boyun, nura boğulduğu, içindir ki; baktığım anda, senin nur şimşeklerin gözümü aldı.
Aman aman, gönlümün içinde yüce bir divan kuruldu; parlak mücevherlerle süslü bir de kürsü ortaya kondu..
İki cihanın şahı, o parlak kürsü üzerinde oturuyordu; dört halife, safa ile diğer as­hab saf tutup duruyordu.
O iki cihan şahını bir daha gördüğüm zaman; o vakit, bütün aklım darmadağın oldu, aman..
.Sarhoş oldum, orada kaldım, kendimi bilmez oldum : İşte o zaman önden sona cihanı ve arkadaşı gördüm.
Cihanı bir nur kaplamıştı, hiç bir şey onsuz kalmamıştı; Muhammed nuru görünüyor­du, başka bir şey hiç kalmamıştı.
Canım, Nuri'yi, Ahmed Mustafa'nın nuru nur eyledi; aşık Nuri'ye gel de, kalbin safa dolsun.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 09 Mart 2012, 11:26:34
Latifeler (1)

Bir kudsî-hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur :

«Dikkat ediniz, cesette bir kalb vardır. Kalbin içinde de bir fuad vardır. Fuadda dahi sır vardır. Sırda da hafi vardır. Hafide dahi ahfa var.. İşte ben, o ahfayım..»


Ne var ki, bu oluş, yaratılmış şeylerin birbirine bitişip yapışması gibi değildir; onunla kıyas edilemez. Bunda ne kıyas vardır; ne de bir şekil.. Akla gelenden çok başkadır. Bu cüz'î aklı, kula ihsan eden Yüce Allah'tır. Bu küçük cüz'î akıl, ancak dünya işlerini bilir; âhirete dair işleri de idrâk edebilir. Hiç bir mi­sali ve benzeri olmayan mutlak gerekli varlığın sahibi olan Yüce Zat'ı idrâk edip anlatmaktan yana kusurludur. O Yüce Zat, zatının esasını, yine ken­di Yüce Zat'ı bilir. Mana böyle olduğuna göre; her bir ferdin vehimlerinde olan Hakkı yaratan, yine onun Yüce Zat'ıdır. Allah'ın zatı, o vehmedilenlerden çok başkadır.

Sözün özü odur ki :

Kâmil ve mükemmel insan olan değerli zatların Yüce Allah'a vâsıl olmaları; yine Yüce Allah'ın zatına has bir şekildir. Söz ile değil; hal olarak değerlendirilmelidir; dolayısı ile, bu Muhammedi yola girmeye ihtiyaç vardır. Bu manada girilen yolların hiç biri, diğerinden ayrı ve başka değildir. Ama, bazı ehlüllah yollarında; irşada ehliyetli olan kâmil mürşidler, müridlerini nefis yönüyle terbiye ederler. Bazıları da, ruh tarafından terbi­ye edip sülük yolunu gösterirler. Ta ki, şu ölüm uçurumundan uzak olup kurtulalar.

Zira, hemen her ferd, kendi vehminde Hakkı bir başka tasavvur eder. Ama, hiç bir şekilde o tasavvur edilen Yüce Hak olamaz. Onun ettiği ta­savvur, Yüce Hakkın bir tecellisinden meydana gelir. Dolayısı ile, o ta­savvur edileni yaratan Yüce Hak'tır. Bu değerlendirmeye göre; ehlüllah olan Allah'ın sevdiği kullar, vehimlerinde olan hakka tapmaktan beri­dirler. Özellikle üstün Nakşıbendiye tarikatı terbiyecileri,yollarına giren­leri ruh mertebesinden yola koyarlar. Asıl olarak ruh safiyetini bulduğu zaman, natıka nefis, (insanın tabiatı) onun içinde temizliğini bulur. Diğer tarikatlar, nefis mertebelerini gözönünde tutarlar. Ancak, du­rum ne olursa olsun; gaye ve istenen, ruhu, aslî olgunluğuna döndürüp kemalâta kavuşturmak ve Yüce Hakkı bildirmektir.


Ey bu yola girmeyi isteyen, yedi latifeye rağbetli olan salik ve aşık. Anlatılacakları bilmelisin!

Şeyhin izni ve icazeti ile temiz bir yerde; kıbleye dönerek iki diz üze­rine otur. Bundan sonra, yukarıda anlatılan üç yönlü teveccühten hangisi se­nin için kolay gelir ve rahat olursa., o şekilde teveccüh et. Önce de anla­tıldığı gibi, bu teveccühün en azı çeyrek saat, ortası yarım saat, en çoğu ise bir saattir. Bu sürelerin hangisini seçersen, o süre için teveccühünü yapıp otur. Daha sonra, o teveccühü hiç bozmadan, yüz kere istiğfar oku; gü­nahlarının bağışlanmasını dile.. Otuz kere de, salâvat-ı şerife oku. Bu arada; hayır, şer, tüm bağlardan ve gayelerden, taleplerden ya­na temiz ol. Sanki kalb üzerine nurdan bir ism-i celâl (Allah adı) yazılmış gör; her ne kadar gözün kapalı olsa da, görür gibi yap.. Dilini damağına yapıştır; dişlerini de birbiri üzerine koy. Gözünü yum, tüm duygularının hareketlerine engel ol; onları, kendi hükümlerini işlemekten yana boş bırak.

Anlatılanları yapmak için, ciddî bir şekilde gayret et. Mürşid şeyhin ruhaniyetinden de yardım dile.. Senin, sol memenin iki parmak kadar aşağısında, çam kozası şeklin­de kalb vardır. Bu kalbin üzerine yazılan ism-i celâli (Allah adını) görür gibi ol; üç bin kere ism-i celâli oku. Bu lafzın manasına dahi, hiç bir ben­zetme yapmadan teveccüh et. Bu çeşit teveccüh öyle olmalı ki: Ken­dinden ve Yüce Allah'ın zatından başka her şeyden yana senin için bir unutkanlık meydana gele :

«Unuttuğun zaman, Rabbını hatırla...» mealine gelen Kehf Sûresinin 24. âyetindeki mana zuhur eder.. Hak yolcusu salik, anlatılan şekilde zikri sürdürüp giderse., zikir kalbine yerleşir. O zaman, kalb, asıl sıfatını bulur; akik renginde saf te­miz bir şekilde kalbin nuru zuhur eder.

İşte o zaman, zikreden kimse, istese de kalbinin zikrine engel ola­maz :
— Veled-i kalb.. (Kalb yavrusu..) Durumu hâsıl olur. Bazen de, güneş doğar gibi, bir kırmızılık doğu tarafından görünür. Bazen de güneş çıkar gibi, bazen de büyük bir kapı gibi akik renginde görünür.

Anlatılanların benzeri daha başka alâmetler de meydana gelir. Bütün bunlar, zuhur edip dururken; Hak yolcusu salik, bunların zu­huruna kapılmamalı ve şaşkınlığa düşmemelidir. Zikirden fikirden geri kalmamalıdır. Kendisine ihsan edilen zuhuratı dahi, mürşidi olan şeyh­ten başkasına da söylememelidir. O zuhuratın kalıntılarını, izlerini göz önünde tutmalı; kaybetmemeye tam bir gayret harcamalıdır.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 12 Mart 2012, 11:04:59
Latifeler (2)


Ruh
Kalb, anlatılan yoldan asıl sıfatına döndükten sonra; mürşidin izni ve icazeti ile salik, zikrini ruh tarafına çekmelidir.
Ruh sağ memenin altına doğru iki parmak kadar aşağıdadır.
Yukarıda sözü edildiği şekilde; Hak yolcusu salik, ara vermeden, âdet edindiği kadar teveccühte bulunmalıdır. Sonra, bu teveccühle, kal­bin zikrine geçmelidir. Bu zikir, önce de anlatıldığı gibi, üç bin keredir. Bu zikri, önce kalbe vermelidir. Sonra da, teveccühü bozmadan, sağ me­menin altındaki ruha geçmelidir. Ruhta dahi, beş yüz kere ism-i celâli okumalıdır.
Ruhun nuru, asfar ki, açık sarı renklidir.
Açıklanan şekilde zikir sürdürülürse.. ruh dahi, asıl safiyetine dö­ner. Nurunun zuhuru ile, tam temizliğini bulduktan sonra, durumunu mürşidine anlatır.


Sır
Yine mürşidinin izni ve icazeti ile; salik, ruhtan sıra geçer. Sırrın yeri, sol memenin üzerinde ve iki parmak kadar yukarıdadır. Sırrın nuru da beyazdır.
Yukarıda açıklandığı gibi, müridin alıştığı şekilde teveccüh ettikten ve süresini doldurduktan sonra zikirlere geçilir. Kalbin üç bin, ruhun beş yüz, ism-i celâli (Allah adı) zikri yerine getirildikten sonra; beş yüz ism-i celâl de, sırra dönük olarak okunur.
Zikir sırra yerleşir; sır da bu şekilde asıl safiyetini bulur. Bu durum devam edip belirtileri ortaya çıkınca, durumu mürşidine anlatır.


Hafi
Sonra, mürşidinin izni ve icazeti ile Hak yolcusu salik, zikrini hafiye nakleder.
Hafinin yeri; sağ meme üzerinde ve iki parmak yukarıdadır. Nuru da zümrüt yeşilidir.
Bu zikri yapacak olan, yine alıştığı şekildeki teveccühte bulunmalıdır. Teveccüh süresini tamamladıktan sonra; kalbin, ruhun, sırrın ism-i celâl (Allah adı) zikirlerini yerine getirmelidir. Bunların sonunda, beş yüz kere de hafiye dönük olarak, ism-i celâl (Allah adı) zikrini okumalıdır.
Zikre bu şekilde devam ederse., hafinin de nuru zuhur eder; aslî sı­fatına döner. Böyle olunca, yine durumu mürşidine anlatır. Mürşidinin izni ve icazeti ile bu sefer zikri ahfaya aktarır.


Ahfa
Bu durumda, yine Hak yolcusu salik, yapmakta olduğu teveccühü bozmaz; süresini tamamladıktan sonra da zikirlerine geçer. Kalbin, ruhun, sırrın, hafinin zikirlerini açıklandığı gibi yapar hakları olan ism-i celâl (Allah adı) zikrini okur. Bunlardan ayrı olarak, beş yüz ism-i celâl (Al­lah adı) da ahfaya dönük olarak okur.
Ahfanın yeri, iki meme ortasındadır. Nuru ise, ya çok beyaz, yahut çok siyah zuhur eder. Bunların hangisi zuhur etse olur; artık, ahfa dahi, asıl sıfatına dönmüştür. Bundan sonra, yine durumu mürşidine anlatır.


Nefis Letaîfi
Bundan sonra, Hak yolcusu salik, mürşidinin izni ve icazeti ile zikri­ni nefis letaifine aktarır.
Nefis letaifinin yeri, iki kaşın ortasındadır. Nuru da, turuncu sarıdır.
Anlatılan usulde, zikreden mürid, cümlesinin hakları olan ism-i celâl (Allah adı) zikrini yerine getirir. Ondan sonra da, beş yüz ism-i celâli, nefis letaifine dönük olarak okur.
Nefis letaifi de asıl sıfatına döndüğü, bunun belirtileri de ortaya çıktığı zaman, durumu mürşidine anlatır.


Letaîf-î Küll(Latifelerin Tamamı)
Bundan sonra, Hak yolcusu salik, mürşid şeyhinin izni ve icazeti ile letaîf-i küll'e geçer. Letaif-i küllün yerini alın ortasındaki perçem yeri bil­melidir. Burada, ism-i celâli, uzaktan okunacak şekilde celî bir yazı ile yazılmış görmelidir.
Hak yolcusu salik dahi, teveccühünü, yine alıştığı şekilde yapıp bitir­melidir.
Bundan sonra; kalbin, ruhun, sırrın, hafinin, ahafanın, nefis letaifi­nin hakları olan ism-i celâl zikrini okur.
Letaif-i küll için okuduğu ism-i celâllerde; baştan ayağa kadar, ken­disini tüm azası ile bir aynada görür gibi olmalıdır.

