Sadakat islami Forum

FORUM AKTİVİTELERİMİZ => HAFTANIN MEVZUU ARŞİVİ => Konuyu başlatan: SadakatNet - 27 Temmuz 2008, 15:43:25

Başlık: Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
Gönderen: SadakatNet - 27 Temmuz 2008, 15:43:25
(http://img368.imageshack.us/img368/1993/yenkonuna4.jpg)

 
Hafta:    40


Mevzu: Mirac Kandili


Araştırmalarınızı bekliyoruz..


(Araştırma yapmak demek bildiklerimizi aktarmak demek değil, bu mevzu hakkında elimizdeki mevcut kitaplardan iktibas yapmak demektir. Her üyemizden bir iktibas yapmasını istirham ediyoruz.)
Başlık: Ynt: Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
Gönderen: ankebut-57 - 27 Temmuz 2008, 16:28:20


Mi’rac gecesi ve ondaki İlahî esrâr>> (http://www.sadakat.net/forum/mubarek-gun-ve-geceler/mirac-gecesi-ve-ondaki-ilahi-esrar-t11917.0.html;msg110520#msg110520)
Başlık: Ynt: Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
Gönderen: müteallim - 28 Temmuz 2008, 00:59:38
Mirac ile ilgili bir iki malümat.

Mi’rac, hüzün senesi olarak isimlendirilen devrede yani Resûlüllah Efendimiz’in en büyük hâmisi, amcaları Ebû Tâlib ile maddeten ve manen her zaman yanlarında bulunan zevce-i tâhireleri Hadîcetü’l Kübrâ validemizin vefatlarıyla sıkılan, adeta hüzne gark olan Peygamberimiz’in huzur-u ilâhîde tesliye edilmesidir. Üç yıldır devam eden Mekkeli müşriklerin ablukası ve on yıla yakın zamandır devam edegelen sıkıntıların sonunda Rasûlüllah Efendimiz’in rahatlaması, bunlara gösterilen sabrın mükâfatlandırılmasıdır.
   Allâh-ü Teâlâ, lütuf ve ihsanıyla şereflendireceği kullarını çeşitli imtihanlardan geçirmiştir. En büyük ihsan ve mükâfâtlara nâil olan peygamberler de herkesten daha çok sıkıntı-ızdırap ve meşakkatlerle karşılaş- mışlardır. Tabîki en büyüğüyle de, iki cihan serveri Fahr-i Kâinât (sav) Efendimiz mâruz kalmışlardır.İşte Cenâb-ı hakk tebliğ esnasında karşılaştığı her sıkıntıya göğüs geren  ve İslâm’ın intişarı uğrunda her fedâkarlığa katlanan sevgili habîbini Mi’rac’la mükâfatlandırmıştır. Velhasıl Mi’rac, gerek Peygamberimiz ve gerekse ashâbı için, o hüzün senesinde, büyük bir teselli kaynağı olmuştur.
   Muhterem Mü’minler,   
   Mü’minler için çok büyük ehemmiyeti haiz bu Mi’rac hadisesinin safhalarını çok kısa olarak hatırlayacak olursak, başlıca üç safhada cereyan etmiştir. Birincisi; İsrâ, yani mekke-i Mükerreme’den Kuds-ü Şerîf’e kadar olan ve Burak isimli vâsıta ile tahakkuk eden safhadır. Bu kısım Kur’ân-ı Kerîm âyetleri ile sâbit olup inkâr edeni küfre götürür. Nitekim Cenâb-ı Hakk ayet-i kerîmesinde: “Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan (alıp) Mescid-i Aksâ’ya kadar götüren (Zât-ı ecelle ve alâ her türlü noksanlardan) münezzehdir. (Ol Mescid-i Aksâ ki) biz onun etrafına (feyz ve) bereket verdik. (gece yolculuğunu) O’na ayetlerimizden bazısını gösterelim diye (yaptırdık). Şübhasiz ki O ( her şeyi) hakkıyla işiten, kemâliyle görendir” buyurmaktadır. İkinci safha; Kuds-ü Şerif’den başlayıp Sidre-i Müntehâ’ya kadar olan ve tabiri caiz ise manevî bir asansör diyebileceğimiz Mi’rac isimli vâsıta ile tahakkuk eden safhadır.Bu kısmı da haber-i meşhur ile sâbit olup inkâr eden mudıl olur. Üçüncü safha; Refref isimli vâsıta ile yalnız başına olduğu halde Cennet’i, Cehannem’i görüp, Kürsî, Arş ve Ruh âlemlerini geçip Allâh-ü Teâlâ’nın dilediği makamlara kadar çıkarak zamandan, mekândan, cihetten, sıfattan ve vasıtadan münezzeh olarak Rabbı ile doksanbin kelâm konuştuğu ve rabbı indinde sahib olabileceği nimetlerin, derece ve mertebelerin en zirve noktasına kavuştuğu safhadır. Bu kısım da haber-i vâhid ile sabittir. Mü’minler olarak şefaat-i Rasûlüllah’a mazhar olabilmek için Peygamberimizden işitildiği şekliyle inanıp îman etmek îcab eder. Çok kısa olarak hatırlatmaya çalıştığımız bu hadisenin teferruat ve tafsilatı, mev’ıza kitaplarında, tefsir ve hadislerde ve bu hususla alakalı me’hazlerde mevcuttur.
   Rasûlüllah Efendimiz o gecenin sabahında Kâbe-i Muazzama’nın önüne gelerek insanlara o gece yaşadığı hadiseyi anlatması üzerine, O’nu ilk tasdik eden Hz. Ebû Bekir(ra) Efendimiz olmuş ve “bunu O söylüyorsa muhakkak doğrudur” diyerek sıddîk rütbesine mazhar olmuştur. Ebû Bekir Efendimizin bu hareketi, diğer sahabenin de îman nurunun ziyâdeleşmesine sebep olmuştur. Bununla berâber inanmayanların da küfrü ziyadeleşmiş, (hâşâ) “Muhammed yalan söylüyor, O etrâfındaki insanları büyülemiş” diyecek kadar ileri gitmişlerdir. Cenab-ı hakkın Peygamberimiz’e ikram ettiği bu azîm mucize-i peygamberisine o gün inanmayanlar olduğu gibi, ilim, fen ve teknolojinin ileri safhalarda olduğu; hattâ bir takım bilim adamlarının ışınlama denilen, insanın cesedini enerjiye tebdil etmek suretiyle bir anda bir yerden başka bir yere nakletmenin çalışmalarını yaptığı şuzamanımızda dahi mâlesef inanmayanlar mevcuttur.
Başlık: Ynt: Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
Gönderen: zaman_1453 - 28 Temmuz 2008, 23:10:32
Mi'rac Gecesi

Receb-i şerîfin 27'nci gecesi „Mi'rac gecesi“dir. Yatsı namazından sonra 12 rek'at „Hacet namazı“ kılınır. Beher rek'atte Fâtiha-i şerîfeden sonra 10 İhlâs-ı şerîf okunur.
Namaza niyet: „Yâ Rabbî, rızâ-i şerîfin için niyet eyledim namaza. Bu gece yedi kat gökleri ve bütün esrârını göstererek muhabbetin ile müşerref kıldığın sevgili habîbin Resûl-i Zîşan Efendimiz hürmetine ben âciz kulunu afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne ve rızâ-i ilâhîne mazhar eyle, Allâhü Ekber.“

Namazdan sonra:
4 Fâtiha-i şerîfe,
100 defa:

سُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ ِللهِ وَلاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَاللهُ اَكْبَرُ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ
 
„Sübhânallâhi vel-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azıym“
100 İstiğfâr-ı şerîf,
100 Salevât- şerîfe
okunup duâ yapılır.

Bu namazda, İhlâs-ı şerîfeler 100'er adet okunursa veya bu namaz 100 rek'at olarak kılınırsa; bunu yerine getiren mü'min huzûr-i ilâhîye namaz borçlusu olarak çıkmaz.

Mi'rac gecesinden sonraki gün, mutlaka oruçlu olmalıdır. O gün öğle ile ikindi arasında 4 rek'at namaz kılınır. Her rek'atte Fâtiha-i şerîfeden sonra
5 Âyetü'l-Kürsî,
5 „Kul yâ eyyühel-kâfirûn...“,
5 İhlâs-ı şerîf,
5 „Kul eûzu birabbil-felak...“,
5 „Kul eûzu birabbin-nâs...“
okunur.
Başlık: Ynt: Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
Gönderen: zaman_1453 - 29 Temmuz 2008, 02:02:39
Mirâc Kandili

   
   Allahü Teâla, insanların arasından seçtiği peygamberlerden bir kısmına ruhanî ve mânevî miraclar ikram buyurmuştur. Hz. İbrahim’e göklerin melekûtunu göstermiş, Hz. Musa’ya Tur-ı Sîna’da tecelli etmiştir. Bunlar birer ruhânî miractır.

   Enbiyanın serdarı, beşeriyetin medâr-ı iftiharı bulunan Peygamber Efendimiz’e nasib olan İsra ve Mirac, en kâmil şekilde ve cismanî olarak vâki olmuştur.

   Mirac; zaman ve mekân hudutları dışında cereyan etmiş ulvî bir tecellidir. Beşer idrakinin üstüne çıkan, sırlarla dolu bir tecellinin en müşehhas misâlidir.

   Bir gece Rasülullah Efendimiz Kâbe-i Şerif’in Hatim kısmında bulunuyordu. Cebrâil Aleyhisselâm gelip Peygamber Efendimiz’in göğsünü yardı, kalbini Zemzemle yıkadı, içine îman ve hikmet doldurdu.

   Bu ameliyatın yapılmasından maksat; Rasülullah Efendimiz’in ruhunda melekiyet ruhunun her türlü düşünceye galip olması ve Cemal-i İlâhî’yi seyretmeye takat getirebilmesi idi.

   Mirâc, uyanık olarak şahs-ı Muhammedîleri ile Mescid-i Haram’dan başladı. Vasıta Burak idi. Nurdan mahiyetini, ışıktan sür’atini, şimşek mânâsına gelen Berk’ten adını alan bu binek, katırdan küçük ve beyaz renkli idi.
   Bu müstesna gecenin şerefli misafirini taşıma bahtiyarlığına erişmenin sevinci ile yerinde duramayıp şahlanan ve nazlanan Burak’a Hazret-i Cebrail:

   «Muhammed (S.A.V.)’e böyle mi davranacaksın? Allah katında O’ndan daha yüksek şerefe sahip hiçbir kimse sana binmemiştir.» deyince Burak terler içinde kaldı.

   Burak’ın gidişi, yürümekten ziyade, uçmayı andırıyordu. Burak, gözünün eriştiği yere ayağını basarak Kudüs’e ulaştı.

   Beyt-i Makdis-e varıp, peygamberlerin bineklerini bağladıkları halkaya Burak’ı bağladı. Mescid-i Aksâ’ya girip peygamberlerin ervâhına imam oldu. Kılınan bu namazın müezzinliğini Hz. Cebrâil ifâ buyurdu.

   Mescid-i Aksâ, Hz. Mûsa’dan Hz. İsa’ya kadar gelip geçen bütün peygamberlerin ibadetgâhı ve vahyin indiği bir yerdir. Bu kudsî mekân, etrafı nehirler, meyve ağaçları ve çiçeklerle, maddî ve manevî güzelliklerle bezenmiş mübarek bir yerdir.

   Buraya kadar olan yolculuk, âyet-i kerime ile sabittir. İnkârı kişiyi dinden çıkarır. Cenab-ı Hak bir âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:

   «Kulunu (Muhammed sallAllahü aleyhi ve sellem) bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya kadar götüren (Zat-ı Ecelle ve âlâ her türlü noksanlıklardan) münezzehtir. (O Mescid-i Aksâ ki) biz onun etrafına (feyz ve) bereket verdik, (gece yolculuğunu ona             (o peygambere) âyetlerimizden bazısını gösterelim diye (yaptırdık). Şüphesiz ki, O (her şeyi) hakkıyle işiten kemâliyle görendir.»

   Aziz mü’minler,

   Mirac, bu kudsî seyahatin ikinci vasıtasıdır. Yüceler Yücesi Rasül-ü Ekrem (S.A.V.), İsra gecesi, onunla semalara yükseldi. Hz. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: «Mirac, gördüğüm şeylerin en güzelidir.»

   Bu ilâhi asansörle göklere doğru seyahat devam ederken birinci semâya varınca Hz. Cebrail, göğün kapısını tıklattı. İçerden:

«Kimsiniz?» denildi.
   «Cebrail’im.»
   «Yanındaki kimdir?»
   «Muhammed (S.A.V.) dir.»
   «Ona, gelsin diye haber gönderildi mi?»
   «Evet». Bunun üzerine gök kapısı açıldı, dünya semasının üstüne çıktılar. Rasülullah Efendimiz şöyle naklediyor:

   «Bir de baktım ki, vazifeli bir melekle bir yerdeyim. Beraberimde yetmiş bin melek bulunmaktadır. Bunlardan her birinin emrinde de yüz bin melek bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz bu noktada, «Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilemez», meâlindeki âyet-i kerimeyi okudu.

   «Derken Allah’ın yarattığı hey’et içinde bir insan ile karşılaştım. Kendisine zürriyetinin ruhu arz ve takdim olunuyordu. Eğer o mü’min, bir kimse ise «Hoş ruh, hoş koku. Bunun kitabını illiyinde kılın» diyor; kâfirin ruhu takdim edildiği vakit «Habis ruh, habis koku. Bunun kitabını siccinde kılın» demekteydi. Hz. Cebrail’e:

   «Bu kimdir?» dedim. Cebrail (A.S.):

   «(Büyük) baban Hz. Âdem’dir, ona selâm ver» dedi. Kendisine selâm verdim. Bana:

   «Merhaba sâlih peygamber, hoş geldin iyi evlât» diye mukabele etti.

   Bundan sonra semalara seyahatin üçüncü safhası başladı. Melâike-i Kiram’ın kanatları üzerinde ikram ve ihtiramla bir yolculuk yapılıyordu.

   İkinci gökte teyze çocukları olan Hz. İsa ile Hz. Yahya âleyhisselâmları gördü.

   Üçüncü semada; yüzü dolunay gibi parlayan Hz. Yusuf’a, dördüncü gökte Hz. İdris ile, beşinci semada Hz. Harun ile karşılaştılar.

   Yedinci gökte; Hz. İbrahim ile görüştü. Hz. İbrahim, Beyt-i Mâmur’un kapısının önünde bir kürsî üzerine oturmuş haldeydi. Rasülullah Efendimiz şöyle nakletmektedir:  «Bu sahibinize onun kadar benzeyen, bu sahibiniz kadar da ona benzeyen hiçbir adam görmedim».

   «Sonra (Cebrail aleyhisselâm tarafından) o kadar yükseltildim ki, kaza ve kader (i yazan) kalemlerin cızırtılarını işitmeye başladım. Bundan sonra karşıma Sidre-i Müntehâ sahası çıktı. Sidr, gökleri ve cennetleri gölgesi altına alacak kadar büyük bir ağaçtır. Yaprakları fil kulağı gibi, meyveleri Hecir destisi büyüklüğünde idi».

   «Münteha» denilmesi, peygamberlerin ve meleklerin ilmine sınır teşkil etmesi itibariyledir. Ondan öteye hiçbir kimseye yol verilmemiştir.

   Rasül-ü Ekrem, Hz. Cebrail’i bu makamda altı yüz kanadını açmış halde ve aslî suretinde gördü.

   Söyleşirken Cebrail ile kelâm,
   Geldi Refref önüne verdi selâm.

   Buradan öteye, Kabe Kavseyn makamına, yolculuk Refref ile oldu. Rasülullah Efendimiz, oradan ayrılacağı sıra, Hz. Cebrail’e birlikte gelmesini rica etmişti. Cebrail Âleyhiselâm, «Şayet zerre kadar ileri gidersem elbette yanarım» dedi.

   Bundan ötesini akıl fikir fehmedecek halde ve mecalde değildir.

   Cenab-ı Hakk’ın dilediği yere kadar ulaşan Peygamber Efendimiz, Allahü Teâlâ’nın emir ve vahiylerini vasıtasız telakki buyurdu. Elli vakit namazla emrolundu. Ümmetinin bu elli vakte tâkat getiremeyeceğini düşünerek, kısaltılması için  niyazda bulunması üzerine beş vakte indirildi.

   Rasülullah (S.A.V.) Mirac seyahatini tamamlayıp o gece tekrar geri döndü. Sabahleyin vak’ayı haber verdiği zaman Kureyş müşrikleri inkâra başladılar.

