Sadakat islami Forum

DİNİ KATEGORİLER => İSLAM-GENEL => Konuyu başlatan: Fatihan - 22 Aralık 2009, 19:52:54

Başlık: Gıybet Sadece Dille Yapılmaz
Gönderen: Fatihan - 22 Aralık 2009, 19:52:54
Dil ile söylemek, ancak başkasına müslüman kardeşinin bir eksikliğini anlattığın ve hoşuna gitmeyen bir vasfını belirttiğin için haram olmuştur. Bu bakımdan ta'rizen kendisinden bahsetmek, açıkça kendisinden bahsetmek gibidir. Bu hususta fiil de söz gibidir. İşaret, îma, dudak bükme, göz kırpma, yazı, hareket ve maksadı belirten her türlü söz, açıkça söylemek gibidir. O halde bunların tümü gıybet ve haramdır,

Âişe vâlidemizin şu sözü îma ve işaret kısmındandır: Bizim evimize bir kadın geldi. Kadın gittikten sonra elimle kadının kısa boylu oluşuna işaret ettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) bana şöyle dedi:
Kadının gıybetini yaptın!225

Başkasının durumunu hikâye etmek sûretiyle taklidini yapmak da gıybettir. Aksayarak yürümek veya kişinin yürüdüğü gibi yürümek gıybettir, hatta azap bakımından gıybetten daha şiddetlidir. Çünkü böyle yapmak, kişiyi anlatmakta daha tesirli olur. Hz. Peygamber, Hz. Aişe'nin başka bir kadının taklidini yaptığını gördü ve şöyle buyurdu:

Bana şu kadar şu kadar verilse bile yine de bir insanın taklidini yapmak beni sevindirmez!226

Yazı ile gıybet de böyledir. Çünkü kalem de bir dildir. Bir kitabın yazarı, belli bir şahıstan bahseden kitabında onun konuşmasını çirkin gösterirse gıybet olur. Ancak konuşmayı böyle göstermeye kendisini mecbur eden birşey bulunursa, o zaman hüküm değişir. Nitekim ileride bu bahis gelecektir. Müellifin 'bir kavim şöyle dedi' demesi ise, gıybete dahil olmaz. Ancak gıybet, belli bir şahsa -ister diri, isterse ölü olsun- saldırmaktan ibarettir.
'Bugün bizim yanımızdan geçenlerin veya bizim gördüklerimizin bir kısmı' demen gıybettendir. Yani eğer muhatabın bu ibareden belli bir şahsı anlarsa, gıybet olur. Çünkü mahzurlu olan, muhataba belli bir şahsı anlatmaktır. Anlatmakta kullanılan metod ve sistem değildir. Eğer muhatab o konuşmandan belli bir şahsı anlamazsa öyle konuşman caizdir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) bir insanın herhangi bir hareketinden hoşlanmadığı zaman şöyle derdi:

Bazı kavimlere ne oluyor ki şöyle yapıyorlar?227

Hz. Peygamber isim söyleyerek eleştirmezdi. Senin 'Seferden gelenlerin bir kısmı, ilim iddia edenlerin bir kısmı' demen, eğer belli bir şahsı anlatan karine varsa gıybet olur. Gıybet çeşitlerinin en çirkini, riyakar kurra'nın (okuyucular) gıybetidir. Çünkü bunlar maksatlarını salâh ve takvâ ehlinin tabirleriyle anlatırlar ki zâhirde gıybetten kaçındıklarını gösterip maksadlarnı anlatmış olsunlar! Bunlar cehaletlerinden dolayı iki fâhiş hareketi bir arada yaptıklarını bilmezler: Hem gıybet, hem riyakarlık!

Yanında bir insandan bahsedildiğinde 'Bizi sultanın huzuruna girmekle, dünyada müptezellikle imtihan etmeyen Allah'a hamd olsun!' demek veya 'Hayânın azlığından Allah'a sığınırız. Allah bizi hayâsızlıktan korusun!' demek de öyledir! Bu konuşmasından maksadı; başkasının ayıbını anlatmaktır. Fakat adamı (güya) dua tabiriyle zikrediyor. Bazen de gıybetini yaptığı bir kimsenin medhini gıybetten önce yapar ve der ki: 'Filan adamın durumu ne güzeldir. İbadetlerde kusur yapmazdı. Fakat kendisine, bir gevşeklik musallat olmuş. Hepimizin müptelâ olduğu sabırsızlık belasına müptelâ olmuştur!' Böylece kendi nefsini zikreder. Oysa maksadı, onun zımnında başkasını kötülemek, kendi nefsini de, sâlih kimselere benzetmek sûretiyle övmektir. Böylece hem gıybetçi, hem riyakâr, hem de nefsini temize çıkarmış olur.

Dolayısıyla üç kötü davranışı bir araya getirmiş olur! Fakat cahilliğinden dolayı zanneder ki kendisi sâlih ve gıybetten korunan kimselerdendir ve bu sırra binaendir ki şeytan, câhillerle -ilimsiz olarak ibadete daldıkları zaman- oynar. Muhakkak şeytan onların yakasına yapışır, onları meşakkate sokar, hileleriyle onların amellerini yakıp kül eder. Onlara güler ve onlarla alay eder! Bir insanın ayıbı zikredildiği halde hazır bulunanlardan bazıları uyanıp da onu kavrayamaz. Bu bakımdan yapılan gıybeti anlamayan da anlasın diye 'SübhânAllah! Bu ne kadar da acaib imiş!' demek ve uyanmayan kişi kendisine kulak versin ve dediğini anlasın diye söylemek de gıybettendir. Böylece Allah Teâlâ'yı zikreder, onun ismini çirkin emeline ulaşmak için alet yapar. Oysa kendisi aldanmışlığından ve cehaletinden dolayı Allah'ı andığını sanarak
Allah'a karşı minnet eder ve 'Beni dostumuzun hakkında cereyan eden istihfaf üzdü. Allah'tan onun nefsini rahata kavuşturmasını isteriz' der. Böyle söylemesine rağmen üzüldüğü iddiasında yalancıdır ve dua etmesinde samimi değildir. Eğer maksadı hakarete uğrayan kişiye dua etmek olsaydı, o duayı namazından sonra gizlice yapardı. Eğer adamın hakarete uğraması kendisini üzmüş olsaydı, adamın hoşuna gitmeyen şeyi açıklamak sûretiyle gıybetini yapmak da kendisini üzerdi.

Yine der ki: 'O miskin adam büyük bir belaya uğramış! Allah bizim de, onun da tevbesini kabul eylesin!' Kişi bütün bu durumlarda dua ettiğini göstermesine rağmen Allah onun kalbindeki pisliğe muttali'dir. Onun gizli maksadını bilir. Fakat o cehaletinden dolayı, kendisinin, cahillerin açıkça günah işleyip cehaletlerinin gereğini yaptıkları zaman uğradıkları felâketten daha büyük bir felâkete maraz kaldığını bilmez. Benimsemek ve hayret etmek yoluyla gıybeti dinlemek de gıybettendir. Çünkü bu şekilde dinleyen bir kişi, gıybetçinin gıybet hususundaki keyfi artsın diye ve gıybette alabildiğine ileri gitsin diye onu şaşkın şaşkın dinler. Sanki o böyle davranmakla gıybetçinin içindekini söküp çıkarır ve şöyle demek ister: 'Hayret! Ben o adamın böyle olduğunu bilmiyordum. Ben onu şu ana kadar ancak hayırlı, sâlih bir kimse biliyordum. Ben onda senin söylediğinin tam tersi olduğunu sanıyordum. Allah bizi her türlü beladan korusun!' Zira bütün söyledikleri ve hareketleri gıybeti tasdik etmektir. Gıybeti tasdik etmek de gıybetten başka birşey değildir. Hatta susan da gıybetçinin ortağıdır! Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Gıybeti dinleyen, gıybetçilerden biri olur.228

Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer'den rivayet ediliyor ki onlardan biri arkadaşına 'Filan adam çok uyuyor!' dedi. Sonra ikisi birden ekmeklerini yemek için Hz. Peygamber'den bir katık istediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber 'Siz katıklandmız!' dedi. Onlar 'Bizim katıklanmadan haberimiz yok!' deyince, Hz. Peygamber şöyle dedi:

Evet, siz kardeşinizin etinden yediniz!229

Dikkat ettiğinde, Hz. Peygamber'in ikisini birden suçladığını göreceksin. Oysa o sözü söyleyen sadece onlardan biriydi. Diğeri onu dinliyordu. '(Maiz), köpeğin öldüğü gibi öldü!' diyen bir kişi olduğu halde Hz. Peygamber ikisine birden şöyle dedi:
Şu leşten yeyiniz!

