Sadakat islami Forum

EDEBİYAT KÖŞESİ => EDEBİYAT => Konuyu başlatan: sons - 29 Eylül 2012, 16:29:09

Başlık: Maymun Hikayesi
Gönderen: sons - 29 Eylül 2012, 16:29:09
Maymun Hikayesi  


>>Asya'da maymun yakalamak icin kullanilan bir cesit tuzak vardir

>>Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir agaca veya yerdeki bir kaziga

>>baglanir

>>Hindistancevizinin altina ince bir yarik acilir ve oradan icine tatli bir

>>yiyecek konur

>>Bu yarik sadece maymunun elini acikken sokacagi kadar

>>buyukluktedir,

>>yumruk yaptiginda elini disari cikaramaz

>>Maymun, tatlinin kokusunu alir, yiyecegi yakalamak icin elini iceri

>>sokar ve yiyecegi kavrar,

>>AMA yiyecek elindeyken elini disari cikarmasi olanaksizdir

>>Sikica yumruk yapilmis el, bu yariktan disari cikmaz

>>Avcilar geldiginde, maymun cilgina doner AMA kacamaz

>>Aslinda bu maymunu, tutsak Eden hicbirsey yoktur

>>Onu sadece onun kendi bagimliliginin gucu tutsak etmistir

>>Yapmasi gereke tek sey elini acip yiyecegi birakmaktir

>>Ama zihninde acgozlulugu o kadar gucludur ki bu tuzaktan kurtulan

>>maymun cok nadir gorulur

>>Bizi tuzaga dusuren ve orada kalmamiza neden olan sey,

>>arzularimiz ve zihnimizde onlara bagimli olusumuzdur

>>Tum yapmamiz gereken, elimizi acip benligimizi ve bagimli

>>oldugumuz seyleri serbest birakmak ve dolayisiyla ozgur olmaktir

Alıntı



 


Başlık: Su Kırbalarını Delen Çocuk
Gönderen: sons - 29 Eylül 2012, 16:37:34
Su Kırbalarını Delen Çocuk

İstanbul´un Vefa semtine adı verilen Şeyh Vefa, Fatih devrinin büyük alimlerinden ve evliyasındandı Akşemseddin, Molla Gürani gibi devrin manevi önderlerinden biriydi

Bu büyük zatın oyun yaşlarındaki bir oğlu kötü bir alışkanlık edinmişti Ucuna çivi çakılmış bir sopa ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların kırbalarını deliyordu Evcil hayvan derisinden yapılmış su tulumu demek olan kırba, sivri bir madde ile dokunuldu mu kolayca delinecek bir nesneydi Şeyh Vefa´nın oğlu da bunu yapıyordu Sakalar, "Bir din ulusunun oğludur, çok sürmez geçer" diye bir müddet dayandılarsa da baktılar vazgeçeceği falan yok, Şeyh Vefa´ya şikayet ettiler

Vefa Hazretleri olanları duyunca hayretler içinde kaldı Nasıl olur da bunca dikkat ve özenle yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapardı? Şeyh Vefa sakalara, "Tamam" dedi Konu anlaşıldı, gereken yapılacak, sizin de zararınız ödenecektir

Önce kendinden işe başladı :

- "Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla da olsa haram yedirdim mi?" diye düşündü Bir şey bulamadı Hanımına sordu:

- "Sen bu çocuğa hamileyken veya süt verirken haram bir şey yedin mi, çok iyi düşün, bana bildir, yoksa oğlanın sonu kötü" dedi

Hanım düşündü, taşındı, rüyaya yattı, nihayet bir olay hatırladı "Oğlana hamileyken oturmağa gittiği bir komşu evinde, masadaki bir tabakta portakallar varmış Görünce canı çekmiş ama istemeye de utanmış Ev sahibi hanım bulundukları odadan dışarı çıktıkça yakasındaki iğneyi portakallara batırıp sularını içmiş" Bunu şeyhe anlattı

Şeyh Vefa "Aman hatun hiç vakit geçirmeden o komşuya git, olanı biteni dosdoğru anlat ve helallik dile" diye tenbihledi Kendi de sakaları çağırdı, kimin kaç tane kırbası delinmişse hepsinin parasını ödedi ve haklarını helal ettirdi Oğlana olayın başından sonuna kadar bir şey denmedi Hakkında böyle şikayet var, bir daha yaparsan asarız, keseriz yollu tehdit edilmedi Ama çocuk bir daha çivili sopa ile kırbaları delmedi

alıntı
Başlık: Dilenci Kız
Gönderen: sons - 29 Eylül 2012, 16:45:07
Dilenci Kız...