   Peygamber Efendimiz’in Kudüs’e gitmediğini kat’i olarak bildikleri için Beyt-i Makdis’in nişan ve alâmetlerinden sormaya başladılar. Peygamber Efendimiz, «Hicrin üzerinde (Beyt-i Makdis’e doğru) ayağa kalktım. Allah, Beyt-i Makdis’i karşımda tecelli ettiriverdi. Ben de bakarak onun nişanlarından haber veriyordum.» buyurdu.

   Müşrikler, Hz. Ebubekir’e geldiler ve «Bak arkadaşın neler söylüyor» deyip, duyduklarını tekrarladılar. Hz. Ebubekir, «Bunu O söylüyorsa muhakkak doğrudur» cevabını verdi. Bu inanç ve teslimiyetinden dolayı «Sıddiyk» lâkabını aldı.

   Ne mâni kudret-i Hak’tan bu hale,
   Bu dâvâda yok muhâle havâle.

Başlık: Ynt: Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
Gönderen: Eymen - 17 Temmuz 2009, 12:24:05
Bu gece iyi amel eden için yüz yıllık mükafat vardır.) [İ.Gazali, Ebu Musa el Medeni]

Recebin 27. günü oruç tutana, 60 yıllık oruç sevabı verilir.) [İ.Gazali, Ebu Musa el Medeni]
Başlık: Ynt: Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
Gönderen: mazlum - 28 Haziran 2011, 21:01:42
Hz . Allah Razı olsun . çok güzel hazırlammış  tşk ler .Miftahulkuluub.
Lütfen Kardeş'lerimizde okusun . Çok etkili .Hz Allah Tesirini halk eylesin Amin .
Başlık: Ynt: Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
Gönderen: yabangulu - 29 Haziran 2011, 00:20:05
12 rekat hacer namazi kilinabilir
her rekatte 1fatiha 10ihlas okunur
2rekatte 1 selam verilir
namazdan sonra 7(besmeleyle birlikte )fatiha dua niyetine okunur
100 subhanAllahi velhamdulillahi vela ilahe illAllahu vAllahu ekber velahavle vela kuvvete illa billahil aliyyil aziym okunur
100 estagfirullah el aziym ve etubu ileyh okunur
100 salavat okunur
sonra dileklerini dualarini yapabilirsin
Allah kabul etsin
Başlık: Ynt: Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
Gönderen: gülçiçek - 29 Haziran 2011, 01:26:18
Allah Razı olsun.
ve ümmeti MUHAMMED'İ
Bu geceyi hakkıyla ihya edenlerden eylesin inşeAllah
Başlık: Ynt: Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
Gönderen: msp1955 - 02 Temmuz 2011, 13:02:41
Namaz kılan her gün miracın zevkini alır.
Başlık: Ynt: Mirac Kandili [28 temmuz 2008]
Gönderen: mazhar - 15 Haziran 2012, 09:33:46
  26/27 RECEP 16 / 17 HAZİRAN   CUMARTESİ / PAZAR  MİRAC KANDİLİ
Başlık: Mi’rac hadisesi hak mıdır?
Gönderen: Mücteba - 20 Nisan 2015, 13:01:10
Mi’rac hadisesi hak mıdır?

EMALİ 27.BEYT

وَ حَقٍّ اَمْرُ مِعْرَاجٍ وَ صِدْقٌ     فَفِيهِ نَصُّ اَخْبَارٍ عَوَالٍ

Mi’rac emri “hadisesi” sadık ve haktır. Bu babda “Mirac hadisesinde” Âli “yüksek” açık haberler vardır.

İZAH:
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v)  Mi’rac hadisinin vuku haktır, sadıktır. Nassı kat-i ile sabittir.

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ  إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

“Noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olan Zât-ı Ecelli â’lâ, en has kulu olan Habibini, gecenin küçük bir cüzünde, Mescidi-i Haramdan Mescidi-i Aksâya götürdü. Biz, O Mescidi-i Aksânın etrafını, mâddi ve mânevi müzeyyenât ile Habibimize, mucizelerimizden bazısını gösterelim diye süsledik. Şüphe yok ki, her şeyi hakkıyla gören ve işiten Allah’tır.” (İsrâ Sûresi, âyet 1)

- Haber-i Mütevater ile yani âyet-i Kerime ile sabittir. Münkiri iyâzübillâh kâfirdir.
- Mi’rac hadisesinin Mescid-i Aksa’dan semavata kadar olan bölümü haber-i meşhur ile sabit’dir.  İnkâr eden mudil “sapık” olur.
- Beyti Maktis’e kadar olan vusulü ikrar edip fakat mi’racda olan ahvali yani Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) sema-i Mi’rac hadisesini inkâr edenler. Mübdi’ bidatçi ve mu’tezili olur.

Dipnot:
Emalinin Musannıfı: Siracüddin Aliyyübni Osman Bin Muhammed el-övsil Fergani
Künyesi: Ebu Muhammed
Lakabı: Şemsül İslam ve Siracuddin. Kendisi Fergane'de müfti idi. Hicri 575 (miladi 1180) de vefat etti. Allah ondan razi olsun.
Bu kitab Ehlisünnet vel cemaat itikadını nazm halinde anlatmaktadir ve Kaside-i Emali Osmanlı zamanında meşhur olmuştur.
Başlık: Mi’rac-ı Nebi Aleyhisselâm 1
Gönderen: Mücteba - 20 Nisan 2015, 13:05:11
Mi’rac-ı Nebi Aleyhisselâm 1

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

Meali: Noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olan Zât-ı Ecelli â’lâ, en has kulu olan Habibini, gecenin küçük bir cüzünde, Mescidi-i Haramdan Mescidi-i Aksâya götürdü. Biz, O Mescidi-i Aksânın etrafını, mâddi ve mânevi müzeyyenât ile Habibimize, mucizelerimizden bazısını gösterelim diye süsledik. Şüphe yok ki, her şeyi hakkıyla gören ve işiten Allah’tır. ( İsrâ-1)

Hazreti Allah C.C. bu ayeti kerime ile, Peygamberimiz Aleyhisselâm’a yaptığı ikramlarını haber veriyor ki bunlar; geceleyin Mescidi-i Haramdan mukaddes ve ulvî Mescidi-i Aksaya götürmesi, sonra oradan da mülk ve melekûtundan bir takım acayibâtı (mucizeleri) göstermek için semalara çıkarmasıdır.

Ayet Meali: Yemin olsun (Peygamber) Rabbinin en büyük ayetlerinden bazılarını gördü. (Necm-18)

Rasülüllah Efendimizin Miraca götürüldüğü yer, Mekke-i Mükerreme’de, (Kabe-i Muazzamanın) Hıcr kısmıdır. Geceleyin, uyanık halde ruh ve cesed birlikte vaki olmuştur. Hicretten bir sene kadar önce idi. Efendimizin yaşı 50 sene, 8 ay 13 gün idi.

İsra’nın tarihinde ihtilâf edildi. Alimlerin çoğu Receb ayının yirmi yedinci gecesi olduğu görüşündedirler.
Seyahatin başlangıç yerinde de ihtilâf edildi. Müfessirlerin ekserisine göre amcası Ebu Talib’in kızı Ümmü Hâni’nin evinde idi. İsmi Hind’dir. Hatta “O gece Rasülüllah bir yere gitmedi, benim evimde uyuyordu” demiştir.
Nebi Aleyhisselâm’ın semavata yükseltilmesi Necm suresindeki ayetlerden sabit olmuştur. (1)

Emalî’den:
Miraç hadisesi haktır, doğrudur,
Burada âli haberleri havî deliller vardır.
   
Aliyyü’l Kârî şöyle dedi:
Mescidi-i Haramdan Mescidi-i Aksaya kadar olan kısmı ayetle sabittir ki münkiri kâfir olur. Mescidi-i Aksa’dan semavata kadar olan kısmı ise (Haber-i Meşhurla sabittir ki) münkiri bidat ehli olur.

MİRACIN SEYRİ

Tebsira’da şöyle denildi:
Rasülüllah S.A.V. İsra gecesinden haber vererek şöyle buyurdu:
(Kabe-i Muazzama’nın) Hatıym tabir edilen yerde yatıyor iken yanıma birisi (Cebrail ) geldi. Boğazımdan karnıma kadar göğsümü yararak kalbimi çıkardı. Altından bir leğen getirdi. Kalbimi (Zemzem ile) yıkayıp iman ve hikmet doldurduktan sonra tekrar yerine koydu.
 
Bundan sonra katırdan büyük, merkepten küçük, beyaz bir binek (Burak) getirildi. Adımını, güzünün erişebildiği yere basarak ilerliyordu. Üzerine bindim. Cebrail de benimle beraber geldi.

(Mescidi-i Haramdan Mescidi-i Aksaya, oradan da) semaya geldik. Cebrail kapının açılmasını istedi. Karşı taraftan;
-“Gelen kimdir?” denildi.
-“Cebrail’im!” diye cevap verildi.
-“Yanında bulunan kimdir” dediler.
-“Muhammed Mustafa’dır” dedi.
-“Ona gelmesi için haber gönderildi mi?” diye sordular Hazreti Cebrail;
-“Evet” cevabını verdi.
-“Merhaba! Gelen ne güzel müsafirdir” denildi. Gök kapısı açıldı.
Girince orada Adem Aleyhisselâm’ı gördüm. Hazreti Cebrail:
-“Baban Hazreti Adem’dir, kendisine selâm ver” dedi. Selam verdim. O da selamı aldı,
- “Merhaba salih peygamber, salih oğul” dedi.

Sonra ikinci kat semaya yükselttiler. Hazreti Cebrail kapının açılmasını istedi.
- “Kimdir O?” denildi. Hazreti Cebrail:
-“Cebrail’im” dedi.
-“Yanındaki kimdir?” denildi.
-“Muhammed Aleyhisselâm dır “ dedi.
-“Ona gelmesi için haber gönderildi mi?” denildi. Cebrail:
-“Evet” dedi.
-“Merhaba! Gelen ne güzel müsafirdir” denildi. Kapılar açıldı.
Efendimiz buyuruyor ki:
-“Girdiğimde orada Hazreti Yahya ve Hazreti İsa ile karşılaştım. Bunlar teyze çocuklarıdır. Cebrail bana:
-“Bunlar Yahya ve İsa’dır (Aleyhimesselâm). Kendilerine selâm ver” dedi. Selam verdim. Selamımı alarak;
-“Merhaba salih peygamber, salih kardeş” dediler.

Sonra üçüncü kat semaya yükselttiler. Kapının açılması istendi.
-“Gelen kimdir?” denildi.
-“Cebrail’im” dedi.
-“Yanındaki kimdir?” denildi. Cebrail:
-“Muhammed Aleyhisselâm dır” dedi.             
-“Kendisine gelmesi için haber gönderildi mi?” dedi. Cebrail:
-“Evet” cevabını verdi.
-“Merhaba, Ne güzel misafirdir gelen” denildi.
Rasülüllah Efendimiz buyuruyor ki:
-“Üçüncü semaya girdiğimde Hazreti Yusuf ile karşılaştım. Hazreti Cebrail :
-“Bu Yusuf’tur, kendisine selâm ver” dedi. Ben de selâm verdim. Selamımı aldı, sonra:
-“Hoş geldin, salih peygamber, salih oğul” dedi.

Sonra dördüncü semaya geldik. Cebrail kapının açılmasını istedi.
-“Gelen kimdir” denildi.
-“Cebrail’im “ diye cevab verildi.
-“Yanında bulunan kimdir?” dediler.
-“Muhammed’dir (Aleyhisselâm)” dedi.
-“O’na gelmesi için haber gönderildi mi?” diye soruldu. Hazreti Cibril :
-“Evet” cevabını verdi.
-“Merhaba, ne güzel kişidir gelen” dediler.
Kapı açıldı. İçeri girdiğimde İdris Aleyhisselâm ile karşılaştım. Cebrail “Bu Hazreti İdris’tir, kendisine selâm ver” dedi. Verdim. Selamımı aldı ve:
-“Merhaba Salih Peygamber, iyi kardeş” dedi.

Sonra vasıtamız tekrar yükseldi, beşinci kat semaya geldi.
İzin istenildi, içeriden:
-“Kimdir O?” denildi
-“Cibril” dedi.
-“Yanındaki kimdir?” denildi.
-“Muhammed (Aleyhisselâm)dır” dedi.
-“Ona gelmesi için haber gönderildi mi?” diye soruldu. Cebrail:
-“Evet” cevabını verdi.
-“Hoş geldin, gelen ne güzel kimsedir” denildi. Kapı açıldı. İçeriye girdiğimde Hazreti Harun ile karşılaştım. Cebrail:
-“Bu Harun’dur, kendisine selam ver” dedi. Ben de selam verdim. Selamımı aldı. Sonra O da:
-“Merhaba salih Peygamber, salih kardeş” dedi.

Sonra (Burak) altıncı kat semaya geldi. Cebrail kapının açılmasını istedi. Karşı taraftan:
-“Gelen kimdir?” denildi.
-“Cebrail” dedi.
-“Yanında bulunan kimdir” denildi.
-“Muhammed Aleyhisselâm dır” dedi.
-“Kendisine gelmesi için haber gönderildi mi?” denildi. Cebrail:
-“Evet” dedi.
-“Merhaba, gelen ne güzel misafir” denildi. Kapı açıldı, girdim, Musa Aleyhisselâm ile karşılaştım. Cebrail:
-“Bu, Hazreti Musa’dır. Kendisine selam ver” dedi. Selam verdim. Selamımı alarak:
-“Merhaba Salih peygamber, Salih kardeş” dedi. Yanından ayrılırken ağladı.
-“Niçin ağlıyorsun?” denildi. Şöyle cevab verdi:
-“Ağlıyorum, çünkü bir genç benden sonra (peygamber olarak) gönderildi. Onun ümmetinden Cennete girecekler benim ümmetimden çoktur” dedi.

Sonra yedinci kat semaya gelindi. Cebrail açılmasını istedi.
-“Gelen kimdir?” denildi.
-“Cibril” cevabını verdi.
-“Yanında bulunan kimdir?” denildi.
-“Muhammed Mustafa’dır” dedi.
-“Ona gelmesi için haber gönderildi mi?” diye sordular.
-“Evet” cevabını verdi.
-“Merhaba! Gelen ne güzel müsafirdir” dediler. Semanın kapıları açıldı. İçeriye girdiğimde İbrahim Aleyhisselâm ile karşılaştım. Cebrail:
-“Bu İbrahim’dir, kendisine selâm ver” dedi. Selam verdim. Selamımı aldı ve;
-“Merhaba Salih peygamber, salih evlat” dedi.
İbrahim Aleyhisselâm peygamberimizin lisanı üzere bize de selâm vermiş oldu.
Her ikisi üzerine de çok çok salât ve selâm olsun.

Cebrail Aleyhisselâm, Onu en son olarak Sidre-i Müntehaya getirdi. Efendimiz anlatıyor:
-“Başımı Sidre-i Münteha’ya doğru kaldırdım, bir de ne göreyim Sidr ağacının meyvesi Hecr asmasının hereği gibi, yaprakları da fil kulağı gibi.” Hazreti Cebrail:
-“Bu Sidre-i Münteha’dır, “ dedi.
Yine orada dört adet nehir gördüm. İki nehir gizli, ikisi de açıkta idi.
-“Bu nedir ey Cibril?” dedim.
-“Gizli olanlar, Cennette bulunan iki nehirdir, açıkta olanlar ise Nil ile Fırat’tır” dedi.
Daha sonra Beyt-i Mamur’a çıkarıldım.”

(Peygamberimiz sonra Cennet, Arş, Fevk-ı Arş, Etrâf-ı Alem, hulâsâ Rabbinin dilediği yere kadar götürüldü ve kendisine nice hakikatler gösterildi.)

BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZ KILINMASI

Peygamberimiz Aleyhisselâm anlatmaya devam ediyor:
-Üzerime (dolayısı ile ümmetine) günde 50 vakit namaz farz kılındı. Dönüş sırasında Hazreti Musa’ya uğradım. Bana:
-“Ne ile emir olundun?” diye sordu.
-“Her gün 50 vakit namaz ile emir olundum” dedim. Musa Aleyhisselâm:
-“Ümmetin 50 vakit namaza tahammül edemez. Çünkü ben senden önce insanları tecrübe ettim ve Beni İsrail ile çok uğraştım. Rabbine dön ve ümmetin için bunun hafifletilmesini iste,” dedi.
Rabbime müracaat ve iltica ettim, 10 vakit namazı indirdi.
Yine Musa Aleyhisselâm’a geldiğimde:
-“Ne ile emir olundun” diye sordu.
-“Günde 40 vakit namazla,” dedim. O:
-“Ümmetin buna da güç yetiremez, Rabbine dön de hafifletilmesini iste” dedi. 10 vakit daha hafifletildi. Böylece 50 vakit namaz 5 vakte indirilinceye kadar Musa Aleyhisselâm ile Rabbim arasında müracaata devam ettim. Hazreti Musa:
-“Ümmetin buna da güç yetiremez, Rabbine dön, daha da hafifletilmesini iste!” dedi. Ben de dedim ki:
-“Bu hususta o kadar niyazda bulundum ki, artık Rabbimden utanır oldum. Buna (5 vakit) razı ve teslim oldum.”
Hazreti Musa’nın yanından ayrılırken bana bir nidâ vâki oldu:
-“Beş vakit namazı imza ettim, geri kalanları da kullarımdan hafiflettim.”

DÖNÜŞ VE SONRASI

Dönüşte Cebrail Aleyhisselâm da Peygamberimizle beraber indi. Sabahleyin Efendimiz Mescide-i Haram’da idi.
İsra seferinden dönüş yolunda Rasülüllah Aleyhisselâm Kureyş’e ait bir kafileye rastladı. Kafilenin yükü gıda maddesi idi. Kafilenin önündeki devenin üzerinde biri siyah diğeri beyaz renkli iki çuval vardı. Efendimiz kafilenin yanından geçtiğinde deve ürktü, geriye dönüp kaçmaya başladı. Fahri Kainat Aleyhisselâm:
-“Develerin yerini gösterip, kendilerine teslim ettim” buyurdu. Hatta kafiledekilerin bazısı:
-“Bu ses Muhammed’in sesi” dediler.
Peygamber Efendimiz sabah olmadan önce Mekke’ye gelmişti. Hadiseyi kavmine haber verdi. Kureyşliler kendisini inkâr etti. Hatta Müslümanlardan (imanında zaaf olan bazıları) irtidat ettiler (dinden döndüler). Aleyhisselâm Efendimize müşriklerden yalancı ve deli diyenler oldu. İnsanlardan bir kısmının kafaları karıştı, (hidayetten nasiplerini alamadılar.)

Ayet Meali:
Ve unutma ki vaktiyle sana “Muhakkak Rabbin, o insanları kuşatmıştır!” (Sen hemen onlara tebliğde bulun. Kimseden korkma! Seni onlardan Allah korur.) demiştik. (İsra gecesi), o sana gösterdiğimiz temaşayı ve Kur’an’da lânet edilen ağacı (Zakkum’u) da sırf insanlara bir imtihan için yapmıştık. (Kimi İsra hadisesini, kimisi de Zakkum’u inkâr ettiler.) Biz, onları korkutuyoruz. Fakat bu tehdit onlara büyük bir taşkınlık artırmaktan başka bir şey artırmıyor. (İsra-60)

Rasülüllah Efendimiz buyurdular ki:
-“Delillerden biri de şudur: Falan yerde size ait bir kafileye rastladım. Develerini kaybetmişlerdi. Kafilenin önünde karamtrak bir deve, üzerinde de iki çuval var. Şu gün gelirler.”
O gün olduğunda insanlar kafileyi karşılamak için o mevkie koştular. Öğleye yakın bir zamanda kafile göründü. Önlerinde karamtrak deve vardı.

Hazreti Aişe RadiyAllahü Anhâ’dan:
Nebi Aleyhisselâm İsra hadisesini kavmine haber verdiğinde müşriklerden bazıları Ebu Bekir’e (Radıyallâhü Anh) koştular ve:
-“Dostun bu gece Beyt-i Makdis’e götürüldüğünü söylüyor, (buna ne dersin?)” dediler. Hazreti Ebu Bekir:
“Eğer o, hakikaten bunları söylemişse doğrudur! Ben onu bundan daha ileri hususlarda tasdik ediyorum” cevabını verdi. (2)

Onun içindir ki “Sıddıyk” unvanının sahibi oldu.(Radıyallâhü Anh)




Şair ne güzel söylemiş:   
Peygamberimizin İsra’sı garib (bir hadise) dir ve o
Büyük bir mucizedir. Haberciler onu rivayet ettiler.
Yükseklere, yedi kat semaya çıktı ve yaklaştı
Şerefli bir makama ki, oraya çıkan da yücedir.
İki yay arası kadar yahut daha da az idi mesafesi,
Allah’ı görmek çok daha büyük bir nimettir.

Şiir:
Has kulunu geceleyin yürüten zatı tesbih ederiz,
Hasetçiler haset etmeye döndü.
Onun devleti Kayser’in (ömrünü) kısalttı,
Heybeti Kisra’nın (azametini) kırdı.
Rabbi onu geceleyin yatağından kaldırdı,
Kudreti ile yüce semaların da üstüne çıkardı.
Cennet ve cehenneminde olanları gösterdi,
Esrarından vahyedeceğini kuluna vahyetti.
Sonra aynı gece evine ve yerine iade etti.

Güneş ve Ay’ın ufkunu geçti.
Melek ve beşerin üstüne çıktı.
(Rabbine) yakınlık ve görmeye nail oldu,
Kademi ile kurb (yakınlık) makamına yükseldi.
Cebrail de hizmetinde önünden yürüyordu.

İmam-ı Busirî (Kaside-i Bürdesi’nde) şöyle buyurdu:
Sen bir haramdan1 bir harama2 seyr ettin. (3)
Bedr’in karanlık gecede bulutların arasından yürüdüğü gibi.
İstediğin makamlara kadar nail olarak geceledin,
Kabe kavseyn makamı ki, kimse ulaşamadı, davet de edilmedi.
O gece seni bütün Enbiya ve Rasülüne takdim etti,
Hizmet edileni hizmetçilere takdim edercesine.
Diğer nebilere uğrayarak, yeti kat semayı yararak geçtin.
Bir grup içinde ki, onların sancaktarı oldun.
Rütbeler sana dostluk miktarı yücedir,
Nimetler seni anlama nisbetince şereflidir.”
Şu beyitlerde, “Kuluna vahy ettiğini vahy etti” ayeti kerimesinde işaret edilen ve Habib ile Mahbub arasında gizli bulunan esrara işaret vardır.

VAHYEDİLEN ŞEYLERDEN BAZILARI

Denildi ki:
 Hazreti Allah habibine şöyle vahy etti:
Cennet, sen girinceye kadar enbiyaya haramdır. Ümmetin girinceye kadar da diğer ümmetlere haramdır. Sen olmasaydın, sen olmasaydın ey habibim, mahlukatı yaratmazdım.

Denildi ki:
 Vahyedilen şey farz namazların sevabı ve faziletidir. Rivayete göre Allah’ü Teâlâ şöyle buyurdu:
-“Ya Muhammed! Onlar, her bir gün ve gecede beş vakit namazdır. Her bir vakit için on (vakit) namaz sevabı vardır. Böylece katlanarak elli vakit namaz olur.”

Denildi ki:
Hazreti Allah habibine vahyettikleri içinde şöyle buyurdu:
-“Ya Muhammed! Namazdan sonra şu duayı oku: “ Allâh’ümme innî es’elükettayyibâti ve terkel münkirâti ve fi’lel hayrâti ve tetûbe mesekîyn ve en tağfira lî hatîetî ve terhamanî ve tetûbe aleyye ve izâ eradte fitneten fi kavmin feteveffenî ğayra meftün.”

Yine denildi ki:
Vahiy ile murad odur ki Allah’ü Teâlâ şöyle buyurmuştur.
-“Ya Muhammed! Ümmetinin malını çoğaltmadım, kıyamet günü hesapları uzamasın diye.”

Aleyhisselâm Efendimizden Allah’ü Teâlâ’nın kendisine şöyle buyurduğu rivayet edildi:
-“Ya Muhammed! İste, istediğin verilecek” Ben de şöyle dedim.
-“Ya Rabbi! İbrahim’i Halil, Musa’yı kelim edindin. Davud’a çok büyük mülk verdin, yeryüzünde saltanat süren meliklerin en büyüğü oldu. Mihrabını her gece otuz altı bin kişi beklerdi. Demiri ona mum gibi yumuşattın, sıcağa ve çekiç ile dövmeye ihtiyaç duymazdı. Dağları emrine verdin, sabah akşam (gece gündüz) tesbih ederlerdi. Süleyman’a da çok büyük mülk verdin; İns’ü cinni ve şeytanları emrine itaatkâr kıldın. Kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı çok büyük bir mülk verdin. Musa’ya Tevrat’ı talim ettin. İsa’ya İncil’i öğrettin. Ekmeh (doğuştan amâ, gözleri kapalı) ve abras’ı (bedeni kireç gibi bembeyaz olan) iyileştirme gücü verdin. Onu ve annesini (küçüklüğünde) kovulmuş şeytandan korudun.”

Rabbi Teâla Habibine gıpta mertebesinden teselli olmak üzere şöyle buyurdu:
-“Ya Muhammed! Ben seni Habîb edindim. Muhabbet mertebesi hullet (dostluk) mertebesinden daha özeldir.”

Efendimiz Aleyhisselâm hakkında Tevrat’ta “Muhammed Rahmân’ın habibidir, Biz seni top yekün insanlara umumi risalet üzere gönderdik” yazılıdır.

“Ümmetini dünyada en son gelecek, Cennete de ilk girecekler olarak yarattım. Ümmetini icabet ümmeti kıldım. Onlar senin, benim kulum ve resulüm olduğuna şahadet etmedikçe konuşmaları (duaları) caiz olmaz (kabul edilmez). Seni yaratılış olarak peygamberlerin ilki, gönderiliş ve şühûd bakımından da sonu kıldım. Senden önce hiç bir Peygambere vermediğim seb’al mesaniy (Fatiha süresini,) onların derece olarak senden olduklarını işaretle ancak sana verdim. Ve seni hayırların başlangıcı, iyiliklerin de nihayeti kıldım.”

İbn-i Abbas Radıyallâhü Anh Rasülüllah Efendimizden rivayet ediyor:
Rabbimden bir mesele sordum, keşke sormamış olsaydım: Dedim ki:
-“Ya Rabbi! Süleyman’a büyük mülk verdin. Filana şunu, filana şunu verdin...” Rabbim buyurdu ki:
-“Ya Muhammed! Seni yetim bulup da barındırmadım mı?
-“Evet ya Rabbi, barındırdın,” dedim. Buyurdu ki:
-“Yolunu yitirmiş bulup da hidayet vermedim mi?” (Duha-7)
-“Evet Ya Rabbi,” dedim.
-“Seni fakir bulup da zengin etmedim mi?” (Duha-8)
-“Evet Ya Rabbi” dedim.


Ayetlerin Manası:

Seni yetim bulup da barındırmadım mı? Annen baban geride mal, barınacak yer ve himaye edecek birisini bırakmadan vefat ettiğinden seni küçük bir yetim olarak buldu. Sığınacak birisini verdi, amcan Ebu Talib’in himayesine verdi. O da seni güzel terbiye etti ve geçimini sağladı. (4)

Seni yolunu yitirmiş bulup da hidayet etmedi mi? Bu gün üzerinde bulunduğun şeriat ve ahkam üzere değildin. Seni Tevhide, Nübüvvete ve Şeriat hükümlerine hidayet etti.

Ayet Meali: Biz, sana bu Kur’an-ı vahy etmekle, kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Oysa sen daha önce bundan haberdar olmayanlardandın. (Yusuf-3)

Yani; Mekke’nin vadileri arasında kayıp olmuştun. Seni deden Abdülmuttalib’e buldurdu.1

Sen bir fakir iken (Hazreti Hatice’nin malı ile, sonra da ganimetlerle) zengin etmedi mi?

Mukâtil Radıyallâhü Anh’dan:
Seni zengin etmedi mi? Demek: “Verdiği nimetlerle seni razı etmedi mi” demektir. Zaten gerçek zenginlik  de budur:

Hadisi Şerif: Zenginlik mal çokluğu değildir. Lâkin zenginlik gönül (nefis) zenginliğidir. (Ramuz 362/12)

Mirac gecesi Rasülüllah Aleyhisselâm (avuçlarında bir şey varmışçasına) ellerini yummuştu. Kendisine:
-“Ellerini aç Ya Muhammed!” diye seslenildi.
-“İlâhi, ellerimin birinde ümmetimin hasenâtı, (iyilikleri) diğerinde ise seyyiâtı (kötülükleri) var,” dedi. Bunun üzerine şöyle denildi:
-“Ya Muhammed! Ellerini aç, biz onların hasenatını kabul ettik,
günahlarını da af ettik.”

Efendimiz Aleyhisselâm Mirac yolculuğundan döneceği zaman dedi ki:
-“Ya Rabbi, yolculuktan dönen herkes bir hediye götürür.Ümmetimin hediyesi nedir?”
 Hazreti Allah şöyle buyurdu:
-“Yaşarken, öldükleri zaman, kabirlerinde ve tekrar dirilişlerinde ben onların yardımcısıyım.”

Kaside-i Bürde’den:
Bize müjdeler olsun ey ehli İslâm, muhakkak bizim için,
Yıkılmayan, sarsılmayan bir yardım (va’di ilâhi) vardır.

Mirac Gecesinin hediyelerinden birisi bir gün ve gecede beş vakit namazdır. Mirac gecesi farz kılınmasındaki hikmet, namazın müminin miracı, şeref ve kemal makamının en yücesine ulaşması olduğuna işaret olsa gerektir.

DUA

Allah’ım! Muhammed Aleyhisselâm, ezvac-ı tâhiratı ve zürriyeti hakkı için bizleri iki cihanda onun ümmetinden eyle. Onun sevgisi ile ruhumuzu al ve haşr et. Onun sünnetine ve şeriatına tabi olanlarda eyle.
Ey bütün gariplerin ve mahzunların dostu olan Allah’ım! Dualarımızı kabul eyle. Zira sen yakınsın ve duaları kabul edicisin. Çocukların yaşlandığı, dillerin tutulduğu, uzuvların konuştuğu, yüzlerin siyah ve beyaz olarak açığa çıktığı, halkın son derece sıkıntıda olduğu, terlerin yükseldiği, ciğerlerin eridiği ve çoluk çocuğun unutulduğu günde bizim perdelerimizi açma ya Rabbi.

Ey muradını senden istemeyenlere buğz eden Allah’ım, senden isteyen herkese muradını ver. Bizi hüsnâ’ya (Cennete) ve daha fazlasına nâil eyle. Sıratı geçenlerden eyle. Peygamberin (Hazreti Muhammed)’in havzına ulaşanlardan eyle. Nebiyyi Emin’in şefaat ehlinden eyle. Bize, ana babamıza ve bütün Müslümanlara rahmet eyle.
Emir-ül müminine yardım eyle. Onun muvahhid ordusunu kıyamet gününe kadar Hak kelimesini yüceltmede te’yid eyle. Kafir ve münafık düşmanlarımızı kahreyle. İki cihanda muradımıza nail eyle. Kendisine Mirac’ı ikram ettiğin ve alemlere rahmet olarak gönderdiğin zat-ı şerif hürmetine...



KAYNAK:
TEFCÎR-UT TESNÎM FÎ KALBİN SELİM
(Temiz Kalpte Cennet Pınarı Kaynatmak)
Fatih Dersiamlarından Merhum Eğin’li Mehmet Rahmi
Başlık: Mi’rac-ı Nebi Aleyhisselâm 2
Gönderen: Mücteba - 20 Nisan 2015, 13:07:46
Mi’rac-ı Nebi Aleyhisselâm 2

Gül koklarken salavat-ı şerife getirmek sünnettir.
Mesned-ül Firdevs’te Rasülüllah Aleyhisselâm’dan şöyle nakledildi:
-“Mirac gecesi beyaz gül benim terimden, kırmızı gül Cebrail’in, sarı gül de Burak’ın terinden yaratıldı.”

Hazreti Enes Radıyallâhü Anh Rasülüllah Aleyhisselâm’dan rivayet etti:
-“Semaya yükseltildiğim zaman arz arkamdan ağladı. Ondan sarı gül bitti. Döndüğüm zaman terim yeryüzüne damladığında kırmızı gül bitti. Uyanık olun, kim benim kokumu koklamak isterse kırmızı gül koklasın.”
İşte bu, Allah’ın (C.C.) Peygamberine ikramlarından bir nebzedir.