Hak yolcusu salik, bu şekilde devam edip her şeyi yerli yerince ya­parsa, bu uğurda ciddî gayret sarf ederse, o zaman bilmeli ki : Yakın bir gelecekte Allah'ın ihsanına mazhar olacaktır. Bu mazhariyete erdikten sonra; bedenindeki bütün parçalar, hep ism-i celâli (Allah adını) okur. Bunun hareketini kendisi de duyar.
Bu halinde, beden parçalarından "Hangisi ile zikredeyim.." dese, onunla zikreder. Bu ten kulağı ile de, seslerini işitir. Bunlar olduktan sonra, Allah'a hamd etmelidir. Hemen her gün, an­latılan usule göre; dersini okumalıdır.
Kendi zikrinin sesinden başka; dışarıdaki şeylerin seslerini de duy­maya başlar.


Yazara ait bir şiir :

Kalbim icre bir cevahirden yapu; Gördüm anda bir kazıl yakut kapu..
Girip andan ileri vardım neman; Bir cevahirden saray oldu ayan..
Saru yakuttandır anın kapusu; Dürrü safiden yapılmış yapusu..
Orta yerde hem kurulmuş bir çadır; Kapusu ahdar zebercedden dürur..
Çadırı da bir siyah nur kaplamış; Nur-ı Hak'tır gözler anı görmemiş..
Girdim andan dahi seyrettim heman; Bir aceb nur var imiş onda nihan..
Rengi turuncu idi kendisi nur; Pek mücellâ bakmağa göz kamaştır..
Gördüm anı geçtim ileru heman; Bir azim iklim göründü ol zaman..
Dağ u sahra kasr u bünyanı anın; Cümle zikrüllaha meşguldür hemin..
Kim ki ister ol sülûkü seyr ede; Bu kitabı başına tac ede..


Şiirin Türkçesi şöyledir :

Kalbimin içinde cevahirden bir yapı gördüm; kırmızı yakuttan bir de kapı vardı.
Oradan girdim, hemen ileri vardım; cevahirden bir saray açıkça belli oldu.
Onun kapısı da, sarı yakuttandı; yapısı da saf inciden yapılmıştı.
Orta yerde bir çadır kurulmuştu; kapısı da yeşil zebercedden-.
Bu çadırı da siyah bir nur kaplamıştı; gözlerin görmediği bir Hak nuruydu.
Buradan girdim, hemen yürüdüm; onda gizli hayranlık veren bir nur varmış.
Rengi turuncu idi, ama kendisi nurdu; pek parlaktı, bakarken gözler kamaşıyordu.
Bunu da gördüm, hemen ileri geçtim; o zaman, büyük bir iklim göründü.
Onun dağı, alanı, binaları tümüyle; Allah'ın zikriyle meşgul idi.
Her kim bu sülûke girip yürümek isterse; o kimse, bu kitabı başına taç etmeli..



Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 15 Mart 2012, 10:21:57
Nefiy ve İsbat
(Kelime-i tevhid)

Bu mübarek kelime-i tevhid için, tarikat ehli zatlar şöyle demiş­lerdir :
Üç manaya gelir;
a) Bu yola yeni giren müptedi salik için :
Allah'tan başka ibadet edilecek zat yoktur. (Lâ ma'bude illal­lah..) cümlesini okumak.

b) İşin ortasında bulunan mutavassıt Hak yolcusu salik için:
Allah'tan başka maksad yoktur. (Lâ maksude illAllah..) cümlesini okumak.

c) İşin sonuna varan Hak yolcusu müntehi salik için ise :
Allah'tan başka mevcud yoktur. (Lâ mevcude illAllah..) cümlesini okumak.

Ancak, Hak yolcusu salikin bu nefiy ve isbata geçmesi için bazı şart­lar gerekir.

Öncelikle, önceki kısımda anlatılan yedi latifenin özellikleri olduğu gibi zuhur etmelidir. O zuhur eden halleri, mürşid olan şeyhine anlattıktan sonra nefiy ve isbat zikrine geçebilir.  
      
Anlatılmak istenen mana, daha açık olarak şöyledir:

Yukarıdan beri anlatılan şekilde, tam bir temizlik içinde olacaktır. Sonra, tenha bir yere oturacak. Bu oturma halinde kıbleye dönecek ve dizi üzerine oturacaktır. Bundan sonra Hak yolcusu salik, yapmayı âdet edindiği teveccühü de yerine getirecektir. Yedi latifenin payları olan ism-i celâli (Allah adı­nı) da okuyup bitirecektir.

Bundan sonra, anlatılan teveccühü bozmadan, nefiy ve isbat zikrine geçecektir.



Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 16 Mart 2012, 10:40:56
Nefiy ve İsbat Zikrinin Yapılışı


—  LA.. (YOK..)
Kelimesini okurken, Arapça aslına göre yazılan bu kelimeyi, açık bir şekilde alttan göbeğinin üstüne yazılmış görmeli; bir dalı sağında, diğer dalı ise solunda hissetmelidir. Okurken, sesini beyninin ortasına duyuracak kadar uzatmalıdır.

—  ÎLÂHE.. (İLAH..)
Kelimesini okurken de; LA kelimesini götürdüğü beyninin ortasın­dan başlatmalı, sağ küreğinin üzerine getirdiğini tasavvur etmelidir.

—  İLLAllah.. (Ancak Allah vardır.)
Kelimesini alırken de, bu kelimeyi; sağ omuzundan itibaren yazıldı­ğını ve çam kozası şeklindeki kalbine kadar o şekilde geldiğini tasavvur etmelidir. Ondan sonra., göbeğinin altında nefesini tutmalı; bir nefeste üç ke­re, anlatılan şekilde, işaret edilen manaları düşünerek kelime-i tevhidi okumaya başlamalıdır.

—  LA.. (YOK..)
Kelimesini göbeğinin üstünden alıp yukarıya doğru çekenken; yer­yüzünden arşa, arştan dahi yeryüzüne kadar tüm varliğın hemen her zer­resini fena bulup yok olmuş kabul etmelidir. Hatta, kendisini dahi, orta­dan silinmiş görmelidir.Bundan sonra;

—  İLAHE.. (İLAH..)
Kelimesini getirip sağ küreği üzerine bırakır.

Bu arada;
Haktan başka bir şey yok.. ölçüsünü elden bırakmaz.

Sonra;
—  İLLAllah (Ancak Allah vardır.)

Kelimesini, kalbinin üzerine yapıştırır, içinden şöyle der;
— Ancak, varlığı mutlak gerekli Yüce Zat vardır.. Bundan sonra;

— MUHAMMEDÜN RESULÜLLAH.. (Muhammed, Allah'ın elçisidir.)
cümlesini, dahi, fikrine getirmeli ve bunu, Yüce Allah'a vuslat için bir vesile bilmelidir.
Daha sonra, nefesini bırakır.

Nefesini dışarı verir iken de;
— Allahım, maksadını sensin; talebim hoşnutluğundur. (İlâhî ente maksudî ve rızake matlubî..) duasını okur.

Bu şekilde alıp verdiği nefesleri arasındaki boşluğa, düşük düşünce­ler düşmesinden korumalıdır.
Anlatılan tertibe göre; yirmi bir nefeste, altmış üç kelime-i tevhid okur. Hemen her gün de, bu tertibi sürdürür.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 20 Mart 2012, 11:16:31

Murakabe


Zikreden kimsede, zikrin iyi sonuçları ortaya çıktığı zaman, durumu mürşid şeyhine anlatır. Mürşid olan şeyhin izni ve icazeti ile Hak yolcusu salik, murakabe ile meşgul olmaya başlar; zikri bırakır. Anlatılan murakabeye, şu hadis-i şerifte işaret vardır : «Bir saatlik tefekkür, yetmiş senelik ibadetten hayırlıdır.»

Şu âyet-i kerimede dahi, murakabeye işaret vardır : «Onlar, öyle erlerdir ki; kendilerini ne ticaret, ne de alışveriş Allah'ı anmaktan alıkoyar.» (Nur sûresi, 37. âyet-i Kerime)

İşte salik, yapmaya alıştığı teveccühü ile kalbinde müşahede etmeyi başardığı yedi letaif belirtileri, nefiy-isbat, Allah'ın ihsan eylediği tüm letaif i elde etmiş olarak; tam bir temizlikle kıbleye dönük olarak oturmalı ve murakebeye geçmelidir. Murakabe, en azından bir saat kadardır; daha da arttırılırsa aşk ol­masını dileyelim, Allah rızasının yoludur.

Murakebe, üç şekildir.

Birinci Şekil: Hak yolcusu salik, te­miz bir yere gizlice oturur; gözlerini kapatır. Akla gelecek her şeyden, kendisini ayırır. Tüm azalarını, ölü azaları gibi bırakır. Bu iş yeri olan âlem, insanlar, cinler, melek, huri, gılman, cennet, cehennem, arştan ye­re, yerden arşa varıncaya kadar bulunan zehrreler de dahil olmak üzere hiç yaratılmamış görecek; kendisini silinmiş bir fani bilecek. Bu kıyasla, bu usulle, hemen her gün murakabe ile meşgul olacaktır.
Böyle yapılırsa; Yüce Sübhan Allah'ın lütufları ile vuslat sırları açılır. Allah'ın ihsanına zuhur yeri olunur. Bunlar, onun ilâhî lütuflarından umulacak işlerdir.

İkinci Şekil: Hak yolcusu salik, yazıldığı şekilde murakabe ile meşgul bulunacak, bütünüyle isteklerden geçecek, aklına gelenleri bir yana itecek, zikirde, fikirde dahi olmayacak.. Anlatılan hal ile, azalarını ölmüş gibi bir yana bırakacak, gözlerini de kapayacak. Bu durumu ile sanacak ki: Kendisine ölüm emri gelmiş, ölmüş.. Kendisini kabre koymuşlar. Aradan da zaman geçmiş, cesedi ve kemikleri çürümüş.. Tamamen silinmiş, hiç bir iz kalmamış..
Yukarıda anlatılan ölçüdeki murakabe, en azından bir, ortalama iki, en çoğu üç saat kadar olur.
Bu murakabeye devam edilirse : «Ölmeden önce ölünüz.» Emrindeki mana sırrı açılır. Bu yoldan da, Allah'ın insanına zuhur yeri olunur. Allah'ın lütuflarından beklenen de budur.

Üçüncü Şekil: Hak yolcusu salik, yukarıda yazıldığı şekilde mu­rakabe ile meşgul bulunacak, tüm isteklerden geçip akla gelenleri bıra­kacak. Zikirde fikirde dahi olmamalı.. Bilecek ki: Ölüm emri gelmiş, Hakkın emri ile âhirete göçmüş, kendisini kabre koymuşlar. Tüm azaları dahi silinip yok olmuş, onlardan yana hiç bir belirti kalmamış.. Kıyamet dahi kopmuş; yerden arşa, arştan yere kadar hiç bir şey kalmamış, bü­tün varlık yok olup fena bulmuş. Ve.. Hak'tan başka her şey yok olmuş. İşbu ölçüler içinde; ya bir, ya iki, ya üç saat oturmalı. Bu murakabeye devam edilirse, Hak yolcusu salike, şu âyet-i keri­menin sırrı zuhur eder : «Bu gün mülk kimin?. Vahid Kahhar Allah'ındır.» Mümin suresinin 16. âyeti olan bu mananın zuhurundan sonra; harf-siz, sessiz bir şekilde Hak yolcusu salik, Fecir suresinin son iki âyetindeki manaya muhatab olmaya mazhar olur : «Ey doyuma ulaşan nefis, Rabbına dön.. Hoşnut olarak; hoşnut olunarak..»
Ve., vuslat sırları artık bilinmeye, açılıp görülmeye başlar.

Bir şiir :

Aşıkların al canını; Ver anlara cananı..
Âşık neyler can ü teni; İster hemen cananını..
  
Manası:
Seven âşıkların canını al da, onlara sevdiklerini ver.
Seven âşıklara ne ruh lâzım, ne beden; onlar her halde sevgililerini dilerler.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 26 Mart 2012, 11:07:36
Bu Yolun (tarikatın) Bazı İncelikleri (1)


Kıymetlim, anlatılacakları da bilmiş olmalısın.

