Sadakat islami Forum

FORUM AKTİVİTELERİMİZ => HAFTANIN MEVZUU ARŞİVİ => Konuyu başlatan: SadakatNet - 09 Mart 2009, 10:51:25

Başlık: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: SadakatNet - 09 Mart 2009, 10:51:25
(http://img25.imageshack.us/img25/9669/adszlco.jpg)

 
Hafta:    71


Mevzu: Peygamberimiz Hz Muhammed SAllahu Aleyhi Vesellem


Araştırmalarınızı bekliyoruz..


(Araştırma yapmak demek bildiklerimizi aktarmak demek değil, bu mevzu hakkında elimizdeki mevcut kitaplardan iktibas yapmak demektir. Her üyemizden bir iktibas yapmasını istirham ediyoruz.)
Başlık: Peygamberimiz (s.a.v.)'in yüce şanına şehadet eden Ayet-i Kerimelerden bazıları
Gönderen: Ay Işığı - 09 Mart 2009, 11:00:11
Peygamberimiz (s.a.v.)'in yüce şanına şehadet eden Ayet-i Kerimelerden bazıları

* Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. (S. Enbiya 107)

* Ey Muhammed, biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmez. (S. Sebe' 28)

* De ki: Ey insanlar, doğrusu ben göklerin ve yerin sahibi, ondan başka ilah bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. (A'raf 158)

* Muhammed S.A.V. sizden birinizin babası değil, ancak bütün peygamberlerin sonuncusudur. (S. Ahzab 40)

* Ey iman edenler, muhakkak ki içinizden, sizin sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, mü'minlere şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir. (S. Tevbe 128)

* De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah günahlarınızı bağışlasın.(S. Al-i imran 31)

* O peygamber size neyi getirmişse alınız, neyi yasaklamışsa sakınınız. (S. Haşr 7)
Başlık: Peygamberimiz (s.a.v.)'in yüce şanına dair Hadis-i Şerifler
Gönderen: Ay Işığı - 09 Mart 2009, 11:01:39
Peygamberimiz (s.a.v.)'in yüce şanına dair Hadis-i Şerifler (Kenzül-Ummal C. 11)

* Kıyamet günü teb'ası en çok olan peygamber benim. Cennetin kapısını ilk açacak olan benim. (Müslim).

* Kabirden ilk kaldırılacak olan benim. İnsanlar toplanmaya başladıkları zaman onlara ilk hitap edecek olan benim. Onlar ümidsizliğe düştükleri zaman onlara ilk müjdeyi ben vereceğim. O gün Livaül-Hamd benim elimdedir. Ben Allah indinde ademoğlunun en şereflisiyim. fakat öğünmem. (Tirmizi)
 
* Kıyamet günü ademoğlunun efendisi benim, öğünmem. Livaül-Hamd benim elimdedir. O gün bütün peygamberler benim sancağım altında toplanacaktır. O gün ilk şefaat edecek olan benim, ancak öğünmem. (Tirmizi).
 
* Ben peygamberlerin seyyidiyim, öğünmem. Peygamberlerin sonuncusuyum, öğünmem. (Darimi)
 
* Ben, benden evvel gelen ve sonradan gelecek olan bütün insanların peygamberiyim. (ibni Sa'd)

* Cennetin kapısını ilk açacak olan benim. O kapıdan gelecek olan sesden daha güzel bir sesi hiç bir kulak işitmemiştir. (ibni Neccar)

* Cennetin kapısına gelip çalarım. Cennetin bekçisi "Senden evvel hiç kimseyi cennete koymamakla emrolundum" der. (Müslim).

* Cenab-ı Hak tarafından bir melek gelip, ümmetimin yarısının cennete girmesi ile şefaattan birini seçmem hususunda beni serbest bıraktı. Ben şefaatı tercih ettim. Şefaatım, Allah'a hiç bir şekilde şirk koşmayanlaradır, (Tirmizi)
 
* Allah'ü Teala İbrahim A,S,'ı dost, Musa A,S'ı sırdaş, beni de habibi olarak kabul buyurdu, Allah'ü Teala, "İzzetim ve celalim hakkı için, ben habibimi dostum ve sırdaşıın üzerine tercih ettim" buyurmuştur. (Beyhaki)
 
* Beni Rabbim terbiye ettiği için güzel terbiye etti. (ibni Süm'ani).

* Kıyamet günü ben, bütün peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsinin şefaatçisi olacağım, ancak öğünmem. (Tirmizi).

* Ben Cevamiül-kelim ile gönderildim. Düşmanlarımın kalbine korku vermekle yardım olundum. Ben uyku ile uyanıklık arasında iken bütün yeryüzü hazinelerinin anahtarları getirilip elime konuldu, (Buhari)

* Ademoğlunun en hayırlısı beştir: Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (Aleyhimüsselam). Bunların da en hayırlısı Muhammed S.A.V.'dir. (ibni Asakir)

* Annem, benim doğumumda, Busra'nın saraylarını aydınlatan bir nur müşahede etmiştir. (ibni Sa'd).

* Cebrail AS. bana, "Yeryüzünde Hz. Muhammed S.A.V.'den daha faziletli birini görmedim" buyurdu. (ibni Asakir)

* Benim nesebim ve sebebimden başka her neseb ve sebep kıyamet gününde bitip tükenecektir. (Taberani)

* Yaratılanların en evveli, peygamber olarak da en son gönderileni benim. (ibni Sa'd).

* Ben, Adem ruh ile cesed arasında iken nebı idim. (Taberani)

* İki hasletle Adem (AS.) üzerine faziletli kılındım: Adem AS.'ın şeytanı kafirdi, benim şeytanım Allah'ın yardımı ile müslüman olmuştur. Onun hanımı hatasına yardım etmişti, benim hanımlarım bana hayırda yardımcı oldular. (Beyhaki).

* Allahü Teala beni, güzel ahlakı ve güzel amelleri tamamlamak üzere peygamber olarak gönderdi. (Taberani)

* Sizin namazındaki rükü ve huşüunuz bana gizli değildir. Ben sizi sırtımın arkasından da görüyorum. (Beyhaki).

* Allahü Teala Ademoğlundan İsmail'i, İsmail'den Beni Kinane kabilesini, Beni Kinane'den Kureyş kabilesini, Kureyş'ten Haşimoğullarını, onlardan da beni seçerek peygamber göndermiştir. (Tirmizi)

* Allahü Teala beni, insanlara şiddetli davranmak ve onları zelil etmek için değil, daima kolaylaştırıcı ve öğretici olarak gönderdi. (Müslim).

* Ya Aişe' ... (Kibrinden dolayı) Benim yüzüme bakmaktan mahrum olanlara çok yazıklar olsun. Mü'min ve kafir herkes benim yüzüme bakmayı arzu eder. (ibni Asakir).

* Allahü Teala'yı kıyamet gününde ilk görecek göz, benim gözlerimdir. (Deylemi)
 
* İnsanların ve cinnlierin kafirlerinden başka her şey benim peygamber olduğumu tasdik eder. (Taberani)

* Ya Aişe! ... Eğer dileseydim, dağlar altın ve gümüş olarak benimle beraber yürürlerdi. (ibni Sa'd)

* Dikkat edin! Valiahi ben hem yeryüzünde, hem gökyüzünde "Emin" kimseyim. (Taberani)

* Valiahi benden sonra size daha adil davranacak kimse bulamazsınız. (Taberani).
Başlık: Peygamberimiz (s.a.v.) üzerine salat-ü selam getirmenin üstünlüğü
Gönderen: Ay Işığı - 09 Mart 2009, 11:03:15
Peygamberimiz (s.a.v.) üzerine salat-ü selam getirmenin üstünlüğüne dair hadis-i şeriflerden bazıları (Kenzül-Ummal C.1)  

* Allahü Teala tarafından gelen bir melek bana, "Senin ümmetinden kim sana salat-ü selam getirirse, buna karşılık Allahü Teala ona on hasene yazar, on günahını affeder, derecesini on misli yükseltir ve onun selamının misliyle ona mukabelede bulunur" dedi. (Sa'd bin Mansur)

* Günün ve gecenin her saatinde bana çok salat-ü selam getiriniz. Çünkü sizin salat-ü selamınız bana hemen arzolunur. (Beyhaki).

* Bana salat-ü selam getirmek, sırat üzerinde nurdur (Darekutni).
 
* Kıyamet günü bana en yakın dost olan kişi, en çok salat-ü selam getirendir. (Tirmizi).

* AllahÜMME SALLİ ALA MUHAMMEDİN VE ALA ALİ MUHAMMEDiN KEMA SALLEYTE ALA İBRAHIME FİL-ALEMİN, İNNEKE HAMİDÜN MECID, diyerek salat-ü selam getiriniz. (Nesei).

* Bana salatü selam ediniz ki, Allahü Teala da size rahmet etsin, (Buhari-Müslim).

* Benim üzerime salat-ü selam getirmeniz sizin için zekattır. (ibni Ebı Şeybe).

* Bana selat-ü selam getirmeyi çoğaltınız, Zira Cenab-ı Hak bana bir melek vekil etmiştir ki, o melek, ümmetimden biri bana salat-ü selam getirdiği zaman "Ya RasulAllah, felan oğlu felan sana salat-ü selam getirmiştir" der. (Deylemi).

* Sizler isim ve şeklinizle bana arzediliyorsunuz. Benim üzerime salatü selamı güzel getiriniz. (Abdürrazzak).

* Benim kabrimi bayram yeri, kendi evlerinizi de kabirlere benzetmeyiniz. Nerede olursanız olun, bana salat-ü selamı ihmal etmeyiniz. (Hakim, Tirmizi)
 
* Ey insanlar!. .. Kıyametin korku ve dehşetinden kurtulan, bana salat'ü selam getirendir. Zira Allah'ü Teala'nın rahmeti ve melaikenin salatü selam getirmesi bana kafidir. Ancak Allahü Teala sevap vermek için mü'minlere salatü selamı emretmiştir. (Deylemi) .

* Ümmetinden biri kalbinden tasdik ederek bana bir salat-ü selam getirse, Allahü Teala ona on selam eder, on sevap yazar, on günahını affeder. (Ebu Naim).

* Kim bana salat-ü selam getirirse, buna devam ettiği müddetçe melaike de ona salat-ü selam getirir. İsteyen az, isteyen çok getirsin, (ibni Mace).

* Kim bana bir selam gönderirse, Allahü Teala benim ruhumu iade eder ve ben de o kişiye aynı şekilde selam gönderirim. (Ebu Davud).

* Kim benim kabrimin yanında salat-ü selam getirirse onu işitirim. Kim de gaibde getirirse bana tebliğ olunur (Beyhaki).

* Yarın Allahü Teala'yı razı ederek ona kavuşmayı dileyen, bana salat-ü selamı çok getirsin (Deylemi)
 
* Benim üzerime salat-ü selam getirdiğiniz gibi diğer peygamberler üzerine de selam ediniz. Zira onlar da benim gibi peygamber olarak gönderildiler (Ebül-Hüseyn).

* Kim bana bir günde yüz salat-ü selam getirirse, Allahü Teala onun yüz ihtiyacını giderir. Bunun yetmişi ahirette, otuzu ise dünyadadır (ibni Neccar).

* Kim bana bir günde bin salat-ü seıam getirirse, cennetle müjdelenmedikçe ölmez (Ebuş-Şeyh).

* Kim bir kitaba benim için salat-ü selam yazarsa, orada ismim devam ettiği müddetçe melaike, o kişi için istiğfara devam eder (Taberani).
Başlık: Perşembe ve Cuma günleri salat-ü selam getirmenin fazileti
Gönderen: Ay Işığı - 09 Mart 2009, 11:04:39
Perşembe ve Cuma günleri salat-ü selam getirmenin faziletine dair hadis-i şerifler (Kenzül-Ummal C.1)  

* Allahü Teala, Perşembe günü ellerinde gümüş sahifeler ve altın kalemler bulunan melaike gönderir de, onlar o gün bana salat-ü selamı çok getireni yazarlar (ibni Asakir).

* Cuma günü ve gecesinde bana salat-ü selam getirmeyi çoğaltınız. Zira o gün bana bir salat-ü selam getirene kat kat ecir verilir (Beyhaki).

* Cuma günü bana yüz defa salat-ü selam getirene kıyamet günü öyle bir nur verilir ki, o nur bütün mahlukata taksim edilse yine de fazla gelir (Ebu Nuaym).

* Cuma günü bana yüz salat-ü selam getirenin yüz yıllık günahını Allahü Teala afveder (Deylemi)

* Kim Cuma günü bana seksen salat-ü selam getirirse, seksen yıllık günahı mağfiret olunur (Dare-kutni)
 
* Cuma günü bana çok salat-ü selam getiriniz, çünkü Cuma günü meleklerin şahid olduğu bir gündür. Kim bana salat-ü selam getirirse daha bitirmeden bana ulaşır (ibni Mace).
Başlık: Peygamberimiz (s.a.v.)'e salat-ü selamı terketmenin akıbeti
Gönderen: Ay Işığı - 09 Mart 2009, 11:05:31
Peygamberimiz (s.a.v.)'e salat-ü selamı terketmenin akıbetine dair hadis-i şerifler (Kenzül-ummal C.1)  

* İnsanların en cimrisi ismim anılınca bana salat-ü selam getirmeyendir (Avf bin Malik).

* İsmim anıldığında bana salat-ü selam getirmeyenin burnu yere sürtülsün (Tirmizi)
 
* İsmim yanında anıldığı halde salat-ü selam getirmemek, bana cefadır (Abdürrazzak).

* Yanında zikrolunduğum halde salat-ü selam getirmeyen kişi, şakı insandır (ibni Sinni)
 
* Benim adım zikrolunduğu halde salat-ü selam getirmekte hata eden kişi cennetin yolunu şaşırır (Taberani)

* Arş'ın ötesinden Cebrail bana, "Ya Muhammed, Allahü Teala buyurur ki, senin ismin birinin yanında anılıp da salat-ü selam getirmezse cehenneme girer" dedi (Deylemi).

• Bütün dualar, bana salat-ü selam getirinceye kadar muallakta kalır (Beyhaki).
Başlık: Peygamberimiz (s. a. v. )'in faziletine dair beyanlar
Gönderen: Ay Işığı - 09 Mart 2009, 11:06:19
Peygamberimiz (s. a. v. )'in faziletine dair beyanlar

* Peygamberimiz (SAV.)'in yüce şanından dolayı cümle zaman ve mekan ona intisab etmiş, onunla şereflenmiştir. Vücud-u mübarekelerinin Medine'de konulduğu mübarek mekan, bütün mekanlardan, hatta Arş-ı A'la'dan bile efdal ve eşreftir. (M. Cevahir).

* Safiyye binti Abdülmuttalib RA buyurdu:
"Peygamberimizin doğduğu gece ben yanında idim. Doğum anında bir nur zuhur etti ve o gece altı alamet gördüm:
1.Doğduğu saate secde eyledi.
2.Secdeden mübarek başını kaldırınca fasih bir lisanla (La ilahe illailah ve inna rasulullah) buyurdu.
3.Büyük bir nur görüldü.
4.Ben onu yıkamak isteyince, "Ya Safiyye, zahmet etme. Biz onu yıkadık" nidası işitildi.
5.Sünnet olmuş ve göbeği kesilmişti.
6.Onu sarmak istediğimde omuzunda, "La ilahe illAllah, Muhammedür rasulullah" yazılı nübüvvet mührunü gördüm.
7.Secdede söylediği sözlere kulağımı verip dinledim ki "Ümmeti ... Ümmeti" diyordu. (Mecmüatül-Cevahir 138-142)

* Peygaberimizin babası Abdullah RA buyurdu:
- "Nereye otursam oturduğum yer, "Sana selam olsun, Muhamed SA V. 'in nuru sende emanettir» diye nida ederdi. Kuru ağaç altına otursam o ağaç hemen yeşillenip bana gölge olurdu. Ben gidince de yine kururdu" (Mecmuatül-Cevahir).

* Allahü Teala mükevvenatı yaramazdan yedibin yıl önce Peygamberimiz'in nurunu yarattı. Dünyada gelmiş geçmiş enbiya, evliya, insan, cin .. ne varsa hepsinin ibadat-ü taatı toplansa, Peygamberimiz'in ibadat-ü taatı karşısında hiç bir şey değilmiş gibi kalır. (Mecmuatül-Cevahir).

* Sema ve arzı nurlandıran, ancak Peygamberimiz'in nurudur. Bu nurdan başka yer ve gökleri aydınlatan bir nur mevcut değildir. Nur-u Muhammedi nice yıllar sonra Cesed-i Pak-i Rasulullah ile birleşmiş, yeryüzünü nurlandırmıştı. Bundan dolayı semavat, Nur-u Muhammedi'yi istedi, iltica etti. Bu kabul olununca da Peygamberimiz Mi'rac'a davet olundu ve bu suretle semavat, Nur-u Cesed-i Pak-i Nebi ile müşerref oldu. (Mecmuatül-Cevahir).

* Peygamberimiz (SAV.) Mi'rac gecesi Burak'a bineceği zaman, Burak, Efendimiz'i tanımadığından biraz serkeşlik etmiş; ancak, Cibril A.S. "Valiahi Ey Burak, senin üzerine Hz. Muhammed'den daha kerim ve faziletli kişi binmedi" diye yemin edince, Burak utancından terlemiştir (Şifa-i Şerif C.1 /30).

* Arab kabileleri içinde bütün kabilelerle Peygamberimiz SAV.'in yakınlığı ve akrabalığı vardı (Şifa-i Şerif 1/30).

* Rasulullah Efendimiz'in alemlere rahmet olarak gönderilişinde bütün alemlerin nasibi vardır. Hatta Cibril A.S. "Ya RasulAllah, ben artık senin rahmet oluşun sayesinde kötü akibetimden korkmuyorum" demiştir (Şifa-i Şerif 1/41).
Başlık: Peygamberimiz s.a.v. 'in şemaili ve güzel ahlakından bazıları
Gönderen: Ay Işığı - 09 Mart 2009, 11:07:31
Peygamberimiz  s.a.v. 'in şemaili ve güzel ahlakından bazıları

Peygamberimiz S.AV'in mübarek yüzü, sesi ve uzuvları bütün insanların yüzlerinden, ellerinden ve seslerinden daha güzeldi.

Mübarek yüzü, yuvarlakça olup, neşeli olduğu zaman ay gibi parlar; sevindiği, alnından belli olurdu. Gündüz nasıl görürse gece de öyle görürdü. Önünde olanları gördüğü gibi ardında olanları da görürdü.

Yana ve arkaya bakacağı zaman bütün bedeni ile dönüp bakardı. Mübarek gözleri büyükçe, kirpikleri uzundu. Gözlerinin karası gayet siyah, alnı açık, kaşları ince ve arası açıktı. iki kaşı arasındaki damar hiddetlenince kabarırdı.

Mübarek burnu gayet güzeldi ve ortası bir miktar yüksekti. Başı gayet mu'tedildi. Ağzı küçük değildi. Dişleri beyaz, ön dişleri seyrekce olup, söz söylerken arasından nur saçııır, gülümsediğinde bu nur duvarlara ışık verirdi.

Konuştuğunda kelimeler inci gibi dizilir, biri saymak istese kelimeleri sayabilirdi. Bazen de üç kere tekrar ederdi. Güzel sesi, kimsenin sesinin yetişemeyeceği yerlere kadar yetişirdi.
Mübarek kolları etli, parmakları iri, avuç içleri genişti. Kolları uzunca, ayak parmakları iriydi. Ayak altları çok yüksek değildi ve yumuşaktı.

Mübarek vücutları yumuşak ve kuvvetliydi.

Karnı göğsüyle beraber ve omuz başları iriceydi. Orta boylu olup, uzun kişinin yanında ondan uzun görünür, oturduğu zaman da omzu, oturanların hepsinden yüksek olurdu.
Saçı ve sakalı kıvırcıktı. Bıyıklarını fazla uzatmazdı. Uzunluğu ve genişliği kaşları gibiydi.
Peygamber Efendimiz SAV. güleryüzlü ve gülmesi tebessümden ibaretti. Ağlaması da gülmesi gibi sessizdi. Ümmetinin günahlarını düşününce, namaz kılarken ve Kur'an okurken ağlardı.

Misvakını yanından ayırmazdı. Mübarek terleri miskten daha güzel kokar, geçtiği yer güzel kokusundan belli olurdu.

Efendimiz SAV. güzel ve yumuşak huylu olup, kendisi için kimseye gücenmezdi. Lakin islama uymayan işlerde son derece sert ve şiddetli idi.

İkram, sabır, afv ve ihsanında son derece cömert olması insanların islama girmesine sebep olurdu. Hal ve hareketinde, sözünde hiç bir zaman kusur görülmemiştir.

Yumuşak huylu olmakla beraber son derece vakur ve heybetli idi. Onu ilk göreni korku kaplardı. Kendisi yumuşak davranmasa, kimse huzurunda oturamaz, yüzüne bakamaz, sözünü işitmeye takat getiremezdi.

Peygamber Efendimiz SAV. kimseye la'net etmemiş ve kimseyi döğmemiştir.
Biriyle müsafaha etse, o elini çekmedikçe elini çekmez, yüzünü ondan çevirmezdi. Birinin yanında otururken ona saygı gösterir, iki dizi üstüne otururdu. Hastaları ziyaret eder, cenazelerde bulunur, Ashab'ına işlerinde yardım ederdi.

Ailesine ev işlerinde yardımcı olur, evi süpürür, koyunu sağar, ayakkabısının söküğünü diker, çamaşırını yıkar, hizmetçisi ile birlikte yemek yerdi. Hizmetçisine yardım eder, pazardan bir şeyler alır, torba içerisinde evine getirirdi.

Köle, efendi, zenci, beyaz demez hepsini bir tutar, kim çağırsa giderdi. Önüne konulan şeyi küçümsemezdi.

Söz söylerken gülmez, üzüntülü görünürdü, fakat çatık kaşlı değildi. Alçak gönüllü, fakat heybetli; lakin kaba değildi. Nazik ve cömertti, fakat israf etmezdi.

Herkese karşı merhametliydi. Mübarek başı hep öne bakar, öyle yürürdü.

(Şemailür-Rasul, Delailün-Nübüvve, Şifa-i Şerif isimli eserlerden derleyen islam Alimleri Ansiklopedisi 1. Cild 'den ihtisar edilmiştir.)
Başlık: Peygamberimiz s.a.v. 'in diğer Peygamberler mukabilindeki mucizeleri
Gönderen: Ay Işığı - 09 Mart 2009, 11:10:44
Peygamberimiz s.a.v. 'in bazı peygamberlerin (a.s. ) mucizeleri mukabilindeki bazı mucizeleri

Ehl-i tefsir buyurdular ki:
- Allahü Teala bütün peygamberlerine ihsan ettiği fazilet ve kerametin tamamını Hz. Muhammed SAV. Efendimiz'e fazlasıyla ihsan buyurmuştur (Şifa-i Şerif 1/130).

Zira, bütün peygamberler tarafından getirilen mucizeler, Peygamberimiz SA V.'in nuruna bağlı olarak onun himmetiyle gösterilmişlerdir. Peygamberimiz SAV. bütün alemleri aydınlatan güneş, diğer peygamberler AS. o güneşten nur alıp eşyayı aydınlatan yıldızlar gibidir. (Kaside-i Bürde Şerhi, Harputi, 98)

1. Hz. Adem A,S. Hicaz'a giderken, puta tapan bir kavmi imana davet etti. Onlar, mu'cize istediler. Adem A.S., o kavim insanlarının taptığı puta hitaben, iman etmesini emretti. Put lisana gelerek kelime-i şehadet getirdi.

Peygamberimiz SAV. de, inci, mercan ve kıymetli kadifelerle süsledikleri Hübel isimli putlarıyla Beyt-i Muazzama'yı ziyaret için gelen 12.000 kişilik Yemen ahalisini imana davet ettiğinde putlarını göstererek, "Bu iman ederse biz de iman ederiz" dediler. Peygamberimiz SAV. elindeki kamçı ile puta vurdu. "Ben kimim?" diye sordu. Put lisana geldi. "Ben cansız bir varlığım; sen Allah'ın en sevgili kulu ve Rasulü'sün" dedi ve 12.000 kişilik kabile müslüman oldular (Mucizatü-l Enbiya S. 15).

2. İdris AS.
'ın emriyle bulutlar istediği yere gelip gittiği gibi, Peygaberimiz SAV. de Taif'e giderlerken emri üzerine etraftaki bulutlar gelerek gölge oldular (S. 18).

3. Nuh AS. 'ın kavmi, beldelerinde bulunan taşların toprak olmalarını istemiş, taşlar toprak
olmuştu. Peygamberimiz SAV., huzuruna gelip köylerinin darlığından şikayet eden Akik ahalisinin isteği üzerine, o beldeye gidip dua ve işaret buyurdular. Bunun üzerine taşların tamamı toprak oldu, beldeleri genişledi ve bereket hasıl oldu (S. 19).

4. Salih A,S.'ın kavmi, taştan, yavrusu ile birlikte bir dişi devenin çıkmasını istemiş, Salih AS. dua etmiş, taş yarılmış, içinden bir dişi deve ile yavrusu çıkmıştı. Ancak, o kavim yine iman etmemiş, deve ile yavrusunu öldürdüklerinden hepsi helak olmuşlardı.
Peygamberimiz SAV. de seferde iken Zeyd bin Eslem'in devesinin kaybolması üzerine dua buyurdular. Dağda bulunan bir taş yarılarak içinden Zeyd'in devesine benzer bir deve çıkıp Zeyd'e teslim olmuştur (S. 29).

5. İbrahim (A.S.)'ın duası bereketiyle Allahü Teala ölü kuşları diriltmişti.
Peygamberimiz SAV. 'in huzuruna gelerek, ellerindeki bir ölü kuşu gösteren Beni Temin kabilesi "Bu kuşu diriltirsen iman ederiz" dediler. Efendimiz kuşu mübarek ellerine alıp "Bismillahirrahmanirrahım" diyerek uçurdu. Beni Temin kabilesi de iman ettiler (S. 31).