   Birgün, çelimsiz, küçük bir kız çocuğu, sokağın köşesine oturmuş; yiyecek, para, ya da alabileceği herhangi bir şey için dileniyordu Üzerinde yırtık, pırtık giysiler vardı; yüzü gözü kir içinde ve perişan bir haldeydi
Kız dilenirken, sokaktan genç, canlı ve iyi görünümlü bir adam geçti Kızı fark etmişti ama belli etmemek için dönüp ikinci kez bakmadı Büyük ve lüks evine, mutlu ve rahat âilesinin yanına geldiğinde, çok güzel hazırlanmış akşam sofrası onu bekliyordu Fakat az sonra düşünceleri tekrar o fakir kıza takılıverdi Duyguları bir şeylere itiraz ediyordu Sonra kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah’a yöneltti Böyle durumların var olmasına izin verdiği için?
Ve şöyle bir cümleyle yakındı içinden:
“-Böyle bir şeyin olmasına nasıl müsâade ediyorsun? Neden o küçük kıza yardım için bir şeyler yapmıyorsun Allâh’ım?”
Sonra rûhunun derinliklerinden gelen bir cevap işitti:
“-Yaptım Seni yarattım!”


alıntı

Başlık: Ynt: Maymun Hikayesi
Gönderen: Günbatımı - 30 Eylül 2012, 00:44:13
Güzel, manidar hikayeler... Teşekkürler...
Başlık: Berber [Allah yok diyen Berber - ]
Gönderen: sons - 30 Eylül 2012, 01:48:35
Berber [Allah yok diyen Berber -] 

Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakaltıraşı olmak için berbere gitti Onunla ilgilenenberberle güzel bir sohbete başladılar Değişikkonularüzerinde konuştular Birden Allah
ile ilgili konu açıldı

Berber: " Bak adamım, ben senin söylediğin gibi Allah'ın varlığına inanmıyorum"

Adam: " Peki nedenböyle diyorsun?"

Berber: " Bunu açıklamak çokkolayBunu görmek için dışarıya çıkmalısın Lütfen bana söylermisin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terk edilmiş çocuklar olurmuydu? Allah olsaydı, kimse acı çektirmez, birbirini üzmezdi Allah olsaydı, bunlarınolmasına izin vereceğini sanmıyorum

" Adam bir an durdu ve düşündü, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi

Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belli ki tıraş olmayalı uzun süre geçmişti Adam berberin dükkanına geri döndü

Adam: " Biliyor musun ne var, bence berber diyebir şey yok"

Berber: " Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim"

Adam:" Hayır, yok çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı"

Berber: " Himmm Berber diye birşey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?"

Adam: " Kesinlikle doğru! Püf noktası bu! Allah var, ve insanlar ona gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi Işte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni!"

alıntı
Başlık: Ynt: Maymun Hikayesi
Gönderen: mazhar - 30 Eylül 2012, 02:14:19
Güzel. Hazır cevap...Teşekkürler.
Başlık: Ynt: Maymun Hikayesi
Gönderen: sons - 30 Eylül 2012, 13:15:39
Ben teşekkür ederim hepinize. a18))
Başlık: Bebek Ve Pişmanlık
Gönderen: sons - 30 Eylül 2012, 14:38:28
Bebek Ve Pişmanlık 
 Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri,kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu
Onun ipek yanaklarını daya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde:
"Dokunma bana!" diye bir ses duydu
"Beni okşamaya hakkın yok senin"
Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü
Aman Allahım! Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu

"Bana yaklaşmanı istemiyorum" diye devam etti

"Hemen uzaklaş benden"
Kadın, biraz olsun kendini toplayarak:
"Çocuklarımız hep erkek oluyor" dedi
"Onlar da güzel ama kız çocukları başka Bu yüzden seni öpmek istedim"
"Beni öpemezsin" diye ağlamaya başladı bebek
"Benim de seni öpemeyeceğim gibi"
"Neden?" diye sordu kadın

"Neden öpemezsin ki?"
Bebek, hıçkırıklara boğulurken:
"Bunun sebebini bilmen gerekir" dedi
"Düşünürsen mutlaka bulacaksın" Kadın, neler olup
bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken:
"Geçmiş olsun hanımefendi" dedi
"Başarılı bir kürtajdı doğrusu
Ha! Sahi, "kız"mış aldırdığınız bebek"

Cüneyd Suavi
Başlık: Ynt: Maymun Hikayesi
Gönderen: lalegül - 30 Eylül 2012, 17:25:16
bu güzel hikayeler için teşekkürler
Başlık: Eşarp
Gönderen: sons - 30 Eylül 2012, 19:09:21
eşarp [yaşanmış bir öykü/hikaye] 

Orta yaşlı bir hanım,şehrin en lüks mağazasında beğendiği döpiyesi giyip ayna karşısında birkaç defa döndükten sonra:
-Ben üniversitede öğretim üyesiyim,dediModern bir kıyafet almak ve özgürce giyinmenin tadına varmak istiyorum
Kadınla ilgilenen tezgahtar kız:

-Sizi iyi tanıyorum efendim, dedi, Çok şık giyindiğinizi de biliyorumFakat Fransız modasına göre elbisenizi bir eşarpla tamamlamalısınız

Kadın:
-Eşarp mı? diye burun kıvırdıDemek güncel ha!
Ama Fransa gibi bir moda merkezinden geliyorsa,dedikleri doğrudur

Tezgahtar kız,raftaki eşarpları müşterinin önüne sedikten sonra:
-Pahalı olmasına rağmen en modern mallarımız bunlar, dediSize yakışacaktır

Kadın,eşarpları tek tek incelerken:
-Hepsi de birbirinden güzel ama ben sizin başınızdakini beğendim,dediŞimdi hatırlamıyorum ama,geçen gün aynı eşarbı birinde daha görmüştüm

Genç kız,saygılı bir ifadeyle:

-O GÖRDÜĞÜNÜZ BENDİM HOCAM,DİYE GÜLÜMSEDİSİZİN ÖĞRENCİNİZİMKIYAFETİMDEN DOLAYI BENİ DERSİNİZDEN ATARKEN,BAŞIMDA BU EŞARP VARDI
Başlık: Amerikalı Bir Profesörün ilk Namazı
Gönderen: sons - 30 Eylül 2012, 19:18:20
Amerikalı Bir Profesörün ilk Namazı 