Allah’ım, aslı asil, fer’i nebil (şerefli), bekçisi Cibril, dikicisi Rabbül Celil olan ağaca ki, vahiy ve tenzil (Kuran) sahibi olan Efendimiz Muhammed’e (Aleyhisselâm) salât eyle.



(1)
NECM SURESİNİN İLK AYETLERİNİN TEFSİRİ

Yıldıza (doğduğu veya) battığı zaman kasem olsun ki. Yıldız ile murad Süreyya’dır.

İbn-i Abbas R.A dan: Yıldız ile murad, Aleyhisselâm Efendimize Kuran’ı Kerimden nazil olan miktardır.

Cafer-i Sadık’a göre Yıldız, Nebi Aleyhisselâm dır. “Mirac gecesi Sema’dan indi” demektir.
Ayrıca Yıldız ile muradın alimler olduğu da söylendi. Onların batması ise, esrar incilerini çıkarmak için efkâr denizine dalmak demektir. 

Arkadaşınız (Hazreti Peygamber) doğru yoldan sapmadı, azıtmadı da. Doğru yoldan sapmadı: “Hak yoldan dönmedi” demektir ki, kasemin cevabıdır. Azıtmadı demek ise, “batıla inanmadı ve asla batıl konuşmadı” demektir.

O hevadan (kendi nefsinden) söylemiyor. Bu Ayet-i Kerime “o, Kur’an-ı kendi nefsinden söylüyor” diyenleri reddir.

O (Kuran) kendisine vahy olunandan başka bir şey değildir.

Ona çok güçlü olan (Cebrail) öğretti.

Öyle ki, görünüşü güzel olup hemen hakiki şekli üzere doğruldu. Cebrail Aleyhisselâm o kadar güçlü idi ki Lut Aleyhisselâm’ın kavminin beldesini yerinden söktü, kanadı üzerine aldı ve ters yüz üzerlerine geçirdi. Semûd kavmine haykırdı, hepsi ölmüş olarak sabahladı. 

Ve (Cebrail) O yüksek ufukta idi. Nebi Aleyhisselâm en yüksek ufukta iken Cebrail Aleyhisselâm durdu. Yani en yüksek ufukta beraber durdular.

Denildi ki:
 Cebrail Aleyhisselâm en yüksek ufukta hakiki sureti üzere durdu ve ufuk Onun görüntüsü ile doldu.
En yüksek ufuk, Güneş’in doğduğu yerdir.

Sonra (Peygambere) yaklaştı da yaklaştı. Peygamber Cibril’e veya Peygamber Rabbine o kadar yaklaştı ki...
 
Öyle ki, iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.
(Cebrail veya Allah Teâlâ) Kuluna vahy ettiğini vahy etti. Yani o esnada Allah, Cebrail vasıtası ile vahy ettiğini vahy etti.
Vahy edilen şeyin müphem (gizli) olması tazim (büyüklemek) içindir.
“Kuluna” dedi de “Rasülüne” demedi; Hazreti Peygamberi Allah’a izafe etmekle şereflendirmek için.


Şiir:   
İsmim ile çağırıldığım zaman sağır olurum (duymam)
Fakat bana ku -köle diye çağırıldığında duyarım.

Onun (Mirac’da) gördüğünü kalbi yalanlamadı. Yani Rabbini gördü, kalbi gördüğünü yalanlamadı.
Rü’yet mevzuunda gözü ve kalbi ile gördüğü konusunda ihtilaf edildi.

 Şimdi siz, gördüğü şey konusunda Onunla tartışacak mısınız? Yani onun biaynihi gördüğü şey konusunda onunla mücadele mi ediyorsunuz?
Gördüğü ile murad, Cebrail Aleyhisselâm’ın şeklidir.

And olsun O’nu (Cebrail’i) bir başka defa da Sidretü’l Münteha’nın yanında gördü. Onun yanında Me’va cenneti vardır.)
Sidretü’l Münteha yedinci kat semada, Arş’ın sağ tarafındaki Nebk ağacıdır. Yanında Cennetü’l Me’vâ vardır ki orası şehitlerin yeridir.
Sidretü’l Mühtehâ denmesi, ilimler için nihayet noktası olduğundandır. Oradan ötesini ancak Allah bilir.

O zaman Sidre’yi bürüyen bürümüştü. Bürümek; ihata etmek, kaplamak demektir. Müphem (belirsiz) olarak zikredilmesi tazim içindir. “Rabbül İzzet’in nuru bürüdü,” veya “Melekler Nebi Aleyhisselâm’ı görmek için izin istedi, Tebareke ve Teâlâ hazretleri de izin verdi ve böylece kapladı” demektir.

(Mirac’da) Rasülüllah’ın Gözü (sağa-sola) kaymadı ve (sınırı) aşmadı. (Aksine onları tam ve doğru bir şekilde tesbit etti.)

And olsun ki o, Rabbi’nin en büyük ayetlerinden (Mülk ve melükûtunun dehşete düşüren şeylerini) gördü.

Haberde geldi : Efendimiz Aleyhisselâm Cennetten gökyüzünün ufkunu kapatan yeşil refrefi gördü. Cebrail Aleyhisselâm’ı asli sureti üzere gördü.

Rivayet edildi ki, Cebrail’in 600 kanadı vardır. Her bir kanadı ufku kaplar. Bu hadise Hicret’ten önce, Mirâc gecesinde olmuştu. (Galiyet’ül Mevaiz’den kısaltılarak)





İSRA VE MİRAC’IN FAYDALARI
 
Harem-i Şeriften Beyt-i Makdis’e İsra, oradan da Semaya Mirac’ın dört faydası vardır:

 1-Rasülüllah Aleyhisselâm sözünün başında semaya yükseldiğini haber verseydi müşriklerin inkarı daha şiddetli olurdu. Miracı onlara tavsif etseydi ona dair bilgileri olmazdı. Önce Beyt-i Makdis’i haber verdi ve onu tavsif etti ki, buralardaki doğruluğu Mirac hadisesindeki doğruluğuna delalet etti.

 2-Alışması için önce Arzda İsra -gece yürüyüşü- yaptırıldı. Sonra tedrici olarak Semaya yükselmeye başladı.

 3-Enbiyanın ervahı orada toplandı. Efendimiz onlara namaz kıldırdı. Teklif darında (dünyada) önlerine geçmekle onlar üzerine fazileti zahir oldu.

 4-Yolculuk esnasında bir takım yerlere uğradı. Orada Musa Aleyhisselâm ile konuştu. Sonra Semaya yükseldi. Aralarındaki fark zahir olsun diye orada da konuştu.

MİRACIN SEYRİ

Rasülüllah Aleyhisselâm Burak’a bindi. Beraberinde Cebrail Aleyhisselâm olduğu halde gece yolculuğuna başladı. Hurmalık bir yere geldiler. Cebrail Aleyhisselâm “Ey dost! İn ve (burada) namaz kıl” dedi. Efendimiz Cebrail’in dediğini yaptı. Hazreti Cebrail:   
“-Burası senin hicret edeceğin yerdir” dedi.

Biraz daha gittiler. Cebrail Aleyhisselâm yine:
-“ İn ve namaz kıl.” dedi. Efendimiz indi ve namaz kıldı.
   Cebrail Aleyhisselâm:
“- Tur-i Sinâ’da namaz kıldın” dedi.
   
   Sonra yolculuğa devam ettiler. Bir yere geldiklerinde Cebrail Aleyhisselâm:
-“İn, şu yerde namaz kıl. Burası İsa Aleyhisselâm’ın doğduğu yer olan Beyt-i Lahm’dır.” dedi.

Daha sonra yolculuğa devam ettiler ve Bab-ü’l Yemânî’den Beyt-i Makdis’e girdiler. Efendimiz Aleyhisselâm Burak’tan indi. Onu Enbiyanın bineklerini bağladığı yere bağladı.
Sonra Cebrail Aleyhisselâm ile birlikte Ay ve Güneş’in ışığının meylettiği kapıdan Mescidi-i Aksaya girdiler. Rasülüllah Efendimiz orada iki rekat namaz kıldı.
Mescidde İbrahim, Musa, İsa, Davut, Süleyman Aleyhimüsselamı, peygamberlerden bir grup halinde toplanmış vaziyette buldu. Diğer Enbiya üzerine şerefli olduğunu izhar için önlerine geçip Enbiyanın ervahına namaz kıldırdı.
 Her bir peygamber Mevlayı güzel bir sena ile medh-ü sena etti. Efendimiz Aleyhisselâm onların senasını duyunca kendisi de şöyle dedi:
-“Hamdolsun O Allah’a ki; beni alemlere rahmet olarak gönderdi, bütün insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdi. Bana, her şeyi açıklayan Furkan’ı (Kur’an-ı) indirdi.  Ümmetimi Evvelîn ve âhirîn kıldı. Göğsümü yardı, yükümü hafifletip kaldırdı. Şanımı yüceltti.”
Peygamberimiz sözlerini bitirince Cebrail Aleyhisselâm Enbiyaya hitaben şöyle dedi:
-“İşte bununla Muhammed Aleyhisselâm sizden daha faziletli oldu.”
Sonra içlerinde süt, su ve şarap olan üç kap getirildi ve Peygamberimize arz edildi. Efendimiz sütü aldı ve içti. Suyu ve şarabı almadı. Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselâm:
-“Kendin ve ümmetin için fıtrata uygun olanını seçtin Ey mahlukatın efendisi!” buyurdu.

Sonra Hazreti Cebrail ile beraber Beyt-i Makdis’in avlusunda bulunan bir kayanın üzerine çıktılar. O esnada Rasülüllah’ın altındaki kaya sallandı. Melekler onu tuttu.

Sonra Mirac getirildi ve Efendimizin karşısına dikildi. Mirac ki, adımını, gözünün ulaşabildiği yere atıyordu. Cebrail Aleyhisselâm Peygamberimizi Mirac’ın üzerine bindirdi. Birlikte dünya semasına yükseldiler. Cebrail Aleyhisselâm semanın kapılarından birisini tıklattı. Melekler Allah’ın emriyle orada saf saf olmuş, muhafızlığını yapıyorlardı. Vazifeli Melekler:
-“Kim o?” dediler.
-“Cebrail’im” dedi.
-“Yanındaki insan kimdir?” dediler.
-“Muhammed Aleyhisselâm’dır” dedi.
-“Kendisine semalara gelmesi için davet gönderildi mi?” dediler.
-“Evet” cevabını verdi. Melekler:
-“Merhaba, hoş geldi” dediler ve onun gelişini birbirlerine müjdelediler.
Melekler kendisini (sevinçlerinden) gülerek ve hayır dua ile karşıladılar. Böylesine sevinçle karşılayanların içinde asık çehreli bir melek de vardı. Cebrail Aleyhisselâm dedi ki:
-“Ya Muhammed! Şu, Cehennemin bekçisi Malik’dir. Yaratılalı beri güldüğü görülmedi.” Peygamberimiz:
-“Ona söyle, bana Cehennemi göstersin” buyurdu. Cebrail’de:
-“Ya Malik! Muhammed’e (Aleyhisselâm) Cehennemi göster” dedi.
Malik Cehennemin örtüsünü kaldırdı. O anda alevler fışkırıp çıktı. Cebrail alevlerin geriye gitmesini söyledi. Malik alevlere:
-“Geri çekil” deyince geriye döndü.
   
Sonra Rasülüllah Efendimiz oturan bir zat gördü. Etrafında birtakım karaltılar vardı. Sağına bakıp gülüyor, müjdeliyordu. Başını soluna çevirip baktığında da üzülüyor, ağlıyordu. Cebrail:
-“Bu zat, baban Adem’dir, kendisine selâm ver” dedi. Hazreti Adem selâmına mukabele etti ve merhabalaştı. Efendimiz Cebrail’e Adem Aleyhisselâm’ın etrafında gördüğü karaltıları sordu. Cebrail Aleyhisselâm şöyle cevap verdi.
-“Onlar, mümin ve kâfir evladının ruhlarıdır. Sağındakiler Cennetlik, solundakiler Cehennemlik olanlardır.”
Sonra Rasülüllah Efendimiz iri dudaklı bir takım insanlar gördü. Ellerinde ateş parçaları vardı. Onları ağızlarına atıyorlardı. Hazreti Cibril’e onların kim olduğunu sordu. Cebrail Aleyhisselâm:
-“Onlar zulüm yolu ile yetimlerin mallarını yiyenlerdir” dedi.

Sonra, iri karınlı bir takım insanlar gördü. Cehenneme arz olunuyorlardı. Cebrail Aleyhisselâm
-“Bunlar faiz yiyenlerdir” dedi.

Sonra bir takım erkekler gördü; önlerinde güzel, tertemiz etler var. Yan taraflarında ise kokmuş, çürümüş etler var. Bu erkekler temiz ve güzel etleri bırakmış, çürümüş, kokmuş etlerden yiyorlar. Hazreti Cebrail:
-“Bunlar, helâl eşleri, hanımları varken çirkef kadınlara giden, haram irtikap eden (zina eden) erkeklerdir” dedi.

Sonra avret yerlerinden asılmış bir takım kadınlar gördü. Cebrail Aleyhisselâm’a kim olduklarını sordu. Hazreti Cebrail:
-“Onlar, kocalarına ait olmayan (gayri meşru şekilde, zina ile) peydahladıkları çocukların kocalarına ait olduğunu söyleyerek onların yanına fesat ile gelen kadınlardır.” cevabını verdi.

Daha sonra Cebrail Aleyhisselâm Peygamberimiz ile birlikte yolculuğuna devam ettiler. Bir nehir gördüler. Üzerinde Zeberced’den bir saray vardı. Efendimiz oradan biraz toprak aldı, kokladı. Çok güzel misk kokuyordu. Cebrail Aleyhisselâm o nehrin Kevser olduğunu söyledi.

Sonra ikinci kat semaya çıktılar. Semadan semaya yükselerek yedinci kat semaya çıktılar. Müsteva’ya, Sidre-i Müntehaya ve “Kabe kavseyni ev ednâ” makamına yükseldi.
                  (Ğaliyetü’l Mevâiz)


PEYGAMBERİMİZİN DİLİYLE MİRAC

Muiynü’l Vaizin’den:
Ebu Hüreyre Radıyallâhü Anh’ın rivayet ettiği bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
-“Arşa ayak bastığımda nalinlerimi çıkarmak istedim. Hazreti Allah’tan şöyle bir nida işittim:
-“Nalinlerini çıkarma ki Arş ve Kürs nalinlerinin altında şereflensin.” Dedim ki:
-“Ya Rabbi, kardeşim Musa’ya: “Nalinlerini çıkar, çünkü sen, mukaddes vadi olan Tuva’dasın” buyurdun.” Bunun üzerine şöyle buyurdu:
-“Bana yaklaş Yâ Ebe’l Kasım! Sen benim katımda Musa gibi değilsin. Zira Musa Kelîm’im, sen ise Habibim’sin. O beni görmek istedi, Habibimden önce göremezsin, dedim.”
Başımın üzerinden (yukarıdan) bir ses işittim: “Zatım ile senin arandaki perdeleri kaldırıyorum.”
Hazreti Allah perdeleri kaldırınca Rabbimin ilhamı ile “Ettehiyyatü lillâhi vessalavâtü ilh... Her türlü kavlî, bedeni ve mâli ibâdetler Allah’a mahsustur” dedim.”

Bir başka rivayette ise şöyledir:
“Arşı gördüğümde her şeyden daha geniş olarak buldum. Allah Azze ve Celle beni Arş’ın mesnedine yaklaştırdı. Arş’tan bir damla indi ve ağzıma düştü. Tadanlar ondan daha tatlı bir şey tatmamışlardır.
Hazreti Allah evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini bana haber verdi. Bundan sonra dilime heybet verdi de:
-“Her türlü kavlî, bedeni ve mâli ibâdetler Allah’a mahsustur” dedim. Hazreti Allah C.C:
-“Ey şanı yüce peygamber, selâm ve Allah’ın rahmetiyle bereketi senin üzerine olsun,” buyurdu.