İkisini birden leş yemeye davet etti. Bu bakımdan gıybeti dinleyen de gıybetin günahından kurtulamaz. Ancak diliyle veya korktuğu takdirde kalbiyle gıybeti reddederse veya gıybet meclisin-den kalkarsa veya gıybetçinin konuşmasını başka bir konuşma ile keserse gıybetçi sayılmaz. Aksi takdirde günahkâr olur! Eğer gıybetçiye diliyle sus deyip de kalben onun gıybetini dinlemek istiyorsa, bu münafıklık olur. Kalben gıybeti çirkin görmedikçe münafıklıktan kurtulamaz. Eliyle susması için işaret etmek veya kaşıyla veya kirpikleriyle işaret etmek yeterli değildir. Çünkü bu işaretler bahsi yapılan kişiyi hakir görmek demektir. Aksine o kişiyi tahkir değil de tazim etmeli ve açıkça onu müdafaa etmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kimin yanında bir mü'min zelil ediliyorsa, o da kudreti olduğu halde o mü'mine yardım etmiyorsa, Allah onu kıyamet gününde insanların gözü önünde zelil eder (edecek).230

Kim (müslüman) kardeşinin bulunmadığı bir mecliste onun haysiyetini korursa, kıyamet gününde onun haysiyetini korumak Allah'a hak olur. Kim kardeşinin gıyabında onun
haysiyetini korur ve müdafaa ederse, o kimseyi ateşten azad etmek Allah'a hak olur.231
Gıyabında müslümana yardım etmek hususunda ve bunun fazileti hakkında birçok haberler vârid olmuştur. Biz bunları Sohbet Adabı ve Müslümanların Hakları bölümlerinde zikretmiştik. Bu bakımdan ikinci kez tekrarlamakla sözü uzatmak istemiyoruz.

223)İmam Ahmed, Ebu Dâvud, Tirmizî
224)İbn Ebî Dünya, İbn Merduveyh
225)İbn Ebî Dünya
226)Daha önce geçmişti.
227)Ebu Dâvud
228)Taberânî
229)Taberânî
230)İbn Ebî Dünya
231)Ahmed, Taberânî, (Ebu Derdâ'dan)

İhya Ulumidddin'den
Başlık: Ynt: Gıybet Sadece Dille Yapılmaz
Gönderen: İsra - 22 Aralık 2009, 20:39:05
Teşekkürler Fatihan kardeşim

Gıybet hakkındaki yazıları çok sık okumak lazım
Başlık: Ynt: Gıybet Sadece Dille Yapılmaz
Gönderen: Günbatımı - 22 Aralık 2009, 21:26:17
Maalesef çok yaygın gıybet illeti. Üstelik ortaklaşa işlenen bir günah olduğu için (söyleyen-dinleyen) çok kişinin başı yanıyor...

Allah'ım bu büyük günahı işlemekten muhafaza etsin hepimizi... Allah'ım şaşırtma, nefsimize de şeytana da uydurma Rabb'im...
Başlık: Ynt: Gıybet Sadece Dille Yapılmaz
Gönderen: Hâsıl-ı Kelam - 22 Aralık 2009, 21:32:08
Alıntı
Allah'ım bu büyük günahı işlemekten muhafaza etsin hepimizi... Allah'ım şaşırtma, nefsimize de şeytana da uydurma Rabb'im...

Amin.
Başlık: Ynt: Gıybet Sadece Dille Yapılmaz
Gönderen: leyya - 22 Aralık 2009, 23:15:32
Allah affetsin cümlemizi.hidayet nasip etsin inşllh.
Hayatta en nefrettigim iştir."gıybet etmemeye dikkat ediyorum" ama dost bildigim insanlar arkamdan hep yapıyorlar nedense.

Güzel bir konuyu bizlerle paylaşmışsınız .Emeginize saglık.
Başlık: Ynt: Gıybet Sadece Dille Yapılmaz
Gönderen: Günbatımı - 23 Aralık 2009, 09:47:12
Hayatta en nefrettigim iştir.yapmam ama dost bildigim insanlar arkamdan hep yaparlar nedense.

Özellikle bu yazıyı okuduktan sonra, gıybet etmeyen kimse olduğuna inanmıyorum. Baksanıza gözünüzle, ima ile bile gıybet ediliyormuş.

...
Yanında bir insandan bahsedildiğinde 'Bizi sultanın huzuruna girmekle, dünyada müptezellikle imtihan etmeyen Allah'a hamd olsun!' demek veya 'Hayânın azlığından Allah'a sığınırız. Allah bizi hayâsızlıktan korusun!' demek de öyledir! Bu konuşmasından maksadı; başkasının ayıbını anlatmaktır. Fakat adamı (güya) dua tabiriyle zikrediyor. Bazen de gıybetini yaptığı bir kimsenin medhini gıybetten önce yapar ve der ki: 'Filan adamın durumu ne güzeldir. İbadetlerde kusur yapmazdı. Fakat kendisine, bir gevşeklik musallat olmuş. Hepimizin müptelâ olduğu sabırsızlık belasına müptelâ olmuştur!' Böylece kendi nefsini zikreder. Oysa maksadı, onun zımnında başkasını kötülemek, kendi nefsini de, sâlih kimselere benzetmek sûretiyle övmektir. Böylece hem gıybetçi, hem riyakâr, hem de nefsini temize çıkarmış olur.

Dolayısıyla üç kötü davranışı bir araya getirmiş olur! Fakat cahilliğinden dolayı zanneder ki kendisi sâlih ve gıybetten korunan kimselerdendir ve bu sırra binaendir ki şeytan, câhillerle -ilimsiz olarak ibadete daldıkları zaman- oynar.

Yine der ki: 'O miskin adam büyük bir belaya uğramış! Allah bizim de, onun da tevbesini kabul eylesin!' Kişi bütün bu durumlarda dua ettiğini göstermesine rağmen Allah onun kalbindeki pisliğe muttali'dir. Onun gizli maksadını bilir. Fakat o cehaletinden dolayı, kendisinin, cahillerin açıkça günah işleyip cehaletlerinin gereğini yaptıkları zaman uğradıkları felâketten daha büyük bir felâkete maraz kaldığını bilmez. Benimsemek ve hayret etmek yoluyla gıybeti dinlemek de gıybettendir. Çünkü bu şekilde dinleyen bir kişi, gıybetçinin gıybet hususundaki keyfi artsın diye ve gıybette alabildiğine ileri gitsin diye onu şaşkın şaşkın dinler. Sanki o böyle davranmakla gıybetçinin içindekini söküp çıkarır ve şöyle demek ister: 'Hayret! Ben o adamın böyle olduğunu bilmiyordum. Ben onu şu ana kadar ancak hayırlı, sâlih bir kimse biliyordum. Ben onda senin söylediğinin tam tersi olduğunu sanıyordum. Allah bizi her türlü beladan korusun!' Zira bütün söyledikleri ve hareketleri gıybeti tasdik etmektir. Gıybeti tasdik etmek de gıybetten başka birşey değildir. Hatta susan da gıybetçinin ortağıdır!
...