 Amerika'nın muhtelif üniversitelerinde görev yapan matematik Prof Jefri Lang islam’a giriş hikayesini yazmış olduğu 'Melekler soruncaya kadar' isimli eserinde derin felsefi düşüncelerle, ruhani duygular arasında ilk namazını şöyle dile getiriyor:

“Müslüman olduğum gün cami imamı, bana namazın kılınışını açıklayan bir kitap verdi Ancak Müslüman talebelerin buna endişelerini gördüm, bana: “Acele etme, rahat ol, zamanla yavaş yavaş yaparsın” dediler Ben de kendi kendime, namaz bu kadar zor mu? Dedim ve talebeleri duymamazlıktan gelerek, hemen vaktinde beş vakit namaz kılmaya karar verdim O gece, loş ve küçük odama çekilerek kitaptan abdest ve namaz hareketleri eksersizlerini yaptım, namazda okunacak bazı surelerin Arapça okunuşlarıyla ingilizce anlamlarını ezberlemeye çalıştım Bu çalışmalar saatlerce devam etti

ilk namaz denemesi için kendime güven gelince yatsı namazını kılmaya karar verdim Vakit gece yarısıydı, kitabı alıp banyoya girdim, kitabı açarak, mutfaktaki ilk yemek denemesi yapan aşçı gibi kitaptaki talimatları dikkat ve incelikle bir bir uyguladım Abdest bitince odanın ortasında durup, kapı ve pencerelerin kilitli ve kapalı olmasından emin olduktan sonra kıble olarak bildiğim tarafa yöneldim, derin bir nefes aldım ve elimi kaldırarak alçak bir sesle Allahu Ekber dedim Kimsenin beni işitmemesini ve görmemesini umuyordum, yavaş yavaş Fatiha suresi ile kısa bir sureyi Arapça olarak okudum öyle zan ediyorum ki herhangi bir Arap beni dinlemiş olsaydı benim okumamdan bir şey anlamayacaktı ikinci bir tekbir alarak Rükua gittim, rükuda biraz tedirginlik hissettim, çünkü hayatımda hiç kimseye eğilmemiştim Odada yalnız olduğumu hatırlayınca sevindim Subhane Rabbiyel azim dediğimde kalbimin hızla çarptığını hissettim Tekrar tekbir getirerek doğruldum ve artık secdeye varma zamanı gelmişti Secdeye varmak üzere ellerimi ve dizlerimi yere koyunca dona kaldım, secdeye gidemiyordum, efendisinin önünde başını yere koyan köle gibi yüzümü, burnumu yere koyup kendimi zillet sandığım bir duruma düşüremiyordum, üstelik bacaklarım da katlanamıyordu,
utandım gülünç duruma düştüm zannettim Bu durumda beni gören, arkadaş ve tanıdıklarımın önünde acınacak ve alay edilecek halimi düşündüm, arkadaşlarımın kahkahalarını duyar gibi oluyordum 'San Francisco'da Araplar çarptı bu hale düştü' gibi sözler sarf edeceklerini tahayyül ederek zavallı duruma düştüğümü his ettim Bir müddet tereddüt ettikten sonra derin bir nefes aldım başımı seccadeye koydum, zihnimdeki bütün düşünceleri attım, dikkatimi dağıtacak düşüncelere yer vermeden ikinci secdeye de vardım Bu esnada kendi kendime “Daha önümde üç tur daha var” diye düşündüm ve kararlıydım: Neye mal olursa olsun bu namazı tamamlayacağım Kalan rekatlarda işler gittikçe daha da kolaylaşıyordu Son secdede tam bir sükunet hissettim Nihayet teşehhütten sonra selam verim

Selamdan sonra bulunduğum yerde olduğum gibi kaldım, geriye dönüp nefsimle giriştiğim savaşı aklımdan geçirdim, bir savaştan çıktığımı hissettim sonra başımı önüme eğerek mahçup bir şekilde “Allah'ım geri zekalılığımdan ve tekebbürümden dolayı beni bağışla, uzak bir yerden geldim ve daha önümde kat edilecek uzun bir yol var” diye dua ettim

Bu esnada daha önce hiç yaşamadığım bir şeyi hissettim Bunu kelimelerle ifade etmek mümkün değil Vücudumu, kalbimin bir noktasından çıktığını hissettiğim ve anlatmaktan aciz kaldığım bir dalga kapladı, soğuk gibiydi, ilk etapta irkildim, vücuduma olan etkisinden ziyade garip bir şekilde duygularımı etkiledi ve görünür bir rahmetin varlığını hissettim Bu rahmet sonra içime nüfuz ederek içimde kaynamaya başladı Sonra sebebini bilmeden ağlamaya başladım, ağlamam artıp göz yaşlarım aktıkça, rahmet ve lütuftan harika bir gücün beni kucakladığını hissettim Günahkar olmama rağmen, günahlarımdan, veya utanç ve sevinçten dolayı ağlamıyordum Sanki büyük bir set açılmış ve içimdeki korku ve keder sel olup gidiyor Bu satırları yazarken kendi kendime diyordum: “Allah’ın rahmet ve mağfireti, sadece günahları affetmiyor, o aynı zamanda bir şifa ve bir sekinedir” Uzun bir süre başım eğik bir şekilde öylece diz üstü kaldım