Bu yücelikte Efendimiz tek başına olunca ve kendisine böyle hitap edilince gaybın hazinelerinden sadık himmet sahipleri tarafından şöyle seslenildi:
“Ey Muhammed! Nimetleri yalnız başına yeme. Çünkü sen “İnsanların en şerlisi yalnız başına yiyendir” dedin.”
Bunun üzerine Aleyhisselâm Efendimiz şöyle dedi:
-“Haşa ve Kellâ, selam bizlere ve Allah’ın salih kullarına olsun.”
Sonra Cebrail Aleyhisselâm ve diğer melekler makamından şöyle dedi:
-“Ben şahadet ederim (yakinen bilirim) ki, Allah’tan başka hiç bir ilâh yoktur ve yine şahadet ederim ki Hazreti Muhammed Allah’ın kulu ve Resulüdür.”
Nebi Aleyhisselâm dan:
Allah’ü Teâlâ “Yâ Ebe’l Kasım, bana yaklaş” buyurdu. Yaklaştım, öyle  ki, iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldum. Keyfiyetsiz olarak Rabbimi gördüm. Onu tavsif edemem.” Sonra Cenabı-ı Hak:
-“Seni ne ile şereflendireyim ey habibim?” dedi.
-“Sana kulluk ile”dedim.

Allah Teâlâ) şu ayeti inzal buyurdu.
“Kulunu gecenin bir cüzünde Mescidi Haramdan Mescidi-i Aksaya yürüten Allah’ı tesbih ederim. (İsra-1)
Yine Cenab-ı Hak:
-“Benden ne istersin?” diye sordu. Peygamberimiz:
-“Ümmetimi” cevabını verdi. Hazreti Allah:
-“Önüne bak” buyurdu.Efendimiz anlatıyor:
-“Baktım, sonu olmayan büyük bir deniz gördüm. İçinde bir ağaç, ağacın üzerinde bir kuş ve kuşun gagasında da mercimek tanesi kadar bir toprak vardı. Allah Teâlâ buyurdu ki:
-“Şu deniz benim rahmet denizim, ağaç dünya, kuş senin ümmetin, gagasındaki toprak da onların günahlarıdır. Bu kuş gagasındaki toprağı denize düşürse bir eseri görülür mü? Ümmetinin günahları için üzülme. Ben Erhamü-r Rahimin’im. Eğer onlar günah işlememiş olsalardı günah işleyecek mahluklar yaratır ve onların günahlarını af ederdim.”
Sonra Hazreti Allah şöyle buyurdu:
-“Ümmetinin üçte birini senin bu gece gelişin hürmetine af ettim. Üçte birini Kıyamet günü senin şefaatin ile, diğer üçte birini de rahmet ve mağfiretim ile af ederim.”
   
Rasülüllah Aleyhisselâm dan:
-Semaya yükseltildiğim İsra gecesi Rabbim bana beş haslet tavsiye buyurdu.
1-Kalbini dünyaya bağlama, çünkü ben dünyayı senin için yaratmadım.
2-Muhabbetini bana yönelt, çünkü senin dönüşün ancak banadır.
3-Teheccüd (namazı)na devam et, zira nusret (yardım)ım gece kaim olmakladır.
4-Cenneti talep etmeye gayret et.
5-Halktan ümidini kes, çünkü onların elinde hiç bir şey yoktur.

TEHECCÜD

Bilesin ki, teheccüd namazı ancak uykudan sonra olur. En güzel şekli:
(Kalkıp) abdest almak, önce iki rekat tahiyyetül vuzû namazı kılmaktır.
Birinci rekatta Fatihadan sonra “Velev ennehüm iz zalemü enfüsehüm” ayetini, ikinci rekatta da “ve men ya’mel sûen ev yazlim nefsehû sümme yestağfirillehe yecidillehe ğafüran rahime” ayetini okur. Bu iki raketi kıldıktan sonra birkaç defa istiğfar okur.
Sonra hafif olmak üzere iki rekat namaz kılar. Burada zammı sure olarak dilerse birinci rekatta “Ayet-el Kürsi”, ikinci rekatta “Âmener Rasülü” yü , dilerse Kuran’dan kolayına gelen bir yeri okur.
Sonra (kıraati) uzatarak iki rekat daha kılar. Rasülüllah Efendimizden böyle rivayet edilmiştir.
Daha sonra, öncekinden daha kısa (kıraat ile) iki rekat kılar. Böylece sekiz rekat, on iki rekat veya daha fazla namaz kılar. Bunların her birinde büyük ecir vardır.

Ömer Bin Hattâb Radıyallâhü Anh’dan:
Kim gece kalkar, güzel bir şekilde namazını kılarsa Hazreti Allah kendisine dokuz şey ile ikramda bulunur. Bunların beş tanesi dünyada, dördü de âhirettedir.
1-   Dünya afetlerinden korur.
2-   Namazın (secde) eserini yüzüne aks ettirir.
3-   Salih kullarının ve bütün insanların kalbine onun sevgisini koyar.
4-   Diline hikmet verir.
5-   İffet ile rızıklandırır.
6-   Kıyamet günü kabrinden yüzü parlak bir şekilde diriltir.
7-   Hasenâtı kendisine kolay kılar.
8-   Sırat köprüsünden şimşek çakar gibi geçer.
9-   Amel defterini sağ eline verir.

Nafilelerin en güzeli fütûr (keder, ümitsizlik) değil, sevinç ve sürür vakitlerinde olanıdır.



(2)
Bundan sonra Hazreti Ebu Bekir Rasülüllah’ın yanına vardı ve:
-“Ya RasülAllah! İnsanlar senin bu gece Beyt-i Makdis’e gidip geldiğini söylüyorlar” dedi. Efendimiz Aleyhisselâm:
-“Evet” dedi. Hazreti Ebu Bekir:
-“Ey Allah’ın nebisi, onu bana anlatır mısın? Zira ben de Beyt-i Makdis’e gittim ve ziyaret ettim” dedi.
Hasan diyor ki:
Rasülüllah Aleyhisselâm Hazreti Ebu Bekir’e anlatıyor, anlattıkça o da:
-“Doğru söyledin, ben şahadet ederim ki sen Allah’ın Rasülüsün” diyordu.

Hazreti Ebu Bekir’in “onu bana anlatır mısın?”sözü her hangi bir şüpheden dolayı değildi. O, zaten ilk andan itibaren Efendimizi tasdik etmişti. Ancak o, Rasülüllah Efendimizin doğruluğunu insanlara açıklamayı istiyordu. Zira insanlar Ebu Bekir’e itimat ediyorlardı. Peygamber Efendimizin verdiği haberler Ebu Bekir’in bildiklerine mutabakat edip o da kendisini tasdik edince insanlara gayet açık bir delil teşkil ediyordu.

Buhari’nin rivayetinde Efendimiz şöyle buyurdu:
-“Hazreti Allah Beyti Makdis ile aramdaki perdeleri kaldırdı. Artık ben onu görüyordum.”

İbn-i Abbas’ın rivayetinde ise şöyledir:
“-Mescid-i Aksa önüme getirildi. Ben Ona bakıyordum.”

Bu rivayet mucize konusunda daha uygundur. Bunda imkansızlık da yoktur. Zira Hazreti Allah Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirivermişti.

Ümmü Hâni’nin hadisinde ise şöyledir:
İnsanlar Peygamberimize “Mescidin kaç kapısı var?” diye sordular. Efendimiz:
-“Kapılarını saymamıştım. Bakıp, kapı kapı saymaya başladım.”buyurdu.

(Mescid-i Aksa) hususunda ve Aleyhisselâm Efendimizin geceleyin yolda rastladığı kafile konusunda iman ve itaat ehli olanlar Rasülüllah’ı tasdik ettiler. Nifak ve isyan ehli bu kati deliller getirildikten sonra dahi inkar ettiler.

Beyit:
Hiç bir şey zihinlerde gerçek olmaz,
Gündüz delile muhtaç olduğu zaman.

Bu apaçık kıssa kendisine delalet eden açık deliller varken nasıl inkâr edilebilir? Ayrıca bunu Rahman (C.C.) muhkem kitabı Kur’an-ı Kerim’de zikretti.

Şiir:
Mahlukatın Efendisi; kâinâtın hayırlısı Muhammed’dir. Sayılamayacak kadar çok üstünlükleri ile.
Rabbine yaklaştı, yaklaştığı zaman
Mirâc ve İsrâ gecesinde.
Kutsi Hazretten hitap işitti ki,
Büyüklerden hiç birisine bu, helâl (nasip) olmadı.
Cebbar’ı (C.C.) görme (şerefine) erişti ve
Daha nice nimet ve ihsanlara nail oldu.
Musa, Halil İbrahim ve seçkinler erişemedi,
Senin eriştiğine ey asillerin efendisi !

(3)
 Şiirdeki hitap Rasülüllah Efendimizedir. Yani “Ey Muhammed! Sen Mekke hareminden Mescidi Aksâya yürüdün” demektir.

Ayet Meali:  Her türlü noksanlıklardan münezzeh olan O Allah’tır ki, kulunu (Hazreti Peygamber Aleyhisselâm’ı ruh ve cesedi ile beraber) gece Mescidi Haramdan (Mekke’den alıp) o etrafını mübarek kıldığımız Mescidi-i Aksâya kadar götürdü.

İsra; bir rivayete göre Mescidi Haramdan, bir rivayete göre de Ebu Talib’in kızı Ümmühâni’nin evinden başladı ki bu ev de harem sınırlarına dahil idi.
Mescidi-i Aksâ (uzak mescid) Beyti Makdis’dir. Ziyaret edilen en uzak mescit olması veya Mescidi-i Harama uzaklığından dolayı bu isim verilmiştir.

Mescidi-i Aksânın etrafı nehirler, ağaçlar ve meyvelerle donatılmıştır. Şam, Ürdün, ve Filistin de etrafındaki şehirlerdir. “Mübarek kıldığımız” denilmektedir. Çünkü burası, (birçok) enbiyanın ibadet yeri, vahyin ve meleklerin indiği yerdir. Ayrıca kıyamet günü insanlar oradan haşr olunurlar.

Ayetlerimizden bir kısmını göstermek için... Yani kulumuz Muhammed’e kudretimizin acayibâtından bazısını göstermek için. Rasülüllah Efendimiz orada enbiyâyı ve çok büyük âyetleri gördü.

O gerçekten işitendir, görendir. Hazreti Allah Rasülünün duasına icabet eden ve gecenin karanlığında onu koruyandır. (İsra-1)

MİRAC GECESİ NAMAZ

Mirac gecesi kılınacak namaz hakkında “Umdetü’l İslâm” kitabında şöyle yazılıdır:
Rasül Aleyhisselâm buyurmuştur. Receb ayında bir gece vardır. O gece ibadet bin yıl ibadet sevabına beraberdir ki Peygamber Efendimizin Miraca gittiği gecedir. Yani Recebi Şerifin yirmi yedinci gecesidir.
 Bir kimse ol güne hürmet edip sâim (oruçlu) olup ve ol gece on iki rekat namaz kılsa, her rekatinde bir Fatiha ve yüz ihlâs okusa Hak Teâlâ ol kimseye bin yıllık ibadet sevabını vere ve yirmi yıllık günahın af ede.
Namazdan fariğ olucak (ayrılınca, bitirince) oturup Hakka lâyık senâlar ve Rasülüllah S.A.V. Efendimize Salavat-ı Şerife getire. Ve müminler için istiğfar ede.
 Ba’dehü dört kere Fatiha okuyup hâcet dileye, revâ ola, (yakışır uygun olur), haram olan hacet dilemezse ve ednâ ( en az) hacet ki makbuldür, Cehennemden âzad olmaktır.
(Umdetü’l İslâm’dan)



MİRAC’IN SEBEBİ VE HİKMETİ

Bu konuda farklı görüşler ileri sürüldü. Şöyle ki:

Arz semaya karşı iftihar etmişti:
Arz (yeryüzü) Semâ’ya karşı iftihâr etti ve şöyle dedi:
-“Ben senden daha hayırlıyım. Çünkü Allah Teâlâ beni beldeler, denizler, nehirler, ağaçlar, dağlar vb. varlıklarla süsledi.”
Sema cevaben şöyle dedi:
-“Ben senden daha hayırlıyım. Çünkü Güneş, Ay, yıldızlar, felekler, Arş, Kürsî, ve Cennet bendedir.”  Arz:
-“Enbiya, evliya ve müminlerin tavaf ve ziyaret ettiği Beyt-i Şerif (Kabe) bendedir” dedi. Sema:
-“Semadaki meleklerin tavaf ettiği Beyt-i Ma’mur ile enbiya, evliya ve salihlerin ruhlarının bulunduğu Cennet’ül Mevâ bendedir” diye mukabelede bulundu. Arz şöyle karşılık verdi:
-“Rasüllerin efendisi, nebilerin sonuncusu, mevcudatın en faziletlisi ve kâinâtın en şereflisi olan zât beni vatan edindi, şeriatını benim üstümde icrâ etti ve bana defnedilecektir.”
Sema bu sözleri duyunca cevap vermekten aciz kaldı ve sustu. Allah Teâlâ’nın zatına yöneldi ve şöyle niyazda bulundu:
-“Allah’ım! Sıkıntıda olanlar sana dua ettiğinde kabul edensin. Ben Arz’a cevap vermekte aciz kaldım. Muhammed Aleyhisselâm’ı bana çıkarmanı istiyorum. Ta ki Arz onun cemali ile şereflenip iftihar ettiği gibi ben de onunla şerefleneyim.”
Hazreti Allah Sema’nın  duasını kabul etti ve kulu Muhammed’i (Aleyhisselâm) Mirac gecesi Semavat’a çıkardı.

Aleyhisselâm Efendimiz’in en yüce makamlara Miracının hikmeti hakkında bir görüş de şöyledir:
Mele-i Ala amellerin en faziletlileri hakkında ihtilaf etti ve dört mesele hakkında dört bin sene münakaşa ve münazara ettiler ve onların halline muvaffak olamadılar.
Nebimiz Aleyhisselâm gönderilince bildiler ki, işte bu müşkil olan şeyler ancak nun tarafından çözülür.
Bunun üzerine Allah Teâlâ’ya  tazarru ettiler, yakardılar. Allah da habibini “Kabe kavseyni ev ednâ” makamına çağırdı ve kuluna vahy ettiğini bildirdi.
Bu vahiy cümlesindedir ki Hazreti Muaz’dan rivayet edildiği üzere Peygamber Efendimiz Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
-“Rabbimi (İsra’da) en güzel bir suret ile gördüm. Buyurdu ki:
-“Ey Muhammed! Mele-i Âla ne hakkında birbirleriyle hasımlaşırlar, davalaşırlar? Ben de:
-“Ya Rabbi sen daha iyi bilirsin,” dedim. Bunun üzerine (kudret) elini iki omuzumun arasına koydu, (yani beni son derece  faziletlerle tahsis etti ve bana feyiz isâl etti) Ben onun soğukluğunu hissettim. (Yani o feyiz benim kalbime ulaştı) Sema ve Arz’da ne varsa hepsini bilir oldum. (Yani her şeyin ilmi bana açıldı.)
Allah Teâlâ buyurdu ki:
-“Ya Muhammed! Mele-i Âla ne hakkında hasımlaşmaktadır, bilir misin?” Ben de:
-“Evet keffâretlerde, kurtarıcılarda, derecelerde ve helâk edicilerde, dedim. Buyurdu ki:
-“Ya Muhammed doğru söyledin.” Sonra:
-“Ey meleklerim! Müşkilleri halledecek kimseyi buldunuz, müşkillerinizi sorunuz buyurdu. Bunun üzerine İsrafil dedi ki:
-“Keffâretler nelerdir?” Rasülüllah Aleyhisselâm da:
-“Zor zamanlarda abdesti tam almak, cemaatlere yürüyerek gitmek ve namazdan sonra diğer namazı beklemektir,” dedi.
Sonra Mikâil:
-“Dereceler nelerdir? diye sordu. O da:
-“Yemek yedirmek, selâmı yaymak ve insanlar uyurken gece namazı kılmaktır,” buyurdu.
Sonra Cebrail dedi ki:
-“Kurtarıcılar nelerdir?” Aleyhisselâm Efendimiz:
-“Gizlide ve âşikarda Allah’tan korkmak, fakirlikte ve zenginlikte doğruluk, gadap ve rızada adaletli olmaktır,” dedi.
Sonra Azrail :
-“Helâk ediciler nelerdir?” diye sordu. O da:
-“Kendisine itaat olunan cimrilik, tabi olunan heva ve kişinin kendisini beğenmesi,” cevabını verdi.
Bunların her birinde Allah’ü Teâlâ:
-“Muhammed doğru söyledi,” buyurdu.
 (Hâdimi, Aliyyü’l Kâri)



(4)
EBU TALİB’İN DURUMU

Ebu Talib’in imanı ve kurtuluşu hakkında ihtilaf edildi. Bazıları onun iman üzere öldüğünü söylediler ve şu beytini delil getirdiler:

Beyit:
Bildim ki gerçekten Muhammed’in dini,
Din bakımından halkın dinlerinin en hayırlısıdır.