6. İsmail A.S.
'ın duasıyla dikenli ağaçlar meyve vermişti.
Efendimiz SAV. Half bin Esedli üç kişi "Mekke haricinde dikenli bir ağacın meyve vermesi halinde iman edeceğiz" dediler. Peygamberimiz dua buyurdu. O dikenli ağaçtan türlü meyveler zuhur etti. Hepsi müslüman oldular (S. 39).

7. Lut AS., kavmini dine davet ettiği halde onlar iman etmeyip bilakis Lut A.S. 'ın koyunlarını otlaklarından men'ederek çorak bir araziye sürdüler. Lut AS.'ın duasıyla o çorak toprak devamlı yeşerdi. Kafirlerin koyunları ondan yerse ölürdü. Lut A.S.'ın bu mucizesinden sonra kavminden kırk kişi müslüman oldu.
Cidde ahalisi, dağların otsuzluğundan şikayet ettiler. Efendimiz dua buyurdu ve dağlar otlarla doluverdi (S. 42).

8. İshak AS. 'ın kavmi getirdikleri tilki, keçi ve ceylanı göstererek, "Bunlar iman etmedikçe biz iman etmeyiz" demişlerdi. İshak AS. işaret etmiş, hayvanlar lisana gelip "Biz şehadet ederiz ki, Allah birdir ve sen onun peygamberisin" demişler, kavminden bazıları da müslüman olmuştur.
Beni Temin kabilesinin büyükleri huzuru saadete gelerek "Hayvanat iman etmedikçe biz iman etmeyiz" dediler. Peygamber Efendimiz onların arzuları üzerine getirilen koyun, geyik ve güvereine hitaben "Ben kimim biliyor musunuz?" buyurdu. O hayvanlar kelime-i şehadet getirdiler. Bu mu'cizeyi gören Beni Temin kabilesinden çokları iman etti (S. 44).

9. Yakub AS., Ken'an ahalisini imana davet ettiğinde, onlar yerlerinin darlığından şikayetle arazilerinde bulunan dağların kaldırılmasını, oraların düzlük arazi olmasını mu'cize olarak istemişlerdi. Yakup AS. dua etmiş, dağlar bir anda eriyip düz ova olmuş ve kavminden çokları iman etmişti.
Taif halkı, dağlarındaki küçük tepe ve taşlıkların düz arazi olmasını istediklerinde Efendimiz SAV., dua buyurdu, o yerler düz arazi haline geldi (S. 49).

10. Yusuf AS. 'ın duasıyla, ihtiyar olan Züleyha bir anda genç kız haline gelmişti.
Beni Hüzeyme kabilesinin reisi, "Ya RasulAllah, ben ihtiyarım, ailem de yüz yaşında ... Eğer bizi gençleştirirsen kabilemle birlikte iman ederiz" demişti. Rasulullah Efendimiz dua buyurdu. O ihtiyarlar bir anda gençleşti ve o kabile halkının tamamı müslüman oldu (S. 50).

11.Yunus A.S.
odun olmadığı halde su üstünde ateş yakma mu'cizesini göstermişti.
Beni Haris kabilesi de, odunsuz yaş toprak üzerine ateş yakılmasını istediler. Efendimiz SAV. dua buyurdu, hemen ateş yanıverdi (S. 54).

12.Eyyub AS.
'ın mübarek vücudu yaralardan iyi olup yıkanırken, üzerine çekirgeler gibi altınlar yağarak zengin olmuştu.
Hz. Ali RA borcundan bahisle yardım istedi. Efendimiz SAV. dua buyurdu. O anda Hz. Ali üzerine çekirge şeklinde otuz adet altın yağdı (S. 55).

13.Şuayb Aleyhisselam
bir arazide dolaşırken oradaki taşlar bakır haline gelmiş ve bundan bir çokları zengin olmuştu.
Peygamber Efendimiz SAV. 'in de Hicaz'da kayalara ellerini sürmesiyle hepsi bakır olup çok kişi bundan istifade etti (S. 58).

14. Musa A.S.
'ın mübarek asası ejderha olup, Fir'avn'ın sihirbazları tarafından gösterilen yılanların hepsini yutmuş, sihir yapanlar da iman etmişti.
Kelde isimli kafir, kılıcı ile hücum edince Peygamberimiz AS. elindeki Kadip isimli asasını onun üzerine attılar. Asa ejderha olup o kafire saldırdı. Efendimiz tekrar eline aldığında da eski haline döndü. Bu mübarek asada bir çok kerametler olmakla beraber Uhud harbinde Zülfikar isimli kılıca döndüğü de mervidir (S. 60).

15.Davud AS.
Calut isimli kafirle muharebe ederken civarındaki taşlar lisana gelip, "Ey Davud, bizi al ona at" diye seslenmişler, Davud A.S. da üç taş alarak birini Calut'a amış ve o taşla Calut'u katletmişti.
Hira Dağı'nda, bir taş lisana gelip, Rasul-ü Ekrem Efendimize: "Ya RasulAllah! Beni beraberinize alınız, ileride size mucize olacağım" demiş; Efendimiz de yanına almıştı. Dört yıl sonra Tebük Harbi'nde bir kafirin hücumunda o taş lisana gelip, "Beni buna at" demiş, Peygamberimiz de atmış, kafiri öldürmüştür (S. 72).

16.Hz. Süleyman A.S. geçmek istediğinde denizin suyu çekilir, yol olurdu.
Efendimiz de Habeşistan'a gönderdiği Cafer RA ve yanındakilere dua buyurdu. Denize vardıklarında orasını yololarak gördüler ve geçip gittiler (S. 76).

17.Zekeriyya A.S. yetmiş eshabı ile birlikte Tevrat'ı yazarken kafirler, "Sen Peygamber olaydın maiyyetin gibi elinle yazmazdın" dediler. Hemen kalem kendi kendine yazmaya başlayıp on iki sure yazmıştı.
Peygamberimiz SAV. bazı memleketlere mektup yazarken kaleme emretmiş, o kalem o belde halkının lisanıyla kendi kendine mektubu yazmış, bazı müşrikler de iman etmişlerdir (S. 79).

18.Yahya A.S., Yahudilerin saldırısı üzerine gizlenmek istediğinde bir kayanın çağrısı üzerine oraya saklanmış, Yahudiler oraya yaklaştıklarında ise, taştan oklar atılıp Yahudilerin yanaşmasına müsaade edilmemişti.
Peygamberimiz SAV. hicret ederken Sevr mağarasında gizlendiklerinde ve Uhud harbindeki mağlubiyet esnasında dağlardan taşlardan "Ya RasulAllah, geliniz, sizi gizleyelim" diye sesler duyulmuş ve bu sesi herkes işitmiştir (S. 82).

19.İsa A.S. mucize olara ölüyü diriltirdi.
Hendek harbinden sonra, Cabir RA Eshab'a ziyafet vermek için bir oğlak kesmişti. Hz. Cabir'in iki oğlundan biri diğerine nasıl kesildiğini göstermek için kardeşini kesmiş, sonra da korkusundan intihar etmişti.
Son derece gizlemelerine rağmen hadisevi haber alan Kainat'ın Efendisi SAV. o iki çocuğun dirilmesine dua buyurmuş, ikisi de Uykudan uyanır gibi hayata kavuşmuştur (S. 85).

Başlık: Peygamberimiz s.a.v.' in diger bazı mucizeleri
Gönderen: Ay Işığı - 09 Mart 2009, 11:14:11
Peygamberimiz s.a.v.' in diger bazı mucizeleri

Peygamber Efendimiz SAV. doğduğu gece gözlerini semaya çevirip ümmeti için dua etmiş, o gece gökteki yıldızlar Hz. Amine R.A.'nın evine yaklaşmıştır.

O gece Mağrip ve Meşrik'ı nur kaplamış, hatta Şam'ın köşkleri görülmüş, Kisra'nın saraylarından ondört şerefesi yere düşmüştür.

Amcası Ebu Talib'in evinde sofrada bulundukları zaman az yemekle bütün hane halkı doyardı. Efendimiz bulunmadığında ise o bereket bulunmazdı.

Amca çocukları sabah saçları karışık durumda, Peygamberimiz ise saçları taranmış ve intizam içinde kalkardı.

Güneşli havada gölgesi yere düşmezdi. Aksırdığında hafiften bir ses "YerhamükAllah" derdi.
Üzerine sinek ve benzeri haşerat konmazdı. Önlerinden gördüğü gibi arkalarından da görür, toprakta yürürken ayak izi çıkmaz, lakin taşa bassa iz yapardı.

Elbisesi hiç kirlenmez ve eskimezdi.

Annesinden sünnetli olarak doğdu. Nereye varsa kapılar kendiliğinden açılırdı, Elini dokunduğu her şeyde güzel koku hasılolur ve o şey bereketlenirdi. Giydiği elbise kısa olsa da vücuduna giydiğinde uzar, ayaklarına kadar kapatırdı,

Etrafa name-i saadetle gönderdiği elçiler bir günde gittikleri ülkenin lisanını tamamen öğrenirdi.

Hasılı Efendimiz'in vücudu, zamanı, mekanı her hali mu'cize olup, biz burada teberrüken denizden bir damla, güneşten zerre mesabesinde bazılarını beyana çalıştık.

Zira, derya bardağa sığmadığı gibi Efendimiz'in mu'cizeleri de kitaplara sığmaz.


ٱَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَبَارِكْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ ٱلْفَاتِحِ لِمَا اُغْلِقَ وَٱلْخَاتِمِ لِمَا سَبَقَ نَاصِرِ ٱلْحَقِّ بِٱلْحَقِّ وَٱلْهَادِى اِلٰى صِرَاطِكَ ٱلْمُسْتَقِيمِ وَعَلٰى اٰلِهِ حَقَّ قَدْرِهِ وَمِقْدَارِهِ ٱلْعَظِيمِ

"Allâahümme salli ve sellim ve bâarik alâa seyyidinâ Muhammedini'l-fâtihı limâa uğlika ve'l-hâtimi limâa sebeka nâasırı'l-hakkı bi'l-hakkı ve'lhâadii ilâa sırâatike'l müstakıym ve alâa âalihii hakka kadrihii ve mikdâarihi'lazıym."

Mânâsı:

"Allâh'ım salât ve selâm eyle ve mübarek kıl; kilitlenmişlerin açıcısı, öncekilerin sonuncusu, Hakka hak ile yardımcı, doğru yoluna hidâyet eden Efendimiz Muhammed'e ve onun ehl-i beytine onun kadrince ve azîm mikdarınca."


Fazilet
Başlık: Hz. Ali'ye Göre Peygamberimiz Aleyhisselam
Gönderen: Lika - 10 Mart 2009, 18:09:51
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz, makam ve mertebesinin ulviyet ve efdaliyeti ile birlikte, insanların da en mütevâzi‘si idi. Kendisinin, kral peygamberlikle kul peygamberlik arasında muhayyer bırakılıp kul bir peygamber olmayı tercih etmesi üzerine, isrâfil aleyhisselâm,

“şüphe yok ki, Allah Teâlâ, tevâzu gösterdiğin o şeyi de sana vermiş bulunuyor. Kıyâmet günü, âdemoğullarının seyyidi sensin! Arzın, kendisi için yarılıp kabrinden ilk çıkacak ve ilk şefaat edecek olan da sensin!” demiştir.

Resûlüllah Efendimiz’in, geçmişteki ve gelecekteki günahlarının, Allah Teâlâ tarafından bağışlandığı, kendisine müjdelenmişti. (S. Fetih, 2) Böyle olduğu halde Peygamberimiz, bir gün,

“Sizden, ameli kendisini kurtarabilecek bir kimse yoktur!” buyurmuştu. “Yâ Resûlüllah, senin de mi amelin kurtaramaz?” diye sordular. O, “Evet, beni de amelim kurtaramaz! Ancak, Rabb’im Allah Teâlâ beni, tarafından bir mağfiret ve rahmetle kuflatır ve korur!” diye cevap verdiler. (Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, 2/235)

Resûlüllah Efendimiz SallAllahu Aleyhi Vesellem, bir sefer esnasında ashâbına, bir koyun kesip pişirmelerini söylemişti. Ashaptan birisi,

— Yâ Resûlüllah (SallAllahu Aleyhi Vesellem), onun boğazlanması benim üzerime olsun, dedi.
Başka birisi,

— Yâ Resûlüllah (SallAllahu Aleyhi Vesellem), onun yüzmesi de benim üzerime olsun, dedi.
Bir başkası,

— Yâ Resûlüllah(SallAllahu Aleyhi Vesellem), pişirmesi de benim üzerime olsun, dedi.

Resûlüllah (SallAllahu Aleyhi Vesellem) Efendimiz de,

— Odun toplamak da benim üzerime olsun, buyurdu. Sahâbîler,

— Yâ ResûlAllah SallAllahu Aleyhi Vesellem, biz senin işini de görmeğe yeteriz, (senin çalışmana gerek yok), dediler. Peygamber-i Zîşân EfendimizSallAllahu Aleyhi Vesellem,

—Sizin, benim işimi de görmeğe yeteceğinizi biliyorum. Fakat ben, size karşı imtiyazlı bir vaziyette bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah kulunu, ashâbı arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz! buyurdu.

(Kastalanânî, Mevâhibü’l-Ledûniyye, 1/385)
Başlık: Allâh'a itaat , O'nu Sevmek, Rasûlu Aleyhisselam'ı Sevmek
Gönderen: Lika - 10 Mart 2009, 18:11:42
Yüce Allah (C.C.) buyuruyor:

— De ki, "eger Allah'i seviyorsaniz, bana uyunuz ki, Allah da sîzi sevsin"

(Al-i Imran Sûresi. 31)


Allah (C.C)'in rahmeti üzerinde olsun. Bil ki, kulun Allah (C.C)'i ve O'nun Resul (SallAllahu Aleyhi Vesellem)'ünü sevmesi, onlara boyun egmekle, onlarin emrine uymakla olur. Allah (C.C)'in kullarini sevmesi de onlara magfiret suretiyle ikramda bulunmasidir.


Denilir ki, kul gerçek kemâlin yalniz Allah (C.C)'da oldugunu, kendisine veya baskasinda gördügü her kemâlin gerçek kemalin Allah (C.C)'dan ve Allah (C.C) sayesinde oldugunu bilince ne Allah (C.C)'dan baskasini sevebilir ve ne de Allah (C.C)'a dayanmayan bir sevgiye gönlünde yer verebilir.
Bu bilgi de Allah (C.C)'a ibadet etmek istegini. O'na yaklastiracak davranislari arzu etmeyi gerektirir. Böyle oldugu için Allah (C.C) sevgisi, ibadet istegi ile yorumlanmis ve yine bu sevgi ibadet ederken Peygamberimize (SallAllahu Aleyhi Vesellem) uyma ona itaate tesvik sartina baglanmistir.


Hasan el-Basrî'den (rehimehullahu) rivayet edildigine göre Peygam-ber'imizin (SallAllahu Aleyhi Vesellem) zamaninda bir takim kimseler: «ey Muhammed! Biz Rabb'imizi cok severiz» demeleri üzerine yukaridaki ayeti kerime inmistir.


Bisr el-Hafi (R.A.) diyor ki. «bir gece Peygamber'imizi (SallAllahu Aleyhi Vesellem) rüyamda gördüm, bana dedi ki. «ey Bisr! Allah (C.C) senin dereceni arkadaslarin arasinda neden yüksek kildi, biliyor musun? «Hayir, ya RasulAllah (SallAllahu Aleyhi Vesellem)» diye cevap verdim. Bunun üzerine Peygamber'imiz (SallAllahu Aleyhi Vesellem): salihlere hizmet ettigin için, mümin kardeslerine nasihat ettigin için, dostlarini ve yolumdan ayrilmayanlari sevdigin için ve yolumdan gittigin icin» diye kendi sorusuna cevap verdi.


Peygamber'imizi (SallAllahu Aleyhi Vesellem) buyuruyor ki:

"Benim sünnetimi ihya eden beni sevmis olur, beni sevenler de Kiyamet günü cennette benimle birlikte olurlar."


Bize kadar intikal eden bütün meshur islami eserlerde belirtildigine göre ahlâkin bozuldugu ve halkin çesit çesit mezheplere kapildigi zamanlarda Resullerin efendisi olan Peygamberimiz (SallAllahu Aleyhi Vesellem)´in sünnetine simsiki sarilanlara yüz sehidin ecri verilecektir. Meshur «Sirat-ü! Islâm» adli kitabda da böyle yazar.

Yine Peygamber'imiz (SallAllahu Aleyhi Vesellem) söyle buyurur:

"Bana yüz çevirenler müstesna, ümmetimin hepsi cennete girecektir»


Sahabîler sordular. «ey Allah'in Resul'u! (SallAllahu Aleyhi Vesellem)Yüz çevirenler, kimlerdir?»


Peygamberimiz  SallAllahu Aleyhi Vesellem sözlerine söyle devam etti, «kim bana uyarsa cennete girecek, bana isyan edenler, bana yüz çevirmisler demektir. Sünnetime uygun olarak yapilmayan her is, isyandir.»


Ehl-i tasavvuftan biri der ki. Allah (C.C)'in farz kildigi ibadetlerden birini bile bile terkeden veya sünnetlerden birine bilerek uymayan bir seyhi havada uçarken, denizde yürürken, ates yerken veya daha baska olaganüstü davranislar gösterirken görseniz, bütün bunlara ragmen adamin davasinda yalanci oldugunu, gösterdigi olaganüstülüklerin «keramet» degil, olsa olsa «istidrac» oldugunu biliniz. Allah (C.C) böyle kimselerden cümlemizi korusun.

Cüneyd ül-Bagdadî (rehimehullahu) der ki:

«Allah (C.C)'a ancak yine Allah (C.C)'in sayesinde ulasilabilir. Allah (C.C)a ulasmanin yolu da Peygamber'imizin (SallAllahu Aleyhi Vesellem) yoludur.»

Ahmed ül-Hivarî (rehimehullahu) der ki:

«sünnete uymaksizin islenen her amel batildir. Nitekim Peygamber'imiz (SallAllahu Aleyhi Vesellem) söyle buyurur:

Siratül islâmda bildirilmistir.
"Sünnetimi yozlastiranlar sefaatimden mahrum kalirlar.»

Hikâye edildigine göre, adamin biri bir delinin cahil sayilacak bir isini görür ve durumu Ma´ruf ul-Kerhrye (rahimehullahu) bildirir. Ma'ruf gülümseyerek der ki. «kardesim! Allah (C.C)'i sevenler içinde küçügü, büyügü, akillisi, delisi vardir. Senin gördügün bu adam. onlarin delilerinden biridir.»

Cüneyd-üi Bagdadi (rehimehullahu) der ki:

«bir gün seyhimiz Sirri (rehimehullahu) hastalandi, hastaliginin ne sebebini anlayabildik ve ne de nasil tedavi edilecegini bilebildik.
Bize mütehassis bir doktor tavsiye ettiler, seyhin idrarini bir siseye koyarak ona götürdük, doktor idrara uzun uzadiya bakti. Sonra bize dönerek «zannederim bu idrar asik birine ait olsa» dedi. Ben bir nara koyuvererek bayilmisim, idrar sisesi de elimden düsmüs.

Dönünce Sirri'ye durumu anlattim, gülümseyerek «Allah canini almasin. nasil da gördü!» diye cevap verdi. «Seyhim, demek ki, muhabbet idrardan bile belli olurmus» dedim, bana «tabii» karsiligini verdi.


Fudayl (rehimehullahu) der ki:

«sana. Allah (C.C)'i seviyor musun, diye sorduklari zaman sus. cevap verme. Çünkü eger hayir, diyecek olsan imandan çikarsin, buna karsilik, evet. diyecek olsan ve Allah (C.C)'i sevenlere yakismayacak tavsif de bulunsan Allah (C.C)'in gazabindan kork.»

Süfyan (rehimehullahu) der ki:

«Allah (C.C)'i sevenleri seven kimse, aslinda Allah (C.C)'i seviyor demektir. Allah (C.C)'a ikram eden kimselere ikram eden kimse, aslinda Allah (C.C)'a ikram ediyor demektir.»


Sehl (rehimehullahu) der ki:

«Allah (C.C)'i sevmenin alâmeti Kur'an-i Kerim´i sevmektir. Allah (C.C) ve Kur'an sevgisinin alâmeti ise Peygamber (SallAllahu Aleyhi Vesellem) sevmektir. Peygamber (SallAllahu Aleyhi Vesellem) sevgisinin alâmeti ise sünneti sevmektir. Sünneti sevmenin alâmeti ise. Ahireti sevmektir. Ahireti sevmenin alâmeti ise dünyadan hoslanmamaktir. Dünyadan hoslanmamanin alâmeti de Ahiret azigi olabilecek kadarinin disinda onun varligindan uzak durmaktir.»


İmam Gazali
Kalplerin Keşfi
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: kalyoncu - 15 Mart 2009, 09:12:23
MUHAMMED ALEYHiSSELÂMiN FAZÎLETLERi

"Sallâllahü aleyhi ve sellem"

Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmin fazîletlerini bildiren yüzlerce kitâb vardir. Bu üstünlüklerinden bazıları şunlardır.

1 - Mahlûklar içinde ilk olarak Muhammed Mustafa s.a.v. efendimizin nuru   
     yaratılmıştır.
2 - Allahü teâlâ, Onun ismini Arşu alaya, Cennetlere ve yedi kat semavata 
     yazmıştır.
3 - Hindistânda yetişen bir gülün yapraklarında, Allahın kudretiyle,
     ( Lâ ilâhe illAllah Muhammedün resûlullah ) yazılıdır.

4 - Basra sehrine yakın bir nehirde tutulan balığın sağ tarafinda
     Allah, cc. sol tarafinda Muhammed, s.a.v.yazılı olduğu görülmüsdür.   
     Bunlara benzeyen vak'alar çokdur. 1975 de Londrada basılmış olan             
     ( A History of Fishes ) kitâbinin, ikiyüzüncü sahîfesinde, kuyruğunda 
     Kur'ân-i kerîm harfleri ile ( sânullah ) yaziılı balığın resmi mevcûddur.
     Verilen bilgide, kuyruğun diğer tarafinda ( Lâ ilâhe illAllah ) yazılı olduğu
     bildiriliyordu. Bunun misâlleri pek çokdur.

5 - Muhammed aleyhisselâmin ismini söylemekden baska vazîfesi olmiyan melekler vardir.

6 -Meleklerin Âdem aleyhisselâma karsi secde etmeleri emr olunmasi, alninda Muhammed aleyhisselâmin nûru bulunduğu için idi.

7 - Âdem aleyhisselâm zemâninda nemâz için okunan ezânda, Muhammed aleyhisselâmin ismi de söylenirdi.

8 - Allahü teâlâ bütün Peygamberlere emr etdi ki, Muhammed aleyhisselâm sizin zemâninizda Peygamber olursa, ona îmân etmelerini ümmetlerinize de emr ediniz!

9 - Tevrâtda, incîlde ve Zebûrda Muhammed aleyhisselâm ve dört halîfesi ve eshâbi ve ümmetinden ba'zilari, güzel sifatlarla bildirilmis ve medh olunmuslardir. Allahü teâlâ, kendinin Mahmûd isminden Muhammed kelimesini çikararak Habîbine ism koymusdur. Allahü teâlâ, kendi ismlerinden Raûf ve Rahîm ismlerini Habîbine de vermisdir.

10 - Dünyâya geldiği zamân, melekler tarafindan sünnet edilmisdir.

11 - Dünyâya geleceGi zemân, çok büyük alâmetler görülmüsdür. Târîh ve mevlid kitâblarinda yazilidir.

12 - Dünyâya gelince, seytânlar göke çikamaz, meleklerden haber alamaz oldular.

13 - Dünyâya geldiGi zemân, yeryüzündeki bütün putlar, tapinilan heykeller yüzüstü devrildiler.

14 - BesiGini melekler sallardi.

15 - Besikde iken gökdeki ay ile konusurdu. Mübârek parmaGi ile isâret etdiGi tarafa meyl ederdi.

16 - Besikde iken konusmaGa basladi.

17 - Çocuk iken, açiklarda gezerken, basi hizâsinda bir bulut da birlikde hareket ederek gölge yapardi. Bu hâl, PeygamberliGi baslayincaya kadar devâm etdi.

18 - Üç yasinda iken ve kirk yasinda PeygamberliGi bildirildiGi vakt ve elliiki yasinda mi'râca götürülürken, melekler göGsünü yardi. Cennetden getirdikleri leGen içinde Cennet suyu ile kalbini yikadilar.

19 - Her Peygamberin sağ eli üstünde nübüvvet mührü vardi. Muhammed aleyhisselâmin ise, sol kürekdeki deri üzerinde, kalbi hizâsinda idi. Cebrâîl aleyhisselâm kalbini yikayip, göğsünü kapadiği zemân, Cennetden getirdiği mühr ile sirtini mührlemisdi.

20 - Önünden gördüğü gibi, arkasindan da görürdü.

21 - Aydinlikda gördüğü gibi, karalikda da görürdü.

22 - Sevr [öküz] burcunun yaninda bulunan (Süreyyâ) denilen yildiz kümesindeki yedi yildizi gözleriyle görüp sayisini bildirmisdi. Bu yildiz kümesine Pervin ve Ülker de denilmekdedir.

23 - TükrüGü aci sulari tatli yapdi. Hastalara sifâ verdi. Bebeklere süt gibi gidâ oldu.

24 - Gözleri uyurken, mübârek kalbi uyanik olurdu. Bütün Peygamberler de aleyhimüssalevâtü vetteslîmât böyle idi.

25 - Ömründe hiç esnemedi. Bütün Peygamberler de aleyhimüssalevâtü vetteslîmât böyle idi
26 - Teri gül gibi güzel kokardi. Bir fakîr kimse, kizini evlendirirken, kendisinden yardim istemisdi. O ânda verecek seyi yokdu. Küçük bir siseye terinden koydurup verdi. O kiz, yüzüne, basina sürünce, evi misk gibi kokardi. Evi (güzel kokulu ev) adi ile meshûr oldu.