Hak yolcusu salik, mürşid himmeti ile süluke başlar; yani bu yola girer. Alıştığı şekilde dahi, teveccühünü yapar. Kalbin hakkı olan üç bin kere ism-i celâli, yani Allah adını okur. Anlatılandan bir belirti meydana çıkmaz ise; ruhun, sırrın, hafinin, ahfa'nın hakları olan beşer yüz ism-i celâli ekleyip okur. Ama, her biri için ve mürşidinin telkini ile..

Bu şekilde okumayı sürdürüp dururken, daha ahfa'ya varmadan bi­rinde bir belirti olur ise, artık geriye dönmek gerekmez. Daha ilerisi olan nefis latifelerine, külli letaife geçer.

Bu usul ile, iş murakabeye kadar getirilir. Müşahede ihsan olunduk­tan sonra, diğer latifeler dahi ihsan olunur. Yani diğer letaiften bekle­nen iyi haller elde edilir. Ahfanın kendisinde, ondan sonra nefis latifelerine geçildiğinde, bir zaman da zikirde ve fikirde kalındığı halde; manevî bir belirti ortaya çıkmaz ise, o zaman mürşid olan şeyh müridi karşısına alır. Bir teveccüh edip müridin latifelerine tek tek tümüne bakar. Bir açıklık bulursa, ya­zıldığı şekilde, işi murakabeye kadar getirir.

Mürşid olan şeyh, teveccühünde; Hak yolcusu salikin latifelerini kapalı bulur ise, salikin yemesinde, içmesinde bir haram, üzerinde kul hakkı, gıybet gibi bir şey görürse, bunlardan kurtuluncaya kadar mü­ridi içten ve dıştan terbiye etmeye bakar. Bütün bunlara rağmen yine de bir belirti meydana gelmez ise, artık iş, ezel pazarlığına yorulmalıdır. Kendisi, bulunduğu zikirde çalıştırılır. Ancak, o Hak yolcusu müridin mürşid şeyhi, kâmil ve mükemmil bi­ri olunca; isterse kudsî kuvveti ile o zavallı Hak yolcusu saliki, tüm la­tifelerinin manevî belirtilerini göstermek sureti ile müşahede makamına kadar götürür.

Müridlerin bazısı da zekidir, geleceği parlaktır, hızla yol alır. Bunun için, hemen kalb nuru zuhur eder ve müşahede meydana gelir. O, bu du­rumunu mürşidine anlattığı zaman, mürşid onun bu halini örtpas eder; biraz da ona asık yüz gösterir. Sonra da, bir bir latifelerin belirtilerini müşahede ettirir; sırası ile murakabeye kadar getirir.

Mürşidin himmeti ile; saliklerin bazısı zekâsı, teslimiyeti ile kısa za­manda latifeleri, nefiy ve isbatı, murakabeleri görüp geçer. Şekten şüpheden de kurtulur. Böylece, Cenab-ı Hakkın ihsanına zuhur yeri olur.

Bazı Hak yolcusu salikin de, anlayışı kıttır. Bu yüzden latifelerinde ve müşahedesinde kalbi tatmin eden bir şey elde edemez. O zaman, mür­şid şeyhe düşer ki; Hak yolcusu salikin kendisi halinden memnun olup kendisine güven duyuncaya kadar :
"Oğlum, çalışmayı sürdür." Emrini vere ve sürekli çalıştıra..


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 27 Mart 2012, 10:34:21
Bu Yolun (tarikatın) Bazı İncelikleri (2)


Bundan önce, üç murakabe mertebesi anlatıldı. Onların sonuçları elde edilir ise, Allah'ın ihsanları olur. Aynı zamanda onlar, hilâfet makam­larıdır. Bu hilâfet makamları dahi üç türlü olup

Birincisi : Burada, Hak yolcusu salikin tecellisi gereğince, kendi­sinde, başkalarını da irşad etme kabiliyeti bulunur. Bunun için, kendisine bu yolda hilâfet verilir.

İkincisi : Bunda, başkalarını irşad etme kabiliyeti yoktur. Bu yüz­den, kendisine sadece hilâfet verilir.

Üçüncüsü : Bazı Hak yolcusu salikin dahi, kabiliyetinin bir gere­ği olarak bu yolun gereklerini yaptırmak ve tamamlatmaktır. Buna dahi, hilâfet bu yoldan verilir. İhsanları o şekilde gelir.

Ancak, anlatılanlardan biri veya hepsi; sülûkünü tamamladıktan sonra :
"Halife oldum.. Bu makamda ben de bir şeyhim.." diyerek yola çıkarsa tehlikeli bir işe girmiş olur. Allah, bizleri ko­rusun, bu kimsenin pisliğini yedi deniz temizlemez gibidir.

Hak yolcusu salikin bu hilâfet makamlarında selâmeti odur ki; ken­disini cümleden altta göre..
Şeyhine dahi, teveccühünü ve sevgisini artıra..
Bunları her nekadar çok ederse, o kadar derecesi artar, daha da yük­selmesi için bir sebeb olur.
Yine kendisini herkesten alt görmeyi, şeyhine teveccühü ve sevgiyi nekadar azaltır ise, o kadar zayiat verir ki, bunla­rın sayısını bulamaz ve hesabmı yapamaz. Açıkçası, Hak yolcusu salik; aynı anda arşı, yeri müşahede etme ma­kamına gelmiş olsa dahi, yine de dizgini mürşid şeyhinin elinde bilmeli­dir. Hemen her hususta teslimiyet halinde bulunmalıdır.

Bir şiir :
Seyrim içre uğradım bir şehre ben; Görmedim o şehr içinde nesne ben..
Bir beyaz duman dahi hem kaplamış; Çün taaccüb eyleyüb durdum heman..
Bir hitab erişti sırrıma o an; — «İrciu..» Deyu denildi bir hitab..
Canımı tenden ayırdı o hitab; Göremedim kendimi o dem deben..
Görünenin cümlesi Hak nerde sen; Ol arada çok tekellüm eyledi..

Yek harf ve savtile değil idi;Bir libas giydirdi hakkani idi..
Cümle renkler anda pünhani idi; Çün girenler ol libas içre veli.
Zahiri halk batını Haktır belli; Nuri gider âlem içre serteser..
Mahv'olup kalmada kendinden eser..
    
Mânâsı:
Bu yolda yürüyüp giderken, ben bir şehre uğradım; o şehir içinde ben hiç bir şey görmedim.
Orayı aynı zamanda bir beyaz duman kaplamıştı; bundan şaşırdım, hemen durdum.
O anda, özüme bir hitap geldi: — «Dönünüz..» şeklinde bir hitab edildi.
O hitap, ruhumu bedenimden ayırdı; o arıda, ben kendimi göremedim.
O görünenin cümlesi Hak idi, sen neredesin?. Bu arada çok söz söyledi.
Belli bir harfle, belli bir sesle değildi; bir de elbise giydirdi ki, Hakkani idi.
Bütün renkler onda gizlenmişti; o elbisenin içine girenler de velî-
Evet, o elbisenin dışı halk, içi de Hak idi; artık Nuri âlemden tamamen gider
Silindi, kalmadı kendinden eser..

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 28 Mart 2012, 11:06:46
İsimlerin Tecellileri


Ey Aziz, Burada anlatılacak olanlar da bilinmesi gereken şeylerdir...

Allah'ın rızasını ve Resullüllah'ın yolunu isteyip izleyen, bunlara gönül veren, özünde sözünde doğru aşık olan bir kimse; bundan önce anla­tılan murakabe halleri ile uğraşmalıdır. O halini sürdürürse, Yüce Allah'­ın yardımına mazhar olur. İsim tecellilerinin de belirtileri, ortaya çıkar.
O zaman, Hak yolcusu salik, kendisine bakıp gördüğü zaman anlar ki;
Or­taya çıkan zikir, fikir, söz bunlardan başka her ne ortaya, çıkıyorsa, hiç biri kendinden değil...
Bu arada, kendisi de, bir tercüman durumunda
-.. Söyleten Hak.. Bunun böyle olduğunu, yakîn gözü ile, yakîn açıklığı ile müşahede eder.

Sonra...
Gökte uçan, yerde gezen küçüklü büyüklü canlıların türlü dillerle söyledikleri zikirlerini; cansız görünen ağaçların, bitkilerin tamamen halleri ile dile gelip tesbih okuduklarım işitir.

Bu mertebede bulunan bir Hak yolcusu salik, bulunduğu mahalde, gezdiği yerlerde; Vaaz, Kur'an okumak, ulema meclisleri gibi yerlerde, her ne işitir ve her ne dinlerse., hemen hepsi tercümandır; onları da söy­leyen Hak'tır.

Açıkçası:
Hak yolcusu salik, anlatılan mertebede, tüm işittiği ses­leri, Hak'tan duyup işitmeye başlar.
Hak yolcusu saliklerin bazısına bu mertebede :
«İrcii.. (Dön..)» mmri zuhur eder.

Ne var ki, bu mertebede; henüz ikilikten kurtulmak olmamıştır. Dolayısı ile, sevgili derdi ve ahı ile uğraşır durur. Bu yoldan, kendisinden isbat zuhur etmeye başlar.

Bir şiir :
Her ne varsa bu cihanda söylenür; Söyleyene bakma canım söyledür..
Söyleyen Hak'tır cümleden söylenür; Tercüman dil ve dudak hem söyledür..  
    
Mânâsı:
Bu cihanda, kendi kendine söylenip duran ne varsa, söyleyene bakmayasın; onları canım söyletir.
Hepsi Haktır, cümleden dile gelip söyler; dili, dudağı tercüman edip söyletir.

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 30 Mart 2012, 10:47:18
Fiillerin Tecellileri


Hak yolcusu salik, şevkle ve sevgi ile ah edip inlerken murakabesi ile de meşgul olursa.. Allah'ın ihsanından fililerin tecellisi ortaya çıkar.
Bu durumda Hak yolcusu salik, kendisine bakıp görür ki: Bir ağaç du­rumundadır. Cümle gidiş-duruş, oturup kalkmak, kuvvet-kudret, bunlardan başka benzeri olan bütün fiillerden her ne olursa, kendisinden çıkıp işleniyor.. Ama, hepsini yapan Hak'tır. Bu arada, kendisi, ağaç du­rumunda olan bir şeydir. Bu hali; yakin gözü ve yakin açıklığı ile mü­şahede eder.
Kuşlar, vahşî hayvanlar, yerde ve gökte bulunan canlılar ve ağaçlar, ağaçların meyveleri, bitkiler ve verdikleri yemişler tamamen birer âlettir.
Bütününden, yani insanlardan, cinlerden, tüm mevcudattan, sair şeylerden ortaya çıkan işlerin cümlesini yapan Hak'tır. Bunların birer âlet olduklarını müşahede eder. Hem de yakin gözü ile..
Ne var ki, burada da, ikilikten kurtulmak yoktur. Bu yüzden gece gündüz dost cemalini arzular, ona iştiyak duyar. Ah edip inler.
Bu arada, mürşid şeyhinin ruhaniyetinden yardım isteyip murakabe­sini sürdürürse, sıfatların tecellileri, zat ve tecellisi belirtileri ortaya çıkar.

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 02 Nisan 2012, 11:16:19
Sıfatların Tecellileri ve Zat Tecellisi


Hak yolcusu salik, sürekli murakabe işi ile uğraşırken, sıfatların te­cellileri zuhur eder. Bu yoldan da Allah'ın ihsanına zuhur yeri olur. Hak yolcusu salik, kendisini bir ayna gibi görür. O aynada, Al­lah'ın sıfatlarını müşahede eder.
Hak yolcusu salik, bu mertebede bulunurken gökte, yerde, hava boş­luğunda; kuşlardan, vahşî hayvanlardan, insanlardan, cinlerden, ağaç­lardan, meyvelerden, bitkilerden ve onların verdikleri yemişlerden taa zerreye varıncaya kadar gördüğü her varlığı birer ayna bilir ve görür. O aynalarda dahi, Allah'ın sıfatlarını müşahede eder.
Her bir aynada salike; yakin gözü ile, yakin ilmi ile müşahede vaki olur.
Burada, şöyle bir soru akla gelebilir.
Bu kadar yüz bin renkte görünmek nedendir? Çünkü, aslında görünen birdir.

Bunun için şu kısa cevap verilir :
— Her aynadan görünen aynanın rengidir; zuhur eder. Yine de gö­rünen birdir; Hakkın sıfatlarıdır.