İşte kardeşim, bilmediğimiz bir çok şey de gıybetmiş. Ben ima yoluyla olduğunu bilmiyordum mesela. Onun için lütfen üzerinize alınmayın, kendim de dahil olmak üzere "Ben gıybet etmem" diyen kişiye inanmıyorum. En fazla "gıybet etmemeye dikkat ediyorum" olabilir...

Başlık: Ynt: Gıybet Sadece Dille Yapılmaz
Gönderen: Fatihan - 23 Aralık 2009, 10:00:15
Allah, gıybet edenleri affetsin.Kendimizi kandırıyorsak da idrak, şuur ve farkındalık versin.
Başlık: Gıybetin kefareti...
Gönderen: Günbatımı - 23 Aralık 2009, 11:27:10
Gıybetin Kefareti

Gıybeti yapana farz olan; pişman olmak, tevbe etmek ve yaptıklarından dolayı üzülmektir ki böyle yapmakla Allah'ın hakkını ödemiş olsun! Sonra gidip gıybetini yaptığı kimseye kendisini helâl ettirmelidir ki o da helâl ederse, ona yapmış olduğu zulmün cezasından kurtulur. Gıybetini yaptığı adamdan helâllik istediği zaman mahzun, üzgün ve yaptığından dolayı pişman olmalıdır. Çünkü riyâkâr bir kimse bazen gıybetini yaptığı kimseden, muttakî olduğunu göstermek için helâllik ister. Oysa içinde gıybetten dolayı pişmanlık diye birşey yoktur. Böylece ikinci bir günah işlemiş olur! Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Gıybetçiye, helâllik istemek değil Allah'tan günahının affını istemek kâfi gelir. Bunun yeterli olduğuna Enes b. Mâlik'ten rivayet edilen hadîsle istidlâl edilir: Enes (r.a) Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Gıybetini yapmış olduğun kimsenin gıybetinin kefareti, onun için istiğfar edip, af talep etmendir.250

Mücahid şöyle demiştir: 'Kardeşinin etini yemenin kefareti, onu övmen, hayırla kendisine dua etmendir'.

Atâ b. Ebî Rebah'a 'gıybetten tevbe etmek' hakkında soruldu. Dedi ki: "Gıybetten tevbe etmek, gıybetini yapmış olduğun arkadaşına gitmen ve ona 'Ben söylediğimde yalan söyledim. Sana zulmettim ve su-i edebde bulundum. İstersen hakkını benden alabilirsin ve istersen beni affedersin' demendir.

Atâ'nın bu fetvası daha sağlamdır, İtirazcının 'Gıybetin karşılığı yoktur. Bu bakımdan gıybetten dolayı helâllik istemek farz değildir. Mal ise tam bunun hilâfmadır' demesine gelince, onun bu sözü zayıf bir sözdür; zira başkasının haysiyet ve mürüvvetine saldırana iftira cezasının tatbik edilmesi farzdır ve bu kimsenin yakasına yapışılır. Sahih bir hadîste, Hz. Peygamber'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

Kimin yanında müslüman kardeşinin haysiyet ve şerefi veya malı hususunda bir zulüm varsa, o kimse, kendisinde dinar ve dirhem (para) bulunmayan birgün gelmezden önce gidip o kardeşinden helâllik istemelidir. Çünkü o günde sa-dece onun hasenât ve sevabından alınır, gıybeti yapılana verilir. Eğer sevabı yoksa arkadaşının günahları alınır, kendisinin günahlarına eklenir.251

Hz. Âişe (r.a) başka bir kadına 'eteği uzundur' diyen bir kadına 'Sen onun gıybetini yaptın. Git kendisinden helâllik iste' demiştir. Bu bakımdan eğer gıybetçinin imkânı varsa, helâllik istemesi lâzımdır. Eğer gıybeti yapılan şahıs ortada yok veya ölü ise, en uygunu onun için af talep etmesi, duada bulunması ve onun nâmına hayırlar yapmasıdır.

Eğer 'Acaba helâl etmek farz mıdır?' dersen, cevap olarak derim ki: Hayır! Farz değildir. Çünkü başkasına hakkını helâl etmek teberrudur. Teberru ise farz değil, fazilettir'. Fakat buna rağmen helâl etmek güzeldir. Özür dilemenin yolu, karşısındakini mübalâğalı bir şekilde övmek, ona kendisini sevdirmektir. Onun kalbini hoşnut edinceye kadar bu şekilde arkasını bırakmamaktır. Eğer buna rağmen kalbi hoş olmazsa özür dilemesi ve sevgi göstermesi, defterine yazılacak bir hasene olur. O hasene kıyamet gününde, gıybet kötülüğünün karşılığı olur. Seleften bazıları helâl etmezdi.

Said b. Müeseyyeb der ki: 'Bana zulmedene hakkımı helâl etmem!'

İbn Sirin der ki: 'Ben, gıybetimi yapana gıybeti haram etmedim ki kendisine hakkımı helâl edeyim. Muhakkak Allah ona gıybeti haram etmiştir. Ben ise hiçbir zaman Allah'ın haram ettiğini helâl edemem'.

Eğer 'O halde Hz. Peygamberin 'Helâllik istemesi uygundur' şeklindeki sözünün mânâsı -eğer Allah'ın haram kıldığının helâl edilmesi mümkün değilse- nedir?' dersen, cevap olarak deriz ki: 'Hz. Peygamberin maksadı; zulmü affetmektir. Yoksa harâmı helâle çevirmek değildir. İbn Sîrin'in dediği ise, gıybetten önce gıybeti helâl etmek hususunda güzel ve geçerlidir. Çünkü herhangi bir şahsa, başkasına gıybetini yapmasını helâl etmesi caiz değildir'.
Soru: O halde Hz. Peygamberin şu hadîs-i şerifinin mânâsı nedir ve o gıybetini nasıl sadaka olarak verirdi?

Sizden biriniz, Ebu Demdem gibi olmaktan aciz midir? Ebu Demdem evinden çıktığı zaman şöyle derdi: 'Ey Allahım! Ben gıybetimi yapmayı halk için sadaka olarak verdim (helâl ettim)'.
Yine gıybetini sadaka olarak veren bir kimsenin gıybeti helâl olur mu? Eğer o kişinin sadakasının kabul edilmemesi sözkonusu ise, o zaman Hz. Peygamberin bizi böyle yapmaya teşvik etmesinin mânâsı ne olabilir?252

Cevap: Bu hadîs-i şerifin mânâsı 'Ben kıyamet gününde, bana zulmedeni muâhaze etmek istemem ve onunla davaya da girmem' demektir. Aksi takdirde gıybet, hiçbir zaman böyle söylemekle helâl olmaz ve gıybet eden bir kimse de günahtan kurtulamaz. Çünkü böyle demek, günahın olmadan önce affedilmesi demektir. Ancak bu kişi dava etmeme sözüne sadakat göstermek niyetindedir. Eğer bu sözünden dönüp davacı olursa, diğer hukuklarda olduğu gibi, burada da kıyas böyle bir davaya yetkili olmasıdır. Fâkihler açıkça dediler ki: 'Kim kendisine iftira atmayı mübah kılarsa, iftira atana tatbik edilen cezadan onun hakkı düşmez. Bu, ahiret cezası gibidir'.