27 - Orta boylu olduGu hâlde, uzun kimselerin yaninda iken, onlardan yüksek görünürdü.

28 - Günes ve ay isiGinda yürüyünce, gölgesi yere düsmezdi.

29 - Bedenine ve elbisesine sinek, sivri sinek ve baska böcekler konmazdi.

30 - Çamasirlarini ne kadar çok giyse, hiç kirlenmezdi.

31 - Her yürüdüGü zemân, arkasindan melekler gelirdi. Bunun için, Eshâbini radiyAllahü teâlâ anhüm ecma-i önünden yürütür, arkami meleklere birakin derdi.

32 - Tas üstüne basinca, tasda ayaGinin izi kalirdi. Kum üstünde giderken hiç iz birakmazdi. Açikda abdest bozduGu zemân, yer yarilip bevl ve benzerleri toprak içinde kalirdi. Oradan etrâfa güzel kokular yayilirdi. Bütün Peygamberler de böyle idi.

33 - Hacâmat kanindan içenler oldu. Bunu isitince, (Cehennem atesi onu yakmaz) buyurdu.

34 - Büyük bir mu'cizesi de, mi'râca götürülmesidir. Burak denilen Cennet hayvani ile Mekkeden Kudüse götürüldü. Oradan göklere ve Arsa götürüldü. Kendisine acâib seyler gösterildi. Allahü teâlâyi bas gözü ile bilinmeyen bir seklde gördü. [Fekat bu görmesi, madde âleminin disinda ya'nî âhiret âleminde oldu.] Bir ânda tekrâr evine getirildi. Mi'râc mu'cizesi, baska hiçbir Peygambere verilmedi.

35 - Ona ömrlerinde bir kerre salât ve selâm okumalari ümmetine farz oldu. Allahü teâlâ ve melekler de, Ona salât ve selâm etmekdedir.

36 - insanlar ve melekler içinde, en çok ilm Ona verildi. Ümmî olduGu hâlde, ya'nî kimseden birsey öGrenmemis iken, Allahü teâlâ Ona herseyi bildirmisdir. Âdem aleyhisselâma herseyin ismi bildirildiGi gibi, Ona da herseyin ismi ve ilmi bildirilmisdir.

37 - Ümmetinin ismleri ve aralarinda olacak seylerin hepsi kendisine bildirildi.

38 - Akli, bütün insanlarin aklindan dahâ çokdur.

39 - insanlarda bulunabilecek bütün iyi huylarin hepsi Ona ihsân olundu. Büyük sâir Ömer bin Fârida, (Resûlullahi niçin medh etmedin) dediklerinde, Onu medh etmeGe gücüm yetmiyeceGini anladim. Onu medh edecek kelime bulamadim demisdir.
40 - Kelime-i sehâdetde, ezânda, ikâmetde, nemâzdaki tesehhüdde, birçok düâlarda, ba'zi ibâdetlerde ve hutbelerde, nasîhat yapmakda, sikintili zemânlarda, kabrde, mahserde, Cennetde ve her mahlûkun lisâninda Allahü teâlâ, Onun ismini kendi isminin yanina koymusdur.

41 - Üstünlüklerinin en üstünü, Habîbullah olmasidir. Allahü teâlâ, Onu kendisine sevgili, dost yapmisdir. Onu herkesden, her melekden dahâ çok sevmisdir. Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde, (ibrâhîmi Halîl yapdim ise, seni kendime Habîb yapdim) buyurmusdur.

42 - (Sana, râzi oluncaya kadar, [yeter deyinceye kadar] her diledigini verecegim) meâlindeki Duhâ sûresinin 5. ci âyet-i kerîmesi, Allahü teâlânin, Peygamberine "sallAllahü teâlâ aleyhi ve sellem" bütün ilmleri, bütün üstünlükleri, ahkâm-i islâmiyyeyi, düsmânlarina karsi yardim ve galebe ve ümmetine fethler, zaferler ve kiyâmetde her dürlü sefâ'at ve tecellîler ihsân edecegini va'd etmekdedir. Bu âyet-i kerîme nâzil oldugu [geldigi] zemân, Cebrâîl aleyhisselâma bakarak, (Ümmetimden birinin Cehennemde kalmasina râzi olmam) buyurdu.

43 - Gece, uyanik iken, uykuda iken, yalniz iken, çoklukda iken, yolculukda iken, evde iken, harbde iken, gülerken, aglarken, mübârek kalbi hep Allahü teâlâ ile idi. Ba'zi zemânlarda ise, yalniz Allahü teâlâ ile idi. Dünyâdaki vazîfelerini yapabilmek ve mübârek kalbini beseriyyet âlemine döndürmek için, zevcesi Âisenin "radiyAllahü anhâ" yanina gelip, (Ey Âise! Birâz benimle konus [da kendime geleyim]) buyurur, ondan sonra Eshâbina nasîhat ve irsâd etmege giderdi. Sabâh nemâzinin sünnetini evinde kilip, Âise "radiyAllahü anhâ" ile bir mikdâr konusdukdan sonra Eshâbina farzi kildirmak için mescîde giderdi. Bu hal hasâis-i peygamberîdir. Âise "radiyAllahü anhâ" ile konusmadan disari çiksa idi, ilâhî tecellîlerden ve nûrlardan dolayi, yüzüne kimse bakamazdi.

44 - Allahü teâlâ, Kur'ân-i kerîmde, her Peygamberi "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" ismi ile bildirmisdir. Muhammed aleyhisselâmi ise, (ey Resûlüm, ey Peygamberim) diyerek Onu yücelten vasflari ile bildirmisdir.

45 - Gâyet açik, kolay anlasilir olarak konusurdu. Arabî lisâninin her lehçesi ile konusurdu. Cesidli yerlerden gelip soranlara onlarin lügati ile cevâb verirdi. isitenler hayrân olurlardi. (Allahü teâlâ, beni çok güzel yetisdirdi) buyurdu.

46 - Az kelime ile çok sey anlatirdi. Yüz binden ziyâde hadîs-i serîfi, Onun (Cevâmi-ul-kelîm) oldugunu göstermekdedir. Ba'zi âlimler dediler ki, Muhammed aleyhisselâm, islâm dîninin dört temelini, dört hadîs-i serîfle bildirmisdir. Bunlar:
(Ameller niyyetlere göre degerlendirilir) ve,(Halâl meydândadir, harâm meydândadir) ve,(Da'vâcinin sâhid göstermesi ve da'vâlinin yemîn etmesi lâzimdir) ve,(Bir kimse, kendine istedigini, din kardesi için de istemedikce, îmâni kâmil olmaz).Bu dört hadîs-i serîfden birincisi, ibâdet bilgilerinin, ikincisi, muâmelât bilgilerinin, üçüncüsü, husûmât, ya'nî adâlet islerinin ve siyâset bilgilerinin, dördüncüsü de, âdâb ve ahlâk bilgilerinin temelidir.

47 - Muhammed aleyhisselâm ma'sûm idi. Bilerek ve bilmiyerek büyük ve küçük, kirk yasindan evvel ve sonra, hiçbir günâh islememisdir. Cirkin hiçbir hareketi görülmemisdir.

48 - Müslimânlarin nemâzda otururken, (Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi) okuyarak, Muhammed aleyhisselâma selâm vermeleri emr olundu. Nemâzda, baska bir Peygambere ve meleklere karsi söylemek câiz olmadi.

49 - Rütbeyi, saltanati istememis, Peygamberligi, fakîrligi dilemisdir. Bir sabâh, Cebrâîl aleyhisselâm ile konusurken bu gece evimizde yiyecek bir lokmamiz yokdu buyurdu. O anda, isrâfîl aleyhisselâm gelip, (Allahü teâlâ söyledigini isitdi ve beni gönderdi. istersen her elini sürdügün tas altun olsun, gümüs olsun, zümrüt olsun. istersen melek olarak peygamberlik yap) dedi. Resûlullah üç kerre (Kul olarak Peygamberlik istiyorum) dedi.

50 - Baska Peygamberler "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" belli bir zemânda, belli bir memleketde Peygamberlik yapdi. Muhammed aleyhisselâm ise, yer yüzündeki bütün insanlara ve cinne kiyâmete kadar Peygamber olarak gönderilmisdir.Meleklerin de, hayvanlarin da, nebâtlarin da, cansizlarin da, kisaca bütün mahlûklarin Peygamberi oldugunu bildiren âlimler de vardir.



Herkese lazim olan îmân

Günâh etmis ise de, bu adam,
Cehennem cismine, olur harâm.
Âhiretde azâbdan kurtulur,
dünyâda her isi, kolay olur.

Hasreyler, âni hem, Rabb-i celle,
dünyâda, Resûlü görenlerle.
Hilye-i Nebîyi, güç iken beyân,
baslariz, ona oldukça imkân.

Siginarak Zülcelâle,
vasf ederiz âcizâne.
ittifak etdi, bu sözde ümem,
kirmizi beyâzdi, Fahr-i âlem.

Mübârek yüzü, hâlis ak idi,
Gül gibi, kirmizimtirak idi.
inci gibi, yüzündeki teri,
pek hos eylerdi, güzel cevheri.

Terleyince, O menba'i sürûr,
dalgalanirdi sanki, bahr-i nûr.
Görünürdü gözü, dâim sürmeli,
kalbleri çekerdi, güzel gözleri

Recep KALYONCU SYDNEY
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: feyiz - 15 Mart 2009, 13:14:56
             PEYGAMBERİMİZ'(s.a.v.)İN OTURUŞU
   Hz.Rasulullah,Mescid'de çeşitli şekillerde oturmuştur.Ekseriyetle diz çöküp oturduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır.Bu mevzuda sıralama şöyledir:
  1-Dizlerini karnına bitiştirip,ellerini diz kapak altından bağlayarak oturmuştur.
  2-Bağdaş kurup oturduğu olmuştur.
  3-iki dizi üzerine oturduğu olmuştur.
  Siyer müellifleri bu çeşitli oturuşları anlatırken derler ki:
   _Rasülullah'ın çeşitli şekillerde oturması bunların hepsinin de mübah olduğuna işaret içindir.Yoksa kendilerinin ekseriyetle tercih ettiği oturuş şekli;iki dizi üzerinde oturmaktır.En tevazulu oturuş da budur.
  Bir adam,hayalinde,Rasülullah'ı meliklerin oturuşu gibi oturur zannetmişti.Çevresindeki bir takım muhafızlar onu muhafaza eder,kendisi azamet ve gösteriş içinde oturur diye tasavvur etmişti.Mescide geldiğinde çevresinde kimsenin olmadığını,dizlerini karnına dikip ellerini de dizleri üzerine bağlamış olarak oturduğunu gördü.
  Bu sırada kendisine bir korku ve titreme geldi.Saygı ile karışık bir ürperti içini doldurdu.Yerinde duramaz hale geldi.
  Bunu gören bir Sahabi:
   _Ya RasulAllah! Miskine'ye titreme geldi,dedi.
 Arka tarafındaki adama dönen Rasülullah:
   _Ya Miskine! Sükunet,sükunet!diye seslendi.
 O andan itibaren adamın korkusu gitti.Derin bir emniyet ve huzur hissi duymaya başladı.
                         ******************************
    Cuma günü hatip hutbede iken,uyku getirici tarzda oturmayı beğenmeyen Rasülullah,namazı bozabilecek uykuyu getiren oturuşa müsaade etmemiştir.
     Bu sebeple Cuma namazında hatip hutbe okurken ya iki diz üzerine oturulur yahut da bağdaş kurup oturulursa,uyuklamamaya dikkat edilir.Uyuklanırsa,caiz olmayan oturuşla oturulmuş,sünnete aykırı durumda bulunulmuş olur.
    Mescidde çeşitli şekillerde oturduğu sabit olan Rasülullah'ın yemek oturuşlarında da  bir yere dayanmadığı,dayanarak yemek yemeyi kibir alameti saydığı anlaşılmıştır.
    Araplarda kendini dünya büyüğü olarak bilen melikler,kral ve reisler,yemeklerini yanlarına dayanarak yerlerdi.Bu halleriyle de yemeğe karşı tenezzülsüzlük ve kibirlilik tutumu içinde bulunurlardı.
    Nitekim bir gün Rasül-i Ekrem Efendimiz yemeğe oturmuştu.Yanında ashabı da vardı.O sırada bir köylü geldi,Rasülullah'ın iki dizleri üzerine oturup,yerdeki sofradan birşeyler aldığını görünce şöyle dedi:
    _Ya Rasulullah,bu oturuş ne oturuşu?
  Köylünün kastı sıradan insanlar gibi oturuyorsunuz,halbuki siz meliklerden,krallardan da büyüksünüz demekti.
     Rasülullah buna şu karşılığı verdi:
    _Rabbim beni herhangi bir kul olan Peygamberlikle,melik olan Peygamberlik arasında muhayyer kıldı.Ben ise kul olan Peygamberliği seçtim.Bunun için de kul gibi oturmayı tercih ederim.Melikler,krallar gibi değil...
     Bu sebeple Rasul-i Ekrem Efendimiz,yerdeki sofraya iki dizi üzerine çökerek ya da sağ dizini karnına dayayarak otururdu.
     Aişe validemiz bu yer sofrasını anlatırken şöyle der:
   _Rasülullah'ın,aile sofrasında arpa ekmeğinin üstüste iki gün hazır bulunduğunu ,karınlarını üstüste iki gün doyurduklarını görmedim.Bu hal,Rasülullah'ın vefatına kadar böyle devam etmiştir.Bazen doymuş,bazen de aç kalmışlardır...
     Aişe validemiz bir diğer anlatışlarında ise bunu şöyle dile getirir:
   _Rasülullah Aleyhisselam dünyadan ahirete teşrif ettiği ana kadar karnını bir oturuşta,iki çeşit yemekle doyurmamıştır.Şayet bir günde iki yemek yemişse,bunun biri mutlaka hurma olmuştur.İkisi de yemek olmamıştır.
     İmam-ı Buhari Hazretleri de bu hususta şöyle demiştir:
   _Rasülullah ve ailesi bir günde iki defa normal yemek yememişlerdir.
     İbn-i Hacer buna şunu ilave eder:
   _Şayet yemişlerse,bunun biri hurma olmuştur.
  Rasülullah'ın sofraya oturuş sünneti,nasıl bir tevazu ölçüsü olmuşsa,sofradaki yemek çeşidi çokluğu da aynı tevazu ölçüsü içinde devam etmiştir...

                 <AHMED ŞAHİN>     
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: selcuklu - 12 Aralık 2010, 02:38:41
tesekkürler kardesim
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 13 Aralık 2010, 00:08:30
                             (http://i56.tinypic.com/2w37qf9.jpg)

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN DOĞUMU

            Mîlâdın 571, Rebîülevel ayının 12.gecesi, (Nisan ayının 20.günü) Mekke ufukları ağarırken Peygamber Efendimiz, Hz.Muhammed-ül Mustafa Sallallâhü Aleyhi ve Sellem dünyâyı şereflendirdi. O'nun doğduğu sabah, âlem başka bir âlem oldu, cihan nurla doldu. Zirâ O'nun teşrifleri sıradan bir hâdise değildi. Bütün peygamberlerin geleceğini müjdelediği ins-ü cin'in ve melâikei kirâmın teşriflerini beklediği bir peygamberdi O.. Bu yüzden, geceler içinde benzeri yoktur. Kâinâtın en azametli hâdisesi bu gece vukûa gelmiştir. Bütün âlem bu geceyi bekliyordu.

            Peygamber Efendimiz'in babası Abdullah, az zaman önce vefât etmiş olduğundan, annesi Hz.Âmine hiç zahmet çekmeden dünyâya getirdiği bu nur topu çocuğu, dedesi Abdulmuttalib'e müjdeleyince, bahtiyar dede torununun doğumuna pek sevindi. Hemen bir ziyâfet vererek O'na isim koydu.

            Kureyş uluları; "Bu ziyâfete sebep olan çocuğa ne isim koydun?" diye sorduklarında,

            Abdulmuttalib; "Muhammed ismini verdim." dedi.

            Onlar; "Ecdâdında olmayan bu ismi vermekten muradın nedir?" diye sorunca,

            Abdulmuttalib; "Umarım ki O'nu yerde halk, ulvîlikler âleminde Hakk pek çok övecek" diye cevap verdi. (Zîra, Muhammed; «pek çok hamd-ü senâ olunmuş kimse» mânâsına gelmektedir.)

            Peygamber Efendimiz'in doğduğu gece dünyâda fevkalâde hâdiseler oldu. Şöyle ki:

            O devrin en büyük devleti Kisrâ'nın sarayında, mimarların mühendislerin yıkılmaz diye rapor verdiği ondört sütun çöktü.

            Sâvâ gölü kurudu.

            Mecûsîlerin uzun müddetten beri sönmeden yakıp tapındıkları ateşgedeleri söndü.

            Müşriklerin Kâbe üzerine koymuş oldukları putlar devrilip kırıldı. Onların, hâşâ, Allah diye tapındıkları putları küp kırığına dönmüştü.

            Bütün bunlar çok mühim bir şeye işâret ve beşâretti. Çünkü, Hak gelmiş, bâtıl zâil olmuştu. Hakkı telkin ve tebliğ edecek olan Kâinâtın Efendisi, Peygamberler Peygamberi, Fahri âlem, Muhammed'ül Mustafa (S.A.V.) doğmuştu.

            Gerçekten ilerde İran'ın saltanatı yıkılacak, Bizans İmparatorluğu dağılacak, putperestlik sönecek, küfrün bataklığı kuruyacaktı.

                Peygamber Efendimiz'in Nesebi

            Peygamber Efendimiz'in nesebi, şirki, küfrü reddeden Hanif dîninin yayıcısı Hz.İbrâhim'e dayanır. Babası Abdullah Haşimoğullarındandır. Annesi Âmine Zühreoğullarından olup, birkaç göbek sonra soyları birleşir. Her ikisi de Mekkelidir.

            İbrâhim Aleyhisselâm'ın oğlu Hz.İsmâil'in evlatları içinde Ben-i Adnan, Adnâniler içinde Ben-i Mudar, Mudâriler içinde Kureyş kabîlesi diğerlerinden daha büyük bir şerefe sahipti. Hele Kureyş kabîlesinin içinden Hâşim kolu, çok sayılan ve sevilen bir koldu.

               Hâşimî Kolunun Soy Silsilesi

            Hâşim'in babası Abdimenaf, O'nun babası Kusayy (Zeyd), O'nun babası Kilâb, O'nun babası Mürre, O'nun babası Kâ'b, O'nun babası Lüveyy, O'nun babası Gâlib, O'nun babası Fihr, O'nun babası Malik, O'nun babası Nadr, O'nun babası Kinâne, O'nun babası Huzeyme, O'nun babası Müdrike (Amir), O'nun babası İlyas, O'nun babası Mudar, O'nun babası Nizar, O'nun babası Ma'ad, O'nun babası Adnan'dır.

            Bunların içinde ne zaman birinin iki oğlu oldu ise Hz.Muhammed (S.A.V.) en şerefli, en hayırlı olan tarafta bulunurdu. Her asırda O'nun ceddi kim ise, yüzündeki nurdan anlaşılırdı. Çünkü Hz.İsmâil'in alnında bir nur vardı, yıldızlar gibi parlardı bu nur. Bu nur ona pederinden kalmıştı. Sonra evlâttan evlâda intikâl ederek Efendimiz'e kadar ulaştı. İşte o nur, Kâinâtın Efendisi'nin cedlerini açık açık her devirde göstermiş olan nurdur. Peygamberden peygambere geçen nurdur. Bu nur, Âdem'le Havva'nın dünyâya indirilmesinden beri intikâl edegeliyordu. Bu nurun gerçek sâhibi kimdi? Fahri Kâinât efendimizdi...

            Hz.Âdem'den beri evlattan evlâda intikâl edegelmiş olan ve nihâyet asıl sâhibine erişmiş olan nur...

                Peygamber Efendimiz'in Süt Annesi

            Mekkeliler, bilhâssa Mekke uluları, yeni doğan çocuklarını daha iyi yetişmeleri için, bir müddet yüksek yerlerde oturan kabîle kadınlarından sütanne kiralar, onlara verir, baktırırlar, mukâbilinde ücret de verirlerdi. Bu usul o zamanlarda, umûmi bir gelenek olduğundan, her sene kabîle kadınlarından isteyen, emzirmek büyütmek için, çocuk almağa şehre gelir, alır götürürdü. Yetiştirdikten sonra tekrar geri getirip analarına teslim ederlerdi. Yine bu sebepten şehre sütanneler geldi.

            Ben-i Sâd kabîlesinden gelen kadınlar, kendilerine çocuk seçmişlerdi. Fakat Hz.Muhammed Mustafa (S.A.V.)'i henüz alan olmamıştı. Birçok kadın, yetim diye, fazla para vermezler diye almağa yanaşmamışdı. Fakat yine Ben-i Sâd kabîlesinden Hâris diye birisinin âilesi olan Halîme, başka çocuk da kalmadığından biraz tereddüt içinde O'nu aldı. Fakat sonradan, aldığına çok memnun oldu. Çünkü bu yetim çocuk onlara çok uğurlu gelmişti. Halîme O'nu öz evlâdından çok sevdi. Şeymâ adındaki kız evlâdı da Hz.Muhammed'i pek severdi. Onunla kardeş kardeş oynayıp geçinirlerdi.

            Halîme'nin kocası Hâris de, âilesine şöyle dedi: "Halîme! Bu çocuğun ayağı bize çok uğurlu geldi. O evimize ayak basalı beri davarımızın sütü, sütümüzün yağı çoğaldı. Evimiz bereketlendi, elimiz genişledi. Ben bu çocukta bir başkalık görüyorum."

            Yürümeğe başladığı zaman, annesi Âmine Hatun O'nu almak, şehre getirmek istedi. Halîme buna şiddetle îtiraz etti. "O'nu şehre götürmeyiniz, oraların havası ağırdır, bir müddet daha bizim yanımızda kalsın" dedi.

            Peygamber Efendimiz kırda bu âile yanında beş yıl kadar kaldı. Hz.Peygamberimiz sütannesini çok severdi. Yanına geldiğinde, "anacığım" diyerek karşılar, çok hürmet gösterirdi. Daha sonraları onun kendisine ve âilesine dâima yardım etti. Daha üç dört yaşlarında iken, gerek Halîme gerekse kocası Hâris, Peygamber Efendimiz'de, diğer insanlarda görülmeyen yücelikler ve fevkalâde haller görür oldular. Bu hâl, onları, "böyle bir kıymeti koruyamazsak..., O'na sonra bir şey olursa..." gibi düşüncelere sevkettiğinden artık annesi Hz.Âmine'ye teslim etmeğe karar verdiler ve Mekke'ye götürüp annesine teslim ettiler.

            Artık annesi Âmine ile sâdık hizmetçileri Ümmü Eymen, O'nun üstüne titriyor, O'nu, esen rüzgardan bile sakınıyorlardı. 

              MEDÎNE ZİYÂRETİ           

            Oğlunu uzun zamandan beri görmeyen anne, O'na kavuşunca çok memnun olmuştu. Âmine Hatunun Medîne'de, Ben-i Neccar'dan akrabaları vardı. Hem onları görmek hem de babasının kabrini oğluna ziyâret ettirmek maksadıyle bir seyahat yaptırdı. Bu ziyâret sırasında Peygamber Efendimiz altı yaşlarında idi. Medîne'de dayılarının yanında bir ay müsâfir kaldılar. Babasının kabrini ziyâret ettiler. Daha sonra, sâdık hizmetçileri Ümmü Eymen ile birlikte Mekke'ye dönmek üzere yola çıktılar.

            Medîne'nin 23 mil cenubuna düşen Ebvâ köyüne kadar gelmişlerdi. O akşam o köyde kaldılar. Fakat anne, şiddetli bir hastalığa yakalanmış, son dakikalarını yaşadığını sezer gibi olmuştu. Baba öksüzü olan ciğerpâresini yanıbaşına oturtarak, O'nu şefkat dolu yaşlı gözlerle uzun uzun süzdü.. öptü.. öptü.. parçalanan bağrına basarak, analığın bütün harâret ve şefkatiyle O'nu okşadı. Daha ana karnında iken babasından yetim kalan bu yavrucak şimdi de anneden mi mahrum kalacaktı? Anne bu acıyı hisseder gibi oldu. Bir daha göremeyeceği biricik oğlunun mâsum yüzüne baka baka şu mânâda bir beyt söyledi:

            "Her diri ölür, her yeni eskir,

            Her yaşlı göçer, her fâni yok olur,

            Ben de öleceğim, fakat buna gam yemem,

            Çünkü dünyâya bir büyük hayırlı varlık bırakıyorum."

            Bu sözlerden sonra yaşlı gözlerini bu fâni hayâta kapadı. Ümmü Eymen, öksüz yavruyu alarak Mekke'ye döndü. Bundan sonra Hz.Muhammed (S.A.V)'i, dedesi Abdulmuttalib yanına alarak ana ve babadan yetim kalan torununu, iki sene baktı. Vefat edeceğinde amcası Ebû Tâlib'e emânet etti.

            PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN ÇOCUKLUK DEVRİ

            Hz.Peygamberimiz'in dedesi Abdulmuttalib, yüz yaşını geçmiş olduğu halde hasta döşeğine düşünce, o zaman sekiz yaşında olan torunu Hz.Muhammed (S.A.V.)'i oğullarından birine teslim etmek üzere bütün oğullarını çağırdı, başına topladı.

            Ebû Leheb'e şöyle dedi: "Sen zenginsin, fakat kalbinde merhamet yok. Çocuk yetim, yüreği zâten yaralı. O'nu sen hoş tutamazsın. Senin sert, kaba muâmelenden incinir, üzülür. Onun için çocuğu sana teslim edemem."

            Sonra oğlu Abbas'a döndü: "Sen bu işe lâyıksın, fakat âilen kalabalık..." dedi.