Hak yolcusu salik, şevkle sevgi ile ah edip inleyerek yükselir. Halini artırır. Artan güzel hali Mürşidinin Ruhaniyetinden yardım isteyerek mu­rakabe halini sürdürür. O, bu durumda iken; Yüce Hak, sonsuz keremi, bitip tükenmeyen lütuf ve ihsanından o kuluna acıyarak şekilsiz ve ben­zersiz olarak Yüce Zatından tecelli eder. Ne var ki, Hak yolcusu salik, bu tecelliye dayanamaz. Vücud iklimine büyük bir sarsıntı gelir; her bir azası parça parça olur. Bu yüzden Hak yolcusu salik, yanıp kül olur. Bu külü de, rahmet denizine atarlar, orada yok olur. Artık, Hak yolcusu sa-likin kendisinden zerre kadar bir iz kalmaz.

Bunun daha açık manası şöyledir :
Yerden arşa, arştan yere kadar olan melekler, insanlar, cinler, kuş­lar, vahşî hayvanlar, bitkiler, denizler, karalar, dağlar, taşlar, zerreye varıncaya kadar her şey, tüm varlıklar; Yanar ve Yüce Hakkın zatında silinip yok olur. Bundan sonra, Yüce Zat'tan başka bir şey kalmaz.

Hak yolcusu salik, anlatılan halde iken; bir şekil, bir durum, bir ses, bir harften temiz ve beri olarak sırrına şu mana gelir :
«Saygılar, kulluklar Allah içindir. Salâtlar, güzellikler, selâm sa­na; keza Allah'ın rahmeti ve bereketleri de..»

Hak yolcusu salikin kulağına üstteki hitab gelir gelmez, elinde olma­dan şöyle okur :
«Selâm bize ve Allah'ın salih kullarına..»

Hak yolcusu salik, bu halde iken, şekilsiz benzersiz bir halde, sırrına şu hitap gelir :                                                
—  Kulum, ben senden hoşnutum; sen de benden hoşnut musun?.
Bunun üzerine, takatsiz düşüp secdeye kapanır.

O bu halde iken, ke­mal, kerem, sonsuz lütuf ve sonsuz ihsanından şöyle buyurur :
—  Kulum, şu kadar zamandan beri ettiğin ibadetler ve kulluklar, zi­kir, fikir, bunlardan başka tüm ibadetlerin rızaya uygundur. Hoşnut olduğum için bundan sonra istirahata çekil.

Bu hitap, Hak yolcusu salikin sırrına geldiği zaman şöyle der :
—  Sana sığınırım ya Rabbi, sana sığınırım.. Bu madde libasında bu­lundukça, kula kulluk gerekir..
Der, öncekinden daha fazla zikre, fikre dalar. Titizlik ve kulluğun ke­maline ayak basar; ihlâsla devam eder.
Yoluna acaip bir şekilde, şaşkın, hayretler içinde koyulup giderken; akıllar kavramaktan yana kusurlu, anlayışlar aciz kaldığı bir şekilde lütuf, kerem, ihsan olarak bir başka tecelli zuhur eder. Bunda dahi bir şekil ve belli bir durum yoktur.

Her gezdiği, her oturduğu, görüp bulunduğu yerde ve halde :
— Hak ben..

Sırrı zuhur eder. Elinde olmadan içi:
— Hak ben Hak ben..
diye çağırır.

İşbu hal, fenafillah (Allah'ın zatında ve sıfatlarında yok olmak) sır­larının zuhuruna işarettir.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 03 Nisan 2012, 11:27:36
Fenafillah "Hazreti Allah'ın zatında ve sıfatlarında yok ol­mak"


Bu mertebeye ermek için, Hak yolcusu salikin sürekli murakabe gö­revi ile meşgul olması gerekir. Onunla meşgul olursa, şevki ve sevgisi ar­tar. Hak yolcusu salikin doğrulukla kullukta hazır olması, istikamet üze­re bulunması, mürşid şeyhinin ruhaniyetinden de yardım istemesi ile fe­nafillah tecellisi gelir. Ama, Rahman zat tarafından bir lütuf, bir kerem, bir ihsan olarak.. Bu durumda, Hak yolcusu salik, kendisini fena (yok­luk) alanında bulur. Mal mülk, çoluk çocuk, ibadet taat tamamen silinir gider. Böylece, Allah'ın himayesinde bulunan iflâs edenlerden olur.

Bu durumda olan Hak yolcusu salik sanır ki; kendisi, âdem soyun­dan gelmemiş. Ne âlem var, ne de Âdem.. Yerden arşa, arştan da yere kadar olan melekler, insanlar, cinler, dağ, sahra, ırmak, deniz, zerreye varıncaya kadar hiç bir şey meydana gelmemiştir. Ne kendisi var, ne de diğer varlıklar. Bu hal içinde, aklı ermeyen bir sarhoş gibi durur.

Hak yolcusu salik, bu halde iken, Rahman suresinin 26 ve 27. âyetlerindeki şu manalar zuhura gelir :
—  «Yeryüzünde bulunan her şey yok olacak; celâl ve ikram sahi­bi Yüce Zat'ın yüzü kalacak..»
Ve., salik, bu mana içine düşer.

Soracak olan şöyle bir şey sorabilir :
—  Bu varlıklar, nasıl yok olur ki?. Hemen her şey açık açık görül­mektedir.
Üstteki soruya, güneşle yıldızların durumunu göstererek cevap vere­biliriz. Geceleri görünen yıldızlar, gündüz güneş doğduğu zaman, tamamı yok olma makamında silinmiş görülür. Bütün varlıklarla bu iş âlemi; Allah'ın yüce zatına nisbetle bir yıldız hükmünde dahi değildir; daha da küçüktür. İşte, anlatılan misale göre, tüm varlıklar Yüce Zat'ın tecellisi ile silinmiş ve yok olmuştur. Fenafillah makamına tam geçen, bu manayı anlar..


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 04 Nisan 2012, 11:19:12
Bekâbillah "Hazreti Allah'ın zatında ve sıfatlarında var ol­mak"


Hak yolcusu salik, bu makamda şevk ve muhabbet işinde ileridir.
Hak yolcusu salik, bu makamda, mürşid şeyhinin ruhaniyetinden yar­dım dileyip murakabesini sürdürürken; kemal, fazl, kerem, lütuf ve bol ihsanından Yüce Zat'ın bekabillah tecellisinin izleri belirmeye başlar. O zaman, Yüce Hak ile beka alâmetleri ortaya çıkar, sahibini lâhut âlemi­ne kadar götürür. Bu durumda, Hak yolcusu salikten hiç bir şey saklı kalmaz; doğudan batıya, bütünüyle tamamen tüm varlıklardan melekler insanlar, cinler, kuşlar, vahşî hayvanlar, diğer canlılar, ağaçlar, bitkiler, meyveler çeşidinden zerreye varıncaya kadar her şey.. Bundan sonra; karanlık gecede, karataş üzerindeki kara karıncanın yürüdüğünü görür ve ayağının sesini işitmek kendisine ihsan olunur..

Bu mertebelerde; tarife hacet bırakmayan bir hal daha ihsan olunup ortaya çıkar. Şöyle ki; yukarıda anlatılan şeylerden zerreye varıncaya kadar hemen her şey emrine boyun eğer.

Sonra da, Yüce Zat'ın hitabına mazhar olur :
"Evvellerin ve âhirlerin ilmini sana ihsan eyledim. Şimdiden son­ra git; Kullarımı irşad edip bana getir!" buyurulur.
Hak yolcusu salike, Hakkanî bir giysi giydirilir. Şeriat-ı Ahmediye'ye bürünüp mülk âlemine gelir.
«Her şey, aslına döner» manasının sırrına zuhur yeri olur.

Şiir :
Fena sahrasını görmezse salık; Olamaz billah irfana malik..
Ne bilsün bekada seyri o salik; Enelhak sırrında kalur utanık..

Mânâsı :
Salik, fena alanına görmeyince, vAllahi irfan sahibi olamaz.
Enelhak (Ben Hak) sırrında utanıp kalan salik, bekada gitmeyi nasıl bilsin?.


Ey kıymetli, şu da bilinmiş olsun ki..
Yukarıdan beri anlatılan yerleri okuyup gördüğünde; değişik bir düşün­ceye kapılıp kısır akıl, eksik anlayışla sakın ha çok sakın dil uzatmayasın. Buna çok dikkat edilmesini umar ve beklerim. Zira, bu makam, çok tehlikelidir. Allah bizi de, sizi de korusun. Bu makam, hal kabilinden bir şeydir. Düşenin parçası bulunmaz; ye­ri de cehennemde gayya kuyusudur.


Durum, sözle, ancak bu kadar anlatılır. Bilen irfan sahibidir ki, şu mana onun içindir:
«İrfan sahibine bir işaret yeter.»


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 05 Nisan 2012, 11:37:18
Müstağrakıyne Fizatillah "Allah'ın zatında dalgın ya­şamak"


Buraya kadar anlatılan dört mertebede; Hak yolcusu salik yoluna girip giderken Yüce Sübhan Hakkın verdiği başarı ve mürşidinin de himmeti ile kendisine müşahede hali ihsan olunur. Bundan sonra; güçlü, yar­dımına sığınılan mutlak feyiz sahibi Yüce Zat, sonsuz fazlı ve keremi ile bir tecelli daha ihsan eyler. O zaman, müstağrakıyne fizatillah (Allah'ın zatında dalgın yaşamak) sırrı zuhur eder.

Bunun daha açık manası şöyle anlatılır :

Zerreye varıncaya kadar bütünüyle baştan başa tüm eşya Yüce Zatta silinmiş ve yok olmuş görülür. Hak yolcusu salik dahi, şekilsiz, keyfiyetsiz bir şekilde zamandan mekândan beri olur. Yüce Zat'a dalar gider.
Anlatılan durumda, Hak yolcusu salik, damlasını denize vermiş olur. Artık ne can var, ne de cihan.. Ne salik var, ne de zerre.. Hiç bir şey yok.. Bütün varlıklar, silinir; hiç birinden iz kalmaz. Hemen hepsi de, Yüce Zat'da silinir gider, işte anlatılan bu mertebeye :
Muktağrakıyne fizatillah (Allah'ın zatında dalgın yaşamak)... derler.

Şiir :
Aradık Yusuf ü Ken'an ilinde; Yusuf bulundu Ken'an bulunmaz...

Şiirin Mânâsı:
Yusuf aleyhisselâmı Ken'an ilinde aradık; Yusuf bulundu, ama Ken'an ili bulunmadı..

Hal, sözle bilinmez.. denildiği gibi, anlatılan, Allah'ın ihsanıdır; sözle anlatılamaz. An­latılacak olsa da, ancak bu kadarına işaret edilir ve anlatılır. İrfan sa­hibine de bu kadarı yeter.

Ancak..
Bu mertebeye gelen Hak yolcusu salikin, baştan buraya kadar an­latılan tecelliyat seyri, Allah iledir. Burası, Hak yolcusu salikin, kendisine başkalarını da irşad etme kabiliyetinin geldiği derecesidir.

Yüce Allah'ın zatına dalgın yaşamak, Allah ile seyrin gizli derecesi­dir; Allah ehli zatların alfabe okudukları makamın başlangıç derecesidir. Zira, Allah'ta seyire son olmaz.

Şöyleki:
Hak yolcusu bir salik, Allah'ın ihsanına zuhur yeri olarak bin sene ömür sürecek olsa, her nefes alış verişinde bir tecelliye zuhur yeri olsa; bir kere gelen tecelli bir daha aynen gelmez. Taa, ezelden ebede kadar bu böyledir. Ne kadar Allah ehli zat gelip geçmişse., bir velideki tecellinin tekrarı hiç bir velide olmamıştır.
İşbu anlatılan sebepledir ki : Allah'ta seyre bir son yoktur. Son olmaktan yana çok çok uzaktır.


«Allah'a hamd olsun ki, bunu bize hidayet etti. Eğer Allah bize hidayet etmemiş olsaydı; biz hidayeti bulamazdık.» duâ makamında gelen A'raf suresinin 43. âyetindeki bu mana pek güzeldir.