Ağlamam durunca, yaşadığım deneyin akıl ile izah etmenin mümkün olmadığını anladım, Bu esnada idrak ettiğim en önemli husus ise, benim Allah’a ve namaza şiddetle muhtaç olduğum gerçeği oldu Yerimden kalkmadan önce de şu duayı yaptım: “Allah’ım bir daha küfre girmeye cüret edersem beni, o küfre girmeden önce öldür ve bu hayattan kurtar, hata ve eksiksiz yaşamanın çok zor olduğunu biliyorum, ancak şunu yakînen biliyorum ki, bir tek gün dahi olsa sensiz yaşamak senin varlığını inkar etmem mümkün değildir”

alinti



Başlık: Deniz Yıldızları
Gönderen: sons - 01 Ekim 2012, 10:12:44
Deniz Yıldızları

Genç adam göz alabildiğince uzanan sahillere vurmuş deniz yıldızlarını' nı tekrar Okyanus' a atmak için birinden bir diğerine can siperhane uğraşım duruyordu

Kan ter içinde kalmıştır!

Onun bu gayret ve telaş' ını gören yaşlı bir adam, yavaşca yanına sokularak ne yaptığını sordu

Dün gece fırtana vardı dedi genç adam, "Dalgalar deniz yıldızlarını karaya savurmuş

Onları ölmeden önce tekrar suya atıyorum!

Yaşlı adam gülümseyerek, şöyle demiş genç adama;

"Ama evlat sahil kilometrelerce uzun
Sahile veran deniz yıldızları ise sayısız denecek kadar fazla!
Sonunda ne farkedecek ki???"

Genç adam, hiç umursamadan ayaklarının dibinden alıp, Okyanus'un engin sularına bıraktığı bir deniz yıldızı' nı işaret ederek, dedi ki;
" Onun için çok şey farkedecek!"

alıntı
Başlık: İki şık var [askere oğlunu yolayan anneye teselli] :)
Gönderen: sons - 01 Ekim 2012, 10:41:22
İki şık var [askere oğlunu yolayan anneye teselli] :) 

 Bir kadın oğlunu askere göndermek üzereydi

İki gözü iki çeşme ağlıyordu Komşusu geldi ve başladı teselliye:

“Canım, bu ne telâş? Daha ortada fol yok yumurta yok, n’oluyorsun?
Askere gidince bakalım oğlunu geri hizmete mi verecekler, yoksa muhârib sınıfına mı ayıracaklar?

Geri hizmete verirlerse mesele yok

Ama muhârib sınıfına ayırırlarsa iki şık var:

Savaş ya çıkar, ya çıkmaz Çıkmazsa mes’ele yok

Ama çıkarsa iki şık var:

Ya cepheye gönderirler, ya geri hatlarda kalır Geri hatlarda kalırsa mes’ele yok

Ama cepheye gönderirlerse iki şık var:

Ya yaralanır, ya yaralanmaz
Yaralanmazsa mes’ele yok

Ama yaralanırsa iki şık var:

Yarası ya ağır, ya hafif olur Hafif olursa mes’ele yok Geri gönderirler Hiç askere gitmemiş olur

Ama ağırsa iki şık var:

Ya iyileşir, ya iyileşmez İyileşirse mes’ele yok Yaralanmamış bile sayılır Üstelik bir daha da cebheye göndermezler

Ama iyileşmezse iki şık var:

Ya ölür, ya kalır Ölmezse kendisine kavuşursun

Ama ölürse iki şık var:

Ya cennete gider, ya cehenneme Cennete giderse hiç üzülüp gözyaşı dökmene lüzum yok.
Cehenneme giderse de cehennemlik bir evlâd için ağlamaya değmez”


alıntı

Başlık: off anne ya!!!
Gönderen: sons - 01 Ekim 2012, 10:48:59
off anne ya!!!
 
 SAAT 0330'du Adamın telefonu çalmaya başladı Başını
gömdüğü yastıktan
binbir zorlukla kaldıran adam, yatak ucundaki telefona uzandı:
"Alo! Kimsiniz?"
"Benim oğlum, annen!"
"Anne of ya Bu saatte ne var MEVLA aşkına! Yarın ne kadar önemli
işlerim
olduğunu bir bilsen"
"Şey oğlum"
"Ne var anne, beni bu saatte uyandıracak kadar önemli ne var? Sabah
arasan
olmaz mıydı?"
Anne, oğlundan duyduğu bu kırıcı sözlerden dolayı, çok
üzülmüş ve çok
incinmişti Ağlamaklı bir sesle şunları söyleyerek telefonu
kapattı:
"Bundan tam otuzbeş yıl önce, böyle bir gece yarısı saat tam
0330'da sen de
beni uyandırmıştın! Doğum günün kutlu olsun evladım"

alıntı
Başlık: Ynt: Maymun Hikayesi
Gönderen: osmanlı - 01 Ekim 2012, 15:18:48
“Allah’ım bir daha küfre girmeye cüret edersem beni, o küfre girmeden önce öldür ve bu hayattan kurtar, hata ve eksiksiz yaşamanın çok zor olduğunu biliyorum, ancak şunu yakînen biliyorum ki, bir tek gün dahi olsa sensiz yaşamak senin varlığını inkar etmem mümkün değildir”