            Bu esnâda Ebû Tâlib söze karıştı; "Babacığım, gerçi benim servetim az, fakat şefkatim var. Kardeşim Abdullah'ın oğluna bakmağı ben cana minnet bilirim" dedi.

            Abdulmuttalib, küçük torununun da re'yini almağı unutmadı. O'na dönerek; "Amcalarından hangisinin yanında kalmağı arzu ettiğini" sordu.

            Mâsum çocuk, yerinden fırlayıp Ebû Tâlib'in boynuna sarıldı. Böylece Ebû Tâlib'in himâyesine girmiş oldu. Bu hâdiseden birkaç gün sonra dede, bu fâni hayâta gözlerini yumdu. Ebû Tâlib, O'na öksüzlüğünü hissettirmemek için elinden geleni yapıyor ve O'na öz evlâdı gibi bakıyordu.

            Peygamber Efendimiz 10-12 yaşlarında iken amcası Ebû Tâlib'in ve Mekke halkının koyunlarını güttü. Kırların temiz havası, O'nun fartı zekâsını (üstün zekâsını) korudu, geliştirdi. Bir ara kırda çobanlık yaparken kurtların sürüye dalıp koyunlarını kaptığını gördü. Bundan ibret aldı; «Güttüğü koyunları kurda kaptırmamak bir vazîfe idi. Herkes güttüğü koyundan mes'uldür, emânete riâyet olunmalıdır.»

            Peygamber Efendimiz, çobanlık yapmağı hakir görmemiş, bilâkis bir Hadîs-i Şerifleri'nde; "Allah hiçbir peygamber göndermemiştir ki O, çobanlık yapmış olmasın. Mûsa peygamber çobanlık yapmıştı, Davut peygamber, kezâ." buyurmuşlardır.

            Bir defasında koyunlarını arkadaşlarına bırakarak akranları gibi gezmek, eğlenmek için Mekke'ye inmek istemişti. Giderken yolda bir düğüne rastladı. Tam düğünü seyre dalacağı anda kendisine bir uyuklama hâli geldi, orada uyuyakaldı. Böylece düğünü seyredemedi. O, küfür ve câhiliyyet âdetlerinden zâten hoşlanmazdı, zevk almazdı. O'nu her kötülükten Allah koruyordu ve yetiştiriyordu.
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 13 Aralık 2010, 00:21:52
                         (http://i56.tinypic.com/2w37qf9.jpg)

                ŞAM SEYAHATİ

            Ebû Tâlib, zaman zaman ticâret maksadıyle Şam'a ve Yemen'e giderdi. Yeğeninin ısrarlı arzusu üzerine bir defasında O'nu da götürdü. Peygamberimiz daha 12 yaşında idi. Arabistan'ın dâimâ açık ve güneşli olan havasında cereyan eden bu seyahat, O'nun ilk yolculuğu oluyordu. Bu yolculuk, gâyet zevkli ve rahat geçti. Bir bulut, devamlı olarak üzerlerinden kervanı tâkip edip onları güneşin harâretinden gölgeledi. Şam yakınlarında Busra denen yere geldiklerinde konaklamışlardı.

            Mekke cihetinden gelmekte olan bu kervanı, asıl ismi Cercis olan rahip Bahîrâ, inzivâya çekilmiş olduğu manastırından çok uzakta iken görmüş, kervanda bir fevkalâdelik sezmişti. Öyle ki; «kervanı dâimâ bir bulut tâkip ediyor, onu gölgeliyor, kervan durduğunda üzerinde bulut da duruyor, kervan yürüyünce bulut da yürüyor, kervanın geçtiği ve konduğu yer yeşeriyordu.» İncil'de, geleceği müjdelenen Âhirzaman Nebîsi'nin, bu kervanda olabileceğini tahmin eden râhip Bahîrâ çok heyecanlandı. Kervan kendisine çok yakın bir yerde, Busra'da kuru bir hurma ağacının altında konaklamıştı. Bahîrâ, bulutun yine orada karar kıldığını ve hurma ağacının yeşillendiğini görünce heyecanı büsbütün arttı. Hemen bir hazırlık yapıp kervanla gelenleri dâvet etti.

            Ebû Tâlib, eşyaların başında Peygamber Efendimiz'i bırakarak kervandaki diğer kişilerle dâvete icâbet etti. Fakat bulut, kervanın yüklerinin indirildiği yerden ayrılmıyor, orada duruyordu. Bahîrâ, bundan, dâvete esas sebep olanın gelmediğini anlayınca Ebû Tâlib'e; "Başka gelmeyeniniz var gâliba, ricâ ediyorum, O da gelsin" dedi.

            Ebû Tâlib; "Hepimiz geldik, sâdece bir küçük çocuk var, O'nu da eşyaları beklesin diye bıraktık" demişse de, rahip Bahîrâ ısrar etti.

            Gidip alıp getirdiler. İncil'de, Peygamber Efendimiz'in şemâilini ve vasıflarını okumuş olan râhip Bahîrâ, Peygamber Efendimiz'i görür görmez hakikatı anladı. Ebû Tâlib'e dönerek; "Bu çocuk kimin?" diye sordu.

            Ebû Tâlib; "Benim oğlum." dedi.

            Bahîrâ; "Hayır.. yok.. bunun babasının ismi Abdullah, annesinin ismi Âmine olması ve her ikisinin de vefât etmiş, kendisinin yetim bulunması lâzım." dedi.

            Ebû Tâlib; "Evet öyledir." dedi.

            Bu arada râhip Bahîrâ, Peygamber Efendimiz'in gömleğine elini uzatarak; "İzin verir misiniz? Bir noktaya bakacağım." dedi.

            "Buyurun!" deyince,

            Bahîrâ, gâyet ta'zimkâr bir şekilde, Peygamberimiz'in sırtından gömleğini biraz açtı. Sırtında iki küreği arasında, kuş yumurtası şeklindeki «Nübüvvet Mührü»nü görünce eğilip, hürmet ve saygı ile öptü.

            Râhip Bahîrâ, soracağı suallere doğru cevap vermesi için Peygamberimiz'in önce Lât ve Uzza putlarına yemin etmesini istemişti.

            Peygamber Efendimiz; "Ben onlara yemin etmem, benim en çok nefret ettiğim şey putlardır." dedi.

            "Allah aşkına söyler misin?" deyince;

            "Söylerim" dedi.

            Husûsi hallerinden ve hayâtının binbir hususiyetinden birçok sualler sordu. Ayrıca, uykuları nasıldır? rü'yâları ne biçimdir? ne yer, ne içer? sevdikleri ve hoşlandıkları nelerdir? Vücudundaki işâretler... vesâire.

            Her suâle beklediği cevabı aldı ve son derece memnun oldu.

            Sualler ve cevaplar bitince râhip Bahîrâ, Ebû Tâlib'e dönerek; "Bu çocuk, son peygamber olacaktır. Şam Yahûdîleri içinde O'nun evsâfını bilen ve alâmetlerini tanıyan kimseler vardır. Olabilir ki O'na hıyânet ederler. Onların sû-i kastinden korkulur. Sen O'nu Şam'a götürme." dedi.

            Bunun üzerine Ebû Tâlib, Bahîrâ'nın sözünü tuttu. Müşterinin de zuhûr etmiş olmasından dolayı, malını Busrâ'da satarak geri döndü.         

                FİCAR HARBİ

            İslâmiyet'den önce Araplar arasında ardı arkası kesilmeyen harpler oluyordu. Bunların içerisinde en kanlılarından ve tehlikelilerinden biri de, Ficar Muhârebesi idi. «Eşhûr-u Hurum» yâni hürmet edilmesi gereken mübârek aylarda (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarında) meydana geldiği için, günah mânâsına gelen Ficar Harbi ismi verilmiştir.

            Bu harp, Kays kabîlesi ile Kureyşliler arasında vuku' bulmuş, başlangıçta harbin talihi Kays kabîlesine gülmüşse de, dört sene devam eden bu harbi, neticede Kureyş tarafı kazanarak bir anlaşma yapmışlardı.

            Kureyş haklı ve de Kureyş'in şerefi tehlikede olduğu için çocukluğunda bu muhârebeye Peygamber Efendimiz de iştirak etmişlerdi. Ancak amcalarına ok topladı, doğrudan savaşmadı.

            PEYGAMBERİMİZ'İN TİCÂRET HAYÂTINA ATILMASI

            Mekkeliler öteden beri ticâretle uğraşırlardı. Ticâretle uğraşmayanlar bir şeye sâhip olamazlar, darlık ve geçim sıkıntısından kendilerini kurtaramazlardı. Kureyş'in zengin ve îtibarlı âilelerinden olan Hz.Hatîce, bâzı kimselere sermaye verip onlarla ortaklık yapıyordu. Şam'a gidecek ticâret kervanıyla, O da mal göndermek istiyordu.

            Ebû Tâlib de ticâretle uğraşanlardandı. Fakat, âile efrâdının çokluğu, kuraklık ve kıtlık yılları, Ebû Tâlib'in ticâret ve mâli imkânını zayıflatmıştı. Bu arada Peygamber Efendimiz'e; "Artık yetiştin, 25.yaşına bastın. Kendine bir ticârî iş seçmen lâzım. Kureyş, yakında ticâret maksadıyla Şam taraflarına bir kervan göndermek istiyor. Senin bu kervana katılman için bir yol var. İffet ve servetiyle meşhur muhterem dul kadın, Huveylit kızı Hatîce'yi tanırsın. O, her sene Kureyş'den biri vâsıtasıyla îcâbeden yerlere mal göndererek ticâret ettirir ve adamına hisse verir. Bu işe bu defa sen istekli çıkarsın. Senin temizliğin, doğruluğun ve ahlâkın herkesce bilindiği için, umarım ki seni hemen kabul eder ve başkalarına tercih eder" demişti.

            Arada ne oldu ise oldu. Olacak olan zuhûra geldi. Yüksek ahlaklı, ulvî karakterli kadın, Peygamberimiz'in muradını yerine getirdi. Kendisine birini göndererek, şu teklifte bulundu: "Kureyş kervanına katılıp Şam taraflarına ticâret için gidebileceğini tahmin ediyorum. Eğer râzı olup malımın başında bulunmağı kabul ederse, kendisine, başkalarına verdiğim ticâret payının iki mislini veririm."

            Hz.Peygamberimiz, vâki teklîfi, amcası Ebû Tâlib'e haber verdi. Ebû Tâlib'in memnuniyeti büyüktü. Heyecanla mukâbele etti; "Bu, Allâh'ın sana ihsan ettiği bir rızıktır. Daha güzeli olmaz. Hemen kabul et." dedi.

            Anlaştılar. Hz.Hatîce kölesi Meysere'yi de Peygamber Efendimiz'in emrine verdi ve şu tembihte bulundu: "Sana ne emrederse, hemen itaat edeceksin. Hiçbir re'yine aykırı iş görmeyeceksin. Bir dediğini iki etmeyeceksin."
İLK VAHİY VE RİSÂLETİN BAŞLAMASI

            Peygamber Efendimiz, 38 yaşında iken, bir takım ışıklar, pırıltılar görmüş, sesler duymuş, fakat bunların neler olduğunu ilk anda anlayamamıştı.

            Peygamber Efendimiz, 39 yaşında iken, olduğu gibi çıkan sâdık rûyâlar görmeğe başladı. Gündüz cereyân edecek hâdiseler, uyku ile uyanıklık arasında gösteriliyor, Peygamberliğe alıştırılıyordu. Bu hâl, altı ay devam etti.

            Bundan sonra, kendisinde; şehirlerden, insanlardan, evlerden uzaklaşmak, Mekke'nin dağ aralarındaki kuytulara çekilmek, vâdilerin derinliklerine dalmak arzusu uyandı. Mübârek aylarda, zaman zaman Mekke'ye üç mil uzaklıkta bulunan Hırâ dağına, diğer adıyla Nur dağındaki mağaraya çekilir, orada Melekût-ü İlâhiyyenin vüs'at ve azametini tefekkürle meşgul olurdu. Öyle ki, «Hırâ dağı, artık Kâinâtın Efendisi'ne ibâdet ve istiğrak sediri olmuştu.»

            Hırâ dağında bulunduğu sıralar, kendisine, ya melek görünür, ya da nidâlar gelirdi.

            Mîlâdın 610.yılının mübârek Ramazân-ı Şerif ayının 17.pazartesi gününe gelinmişti ki, Allâh'ın Rasûlü yine Hırâ dağındaki mağarada idi. Bir gece evvel, rûyâlarında; muazzam bir şekil, bir heybet, bir sûret, bir edâ, bir ışık ve bir renk görmüşlerdi. Bu; «kendisine sır tevdî edilen ve kendisinden, rûhun bâtınî mâhiyeti öğrenilen, mahrem ve emin kimse» mânâsına, «Nâmûs-ul Ekber» sıfatlı, «Cebrâil» idi.

            Cebrâil (A.S.), Peygamberimiz mağarada mürâkabe ve ibâdetin en derin ânında iken, Allâh'ın sevgilisine dünyâ ve madde perdesinde görünüverdi. "Ikra', (oku!..)" diyerek Allâh'ın (CC) emriyle ilk vahyi getirmiş oluyordu.

            Kâinâtın Efendisi okuma bilmiyordu, ümmî yaşamıştı. "Mâ ene bi-kâ'riin (ben okumağı beceremiyorum)" dedi. Cenab-u Hakk'ın hikmeti icabı Peygamber Efendimiz o ana kadar hiç ilmi tedrisat görmemişti. Zira Rabbimiz O'nun tâlim ve terbiyesini bizzat kendisi üzerine almıştı.

            Cebrâil (A.S.), üç kere aynı emri tekrarladı ve aynı cevabı aldıktan sonra, Peygamber Efendimiz'in mübârek göğsünü, hafifçe üç defa sıktı ve Allâh'ın ismiyle okumasını istedi. Böylece, acîb kudret sâhibi olan Cibril tarafından O'na, mânevi bir ameliyat tatbik edildi.

            Aslında Kur'ân-ı Kerîm'in bir nüshası Levh-i Mahfuz'da bir nüshası da Fahri Kâinât'ın kalbinde yazılı idi. Cibril tarafından tatbik edilen bu ameliyat ile, Fahri Kâinât'ın kalbi üzerinden perde yırtılmış, kaldırılmış ve birden okur oluvermişti. Böylece, en büyük bir mûcize zuhûr etmişti.

            İşte ilk vahiy... O zaman melek, mâverâdan (gâipten) gelen seslerin en tatlı âhengiyle;

            "Ikra', bismi-Rabbikellezî Halâk, ...

             (Seni yoktan vareden, ânen fe ânen terbiye edip büyüten Rabbî'nin ismiyle oku!. O, çok kerîm olan Rabbînin hakkı için ki O, kalemle ta'lim etti, insana bilmediklerini öğretti...)"

             (Alak sûresinin başında bulunan, bu âyet-i kerîmeler ilk gelen vahiy idi.)

            Rasûlüllah Efendimiz bunları, Cebrâil'in sesini tâkip ederek aynen belledi ve okudu. Âyetin, Allah Rasûlü tarafından kelimesi kelimesine tekrarına kadar bekleyen melek, Allah Kelâmı'nın, Allah Rasûlü'nün diline ve kalbine yerleştiğini görür görmez, birden kayboluverdi. Bu hâl, bir kurşunun ciğeri delip geçmesi kadar sürdü. Kurşun ciğerden çıkıp gider gitmez, te'siri başlamıştı.

            Peygamberimiz, kendisine vahyolunan âyetleri telakkî ettikten sonra, yüreği titreyerek, heyacanlı bir hâl içinde evine döndü. Hz.Hatîce'nin yanına geldi. Hz.Hatîce kendisini karşıladı ve "Anam babam sana fedâ olsun! Ben senin yüzünde, hiç şimdiye kadar görmediğim bir nur görüyor, Sende şimdiye kadar hiç duymadığım bir koku duyuyorum" dedi.

            Peygamber Efendimiz; "Beni örtün,.. beni örtün.." dedi.

            Hz.Hatîce, O'nu örttü. Ürpermesi geçinceye kadar sarındı, örtündü.

            Kısa zaman sonra bu durum değişti. Allah Rasûlü kendine gelip kalkınca, hâdiseyi, olduğu gibi Hz.Hatîce'ye anlattı. Vahy olunan âyeti O'na okudu. Hz.Hatîce de heyecanlanmakla beraber, O'nu teselli etti; "Hiçbir korku ve kaygıya sebep yok, boşuna üzülüyorsun, Allah, senin gibi bir kuluna kötülük eriştirmez. Zîra sen, akrabalık haklarına riâyet ediyorsun. Sözünde doğrusun. Güçlüklere dayanırsın. Müsâfirleri ağırlarsın. Felâkete uğrayanların yardımına koşarsın. Herkes nazarında sen Muhammed-ül Eminsin, böyle olan kulunu Allah yalnız bırakmaz." dedi.

            Hz.Hatîce, elbisesini giyindi. Rasûlüllah'ı yanına alarak birlikte amcazâdesi Varaka bin Nevfel'e gittiler. Bu fevkalâde hâli Varaka'ya anlattılar. Varaka, çok sevindi. "Kuddûsün! kuddûsün! Eğer hâl, anlattığın gibi ise, O'na gelen; Hz.Mûsa'ya gelen Nâmûs-u Ekber'dir, yâni büyük melekdir. Ah!.. ne olurdu.. halkı, yeni dîne dâvet edeceğin günlerde genç olsaydım.., kavmin, seni yurdundan çıkaracakları zaman sana yardım etseydim." dedi.

            Peygamber Efendimiz; "Onlar beni yurdumdan da mı çıkaracaklar?" diye sordu.

            Varaka; "Evet. Çünkü, senin gibi bir şeyi getirmiş, vahiy tebliğ etmiş de düşmanlığa uğramamış hiçbir peygamber yoktur. Eğer Senin dâvet günlerine erişirsem, sana, bütün gücümle yardım ederim yâ Muhammed..." dedi. 
            Kervan yola çıktı. Râhip Bahîrâ'nın ibâdethânesinin önüne kadar geldiler. Ancak Bahîrâ ölmüş, yerini Nastûra isimli bir râhip almıştı. Bu da iyi bir adamdı. Kervanın yanına geldi. Meysere'yi daha önceden tanıyordu. Biraz konuştuktan sonra râhip Nastûra, Meysere'ye dönerek; "Bu zât, Âhirzaman Peygamberi olacaktır. Sakın Şam'a gitmeyiniz. Oradaki Yahûdîler sizi tanırlarsa muhakkak size zarar verirler. Ben O'nun getireceği dîne ve kendisine şimdiden îmân ediyorum. Ne olur! Şam'a gitmeyiniz. Alışverişinizi burada yapınız." dedi.

            Alıcı da zuhûr ettiğinden mallarını Busrâ pazarınde çok kârlı bir şekilde satıp üç ay süren bir yolculuktan sonra Mekke'ye geri döndüler.

            Hz.Hatîce birkaç kadınla konağının damından kervanın gelişini gözetleyip dururken, bir aralık, devesi üzerinde Peygamberimiz'i iki meleğin gölgelediğini hayretle görmüş ve bunu yanındaki kadınlara da göstermişti.

            Öğle vakti, Hz.Peygamberimiz Mekke'ye girdi. Şam'dan getirdiği malları Hz.Hatîce'ye teslim etti. Hz.Hatîce, onları çok iyi bir kârla hemen sattı. [/i]
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 13 Aralık 2010, 00:29:48
                                 (http://i56.tinypic.com/2w37qf9.jpg)

            PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN EVLENMESİ

            Hz.Hatîce bir rûya görmüştü. Bunu, eski din üzerine ibâdetini yapan Allâh'ın sevgili kullarından biri olan amcası Varaka bin Nevfel'e anlattı. Varaka, Tevrat ve İncil'i okumuş, bu kitaplardan Âhirzaman Peygamberi'nin geleceğini öğrenmiş bulunuyordu. O'na rû'yasını; "Sen, Âhirzaman Peygamberi ile evleneceksin, O'nun zevcesi olacaksın." diye tâbir etti.

            Peygamber Efendimiz 25, Hz.Hatîce 40 yaşlarında iken, iki taraftan da vâsıtalar zuhur etti ve nihâyet beklenen karar verildi. Nikah, âdet üzerine Hz.Hatîce'nin evinde akdolundu. Hz.Hatîce'nin vekîli amcazâdesi Varaka bin Nevfel, Peygamber Efendimiz'in vekîli amcası Ebû Tâlib'di.

            Ebû Tâlib, ayağa kalkarak şu sözleri söyledi: "Şükür Allâh'a ki bizleri İbrâhim'in zürriyetinden ve İsmâil'in neslinden, Maad'ın mâdeninden ve Mudar'ın aslından yarattı. Bizi Beyt-i Mükerremi'nin bekçisi, Harem-i Şerif'in hizmetçisi yaptı. Bundan dolayı insanların hâkim ve reîsi yaptı. Şimdi de, çok mutlu bir ânı yaşamak üzere buraya gelmiş bulunuyoruz. Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, O'nunla Kureyşten hiçbir genç tartılamaz, ölçülemez. Çünkü O, haseb ve nesebce, akıl ve fazîletçe hepsinden üstün gelir. Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki? Geçici bir gölge, bir perde, alınır verilir, iğreti bir şey. Bundan sonra O'nun şânı pek büyük olacaktır."

            Bundan sonra, Varaka söz alarak ayağa kalkıp şöyle konuştu: "Allâh'a şükür ki, bizi bildirdiğin gibi yarattı. Kimse sizin fazlınızı inkâr, hayır ve şerefinizi görmemezlik etmez. Biz de sizinle yakınlık kurmağa istekliyiz. Ey cemaat! Şâhit olun, ben Muhammed bin Abdullah'ı Hatîce binti Huveylid'e nikah ettim." Kureyş'in uluları bu nikâhın akdine şâhit oldular, düğün yapıldı. Develer kesildi, dâvetlilere mükellef bir ziyâfet verildi.

               Peygamber Efendimiz'in Evlatları

            Peygamberimiz'in üçü erkek, dördü kız olmak üzere yedi evlâdı dünyâya gelmiştir. Erkek çocukları; Kâsım, Abdullah ve İbrâhim'dir. (Abdullah, Tayyip ve Tâhir diye de anılır.) Kız evlâtları; Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtımatü'z-Zehrâ'dır. Hz.İbrâhim'den başka bütün çocukları Hz.Hatîce'den doğmuştur.

            Peygamber Efendimiz'in dünyâya ilk gelen çocuğu Kâsım'dır. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz, Ebû'l-Kâsım diye künyelenmiş ve Ebû'l-Kâsım diye anılmıştır. Kâsım ile Abdullah küçük yaşta vefât ettiler. Kızlarının hepsi büyüdü ve onları kendisi bizzat evlendirdi. En büyük kızı Zeyneb'i Ebû'l-As ile evlendirdi. Rukiyye ve Ümmü Gülsüm'ü amcası olan Ebû Leheb'in oğullarından Utbe ile Uteybe'ye vermişti. İslâmiyetten sonra Ebû Leheb ve karısı onları oğullarından boşattılar. Daha sonra, Peygamberimiz Rukiyye'yi Hz.Osman'a nikâhladı. O vefât edince Ümmü Gülsüm'ü nikâhladı. Bundan dolayı Hz.Osman'a iki nur sahibi mânâsına gelen «Zinnûreyn» denmiştir.

            En küçük kızı ki, hakkında Seyyidetü'n-Nisâ (hanımların en hanımefendisi) buyrulan Hz.Fâtımatü'z-Zehrâ'yı da Hz.Ali ile evlendirdi. Peygamberimiz'in mübârek nesli, Ehli Beyt, O'nun soyundan gelmektedir. Hz.Fâtıma'dan başka bütün evlâtları Peygamber Efendimiz'den önce vefât ettiler. «Rıdvânullâhi Teâlâ Aleyhim Ecmaîyn».

                Kâbe'nin Tâmirinde Peygamberimiz'in Hakemliği

            Hz.İbrâhim, oğlu Hz.İsmâil ile birlikte yaptığı Kâbe'nin, yüzyıllardan beri devamlı yağmur ve sel sularına karşı koyan duvarları iyice yıpranmış, yıkılmağa yüz tutmuştu. Bir kadının sıçrattığı bir kıvılcım yüzünden Kâbe örtüsü ve kapısı yanmıştı. O sıralarda, Kâbe'nin içindeki kuyuda saklı bulunan, inci ve değişik mücevherlerle süslü altın geyik heykelleri hırsızlar tarafından çalınmıştı.

            Kureyşliler, şüphe üzerine Huzza kabîlesinden Melih bin Ömeroğullarının âzatlı kölesi Düveyk'in, evinde yaptıkları aramada, çalınan heykelleri ele geçirdiler. Cezâ olarak da, Düveyk'in elini kestiler ve Kâbe'yi yeniden yapmağa, onarmağa karar verdiler. Habeş'de, Farslıların yaptıkları kiliseyi, Rum hükümdarının mimar Bakum'un îmar ve nezâretinde yeniden yaptırmak istemesi üzerine, Mısır'dan yola çıkarılan inşaat malzemesi yüklü vapur, Cidde sahiline çarparak parçalanmıştı. Geminin malzeme ve parçalarını sâhiplerinden satınalarak, mimar Bakum'la da anlaşıp Mekke'ye getirdiler. Hep beraber Kâbe'yi yıkıp, yeniden yapmağa başladılar.

            Sıra mübârek Hacer-ül Esved taşını yerine koymağa gelince, Kureyş kabîleleri arasında sert bir tartışma ve çekişme başladı. Kabîle reisleri, kendilerinin daha asil, köklü ve şerefli kabîle olduklarını, binâenaleyh, bu mübârek taşı yerine koyma hakkının kendilerine âit olacağını iddiâ ediyor, çok hassâsiyet gösteriyorlardı. Bir kısım kabîle reisleri de, mübârek Hacer-ül Esved taşını yerine koyma mevzûunda çıkan ihtilaf üzerine, ellerini kan çanağına batırarak bu taşı kendilerinin koymaları için yemin etmişti. Artık kılıçlar çekilecek insanlar birbirini öldürecek, harp edilecek bir hava esmeğe başlamıştı. (Câhiliyet devrinde, Araplar bir mes'elenin üzerinde çok ciddiyetle hassasiyet gösterip hayat memat meselesi yaptılar mı, kabîle reisleri ellerini içinde kan olan bir çanağa batırır, ellerini kana bular, yemin ederlerdi. Dedikleri olmazsa, kılıçlar çekilir, adamlar öldürülür, harp ederlerdi. Ondan sonra, gâlip gelenin dediği olurdu.)