Şiir :
Seherlerde gör âşıklar gider sahraya ifnaya;
Olurlar cümleten ifna giderler andan ifnaya;
Varırlar öyle kim güya yoğimiş bir eser anda;
Ne kendü var ne âlem tefekkürsüz bu esrada..
Dururken bir nida gelir : "Ne istersiz, verem size"; Benim ihsan-ı lütfumdan ne istersiz verem size..
Diyeler : "Rabbena..";
Bunlar, bu gönlümüz seni özler; Gerekmez gayrı nesne hiç cemalin gözedir gözler..
Bu hali diyicek anlar tecelli kıla sultanı; Beka ender beka olup görünür ruy-ü Sübhanî..
Görünce dost yüzün bunlar safalar bahşolur cana; Bekada saltanat sürer şükürler lutf-ü Yezdan'a.. Cenab-ü Kibriya Hakki ne ihsandır bu ihsanlar; Akıllardan fikirlerden müberradır bu ihsanlar.. Üçüncüde yine bizzat tecelli eyleye ol zat;
Eser kalmaya bunlarda olalar zat ile bizzat..
Yeter bu sözlerin Nuri alan bir noktadan almış; Bulan dostunun visalini hakikat nuruna dalmış..

Mânâsı
Âşıkları seher vakitleri görmelisin, çöle kaybolmaya giderler; tamamen yok olurlar, ondan sonra yok olmaya giderler.
Varacakları yere öyle varırlar ki, kendilerinde bir iz yokmuş gibi; bu gece yolculu­ğunda ne kendileri, ne de fikre dalmayan başkaları var., Durup dururken, bir ses gelir :"Ne isterseniz, size vereyim. Benim ihsanımdan, lütfumdan neler istiyorsanız, size onu vereyim."
Bunlar şöyle derler :"Rabbimiz, bu gönlümüz seni özler; başka hiç bir şey gerekmez, gözler cemalini görmeyi bekliyor."
Onlar böyle deyince, sultanî bir tecelli kılar; beka içinde beka olur, Sübhanî yüz görünür.
Bunlar dost yüzünü görünce, cana safalar gelir; beka makamında saltanat sürerler, Allah'ın lütfuna şükürler olsun.
Cenab-ı Kibriya hakkı için söyleyin, bu ihsanlar nekadar büyük ihsanlardır; bu ih­sanların ne olduğunu anlamak, hatta düşünmek, akıldan fikirden uzaktır. Yüce Zat, üçüncü kere bizzat yine tecelli eyler; o zaman bunlarda eser kalmaz, bizzat Yüce Zat ile olurlar.
Nurî, bu kadar söylediğin yeterlidir; zaten alan tek noktadan almış, dostuna ulaş­mayı bulan hakikat nuruna dalmıştır.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 06 Nisan 2012, 10:45:44
Mürşid - Mürid Arasındaki İncelik Taşıyan Bağlantılar 1


Hak yolcusu salik, önce kâmil bir mürşidin elini tutacak. Onun hiz­metini tercih ederek, her bir emrini yerine getirmek için bütün gücünü harcayacaktır.
Mürid, anlatılan halde bulunurken, kendisini "O gün anadan doğ­muş, dünyaya o gün gelmiş gibi" bilecek. Bu durumda mürşid şeyhi, onun manevî babası olur. İlâhî feyiz memesini ağzına verir; ilâhî feyzi emzirir, Allah'ın hoşnut olduğu yola götürür.

Bu arada şunu da belirtelim ki, müridlerin kabiliyeti değişiktir; tes­limiyetleri birbirinden ayrıdır. Bazısı, kısa zamanda buluğa erer; bazısı­nın buluğa erip ergenlik çağına gelmesi uzun zaman alır.

Her ne ise bir müridin ergenlik çağına gelip buluğa ermesi sonun­da; manevî babası olan kâmil mürşidi ve efendisi o müridin haline uy­gun olarak biraz mücevherat verir, ilâhî feyiz ticaretinin yolunu göste­rin. Zira, o mürşid; sonsuz, hesapsız mücevherata sahiptir. Eğer mürid, kendisine verilen bu mücevheratın değerini bilmez de, sermayeden kaybederse, bütününü elinden alır, o hal ile, bir zaman gez­dirir.
Sonra biraz daha mücevherat verir. Yine sermayeden kaybedecek olursa, yine elinden alır. Bu durumda mürid, biraz terbiyeye muhtaçtır; biraz terbiye kapıları açılır. Bu terbiyeden sonra; kendisine verileni boşa gidermeyeceği, kârını bileceği anlaşılır ise, o zaman, kendisine daha çok ihsanlar bahşişler ve­rir. İlk sülük halini de ihsan eder.
Hak yolcusu salik, kendisine yapılan iyiliği boşa gidermez de, yük­selmeye devam ederse, mürşid şeyhi, kendisine daha çok ihsanlar eder, iyiliklerde bulunur. Yükseldikçe verir, yükseldikçe verir; o kadar ki: Hak yolcusu salik, o mücevherat içinde boğulur.
Anlatılan hal bulunduktan sonra; artık Hak yolcusu salik, ergenlik çağına gelmiş ve rüşdünü isbat etmiş olur. Bu durumda, manevî babası olan değerli zat, her ne gerekse onu verir; alış veriş yollarını kendisine gösterir.
Amma, Müride düşer ki :
Mürşid şeyhinin himmeti ile kendisine ve­rilen mücevheratı yitirmeye.. Onu, sağlam bir altın sandığa yerleştire.. Sonra da, bu sandıkta her ne var ise, başka neye sahip ise;
—  "Benim neyim var ki.. Cümlesi mürşidimin ihsanıdır. Ben muhtaç, müflis çaresiz biriyim.." dedikten sonra, onun tüm hizmetini yerine getirmeli; emrini tutma­lıdır. Hatta bu işe, öncekinden daha çok dikkat etmelidir. Hemen her yol­dan onun hoşnutluğunu elde etmeye, duasını almaya bütün gücünü harcamalıdır. Kendisine verilen emaneti de yitirip telef etmemek için tam bir gayrete sahip olmalıdır.

Durumu anlatıldığı gibi olan müride; mürşid himmeti ile, Allah'ta seyirden yana sonsuz dereceye ulaşmak ihsan olunacağından hiç şüphe edilmeye..

Ancak, bu arada, mürid :
—  "Rüştümü isbat edip ergenlik çağına geldim. Bu kadar da mücev­herata sahibim. Bundan sonra, manevî babaya ne ihtiyaç var?." Yollu sözler etmeye cesaret eder ve hoşnutsuzluk yolunu gözetmeden :
—  "Bundan böyle biz de başlı başına, bir sultan olduk." sözündeki manaya benzer haller meydana gelir ise., en kısa zaman­da, elindeki mücevheratı zay eder. Allah'a sığınan bir müflis olur.

Bundan sonra, kendisine Allah tarafından mücahede kapıları açılır. Bir zaman o mücahede halinde çalışıp didinirse de, hiç bir faydası olmaz; kendisi mahzun ve şaşkın olur.
Bu arada kusurunu anlar, bu mücahede rüzgârının ne yüzden mey­dana geldiğini ayırd edip aman dileyebilir. İçtenlikle, mürşidine yüz döndürür. Ne var ki, işin sonucu, manevî babası olan büyük zatın merha­metine, şefkatine kalmıştır. İsterse, eski halini verir; istemezse, bulun­duğu halde bırakır.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 09 Nisan 2012, 11:05:58
Mürşid - Mürid Arasındaki İncelik Taşıyan Bağlantılar 2


Bazı Hak yolcusu salikin tecelli gereği Allah'a seyirdir; ulaşması da karanlıkta zuhur eder.

Açıkçası :
Yedi latifede bir nur belirtisi görün­meden ulaşmak olur. Ne var ki, bu şekilde giden Hak yolcusu salik, an­cak kendi nefsini kurtarmış olur. Başkalarını alıp gitmeye, onları teselli etmeye, irşada kabiliyeti olmaz.
Bu şekilde, karanlıkta gidip kendisini kurtaran müridin terbiyesi, yedi latifeden başlar. Zikirle, tefekkürle meşgul olur. Bu hallerde iken, yine karanlıkta olmak üzere kalb tarafından biraz ağaç, akarsu ve ben­zeri alâmetler görür. Durumu, mürşid şeyhine ifade ettiği zaman, küllî letaif dersine varıncaya kadar mürşidi kendisine telkin eder; bir süre de bu şekilde gider.
Yine karanlıkta olmak üzere; kalbde, diğer latifelerde, ruhaniyette veya cismaniyette nasıl olacaksa o şekilde Fahr-i Âlem Resulüllah Efen­dimizi görebilir; Allah ona salât ve selâm eylesin. Dört halifeyi de gö­rebilir; Hazret-i Pir efendimizi de görebilir.
Anlatılan hale eren müride, mürşidi, küllî letaif de telkin eder. Mürid, burada dahi biraz gider. Belirtileri meydana gelince de, nefiy ve isbatı telkin eder. Bunun da olması gereken belirtileri meydana çıkınca, mura­kabeyi telkin eder.                    
Hak yolcusu saliklerden bazısı, isimlerin, fiillerin, sıfatların tecelli­lerinden birinde kalır ki, daha ileri gidemez.
Tecelli durumunun bir gereği olarak orada takılır, kalır. O zaman, mürşidi olan değerli zat, o müride zat tecellisinden teveccüh eder. Bunu, iki veya üç günde bir kere yapar; her gün de olabilir. Bu teveccühleri yaparken, müridi huzuruna alır.                
O Hak yolcusu salik, düştüğü tehlikeden kurtulur da selâmet bulur­sa, kendisini ileri geçirir. İlerisine geçmek mümkün olmadığı zaman, o halde çalıştırır ki, tecellisinin gereği artık budur.

Ancak, hali anlatılan müridin mürşidi olan büyük zat; kudsî bir kuv­vete sahip, kemalli ve kemale erdirici bir zat ise, o zaman Hak yolcusu saliki kudsî kuvveti yolu ile taa, Allah'ın zatına dalıp yaşayanlar dere­cesine kadar götürür.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 10 Nisan 2012, 11:10:51
Mürşid - Mürid Arasındaki İncelik Taşıyan Bağlantılar 3


Hak yolcusu salik, bu yola ilk girdiğinde, kendisine kalb nuru zuhur eder ve bu durumu şeyhine anlatırsa., onu birden ileri geçirmemelidir. O nurun büyük şanı için, birkaç gün orada tutmalıdır. Ruha, ondan sonra geçirebilir; burada dahi anlatıldığı gibi yapar.
Açıkçası; her birinin nur belirtileri ortaya çıktığı zaman, oralarda üçer beşer gün eğlendirir; son­ra külli letaife getirir.
Adı geçen salik; nefis latifelerine vardığı zaman, aradakilerden bi­rinin nurunu kaybederse, o nuru tekrar bulmadıkça, kendisi ileri geçirilmemeli..
Hak yolcusu saliklerden bazısına bu latifeleri geçip giderken, gizli sayılan bazı şeylerin kapısı açılır.

Meselâ :
Kabirlerin keşfi, kalblerin keşfi gibi..

Bu gibi açılmalarla, Hak yolcusu salikte bir ilişme, takılma alâmeti anlaşılırsa, o Hak yolcusu saliki o tehlikelerden geçirip kurtarmak için:

—  "Bu gibi şeyler, ölüm uçurumudur.." diyerek, kendisine asık yüz göstermeli..

Sonra :
—  Bunlar, hayz-ı rical (erkekleri esas işten alan aybaşı hali) gibi şeylerdendir. "Bizim gayemiz ise, ulaşmaktır." diyerek, onun ilişkilerini koparıp o uçurumdan almalıdır. Bunun için de, mürşid, kendi hücresinden, onun olmadığı zamanlar, geriden müride teveccüh etmelidir.

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.

Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 11 Nisan 2012, 11:20:41
Hilafet Sırrı 1


Hilâfet sırrı, her asırda, değerli bir zata Allah'ın ihsanı olan bir hu­sustur.
Bu yoldaki izin ve icazet, Hazret-i Seyyid'ül-Enbiya ve sened-i Asfi­ya ve etkıya (Peygamberlerin efendisi evliyanın, seçme kulların, mütta­kilerin dayanağı Hazretleri) tarafından gelir. Allah ona salât ve selâm eylesin. Durum esasta böyle olduğundan, bütün Muhammed ümmetinin terbiye edilme hususu kendisine bırakılan Allah'ın bir ihsanı olur. Aynı zamanda bu yolda emir almışlardır.
Değerli bir kimseye, hilâfet sırrı verileceği zaman, Yüce Mukaddes Cenab-ı Hak tarafından Hızır aleyhisselâma şöyle bir işaret verilir :
—  "Falanın oğlu falan kuluma hilâfet sırrını ihsan eyledim. Git, müj­de ver."