İşin özü bu, umarım bizlerde bu idrakin 1-2 ötesine gideriz...
Başlık: Tabağıma koyduğum en güzel kirazlar senin(hikaye)
Gönderen: sons - 01 Ekim 2012, 23:33:46
Tabağıma koyduğum en güzel kirazlar senin(hikaye) 
Neşeli bir akşam sofrası ve çayın ardından Seher, mutfakta annesine biraz yardımcı olmuş sonra ödevini tamamlamak üzere babasının çalışma masasına oturmuştu Dersini bitirdiğinde ise, babası hâlâ gazetesini okuyor, küçük kardeşi Emine ise babasının getirdiği o çok sevdiği kirazlarını yiyordu

Babası bir ara gazeteden başını kaldırdı Karşısındaki koltukta tatlı tatlı kiraz yiyen küçük kızına tebessümle baktı “Afiyet olsun Babana da biraz ayır, olur mu?” dedi Kardeşi olur anlamında başını salladı

Aradan geçen az bir zaman sonra tabağı babasına götürdü Emine Fakat kirazlar hiç de iyi görünmüyordu Bozuk, ezilmiş olan birkaç kirazdı tabakta kalan Kısaca kardeşi güzel, iri kirazları yemiş, yenilemeyecek olanları babasına uzatmıştı Babası tabağa bir süre baktı Ardından başını esefle salladı “Babacığına bunları mı layık gördün?” dedi dokunaklı bir sesle “Ben senden böyle bir şey beklemiyordum

” Tabak kardeşinin elinde kalmıştı Seher kardeşinin mahcubiyet içinde ne denli zor bir an yaşadığını çok iyi hissediyordu Çünkü az önce işittiği sözler kardeşi için bir yığın azardan çok daha ağırdı Titreyen sesiyle özür dileyip gözyaşlarıyla odadan çıktığını gördü Emine’ninKardeşinin hali dokunmuştu Seher’e Kitaplarını toplayıp kendi odasına geçti Yatağına oturduğunda “Canım kardeşim!” dedi kendi kendine Bu hatayı kasten yapmadığını biliyordu Herhalde kirazlar çok tatlı gelmiş ve babasına ayıracağını unutmuştu

Hatırladığında ise geriye işe yarar bir şey kalmamıştı Ve asla yaşamak istemeyeceği bir utancın içine düşmüştü Gözleri duvardaki tabloya bakarken düşünce dünyası iyice derinleşti Seher’in Ve birden sıra arkadaşı Filiz’in sözleri geldi aklına Arkadaşı, Allah’ı sevdiğini söylüyordu birçok insan gibi Fakat emrettiği işleri babaannesi gibi yaşlandıktan sonra yapmayı düşünüyordu Filiz için mantıklı olan, ihtiyarlayınca ve insanın artık yapacak çok fazla işi kalmadığında öbür dünya için çalışmaya başlamaktı Çünkü gençken namaz, tesettür ve diğer ibadetler kişinin hayatını sınırlandırıyordu Gerçekten sevdiği bu arkadaşıyla birçok defa konuşmuştu bu konuları Seher İşin aslı Filiz, her şeyi anlıyor fakat dünya lezzetlerinden kısmen bile vazgeçemiyor, gençliğini Allah’a sunamıyordu Aynen iri, kırmızı, güzel kirazlardan babasına veremeyen küçük kardeşi gibi

İçi üzüntüyle doldu Seher’in Ne büyük yanılgıydı bu Kendilerini yoktan var edip türlü nimetler ikram eden Allah’a böyle mi teşekkür edecekti insanlar? Onun bize verdiği hayattan, bizce artık çok da önemi kalmayan ihtiyarlık zamanımızı mı ayıracaktık Rabbimiz için? Arta kalan ezik kirazlar misali… Meyvelerin asıl sahibi olmadığı hâlde babası bile kabul etmemişti kardeşinden o tabağı Kim kabul ederdi ki? Hem ne malumdu ihtiyarlığa varacak kadar ömrümüzün olacağı? Üç ay önce hastalanıp da ölen Emre adındaki ağabeyleri daha dokuzuncu sınıfta değil miydi? Filiz dâhil kimin hafızasından silinebilirdi ki bu hazin olay?

Gözlerinin dalıp gittiği tabloda yazan ve kim bilir kaç yüz defa okuduğu Ebû Turab Hazretlerine ait o güzel söz yine döküldü dudaklarından:

“Bu günü düşünürümDün geçti Yarın var mı?
Gençliğe de güvenmem, ölen hep ihtiyar mı?”

Seher kalkıp beyaz defterini aldı raftan Günlük tutmak için başladığı bu defter gitgide bir duâ defterine dönmüştü O artık içi dolduğu anlarda yüreğini döktüğü ilk arkadaşıydı Ve yazmaya başladı: “Allah’ım ‘benim’ dediğim ne varsa her şey senin Ben de seninim Heveslerimin çirkinliğine terk etme beni! İhtiyarlığımda da gençliğimde de hep sevginle doldur içimi, şimdi olduğu gibi Emirlerine uymak istiyorum! Günahlardan uzak pırıl pırıl bir gençlikle varmak istiyorum yaşlılığıma ve sonra sana!”