            Bu arada, Ebû Ümeyye şöyle bir teklifte bulundu: "Sabahleyin Safâ kapısından ilk gelen zât, bu işte hakem olsun". Bu teklifi yerinde buldular ve kabul ettiler.

            Sabah Safâ kapısından ilk girenin Hz.Muhammed (S.A.V) olduğu görüldü. O'nu görünce herkes sevindi. Çünkü O, aralarında doğruluğun, dürüstlüğün, sadâkatın, hak ve adâletin mücessem bir timsâli idi. Herkes, O'nda gördükleri doğruluktan, dürüstlükten, mekârimi ahlâktan dolayı O'na; «Muhammed-ül Emin, (sâdık Muhammed, doğru Muhammed (S.A.V.)» derlerdi. O'na durumu anlattılar. "Seni hakem kabul ettik yâ Ebe'l-Kâsım" dediler.

            Allâh'ın sevgilisi gülümsedi, "Haydin bana bir elbise, bir örtü getirin" dedi.

            Örtü geldi. Onu yaydı, serdi. Hacer-ül Esved'i örtünün üzerine koydu. Her kabîleden birer temsilci seçmelerini istedi. Seçtiler. Onlara, örtünün kenarlarından tutarak hep beraber yerine konmak üzere kaldırmalarını buyurdu. Kaldırdılar. Sonra da elleriyle Hacer'ül Esved'i örtünün içinden alıp yerine koydular.

            Böylece, büyük bir ihtilafın önlenmiş olmasından, herkes memnun, herkes saadet ve itmi'nan içinde kaldı. Peygamber Efendimiz'in bu tatbikatı herkes tarafından son derece taktirle karşılandı.

            Peygamber Efendimiz'in Kâbe'nin bu tâmirinde Kureyş'le birlikte çalıştığı, hatta bu yüzden omuzları taş taşıyarak yara olduğu, târihin rivâyetleri arasındadır. Kâbe'nin bu tâmiri sırasında, şöyle mühim bir hâdise vuku bulmuştu:

            Peygamber Efendimiz, amcası Abbas ile birlikte taş taşırken, Hz.Abbas O'na, ihrâmını çözerek omuzuna koymasını, bu suretle omuzunun incinmemesini söyledi. Peygamber Efendimiz de ihrâmını toplayarak omuzuna koymuştu. Vücudu açılınca birdenbire yere düşerek kendinden geçti. Bu halden ayılınca derhal ihrâmını almış ve bütün vücudunu örtmüştü. Sonra Ebû Tâlib bu işe merak etmiş ve hâdiseyi kendisinden sormuştu. Hz. Muhammed (S.A.V) şu cevabı vermişti: "İhrâmımı toplayıp omuzuma koyduğum zaman vücudum açılınca şöyle bir ses duydum: «Yâ Muhammed! (S.A.V.) âzânı setret. Sen Peygamber olacaksın, sana yakışmaz.»"

            Peygamber Efendimiz'in gâipten duyduğu ilk ses bu idi. O sırada Peygamberimiz otuzbeş yaşlarında idi.

            Putperestliğin Yıkılmasına Doğru

            Araplar, Hz.İbrâhim'in yaydığı Hanif dînini, Tevhid dînini unutmuşlar, putlara, heykellere tapmağa başlamışlar ve mübârek Kâbe'nin içine ve üstüne putlar doldurmuşlardı. Burada toplanırlar, yerler, içerler, eğlenirler, şiirler söylerler, ticâretten bahsederlerdi. Aralarında kan davaları eksik olmazdı. Sadece Eşhûr-u Hurum'da (Muharrem, Recep, Zilkâde, Zilhicce aylarında) harp etmezler, keyiflerine bakarlar, sâir aylarda kıtal, cidal eksik olmazdı.

            Araplar içinde bâzıları da vardı; putları terketmiş, onlara kıymet vermez ve onları sevmezdi ki bunlar arasında Ebû Bekr'ini's-Sıddık, Varaka bin Nevfel, Kus bin Sâide, Ubeydullah bin Cahş, Osman bin Huveyriş vardı.

            Varaka bin Nevfel, Tevrat ve İncil'i okurdu. Kus bin Sâide son peygamberin geleceği vaktin yaklaştığını haber verenlerdendi. Fesâhat ve belâğatı ile pek meşhur bir hatip olan Kus bin Sâide'nin, Sû'k-u Ukaz'da (Arapların her sene kurulan en büyük ve en kalabalık panayırı olan, Ukaz panayırında) bir kızıl deve üzerinde îrad ettiği meşhur hutbesini, Peygamber Efendimiz de gençliğinde dinlemiş ve o kadar beğenmişti ki uzaktan da olsa uzun uzun onu seyretmişti. O zamanlar kendisine henüz Nübüvvet gelmemişti.

            Kus bin Sâide'nin okuduğu, o çok mânalı, veciz hutbenin metni şu idi:

            "Ey İnsanlar!.. geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız. Yaşayan ölür, ölen çeker gider. Olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter, çocuklar doğar, anaların babaların yerini tutar, sonra hepsi mahvolup gider. Vukuatın ardı kesilmez, hemen hepsi birbirini tâkip eder. Kulaklarınızı açınız, dikkat ediniz. Gökte haber var, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü geniş bir döşeme, gökyüzü ise bir yüksek tavandır. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez, acaba gittikleri yerlerden memnun kaldıkları için mi gelmiyorlar, yoksa orada bırakıldıkları için uykuya mı dalıyorlar. Yemin ederim; Allâh'ın indinde bir din vardır ki şimdi bulunduğunuz dinden daha doğrudur ve daha sevimlidir. Allâh'ın gelecek bir peygamberi vardır ki gelmesi pek yakın oldu, gölgesi başımızın üstündedir. O'na îman eden kimseye ne mutludur, O'na isyan ve muhâlefet eden kimseye de yazıklar olsun... Yazıklar olsun ömürleri gaflet içinde geçen kimselere.

            Ey cemaat-i iyad!.. Hani ecdadımız ve babalarımız?, Hani taştan saraylar yapan A'd ve Semud kavimleri?, Hani dünyâ malına güvenerek kavmine; "Ben sizin rabbinizim" diyen Firavun ve Nemrud? Onlar size nisbetle daha zengin ve kuvvet bakımından da sizden daha kuvvetli değiller mi idi? Bu yer, onları değirmeninde öğüttü, toz etti dağıttı, kemikleri ile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın onlar gibi gaflet etmeyin, onların yolunda gitmeyin. Her şey fânidir, bâkî ancak Allah'dır ki birdir, şerîki ve nazîri yoktur. İbâdet edilecek ancak O'dur. Doğmamış ve doğurulmamıştır. Evvel gelip geçenlerde ibret alınacak çok şeyler vardır. Ölüm ırmağının girecek yerleri vardır ama çıkacak yerleri yoktur. Büyük küçük hep göçüp gidiyor. Giden geri gelmiyor. Anladım ki herkese olan şey bana da olacaktır."

            Sû'k-u Ukaz'da bu alâmetleri sayan şahsın söylediklerinin aynen tecelli ettiğini düşündükçe, insanların arasında bâzı kimselerin küçümsenmemesini de idrâk etmek gerek. 

İLK VAHİY VE RİSÂLETİN BAŞLAMASI

            Peygamber Efendimiz, 38 yaşında iken, bir takım ışıklar, pırıltılar görmüş, sesler duymuş, fakat bunların neler olduğunu ilk anda anlayamamıştı.

            Peygamber Efendimiz, 39 yaşında iken, olduğu gibi çıkan sâdık rûyâlar görmeğe başladı. Gündüz cereyân edecek hâdiseler, uyku ile uyanıklık arasında gösteriliyor, Peygamberliğe alıştırılıyordu. Bu hâl, altı ay devam etti.

            Bundan sonra, kendisinde; şehirlerden, insanlardan, evlerden uzaklaşmak, Mekke'nin dağ aralarındaki kuytulara çekilmek, vâdilerin derinliklerine dalmak arzusu uyandı. Mübârek aylarda, zaman zaman Mekke'ye üç mil uzaklıkta bulunan Hırâ dağına, diğer adıyla Nur dağındaki mağaraya çekilir, orada Melekût-ü İlâhiyyenin vüs'at ve azametini tefekkürle meşgul olurdu. Öyle ki, «Hırâ dağı, artık Kâinâtın Efendisi'ne ibâdet ve istiğrak sediri olmuştu.»

            Hırâ dağında bulunduğu sıralar, kendisine, ya melek görünür, ya da nidâlar gelirdi.

            Mîlâdın 610.yılının mübârek Ramazân-ı Şerif ayının 17.pazartesi gününe gelinmişti ki, Allâh'ın Rasûlü yine Hırâ dağındaki mağarada idi. Bir gece evvel, rûyâlarında; muazzam bir şekil, bir heybet, bir sûret, bir edâ, bir ışık ve bir renk görmüşlerdi. Bu; «kendisine sır tevdî edilen ve kendisinden, rûhun bâtınî mâhiyeti öğrenilen, mahrem ve emin kimse» mânâsına, «Nâmûs-ul Ekber» sıfatlı, «Cebrâil» idi.

            Cebrâil (A.S.), Peygamberimiz mağarada mürâkabe ve ibâdetin en derin ânında iken, Allâh'ın sevgilisine dünyâ ve madde perdesinde görünüverdi. "Ikra', (oku!..)" diyerek Allâh'ın (CC) emriyle ilk vahyi getirmiş oluyordu.

            Kâinâtın Efendisi okuma bilmiyordu, ümmî yaşamıştı. "Mâ ene bi-kâ'riin (ben okumağı beceremiyorum)" dedi. Cenab-u Hakk'ın hikmeti icabı Peygamber Efendimiz o ana kadar hiç ilmi tedrisat görmemişti. Zira Rabbimiz O'nun tâlim ve terbiyesini bizzat kendisi üzerine almıştı.

            Cebrâil (A.S.), üç kere aynı emri tekrarladı ve aynı cevabı aldıktan sonra, Peygamber Efendimiz'in mübârek göğsünü, hafifçe üç defa sıktı ve Allâh'ın ismiyle okumasını istedi. Böylece, acîb kudret sâhibi olan Cibril tarafından O'na, mânevi bir ameliyat tatbik edildi.

            Aslında Kur'ân-ı Kerîm'in bir nüshası Levh-i Mahfuz'da bir nüshası da Fahri Kâinât'ın kalbinde yazılı idi. Cibril tarafından tatbik edilen bu ameliyat ile, Fahri Kâinât'ın kalbi üzerinden perde yırtılmış, kaldırılmış ve birden okur oluvermişti. Böylece, en büyük bir mûcize zuhûr etmişti.

            İşte ilk vahiy... O zaman melek, mâverâdan (gâipten) gelen seslerin en tatlı âhengiyle;

            "Ikra', bismi-Rabbikellezî Halâk, ...

             (Seni yoktan vareden, ânen fe ânen terbiye edip büyüten Rabbî'nin ismiyle oku!. O, çok kerîm olan Rabbînin hakkı için ki O, kalemle ta'lim etti, insana bilmediklerini öğretti...)"

             (Alak sûresinin başında bulunan, bu âyet-i kerîmeler ilk gelen vahiy idi.)

            Rasûlüllah Efendimiz bunları, Cebrâil'in sesini tâkip ederek aynen belledi ve okudu. Âyetin, Allah Rasûlü tarafından kelimesi kelimesine tekrarına kadar bekleyen melek, Allah Kelâmı'nın, Allah Rasûlü'nün diline ve kalbine yerleştiğini görür görmez, birden kayboluverdi. Bu hâl, bir kurşunun ciğeri delip geçmesi kadar sürdü. Kurşun ciğerden çıkıp gider gitmez, te'siri başlamıştı.

            Peygamberimiz, kendisine vahyolunan âyetleri telakkî ettikten sonra, yüreği titreyerek, heyacanlı bir hâl içinde evine döndü. Hz.Hatîce'nin yanına geldi. Hz.Hatîce kendisini karşıladı ve "Anam babam sana fedâ olsun! Ben senin yüzünde, hiç şimdiye kadar görmediğim bir nur görüyor, Sende şimdiye kadar hiç duymadığım bir koku duyuyorum" dedi.

            Peygamber Efendimiz; "Beni örtün,.. beni örtün.." dedi.

            Hz.Hatîce, O'nu örttü. Ürpermesi geçinceye kadar sarındı, örtündü.

            Kısa zaman sonra bu durum değişti. Allah Rasûlü kendine gelip kalkınca, hâdiseyi, olduğu gibi Hz.Hatîce'ye anlattı. Vahy olunan âyeti O'na okudu. Hz.Hatîce de heyecanlanmakla beraber, O'nu teselli etti; "Hiçbir korku ve kaygıya sebep yok, boşuna üzülüyorsun, Allah, senin gibi bir kuluna kötülük eriştirmez. Zîra sen, akrabalık haklarına riâyet ediyorsun. Sözünde doğrusun. Güçlüklere dayanırsın. Müsâfirleri ağırlarsın. Felâkete uğrayanların yardımına koşarsın. Herkes nazarında sen Muhammed-ül Eminsin, böyle olan kulunu Allah yalnız bırakmaz." dedi.

            Hz.Hatîce, elbisesini giyindi. Rasûlüllah'ı yanına alarak birlikte amcazâdesi Varaka bin Nevfel'e gittiler. Bu fevkalâde hâli Varaka'ya anlattılar. Varaka, çok sevindi. "Kuddûsün! kuddûsün! Eğer hâl, anlattığın gibi ise, O'na gelen; Hz.Mûsa'ya gelen Nâmûs-u Ekber'dir, yâni büyük melekdir. Ah!.. ne olurdu.. halkı, yeni dîne dâvet edeceğin günlerde genç olsaydım.., kavmin, seni yurdundan çıkaracakları zaman sana yardım etseydim." dedi.

            Peygamber Efendimiz; "Onlar beni yurdumdan da mı çıkaracaklar?" diye sordu.

            Varaka; "Evet. Çünkü, senin gibi bir şeyi getirmiş, vahiy tebliğ etmiş de düşmanlığa uğramamış hiçbir peygamber yoktur. Eğer Senin dâvet günlerine erişirsem, sana, bütün gücümle yardım ederim yâ Muhammed..." dedi. 
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 14 Aralık 2010, 10:53:37
(http://i55.tinypic.com/ra6i47.jpg)

            İLK MÜSLÜMANLAR 

            Hz.Peygamberimiz peygamberliğini ilk önce, en güvendiği insanlara açtı. Kendisini bu yolda, herkesten önce tasdik ederek îman ve hidâyet ile müşerref olan ilk müslümanlar;

            Kadınlardan Hz.Hatîce

            Hür erkeklerden Hz.Ebû Bekir

            Çocuklardan Hz.Ali

            Azatlı kölelerden Zeyd ibn-i Hâris

            Kölelerden Bilâl-i Habeşî oldu.

            Hz.Ebû Bekr'in himmet ve gayreti ile, Hz.Osman, Zübeyr ibn-i Avvam, Abdurrahman ibn-i Avf, Sa'd ibn-i Ebi Vakkas, Talhâ ibn-i Ubeydullah Müslüman oldular ve Peygamberimiz ile birlikte namaz kıldılar. Bunlar, Müslümanlığı kabulde, namaz kılmakta, Peygamber Efendimiz'i ve O'na Allah'dan geleni tasdikte herkesi geçtiler.

                Hz.Hatîce (R.Anha) Vâlidemizin Müslüman Oluşu

            Peygamber Efendimiz'in bütün harekatını dakikası dakikasına takip eden ve dünyânın en zeki hanımı olan Hz.Hatîcet-ül Kübrâ zaten kendisine büyük teselli kaynağı idi. Gerek Meysere'nin Şam seyahatinde görerek kendisine anlattığı ve gerekse büyük âlim amcazadesi Vataka bin Nevfel'in beyanatı ve gerekse o zamanın en meşhur rahibi bulunan Addas'ın izahatı ile tam bir mâ'lumât elde etmişti. Cibril-i Emin hakkında mâ'lumâtı vardı. Âyet-i kerime'ler nazil olur olmaz ve davet emrini ifade eden âyetleri duyunca herkesten evvel Hatîcet-ül Kübrâ vâlidemiz îman etmiş, en ufak bir tereddüt göstermemiştir. Dünyânın hiçbir hanımına nasip olmayan bu büyük şerefi kazanmak bahtiyarlığına nâil olmuştur.

            Hz.Hatîce vâlidemize Cebrail (AS)'ın öğrettiği gibi abdest almasını öğretti. Sonra Peygamber Efendimiz imam oldu, birlikte iki rekat namaz kıldılar.

                Hz.Ebû Bekir (R.A)'ın Müslüman Oluşu

            Ebû Bekir, Kureyş'in zengin, îtibarlı ve sözü en çok geçen kimselerinden biri idi. Peygamberimiz ile önceden de samimi dostlukları vardı. Peygamberimiz'i arayan, O'nu, Hz.Ebû Bekr'in dükkanında bulurdu.

            O diğer insanlar gibi putlara tapmaz, doğduğu günden beri onlara buğz eder, diğer insanların da tapmamasını isterdi. Ne yazık ki insanlar, putlara taparak onlardan yardım isterlerdi. Aslında putlara onlar da inanmazlardı. Amma yine de onlara taparlardı. Uzun çöl yürüyüşlerinde, geceleyin tatlı hamurdan yapmış oldukları putlara, ilk önce tapınır, duâ eder, sonra da gülerek tapındıkları putları yerlerdi.

            Hz.Ebû Bekir (R.A.) bunların hepsini biliyordu. Bunun için kendisi hiç puta tapmamıştı. Sâdece bir Allâh'ın var olduğuna inanmış, fakat O'na delâlet edecek birini bulamadığı için, sükut ederek susmağı uygun bulmuştu. Peygamber Efendimiz'e risâlet gelince, hiç tereddüt etmeden, hemen hak dîni kabul edip, müslüman oldu. Sonra da etrafındakileri bu Yüce Dîne sokmağa başladı. Amma birden herkese söylemiyor, sâdece güvendiği kimselere müslüman olmalarını söylüyordu.

                Hz.Ali (R.A.)'ın Müslüman Oluşu

            Hz.Ali, Peygamberimiz'in amcası Ebû Tâlib'in oğludur. Ebû Tâlib'in âile efrâdı çok kalabalık olduğundan Hz.Ali'yi Peygamberimiz yanına almıştı. Hz.Ali, o zaman henüz beş yaşında bir çocuktu.

            Bu küçük yaştan îtibaren Âhirzaman Peygamberi'nin terbiyesi altında yetişen Hz.Ali, Rasûlüllah Efendimiz'e peygamberlik verildikten sonra bir ara Hz. Peygamberimizimiz'in Hz.Hatîce ile birlikte namaz kıldıklarını görünce; "Yâ Muhammed! Bu ne?" dedi.

            Peygamber Efendimiz de; "Yâ Ali! Bu, Allâh'ın seçtiği, beğendiği dînidir. Ben seni, bir olan Allâh'a inanmağa dâvet eder, insana ne faydası ne de zararı dokunmayacak olan Lât ve Uzza'ya bağlanmaktan tahzir ederim." dedi.

            Hz.Ali; "Ben, bu dîni bugüne kadar hiç işitmedim. Babama bu hususta bir danışayım." dedi.

            Peygamber Efendimiz, peygamberliğini daha açıklamadan önce bunun yapılmasını hoş görmediğinden; "Yâ Ali!..Eğer sana söylediğimi yaparsan yap, yapmayacak olursan, gördüğünü gizli tut, kimseye söyleme." dedi.

            O gece geçti. Sabahleyin, Hz.Ali, Peygamber Efendimiz'in yanına geldi ve "Bana söylediğin şeyi tekrarlar mısın." dedi.

            Hz.Peygamberimiz sözlerini tekrarlayınca, Hz.Ali Müslüman oldu ve Müslümanlığını babası Ebû Tâlib'den korkarak gizli tuttu. Hz.Ali Müslüman olduğu zaman takrîben on yaşlarında idi.

            Hz.Ebu Bekir müslüman olunca hemen çok sevdiği arkadaşlarına gitti. Onları da müslüman olmaları için ikna etti. Eshâbı Kirâm'ın (R. anhüm) ileri gelenlerinden Osman bin Affan, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf. Sa'd bin Ebi Vakkas gibi kavminin ileri gelen yüksek şahsiyetleri bunların belli başlılarıdır. İlk müslüman olan bu zatlara sabikun-u evvelin denir.
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 15 Aralık 2010, 14:20:09
(http://i53.tinypic.com/x5we3k.jpg)
  İSLÂMA AÇIK DA'VET

            Peygamber Efendimiz, ilk önce halkı İslam dînine gizlice dâvete ve putlardan ayırmağa başladı. Kendisine, daha ziyâde gençlerle halkın zayıf ve daha fakir olanları îmân etti. Zâten ilk emir, onların ibâdetlerini gizli olarak yapması idi. Çünkü kendilerine îmân etmeyenlerden bir zarar gelebilirdi. Hatta, namazda Kur'ân-ı Kerim açık açık okunmazdı. Herkes okuduğu şeyi gizli olarak okurdu. Bu hâl üç yıl böyle devam etti.

            Bu zaman içinde İslâmiyet'i kabul edenlerin sayısı kırka yükseldi. Artık, İslâmiyet'in tamamıyla meydana çıkarılması, cemiyet meydanında bayraklaştırılması, İslâma açıktan dâvet zamanı gelmişti. Peygamber Efendimiz, alenî tebliğatta bulunmakla emrolundu. Şu Âyet-i Kerîmeler nâzil oldu:

            "Ve enzir aşîretekel akrabîyn... (Yakın akrabalarını inzar et. Cenneti, cehennemi, ahkâm-ı Rabbâniyyeyi tebliğ etmek suretiyle korkut. Hakk'a dâvet edip uyar. Mü'minlere, Sana tâbi olanlara rahmet ve himâye kanatlarını aç, indir. Şâyet, sana âsî olup karşı dururlarsa, onlara; «Ben sizin işlediklerinizden tamamiyle uzağım» de.)" (Sûre-i Şuara, âyet 214-216).

            "Fesdağ bimâ tü'mer.. (Sana emrolunanı açıktan açığa beyân et, müşriklerden yüz çevir.)" (Sûre-i Hıcır, âyet 94).

            Bu âyetler nâzil olunca, ilk iş olarak da, o âna kadar gizli okunan Kur'ân açıkça ve yüksek sesle okunmağa, İslâma dâvet de açık açık yapılmağa başlandı.
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 16 Aralık 2010, 10:57:25
(http://i53.tinypic.com/x5we3k.jpg)

             Akrabalarına İlk Da'vet ve Bir Mûcize

            Peygamber Efendimiz, Hz.Ali'yi çağırarak; "Bize bir kişilik et yemeği yap ve bir kap da süt doldur. Sonra Abdulmuttaliboğullarını bana çağır. Onlarla konuşacağım, emrolunduğum şeyi onlara ulaştıracağım" dedi.

            Hz.Ali, yemeği yaptıktan sonra Abdulmuttaliboğullarını Ebû Tâlib'in evine çağırdı. Dâvetliler; Peygamber Efendimizin, amcaları Ebû Tâlib, Abbas, Hamza, Ebû Leheb ve Abdimenafoğullarından bâzıları olmak üzere, ikisi kadın kırkbeş kişi idiler.

            Peygamber Efendimiz, bir insanın tek başına yiyebileceği eti parçaladı, dâvetlilere; "Bismillah! Buyurun!" dedi.

            Hepsi ondan doyasıya yediler. Her birisinin ancak ellerinin uzandığı yerlerden, azıcık bir kısmının eksildiğini gördüler. Sonra bir insanın yalınız başına içebileceği kadar bir kaptaki sütü içmeğe başladılar. Her birisi ondan da kanasıya içtiler. Etin ve sütün kalanları, sanki hiç el dokunulmamış, yenilmemiş, içilmemiş gibi idi.

            Peygamber Efendimiz, sırasını getirerek, onları Allâh'a îman ve ibâdete dâvete başlamıştı ki Ebû Lehep hemen ortaya atıldı ve (ibret alması gereken yemek mûcizesinden hiçbir ibret ve intibah almadığı gibi); "Biz bu günkü gibi bir sihir görmedik" diyerek, ilâhi tebliğe karşı çıktı, Cemaatı dağıttı.
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 18 Aralık 2010, 22:35:04
(http://i51.tinypic.com/2uyrvxz.jpg)

                Akrabalarına İkinci Da'vet

            İlk dâvette, Ebû Leheb'in çirkin sözleri ve davranışı Allah Rasûlü'nün çok ağırına gitti. Günlerce bekledi. Sonra Cebrâil (A.S.) gelip, «Allâh'ın emrini daha fazla geciktirmeden yerine getirmesi gerektiğini» Peygamber Efendimiz'e tebliğ etti ve kendisini cesâretlendirdi.

            Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Hz.Ali'yi çağırdı; "Ey Ali! Şu adam, senin de işittiğin gibi, sözleri ile önüme geçti ve mani oldu. Ben onlarla konuşamadan dağıldılar. Sen önce yaptığın gibi yine bize yemek yap. Sonra onları bana topla." dedi.