Bu emirle, Hızır aleyhisselâm, Peygamberlerin efendisine gelir, der ki :
"Ya Resulellah, falan oğlu falan ümmetine hilâfet sırrı Allah'ın ihsanı oldu. Bu husustaki emriniz nedir?."

Böyle deyince, Allah, kendisine salât ve selâm eylesin; Fahr-i Âlem Resulüllah efendimiz, Hızır aleyhisselâma yeşil bir forma verir :
—  "Şimdi git, bu formayı o zata giydir; sonra al buraya getir." buyurur.

Bunun üzerine, Hızır aleyhisselâm da o formayı alır, o zata getirir. Şöyle der :
—  "Allah, kendisine salât ve selâm eylesin; Resulüllah size selâm eyledi, bu formayı da gönderdi. Allah tarafından sana hilâfet sırrı verildiğinin müjdesi ile geldim. Buyurun, sizi bekliyor."

O çok değerli zat da, hemen :
"Olur.." der, hiç eğlenmeden Resulüllah'ın huzuruna gelir; Allah ona salât ve selâm eylesin. Yüce bir divan kurulmuştur. Öyle güzel ki, vasfı kalemle anlatılamaz. Müberra, müan bir husus.. (Her bakımdan temiz, tüm nok­sanlıklarından uzak, eksiksiz..)
Âlemin baştacı kâinatın efendisi Âdemoğullarının efendisi Resulüllah efendimiz; çeşitli mücevherat ile süslü çok değerli, bezeli yapılmış bir yüksek kürsü üzerinde oturmuş. Allah ona salât ve selâm eylesin. Onun vasfı dille yapılamaz; kalemle anlatılamaz, yazı ile anlatmaktan yana da çok yüksek..
Sağında ve solundaysa.. tüm nebiler ve resuller oturmuşlar; Allah onlara salât ve selâm eylesin. Dört halife dahi oradalar; keza diğer ashab dahi oradalar.. Allah onlardan razı olsun. Bütün pirler, kutuplar, ehlüllah dahi oradalar.. Allah, sırlarının kudsiyetini artırsın. Bunların her biri, kendi mertebelerine göre; süslenmiş, bezenmiş bir kürsü üzerinde oturmaktalar. Bütün bunları olduğu gibi görür.

Bundan sonra, Resulüllah efendimiz, o zatı nurlu huzuruna alır. Son­ra bizzat karşısına getirtir ve ona teveccüh buyurur.
                
Bu teveccühle; söz, iş, amel çeşidinden ne gibi güzel işleri varsa, tü­münü o zata ihsan buyurur. Her ne hali varsa ona giydirir.
Bundan sonra o zata; mücevherat ile süslü yeşil renkte değerli bir forma giydirir. Başına yine mücevherat işlemeli bir taç giydirir. Onun üzerine, yine mücevheratla süslü bir sorguç takar.

Bundan sonra şöyle buyurur :
—  "Cenab-ı Hak, tarafından sana hilâfet sırrını ihsan buyurdu. Be­nim de halifemsin. Tümden ümmetimin terbiyesi sana bırakıldı, uhdene tevdi edildi."

Bundan sonra ona terbiye âletlerinden bazı şeyler verir; Meselâ : Cendere, kamçı, ayaktan bağlamak, boyundan bağlamak için kementler..

Bu âletleri şöyle anlatalım ki: Dünya âletleri ile ölçülmesin.
O âletlerle terbiye edilmesi gereken kim varsa; kendisi doğuda, ter­biye edecek olan dahi batıda bulunsa, aynı anda o âletler terbiye edile­cek kimseye yetişir. Her ne gerekse icra edilir.

Sonra, hilâfet sırrı verilen değerli zat için o büyük mecliste hazırla­nan hilâfet sırrı makamı olan irşad postuna oturması emredilir.
Bundan sonra; peygamberlerin başkanı evliyanın bastacı varlıkların iftihar ettiği yaratılmışların en şereflisi Resulüllah efendimiz Hazretleri el kaldırıp büyük ve üstün bir duâ okur. Allah ona salât ve selâm eylesin.

Oradakilerin de cümlesi :
—  "Âmin !." deyip ellerini yüzlerine sürerler; daha sonra Fatiha okurlar.
Bundan sonra, bu değerli zatın devrinde irşad olacak ne kadar kimse varsa, ne kadar ehlüllah gelip geçecekse, ne kadar inabe edecek derviş varsa hemen hepsi de o üstün meclise davet edilir. Resulüllah'ın emri ve icazeti île o değerli zatın saltanat elini öperler; kendisi ile biat ederler.

Bundan sonra, o zata şu emri verir :
—  "Artık git, ümmetimi dilediğin gibi terbiye ederek Hakka ulaştır." Bu şekilde izin ve ruhsat verilmiş olur.
Ve.. Resulüllah'ın verdiği icazetle evine gelip oturur. Kendisine ve­rilen hizmet emrini yürütür.

...

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 12 Nisan 2012, 11:32:07
Hilafet Sırrı 2


Anlatılan terbiye âletlerinden cendere; bu hilâfet sırrını alan zatın iç âleminde bulunur. Dıştan bildiğimiz cendereye benzemez. Allah'ın ihsanı olan hilâfet sırrının gerektirdiği bir durumdur. Diğerleri de böyle­dir; yani kementler de..

Terbiye edilecek kimse, ister doğuda, ister batıda bulunsun; bu zat hilâfet sırrının nuru ile kendisinden daha fazla o terbiye edilecek kimse­nin haline vâkıf olur. Aynı anda, o kimsenin mana âleminde el ve aya­ğını bağlar, bir yere getirir.
Açıkçası :
—  Tesbih böceği..
Tabir edilen böcek benzeri o kimseyi tortop eder o cenderenin içine koyar. Ağzını da sıkıca bağlar ve sıkar. Bu iş, dıştan görünmez. Böylece, o kimsenin içinin yağı erir.
Bazıları da kamçı ile terbiye edilir.
Bazılarının da eline ve ayağına kement atılır; bağ vurulup bağlanır.
Bazılarına da, boynundan ve ağzından geçirilir gibi, dizgin vurulur.

Hâsılı: Her kimin terbiyesi ne gerektiriyor ve neyi icab ediyorsa.. o şekilde terbiye eder.

Hilâfet sırrını alan bu zat, hemen her şeyi görür; zerreye varınca­ya kadar kendisinden gizli hiç bir şey yoktur. Gördüğünü hilâfet sırrı nuru ile görür.

Şöyle ki :
Müridinin biri doğuda, biri batıda bulunsa, kendisi de ikisinin ortası bir yerde bulunsa., ikisine birden ölüm işi gelse, ölüm hallerinde, onlara şeytan saldıracak olsa, her ikisine de aynı anda yetişir ve şeytanın şer­rinden kurtarır.

Hâsılı:Bu zata, gizli hiç bir şey yoktur; ister yakın, ister uzak, is­ter gece, ister gündüz..  Bunların hepsi de ona göre aynıdır. Herkesin haline vâkıftır; herkesin halini, kendinden daha iyi bilir. Nereye uzansa yetişir. İster yakın, ister uzak; nereyi isterse oraya ayak basar. Göz açıp kapayacak kadar kısa zaman içinde; nereyi isterse, nereyi görmek arzu ederse., orayı görür. Bu zat için gizli bir şey yoktur; istediğini, istediği yerde bulur. Neresi olsa orada var olur; herkesi, kusuruna ve tecellisine göre ter­biye eder. İsterse, bir müridini bir bakışta Allah'a ulaştırır. Ulaştırmadığının da, bir illetin iktiza ettiği hikmeti vardır. Bazısı da, bu zatın elinde kısa zamanda Allah'a ulaşır; uzun süreli zamanda ulaşanlar dahi vardır..
Bu mutlu zat, daima Resulüllah'ın huzurunda bulunur. Bunun için, her ne işler ve isterse.. Resulüllah'ın izni ve ruhsatı ile olur. Sonra bu zat, kendiliğinden, kendi başına hiç bir iş yapmaz.
Anlatılan halle sıfatlanmış, hallenmiş olan bir kimse, kibrit-i ahmer çeşidindendir.

Hal böyle iken; her Hak yolcusu salike, Allah rızası yolunda bulun­mak isteyen özünde ve sözünde gerçekçi olan arayıcı kişiye bu zatı ara­mak ve bulmak düşer. Amma, bulmak için tam manası ile çalışmak şartı ile.. Kendisi bir iklimde, bu zat dahi bir başka iklimde bulunsa, lâzımdan geç; lâzımın da lâzımı olup mutlaka böyle bir kibrit-i ahmeri bulup sahip olmalıdır.

Burada, Hak yolcusu salik, şöyle bir şey sorabilir :
"Bu zat nasıl bilinir?"


Bunun için şöyle bir açıklama yapabiliriz:
—  Onu bulup bilmek için alâmetlerin sonu yoktur. Ancak, en baş­taki şudur : O değerli zatın her işi, sözü, amelleri, tavrı Resulüllah'ın gidişatındadır; Allah ona salât ve selâm eylesin. Kesin olarak, onda hiç bir aykırı hareket bulunmaz. Aykırı hareketi kabul de etmez.

Bir alâmeti de şudur :
Gamlı biri, onun mübarek huzuruna girecek olsa, yüzünü gördüğü anda, bütün derdi gamı biter. Derdin gamın aksine bir ferahlık belirtisi meydana çıkar; gönül açıklığı gelir. İnciler saçılan dilinden, mübarek sözlerinden sürür meydana gelir. Hiç kimse, onun meclisinden kalkmak istemez.

Üçüncü bir alâmet daha anlatalım. Şöyle ki :
Büyüklerden, vezirlerden padişah dahi olsa onun meclisine geldikleri zaman; elde olmadan elini öpmeye ve hayır duasını dilemeye mecbur olurlar.

İş bu vasıflarla bilinen ve sıfat alan mübarek zatı; Hak yolcusu sa­liki ve talibi bulduğu zaman, hiç tereddüd etmeden elini öpmelidir. Onun hizmetini görmeğe de, canla başla girmelidir. Malla, bedenle bütün gü­cünü harcamak sureti ile hizmetinde olmalıdır. Bu arada, kendisine ver­diği her emri bir nimet bilmelidir. Ona itaat etmeli, emrine boyun eğip teslim olmalıdır. Ama, tam manası ile teslim olmalı.. Hemen her husus­ta..

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)



Not:
Yukarıda anlatılanlar bilgilendirme amaçlıdır. Tasavvufa intisab etmiş salik, hocasından aldığı manevi dersleri, yalnız ve yalnız hocasının tarif ettiği usul üzere yapmak zorundadır. Aksi halde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 16 Nisan 2012, 11:38:49
Kutb'ül-Aktab(Kutuplar kutbu..), Gavs-ü Azam(En büyük gavs..),
Kutb-ü Ulâ(İlk kutup..) ve Diğer Kutublar
1


Kutb'ül-Aktab(Kutuplar kutbu..)

Üstün hizmet sayılan kutuplar kutbu olma görevi, Allah tarafından her asırda tek değerli zata verilir. Tek kişiye havale edilir, tek kişiye bı­rakılır. Bundan sonra o, Yüce Sübhanın lütfü ile, o kimse, Allah'ın halifesi olur.
İki cihanın yönetimi bizzat kendisine ihsan edilir; onları dilediği gibi yönetir.


Gavs-ü Azam(En büyük gavs..)

Bu değerli zat, kutuplar kutbunun emrindedir. Bu zat da, her ne kadar muktedir, yönetme yetkisinde güçlü olsa da; destur almadan, ne dil oynatabilir, ne de bir şeye el atabilir. İzin­siz karışmaz.


Kutb-ü Ulâ(İlk kutup..)
Diğer kutupların ilki demektir.