Kısaca gıybetçiyi affetmek daha faziletlidir. Nitekim Hasan Basrî şöyle demiştir: "Ümmetler kıyamet gününde, Allah'ın huzu-runda diz çöktükleri zaman 'Kimin Allah nezdinde ecri varsa ayağa kalksın!' denir. O zaman sadece dünyada halkı affedenler ayağa kalkarlar". Nitekim

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Affetmeyi şiar edin, mârufu emret ve câhillerden yüz çevir! (A'raf/199)

Hz. Peygamber (sa) de şöyle buyurmuştur: Ey Cebrâil! Ayetteki af ne demektir?
Cebrâil şöyle demiştir: 'Muhakkak Allah sana zulmedeni affetmeni emrediyor. Sıla-yı rahmi kesen akrabana sıla-yı rahim yapmanı ve seni mahrum edeni mahrum etmeyip vermeni emrediyor'.253

Bir şahıs Hasan Basrî'ye 'Filân adam senin gıybetini yaptı!' dedi. Bunun üzerine Hasan, bir tabak yaş hurma doldurarak o adama gönderdi ve şöyle dedi: 'Kulağıma geldiğine göre sen hasenât ve sevabından bana hediye etmişsin. Ben de o hediyene karşılık sana bu hurmaları hediye etmek istedim. Beni mâzur gör! Çünkü senin hediyene tam olarak karşılık vermeye kudretim yok!



250)İbn Ebî Dünya
251)Müslim, Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)
252)Bezzar, İbn Sinnî, Ukaylî
253)Ebu Nuaym

İhya-u Ulumiddin
Başlık: Dildeki Hançer Gıybet !!!!
Gönderen: nirvana - 27 Şubat 2010, 18:21:52
İnsandaki bütün haslet ve istidatlar, bir yönüyle nîmet, diğer yönüyle âfet olabilecek özelliktedir. Bunlar, insanın olgunluk seviyesine göre ortaya çıkar. Yani Cenâb-ı Hak, bizlere bütün kabiliyet ve imkânları, tabiri câizse, müspet veya menfî her iki şekilde de işlemeye müsait bir "ham malzeme" olarak vermiştir. Yine insanoğluna lutfedilen her bir nîmet, ayrı bir külfet ve sorumluluk yükler.

Sorumluluğun derecesi, nimetler nisbetindedir. Bu durumda insana düşen, sahip olduğu bütün kabiliyet ve imkânları, en doğru bir sûrette ve tam yerinde kullanabilme maharetini göstermek ve onları nîmet hüviyetinde değerlendirebilmektir. Aksi hâlde başını âfet ve musîbetlerden kurtaramaz.

Bu hakîkat, 'ın kelâm sıfatının bir tecellîsi olarak insana verilmiş bulunan, en çok kullandığımız lisan kabiliyetimizde daha çok bârizdir. Bir kimse, eğer onu zikir ve şükür gibi hayırlı amellere âmâde kılarsa bir cennet bülbülü olur; fakat yalan, hakaret ve gıybet gibi kötü fiillere âlet ederse, o zaman da bir cehennem sermayesine dönüşür.


Bu bakımdan dilin hangi şekilde ve nasıl vazife göreceği, yani bir nîmet mi, yoksa bir âfet mi olacağı hususu, daha ziyâde kalbin kıvamına bağlıdır. Çünkü dilimiz, kalbimiz ve hissiyâtımızın tercümanlığı vazifesini îfâ etmektedir. Bir atasözünde "Küpte ne varsa, dışarıya o sızar." denilmiştir. Bu sebeple kalbin durumuna göre şekillenen hayır ve şerrin en müthişi olan Rabbe yaklaşmak veya O'ndan uzaklaşmak hususunda dilin ortaya koyduğu amellerin büyük bir yeri vardır. Yani dil; terfîde de, tenzilde de en müessir vâsıtadır.


Îmânın kalb ile tasdikle beraber bir de dil ile ikrar edilmesinin şart olduğu gerçeğine dikkat edersek, dilin ne kadar büyük bir nîmet olduğu ortaya çıkar. Aksi istikametteki kullanılışı da ne büyük bir âfet ve hüsrana dönüşeceğini göstermektedir. Gerçekten de insanoğlunun başına gelen büyük musîbetlerin çoğu, aslında hep dil nîmetinin yanlış kullanılmasından kaynaklanmıştır. Öyle ki büyükler:

"Belâ, ağızdan çıkan söze bağlıdır." demişlerdir.

Dünya ve âhiret musîbeti ahlâksızlıklardan olan kötü zan, kusur gözetleme, ayıp araştırma, hasetleşme, arkadan çekiştirme ve dargınlık gibi rezâletlerin tamamı, bir bakıma zehirli kalplerde ve özellikle de dilde toplanır. Bunlar, ferdi ve topluluğu içinden yıkan ve musîbetler getiren en korkunç âfetler ve tehlikelerdir.

Sayısız kötü vasıflarla âfet hâline dönen bir dil, artık öldürücü bir zehir gibidir ki, hem sahibini mahveder, hem de çevresini...

Hâsılı dil terbiyesi, insan hayatında en mühim eğitimlerden biridir. Çünkü âfet hâlinde zehir kusan bir dili, iyi yolda kullanmak bile isteseniz, o yine zarar vericidir. Fakat nîmet hâlindeki bir dil ise, her zaman feyz ü bereket kaynağıdır. Bu hakikati eskiler:

"Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır." diyerek ne güzel ifade etmişlerdir.
Nitekim âyet-i kerîmede de buyurulur:

"Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et!" (en-Nahl, 125)
Bu itibarla Hak dostları, bilhassa  yolunda dâvet ve tebliğde dilin nasıl kullanılacağı hususunda:

"Sakın yılanların zehirli diliyle konuşma!" diye îkaz etmişlerdir.
Demek ki, insanın olgunluğunun en bâriz alâmeti, dilini kullanabilme sanatına âşinâ olmasıdır. Zîra dil, Rabbimiz tarafından hemen her insana ihsân edilmiş ve ilâhî bir hikmet tecellîsi olarak imtihan vesîlesi kılınmıştır.

Hikmet nazarıyla seyredildiğinde görülür ki, yersiz ve mânâsız konuşmaması için dilin etrafına otuz iki diş ile âdetâ bir hisar çevrilmiştir. Bu hâle ilâveten iki dudak da dişlerin önüne konularak sanki ikinci bir bent örülmüştür. Bütün bunlar, dilin muhâfaza zarûretinin bir ihtarı mâhiyetinde değil midir?

Diğer taraftan «Kılıç yarası geçer, fakat dil yarası geçmez!» ifadesi ile de dildeki âfete dikkat çekilmiş ve onun terbiyesine son derece îtina gösterilmesi gerektiğine işaret edilmiştir. Dolayısıyla dilin âfetlerini çok iyi bilmeli ve onlara karşı gerekli tedbirleri almalıyız. Bu tedbirlerin başı, sükûttur.

Dilin âfetleri içerisinde en başta dikkat edeceğimiz husus, hiç şüphesiz ki "gıybet"tir. Çünkü gıybet, dildeki en zehirli hançerdir.

"Gıybet nedir?" sorusunun cevabını Peygamber Efendimizin lisânından dinleyelim.

Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-'ın rivâyetine göre, Peygamber Efendimiz ashâbına şöyle sormuşlardır:

"-Gıybet nedir bilir misiniz?"

Ashâb-ı kirâm:

"-Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!" dediler.

Bunun üzerine  Rasûlü:

"-Gıybet, müslüman kardeşinin hoşlanmadığı şeylerle arkasından çekiştirmendir." buyurdular.

Denildi ki:

"-Ya Rasûlallâh! Arkasından söylediğim o fenâ şey, ya kardeşimde varsa..."