            Bu ikinci toplantıda da yenilip içildikten sonra Allah Rasûlü; "Hamd Allâh'a yaraşır ki Ben O'na hamd ederim. Yardımı da ondan dilerim. O'na inanır, O'na dayanırım. Şüphesiz bilir ve bildiririm ki Allah'dan başka ilah yoktur. O birdir, O'nun eşi ve ortağı yoktur. Her halde, otlak aramağa gönderilen bir kimse gelip âilesine yalan söylemez. Vallâhi Ben, kimseye yalan söylemem, bütün insanlara yalan söylemiş olsam dahi yine size karşı yalan söylemem. Bütün insanları aldatmış olsam yine sizi aldatmam. Sizi dâvet ettiğim Allah, öyle bir Allah'dır ki ondan başka ilah yoktur. Ben de O Allâh'ın hâssaten size, umûmî olarak da bütün insanlara gönderdiği Peygamberim. Vallâhi siz, uykuya daldığınız gibi, öleceksiniz. Uykudan uyandığınız gibi diriltilecek ve bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. İyiliklerinizin karşılığında iyilik, kötülüklerinizin karşılığında da cezâ göreceksiniz. Bunlar ya temelli cennette kalmak ya da temelli cehennemde kalmaktır. İnsanlardan âhiret azabıyla ilk korkuttuğum kimseler sizlersiniz." dedi.

            Bu sözler üzerine Ebû Leheb'den başkası, hepsi yumuşak ve müsâit sözler söylediler.
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 19 Aralık 2010, 17:29:10
(http://i52.tinypic.com/2eakny8.jpg)
          İki Şeye Da'vet ve Hz.Ali'nin Mukabelesi

            Peygamber Efendimiz; "Ey Abdülmuttaliboğulları! Vallâhi, Araplar içinde, benim size getirdiğim dünyâ ve âhiretiniz için hayırlı olan şeyden daha üstününü ve hayırlısını kavmine getirmiş bir yiğit bilmiyorum. Ben sizi, dile kolay gelen, mîzanda ağır basan iki kelimeye dâvet ediyorum ki, o da; «Allah'dan başka ilah bulunmadığına ve benim de, Allâh'ın Rasûlü olduğuma şehâdet getirmenizdir.» Yüce Allah, sizi buna dâvet etmemi emir buyurdu. Siz bu hususta, görmediğiniz mûcizelerden bâzısını da gördünüz. O halde, hanginiz bana bu yolda icâbet ederek vezîrim ve yardımcım olur?" dedi.

            Bu sözleri duyunca hepsi sustular. Peygamber Efendimiz, bu sözlerini üç defa tekrarladı.

            Diğerlerinin sükûtuna mukâbil, her def'asında ayağa kalkan Hz.Ali üçüncüde de ayağa kalkarak; "Yâ Rasûlellah!.. Sana yardımcı ben olurum ben! Gerçi, bunların yaşça en küçüğüyüm. Görüşüm kısa, vücudum bücür, kollarım zayıf, baldırları en incesiyim. Fakat, buna rağmen ben bu işte senin vezîrin ve yardımcın olurum." dedi.

            Orada bulunanlar buna güldüler, gözlerini bir Ebû Tâlib'e bir de bu sözleri söyleyen çocuğa çevirdiler. Henüz onüç yaşında olan bu çocuk neler söylüyordu. Hâl böyle iken, hâlâ nasibsizler gözyaşı içinde boğulmuyor, erimiyor, kendinden geçmiyor ve teslim olmuyorlardı. Çare yoktu. Allâh'ın mühürlediği kalbi kimse açamazdı. Fakat hidâyetten nasîbi olanlara da kimse mâni olamazdı.
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: uykucu - 19 Aralık 2010, 20:32:53
RESUL-İ EKREM (S.A.V.)'İN GİYİNİŞLERİ
  Resul-i Ekrem (s.a.v.) Hazretleri,giyinişlerinde muayyen bir tarz ta'kip etmez;izar,rida,gömlek ve cübbeden ne bulurlarsa onu giyerlerdi.Sade giyinmeyi severler,yeşil elbiseden hoşlanır ve ekseriya beyaz giyerlerdi.Habeş Kralı Necaşi'nin gönderdiği çoraplar,Resulullah (s.a.v.) tarafından kullanılmıştır.
  Ba'zen işleme kaftan giydikleri de olurdu.Beyaz tenlerine çok güzel yakışan atlastan bir kaftanları vardı.Elbiselerini topuklarından aşağı uzatmazlardı.İzarı ise daha yukarıda olurdu.Sarığının taylasanını omuzları arasına sarkıtırlardı.Zaferan ile boyanmış bir de çarşafı vardı ki yalnız bunun lçinde namaz kıldığı  da olurdu.Bazı rivayetlere göre Allah'ın Resulü(s.a.v.)Hulle-i Hamra denilen,üzerinde kırmızı çizgiler bulunan Yemen kumaşı kullanırlardı.Umumiyetle keçi kılından örme elbiseler giyerlerdi.Resulullah (s.a.v.)2in irtihalini müteakip Hz.Aişe (r.anha),O (s.a.v.)'in son dakikaları esnasında giydikleri elbiseyi halka göstermişti.Bunlar yamalı bir örtü,el dokuması sert bir entariden ibaretti.Peygamberimizin (s.a.v.)'in ayakkabıları sandal şeklinde olup,bağları bağlanıp bu suretle ayaklarını tutarlardı.
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 20 Aralık 2010, 20:20:38
(http://i56.tinypic.com/2s00jgy.jpg)
Daha Geniş Çapta Da'vet

            Peygamber Efendimiz, kendi yakın akrabâlarını Hakk'a dâvetten sonra sıra bütün Mekke halkına gelmişti. Bir gün evinden çıkıp Safâ tepesine vardı. Orada, yüksek bir taşın üzerine çıktı. Şehâdet parmaklarını kulaklarına koyup;

            "Yâ Sabâhâh! Yâ Ben-î Kureyş! Yâ Ben-î Haşim! Yâ Ben-î Fehir!

            (Ey Kureyşoğulları, Ey Haşimoğulları, Ey Fehiroğulları) Koşun ey Kureyş topluluğu, size önemli bir haberim var." diye seslendi.

            Bu öyle bir dâvetti ki, Fahri Kâinât'ın çağrısı, bir mûcize olarak altı saat uzaklardan duyuldu. Çünkü, Fahri Kâinât, adeta mânevi bir radyo ile konuşmuştu. Kendilerine hitâb eden, sıradan bir kimse değildi. Bir peygamberdi.

            Yakından uzaktan herkes duyarak, gelip önünde toplandılar. Peygamberimiz, onlara şunu sordu: "Ben size şu dağın arkasından bir düşman ordusu geliyor desem inanır mısınız?" Oradakilerin hepsi birden semâları çınlatan bir sesle; "Evet! Evet! Evet! İnanırız. Çünkü, Senden hiçbir yalan duymadık. Riyâ görmedik. Sen aramızda doğruluğun, dürüstlüğün mücessem bir timsâlisin. Muhammed'ül Emin'sin." dediler.

            Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de; "Ben size, önünüzdeki şiddetli azabın bildiricisiyim. Yüce Allah, bana en yakın akrabâlarımı âhiret azabıyla korkutmamı emretti. Sizi «Lâ ilâhe İllallâhü vahdehû lâ şerîke leh (Allahdan başka ilah yoktur. O birdir. O'nun eşi, ortağı yoktur)» diye şehâdet getirip îman etmeğe dâvet ediyorum! Ben de O Allâh'ın kulu ve Rasûlüyüm! Söylediğimi kabul ve tasdik ederseniz cennete gireceğinize taahhüt ederim. Siz «Lâ ilâhe illAllah» demedikçe, ben size ne dünyâda bir fâide, ne de âhirette bir nasip sağlayabilirim, îman ediniz!" dedi
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 21 Aralık 2010, 17:41:07
(http://i55.tinypic.com/20h51qt.jpg)
                Ebû Leheb'in Küstahlığı

            Burada Hz.Peygamberimiz'e hemen inananlar olmuştu. İnanmayanlar arasında da söyleşmeler başladı. Öyle ki; âdeta birbirleriyle çekişiyorlardı. Bu arada, Rasûlüllah'ın amcası Ebû Leheb yerinden fırlayarak kalktı; "Vay! Bizi bunun için mi çağırdın?" diye bağırarak, iki eline birer taş alıp «Tebben Lek (seni helâk edeceğim)» diyerek atmak istediyse de, Cebrâil (A.S.) mânen arkasından gelip, bileklerinden ellerini tuttu. Sallandı mallandı, amma atamadı.

            Onun bu hareketinden, Peygamber Efendimiz pek müteessir oldu. Bunun üzerine Cenâb-u Hakk, Habîbini teselli için "Tebbet Sûresi"ni indirdi. "Habîbim! Sen müteessir olma. Sen değil, o seni helâk edeceğim diyen Ebû Leheb'in iki eli de, dünyâsı da, âhireti de, çocukları da, âilesi de helâk oldu." buyurdu.

            Ebû Leheb, Peygamber Efendimiz'e ilk karşı çıkan oldu. Karısı Ümmü Cemile de dîne karşı çıkmakta ve düşmanlıkta ondan geri kalmadı. Şöyle ki; Ebû Leheb'in karısı, geceleyin dağlardan sert keskin dikenlerden toplar getirir, Peygamberimiz'in evi ile mescidi arasındaki yola döker, sererdi. Bundan dolayı Cenâb-u Hakk, Tebbet Sûresi'nde, onu, odun hammalı diye zemmetti. Oğulları da, Peygamber Efendimiz'in iki kızı ile nişanlanmış, nikahlanmış fakat henüz evlenmemişlerdi. Ebû Leheb ve karısı, oğullarını çağırarak; "Hemen karılarınızı boşayınız. Eğer boşamazsanız, bize evlat değilsiniz" dediler.

            Onlar da hemen boşadılar. Oğullarından Uteybe, terbiyesizliğin büyüğünü yaptı. Âilesini kolundan tuttuğu gibi Yüce Peygamberimiz'in huzuruna giderek, kızını teslim ettikten sonra, O'na şu sözleri söyledi: "Ben Senin dînini inkâr edenlerdenim ve Seni sevmem. Sen de beni sevmezsin. İşte onun için kızını boşadım." dedi. Bununla da kalmadı. Kâinâtın Efendisi'ne hücûm ederek, yakasından tuttu. Rasûlüllah Efendimiz'in gömleği yırtıldı.

            Bu hunhar zâlimin yaptığından Allah Rasûlü çok müteessir oldu. Onun için; "Yâ Rab! O'nun üzerine canavarlarından bir canavar musallât et" diye bedduâ etti. Çok geçmeden Uteybe, babası Ebû Leheb ile birlikte Şam'a giderken Zerka'da, babası ve arkadaşlarının arasında uyurken bir arslan gelip onu paramparça etti. Böylece Peygamber Efendimiz'in bedduasının kabul buyrulduğu açıkça görüldü.

            Peygamber Efendimiz'in tebliğ ettiği Yüce Dîne karşı bütün düşmanlığı yapan, fakat dînin yayılmasının asla önüne geçemeyen müşrikler, Peygamber Efendimiz'in iki erkek çocuğunun vefât etmiş olmaları sebebiyle kendi kendilerine şöyle tesellide bulunurlardı: "O'nun Kâsım ve Abdullah'dan başka oğlu yok, eğer kendisi ölürse çocukları zâten vefât etmiştir, böylece dâvâ bitmiş olur."

            Amma onlar bilmiyorlardı. Bilmiyorlardı ki dünyâ O'nun için yaratılmıştı. İnsanlık onun içindi. Herşey O'nun için yaratılmıştı. O olmasaydı dünyâ yaratılmazdı. Bunların hiçbirini müşrikler bilmiyordu. Onların sâdece bildiği bir şey varsa put ve heykel dikip ona tapmaktı. Hatırlarına gelmiyordu ki O'nun şeriatı kıyâmet gününe kadar kalacak, ümmeti, kendisinin evlâdı ve ahfâdı olacaktı.
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 22 Aralık 2010, 22:54:32
(http://i54.tinypic.com/alkrbk.jpg)
     PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN EN BÜYÜK MU'CİZESİ KUR'AN'DIR

            Musâ Aleyhisselâm zamanında sihir ve sihirbazlık çoktu. İnsanlar sihirle uğraşmağa meyletmişlerdi. Cenâb-u Hak da Hz.Musâ'ya bir asâ vermişti. Bu asâ ile meydana gelen hârikulâde hâdiseler O'na verilen mûcizelerin en büyüğü idi.

            Peygamber Efendimiz zamanında ise şöhret bulan şey şiir ve edebiyattı. Az çok konuşmasını bilen herkes şiir söyler, şiir yazardı.

            Araplar, kendi aralarında düzenledikleri şiir yarışmalarında mahâretle şiir söylerken, âyet âyet inen Kur'ân-ı Kerîm'in bir âyetine bile benzer şiir ve nesir yazamamışlardı ve yazamayacaklardı. Zîra Kur'ân-ı Kerim'de Cenâb-u Hak mealen; "Ey Habîbim! Sen onlara de ki; Eğer bütün insanlar ve cinniler, Kur'ân'a bir misil getirmek için birleşseler, uğraşsalar, bâzıları bâzılarına yardımcı da olsa, aslâ ona bir nazîre bir misil yapamazlar." buyuruyordu (Sûre-i İsra, âyet 89).

            Münkirler, bir araya gelerek O'nun benzerini yapmağa çalıştılar amma beceremediler, yapamadılar. Yazmış oldukları şeye kendileri bile gülmeğe başladılar. Öyle ki; Kur'ân-ı Kerim'deki âyetlerin bâzılarının tek kelimesinin bile bir kitap yazacak kadar mânâ taşıdığını görmüşler ve anlamışlardı. Anlamışlardı amma geç anlamışlardı.

            Hele Arap lisânındaki eski kelimeleri ve aynı zamanda bir kelimenin bütün mânâlarını bilenler ve mecaz ilmine vâkıf olanlar, okudukları Kur'ân'ı anlıyor ve O'nun derin zevkini yaşıyorlardı. Kur'ân-ı Kerîm'i tekrar tekrar okumak, insanı hiç bıktırmıyordu. Bu da gösteriyordu ki, O insanların yazdığı basit kitaplardan değildi. Arapların içinde bâzı kimseler bunu anlıyor ve anladıkları için müslüman oluyorlardı.

            Halbûki öyle kitablar vardır ki, bir kere okunduktan sonra belki bir daha okunmak istenirse insana bıkkınlık gelmeğe başlar. Kur'ân-ı Kerim asırlardan beri okunmaktadır ve insanlar O'nu okumaktan hiç bıkmamışlardır. Bu, Kur'ân-ı Kerîm'in hususiyetlerinden sadece bir tanesidir.

            Arap Dili Edebiyâtına vâkıf olanlar daha kolay müslüman oluyorlar ve Kur'ân-ı Kerîm'i okuyorlar. O'nun manası üzerinde dersler vermeğe çalışıyorlardı. Tabî hepsinin öğreticisi de Peygamberimiz'di. Peygamberimiz de vahiy yoluyla bunların mânâlarını Allâhü Teâlâ'dan öğreniyordu.

            Müslüman olmayanlar bile Kur'ân-ı Kerîm'in beşer tâkâtının dışında bir kelâm olduğunu ikrar ve itiraftan kendilerini alamıyorlardı. Nitekim Kureyş'in meşhurlarından Velîd'ibn-i Muğire, Peygamberimiz'in huzuruna gelerek; "Bana Kur'ân-ı Kerim okur musunuz." diye ricâda bulunmuştu.

            Rasûlü Ekrem de şu Âyeti Kerîme'yi okudu: "İnnallâhe ye'mürü bil'adli vel'ihsâni ve îtâi-zil'kurbâ ve yenhâ anil'fahşâ-i ve'lmünkeri ve-l'bağy, yaızuküm lealleküm tezekkerûn. [Meâl-i şerifi: Şüphesiz ki, Allâhu Teâlâ adaleti, iyiliği, (hususiyle) akrabaya vermeyi emreder, kötülüklerden münkerden zulüm ve tecebbürden nehyeder. Size (bu suretle) öğüt verir ki, iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız (diye)]" (Sûre-i Nahl, âyet 90)

            Velid'ibn-i Muğire bu Âyeti can kulağı ile dinledikten sonra şunları söyledi: "Vallâhi, bunda bir çekicilik var ve üzerinde husnü letâfet var. Pek derin ve faydası çok olan bir kelâm olduğuna inanıyorum. Bu âyeti ve diğerlerini beşer söyleyemez." Sonra kavmine dönerek şöyle dedi: "Sizin içinizde benden güzel şiir anlayan hiç kimse yoktur. Şiirin her türlüsünü sizden iyi bilirim. Üstelik cin şiirlerinin manalarını bile bana sormuyor musunuz? Muhammedî'lerin okuduğu kelâm sizin okuduğunuz ve dinlediğiniz hiçbir kelâma benzemiyor. Bu kelâm bütün bildiğiniz ve dinlediğiniz şiirlerden ve nesirlerden üstündür"

            Yine bir gün Hâtemül Enbiyâ Efendimiz, Harem-i Şerif'in bir kenarında otururken diğer kenarında da Kureyş'in ileri gelen meşhurları oturuyordu. Onlardan Velid diye mâruf olan Utbe bin Rebîa diğerlerine şöyle demişti: "Ne dersiniz, şimdi gidip de Muhammed'le konuşayım ve kendisine istediği rütbeyi ve istediği her şeyi vereceğimizi yeter ki dâvâsından vazgeçmesini söyleyeyim mi?"

            Etrafındakiler; "Söyle. Eğer kabul ederse istediğini verir, istediği mevkiye O'nu getiririz." dediler. Bâzıları kabul edeceğini zannediyorlardı. Amma bakalım, O kabul edecek miydi? Utbe, Rasûlü Ekrem'in yanına geldi ve o yolda bir çok sözler söyledi. Aklınca nasîhatlarda bulundu.

            Peygamberimiz; "Bitti mi?" dedi.

            Utbe; "Evet, bitti." diye cevap verdi.

            Bunun üzerine Hz.Peygamberimiz, "Öyle ise şimdi beni dinle." dedi ve O'na uzun boylu konuşmadı. Sadece bir Sûre okudu. Bu Sûre onu doğru yola getirmeğe yetecek ve artacaktı.

            "Bismillâhirrahmânirrahîm. Elif, lâm, mîm, tenzîlül kitâbi lâ raybe fîhi min Rabbil âlemîyn [Meâl-i şerifi: Elif, lâm, mîm. Bu kitabın indirilmesi ki, onda hiçbir şüphe yoktur. O âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.]" (Sûre-i Secde, âyet 1-2) diye Secde Sûresi'nden okumağa başladı. Secde âyetine geldikten sonra kalkıp secde etti. Utbe'ye dönerek; "İşittin mi? Yâ Ebâ Velid?, İşittin mi? Yâ Ebâ Velid?" diye sorunca,

            Utbe; "İşittim. İşte Sen, işte O" diye cevap verdi.

            Utbe hemen yerinden kalkarak, doğruca kendi takımından olan insanların yanına gitti ve onların merakla kendisini beklemekte olduklarını gördü. İçlerinden bâzıları; "Ne oldu?" diye sordu,

            Utbe; "Hiç sormayın, bir kelâm işittim ki, bu kelâmı şimdiye kadar hiç kimseden duymadım. Vallâhi bu söz şâir sözü değildir. Sihir değil, kerâmet değildir. Ey Kureyş uluları; bana kalırsa sizler Muhammed'le hiç uğraşmayınız. Beni dinlerseniz, O'na hiç dokunmayınız. O'nu kendi hâline bırakınız." dedi.

            Utbe'den bu cevabı aldıkları zaman ne diyeceklerini şaşırdılar. Amma yine de bir kısmı müşrik olmaktan geri durmadılar.

Buraya kadar yazdıklarımız . Sadakat Tütüp Hanesi .
Siyer kitabından alıntıdır . Bütün Kardeşlerimize Siyeri okumayı tavsiye ederiz , çok güzel ve akıcı okunaklı yazılmış . Mutlaka ukuyun Saygı'lar ve  Selamlar .
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 25 Aralık 2010, 03:50:09
(http://i56.tinypic.com/2ljtes5.jpg)

1009. Ebû Lübâbe Beşîr İbni Abdülmünzir radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kur’an’ı tegannî ile okumayan kimse bizden değildir.”[5]

1010. Abdullah İbni Mes’ûd radıyAllahu anh der ki: Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem:

– ”Bana Kur’an oku” buyurdu.

–Yâ ResûlAllah! Kur’an sana indirilmişken ben sana nasıl Kur’an okurum? dedim.

– ”Ben Kur’an’ı başkasından dinlemeyi gerçekten çok severim” buyurdular. Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ sûresini okudum. “Her ümmetten gerçek bir şahit, seni de bunlara hakkıyla şahit getirdiğimiz zaman halleri nice olur” (Nisa: 4/41) anlamındaki âyete gelince:

– ”Şimdilik yeter” buyurdular. Kendisine dönüp baktım, iki gözünden yaşlar boşanıyordu.[6]

* Manayı düşünerek dinleyen peygamberimizin gözü önüne kıyamet manzaraları geldiği için ağlıyordu.

Kaynak Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 26 Aralık 2010, 01:26:09
(http://i53.tinypic.com/30ljx41.jpg)

Muhârib b. Hasafalardan Gavres b. Haris adındaki a'râbî (çöl Arabi) gelerek Peygamberimiz Aleyhisselamın ağaçta asılı kılıcını eline alıp sıyırdı.

Başucuna dikilince, Peygamberimiz Aleyhisselam uyandı.

Gavres:

"Şimdi seni benden, benim elimden kim kurtarabilir?" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Allah kurtarır!" deyince, kılıç Gavres'in elinden yere düştü.

Peygamberimiz Aleyhisselam hemen kılıcı eline alarak:

"Şimdi benden, benim elimden seni kim kurtarabilir?" diye sordu.

Gavres:

"Sen, kılıç tutanların hayırlısı ol!" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, benim de Resûlullah olduğuma şehadet edecek misin?" diye sordu.

Gavres:

"Hayır! Fakat seninle savaşmamak ve sana karşı savaşan kavmin yanında da bulunmamak üzere sana söz veriyorum!" dedi.

Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam onu serbest bıraktı. [

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .İslam Tarihi
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 26 Aralık 2010, 19:07:09
(http://i54.tinypic.com/9baqt4.jpg)
Ebû Hüreyre veya Ebû Said el–Hudrî radıyAllahu anhümâ – burada râvi, hadisin bu iki sahâbîden hangisinden rivâyet edildiğinde tereddüt etmiştir. Sahâbîlerin hepsi de âdil olduğu için sahâbînin kimliği hakkındaki tereddüt hadisin sıhhatine zarar vermez– şöyle dedi:

Tebük Gazvesi’nde şiddetli açlık çektikleri için sahâbîler:

– Ey Allah’ın Resûlü! İzin verseniz de develerimizi kesip yesek ve iç yağı elde etsek? dediler. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem:

– “Peki öyle yapın!” buyurdu. Derken Ömer radıyAllahu anh geldi ve şöyle dedi:

– Ey Allah’ın Resûlü! Eğer sen develeri kesmelerine izin verirsen, orduda binek azalır. Fakat (isterseniz), onlara ellerinde bulunan azıklarını getirmelerini emrediniz ve sonra da ona bereket vermesi için Allah’a dua ediniz. Umulur ki Allah, bereket ihsan eder.

Bunun üzerine Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem:

– “Peki öyle yapalım!” buyurdu ve deriden bir yaygı getirtip serdirdi. Sonra da elde mevcut erzakın getirilmesini emretti.

Askerlerden kimi bir avuç darı, kimi bir avuç hurma ve kimi de ekmek parçacıkları getirdi. Yaygı üzerinde gerçekten pek az bir şey birikmişti. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem bereket vermesi için Allah’a dua etti ve sonra:

– “Kaplarınızı getirip bundan alınız!” buyurdu. Askerler kaplarını doldurdular. Öylesine ki doldurulmadık bir tek kap bırakmadılar. Sonra da doyuncaya kadar yediler yine de bir hayli yiyecek arttı.

 Bunun üzerine Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– “Allah’dan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın resûlü olduğuma şehâdet ederim. Allah’ın birliğine ve Muhammed’in peygamberliğine şeksiz süphesiz inanmış olarak Allah’a kavuşmayan kimse, cennet(e girmek)ten mutlaka alıkonur.

 

* Müslüman en sıkıntılı anlarda bile Allah tarafından bir çıkış yolu verilebileceği ümidi içinde olması gerekir.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 27 Aralık 2010, 18:26:15
(http://i52.tinypic.com/2ps0zyr.jpg)
Bedir Gazvesi’ne katılmış sahâbîlerden İtbân İbni Mâlik radıyAllahu anh şöyle dedi:

Kendi kabilem olan Sâlim oğullarına imamlık yapıyordum. Benim (evim)le onlar arasında bir vâdi bulunuyordu. Yağmur yağdığı zaman o vâdiyi geçip mescidlerine gitmek benim için çok güçleşiyordu. Bu sebeple Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e geldim ve şöyle dedim:

– Ey Allah’ın Resûlü! Gözlerim iyi seçmiyor. Onlarla benim aramdaki vâdinin deresi yağmur yağdığı zaman taşıyor, benim için onu geçmek çok güçleşiyor. Binaenaleyh evimi teşrif edip bir yerinde namaz kılsanız, Ben sizin namaz kıldığınız yeri namazgâh edinmek istiyorum.

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem:

– “(İnşAllah) bu isteğini yerine getiririm” buyurdu.

Ertesi sabah, güneş yükseldiği bir vakitte, Ebû Bekr ile birlikte Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem bana geldi. İçeri girmek için izin istedi, verdim. İçeri girdi, daha oturmadan:

– “Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?” buyurdu. Namaz kılmasını istediğim yeri gösterdim, Resulullah sallAllahu aleyhi ve sellem orada tekbir alıp namaza durdu. Biz de arkasında saf bağladık. İki rek’at namaz kıldırdı sonra selâm verdi, biz de selâm verdik. Namazı bitirince Resûlullah sallAllahu aleyhi ve selem’i, kendisi için hazırlanmış olan hazireyi yemesi için alıkoyduk. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in bizde olduğunu duyan mahalle halkının erkeklerinden bir grup geldi. Evde epeyce insan toplandı. İçlerinden biri:

– Mâlik (İbni Duhşum) ne yaptı? Onu göremiyorum, dedi. Bir başkası:

– O, Allah ve Resûlünü sevmeyen bir münâfıktır, dedi.