Gözündeki nemi silip son cümlesini tebessümle yazdı Seher “Tabağıma koyduğun en güzel kirazlar senin! Kabul et!”
Artık kalkmalı küçük kardeşini teselli etmeliydi Ve yarın Filiz’e anlatacağı çok şeyi vardı
alıntı



Başlık: Ynt: Maymun Hikayesi
Gönderen: gül-i gülzar - 02 Ekim 2012, 00:44:36
 bu guzel hikayeler icin tesekkurler &)
Başlık: Ben, Leylâ’nın aşkından seni göremedim ki!
Gönderen: sons - 02 Ekim 2012, 15:55:23
 Leylâ’nın aşkıyla çöllere düşmüş olan Mecnun, farkında olmadan namaz kılmakta olan bir kimsenin önünden geçer Namaz kılmakta olan kimse selâm verip namazdan çıktıktan sonra hiddetle seslenir:


“–Namaz kılanın önünden geçilmez, bilmez misin?!”


Mecnun, o kimseye şu mukâbelede bulunur:


“–Ben, Leylâ’nın aşkından seni göremedim ki! Asıl sen, huzurunda namaz kıldığın Allâh’ın aşkından beni nasıl görebildin?!”



(Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından-2, Erkam Yay)


Cenâb-ı Hâk bizleri huşû içerisinde namaz kılanlardan eylesin! (Amin)


(alintidir)

Başlık: Bizde kibir gurur olmaz
Gönderen: sons - 02 Ekim 2012, 16:07:40
 
Bizde kibir gurur olmaz


  Mübarek Allah dostlarından birine ,köy halkı gelip; Ya Allah’ın dostu bir keramet göstersenizde görsek diyolar.Mübarek te hay hay diyo.Söyleyin bakayım ne görmek istiyonuz deyince, halk;Mesela şu karşıdaki dağı çağırsanızda buraya gelse diyorlar.Mübarek Allah dostu peki diyo
“Ey dağ buraya gel”buyuruyo yükses sesle.Ahali merakla beklemekte hani Allah dostu çağırdıya dağ nasıl olsa gelir diye düşünülüyo.Fakat dağda tık yok
Halk şaşkınlıkla Allah dostuna bakıyo.Bu bakışı fark eden mübarek “Ey ahali mademki dağ bize gelmedi, Bizde kibir gurur olmaz buyurun biz dağa gidelim” diyo

alıntı

Başlık: Laleli Baba
Gönderen: sons - 02 Ekim 2012, 16:15:36

 Laleli Baba Camii'ye gitmez,Cemaate katilmazmis.Bunun icin hakkinda birtakim dedikodular cikmis.Onun hakkinda cikan soylentiler,Sultan IIIMurad'in annesi Nurbanu Sultan'in da kulagina gitmis
Bunun uzerine,bir Cuma gunu Laleli Baba'nin dukkaninin bulundugu yere gitmis Valide Sultan
Dukkanin onunden gectigi sirada elindeki ayakkabi ile ugrasan Laleli Baba,basini hic kaldirmadan seslenmis;

"Sen de mi Camii'den,Cemaatten kaciyorsun, Sultanim?"

Valide Sultan sasirmis,dayanamayip,sormus;

"Eskici Efendi,sen beni nereden taniyorsun?"

Laleli Baba duymamis gibi;

"Namaza girecek misin,girmeyecek misin,Sultanim? Sen onu soyle bana,bosver gerisini"

Valide Sultan;

"Elbette Namaz kilmak isterim"

Laleli Baba;

"Abdestin var mi Sultanim?"

Valide Sultan Abdestli oldugunu soyleyince Laleli Baba;

"Sultanim,birlikte Namaz kilmamizi ister misin?" diyerek,Namaz teklifinde bulunur ve cevabi beklemeden de;

"Sultanim ,gozlerinizi kapatiniz"der!

Valide Sultan gozlerini kapatirGoz acip,kapayincaya kadar gecen bir zaman sonra yine Laleli Baba'nin sesi duyulur;

"Ac gozlerini Sultanim!"

Valide Sultan gozlerini actiginda akli basindan gidecek gibi olur

Goz acip, kapayincaya kadar gecen kisa zaman icinde,birlikte KABE'ye gidip,Namazlarini eda edip,geri donmustuler

Allah cc dostlarinin yapageldiklerinden sual olunmazBilmedigimiz nice hikmetler gizlidir onlarda

alıntı
Başlık: İmam Bakır ve Hristiyan Adam
Gönderen: sons - 02 Ekim 2012, 16:30:20
İmam Bakır ve Hristiyan Adam

İmam Bakır Muhammed bin Ali Bakır? dır Hüseyin (ks)?ın lakabı Bakır? dır Bakır yani ikiye ayıran, O hazrete Bakır ul-ulum yani ilimleri ayıran derlerdi

Hrıstiyan bir adam, alay edici bir şekilde Bakır kelimesini Bakar -yani öküz -olarak değiştirdi ve hazrete ?Ente bakarun? -yani sen bir öküzsün -dedi

İmam rahatsız olduğunu belirtmeden ve kızgınlık göstermeden sadelikle :

- ?Hayır, ben öküz değilim, ben Bakırım? diye açıkladı

Hristiyan : Sen annesi aşçı olan bir çocuksun

- İşi buydu, ar ve utanç sayılmaz

- Annen, uğursuz, utanmaz ve kötü dilliydi

- Eğer anneme nispet ettiğin bu şeyler doğruysa Allah onu affetsin, günahlarını bağışlasın, yok yalansa, senin günahını bağışlasın, çünkü yalan söyledin ve iftira ettin

Bütün bu sabırlı ve yumuşak davranışın müşahedesi, İslam dininin dışında bulunan, o adamın ruhunda değişiklik yapmaya ve onu İslama çekmeye yetmişti