Peygamberimizin amcası Ebu Talîb, şu beytin bir parçasını oluşturduğu kasidesi ile Efendimizi methetmektedir.
(Bununla beraber bu beyit küfür üzere öldüğü görüşünde olanlara da delil olabilir. Zira kaside onun kadrinin yüceliğine delâlet etmektedir.)
Neden olmasın ki? Amcası Nebi Aleyhisselâm’a bir kale olmuş ve onu hasedci münâfıklar tarafından öldürmekten korumuştur.

Yine o kasidesinde şöyle demektedir.
VAllahi onlar topyekün olsa da sana asla zarar veremezler,
Ta ki başımı yastık olarak toprağa koyuncaya (ölünceye) kadar.

Bazıları da “Ebu Talib’in imân üzere ölmediği ve Cehennemden kurtulamadığını söylemekte ve şu Hadis-i Şerife dayanmaktadırlar.
-“Kıyamet günün (Cehennem ehlinin) en hafif azap görecek olanı Ebu Talib’dir. (Böyle olduğu halde) kendisine giydirilecek ateşten iki nalin sebebiyle beyni kaynayacaktır.
 (Hâdimi)  (Ramuz Terc. 1/155)

MİRAC’IN GECE VUKU BULMASININ HİKMETİ

a- Hazreti Allah gecenin ayetlerini, delillerini sakladı (gözle görünmedi), gündüzün ayetlerini ise gözle görünür kıldı. Bu duruma gece kırıldı (üzüldü) Gecenin gönlünü almak için Muhammed Aleyhisselâm gece vakti miraca çıkarıldı.

Hadis-i Kudsi: Ben kalbi kırık olanlarla beraberim.


b- Gündüz, geceye Güneş ile iftihar etti. Kendisine:
-“Böbürlenme, semanın güneşi sana şeref veriyorsa, Arz’ın güneşi de yakında Arz’dan semaya çıkacak,” denildi.

İmam-ı Busırî’nin dediği gibi:
Sen bir haremden bir hareme yürüdün
Dolunayın karanlık bulutlar arasında yürüdüğü gibi.

c- Gece nöbetçilerin gaflet, yabancıların ğaybet (uzak) vaktidir. O vakitte gözler uyur, sesler susar, sükunet olur. Geceleyin kalpler mania ve meşguliyetlerden boş olur. Onun içindir ki ilim öğrenme vakitlerinin en iyisi gecelerdir.

d- Rasülüllah Aleyhisselâm bir kandil (ışık) dir. Kandil gece yakılır.

Ayet Meali: Hem Allah’ın izniyle bir davetçi,hem de nur saçan bir kandil olarak gönderdik. (Ahzab-46)

Peygamber Efendimiz de Tâhâ kavlinde Bedr Dolunay diye isimlendirildi. Şöyle ki Ebced hesabı ile:
Ta = 9,
Hâ = 5 dir. Toplam 14 eder.
Sanki Efendimize “Ey Bedr” diye hitap edilmektedir. Bedir- Dolunay- da gece ortaya çıkar.

“Sübhanellezi esrâ bi abdihi leylen” ayetinin taaccübe delâlet eden bir kelime kullanılarak surenin başına getirilmesi, ayette ileride gelecek şeylerin harikulâde hadiseler ve hiç kimsenin muktedir olamayacağı ayetler-mucizeler- olduğuna delâlet eden bir karînedir.
Zira Araplar acaib hadiseler karşısında tesbih ederler. Sanki, Muhammed Aleyhisselâm’ın halka Mirac hadisesini haber verdiği zaman halkın Peygamberimize yalan, sihir ve alay isnat etmesine Allâh’ü  Teâlâ taaccüp ediyor.
Hatta öyle ki, hadiseyi duyan bazı müminler dahi dinden dönüp küfre düştüler.



HİKAYE
İNATÇIYA CEVAP BÖYLE OLUR


Hikaye edildiğine göre müşriklerden birisi Peygamber Efendimize gelerek:
-“Ya Muhammed ayağa kalk,” dedi. Peygamberimiz ayağa kalktı.
-”Ayaklarının birisini kaldır” dedi. O da kaldırdı.
-“Ötekini de kaldır” dedi. Aleyhisselâm Efendimiz:
-“Öbürkünü de kaldırırsam düşerim” buyurdu. Kafir dedi ki:
-“Yerden bir karış yukarı kalkamazken semaya ve Sidre-i Müntehâya nasıl yükseldin?”
Bunun üzerine Peygamberimiz kâfire:
-“Mescidden çık, bu sözleri Ali’ye anlat, o sana cevap verir,” dedi. Adam dışarı çıktı. Hazreti Ali Efendimiz ile karşılaşınca ona hadiseyi anlattı. Hazreti Ali kılıcını sıyırdı ve:
-“İnatçıya cevap böyle olur,” diyerek kâfirin boynunu vurdu.

EFENDİMİZ KULLUĞU TERCİH ETTİ

İsra ayetinde Peygamber Efendimizden Muhammed, Rasül gibi isim ve vasıflarla değil “Kul” diye tabir edilmiştir. Çünkü Peygamberimiz Allah’ü Teâlâ’dan bunu istedi.
Şöyle ki:
Mirac gecesi Hazreti Allah Rasülüllah Efendimize şöyle dedi:
-“Melikler (sultanlar) bir kulunu mülk vermek için seçtiği ve itibar sahibi yapmak istediği zaman onun şerefini izhar ederler. Sana ne yapmamı istersin?”
Aleyhisselâm Efendimiz:
-“Ya Rabbi, beni ubudiyyet (kulluk) ile kendine izafe et,” cevabını verdi. Hazreti Allah (C.C.) da, “Sübhanellezi esra bi abdihi” ayetini gönderdi.
Böylece Peygamberimizi kendisine kulluk izafe etmekle şereflendirdi.

Beyit:
Efendim, beni “Ey Kulum “ diye çağır,
Çünkü o, isimlerin en şereflisidir.


Hazreti Allah:
-“Bu (ubudiyyet), senin isteğin. Senin için bundan daha güzeli de var. O da “senin bize habib (sevgili) olarak izafe edilmendir. Sen Habibullah (Allah’ın sevgilisi) sin.” buyurdu.

Ayetin manası:
Hususi (kulu) ve hâlis rasülü (Muhammed’i gece) nin bir cüzünde yürüten zatı tesbih ederim Gecenin bir cüzündedir, hepsinde değil. Gecenin diğer kısmında yedi kat semaya çıkmış ve Rabbi ile mülâki olmuştur. “Gece”nin nekre olarak gelmesi İsra’nın müddetinin az olmasındandır.


KAYNAK:
TEFCÎR-UT TESNÎM FÎ KALBİN SELİM
(Temiz Kalpte Cennet Pınarı Kaynatmak)
Fatih Dersiamlarından Merhum Eğin’li Mehmet Rahmi
Başlık: Mi’rac gecesi ve ondaki ilahî esrâr
Gönderen: Mücteba - 20 Nisan 2015, 13:10:08
Mi'rac Gecesi

Hicrî-kamerî takvime göre, Allah'ımızın ayı Receb-i Şerîf’in 27’nci gecesi Mî‘râc gecesidir. Mevlâ-yı zû'l-Celâl ve'l-Kemâl hazretleri bu mübarek geceye kavuşmayı ve esrarından, feyz ve bereketinden bolca istifade ve istifaza edebilmeyi bütün mü'minlere nasip eylesin. Topyekün İslâm ve insanlık âlemi adına hayırlı gelişmelere vesile kılsın.

***

İSRÂ VE Mİ'RAC

Kur’ân-ı Kerim’de İsrâ sûresinin ilk ayet-i celilesi mealen şöyledir:
“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu (Habîb-i edîbi Muhammed Mustafa’yı) Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; o hakkıyla işiten, kemaliyle görendir.” (17/1)
İsrâ lûgatte, gece vakti yapılan yolculuğun; mi‘rac da urûc kökünden gelen yükseğe çıkmak veya yukarılara çıkmakta kullanılan merdiven benzeri bir vâsıtanın adıdır.
İslâmî ıstılahta İsrâ ve Mi‘rac, Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’in Mescid-i Haram’dan başlayıp Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Sidretü’l-Müntehâ’ya ve huzûr-i Rabbi’l-âlemîne kadar devam eden bin bir hikmet ve sırlarla dolu olan yolculuğudur. Yazımızın başlangıcında da belirttiğimiz gibi bu yolculuk, recep ayının 27’nci gecesi vukû bulmuştur. Her sene-i devriyesinde (yıldönümü), bütün İslâm âleminde büyük bir aşk ve vecd ile ihyâ edilir.
Mi‘rac, “hüzün senesi” olarak isimlendirilen devrede, yani Resûlüllah Efendimiz’in en büyük hâmisi, amcaları Ebû Tâlib ile maddeten ve mânen her zaman yanlarında bulunan zevce-i tâhireleriHadîcetü’l-Kübrâ vâlidemizin vefatlarıyla sıkılan, âdeta hüzne gark olan Peygamberimiz'in (s.a.v.) huzûr-i İlâhîde tesliye edilmesidir... Üç yıldır devam eden Mekkeli müşriklerin ablukası ve on yıla yakın zamandır süregelen sıkıntıların sonunda Resûlüllah Efendimiz’in rahatlaması, bunlara gösterilen sabrın mükâfatlandırılmasıdır.
Allah Teâlâ, lûtuf ve ihsânıyla şereflendireceği kullarını çeşitli imtihanlardan geçirmiştir. En büyük ihsan ve mükâfatlara nâil olan peygamberler de herkesten daha çok sıkıntı-ıztırap ve meşakkatlerle karşılaşmışlar... Tabiî ki en büyüğüyle de, iki cihan serveri Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) mâruz kalmışlardır.
İşte Cenâb-ı Hak, tebliğ esnasında karşılaştığı her sıkıntıya göğüs geren ve İslâm’ın intişârı/yayılması uğrunda her fedâkârlığa katlanan Sevgili Habîbi'ni Mi‘rac’la mükâfatlandırmıştır bu gece...
Velhâsıl Mi‘rac, gerek Peygamberimiz (s.a.v.) ve gerekse ashâbı (r.anhüm) için, o hüzün senesinde, büyük bir tesellî kaynağı olmuştur.

***

Mİ‘RAC VE MÜŞRİKLERİN TAVRI

Müşrikler, Resûlüllah Efendimiz’i (s.a.v.) ve tebliğ ettiği dîni yani İslâm’ı halk nazarında küçük düşürmek, kendi putperestliklerini üstün göstermek için, var güçleriyle çalışıyorlardı. Akılları sıra Kur’ân-ı Kerim’i yalanlamak, mü’minlerin teveccühünü başka yönlere çekmek için dur durak bilmeksizin Sevgili Peygamberimiz’e saldırıyor, gûya bir açık yakalamak için çırpınıyorlardı. Bu âna kadar ise, hiçbir açığını bulamamışlardı. Zira Resûlüllah Efendimiz gerek sözleriyle ve gerekse yaşadığı hayat tarzıyla şimdiye kadar hiç yanıltmamış, kimseye yalan söylememişti.
Şimdi kendileri için iyi bir fırsat doğmuştu. Çünkü söylenenler elle tutulup gözle görülmesi, akılla-mantıkla izah edilip anlaşılması mümkün olmayan şeylerdi. Öyle ya akıllarınca bir insan kalkacakMekke’den Kudüs’e, oradan da Sidretü’l-Müntehâ’ya gidecek... Hatta Sidretü’l-Müntehâ’dan da öteye geçip, Allâh’ın huzûruna çıkacak... Onlara göre bu iş, akıl kârı ve olacak bir şey değildi.
Binâenaleyh insanlar toplanır, yalan söylemesine ihtimâl vermedikleri Allâh’ın Resûlü Efendimiz'e (s.a.v.) gelirler. Duydukları hakkında mutmain olmak için, Mescid-i Aksâ’dan, yolda gelmekte olan kervana varıncaya kadar sorular sorarlar. Sorulan suallerin cevabı –âdeta ekranda seyredilircesine– en küçük teferruâtına varıncaya kadar bir bir anlatılır...
Rivâyetlerde bahsedildiğine göre, o güne kadar mü’min iken, Mi‘rac’la alâkalı olarak anlatılanları dinledikten sonra dîninden dönenler olduğu gibi, îmânı kat kat artanlar daha fazla olmuştur.
İşte onlardan birisi, hatta birincisi Hz. Ebû Bekir Sıddîk'tir (r.a.).
İnsanlar ona gelerek,
“Şu senin sahibinin/arkadaşının yaptığına bak ey Ebû Bekir! Bir gecede Beytü’l-Makdis’e gittiğini, orada namaz kıldığını ve Mekke’ye döndüğünü zannediyor” derler.
Onların bu sözlerine mukabil Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) verdiği cevap, onu “Sıddîk” mertebesine ulaştırır. Der ki:
“Vallâhi o söylediyse, şeksiz şüphesiz doğrudur. Siz buna hiç şaşmayın!”

***

Mİ‘RAC VE İMTİHAN

Esas itibariyle insan hayatı, baştan sona imtihanlarla doludur. Bu imtihanlar bilhassa büluğ çağında başlayıp dünyaya ait, âhirete ait olmak üzere bütün çeşitleriyle sürüp gider. İşte Mi‘rac mûcizesi de bir imtihan olarak insanların hayatına girmiş, neticesi âhirete kadar varan bir ebedî saâdete vesîle, şakavete sebep teşkil etmiştir. Nitekim yukarıda da kısaca temas ettiğimiz gibi Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) ve onun gibilerle, Ebû Cehil ve benzerleri ayrılmış, imtihanı kazananlarla kaybedenler ortaya çıkmışlardır.
Mi‘rac mûcizesinin cereyan ettiği gecenin sabahında, Mekke'de büyük bir heyecan dalgası her tarafı kaplamış; hâdiseyi işiten müşrikler, hep birlikte yeni bir isyan bayrağı açmışlar ve “Olmaz böyle şey! Bir gecede Kudüs'e gitmek, oradan da semâlara uçup geçmek... Mümkün değil” diye feryâdı basmışlardır. Ancak mü’minler, onların bu isyan ve azgınlıklarına karşılık vermekte gecikmemişler veHz. Ebu Bekir'in (r.a.) diliyle, “Şayet bunu o söylüyorsa, mutlaka doğrudur; çünkü ben, sabah-akşam bundan çok daha büyük haberleri ve hâdiseleri ondan dinliyorum” diyerek imtihanı kazanmışlardır.
Müşriklerin yukarıdaki inkâr ve itirazlarından da anlaşılıyor ki, Mir‘ac mucizesi Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) ceset ve rûhiyle birlikte cereyan etmiştir. Şayet sadece ruhla, yani rüya gibi bir vaziyette vâki olsaydı, müşriklerin böylesine isyan-inkâr ve itirazlarına sebep olmayacaktı. Çünkü rüya hâlinde Mi‘rac her zaman, herkes için mümkündür.