Cevâben:

"-Söylediğin şey, onda varsa gıybet etmiş olursun; eğer yoksa ona iftira ve bühtanda bulunmuş olursun!.."

Bu hadîs-i şerîfe bakıldığında, insanların her türlü kusurunu söylemenin gıybet hükmünde olduğu anlaşılabilir. Lâkin bazı hâller vardır ki, insanların eksik ve kusurlarını söylemek îcâb eder. Meselâ evlenmek isteyen ve nikâh için namzed gördüğü bir şahsı araştıran kimseye veya ticârî bir ortaklık teşebbüsü için bilgi toplayan bir şahsa; gıybet olur korkusuyla bilinen doğruları söylememek, neticede cemiyet hayatı açısından daha büyük yanlışlara sebep olmaktadır.

Öyleyse, bu tür hâllerde umûmun menfaati, şahsın hürmetinden önde gelir. Zararlı bir insanın kusurlarını açığa koymak sûretiyle diğer insanları ondan korumak, vicdânî ve insânî bir zarurettir. Bu gerçekleri açıklamak da, ancak ilgili şahıslarla sınırlıdır. Kişinin îcâb etmeyen mahrem hâllerini ortaya koymak veya ilgili-ilgisiz herkese anlatmak, haramdır.

Yine hakkın tesbit ve tevzî edildiği yerler olan mahkemelerde, adâletin tam ve eksiksiz yerine getirilmesi için, şâhitlerin, hakikati olduğu gibi nakletmesi de zarûridir. Burada da gıybet endişesi taşınmamalıdır. Bu sebepledir ki, bir kimsenin kusurundan bahsederken, bu söylenen sözlerin dînî cevaz hudutları içinde olup olmadığına son derece dikkat etmek lâzımdır.

Bu istisnâî hâllerin dışında insanların kusurlarını örtmek ve affetmek, her mü'minin şiârı olmalıdır. Bu, en mühim ahlâkî vasıflardan biridir ve insanın kemâlini gösterir. Başkalarının ayıplarını meydana koymadan önce şahsî kusurlarımızı gözden geçirmeliyiz.

Her mü'min düşünmelidir ki; Cenâb-ı Hak, merhameti muktezâsı, kullarının kusurlarını örtmekte ve onlara af ve mağfiret vaad buyurmaktadır. , ayıp örtenlerin nice kusurlarını örter. Ne mutlu o mü'mine ki, kendi ayıplarını görmekten başkalarının kusurlarını araştırmaya vakit bulamaz.

Hucurât Sûresi'ndeki âyet-i kerîmelerde, mü'min kulların birbirlerine karşı gözetecekleri edeb ve ahlâka temas edilirken bu hususta dilin muhâfaza ve terbiyesinin ehemmiyetine de işâret edilmektedir:

"Ey mü'minler! Bir topluluk, diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da, kadınlarla alay etmesin!.. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. Îmandan sonra fâsıklık ne kötü isimdir! Kim de tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerdir."





"Ey îman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz, diğerinizi arkasından çekiştirmesin (gıybetini etmesin). Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde 'tan korkun. Şüphesiz , tevbeyi çok kabul edendir; rahîm (sonsuz merhamet sahibi)dir." (el-Hucurât, 11-12)
Âyet-i celîlede:

Gıybet edenler ve insanları nâmus ve haysiyetleri bakımından çekiştirenler, ölü bir mü'min kardeşinin etini yiyenler şeklinde tasvir ve temsil olunmaktadır.

Bu Kur'ânî teşbihte pek ince ve derin nükteler vardır. Gerçekten gıybet olunan kişi, yanımızda olmadığı için, hakkında konuşulanları duyamamak ve kendisini müdafaa edememek bakımından bir ölüye, mü'min olmak itibariyle de bir kardeşe benzediği açıktır.

O kardeşimizin yokluğundan istifâde ederek gıybet etmek sûretiyle onun haysiyet ve şerefine tecavüzde bulunmak, çekiştire çekiştire onun etini yemek şeklinde bir saldırış ve canavarlığı andırır. İnsanın şeref ve haysiyeti, âdeta vücud iskeletini örten bir et gibidir. Onu ayıplarını ve kusurlarını dökmek sûretiyle didiklemek, bir köpeğin herhangi bir leşi çekiştire çekiştire dişlemesinden daha câniyâne ve gaddarâne değil midir?


Hucurât Sûresi'ndeki bu âyet-i kerîmelerde:

-İnsanların birbiriyle alay etmemesi,
-Başkasını küçük görmemesi,
-Kötü lâkaplar takmaması,
-Sû-i zanda bulunmaması,
-Başkasının kusurlarını araştırmaması,
-Gıybet etmemesi emredilmektedir.





Görüldüğü üzere zikredilen ahlâkî zaafların çoğu, dil ile gerçekleşmektedir. Bu sebeple insanın dilini muhâfaza etmesi, dinin, ahlâkın ve kardeşlik hukukunun icabıdır. Nitekim Fudayl bin Iyâd der ki:
"Gıybetin girdiği yerden kardeşlik çıkar gider."

* * *

Selmân-ı -radıyAllahu anh-Fârisî bir defasında Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in ashabından iki kişi ile beraberdi. Onların hizmetlerini görür ve yemeklerinden yerdi. Bir gün insanlar yürüdüğünde Selmân uyuyakalmış ve onlarla birlikte gidememişti. İki arkadaşı, onu arayıp bulamayınca çadırlarını kendileri kurarak konakladılar ve:

"-Selmân pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor." diyerek Selman'ı hafife aldılar.

Selmân geldiğinde de onu, kendilerine katık istemek üzere Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e gönderdiler. Selmân, elinde bir kabla Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in yanına vardı:

"-Ey Allâh'ın elçisi, şayet Sen'in yanında katık varsa kendilerine vermen için arkadaşlarım beni Sana gönderdiler." dedi.

Allâh'ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

"-Arkadaşların katığı ne yapacaklar, onlar katıklarını yediler." buyurdu. Selmân dönerek o ikisine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in sözlerini haber verdi. Kalkıp Allâh Rasûlü'nün yanına geldiler ve:

"-Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, konakladığımızdan beri biz herhangi bir yemek yemedik." dediler. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

"-Konuşmalarınızla siz Selmân'ı (gıybet ettiğiniz için) katık olarak yediniz." buyurdu, peşinden de: "...Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?.." (el-Hucurât, 12) âyet-i kerimesi nâzil oldu.

Diğer bir rivâyete göre Allâh Rasûlü sözlerinin devamında:

"-Ben o kardeşinizin etini dişlerinizin arasında görüyorum." buyurmuştu. Bunun üzerine o sahâbîler:

"-Yâ Rasûlallâh, bizim için istiğfâr ediver!" dediler. Fahr-i Kâinât Efendimiz de:

"-Gıybet ettiğiniz arkadaşınıza rica edin sizin için o istiğfarda bulunsun." buyurdu. (İbn-i Kesîr, Tefsir, Beyrut 1988, IV, 231)

Gıybet edenlere karşı olgun bir müslümanın tavrının ne şekilde olacağı, hadîs-i şerifte şöyle ifade buyurulmuştur:

"Size iyilik yapanlara karşı iyilik yapmak, fenâlık yapanlara da fenalık yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet, size fenalık yapanlara karşı aynı şekilde mukabelede bulunmayıp iyilik yapabilmektir." (Tirmîzî, Birr, 63)

Cenâb-ı Hak da böyle kâmil bir mü'mini medhederek:

"Rahman'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzû ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler)." (el-Furkan, 63) buyurmaktadır.