Üçler
Buraya kadar anlatılan zatlar, halk arasında "üçler.." diye anlatılan değerli zatlardır. Yani İlki kutuplar kutbu, ikincisi en büyük gavs, üçüncüsü de ilk kutuptur.

Diğer kutuplar

Yediler, kırklar..
Bunların da her biri kutub olup ancak, Allah'ın ihsanı ile kutuplar kutbuna hizmetçi olmuşlardır. Bun­ların her biri, haline göre bir yere memur edilmiştir.
Meselâ:
İlk kutup Bağdad, Şam, Halep beldelerde tasarruf ederler. Diğer kutuplar da, hal­lerine göre birer ikişer yerlerde tasarruf eder.. Oraları yönetirler. Hatta, kâfirlerin ülkelerini dahi yönetirler. Ancak, bunların tasarrufu, yöne­mi kutuplar kutbunun emri ile olmaktadır. Zira, kutuplar kutbunun ta­sarrufu dışında kalan iki cihan içinde hiç bir şey yoktur. Bütün eşyayı, bütün ehlüllahı kuşatmıştır. İki cihanda iyi kötü her ne olursa, onun bilmesi, dilemesi, kalbinin hareket etmesi ile olur; o anlarda, memur­ları gereken ne ise onu yaparlar.

Kutuplar tasarruf ederken:
"Her biri, yönetmeye memur oldukları yerde dururlar ve öyle ta­sarruf ederler." gibi bir mana anlaşılmamalıdır. Zira, durum aslında böyle değildir. Kendisi İstanbul'da olabilir; görevi de Hindistan'dadır. O anda, Hin­distan'daki görevini yerine getirir. Onlara göre, uzak yakın aynıdır.

Yüzler, Üç Yüzler, Yedi Yüzler, Binler
Bunlar da, Allah tarafından kutuplar kutbunun ve diğer kutupla­rın hizmetlerini görmeye memurlardır.

Üç Binler, Beş Binler, Yedi Binler, On Binler
Bunların kâmil ve mükemmili olsa dahi, yönetim işlerine karışmaz.

Bu anlatılanlarla beraber, her bir asırda, bir rivayete göre "Yüz yirmi dört bin tane" Allah'ın velîsi vardır.
Kıyamet gününe kadar, bu mevcudlar hiç eksik olmaz.


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 17 Nisan 2012, 11:13:07
Kutb'ül-Aktab(Kutuplar kutbu..), Gavs-ü Azam(En büyük gavs..),
Kutb-ü Ulâ(İlk kutup..) ve Diğer Kutublar
2


Kutuplar kutbu olan zat, vakti gelir de ölüm işi olur ve beka âlemine göçünce, yoluna ve gereğine göre kutupluk en büyük gavse Allah'ın ihsanı olur. Nasıl olacağı da, hilâfet bahsinde anlatıldığı gibidir.

Kısaca­sı şöyle olur :
Hızır aleyhisselâma Yüce Mukaddes Allah tarafından şöyle bir ilham gelir :
—  "Falan oğlu falana selâm söyle, müjde ver. Kendisine kutupluk ihsan eyledim."

Bu emir, Hızır aleyhisselâmın kulağına geldiği zaman, peygamber­lerin efendisi, Resulüilah efendimizin huzuruna gelir; Allah ona salât ve selâm eylesin.Derki:
—  "Ümmetinden falan oğlu falana kutupluk Allah'ın ihsanı oldu. Bu haberle geldim; emrinizi bekliyorum."

Böyle deyince, o anda Hızır aleyhisselâma yeşil bir forman verilir :
—  "Var, o ümmetime benden selâm eyle, bu formayı giyip gelsin." buyurulur.

Hızır aleyhisselâm dahi o anda gelir, müjdeyi ve mutlu selâmı ulaştırır, formayı sunar. Hiç durmadan da, o kimseyi alır, Resulülllah'ın huzuruna getirir.
Gelir gelmez görür ki : Yüce bir divan kurulmuş, öylesini gözler hiç görmemiştir; bakan gözle kamaşır.
Sonra mücevherat ile süslü yüksek bir taht kurulmuş. Hemen her türlü zinetle bezelidir. Mücevherata boğulmuş. Peygamberler sultanı Re­sulüllah efendimiz de onun üzerinde oturmaktadır. Sağında ve solunda dahi, her biri kendi mertebelerine göre nebiler ve resuller var. Onlara salât ve selâm olsun. Dört halife, diğer ashab dahi oradalar; Allah onlar­dan razı olsun. Bütün ehlüllah dahi, makamlarına uygun yerlerde otur­muşlar ; Allah-ü Taâlâ, sırlarının kudsiyetini artırsın.
Bundan sonra, Resulüllah efendimiz o değerli zatı çağırır; yüce hu­zuruna alır. Bizzat, kendisi teveccüh buyurur. Bu teveccühünde, kendi hallerini ona ihsan eyler :
—  "İki cihanın yönetimi sanadır; dilediğin gibi yönet.." buyurduktan sonra, onun tasarrufuna işaret olarak, bir mühür verir.

Üzerine de, mücevherat ile süslü yeşil bir forma giydirilir. Başına da, çeşitli mücevherat ile süslü sorguçla beraber bir taç giydirilir. Kutup­lar kutbuna has olan mücevherat ile yapılmış süslü bir kürsü üzerine oturtulur.
Bundan sonra, bütün kutuplara da, Resulüllah'ın emri ulaşır, bu değerli zatın ayaklarını öper ve ona biat ederler; emrinden çıkmamaya söz verirler. Cümle ehlüllah'a dahi, aynı şekilde biat ettirirler.
Bundan sonra, Resulüllah efendimiz el kaldırıp güzel bir duâ okur; Allah ona salât ve selâm eylesin.
Orada bulunanların tamamı:
—  "Âmin !." deyip Fatiha okurlar.

Bundan sonra, zamanın kutbu olan bu zat, Resulüllah'ın müsaadesi ile bütün kutuplara ve ehlüllah'a şu emri verir :
—  "Hemen her gün, bu büyük mecliste toplanmanız lâzımdır."
Çünkü, kutuplar kutbu olan değerli zat, şekli ve hali olmayan bir halle, Allah'ın huzurunda bulunur ve oradan ayrılmaz. Yüce Allah, şa­nına lâyık olmayan sözlerden beridir. Harfsiz ve sessiz olarak, kutuplar kutbuna Yüce Allah'ın zatı için ilham yollu her ne emir gelir ise, diğer kutuplara hemen o emri yerine getirmek emri verilir.

Bu şekilde bütün işler, zerreye varıncaya kadar, görülür, gözetilir. Bu yoldan, işler önce bâtında yürütülür; sonra da zahirde yürütülür.

Bazan olur ki; kutuplar kutbu hayatta iken, en büyük gavsin güzel gidişatı, güzel huyları, sözleri ve beğenilen halleri dolayısı ile karşılıklı hoşnutlukla gavs-ı azam'ı kendi makamına getirir; kendisi tasarruftan el çeker. Tüm işleri ona teslim eder.
Bundan sonra kutuplar kutbu hayatta iken, en büyük gavsın kutup­lar kutbu olması vukubulur.

Kutuplardan birine ölüm emri geldiği zaman, Rahman Allah tarafın­dan kutuplar kutbu zata Hızır aleyhisselâm gelir, durumu haber verir. Kutuplar kutbu da, halin ve Rabbani ilhamın bir gereği olarak, bazan şöyle eder :
"Katarı oynatıp sonda bulunanı öne doğru çeker; dışarıdan birini katara alır."

Bazan da şöyle olur :
—  "Falan yerde, falan mahallede, şu şekilde bir adam vardır. Git, onu getir." şeklinde, kutuplar kutbu ile Hızır aleyhisselâma emir gelir; gider o zatı getirirler.

Bazan da, Hızır aleyhisselâma şu emir gelir :
—  "Git, gece yarısı dünyayı dolaş. Gece yarısı ayık ve uyanık birini bulursan getir."
O da gidip getirir. Bunlar, birkaç kişi olursa, aralarından en lâyık olan seçilir.
Hızır aleyhisselâm, Müslümanlardan ayık ve uyanık birini bulamaz­sa, diğer milletler arasında olanı alıp getirir. Anlatılan yoldan gelen kimseyi, kutuplar kutbu alır, Resulüllah'ın divanına getirir ve o huzurda forması giydirilir ve ölen kimsenin yerine geçirirler.

Hemen her asırda; kutuplar kutbu, en büyük gavs, ilk kutup ve di­ğer kutuplar bu halle gelip gitmektedirler. Kıyamete kadar da böyle gelip gidecektir. Bazan, kutuplar kutbu olmak, hilâfet sırrı, en büyük gavs olmak mertebelerinin üçü de kutuplar kutbu olan değerli zatta birleşir.

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 18 Nisan 2012, 11:26:54
Kâmil Mürşid


Kâmil mürşid, kısaca şu isimlerle anlatılır: "Hakim", "hazik", "Resul-ü Ekrem'in halifesi", "kâmil mükemmil" ...

Açık tabiri ile kâmil mürşid; olgun bir zattır, hemen her işi yerli yerince yapar, işinin ehli­dir, Resulüllah efendimizin yerine halifedir, kendisi nasıl olgun bir zat ise, kendisine uyanları öyle olgunlaştırma meharetine ve bilgisine sa­hiptir.

İşte, anlatılan manalarda olmak üzere, vaktine göre kâmil mürşid on veya on beş kadar bulunur; bazan daha da fazla.. Ama, her asırda..
Bazan, bunların her biri, vaktine göre, büyük bir beldede irşada memur olur.
Bazan da, bunların üçü, beşi büyük bir beldede bulunup irşada me­mur olurlar.
Ancak, bunların tamamı, kimliği kimliğine uygun olarak, Resulüllah efendimizin gidişatını baş tacı ederler. Bir adım dahi ayrı gayrıları yok­tur. Aynen, Resulüllah efendimizin yolunda gider; onun sünneti ile amel ederler.
Hemen her zaman, Resulüllah efendimizin huzurunda olmak üzere teveccüh halindedirler.

Terbiye edecekleri müridi de, izinle ve müridin tecellisine göre ter­biye ederler. Seyrini ve sülûkünü de ona göre gösterirler.
Bunlar, irşad halifeleridir. Hilâfet sırrı bahsinde açıklandığı gibi, peygamberlerin efendisi Resulüllah'ın huzurunda bunlara dahi aynen Al­lah'ın ihsanı olur; müridi terbiye âletleri her birine verilir. Aynı şekilde terbiye etmeye memur olurlar.


Hilafet Sırrı Makamı

Ancak, hilâfet sırrı makamında bulunan yüksek zat, bu değerli zat­ların üstündedir. Bu yüzden, daha önce de olduğu gibi, Resulüllah'ın pos­tunda oturur. Dolayısı ile, iki cihanda mevcud olan tüm Muhammed Üm­meti, kendisine biat eden müridler, diğer kimseler hep terbiyesi altında­dır. Her birinin tecelli gereği ne ise, o şekilde terbiye etmeğe memurdur.

İnabe Almak

Bir mürid, irşad halifesi olmaya memur olan zatın birinden inabe alacağı zaman bakmalı; gidişatı,
Hazret-i Peygamber'in gidişatına uy­gun mu?,
ona tam uymuş mu?,
Mustafa şeriatına tutunup yapışmış mı? ...
İşte mürid bunları görüp kalben tatmin olduktan sonra inabe alır. Bun­dan sonra ona, yıkayıcı elindeki ölü gibi teslim olur. Ama, tam manası ile.. Müride düşen ilk görev budur.

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 20 Nisan 2012, 11:29:25
Müridin Görevleri


Müridlerin bazısına az, bazısına da çok zikir verilebilir.
Müridlerin bazısına da, ayrıntıları fıkıh kitaplarında yazıldığı şe­kilde; farzlardan başka teheccüd, işrak, duha, evvabin, tahiyyet-i mes-cid, salât-ı vüdu gibi nafile namazlar dahi emr'edilir.

Müridlerin bazısına da, savm-ı biyd, bazısına savm-ı Davud ve ben­zeri oruç tutmaları emr'olunur.

Bunlar kime verilirse, onun tecellisine göre verilmiş olur.