***

Mİ‘RAC HÂDİSESİ İTİKÂDÎ AÇIDAN ÜÇ KISMA AYRILIR

Birinci kısım: Mescid-i Haram’dan, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya kadar olan gece yolculuğu... Bu kısım, âyet-i kerimenin sarâhatiyle sâbittir. Bunu inkâra cür’et etmek, yahut hafife almak –Allah korusun– insanı küfre düşürür. “Burak” isimli vasıtayla yapılmıştır.
İkinci kısım: Mescid-i Aksâ'dan yedi kat göklere doğru uçuş ve geçiş kısmıdır. Malum, her katta geçmiş bazı peygamberler (aleyhimüsselam) ile görüşüp konuşmalar… Dileyen okuyucularımız, yazarı Mi’rac münkiri olmayan sağlam kaynaklarda bulup okuyabilirler. Bu da meşhur hadisle sâbittir. Bunu inkâra cür'et eden de dalâletle (sapkınlıkla) itham olunur. Yolculuğun bu kısmı ise “Mi’rac” denilen –tabir caizse- manevi bir asansörle vaki olmuştur.
Üçüncü kısım: Göklerin ötesine, Kürsî, Arş-ı muazzam, Âlem-i emr, Sidretü’l-müntehâ, “Sümme denâ fe tedellâ. Fe kâne Kaabe kavseyni ev ednâ” (1) makamlarına olan yolculuk… Kısacası bir noktadan sonra Cibrîl aleyhisselamın bile refakat edemediği, “Yâ Resûlellah, burdan ileri bir adım dahi atarsam yanarım” dediği… mâhiyetini hayâl bile edemediğimiz âlemlere geçiştir ki, bu da âhâd hadisle sâbittir. Bunun münkirine de, günahkârlık isnat olunur; ancak küfür isnat olunmaz, fâsık bir kimse sayılır. Bu safhanın belli bir kısmındaki vasıtanın adı ise "refref"tir. Mevlid'inde Süleyman Çelebi merhum ne güzel ifade etmiş:
Söyleşürken Cebrâil ile kelâm
Geldi Refref önüne verdi selâm...
Bu üçüncü kısımla ilgili kısaca bir şeyler söylemek gerekirse, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz bu safhada Rabb’ini görmüştür. Zaman ve mekân dairesinden çıkıp imkân darlığından sıyrılınca ezel ve ebedi bir ân (aynı an), başlangıcı ve sonu aynı nokta olarak gördü. (Abdest aldığı ibriğin sularının dalgalanması bile henüz sakinleşmemişti bu yolculuktan dönüşlerinde.) Binlerce yıl sonra cennete girecek olanları cennette gördü. Hatta (ashabın zenginlerinden) Abdurrahman b. Avf (r.a.) sahabenin fakirlerinden beş yüz sene sonra cennete girecektir. (2) Resûlüllah (s.a.v.) beş yüz sene geçtikten sonra Abdurrahman b. Avf’ın cennete girdiğini gördü ve ona niçin geciktiğini sordu. (3)

***

Mir‘ac mûcizesi gibi diğer pek çok hâdisenin, senenin bazı devrelerine serpiştirilmiş olmasının da herhalde hikmetleri vardır. Mü'minler böyle gün ve geceler sebebiyle, hayatlarını yeniden kontrol edip çekidüzen versinler, kendilerine gelsinler; mânevî bünyelerini kuvvetlendirme yolunda şevk ve şuur sâhibi olsunlar...
Mi‘rac Gecesi, bizleri böyle bir tefekküre sevk ediyor, nefis murakabe ve muhasebesi temin ediyorsa hedefini bulmuş, maksada uygun bir şekilde ihya edilmiş demektir.

Mİ’RAC GECESİ VERİLEN HEDİYELER

Mi'rac gecesinde Resûlüllah Efendimiz’e (s.a.v.) hediye olarak üç sey verilmişti… Bunlar;
1.Beş vakit namaz,
2.Bakara sûresinin son iki ayeti (Âmene’r-Rasûlü…),
3.Şirk Koşmamak şartı ile “LÂ İLÂHE İLLAllah” diyen her Müslümanın Cennet'e girebileceği müjdesiydi...
Hediye, muhabbeti ifade ettiğine göre, Mahbûb’un Habîbi’ne olan sevgisinin bir mahsulü/neticesi oluyordu bu hediyeler de tabii ki... Mekkeliler şirk ve küfürlerinde inat ve ısrar ettiler, o manevi bataklıkta çakılıp kaldılar… Resûlüllah’ın (s.a.v.) kıymetini bilemedikleri gibi, top yekün âlemleri yoktan var ve varlığından da haberdar eden Cenab-ı Rabbi’l-âlemin katından getirdiği hediyelerin de değerini takdir edemediler. Ancak bu hediyeler elbette ki ortada kalmayacaktı. Bunları anlayacak, gerçek değerini takdir edecek, mucebince amel edecek akıl ve gönül sahipleri vardı. Onlar, şeytanın ve nefs-i emarenin köleliğinden kurtulmuş, iman nuriyle aydınlanmış, feyz-i ilahi ile gaflet perdelerini yırtmış, anlatılanları hemen kavramış ve beş vakit namaza derhal başlamışlardı…
İnsan olmanın kıymetini, Hakk’a kulluğun zevkini doyasıya tatmışlardı.
Evet, bazıları ilk başta belki biraz zorlanmışlardı ama hidayete kabiliyeti olanlar, eninde sonunda doğru yolu bulmuşlardı...

***

Hasılı; Mi’rac’ın sonunda Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve ümmetine verilen bu hediyeler, kıyamete kadar kalıcı hediyelerdi. Semereleri/meyveleri ise daha sonra bahusus ebedi ve sermedi hayatta görülecekti... Cennet ve Cemâl-i İlahi ile şereflenmek olarak karşımıza çıkacaktı.
Mi’rac hediyelerinden en önemlisi, hepimizin bildiği gibi “dinin direği” olan beş vakit namazdır. Müslümanlar o güne kadar yalnızca yatsı ve sabah namazı kılıyorlardı. Mi’rac’ta ise günde 50 vakit namaz kılmanın ecrine/sevabına denk beş vakit namaz farz kılınmıştı. İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri buyururlar ki: “Bütün farz ibadetler Allah Teâlâ’ya yakınlık temin etse de bunların en üstünü yani en fazla yakınlık sağlayanı şüphe yok ki namazdır. Umuyorum ki duymuşsunuzdur; 'es-Salâtü mi’râcü’l-mü’min: Namaz müminin miracıdır', 'Ve akrabu m’el-abdü yekûnü mine’r-Rabbi fi’s-salâti: Kulun Rabbine en yakın olduğu an namazda olduğu zamandır. (4) Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.), 'Allah Teâlâ ile beraber olduğum öyle bir zamanım vardır ki; ona ne melek-i mukarreb ulaşabilir, ne de bir peygamber' hadis-i şeriflerinde ifade buyurdukları vakit, bu Fakîr’e göre namazın içindeki zamandır. Namaz günahları-kötülükleri örter, insanı çirkin şeyleri yapmaktan alıkoyar, korur. Namaz, Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.), kendisiyle rahatlamak istediği şeydir. Nitekim O, 'Ey Bilâl, beni rahatlat!' (5) buyurarak, namaz kılmak istediklerini ifade etmişlerdir. Namaz, dinin direği kabul edilen ibadetin ta kendisidir. Namaz, İslâm’la küfür arasındaki yegâne farktır.” (6)

Hazreti Üstazımız da bir sohbetlerinde, namazın mânevi mi’rac olduğunu beyanla şunları dile getirmişlerdir (mealen):
“Namaz mânevi mi’rac’dır. Müslümanlar her gün beş defa Cenab-ı Hakk’ın “ekımi’s-salâte: namazı ikame edin/dosdoğru kılın” hitab-ı izzetine muhatap oluyorlar. Bu suretle sûri (maddi)rızık ve mânevi rızık ile rızıklanmak üzere günde beş defa Hazret-i Mevlâ’nın mânevi sofrasına çağrılıyorlar. Bu şeref insanların ve cinlerin dışında hiçbir yaratığa nasip değildir. Çünkü karşılığı mükâfat ve terfi-i derece (derecelerin yükseltilmesi) olan ibadetler, yalnız insanlara ve cinlere mahsustur. Bu hususta melekler de memurdurlar; lakin onlar, bu emirle imtihan olmak, karşılığında mükâfat almak için memur ve muhatap değillerdir. Kendilerinde cüz’-i türâbî (toprak nevi/parçası) ve (diğer) anâsır (ateş-hava-su) bulunmadığından melâike-i kirâm bile ehl-i salâtın (namaz kılanların) nail olduğu/kavuştuğu böyle bir ziyafetle şerefyâb olmamışlar, bu şereften mahrum kalmışlardır.
O bakımdan müminler, her namaza mi’rac nazarıyla bakmalı; bu inanç ve halis niyetle nice manevi derece ve mertebelere nail olacaklarının şuur ve idrakinde olmalıdırlar. Hal böyle olunca bütün namazlara dururken gönlümüzü ve diğer bütün letaifimizi kinden-öfkeden, hasetten-fesattan ve diğer tüm kötü ve çirkin duygulardan… kısacası Allah’ın dışındaki her düşünceden arındırıp O’nun huzuruna tertemiz bir kalple çıkmalıyız.
Bununla birlikte Cenab-ı Hak, “Ellezîne hüm an salâtihim sâhûn: Onlar ki –yerden ve gökten kıymetli olan- namazı unutuyorlar, terk ediyorlar.” (7) ayet-i celilesinde “fî salâtihim” değil de“an salâtihim” buyurarak fazl u keremini gösteriyor. Arap lisanında “an”, bu’d yani uzaklık ve mücâveze (sınırı aşma, bağışlama, göz yumma) mânâları içindir. “Fî” ise zarfiyyet için kullanılır. Eğer “an salâtihim” yerine “fî salâtihim” buyrulmuş olsaydı, çok müşkilât vardı… Felaket idi! Namazın içerisinde vaki olan hatalar da dahil olurdu. Lûtfen-keremen “fî” gelmedi ve böylece namazda meydana gelen ufak-tefek hataların affına işaret buyruldu. İşte bunun için melâike-i kiram ve ekâbir-i evliyaullah (büyük veliler, şükren) secdeye varmışlardır.” (8)
***
Mi’rac gecesindeki hediyelerden bir diğeri de, ne kadar günahkâr olursa olsun, Allah’a ortak koşmayan kimselerin, cehennemde cezalarını çektikten sonra mutlaka cennete girecekleri müjdesidir. Hem de Havz-ı Kevser’de yıkanıp tertemiz olarak… Hatta cehennemden en son çıkıp kurtulan müminin bile, cennette, bu dünyanın on katı bir yere sahip olacağı hadis-i şeriflerde ifade edilmiştir.

***
İçinde müminlere pek çok müjde ve zaruri/temel itikadi bilgilerin bulunduğu Bakara sûresinin son iki ayeti (Âmene’r-Rasûlü…) de üçüncü hediye olarak Mi’rac gecesinde Resûlüllah Efendimiz’e (s.a.v.) vasıtasız verilmiştir. (9)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki, “Allah Teâlâ, Bakara sûresini iki ayetle sona erdirdi; bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Onları öğreniniz, kadınlarınıza-oğullarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar hem salâttır, hem duâdır, hem Kur’an’dır.”(10)
Hz. Ömer ve Hz. Ali’den (r.anhüma) şöyle rivayet edilmiştir: “Aklı başında bir adam görmezdim ki, Bakara sûresinin sonundaki bu âyetleri okumadan uyusun” (11) demişlerdir.
Kısacası âlemlere rahmet, fahr-i kâinat Efendimiz’in (s.a.v.) şahsında inananların önüne, kabiliyet ve istidatları nisbetinde manen yükselebilme, nice ulvi makam ve mertebelere ulaşabilme/kavuşabilme kapıları –tabir caizse- ardına kadar açılmıştır.

***

MΑRÂC GECESİ VE GÜNÜNDE YAPILMASI TAVSİYE EDİLEN İBÂDETLER

Bu gece yatsı namazından sonra 12 rek’at Hâcet namazı kılınır. Beher rek’atte Fâtiha’dan sonra 10 İhlâs-ı Şerîf okunur.
Namaza niyet şöyledir: “Yâ Rabbî, rızâ-i şerifin için niyet eyledim namaza. Bu gece yedi kat gökleri ve bütün esrârını göstererek muhabbetin ile müşerref kıldığın sevgili Habîbin Resûl-i zişân Efendimiz hürmetine ben âciz kulunu afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne ve rızâ-i ilâhîne mazhar eyle.”
Namazdan sonra:
- 4 Fâtiha-i Şerîfe,
- 100 defa, “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azıym”,
- 100 İstiğfâr-ı şerif,
- 100 Salevât-ı şerîfe okunup duâ edilir.
Bu namazda, İhlâslar 100 adet okunursa, veya bu namaz 100 rek’at olarak kılınırsa; bunu yerine getiren mü’min, huzûr-i ilâhiye namaz borçlusu olarak çıkmaz.
Mî’râc Gecesi’nden sonraki gün, mutlaka oruçlu olmalıdır. O gün öğle ile ikindi arasında 4 rek’at namaz kılınır. Her rek’atte Fâtiha’dan sonra 5 Âyetü’l-Kürsî, 5 Kulyâ eyyühe’l-kâfirûn, 5 İhlâs-ı şerif, 5 Kul eûzü birabbi’l-felak, 5 Kul eûzü birabbinnâs sûreleri okunur. (12)


Bu vesîleyle topyekün İslâm âleminin Mi‘rac Kandili’ni tekrar tebrik eder; Cenâb-ı Hak’tan, böylesine rahmet-mağfiret-feyz ve bereket dolu gün ve gecelerden, a‘zamî derecede istifâde edebilmeyi dileyip, iltimas-ı ilahisi ile Habibi hürmetine imtihansız olarak iman-ı kâmille huzuruna çıkabilmeyi nasip ve müyesser kılmasını niyâz ederiz. Âmin...


DİPNOTLAR
(1) Meali: Sonra ona yaklaştı ve sarktı. İki yay kadar yahut daha yakın oldu. (en-Necm, 8-9),
(2) Müslim, Sahîh, H. 2355,
(3) el-Mektûbât, İmam-ı Rabbani, 1, 283,
(4) Müslim, Sahîh, 42, 482,
(5) Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 6, 276, H. 6214,
(6) el-Mektûbât, 1, 260,
(7) el-Mâûn, 5,
(8 ) Ödemişli Merhum Ziya Sunguroğlu Notlarıdan,
(9) Elmalılı, Hak dini Kur’an Dili, 1, 272,
(10) İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4, 147, 151, 158,
(11) Dârimî, Sünen, Fedâilü’l-Kur’an, 14,
(12) Mübarek Gün ve Gecelerde Yapılması Tavsiye edilen DUÂ ve İBÂDETLER, Fazilet Neşriyat, İstanbul, 1983, s. 31-32)


http://www.halisece.com/mubarek-geceler/387-mirac-gecesi-ve-ondaki-ilahi-esrar.html
Başlık: Mirac Kandili Hutbesi
Gönderen: Mücteba - 20 Nisan 2015, 13:13:01
Mirac Kandili Hutbesi

Muhterem Müslümanlar!