Hristiyan, sonradan müslüman oldu
alıntı
Başlık: dindar kadına yanlış fikir veren komşu
Gönderen: sons - 04 Ekim 2012, 11:09:41
dindar kadına yanlış fikir veren komşu
 Ebû Müslim Havlânî, mâneviyat büyüklerinin hem de ileri gelenlerindendir Kendisi ibadette, ahlâkta, zühd ve takvâda örnek bir tasavvuf büyüğüdür Tâbiîn zamanında İslâm’a girmiş, ciddî bir araştırma tahkikten sonra girdiği İslâm’da öylesine ilerlemiş ki, kendinden önce girenler ondan sonraya kalmış, ondan feyiz alıp nasihat dinler olmuşlardır
Ebû Müslim’in kendisi ilerleyip de hanımı geride kalmış değildi Hanımı da hemen kendisine yakın şekilde mânen ilerlemiş, beyinin takvâsına yaklaşan bir iktisad ve kanâat ehli hâline gelmişti

Bu yüzden birlikte oruç tutarlar, birlikte gece namazı kılarlar, yine birlikte vakit namazlarına hazırlanırlardı

Hattâ “Hılletü’l-Evliyâ”da anlatıldığına göre, Ebû Müslim camiye giderken tekbir alarak evinden çıkar, namaza yönelirdi Hanımı da onu tekbirle uğurlar, yine tekbirle karşılardı

Ancak, bir gün durum değişti Ebû Müslim, cami dönüşü evinin avlusuna girdiği halde tekbir sesi işitmemiş, bunun bir sebebi olacağını düşünmeye başlamıştı Halbuki hanım evden dışarıya da pek çıkmaz, habersiz bir yere gitmezdi

– Hayırdır inşâAllah, diyerek kapıdan giren Ebû Müslim, az sonra elinde yemeklerle hanımının geldiğini gördü Sofrayı hazırlayan hanım şöyle bir köşeye “Offf!” diyerek yığılıverdi

Ebû Müslim şüphelenmeye başladı:

– Hanım, sende bir değişiklik var, nedir bu oflamalar?

Cevap verdi:

– Ne olacak, yorgunluk, bitkinlik! Bütün gün ev işleriyle meşgul oluyor, yorulup bitkin düşüyorum Halbuki sen halifenin huzuruna girince bir hizmetçi istesen, seni kırmaz hemen verirmiş

– Hanım, halifenin bana hemen bir hizmetçi vereceğini nereden biliyorsun? Benim böyle itibarım var mı ki?

– Varmış!

– Nereden biliyorsun?

– Nereden olacak, işte komşu kadını! O, senin böyle yüce bir itibara sahip olduğunu söyledi Hem halifeden sadece hizmetçi değil, başka daha neler istesen alırmışsın Onun için nüfuzunu kullanmanı, hizmetçi ile kalmayıp biraz da maddî yardım talebinde bulunmanı istiyorum

Kendisini tekbirlerle namaza uğurlayıp, yine tekbirlerle karşılayan hanımının birden fikrinin bozulup dikkatinin dağıtıldığını gören Ebû Müslim, buna çok üzülür, ne yapacağını şaşırır

Halife Hz Muâviye’den böyle bir talepte bulunmayı asla istemez ama, kadın da bunda ısrar eder:

Bu defa gazaba gelen büyük velî, elini açar ve bedduasını yapar:

– Allah’ım, beni tekbirle namaza gönderip yine tekbirle karşılayan bu sâliha kadının kim fikrini çeldi, aklını bozdu ise, onun gözünü kör eyle!

O anda evin öteki köşesinde bir feryat kopar!

– Ortalığı aydınlatın, gözlerim görmüyor!
Meğer geçim bozup, yuva yıkmakla meşhur olan komşu kadını henüz evdeymiş, birdenbire dünyasının karanlığa gömülmesini ışığın sönmesine hükmetmiş

Ancak, bunun ansızın gelen körlükten başka bir şey olmadığını anlayınca başlamış büyük velîye yalvarmaya: – Ben ettim, sen etme!

Bundan dolayı derler ki:

– Dindar hanımlar, dindar olmayan kadınların verdikleri yanlış fikirleri dinlememeli, yanlış fikir verenler de günün birinde mutlaka bir belâya uğrayacaklarını hatırdan çıkarmamalıdır!
Nitekim komşu kadını yanlış fikir verdi, körlük cezasına müstahak oldu