Bunlar için, birbirine bakıp da :
"Falana az, bize çok; falana çok, bize az.." diyerek, çoğumsamak veya azımsamak yerinde olmaz. Hiç kimse böyle bir şeyi gönlüne getirmemeli; kendisine verilen emri yerine ge­tirmeli.. Hemen görevi yapmaya çalışmalı, dikkat ye gayret etmelidir.

İrşada memur olan halife; dış hizmetlerden dahi bazısına hafif, ba­zısına da ağır görevler verebilir.
Bu arada, bazılarını huzura alır, kendisine lütufkâr muamele eder. Bazılarını da huzura seyrek getirir; celalli muamele eder.
Hali anlatıldığı gibi olanlar dahi birbirlerine incinmemelidirler. İs­ter celâl yüzü, ister cemal yüzü olsun; hangi yüzle görünürse görünsün, cümlesini büyük bir nimet bilmelidir. Cemale sevindiği gibi, celâle dahi sevinmelidir. Hemen her birini, bir hikmete yorup içine hoş olmayan bir düşünce düşürmemeli.. Daima, hoşnutluk halinde bulunmaya çalışıp gayret etmeli.. Zira, bu kısa aklın; ehlüllahın hikmet inceliklerini bilip akıl erdirmeye, düşünmeye gücü yetmez.
Hâsılı..
Her halde ve her hususta hoşnut olmaktan büyük yol olmaz. Bu ara­da, müride baştan sona gereken dahi, hemen her halde edebe, erkâna uy­gun hareket etmektir.

Şiir :
Edeple şeyh huzuruna girenler; Anlardır hep saadeti bulanlar..
Dost ile dost olup didar görenler; Belki sultan olup seyran sürerler..

Mânâsı :
Mutluluğu bulanlar, edeple şeyh huzuruna girenlerdir. Dostla dost olup yüz görenler, sultan olup safa sürerler..


Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 24 Nisan 2012, 11:15:43
Müridde Edep


Şeyhin tekkesi, konuk almak için dışta bir yeri yok ise, evine gidil­diği zaman, kapıyı hafif vurmalıdır.
İçeriden;
- "Kim o?.." diye sorulmadıkça, o yana dönüp durmalıdır.

Sorulduğu zaman da, şu şekilde cevap vermelidir :
"Duacınız falan.."

Bundan sonra, izin verilir ise, içeri girer. Etrafına bakınmadan şey­hin huzuruna varmalı.. El göğüs üzerine bağlı, namaza kalkar gibi etekler düşük bir şekilde gidip diz çökmeli.. İki eli ile, o değerli zatın elini tutup öpmeli. Sonra, yine kalkıp ayakta durmalı.
Bu arada eğer;
"Otur.." diye emir verir ise, işaret edilen yere tereddüd etmeden oturur. Teveccühünü de bozmaz.
    
Şeyh bir şey sormadıkça, ister dıştan, ister içten ne olursa olsun söyleyeceğini söylememeli. Sorulduğu zaman da, sert sert söylememeli, yumuşak hafif söylemeli. Sorulmaz ise, sessiz durmalı; konuştuğunu da anlamaya çalışarak dinlemeli. Anlayış ve kavrayış verildiği kadar, o söz­lerden bir şeyler almaya bakmalıdır.

Kendisinin sorduğu bir suâle cevab olaraktan da, menkıbeye ben­zer bir şey anlatabilir ki, buna da dikkat edip anlamaya çalışmalı..
Hâsılı; şeyhi bir şey sormadıkça, söze başlamamalı.. Kendisine zor gelen bir husus varsa, onu kalbinde tutmalı; teveccüh halinde durmalı.. Soracak olunca da olduğu gibi söylemeli.. Müşkül işini gizleyip şeyhi, tekrar tekrar soru sormaya zorlamamalı.. Eğer kalbe bir hatıra gelecek olursa., onu atmaya da kalkmamalı:
"Beni benden daha iyi bilir.. Duruma daha vâkıftır.." diyerek, tam manası ile teslim olup durmalı..

Bu arada, kendisine bir cezbe, bir dalgınlık gibi bir şey gelir ise, onu atmaya çalışmamalı, teslim olup durmaya gayret etmelidir.
Şeyhin huzuruna vardığı zaman; meclisinde başka meşayih bulunur ise, onların da ellerini öpmelidir.
İster şeyhin huzurunda, isterse başka yerde :
—  "Falan şeyh.." diyerek, ne birini övmeli; ne de kötülemelidir.

Başka biri tarafından buna dair söz açılır ise, cevap da vermek gerekir ise, övüp şöyle deme­lidir :
—  "Onlar da, şeyhtir; ama şeyhime onları tercih edemem."

Böylece, bulunduğu makama ayağını kuvvetli basmış olmalıdır.

Şeyhin huzurunda iken tükürme, aksırma, sümkürme hali geldiği zaman; kalben izin isteyip dışarı çıkmalı ve o işlerini orada bitirmeli.. Huzurda iken, tükürme, aksırma, sümkürme gibi bir şey etmemeli..

Kendisine :
"Hal yönünden bir şey olursa, hemen gel söyle; sana izin vardır.." denilmiş, izin ve ruhsat verilmiş olsa dahi, yine de dikkat etmeli; bu işte dahi edebe uygun tavır takınmalı.. Tenha ve boş bir zaman araştırmalı; böyle bir zaman bulunca da huzura varmalı.. Orada elini öpüp ne gerekse söylemeli.. Karşılığında ne emir alırsa, candan gönülden kabullenmeli.. Verilen hizmete girmeli..
Anlatıldığı yolda, kendisine bir izin verilmemiş ise, huzura varıp te­veccüh ederek durmalı.. Halinden sorulur ise, söylemeli..
Anlatılan hususta olsun, başka şekilde olsun; huzurda çok otur­mamalı..

Kendisine :
"Otur.." emri verilir ise, biraz daha oturup sonra izin isteyip kalkmalıdır..

Dışarı çıkarken, şeyhin elini tekrar öpmeli; edep üzere çıkmalı. Yü­zünü şeyhine, arkasını kapıya döndürmeli. Dışarı çıkıncaya kadar böyle gitmel; Yolda yürürken, binek üzerinde iken şeyhe raslarsa; gizlenmeye im­kân varsa gizlenmeli; gizlenmeye imkân yoksa hemen el etek kavuşturup edeple verilecek selâmı beklemeli. Kendisine selâm verilirse, boyun büküp selâmı kalbden almalı. Ses çıkararak teklifsizce selâm almamalı. Yani : Ona, herhangi bir kimse gibi davranmamalı.

Müridin sıkıntılı bir hali varsa, şeyhinin yapacağı her ihsanı, ken­disine bir nimet bilerek almalı. Onun mutlu meclisinde otururken, ken­disine az veya çok bir şey verirse, onu oturduğu yerden uzanıp almamalı. Ayağa kalkarak tazimle, ikram bilerek almalı. Eğer mümkünse, bu ara­da onun elini de öpmeli.

Bu arada şeyhin de; geçim ve giyim işinde bir sıkıntısı varsa, mü­ridin de hali vakti yerinde ise, ona verilmesi gereken giyecek, yiyecek, harçlık çeşidinden hangisi ise, bir istek vakti olmadan hemen yetiştir­meli.

Burada anlatılanlara benzer edepler çoktur. Ancak, o büyük zatlar, Allah'ın büyük ihsanına zuhur yeri olduklarından olur olmaz kusura bakmazlar. Ne var ki, anlatılan ve anlatılmayan edeplere uygun hareket eden Hak yolcusu salik, Yüce Sübhan Hakkın lütufları ile en kısa zaman­da en yüksek gayeye ulaşır; gönül kapısı açılır. Kendisinin edebi, terbi­yesi, uyumlu hareketi gönül açıldığına işarettir.

Dışta konuk almaya yarayan yeri veya dergâhı, tekkesi bulunan şeyhlerin huzuruna varmak, hizmetlerini nimet bilmek, emir ve yasaklarını yerine getirmek ve bu uğurda çalışmak dahi tekkesi ve dışta konuk almaya yarayan yeri olmayan şeyhlere gitmek ve emirlerini tutmak gi­bidir. Yani: Bunlara karşı da aynı şekilde anlatılan edeplere uygun hareket edilmesi gerekir. Bu husus da unutulmamalı..

Şiir:

Ne güzel ihsandır bu kul iken sultan olur; Alem içre hükm'edip her dertliye lokman olur..
Evvelin ve âhirin hem zahiri ve batım; Ne olur ise bu cihanda zahiren hem batını..
Kutb-ü aktab hükm'eder aktabdır hem işleyen; Cümle emrine ram olmuşdurur kevn ü mekân..
Hem halifedir cihanda kutb-ü âli serteser; Ne dilerse hep vücut bulur ol zat ey bihaber..
Hızır İlyası dahi hükmüne almıştır o şah; Ne dilerse işletir emrindedir biiştibah..
Şöyle bilkim bu cihan içre veli ol şahdır; Ne ki olur ve olacak cümleye agâhdır.
Ger der isen Haktır ol sen böyle güftar söyledin; Hak sözün doğru kelâmın amma yanlış söyledin,
Aç gözünü kıl tefekkür işbu nazmı ey deli; Kul olan hiç Hak olur mu kim meğer ola velî..
Bu cihanda kutb-ü aktab ne kılarsa cümlesin; Emr-i Hakla kılar ol arada koymaz kendüsin..
Kutb-ü aktab birdir canım haber al Nuri'den; Kafı ba ta eyleyen mime varınca al haber..
    
Mânâsı
Ne güzel ihsandır, şu kul olduğu halde sultan olur; âlem içinde hükmeder, her dert­liye Lokman Hekim olur-
Öncekilerin ve sonrakilerin hem içi, hem dışı; içten dıştan bu cihanda ne olursa olsun...
Hep kutuplar kutbu hükmeder, kalan kutuplar da işi yürütür; hepsi emrine girmiş, ne yer kalmış ne mekân...
Büyük kutuptur cihanda baştan başa halife olan; ne isterse var olur o zat, ey ha­bersiz...
O şah, Hızır'ı da, İlyas'ı da emrine almıştır; hiç şüphe edilmeye onlar emrindedir, ne isterse yaptırır.
Şunu bilesin ki, bu cihan içinde velî o şahtır; olanların ve olacakların hepsini bilir. Eğer dersen : — O Haktır..
Çünkü, sen böyle söyleyip anlattın; senin sözün gerçek, konuşman da doğru, ama yan­lış söyledin..
Gözünü aç, bu şiiri iyice okuyup düşün, ey deli; kul olan hiç Hak olur mu, meğerki velî ola...
Bu cihanda kutuplar kutbu ne ederse hepsini; Hakkın emri ile eder, kendisini araya sokmaz.
Kutuplar kutbu birdir canım, haberi Nuri'den al; kafı ba ta eden mime gelince al haber...



Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)
(Kalplerin Anahtarı)
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Mücteba - 05 Ağustos 2014, 16:02:26
Allah razı olsun kardeşim, mükemmel paylaşım...

Cümlemizden ...
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: Togika - 02 Haziran 2020, 03:55:22
Okumaya doyamadığım bir eser, Allahu Teâlâ razı olsun.
Başlık: Ynt: Miftah'ül-Kulûb'dan Derin Hakikatler
Gönderen: ihvan23@hotmail.com - 27 Kasım 2023, 11:40:02
259 senesinde Rebiussani ayında hücremizde müteveccih iken Efendimiz (s.a.v) zuhur ederek bu aciz kölelerini taltif ile;

“Evladım Nuri vakitler bir acaip oldu. Aşık, sadık ve hakikati arayan ümmetim kolaylıkla yollarını bulsunlar istiyorum. Çünkü bir çok kimseler kendilerini Evliyaullahtan olmadığı halde evliyalık taslayıp ehlullah kisvesine bürünüyor, şeriatıma da itibar etmeyip, geçmiş evliyanın hallerini de kendi hal ve tecellileriymiş gibi göstererek halkı aldatıyorlar, şeriatımı ihmal ediyorlar, ümmetimin hakiki tarikatlara yan bakmasına ve yollarını şaşırmalarına sebep oluyorlar. Onlara şeriat, tarikat, hakikat  marifet ve vuslatın ne olduğunu anlatan bir risale hazırla” buyurdu. Bende emre uyarak bu eseri kaleme aldım.

Miftahü'l-Kulûb / Muhammed Nurî Şemseddin Nakşibendî (k.s)