Hazret-i Ali -radıyAllahu anh- de, câhillere mukabele hususunda şöyle ikazda bulunur:

"-Alçakça söylenen bir söze karşı sakın cevap vereyim deme!.. Çünkü o sözün sahibinde, onun gibi daha nice düşük sözler vardır. Cevabınıza yine o bayağı ifadelerle karşılık verirler. Câhil ile sakın latife etmeye kalkma!.. Dili zehirli olduğundan gönlünü yaralar."

Olgunluğun en bâriz göstergesi, dedikodu ve iftiraya tahammüldür. Zira olgunlukta birinci basamak, dedikodu ve iftiraya karşı sükûnetle cevap vermekle iktifâdır.

İkinci basamak, böyle bir dedikodu ve iftira karşılığında günahları gıybet eden kimseye devrettiği için sevinmektir. Ama bu da bir noksanlık taşır.


Üçüncü basamak ise, kavuşacağı mağfiret ve sevaplar sebebiyle kendi nâmına sevinirken, dedikoducu ve iftiracının âhiretteki hâlini düşünerek üzülmektir. Bu üzüntü hâli, sevince gâlip değilse, olgunluk yine de eksik demektir.

Mevlânâ Hazretleri, câhil ve nâdân kimselerin ileri-geri konuşmalarının hakikatin kıymetinden bir şey kaybettirmeyeceği hususunda:


""Köpeklerin ağzı değdi diye deniz kirlenmez!..
buyurur.

* * *
Mevlânâ Hazretleri, insanların kendilerindeki kusur ve eksikleri bırakıp başkaları hakkında ileri-geri konuşmaması gerektiğini ne güzel hikâye eder:

"Dört Hindli Müslüman bir mescide girdiler. Her biri niyet etti, tekbir getirdi. Kendi noksanlarının, hatalarının idrâki içinde, hulus ile candan yakararak namaza başladılar.

Rukûa vardılar, secde ettiler. Bu sırada mescidin müezzini geldi. Namaz kılan Hindlilerden biri, kendisinin namazda olduğunu unutarak;
«-Ey müezzin!» dedi «Ezanı okudun mu? Yoksa daha vakit var mı?»
Öbür Hindli de namaz içinde olduğu hâlde:

«-Sus be kardeşim; söz söyledin, namazın bozuldu.» diye söylendi.
Üçüncü Hindli, ikincisine:

«-Amca!» dedi. «Ona ne kusur buluyorsun? Sen de söz söyledin; sen kendine bak; öğüdü kendine ver!»

Dördüncüsü; «Allah'a hamdolsun ki, üçünüz gibi ben kuyuya düş­medim, yani ben konuşarak namazımı bozmadım.» dedi.

Böylece ne yazık ki, dördünün de namazı bozuldu. Şunun bunun ayıbını görüp söyleyenler, ayıbı olanlardan daha çok yol kaybederler, sapıklığa düşerler.

Kendi ayıbını gören can, ne mutlu bir candır. Bir kimse birinin ayıbını görse, onu kendi satın almış olur.

Çünkü insanın yarısı, yani nefsi ve maddî yönü, ayıplık ve kusur âlemi olan bu dünyadadır. Öbür yarısı, yani rûhânî ve mânevî yönü ise, gayb âlemindedir.

Mademki senin başında nefsânî huylardan ve hayvanî ahlâktan bir çok mânevî hastalıklar vardır, o hâlde merhemini önce kendi başına sürmen gerekir.

Kendi kusurlarını görmek, kendini ayıplamak, o ayıbın merhemi ve ilâcıdır. (Zira kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz.)

Bir mü'minde gördüğün kusur ve ayıp sende yok ise, emin olma, kendine güvenme! Olabilir ki, o ayıbı sen de işleyebilirsin; senden de o ayıp halka yayılır."

Çünkü gıybet ve dedikodu, insanın nefsini palazlandıran bir günahtır. Dedikodu yapan insanlar, ayıplayıp küçük gördükleri kimselerin işlediği günahtan kendilerinin uzak olduklarını düşünürler. Böylece o günaha düşmemeleri sebebiyle kendilerini bu günahkârlardan üstün kabul ederler. Ama unutmamak lâzımdır ki, mü'min kardeşini küçük görmek, günah olarak insana yeter. Ayrıca tekerrür eden bir hakikattir ki, bir şahsın ayıp ve kusurlarını kınayanlar, çok geçmeden aynı hataları işlemeye başlamaktadırlar. Nitekim Peygamber Efendimiz:

"Bir kimse din kardeşini bir günahı dolayısıyla ayıplarsa, ölmeden evvel mutlaka o günahı işler. Yani kardeşini bir ayıpla kınayan, o ayıp işi işlemeden ölmez!" (Câmiu's-Sagîr, c. II, s. 161) buyurmuşlardır.

İnsanlar, âhirette bütün amellerinden, yani nâil oldukları nîmetlerden, söylediklerinden, konuşması gerektiği zamanlardaki suskunluklarından, işlediği günahlardan ve terk ettiği sâlih amellerden hep hesâba çekilecektir. Bu çetin hesap günü gelip çatmadan evvel, herkes kendi muhâsebesini yapmalıdır. Zira "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz." buyrulmaktadır. O muazzam hesap gününü düşünerek amel defterini, helâlleşme ve istiğfar ile aklamaya çalışmalıdır. Cenâb-ı Hak, insanların vücutlarının topyekûn bir dil hâline gelip konuşacağı o günü şöyle tasvir etmektedir:

"Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri işledikleri şeye karşı onların aleyhine şâhitlik edecektir.
Derilerine: «Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?» derler. Onlar da: «Her şeyi konuşturan , bizi de konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştır. Yine O'na döndürülüyorsunuz.» derler.

Siz ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhine şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu 'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.

Rabbiniz hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyâna uğrayanlardan oldunuz.

Şimdi eğer dayanabilirlerse, onların yeri ateştir. Ve eğer (tekrar dünyaya dönüp 'ı) hoşnut etmek isterlerse, memnun edilecek değillerdir." (Fussilet, 20-24)

İnsanlar, bu şiddetli kıyamet gününde, kendilerinin de çok ihtiyacı olmasına rağmen, sevaplarını, dünyada dedikodusunu yaptıkları kimselere vereceklerdir. Şâyet bunu karşılayacak kadar sevapları kalmamışsa, dedikodusunu yaptıkları kimselerin günahlarını yükleneceklerdir.


Peygamber Efendimiz, kıyâmet günündeki bu acı tabloyu şöyle ifade buyurmuştur. Bir gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
"-Müflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sordu.

Ashâb-ı kirâm:

"-Bize göre müflis, parası olmayan ve malı bulunmayan kimsedir." deyince, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- (sözlerine) şöyle devam etti:

"-Ümmetimden müflis, kıyâmet günü namaz, oruç ve zekât sevâbı ile, (ancak bu sevapların yanında bir de amel defterine) şuna sövdü, buna zinâ iftirâsı yaptı, şunun malını yedi, bunun kanını döktü, şunu dövdü (diye yazılmış olarak) gelen kimsedir. Onun hasenâtının sevâbından (hak sahibi olan) şuna-buna verilir. Eğer üzerindeki borç ödenmeden önce ibâdet ve iyiliklerinin sevâbı tükenirse, alacaklıların günahlarından alınıp onun üzerine yüklenir. Sonra (onların günahları ile birlikte) cehenneme atılır." (Müslim, Birr, 59; Ahmed bin Hanbel, II, 303, 324, 372)

Bu yüzden Hasan-ı Basrî Hazretleri:

"-Eğer illâ dedikodu yapacaksan, anne-babanın dedikodusunu yap!.. Âhirette en azından sevabın onlara gitmiş olur ve onların günahını yüklenirsin!.." buyurmuştur.