Allah Teâlâ, insanların arasından seçtiği peygamberlerden bir kısmına ruhanî ve manevî miraçlar ücram buyurmuştur. Hazret-i İbrahim'e göklerin melekûtunu göstermiş, Hazret-i Musa'ya Tur-ı Sina'da tecelli etmiştir. Bunlar birer ruhanî miraçtır.
Enbiyanın serdârı, beşeriyetin medâr-ı iftiharı bulunan Peygamber Efendimiz'e nasip olan İsra ve Miraç, en kâmil şekilde ve cismanî olarak vâki olmuştur.
Miraç; zaman ve mekân hudutları dışında cereyan etmiş ulvî bir tecellidir. Beşer idrakinin üstüne çıkan, sırlarla dolu bir tecellinin en müşahhas misalidir.
Miracın vukû'unda Hadîs, Tefsir, Kelâm ve Tasavvuf âlimleri ittifak halindedirler, îzah tarzlarında göze çarpan ayrılıklar, bu ulvî hadisenin, kristalize edilmiş elmas gibi, çok yönlü esrarengiz bir vak'a olmasındandır.
Bir gece Resûlullah Efendimiz Kâbe-i Şerifin Hatim kısmında bulunuyordu. Cebrail aleyhisselâm gelip Peygamber Efendimiz'in göğsünü yardı, kalbini Zemzemle yıkadı, içine iman ve hikmet doldurdu.
Bu ameliyatın yapılmasından maksat;
Resûlullah Efendimiz'in ruhunda melekiyyet ruhunun her türlü düşünceye galip olması, kud-siyet âleminin ilhamlarına tâbi olması ve Cemâl-i îlâhî'yi seyretmeye takat getirebilmesi idi.
Miraç, uyanık olarak şahs-ı Muhammedîleri ile Mescid-i Haram'dan başladı. Vasıta Burak idi. Nurdan mahiyetini, ışıktan sür'atini, şimşek mânasına gelen Berk'den adını alan bu binek, katırdan küçükçe ve beyaz renkli idi.
Bu müstesna gecenin şerefli misafirini taşıma bahtiyarlığına erişmenin sevinci ile yerinde duramayıp şahlanan ve nazlanan Burak'a Hazret-i Cebrail:
«Muhammed (s.a.v.) e böyle mi davranacaksın? Allah katında ondan daha yüksek şerefe sahip hiçbir kimse sana binmemiştir», deyince Burak terler içinde kaldı.
Bürâka Mekke'den bindi o server,
Rikâbında yürür Namus-i Ekber.
Burak'ın gidişi, yürümekten ziyade, uçmayı andırıyordu. Yolculuk böyle cereyan ederken, Mekke ile Medine arasında Ezrak vadisinden geçerken Hazret-i Musa'nın «LEBBEYK, AllahÜMME LEBBEYK» diyerek seniyyeden inişini, Hazret-i Davud'un şehâdet parmaklarını kulağına kaldırıp yüksek bir sesle «Lebbeyk Allâhümme Lebbeyk» diyerek vadiden geçişini, daha sonra Cuhfe yakınındaki HARSA seniyyesinde Hazret-i Yûnüs'ün kırmızı tüylü devesinin liften mamul yularını tutmuş, yünden cübbesine bürünmüş,

«LEBBEYK ALLÂHÜMME LEBBEYK» diyerek vadiden geçmekte olduğunu gördü. Burak, gözünün eriştiği yere ayağını basarak Kudüs'e ulaştı.
Beyt-i Makdis'e varıp, peygamberlerin bineklerini bağladıkları halkaya Burak'ı bağladı. Mescid-i Aksâ'ya girip peygamberlerin ervahına imanı oldu. Kılınan bu namazın müezzinliğini Hazret-i Cebrail ifâ buyurdu.
İki rek'at kıldı Aksâda namaz, Öyle emretmiş idi ol bîniyaz.
Mescid-i Aksa, Hazret-i Musa'dan Hazret-i îsa'ya kadar gelip geçen bütün peygamberlerin ibacietgâhı ve vahyin indiği bir yerdir. Bu kudsî mekân, Miraç gecesinde de yol uğrağı olmuştu. Etrafı nehirler, meyve ağaçları ve çiçeklerle, maddî ve manevî güzelliklerle bezenmiş mübarek bir yerdir.,
Buraya kadar olan yolculuk, âyet-i kerime ile sabittir. İnkârı kişiyi dinden çıkarır. Münkirin küfrünü katmerleştirir. Cenab-ı Hak bir âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:.
«Kulunu (Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemi) bir gece Mes-cîd-i haramdan (alıp) Mescid-i Aksâya kadar götüren (Zât-ı Ecelle ve âlâ her türlü nakıslardan) münezzehtir. (O Mescid-i Aksa ki) biz onun etrafına (feyz ve) bereket verdik, (gece yolculuğunu ona (o peygambere) âyetlerimizden bazısını gösterelim diye (yaptırdık). Şüphesiz ki, o (asıl) O (her şey'i) hakkıyle işinden kemâliyle görendir» (1).
Aziz mü'minler!
Miraç; bu seyahatte ve geceye ismini veren ilâhi bir binektir. Ona mânevi bir asansör denilmesi de mümkündür.
Miraç, bu kudsî seyahatin ikinci vasıtasıdır. Yüceler yücesi Resûl-i Ekrem, İsrâ gecesi, onunla semalara yükseldi. Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
«Miraç, gördüğüm şeylerin en güzelidir.»
Bu ilâhi asansörle göklere doğru seyahat ve yücelme başlamıştı. Birinci semâya varınca Hazret-i Cebrail, göğün kapısını tıklattı, içerden:
«Kimsiniz?» denildi. «Cebrail'im.»Yanındaki kimdir?»
«Muhammed (s.a.v.) dir.»
«Ona, gelsin, diye haber gönderildi mi?»
«Evet». Bunun üzerine gök kapısı açıldı, dünya semasının üstüne çıktılar. Resûlullâh Efendimiz şöyle naklediyor:
«Bir de baktım ki, vazifeli bir melekle bir yerdeyim. Beraberimde yetmiş bin melek bulunmaktadır. Bunlardan her birinin emrinde de yüz bin melek bulunmaktadır.»
Peygamber Efendimiz bu noktada, «Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilemez (2), mealindeki âyet-i kerimeyi okudu.
«Derken Allah'ın yarattığı hey'et içinde bir racül ile karşılaştım. Kendisine zürriyetinin ruhu arz ve takdim olunuyordu. Eğer o mü'min bir kimse ise «Hoş ruh, hoş koku. Bunun kitabım illiyinde kılın» diyor; kâfirin ruhu takdim edildiği vakit «Habis ruh, habis koku. Bunun kitabını siccinde kılın» demekteydi. Hazret-i Cebrail'e:
«Bu kimdir?» dedim. Cebrail (a.s.):
«(Büyük) baban Hazret-i Âdem'dir, ona selâm ver» dedi. Kendisine selâm verdim. Bana:
«Merhaba sâlih peygamber, hoş geldin iyi evlâd» diye mukabele etti.
Birinci semada; yetim malı yiyenlerin, halkın arasını açmak için gammazlık yapanların, zina edenlerin, faiz ve tefecilik yapanların, fuhuşla iştigal eden kadınların feci durumları kendisine temsilen gösterildi.
Bundan sonra semalara seyahatin üçüncü safhası başladı. Melâike-i kiramın kanatları üzerinde ikram ve ihtiramla bir yolculuk yapılıyordu.
İkinci gökte teyze çocukları olan Hazret-i îsa ile Hazret-i Yahya aleyhisselâmları gördü. Hazret-i îsâ, kırmızı yüzlü, orta boylu, düz saçlı, yüzünde siyah benleri bulunan ve yüz itibariyle Urve b. Mes'ûd'a benzeyen bir zat idi.
Üçüncü semada; yüzü dolunay gibi parlayan Hazret-i Yusuf'e, dördüncü gökte Hazret-i İdris ile, beşinci semada Hazret-i Harun ile karşılaştılar.
Hazret-i Harun; ak saçlı, gür sakallı, sevimli bir zat idi
Altıncı gökte;
Hazret-i Musa'yı gördü, uzun boylu, esmer, kuru yapılı, kıvırcık saçlı bir zat idi.
Yedinci gökte; Hazret-i ibrahim üe görüştü. Hazret-i ibrahim, Beyt-i Mâmur'un kapısının önünde bir kürsî üzerine oturmuş haldeydi. Resûîullah Efendimiz şöyle nakletmektedir: «Bu sahibinize onun kadar benzeyen, bu sahibiniz kadar da ona benzeyen hiçbir adam görmedim».
Bundan sonraki seyahat, Hazret-i Cebrail'in kanatlan üzerinde oldu.
Resûîullah Efendimiz buyuruyor ki:
«Sonra (Cebrail aleyhisselâm tarafından) o kadar yükseltildim ki, kaza ve kader (i yazan) kalemlerin cızırtılarını işitmeye başladım. .Bundan sonra karşıma Sidre-i Müntehâ sahası çıktı. Sidr, gökleri ve cennetleri gölgesi altına alacak kadar büyük bir ağaçtır. Yapraklan ffl kulağı gibi, meyveleri Hecir destisi büyüklüğünde idi
«Müntehâ» denilmesi, peygamberlerin ve meleklerin ilmine sınır teşkil etmesi itibariyledir. Ondan öteye hiçbir kimseye yol verilmemiş, ilmî ve manevî terakkiler, ancak oraya kadar -ulaşabilmiştir.
Cebrail'in durağıdır ol makam, Nuh felek tâ kim tutâlıdan nizam.
Resûl-i Ekrem, Hazret-i Cebrail'i bu makamda altı yüz kanadını açmış halde ve asli suretinde gördü. Bu hususta Kur'ân-ı Kerim'in beyanı şöyledir:
«Andolsun ki, onu diğer bir defa da Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında gördü o ki Cennetü'l-Me'vâ onun yanındadır» (3).
Söyleşirken Cebrail ile kelâm, Geldi Refref önüne verdi selâm.
Buradan öteye, Kabe Kavseyn makamına, yolculuk Refret ile oldu. Resûlullah Efendimiz, oradan ayrılacağı sıra, Hazret-i Cebrail'e birlikte gelmesini rica etmişti. Cebrail aleyhisselâm, «Şayet parmak ucu kadar (ileri) yanaşsam elbette yanardım» dedi.
Ger geçersem zerre denlû ilerû. Yanarım baştan ayağa ey ulu.
Bundan ötesini akıl fikir fehmedecek halde ve mecalde değildir.
Muhammed'den diğer yok dâhil olmuş Kabe Kavseyne, Kirâm-ı enbiyadan girmedi bir ferd o mabeyne.
Cenâb-ı Hakk'ın dilediği yere kadar ulaşan Peygamber Efendimiz,
Allahü Teâlâ'nm emir ve vahiylerini vasıtasız telâkki buyurdu. Elli vakit namazla emrolunur, ümmetinin buna takat getiremeyeceğini ileri sürerek indirilmesini niyazda bulunması üzerine beş vakte indirildi. Miraç gecesi beşe çıkarılmış oldu.
Kılanları miraç sırrına ulaştıracak, miraç hediyesi ve mü'minin miracı bulunan beş vakit namaz o gece emrolundu.
Resûlullah, miraç seyahatini tamamlayıp o gece tekrar geri döndü. Sabahleyin vak'ayı haber verdiği zaman Kureyş müşrikleri inkâra başladılar.
Peygamber Efendimiz'in Kudüs'e gitmediğini kat'î olarak bildikleri için Beyt-i Makdis'in nişan ve alâmetlerinden sormaya başladılar.
Peygamber Efendimiz, «Hicrin üzerinde (Beyt-i Makdis'e doğru) ayağa kalktım. Allah, Beyt-i Makdis'i karşımda tecelli ettiriverdi. Ben de bakarak onun nişanlarından haber veriyordum» (4), buyurdu.
Müşrikler,
Hazret-i Ebû Bekir'e geldiler ve «Bak arkadaşın neler söylüyor» deyip, duyduklarını tekrarladılar. Hazret-i Ebû Bekir, «Bu nü o söylüyorsa muhakkak doğrudur» cevabını verdi. Bu inanç ve teslimiyetinden dolayı «Sıddiyk» lâkabını aldı.
Ne mâni kudret-i Hak'tan bu hâle, Bu dâvada yok muhale havale

(Yeni Hutbe Kitabı, Mehmed EMRE)
Başlık: Peygamber Efendimiz (S.A.V) Miraç’ta Meleklerin Makamını Geçti
Gönderen: Mücteba - 20 Nisan 2015, 13:14:35
Peygamber Efendimiz (S.A.V) Miraç’ta Meleklerin Makamını Geçti

Efendimiz (s.a.v.) hazretleri "Miraç gece"si buyurdular:
-"Boğazıma bir katre damlatıldı; (o anda) olanları ve olacakları öğrendim."
Kim, 'Peygamber (s.a.v.) gaybi bilmiyor' derse, gerçekten bana isabet eden (gelen ilimde) hata etmiştir. Ben size 'Ben bir meleğim' demiyorum. Hâlbuki ben melek makamını çoktan aştım.
Cebrail (a.s):
-'Buyur! Geç!' dediğimde o, bana:
-'Eğer bir parmak kadar ileri gitsem elbette yanarım!' dediğinde ben meleklerin makamını çoktan geçtim..." (Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:7 S: 409-410)


Sahte Şeyhlerin Zinâkâr Kadınlardan 70 Kat Daha Çok Azap Görecekleri

Rivayet olundu:
Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, Miraç Gecesi bir takım kadınlar gördü. Kadınların ellerinde makaslar vardır. Kadınlar, o makaslarla kendi göğüslerini makaslıyor. Parça parça kesiyorlardı. Çok şiddetli bir azabın içindeydiler. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, Cebrail Aleyhisselâm'a bunun sebebini sordu.
Cebrail Aleyhisselâm:
"Bunlar, kocaları ve çocukları olduğu halde, zinadan çocuk doğuran kadınlardır!" dedi...
Sahte Şeyhler ve Zinâkâr Kadınlar
Şeyh es-Safi (k.s.) hazretleri buyurdular:
"Marifet iddia edip, irşâd makamına oturanlar; dünya menfaati için gösteriş yapan (sahte şeyh ve evliyalık taslayanlara) yapılacak azâb, bu zinâkâr kadınlara yapılan azabın yetmiş (70) katı olacaktır."
(Ruhü’l Beyan Tercümesi C:3 S:562-563)



"Sahte Şeyh Zinâkâr Kadın Gibidir"

Bazı şeyhler buyurdular:
"Kim nefis tezkiyesinden yoksun, meb'de ve meâd marifeti olmadan alçak dünyalık için kendisinin kalb ve irşat sahibi olduğunu iddia ederse, o kişinin azabı, zina eden ve bundan dolayı cehennemde göğüsleri makaslanarak azab gören zinâkâr kadınların azabından daha şiddetli ve kat kat olacaktır. Nefis terbiyesini görmeden, ruhen yükselmeden ve mürşidi kâmil olmadan evliyalık taslayan kalb ve irşad ehli olduğunu iddia eden kişi; Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri'nin Mi'râc gecesi, göğüslerini makaslar ile keser halde gördüğü kadınlar gibidirler"

Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri mîrâc gecesi makaslar ile göğüslerini kesen kadınlar gördüler.
Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, Cebrail (a.s)'a:
-"Bunlar kimlerdir?" diye sordu.
Cebrail (a.s):
-"Bunlar zina eden ve zina’dan çocuk getiren kadınlardır," buyurdu.

Evliyâullah olmadan veli olduğunu ve gerçekten mürşid-i kâmil olmadan irşad makamına oturup cahil halkı çevresine toplayan ve insanların inançlarını sömüren müteşeyyihlerin durumu zina eden bu kadınlardan daha kötüdür. Zira delilsiz iddia batıldır. Sahibi dal (sapık) ve mudildir (saptırıcı, insanları dalâlete götürendir). Bu durumda olan şeyhlik ve evliyalığı iddia edenler, zinâkâr kadın gibi. Onların istek ve arzusu üzerine onlara tabi olanlar da veled-i zina (zina’dan doğan çocuk) gibidirler. Muhakkak ki, veled-i zina’nın mürebbisi (terbiye edicisi) olmadığından hükmen helak olmuştur. Kendisi irşad olmamış bir kişi, çevresine topladığı insanları gereken bir şekilde irşad etmesi mümkün olmadığı için, onun etrafındaki insanlar da manevî terbiye ve irşâd'dan mahrum kalırlar.
Veled-i zina gibi büyürler ve sapıtırlar. Çünkü: Bid'atçıya tâbi olmak, ancak bid'at ve ilhad neticesi verir.

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:1 S:766)
Başlık: Mi’rac hadisesi haktır...
Gönderen: Mücteba - 02 Mayıs 2016, 23:24:07
Mi’rac hadisesi hak mıdır?

EMALİ 27.BEYT

وَ حَقٍّ اَمْرُ مِعْرَاجٍ وَ صِدْقٌ     فَفِيهِ نَصُّ اَخْبَارٍ عَوَالٍ

Mi’rac emri “hadisesi” sadık ve haktır. Bu babda “Mirac hadisesinde” Âli “yüksek” açık haberler vardır.

İZAH:
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v)  Mi’rac hadisinin vuku haktır, sadıktır. Nassı kat-i ile sabittir.

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ  إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

“Noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olan Zât-ı Ecelli â’lâ, en has kulu olan Habibini, gecenin küçük bir cüzünde, Mescidi-i Haramdan Mescidi-i Aksâya götürdü. Biz, O Mescidi-i Aksânın etrafını, mâddi ve mânevi müzeyyenât ile Habibimize, mucizelerimizden bazısını gösterelim diye süsledik. Şüphe yok ki, her şeyi hakkıyla gören ve işiten Allah’tır.” (İsrâ Sûresi, âyet 1)

- Haber-i Mütevater ile yani âyet-i Kerime ile sabittir. Münkiri iyâzübillâh kâfirdir.
- Mi’rac hadisesinin Mescid-i Aksa’dan semavata kadar olan bölümü haber-i meşhur ile sabit’dir.  İnkâr eden mudil “sapık” olur.
- Beyti Maktis’e kadar olan vusulü ikrar edip fakat mi’racda olan ahvali yani Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) sema-i Mi’rac hadisesini inkâr edenler. Mübdi’ bidatçi ve mu’tezili olur.

Dipnot:
Emalinin Musannıfı: Siracüddin Aliyyübni Osman Bin Muhammed el-övsil Fergani
Künyesi: Ebu Muhammed
Lakabı: Şemsül İslam ve Siracuddin. Kendisi Fergane'de müfti idi. Hicri 575 (miladi 1180) de vefat etti. Allah ondan razi olsun.
Bu kitab Ehlisünnet vel cemaat itikadını nazm halinde anlatmaktadir ve Kaside-i Emali Osmanlı zamanında meşhur olmuştur.