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem, derhal müdâhale ederek:

– “Öyle deme! Görmüyor musun o, Allah’ın rızâsını dileyerek lâ ilâhe illAllah diyor” buyurdu.

Bunun üzerine adam:

– Allah ve Resûlü daha iyi bilir. Ancak biz, Allah’a yemin olsun ki, kendisini münâfıkları sever ve onlarla düşer–kalkar olarak görüyoruz, dedi.

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– “Allah Teâlâ, rızâsını umarak lâ ilâhe illAllah diyen kimseyi cehenneme haram kılmıştır.

 

* Gözü görmeyen kimse de imamlık yapabilir. Cemaatle de nafile namaz kılınabilir. Ev sahibinin izni ile misafir imamlık yapabilir. Haksız yere tenkid edilen ve ithamda bulunulan bir kimseyi de savunmak gerekir. Herhangi sebeple olursa olsun Allah’dan asla ümid kesilmez.


Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 28 Aralık 2010, 20:59:46
(http://i53.tinypic.com/237bsn.jpg)
Câbir radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün pazar yerine uğradı. Etrafında ashâbı da vardı. Resûlullah, küçük kulaklı bir oğlak ölüsüne rastladı. Onun kulağından tutarak:

– “Hanginiz bunu bir dirheme satın almak ister?” buyurdu. Ashâb:

– Daha az para ile de olsa biz almayız, onu ne yapalım ki, dediler!. Sonra Resûl–i Ekrem:

– “Size bedava verilse ister misiniz?” diye sordu. Onlar:

– Allah’a yemin ederiz ki, o diri bile olsa, kulaksız olduğu için kusurludur. Ölüsünü ne yapalım? diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlullah:

– “Allah’a yemin ederim ki, Allah’a göre dünya, önünüzdeki şu ölü oğlaktan daha değersizdir” buyurdu.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin

Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 30 Aralık 2010, 00:38:48
(http://i55.tinypic.com/20ru05i.jpg)
Ebû Zer radıyAllahu anh şöyle demiştir:

Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem’le birlikte Medine’nin Harra mevkiinde yürüyordum. Derken Uhud dağı karşımıza çıkıverdi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

– “Ey Ebû Zer!” dedi. Ben:

– Buyur yâ ResûlAllah! Emrine âmâdeyim, dedim. Resûlullah:

“Yanımda şu Uhud dağı kadar altın olsa, bu beni sevindirmez. Bir borcu ödemek için ayırdığımdan başka da yanımda bir dinar bulunarak üç gün geçmesini istemem. –Resulullah, önüne, sağına, soluna ve arkasına elleriyle verme işareti yaparak–yanımda bulunanı Allah’ın kullarına şöyle şöyle dağıtmak isterim” buyurdu. Sonra yoluna devam etti ve:

“Dünyada varlığı çok olanlar âhirette sevapları az olanlardır. Yalnız sağına, soluna ve ardına şöyle, şöyle ve şöyle verenler müstesnadır. Fakat onlar da ne kadar azdır” buyurdu. Sonra da bana:

“Ben yanına gelinceye kadar yerinden ayrılma” diye tenbih ederek gecenin karanlığında yürüyüp gözden kayboldu. Yüksek bir ses işittim bir kimsenin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e saldırmasından korktum. Onun yanına varmak istedim, fakat “Ben yanına gelinceye kadar yerinden ayrılma” buyruğunu hatırlayarak yerimden ayrılmadım. Resûl–i Ekrem yanıma gelince:

– Bir ses işittim ve ondan korktum, diye duyduğum sesten bahsettim. Hz. Peygamberimiz:

– “Sen o sesi duydun mu?” diye sordu. Ben:

– Evet, diye cevap verdim. Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:

– “O gelen Cebrâil idi; bana ümmetinden Allah’a ortak koşmayarak ölen kimse Cennet’e girer, dedi.” Ben:

– Zina edip hırsızlık yapsa da mı? dedim. Resûl–i Ekrem:

– “Zina da etse, hırsızlık da yapsa neticede cennete girer” buyurdular.

 

* Allah’a şirk dışında tüm günahlar ya bağışlanır ya da cezası çekilerek cennete girilir

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 30 Aralık 2010, 23:39:12
(http://i53.tinypic.com/n1q87t.jpg)
Ebû Hüreyre radıyAllahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem bir gün –veya bir gece– evinden dışarı çıkmıştı. Baktı ki, Ebu Bekir ve Ömer radıyAllahu anhümâ oradalar. Onlara:

– “Bu saatte sizi evinizden dışarı çıkaran sebep nedir?” diye sordu. Onlar:

– Açlık, yâ ResûlAllah, dediler!. Peygamberimiz:

“Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizi evinizden çıkaran sebep beni de evimden çıkardı; haydi kalkınız” buyurdu. İkisi de kalkıp, Resûl–i Ekrem’le birlikte ensârdan birinin evine geldiler. Fakat o zât da evinde değildi. Ama hanımı Resûlullah’ı görünce:

– Hoş geldiniz, buyurunuz, dedi. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem:

– “Falan nerede?” diye sordu. Kadın:

– Bize tatlı su getirmek için gitti, dedi. Tam o sırada evin sahibi olan Medine’li sahâbî geldi, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e ve iki arkadaşına baktıktan sonra:

– Allah’a hamdolsun, bugün, hiç kimse misafir yönünden benden daha bahtiyar değildir, dedi. Hemen gidip onlara içinde koruğu, olgunu ve yaşı bulunan bir hurma salkımı getirdi:

– Buyurun, yiyiniz, dedi ve eline bıçak aldı. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem ona:

– “Sağılan hayvanlara sakın dokunma”, dedi. Ev sahibi onlar için bir koyun kesti. Onlar da koyunun etinden ve hurmadan yediler; tatlı sudan içtiler. Hepsi yemeğe doyup suya kanınca, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem Ebû Bekir ve Ömer radıyAllahu anhümâ’ya şöyle dedi:

– “Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, kıyamet gününde bu nimetlerden sorguya çekileceksiniz. Sizi evinizden açlık çıkardı, sonra evinize dönmeden şu nimetlere kavuştunuz” buyurdu.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 31 Aralık 2010, 18:44:19
(http://i53.tinypic.com/v6ugdk.jpg)
Amr İbni Avf el–Ensârî radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem, Ebû Ubeyde İbnü’l–Cerrâh radıyAllahu anh’i cizye tahsili için Bahreyn’e gönderdi. Ebû Ubeyde, cizye olarak topladığı mal ile Bahreyn’den geldi. Ensar, Ebû Ubeyde’nin geldiğini duyup, sabah namazını Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem ile kılmak üzere geldiler. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem namazı kılıp gitmeye kalkınca, Ensar önüne durdular. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem onları bu vaziyette görünce gülümsedi ve:

– “Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den malla geldiğini duyduğunuzu zannediyorum?” dedi. Ensar:

– Evet, yâ ResûlAllah! diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

– “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümid ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum” buyurdular.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin

Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 01 Ocak 2011, 11:36:26
(http://i51.tinypic.com/2lntpft.jpg)
Ebû Hüreyre radıyAllahu anh şöyle dedi:

Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’a yemin ederim ki, ben bazan açlıktan karnımı yere dayar, bazan da mideme taş bağlardım. Bir gün sahâbîlerin geçtikleri yol üzerine oturmuştum. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem benim yanımdan geçti ve beni görünce gülümsedi. Kalbimden geçeni yüzümden anladı ve:

– “Ebû Hüreyre!” dedi. Ben:

– Buyurunuz, yâ ResûlAllah! dedim. Resûl–i Ekrem:

– “Beni takip et” buyurdu ve yoluna devam etti. Ben de peşinden yürüdüm. Hz. Peygamberimiz evine girdi; ben de girmek için izin istedim; izin verdi; içeri girdim. Bir kap içinde süt buldu ve:

– “Bu süt nereden geldi?” diye sordu.

–Falan erkek veya falan kadın onu size hediye etti, dediler. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:

– “Ebû Hüreyre!” diye seslendi. Ben:

– Buyurunuz, yâ ResûlAllah! dedim.

– “Suffe ehline git, onları bana çağır” buyurdu. Ebû Hüreyre der ki:

Suffe ehli İslâm konuklarıydı. Onların ne sığınacak aileleri, ne malları, ne de bir kimseleri vardı. Peygamber’e bir sadaka geldiğinde onlara gönderir, kendisi ondan hiçbir şey almazdı. Şayet gelen bir hediye ise, onlara da gönderir, kendisi de ondan bir parça alır ve böylece gelen hediyeyi onlarla paylaşırdı. Hz. Peygamberimiz’in Suffe ehlini davet etmesi hoşuma gitmedi. Kendi kendime: Bu süt, Suffe ehli arasında kime yetecek ki! O sütü içmek suretiyle kuvvetlenmeye ben daha çok hak sahibiyim. Oysa onlar geldiğinde Resûlullah bana emreder, ben de onlara veririm; belki de o sütten bana kalmaz. Fakat Allah’ın ve Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in emrine itaat etmemek de olmaz, dedim. Neticede onlara gittim ve kendilerini davet ettim. Onlar bu daveti kabul ettiler ve içeri girmek için izin istediler, kendilerine izin verildi ve onlar da evde yerlerini aldılar. Hz. Peygamberimiz:

– “Ebû Hüreyre!” diye seslendi. Ben:

– Buyurunuz, yâ ResûlAllah! dedim.

– “Al, onlara ver!” buyurdu. Ben de süt kabını aldım, herkese vermeye başladım. Verdiğim kişi kanıncaya kadar içiyor, sonra kabı geri veriyor, ben bir başkasına veriyordum, o da kanıncaya kadar içiyor sonra geri veriyordu. En sonunda kabı Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e verdim. Topluluğun hepsi süte kanmışlardı. Resulullah kabı alıp elinde tuttu ve bana bakıp gülümsedi. Sonra:

– “Ebû Hüreyre!” dedi.

– Buyurunuz, yâ ResûlAllah! dedim.

– “Bir ben kaldım, bir de sen” buyurdu. Ben:

– Doğru söylediniz, yâ ResûlAllah, dedim.

– “Otur da iç” buyurdular. Ben de oturdum ve içtim. Sonra yine:

– “Otur, iç” buyurdu. Yine oturdum ve içtim. Resûl–i Ekrem durmadan:

– “İç, iç” buyuruyordu. Sonunda ben:

– Hayır. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, artık içecek yerim kalmadı, dedim.

– “Bana ver” buyurdu. Kabı Resûl–i Ekrem’e verdim, Allah Teâlâ’ya hamdetti, besmele çekti ve kalan sütü kendisi içti

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 02 Ocak 2011, 22:32:09
(http://i56.tinypic.com/9bjjn4.jpg)

Câbir radıyAllahu anh şöyle dedi:

Biz Hendek Savaşı gününde siper kazıyorduk. Önümüze son derece sert bir kaya çıktı. Sahâbîler, Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem’e gelip:

– Siperde önümüze bu kaya çıktı, dediler. Resûl–i Ekrem:

“Ben hendeğe ineceğim” buyurdu, sonra ayağa kalktı, açlıktan karnına taş bağlamıştı. Biz üç gün müddetle yiyecek hiçbir şey tatmaksızın orada kalmıştık. Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem kazmayı eline aldı ve sert kayaya vurdu, o kaya un ufak olup kum yığınına döndü. Ben:

– Yâ ResûlAllah! Eve gitmeme izin veriniz, dedim. Evde eşime:

– Ben, Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem’i dayanılmayacak bir halde gördüm, yanında yiyecek bir şey var mı? diye sordum. Eşim:

– Biraz arpa ile bir de oğlak var, dedi. Ben oğlağı kestim, arpayı da öğüttüm. Eti tencereye koyduk. Sonra ben, ekmek pişmekte, tencere de taşlar üzerinde kaynamakta iken, Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem’e geldim.

– Ey Allah’ın Resûlü! Birazcık yemeğim var, bir iki kişiyle birlikte bize gidelim, dedim. Resûl–i Ekrem:

– “O yemek ne kadar?” diye sordu. Ben de olanı söyledim. Bunun üzerine:

– “Ooo! Hem çok, hem güzel. Hanımına söyle de, ben gelinceye kadar tencereyi ateşten indirmesin, ekmeği de fırından çıkarmasın!” buyurdu. Sonra ashâba:

– “Kalkınız” dedi, muhacirler ve ensar hep birlikte kalktılar. Ben telaşla eşimin yanına varıp:

– Vay başımıza gelenler! Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem yanında muhacirler, ensâr ve beraberlerinde olanlarla birlikte geldi, dedim. Karım:

– Sana ne kadar yemeğimiz olduğunu sordu mu? dedi, ben:

– Evet, dedim.

Resûl–i Ekrem sahâbîlere:

– “Giriniz, birbirinizi sıkıştırmayınız” buyurdu. Resûl–i Ekrem ekmeği koparıyor, üzerine et koyuyor ve her defasında tencereyi ve fırını kapıyor, ondan aldığını ashâbına veriyordu. Sonra yine aynını yapıyordu. Onların hepsi doyuncaya kadar, ekmeği koparıp üzerine et koymaya devam etti. Neticede bir miktar yiyecek arttı. Resûl–i Ekrem karıma:

– “Bunu ye, konu komşuya da hediye et, çünkü insanları açlık perişan etti” buyurdu.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin

Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 04 Ocak 2011, 10:48:32
(http://i54.tinypic.com/292bekp.jpg)
Enes radıyAllahu anh şöyle dedi:

(Üvey babam) Ebû Talha, (annem) Ümmü Süleym’e:

– Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in sesi kulağıma pek zayıf geldi; kendisinin aç olduğunu da biliyorum. Yanında yiyecek bir şey var mı? dedi. Ümmü Süleym:

– Evet, var dedi ve arpa ekmeğinden yapılmış bir kaç çörek çıkardı. Sonra kendisine ait bir başörtüsü aldı; onun bir tarafına çörekleri sarıp dürdü ve elbisemin altına yerleştirdi. Örtünün bir kısmını da belime sardı, sonra beni Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e gönderdi. Ben ekmeği götürdüm. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’i mescidde, cemaatle birlikte otururken buldum. Ben de yanlarında ayakta durdum. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem:

– “Seni Ebû Talha mı gönderdi?” buyurdu. Ben:

– Evet, dedim.

– “Yemek için mi?” buyurdu.

– Evet, diye cevap verdim. Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem yanında bulunanlara:

– “Kalkınız” buyurdu, onlar da kalkıp yürüdüler, ben önlerinden yürüdüm. Ebû Talha’ya gelerek durumu bildirdim. Bunun üzerine Ebû Talha:

– Ey Ümmü Süleym! Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem cemaatle birlikte geldi, oysa bizim yanımızda onları doyuracak bir şey yok? dedi. Ümmü Süleym:

– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Ebû Talha da hemen gidip Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’i karşıladı. Resûl–i Ekrem, Ebû Talha ile birlikte geldi ve eve girdiler. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem:

– “Ey Ümmü Süleym! Yanında olanları getir” buyurdu. O da bu ekmeği getirdi. Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem emredip ekmekleri parçalattı. Ümmü Süleym, yağ tulumunu sıkarak o ekmek parçaları üzerine yağ sürdü. Sonra, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem de onun içine Allah’ın söylemesini dilediği duayı okudu. Bundan sonra:

– “On kişiye izin ver!” buyurdu. Ebû Talha on kişiye izin verdi, onlar doyuncaya kadar yediler, sonra çıktılar. Resûl–i Ekrem:

– “On kişiye daha izin ver!” buyurdu. Ebû Talha onlara da izin verdi, onlar da yiyip çıktılar. Hz. Peygamberimiz:

– “Bir on kişiye daha izin ver!” buyurdu. Neticede cemaatin hepsi yiyip doydular. Bu cemaat yetmiş veya seksen kişi idi
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 05 Ocak 2011, 11:43:01
(http://i55.tinypic.com/mhegdx.jpg)

Hakîm İbni Hizâm radıyAllahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’den (mal) istedim, verdi. Bir daha istedim, yine verdi. Tekrar istedim, tekrar verdi. Sonra şöyle buyurdu:

– “Ey Hakîm! Gerçekten şu mal çekici ve tatlıdır. Kim onu hırs göstermeksizin alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek hırs ile alırsa, o malın bereketi olmaz. Böylesi kişi, yiyip yiyip de bir türlü doymayan obur gibidir. Üstteki (veren ) el, alttaki (alan) elden daha hayırlıdır.”

Hakîm diyor ki, bunun üzerine ben:
– Ey Allah’ın Resûlü! Seni hak din ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, yaşadığım sürece senden başka kimseden bir şey kabul etmeyeceğim, dedim.

Gün geldi, Hz. Ebû Bekir, Hakîm’i kendisine ganimet malından hisse vermek için çağırdı. Fakat Hakîm, onu almaktan uzak durdu. Daha sonra Hz. Ömer, kendisini bir şeyler vermek için davet etti. Hakîm yine kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer:

– Ey müslümanlar! Sizi Hakîm’e şahit tutuyorum. Ben kendisine şu ganimetten Allah’ın ona ayırdığı hissesini veriyorum, fakat o almak istemiyor, dedi.

Netice itibariyle Hakîm, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra, ölünceye kadar kimseden bir şey kabul etmedi.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 06 Ocak 2011, 06:45:53
(http://i55.tinypic.com/mhegdx.jpg)
Ebû Abdurrahman Avf İbni Mâlik el–Eşca’î radıyAllah anh şöyle dedi:

Biz dokuz, veya sekiz yahut yedi kişilik bir grub Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyorduk. Bize:

– “Allah’ın elçisine bîat etmez misiniz?” buyurdu. Oysa biz, yeni bîat etmiştik. Bu sebeple:

– Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana bîat ettik ya! dedik. Sonra tekrar:

– “Allah’ın elçisine bîat etmeyecek misiniz?” buyurdu.

Bu defa bîat için ellerimizi uzatarak:

– Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana bîat etmiştik. Şimdi ne üzerine bîat edeceğiz? dedik.

– “Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak, itaat etmek – sesini alçaltarak bir cümle söyledi ve – kimseden bir şey istememek üzere bîat edeceksiniz!” buyurdu.

Avf İbni Mâlik diyor ki: Yemin ederim ki bu gruptan bazılarını görürdüm; kamçısı yere düşerdi de kimseden onu kendisine vermesini istemezdi.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 09 Ocak 2011, 23:10:50
(http://i53.tinypic.com/icnvc9.jpg)
Ebû Hüreyre radıyAllahu anh şöyle dedi:

Bir adam Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’e gelerek:

– Ben açım, dedi.

Allah’ın Resûlü hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şey göndermesini istedi. O da:

– Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, dedi.

Hz. Peygamberimiz bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi. O da aynı cevabı verdi. Daha sonra Resûl–i Ekrem’in öteki hanımları da: Seni peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, diye haber gönderince, Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem ashâbına dönerek:

– “Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?” diye sordu.

Ensardan biri:

– Ben misafir ederim, yâ ResûlAllah, diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca karısına: Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in misafirini ağırla, dedi.

Bir başka rivayete göre karısına:

– Evde yiyecek bir şey var mı? diye sordu.

Hanımı:

– Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var, dedi.

Sahâbî:

– Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım, dedi.

Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar.

Sabahleyin o sahâbî Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in yanına gitti. Onu gören Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– “Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun oldu.

 

* Her müslüman yoksul ve fakire sahip çıkmalı, imkanı elvermiyorsa başkalarından yardım istemelidir. Misafiri kendilerine tercih etmek büyük bir olgunluktur.


Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin

Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 19 Ocak 2011, 10:40:48
(http://i55.tinypic.com/2qwmywk.jpg)

Ebû Hüreyre radıyAllahu anh şöyle dedi:

Mekke’den Medine’ye hicret eden müslümanların fakirleri Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e gelerek:

– Varlıklı müslümanlar cennetin yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler, dediler.

O zaman Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem:

– “Hayrola! Onlar ne yaptılar ki?” diye sordu.

Fakir muhâcirler:

– Bizim kıldığımız namazı onlar da kılıyorlar. Tuttuğumuz oruçları onlar da tutuyorlar. Üstelik onlar sadaka veriyorlar, biz veremiyoruz. Köle âzâd ediyorlar, biz edemiyoruz, dediler.

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem onlara:

– “Sizden önde gidenlere yetişebileceğiniz, sizden sonra gelenleri geçebileceğiniz, sizin yaptığınızı yapanlar dışında herkesten üstün olacağınız bir şeyi haber vereyim mi?” diye sordu.

– Evet, söyle yâ ResûlAllah! dediler.

Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– “Her farz namazın peşinden otuz üçer defa sübhânAllah, Allâhü ekber, elhamdülillah dersiniz.”

Birkaç gün sonra fakir muhâcirler Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e tekrar gelerek:

– Zengin kardeşlerimiz bizim yaptığımız tesbihleri duymuşlar. Aynını onlar da yapıyorlar, dediler.

Bunun üzerine Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– “Ne yapalım! Artık bu Allah’ın bir lutfudur; Allah lutfunu dilediğine verir.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin

Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 25 Ocak 2011, 05:57:41
(http://i52.tinypic.com/b5rubt.jpg)
Übey İbni Kâ’b radıyAllahu şöyle dedi:

Gecenin üçte biri geçince, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem uyanıp kalktı ve şöyle buyurdu:

“İnsanlar! Allah’ı zikredin! Yeri yerinden oynatan birinci sûr üflenecek. Arkasından ikincisi gelecek. Ölüm bütün şiddetiyle gelip çatacak. Ölüm bütün şiddetiyle gelip çatacak.”

Übey diyor ki, Hz. Peygamberimiz’e:

– Yâ ResûlAllah! Ben sana çok salavât–i şerîfe getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir? diye sordum.

– “Dilediğin kadar”, buyurdu.

– Dualarımın dörtte birini salavât–i şerîfeye ayırsam uygun olur mu? diye sordum.

– “Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için iyi olur”, buyurdu.

– Öyleyse duamın yarısını salavât–i şerîfeye ayırayım, dedim.

– “Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için hayırlı olur”, buyurdu.

Ben yine:

– Şu halde üçte ikisi yeter mi? diye sordum.

– “İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için hayırlı olur”, buyurdu.

– Öyleyse duaya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavât–ı şerîfe getirsem nasıl olur? deyince:

– “O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar” buyurdu.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: teksir - 25 Ocak 2011, 12:55:12
hz.Allah razi olsun.
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 29 Ocak 2011, 02:07:15
(http://i54.tinypic.com/jf87z9.jpg)
Büreyde radıyAllahu anh şöyle dedi:

Hz. Peygamberimiz ashâb–ı kirâma, kabristana gittikleri zaman şöyle demelerini öğretirdi:

“Selâm size, ey bu diyârın mü’min ve müslim halkı! İnşAllah yakında biz de aranıza katılacağız. Allah’ın bizi de sizi de bağışlamasını dilerim.”[1]

 

İbni Abbas radıyAllahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem Medine’de bazı kabirlere uğradı. Yüzünü onlara dönerek şöyle buyurdu:

“Selâm size, ey bu kabirlerde yatanlar! Allah bizi de sizi de bağışlasın. Siz bizden önce gittiniz. Biz peşinizden geleceğiz.”[2]


Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 03 Şubat 2011, 06:50:51
(http://i52.tinypic.com/dqsuhj.jpg)
“Siz iftirayı günahsız ve kolay bir iş sanıyorsunuz. Halbuki o Allah katında büyük bir günahtır.” (Nur: 24/15)

“Çünkü Rabbin her an ve zamanda herkesi ve her şeyi gözetleyip durmaktadır.” (Fecr: 89/14)

 

Nu’mân İbni Beşîr radıyAllahu anhümâ Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır.

Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır.

Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arâzisi de haram kıldığı şeylerdir.

Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalbdir.”[

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 04 Şubat 2011, 06:10:14
(http://i54.tinypic.com/23lb3gz.jpg)
Sa’d İbni Ebû Vakkâs radıyAllahu anh Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Allah Teâlâ müttakî, gönlü zengin, kendi halinde işiyle ve ibadetiyle uğraşan kulunu sever.

 

* Nasıl bir kul olacağımızı en özlü bildiren bir hadis-i şerif.

 

Ebû Saîd el–Hudrî radıyAllahu anh şöyle dedi:

Bir sahâbî:

– Yâ ResûlAllah! Hangi insan daha değerlidir? diye sordu.

Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem:

– “Canıyla, malıyla Allah yolunda savaşan mü’min” buyurdu. O sahâbî:

– Sonra kimdir? diye sordu.

Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem:

– “Dağ aralarına çekilip Rabbine ibadet eden kimse” buyurdu.

Bir başka rivayete göre ise:

“Allah’a karşı gelmekten sakınan ve kimseye zararı dokunmayan adam” buyurdu.

 

Yine Ebû Saîd el–Hudrî radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Pek yakında müslümanın en hayırlı malı, dinini fitnelerden korumak için yanına alıp dağ başlarına ve otlak yerlere gideceği koyun olacaktır.

 

* Cihadın önemi 1286 ile 1353 numaralı hadisler arasında genişçe açıklanmıştır. Dini yaşamanın zorlaştığı, helal lokma bulmanın imkansız olduğu zamanlarda bir köşeye çekilip dinini yaşamaya çalışması kişi için en doğru yoldur.

 

 Ebû Hüreyre radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem:

– “Allah Teâlâ’nın gönderdiği her peygamber mutlaka koyun gütmüştür” buyurdu. Bunun üzerine sahâbîleri:

– Sende mi güttün, yâ ResûlAllah? diye sordular. Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem:

– “Evet, Mekkelilerin koyunlarını Karârît mevkiinde güderdim” buyurdu.

 

* Her peygamber çobanlık yaparak insanların nasıl güdüleceğini yani idarecilik sanatını öğrenmişlerdir.

 

Yine Ebû Hüreyre radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“En hayırlı geçim yolunu tutanlardan biri, Allah için savaşmak üzere atının dizginlerine yapışan kimsedir. O kimse savaşa çağıran veya yardım isteyen bir ses duyunca, ölümü göze alıp atının sırtında o yana doğru uçar veya ölümün kol gezdiği yerlere dalar.