Mevlânâ Hazretleri'nin feyiz dolu nasihatlerine tekrar kulak verelim:

"Bu dünyanın dedikodusu, toz gibidir. Gönül aynasını örter. Sen aklını başına al da, bir zaman için susmayı huy edin."

Unutmamalıdır ki, kâmil bir mü'min, gücü nispetinde ve daima 'ın yarattığı her varlığın yardımına koşacak, günaha olan nefreti günahkâra taşırmayacak, bilâkis onları merhametle kucaklayacak, onlara yılanların soğuk ve zehir saçan diliyle değil, rahmet lisanıyla yaklaşarak gönüller fethedecektir.

İlâhî neşve ile dolmak isteyenler, gönül bahçelerinden kendilerine karşı yapılan yanlışlara karşı af râyihaları yayan kimselerdir. Zira affederek kendi affımıza zemin oluşturabiliriz. Affedemeyerek, insanların dedikodusunu yapan kimseler ise, hakikatte kendilerini helâk etmiş olurlar.

Yâ Rabbi!.. Gönlümüz ve dilimiz, ilâhî hikmet ve esrârına mâkes bir ayna olsun. Oradan bütün mahlûkâtına karşı şefkat, merhamet, lutuf, af, güzellik ve ihsanlar yayılsın!..

Bizi dünya hayatını ziyâna uğratıp âhiret müflisi hâline gelmiş kullarından eyleme!.. Âmin...
Osman Nuri Topbaş
Başlık: Gıybet etmek
Gönderen: musap - 01 Mart 2010, 15:19:04
GIYBET ETMEK

Belli bir mümin veya zimmi kâfirin aybını, onu kötülemek için arkasından söylemek, gıybet olur. Gıybet, haramdır. Dinleyen, o kimseyi tanımıyorsa, gıybet olmaz.

Gıybet olunan kimse, bedeninde, nesebinde, ahlakında, işinde, sözünde, dininde, dünyasında, hatta elbisesinde, evinde, hayvanında bulunan bir kusur, arkasından söylendiği zaman, bunu işitince üzülürse, gıybet olur. Duyunca üzüleceği bir sözü yüzüne karşı da söylemek günahtır.

Kapalı söylemek, işaret ile, hareket ile bildirmek, yazı ile bildirmek de, hep söylemek gibi gıybettir.

Bir müslümanın günahı ve kusuru söylendiğinde, hafızların, din adamlarının, (Elhamdülillah, biz böyle değiliz) demeleri, gıybetin en kötüsü olur. Birisinden bahsedilirken, (Elhamdülillah, Allah bizi hayasız yapmadı) gibi, onu kötülemek, çok çirkin gıybet olur. (Falanca kimse çok iyidir, ibadette şu kusuru olmasa, daha iyi olurdu) demek de gıybet olur.

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Birbirinizi gıybet etmeyiniz.) [Hucurat 12]

Gıybet, adam çekiştirmek demektir. Birisini gıybet etmenin, ölmüş insanın etini yemek gibi olduğu bildirildi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Miraca çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan kimseler gördüm. "Bunlar kim" dedim. Cebrail aleyhisselam, "Gıybet ederek insanların etini yiyen, şahsiyetlerini zedeleyen kimselerdir" dedi.) [Ebu Davud]

(Kıyamette bir kimse, sevap defterinde, yapmadığı ibadetleri görür. "Bunlar seni gıybet edenlerin sevaplarıdır" denir.) [Harâiti]

(Bir cemaat içinde bulunurken, bir kimse hakkında gıybet edildiğini görürsen, o kimse için yardımcı ol. Ve cemaatı da ondan men etmeye çalış veya oradan kalk git.) [İ.Ebiddünya]

(Din kardeşinin yüzüne söylemekten hoşlanmayacağın şey gıybettir.) [İbni Asakir]

(Bir kimsenin yanında din kardeşi gıybet edilir de, yardıma muktedirken ona yardım etmezse, Allahü teâlâ o kimseyi dünya ve ahirette rezil eder.) [İbni Ebiddünya]

(Bir kimsenin malı az, çoluk çocuğu çok, namazı güzel olursa ve müslümanları gıybet etmezse, kıyamette onunla yan yana oluruz.) [Hatib]

(Falancanın boyu kısadır) diyen birisine, Peygamber efendimiz, (Bu sözün denize atılsa, denizi kokutur) buyurdu. (Tirmizi)

Gıybet, insanın sevaplarının azalmasına, başkasının günahlarının kendine verilmesine sebep olur. Bunları her zaman düşünmek, gıybet etmeye mani olur. (İslam Ahlakı)

Gıybetten kurtulmak için:

1- Gıybetin zararını düşünmeli! Gıybet sebebiyle, sevaplarının gideceğini, hatta gıybet ettiği kimsenin günahlarını da yükleneceğini bilmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamette, sevap defteri açılan bir kimse, "Dünyada iken, şu ibadetleri yapmıştım, burada yazılı değil" der. "Onlar, silinip gıybet ettiklerinin defterlerine yazıldı" denir.) [İsfehani]

2- Gıybet, dünyada da alında bir kara lekedir! Kendine dedikoducu dedirtmemelidir. Çünkü Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Gıybet edeni dinleyen de günahta ortaktır.) [Taberani]

3- Bir kimse, başka birine kırgınsa, onu kötülemeye çalışır, gıybetini eder. Başkasına kızıp da kendini Cehenneme atmanın ahmaklık olduğunu bilen, gıybet etmez. Gıybet etmekle, ona zarar vermiş olmuyor, kendini felakete atıyor. Üstelik sevmediği kişinin günahlarını alıp, yerine kendi sevaplarını veriyor.

4- Bazen topluluktakileri memnun etmek, onları güldürmek için gıybet edilir. İnsanları memnun etmek için, Allahü teâlânın gazabına maruz kalmayı istemek ne kadar yanlıştır.

5- Gıybet eden, övülmeyi, herkesin kendisinden bahsetmesini ister. Bu bakımdan kendini övmek için dolaylı yolları seçer. Mesela, (Falanca çok geçimsizdir) der. Bu, (Ben geçim ehliyim) demektir. Cömert olduğunu bildirmek için, (Falanca çok cimridir) der. Eğer böyle gıybet edeni dinleyen, akıllı birisi ise, kendini bu şekilde övene hiç değer vermez, onun değersiz olduğunu anlar. Bunları dinleyen akıllı değil de, cahil, ahmak birisi ise, gıybet ettiği için ona değer verse, ne çıkar? Kazancı ne olur?

6- Başkalarını gıybet edip kusur araştıran kimse, kendi kusurlarını göremez. Halbuki kendi kusurları ile meşgul olan başkalarının kusurlarını göremez. Başkalarının kusurları ile uğraşan birisinin, kendi kusurunu görmeyen zavallı bir ahmak olduğu anlaşılır.

7- Kıskanç olan, mal sahiplerini kötüler. (Malı çok ama yemesini bilmez, cimrinin biridir) der. Yahut mevki sahibi için, (Müdür oldu diye kendini bir şey zannediyor) der. Böyle söylemekle, gıybet edilenin ne malı azalır, ne de makamı elden gider. Buna rağmen kıskançlık ateşi, söyleyeni yakıp kavurur. Üstelik, gıybet günahına girdiği için sevaplarını sevmediği kimseye vermeye mahkum olur.

Gıybet zinadan kötüdür

O hadis-i şerifin meali şöyledir:
(Gıybetten sakının; çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Kişi zina edip tevbe eder de, [bir daha yapmazsa], Allahü teâlâ onun tevbesini kabul eder. Gıybet edilen, gıybet edeni affetmedikçe, affolmaz.) [İbni Ebid-Dünya, Deylemi, Taberani, Beyheki, Tergib ve Terhib, İ. Şarani, İ. Gazali]

İslam âlimlerinin kitaplarında bulunan hadis-i şeriflere itiraz edilmez, dil uzatılamaz. Ancak acaba açıklaması nasıldır, âlimlerimiz ne bildirmişlerdir diye sorulabilir.