Yahut bir tepenin başında veya bir vâdinin içinde koyunlarını otlatan kimsedir. Bu zât namazını kılar, zekâtını verir, ölünceye kadar Rabbine ibadet eder ve insanlara hep iyilik yapar.



Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 10 Şubat 2011, 11:58:07
(http://i51.tinypic.com/23j5u6b.jpg)
Veren kimsenin malı devamlı bereketlenir. Bu dünyada bereketinin yanı sıra ahirette ise sevabı artar. Alçakgönüllü davrananı ise Allah yüceltir.

Enes radıyAllahu anh çocukların yanından geçerken onlara selâm verdi ve:

Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem de çocuklara böyle selâm verirdi, dedi.

 
Selam herkese verildiği gibi bilhassa çocuklara da verilmelidir ki İslami kurala alışmış olsunlar.

Yine Enes radıyAllahu anh şöyle dedi:

Medineli bir adamın hizmetçisi Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in elinden tutar, onu istediği yere kadar götürürdü.

Toplumun her kesimine olduğu gibi kölelere de alçak gönüllü davranan peygamberimizin ne kadar hoşgörülü davrandığını, kimsenin durum ve seviyesine bakmaksızın ona faydalı olmaya çalıştığını görmekteyiz. Kibirden zerre bile olmayan örnek şahsiyet son peygamber.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 13 Şubat 2011, 17:24:34
(http://i52.tinypic.com/4j50es.jpg)
Ey peygamber! Sen üstün bir hayat tarzına ve yüksek bir karaktere sahipsin. (Kalem: 68/4)

O mü’minler ki öfkelerini kontrol altında tutarlar ve insanları affederler. Çünkü Allah iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran: 3/134)

 
Enes radıyAllahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem insanların en güzel ahlâklısı idi.

 

Enbiya: 21/107 ve Kalem: 68/4 de olduğu gibi görünüşte de “İnsanların en güzeli ve en yakışıklısı idi. Kendisi ahlaklı olup iyi ahlaklı çocuk yetiştirmek isteyenler peygamberi örnek almalılar.


Yine Enes radıyAllahu anh şöyle dedi:

Ben Resûlullah’ın ellerinden daha yumuşak ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokundum.

Resûlullah’ın kokusundan daha hoş bir râyiha koklamadım.

Resûlullah’a tam on yıl hizmet ettim. Bana bir defa bile “öf!” demedi. Yaptığım bir şeyden dolayı “Niye böyle yaptın?”, demediği gibi, yapmadığım bir şey sebebiyle “Şöyle yapsan olmaz mıydı?” da demedi.


Rasulullah’ın kendisine hizmet eden bu sahabi Peygamberimiz (s.a.v.)’in her yönüyle fiziki, ruhi, ahlaki güzelliklerden bize bahsetmiş oldu.


Sa’b İbni Cessâme radıyAllahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e bir yaban eşeği hediye etmiştim. Fakat Resûlullah onu kabul etmeyip bana geri verdi. Yüzüme bakıp da üzüldüğümü görünce:

Hediyeni ihramda olduğumuz için almadık” buyurdu.

Hac ve umre için ihramda olan kimseye yasak olan şeylerden (avlanmak ve av eti yemek yasak) olduğu için kabul etmemiştir.


Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 19 Şubat 2011, 23:11:45
(http://i52.tinypic.com/11i35g5.jpg)
Câbir ibni Abdullah radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İyi huylu olanlarınız, içinizde en çok sevdiğim ve kıyamet günü bana en yakın mesafede bulunacak kimselerdir. Güzel sohbet ediyor dedirmek için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenler ve bilgiçlik etmek için lugat paralayanlar ise en sevmediğim ve kıyamet günü bana en uzak mesafede bulunacak kimselerdir.”

Ashâb–ı kirâm:

– Yâ ResûlAllah! Güzel sohbet ediyor dedirmek için uzun uzun konuşanları, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenleri biliyoruz. Fakat bilgiçlik taslamak için lugat paralayanlar (mütefeyhik) dediğiniz kimlerdir? diye sorduklarında:

– “Kibirlenen kimselerdir” cevabını verdi.


Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 21 Şubat 2011, 19:19:42
(http://i51.tinypic.com/1z4jy39.jpg)
“...Onlar ki öfkelerini kontrol altında tutarlar ve insanları affederler. Çünkü Allah iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran: 3/134)

“Ey Peygamber! Sen affetmek yolunu tut, iyilik ve güzel davranışla emret, cahillerden yüz çevir.” (Araf: 7/199)

“İyilikle kötülük asla bir olmaz, sen kötülüğü en güzel olan şeyle sav. O vakit seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, candan bir dost gibi olur. Bu güzel davranış ve duyguya, ancak öfkesine engel olmak ve eziyetlere katlanmak suretiyle nefsiyle cihad edip sabreden kimse elde eder. Bu güzel davranışı da ancak hayır ve mutluluktan bol nasibi olan elde eder.” (Fussılet: 41/34-35)

“Kim yapılan eziyetlere sabreder, yapılan kötülüklere de intikam almayıp affetme yolunu tutarsa, şüphesiz bu hareketi yapılmaya değer işlerdendir.” (Şura: 42/43)

 

İbni Abbas radıyAllahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem Abdülkaysoğullarından Eşecc’e:

Sende Allah’ın sevdiği iki özellik vardır: Yumuşak huyluluk ve ihtiyatkârlık” buyurdu.

Allah’ın sevdiği huylardan ikisi de bu hadis-i şerifte sayılmış oldu.


Âişe radıyAllahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Allah Teâlâ kullarına lutufkârdır. Onlara her işte kolaylık gösterilmesine memnun olur.

 

Yine Âişe radıyAllahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Allah Teâlâ kullarına lutufkârdır. Onlara kolaylık gösterilmesine memnun olur. Zorluk çıkaranlara ve başkalarına vermediği başarıyı ve sevabı, kolaylık gösterenlere verir.

 

Yine Âişe radıyAllahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:

Nerede kolaylık varsa, orada güzellik vardır. Kolaylığın bulunmadığı her şey çirkindir.

 
Ebû Hüreyre radıyAllahu anh şöyle dedi:

Bedevînin biri Mescid–i Nebevî’de küçük abdestini bozmuştu. Sahâbîler onu azarlamaya kalkıştı. Bunun üzerine Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Adamı kendi haline bırakın. Abdest bozduğu yere bir kova (veya büyük bir kova) su dökün. Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil.
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 28 Şubat 2011, 02:39:54
(http://i54.tinypic.com/1r3n92.jpg)

Âişe radıyAllahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre bir gün Peygamber aleyhisselâm’a:

Uhud Gazvesi’nin yapıldığı günden daha zor bir gün yaşadın mı? diye sordu.

Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:

Evet, senin kavminden çok kötülük gördüm. Bu kötülüklerin en fenası, onların bana Akabe günü yaptığıdır. Tâifli Abdükülâl’in oğlu İbni Abdüyâlîl’e sığınmak istemiştim de beni kabul etmemişti. Ben de geri dönmüş derin kederler içinde yürüyüp gidiyordum. Karnüsseâlib’e varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Cebrâil aleyhisselâm’ı farkettim. Cebrâil bana seslenerek:

Allah Teâlâ kavminin sana ne söylediğini ve seni himâye etmeyi nasıl reddettiğini duymuştur. Onlara dilediğini yapması için de sana Dağlar Meleği’ni göndermiştir, dedi.

Bunun üzerine Dağlar Meleği bana seslenerek selâm verdi. Sonra da:

Ey Muhammed! Kavminin sana ne dediğini Cenâb–ı Hak işitti. Ben Dağlar Meleği’yim. Ne emredersen yapmam için Allah Teâlâ beni sana gönderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim, dedi. O zaman:

Hayır, ben Cenâb–ı Hakk’ın onların soylarından sadece Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim, dedim.

 

Yine Âişe radıyAllahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem, Allah yolunda savaşma hali dışında, ne bir kadına ne bir hizmetçiye, kısacası hiçbir kimseye eliyle vurmadı. Kendisine fenalık yapan kimseden intikam almaya kalkmadı. Yalnız Allah’ın yasak ettiği şeyler çiğnenince, o yasağı çiğneyenden Allah adına intikam alırdı.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 03 Mart 2011, 11:02:03
(http://i55.tinypic.com/334663m.jpg)
Allah’ın Dini İçin Kızmak Ve Allah’ın Dinine Yardım Etmek

 

“...Her kim Allah’ın mukaddes emir ve buyruklarına saygı gösterip o haramlara dokunmaktan korkup sakınırsa bu durum Allah katında daha hayırlıdır.” (Hacc: 22/30)

“Ey iman edenler! Eğer siz, Allah’ın dinine ve davasına yardım ederseniz, Allah da size yardım eder, ayaklarınızı İslam hakkını koruma yolunda sağlam tutar.” (Muhammed: 47/7)

 

 Ebû Mes’ûd Ukbe İbni Amr el–Bedrî radıyAllahu anh şöyle dedi:

Bir adam Peygamber aleyhisselâm’a gelerek:

– Filanca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, bu yüzden bazan sabah namazına gelemiyorum, dedi.

Ben Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’i hiçbir konuşmasında o günkü kadar öfkeli görmedim. Şöyle buyurdu:

– “İnsanlar! İçinizde nefret ettiren kimseler var! Kim imamlık yaparsa, namazı kısa kıldırsın; zira arkasındaki cemaatin içinde yaşlısı var, çocuğu var, iş güç sahibi olanı var.

 

* Namaz kıldıran kimselere ve imamlara bir uyarı niteliğinde kendi başına ve nafile namaz kılanlara istedikleri kadar uzun okuyabilecekleri serbertisini vermiştir. Öfkelenme her zaman kötü bir davranış olmasına rağmen dini bir sebep olursa meşru sayılabilir.

 

 Âişe radıyAllahu anhâ şöyle dedi:

Evimin sofasını üzerinde resimler bulunan bir perde ile ayırdığım gün Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem bir seferden dönmüştü. Resimli örtüyü görünce yüzü renkten renge girdi ve onu çekip kopardı. Sonra da bana şunları söyledi:

– “Âişe! Kıyamette insanların en şiddetli azâb görenleri, yaptıklarını Allah’ın yarattığına benzetenlerdir.”
Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 07 Mart 2011, 09:36:47
(http://i53.tinypic.com/4h9vkm.jpg)
Allah Rızası İçin Eziyet Ve Sıkıntılara Katlanma


O mü’minler ki, öfkelerini kontrol altında tutarlar ve insanları affederler  çünkü Allah iyilik yapanları sever” (Al-i İmran: 3/134)


Kim eziyetlere sabreder yapılan kötülüklere de intikam almayıp affetmek yolunu tutarsa, şüphesiz bu hareket yapılmaya değer işlerdendir.” (Şura: 42/43)


Ebû Hüreyre radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre bir adam:


Yâ ResûlAllah! Benim akrabam var. Ben kendilerini ziyaret ediyorum, onlar bana gelip gitmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlarsa bana kaba davranıyorlar, dedi.


Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


Eğer dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yutturmuş oluyorsun. Sen böyle davrandıkça, Allah’ın yardımı seninle beraberdir.


Güzel bir benzetmeyle kötü durumu anlatılan böyle bir kimse nasıl ızdırap çeker mide ve barsakları yanıp kavrulmaya başlar susuzluk hisseder ne kadar su içerse içsin susuzluğu ve harareti bir türlü dinmez böylelikle de sıkıntı ve ızdırabı hiçbir türlü hafiflemez.


Akrabasının yaptığı iyiliklere teşekkür etmesi gerekirken fenalık yapan nankör kimse Allah’a da şükretmiyor demektir. Böyle kimsenin yedikleri karnında ateş olup kendisini perişan edecektir. Böyle davranmaya devam eden kimsenin yanında daima Allah yardımcıdır veya Allah’ın görevlendireceği bir yardımcı olacaktır.


Akraba ile ilgiyi kesmemek dinimizin emirlerindendir. Onlar ziyaret etmese ve iyilik yapmasa bile bizim onlarla bağımızı koparmamamız gerekmektedir. İlgi kesenlerin dünyada ateş ve sıcak kül yemiş gibi ızdırap  duydukları ahirette ise Allah’ın azabına çarptırılacakları kesindir.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 14 Mart 2011, 20:19:58
(http://i52.tinypic.com/2e0sewy.jpg)
Âişe radıyAllahu anhâ şöyle dedi:

Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in hanımları onun yanında otururlarken Fâtıma tıpkı Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem gibi yürüyerek çıkageldi. Resûl–i Ekrem onu görünce sevindi ve “merhaba kızım” diyerek sağ veya sol yanına oturttu. Sonra Fâtıma’nın kulağına bir şeyler fısıldadı. Fâtıma yüksek sesle ağlamaya başladı. Onun aşırı üzüntüsünü görünce kulağına bir şey daha fısıldadı. Bu defa Fâtıma güldü. Fâtıma’ya:

– Hanımları yanındayken Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem sadece sana bir sır verdi; sen de ağladın, dedim ve Resûlullah kalkıp gidince, ona: “Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem sana ne söyledi?” diye sordum. Fâtıma:

– Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in sırrını kimseye söyleyemem, dedi.

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem vefat edince de:

– Senin üzerindeki analık hakkıma dayanarak Resûlullah’ın sana verdiği sırrı bana söylemeni istiyorum, dedim. Fâtıma:

– Şimdi olabilir, dedi ve şunları söyledi: Resûl–i Ekrem kulağıma ilk defa bir şey söylediğinde, Cebrâil’in nâzil olan Kur’an âyetlerini baştan sona okumak üzere her yıl bir –veya iki– defa geldiğini, fakat bu yıl aynı maksatla iki defa geldiğini söyledi ve “Ecelimin yaklaştığını anlıyorum; Allah’a karşı saygıda kusur etme ve sabırlı ol! Benim senden önce gitmem ne iyi!” buyurdu. Bunun üzerine gördüğün gibi çok ağladım. Benim çok üzüldüğümü görünce, kulağıma tekrar bir şeyler fısıldayarak: “Fâtıma! Mü’min hanımların – veya bu ümmetin kadınlarının– hanımefendisi olmak istemez misin?” buyurdu. O zaman da gördüğün gibi güldüm.


* Hazreti Fatıma anamızın hadiste görüldüğü gibi sır saklamakta ne kadar hassas davrandığını görüyoruz

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 10 Haziran 2011, 05:12:47
(http://i53.tinypic.com/2vl4b4o.jpg)
Âişe radıyAllahu anhâ şöyle dedi:

Benim şu evimde, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Allahım! Ümmetimin yönetimini üstlenip de onlara zorluk çıkaran kimseye sen de zorluk çıkar. Ümmetimin yönetimini üstlenip de onlara yumuşak davrananlara sen de yumuşaklık göster.

Ümmetini çok seven bir peygamber, onların incinmesini istemediği için böyle dua ediyordu. Bizi bu kadar seven peygamberimize devamlı salavat getirmeliyiz

Böyle kötü ve merhametsiz idarecilere peygamberimizin bedduası hemen tesirini gösterir.


Ebû Hüreyre radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İsrâiloğullarını peygamberler yönetirdi. Bir peygamber ölünce, yerine bir başka peygamber geçerdi. Fakat benden sonra peygamber gelmeyecek, birçok halifeler gelecektir.”

Bunun üzerine ashâb–ı kirâm:

– Yâ ResûlAllah! Bize bu konuda ne yapmamızı emredersin? diye sordular.

Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– “Halifelere başa geçiş sırasına göre bîat edin. Sonra onlara karşı görevinizi yapıp itaat edin. Onlar size karşı görevlerini yapmazlarsa, Allah’tan size yardım etmesini isteyin. Zira size karşı görevlerini yapıp yapmadıklarını Cenâb–ı Hak onlardan soracaktır.

Yöneticileri bu dünyada yönettiklerine karşı sorumlu tutacak bir makam yoksa bile Allah kıyamet günü onlara bu işin hesabını mutlaka soracaktır.

 
 Âiz İbni Amr radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre, kendisi Ubeydullah İbni Ziyâd’ın yanına girmiş ve ona şunları söylemiştir:

– Oğlum! Ben Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’i “Yöneticilerin en kötüsü insafsız ve katı kalpli olanlardır” buyururken dinledim. Sakın sen o yöneticilerden olma!

 

Zulmeden yöneticiler bazen ikaz edilip uyarılmalı  ve kendilerinden halka iyi davranmaları istenmelidir. Bu da idare edilenlerin idarecilere karşı görevleri arasındadır.

 

Ebû Meryem el–Ezdî radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre, kendisi Muâviye radıyAllahu anh’a şöyle dedi:

Ben Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim:

Allah Teâlâ bir kimseyi müslümanların başına idareci yapar, o da halkın işlerinin bitirilmesine, ihtiyaç ve sıkıntılarının giderilmesine engel olmaya kalkarsa, kıyamet gününde Allah Teâlâ da onun işlerinin bitirilmesine, ihtiyaç ve sıkıntılarının giderilmesine engel olur.”

Bunun üzerine Muâviye, halkın ihtiyaçlarını tesbit etmek için bir adamını görevlendirdi.

 

İdareci halktan kopuk vaziyette yaşamamalı onlarla iç içe olup dertlerini sıkıntılarını öğrenip yardımlarına koşmalıdır. Topluma kapılarını kapayan onlarla ilgilenmeyen idareciler kıyamette Allah’dan hiç bir yardım göremeyeceklerdir.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 15 Haziran 2011, 09:53:15
(http://i54.tinypic.com/2ut0xvb.jpg)
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasûlune itaat edin ve sizin gibi müslüman olan, kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara da itaat edin.” (Nisa: 4/59)

 

İbni Ömer radıyAllahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Bir müslümanın, günah işlemesi emredilmediği sürece, sevdiği veya sevmediği bütün konularda devleti yöneten kimseye itaat etmesi şarttır. Bir günah işlemesi emredildiği zaman ise kimseyi dinleyip itaat etmez.

 

Allah’a ve onun emirlerine karşı gelmek söz konusu olduğu zaman hiçbir kula itaat edilmez. Bu kişi anne baba ve idareci bile olsa (bkz. Ankebût: 29/8, Lokman: 31/15). [3]

 

Yine İbni Ömer radıyAllahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e sözünü dinleyip itaat etmek üzere bîat ettiğimiz zaman bize:

“Gücünüz yettiği kadar” buyururdu.

 

Ümmetine karşı pek şefkatli olan peygamberimiz kendisine biat ederlerken “gücümüz yettiği kadar” demelerini isterdi.

Yine İbni Ömer radıyAllahu anhümâ Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Kim bağlılık sözü verdiği devlet başkanına karşı sebepsiz yere itaatsizlik ederse, kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın huzuruna, tutunacağı hiçbir delili bulunmaksızın çıkar. Devlet başkanına bağlılık sözü vermeden ölen kimse, Câhiliye devrinde ölmüş gibi olur.

Yine Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir:

“Cemaatten ayrılarak ölen kimse, Câhiliye devrinde ölmüş gibi olur.”

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: osmanlıtorunu - 15 Haziran 2011, 19:24:21
Allah (c.c)razı olsun...
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 28 Haziran 2011, 19:48:34
(http://i56.tinypic.com/k3awjk.jpg)

           "Mi'rac'a götürüldüğüm gece, Ben, Mekke'de , uyku ile uyanıklık arasında iken, Cebrail geldi. Kalk yâ Muhammed (S.A.V) dedi.

            Kalkdım bir de baktım ki, yanında Mîkâil ve İsrâfil  Aleyhimüsselam da var. Kardeşim Cibril'e sorduğumda dedi ki: ''Yâ Muhammed! Rabbim Teâlâ, beni sana gönderdi. Bu gece, bundan önce hiç kimseye yapmadığı ve bundan sonra da hiç kimseye yapmayacağı ikrâmı sana lütuf ve ihsanda bulunacak. Sen Rabbinle konuşmayı ve O'nu görmeyi istsyorsun, bu gece, sen Rabbinin acâibâtından, O'nun azamet ve kudretinden çok şeyler göreceksin.'' dedi. 

            Sonra bana mânevi bir ameliyat yapıldı. İçi îman ve hikmetle dolu altından bir leğen getirdiler, boğazım'dan karnıma kadar göğsümü yardılar, Zemzem suları ile yıkayıp îman ve hikmetle doldurdular. İki omuzumun arasına Hatemi Nübüvvet ile mühürlediler. Bundan sonra Cebrail elimden tuttu, Zemzem suyunun başına götürdü. Oradaki meleğe şöyle dedi: ''Bana zemzem suyundan bir kova su getir.'' O su geldikten sonra, abdest aldım, iki rekat namaz kıldım. Sonra "haydi gidelim" dedi.

            Nereye diye sordum,

            Rabbine, Rabbinin dilediği yerlere" dedi. Ve çok güzel, beyaz Burak denen acîp bir vâsıtaya bindirilerek yola çıkarıldım.

Kaynak . Sadakat Kütüp hanesi . Siyer
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 10 Ağustos 2011, 07:16:21
(http://i55.tinypic.com/105w8k9.jpg)
(Hayâ), Değeri Ve Bu Duyguya Sahip Olmaya Teşvik Etmek

 

İbni Ömer radıyallâhu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem, utangaç kardeşine bu huyunu terketmesini söyleyen Medine’li bir müslümanın yanından geçerken ona:

“Onu kendi haline bırak; zira hayâ imandandır” buyurdu.

 

* Utanma başın yere eğilmesi yüz kızarması gibi değişik şekillerde ortaya çıkan ahlaki bir vasıf olup imanlı olan kimselerde bulunur. İmanı olmayan veya zayıf olanlarda görülmez.

İmrân İbni Husayn radıyallâhu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Hayâ ancak hayır kazandırır.

Müslim’in bir rivayetine göre ise:

“Hayânın hepsi hayırdır”, buyurdu.

Ebû Hüreyre radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İman yetmiş (veya altmış) kadar daldan ibarettir. Bunların en yükseği lâ ilâhe illAllah demek, en aşağısı da insana zarar veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Utanmak da imanın dallarından biridir.

* İman etmiş olmanın gerçeklerinden en aşağı derecede olanları sıralanan bu hadis-i şerif; utanmanın da imandan bir parça olduğunu belirterek İslam da imanla alakası olmayan hiçbir davranışın olmadığını ortaya koymaktadır.

Beyhaki ve bazı alimlerimizin “imanın şubeleri” ile alakalı kitaplarında sıraladıkları 77 bölümden 30 kadarı inançla alakalı olup 47 kadarı dil ve bedeni amelleri kapsamaktadır. Bunlar içerisinde devlet idaresinden ve ona itaatten cihada kadar hepsi mevcuttur. İmanla alakası olmayan hiçbir şey yoktur kişi iman etti mi hem dini hem de devleti, hem dünyayı hem de ahireti her şeyi kabul etmiş demektir. İman edenin hayatında laiklik veya şirk unsurları gibi din-dünya ikilemi veya dünya-ahiret ikilemi olamaz islam bir bütündür her şeyiyle beraber yaşanır.

Ebû Saîd el–Hudrî radıyAllahu anh’ şöyle dedi:

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem örtünme çağına girmiş bir genç kızdan daha utangaçtı. Hoşlanmadığı bir şey gördüğünde bunu yüzüne bakınca anlardık.


Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 12 Ağustos 2011, 04:55:03
(http://i56.tinypic.com/2ah8b9d.jpg)

 
Müslümanlara Karşı Güler Yüzlü Ve Tatlı Dilli Olmak

“... Fakat mü’minlere kol kanat ger.” (Hıcr: 15/88)

“... Ey peygamber eğer onlara karşı kırıcı, huysuz, katı yürekli ve sert olsaydın etrafından dağılır giderlerdi.” (Al-i İmran: 3/159)

 

Adî İbni Hâtim radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Yarım hurma vermek suretiyle de olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz. O kadarını da bulamayanlar, güzel bir sözle olsun kendilerini korusunlar.

* Ahirette tüm insanlar hesaba çekilecek ve orada sağına soluna bakarak yardımcı ve işe yarayacak amellerini arayacaktır. Kişi bu dünyada cehennem ateşini söndürecek amellere yani sadaka vermeye teşvik ediliyor. Pek az bir şey olan yarım hurmayı küçük görmemek gerektiği vurgulanıyor. Mali yönden bu kadar bir şey bulamayan kimse ise güzel ve tatlı sözlerle bu kazanca ulaşıp kendisini ateşten korumaya çalışmalıdır. Zilzal: 99/7-8’de beyan edildiği gibi.

Ebû Hüreyre radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Güzel söz sadakadır.

Müslümanlıkta iyi niyetle yapılan her davranış sevap vasıtasıdır.

Ebû Zer radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Din kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa, hiçbir iyiliği küçümseme.”


Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin
Başlık: Ynt: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) [8 Mart 2009]
Gönderen: mazlum - 13 Ağustos 2011, 08:59:03
(http://i56.tinypic.com/2h4m73k.jpg)
Anlaşılır Şekilde Konuşmak Dinleyenin Anlıyabilmesi İçin Açık Konuşmak    
 
Anlaşılır Şekilde Konuşmak Dinleyenin Anlıyabilmesi İçin Açık Konuşmak (Karşısındakine Sözü Açık Seçik Söylemek Ve İyi Anlaması İçin Gerektiğinde Tekrarlamak)

 

Enes radıyAllahu anh’in belirttiğine göre:

Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem sözünün iyi anlaşılması için konuşmasını üç defa tekrarlardı. Bir topluluğun yanına varıp onları selâmlayacağı zaman üç defa selâm verirdi.

 

Âişe radıyAllahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in konuşması, herkesin anlayacağı şekilde açık seçikti.

 

Toplumda her zeka seviyesindeki insanlara hitap eden onlarla konuşan peygamberimiz her eğitim seviyesindeki insanların anlayabilmeleri için konuştuklarını tekrar ederdi. Bir eve gireceğinde de selamı tekrarlardı.


Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Riyazus- Salihin