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Fitne, katillikten daha kötüdür.) [Bekara 191]

Âyet-i kerimede fitnenin adam öldürmekten daha büyük günah olduğu bildiriliyor. Fitne nasıl olur da katillikten daha kötü denmediği gibi, gıybet nasıl olur da zinadan daha kötüdür denmez. Adam öldürmek bir suç ise, fitne bir çok suçlara sebep olabilir. Fitnenin, birçok anlamı vardır. Daha çok küfür, bozgunculuk, bölücülük, bela, imtihan gibi anlamlara gelir. Fitne, bir çok müslüman kanı dökülmesine veya bir müslüman ülkenin küffârın eline geçmesine sebep olabilir.

Bir kimse, nefsine, şeytana ve kötü arkadaşa uyup zina etmişse, sonra pişman olup bir daha yapmamışsa, Allahü teâlâ onun tevbesini kabul eder. Ama gıybet, söz taşımak, bir çok fitnelere sebep olabilir. Gıybete kolayca girildiği, zararının sınırı olmadığı için bu şiddetli bir ikazdır.

Gıybet, Kur'an-ı kerimde, ölü kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir. Bir âyet meali:
(Birbirinizin kusurunu araştırmayın, arkasından çekiştirmeyin, gıybet etmeyin. Kim ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bu tiksindiricidir. O halde Allah'tan korkun.) [Hucurat 12]

Gıybet, söz taşımak ve diğer günahlardan kaçınmak, nefs ile cihad olup, cihad-ı ekber olarak bildirilmiştir. Gıybetin verdiği zararlar hakkında hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Miracda göğüslerinden asılarak azap edilenleri gördüm. Bunlar, kaş göz işaretiyle alay ve gıybet edenlerdir dendi. Nitekim Kuranda, [mealen] şöyle buyuruluyor: (İnsanları arkadan çekiştirip, kaş göz ile alay edenlerin vay haline!) [Hümeze1] (Beyheki)

(Miracda, Cehennemde kokmuş leş yiyenlerin kim olduğunu sordum. Bunlar, gıybet ederek insanların etlerini yiyenlerdir dendi.) [I. Ahmed]

(Gıybet ve kovuculuk, kişinin imanını zayıflatarak yok eder.) [İsfehani]

(Cehennemden en son çıkan, gıybetten tevbe edendir. Cehenneme ilk giren, gıybetten tevbe etmeden ölendir.) [R.Nasıhin]

(Gıybet, etmek leş yemekten daha kötüdür.) [İ.Hibban]

(Biri için söylenen kusur, onda varsa, gıybettir, yoksa iftira olur.) [Müslim]

(Kıyamette, bir kimse amel defterine bakar, "Şu ibadetleri yapmıştım. Bunlar yazılı değil" der. "Onlar, silindi, gıybet ettiklerinin defterlerine yazıldı" denir.) [İsfehani]

(Gıybet edenin duası kabul olmaz.) [Şira]

(Gıybet eden Cehennemliktir.) [İsfehani]

(Dört kişinin, çektikleri şiddetli azaptan, Cehennemdekiler rahatsız olur. Biri, ateşten bir tabut içindedir, ikincisi bağırsaklarını yerde sürür, üçüncüsü kan ve irin kusar, dördüncüsü kendi etini yer. İlki borçlu olarak öldü. İkincisi idrardan sakınmazdı. Üçüncüsü, müstehcen konuşurdu. Dördüncüsü, gıybet ve kovuculuk ederdi.) [Taberani]

(Beş şey oruç ve abdestte hayır bırakmaz: Yalan, gıybet, söz taşıma, şehvetle harama bakmak, yalan yere yemin etmek.) [Deylemi]

(Oruç, ateşe kalkandır. Gıybetle parçalanmadıkça korur.) [Buhari]

(Gıybet yapmayan Allahü teâlânın güvencesindedir.) [İbni Huzeyme]

(Leş yemek, gıybet ederek, arkadaşının etini yemekten daha hafiftir.) [Ebuşşeyh]

Yeni defnedilen iki ölü için Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Şimdi onların kabirleri ateşle dolduruldu, azap içindedir. Feryatlarını insan ve cinden başka her mahluk işitti. Eğer gizleyebilseydiniz, benim işittiklerimi siz de işitirdiniz. Bunlardan biri, idrardan sakınmazdı, öteki de, insan eti yerdi [gıybet ederdi].) [İ.Ahmed, İbni Cerir]

Resulullah gıybet edene, (Tevbe et, kardeşinin etini yedin) buyurdu. (Taberani, İ. Ebi Şeybe)

Suç işleyerek cezalandırılan birisini gıybet edenlere, Resulullah efendimiz, (Şu eşeğin leşinden yiyin. Gıybet etmek, şu eşek leşini yemekten daha kötüdür) buyurdu. (İbni Hibban]

Netice: Resulullah efendimizin (Vârislerim) dediği, Allahü teâlânın güvendiği zatlara yani İslam âlimlerine karşı en azından edebi muhafaza etmeli, din düşmanlarına aldanıp suizan etmemeli. Allahü teâlânın, dinini, soysuzlara karşı bu mübarek zatlar vasıtasıyla muhafaza edip, yaydığını unutmamalı.

Gıybetin kefareti

Gıybet etmenin kefareti, üzülüp tevbe etmek ve helalleşmektir. Pişman olmadan helalleşmek, riya olur, ayrı bir günah olur. Gıybet, üç türlüdür:
1- (Bu gıybet değil, onda olan şeyleri söyledim) demek. Böyle söylemekle, harama helal demiş olur ki, çok tehlikelidir.

2- Gıybet olunan, bunu duymuşsa, tevbe etmekle affedilmez. Onunla helalleşmek de gerekir. Bir hadis-i şerif meali: (Gıybetini yaptığı kişi, gıybet edeni affetmedikçe, mağfiret olunmaz.) [Deylemi]

3- Gıybet olunanın bundan haberi yoksa, tevbe ve istiğfar etmekle ve ona hayır dua etmekle affolur. (Ya Rabbi beni de, gıybetini ettiğim kişiyi de affet) diye dua etmelidir! İki hadis-i şerif meali :
(Gıybetin kefareti, gıybet edilenin mağfireti için dua etmektir.) [İbni Lâl]

(Gıybet eden, gıybet edilen için mağfiret dilerse gıybet günahına kefaret olur.) [Hatib]

İhtiyaç halinde gıybeti caiz olanlar
1- Bir haksızlığı, bir yolsuzluğu şikayet için, ilgili mercilere bildirmek.

2- Etkili ve yetkili birisine, (Falanca, gayri meşru iş yapıyor, buna mani olun) demek.

3- Bid'at sahibi ile gezen birine, (Onunla gezme, o mezhepsizdir) demek.

4- Şahitlikte, (Falanca şöyle yaptı) demek.

5- İnsanları, açıktan günah işleyenlerden korumak için, mesela (O kumarbazdır) demek.

6- Müslümanları, bidat ehlinin zararlarından korumak için, bunların kitaplarının ve yazılarının bozukluğunu, sözle veya yazı ile bildirmek. [Bunu yapmak, aynı zamanda dinin emridir.]

Bir kimsenin gıybet ettiğini görünce:
Söyleyince kabul edecek biriyse mani olmalı, böyle değilse konuyu değiştirmeye çalışmalı veya orayı terk etmeli. Bunlar da mümkün olmazsa, kalben gıybete razı olmamalıdır.