alıntı
Başlık: ...cehalet...
Gönderen: sons - 04 Ekim 2012, 11:20:16
-"Sen kimsin?"diye sordu doktor
İhtiyar,iftitah tekbiri için kaldırdığı ellerini indirerek cevap verdi;
-"Bu hasta benim oğlum olur"
Basini salladi doktorOldugu yerde 360 derecelik donusten sonra;
-"Neden namazini kilip gelmedin?Burasi camimi,hasta odasimi?"
Ihtiyar yari utangac,yari cesur;
-"Ezan yeni okundu,abdesimde vardi"diyebildi ancak
Doktor yanindaki hemsirelere dondu ve odanin bir kenarina kaskolunu sererek namaz kilmakta olan ihtiyari gostererek;
-"Goruyorsunuz degilmi?Cahillik ne kadar komik durumlara dusuruyor insaniNe demisler;oku adam ol"
Ihtiyar doktorun bu sozlerini duymamazliktan gelerek namazina devam ettiTam o esnada her tarafi serum baglantili genc hasta,hiriltili bir inlemeye basladiDoktor ve hemsireler derhal hastanin basina toplanarak durumu kontrole koyuldularHerhalde genc hasta son demlerini yasiyorduIniltiler arasinda bir kelime anlasilir gibi olduHemsireler serumlari degistirirken doktorda hastanin konusmasini anlamakla mesguldu;
-"Neyin var? Ne istiyorsun?"diye sorup duruyordu
Hastanin cevabi ise odadakilerin rahatlikla anliyabilecegi nitelikteydi;
-"Oku,oku,oku!"
Doktor,hemsirelere goz attiktan sonra yuksek bir ses tonuyla tekrarliyordu;
-"Neyi okuyayim?"
Genc hastanin cevabi hep ayni kelimelerdi;
-"Oku,oku,oku"
Doktor birsey anlamamis olmanin caresizligi ile etrafa bakinirken,ihtiyar baba biraz seri davranarak namazini bitirdi ve oglunun basucuna kostuBir muddet doktorla gozgoze geldilerIhtiyar etrafina bakinarak mirilti halinde;
-"Goruyorsunuz degilmi?Cahillik ne kadar komik durumlara dusuruyor insani"deyip oglunun son nefesteki istegini getirdi ve Kelime-i Sehadet'i uc defa okudu…
alıntı
Başlık: Tembel Köpek ve Kış
Gönderen: sons - 04 Ekim 2012, 11:35:48
Köpeğin biri soğuk bir kış gününde tir tir titriyormuş Ne yiyecek bir ekmeği, ne de kalacak bir yuvası varmış Soğuktan donacak bir hale gelince kendi kendine:
”-Yaz gelip de havalar ısınınca kendime bir yuva yapacağım İçine de kış için yiyecek biriktireceğim Böylece önümüzdeki kışı rahat geçiririm” demiş
Kışın o dondurucu soğuğunda hep bu hayalleri kurmuş Bu hayaller, kışı geçirmesine yardımcı olmuş Günler bu şekilde geçmiş, havalar ısınmaya başlamış

Yaz mevsimi gelince, köpek:
“-Bir yuva yapayım diye düşünüyordum, ama şu kocaman bedenim hangi yuvaya sığar ki?”diye söylenmiş kendi kendine
Rahatça yiyecek buluyor, istediği gölgeliklerde uyuyormuş Kışın çektiği zahmetler arada bir aklına gelse de, bir bahane bulup, yapmayı düşündüğü şeyleri erteliyormuş Böylece yaz mevsimini geçip havalar tekrar soğumaya başlamış
Kışın gelmesiyle birlikte, köpek o zor günlere geri dönmüş O zaman, yapılacak bir işi ertelememesi ve elindeki nimete şükredip, kötü günlere dönmemek için çalışması gerektiğini anlamış.

alıntı
Başlık: Ynt: Maymun Hikayesi
Gönderen: sons - 21 Ekim 2012, 22:03:17
AÇIK KAPI

Allah dostlarından Salih Murri, bir sohbetinde sık sık:
“Bir kimse Hakk’ın kapısını durmadan ısrarla çalarsa bu kapı bir gün ona mutlaka açılır,” diye tekrar etmektedir Arka sıralarda sohbeti dinlemekte olan Rabia Hatun dayanamaz, Salih Murri’nin sözüne müdahale eder: “Daha kaç defa o kapı çalana açılır, deyip duracaksınız! O kapı ne zaman kapanmıştı ki tekrar açılsın”
alıntı

Alman Generalin Yahudiye Cevabı

    Yahudi hakimlerinin yönettiği meşhur Yahudi mahkemelerinde ölüm cezasına çarptırılan bir Alman generaline son arzusu sorulduğunda şu cevabı vermiş:
    - İdam edilmeden önce Yahudi olmak istiyorum Böylece dünyadan bir mikrop daha eksilmiş olur

alıntı
Başlık: Ynt: Maymun Hikayesi
Gönderen: sons - 21 Ekim 2012, 22:11:17
İbretlik Sözler [kulağınıza küpe olsun]

    HATALARIMI HATIRLAYINCA

    Hz İbrahim (as) cehennemi her hatırlayışında ağlardı Hatta, bu esnada kalbinin atışı bile duyulurdu Bir gün Cebrail (as) gelip ona:"Ya İbrahim! Sen hiç dostun azap verdiğini gördün mü? Sen Allah'ın dostusun O halde Allah'ın azabı olan cehennemden korkup ağlaman niyedir?" diye sordu Bunun üzerine Hz İbrahim (as) cevaben şöyle buyurdular: "Ya Cebrail, hatalarımı hatırlayınca, dostluğumu unutuveriyorum"

    ŞİMDİ CANIMI AL

    Hz İbrahim (as) ruhunu almaya gelen ölüm meleğine:"Hiç dostun dostunu öldürdüğünü gördün mü?" diye sorması üzerine Allah'ü Teala da İbrahim (as)!a: "Hiç dostun dostuna kavuşmayı kötü gördüğünü mü duydun mu?" diye vahyetti
    Bunun üzerine Hz İbrahim (as) ölüm meleğine şöyle dedi: "Şimdi canımı al"

    AÇLARIN HALİNİ NASIL ANLAYABİLİRİM?

    Hz Aişe (ra) rivayet etmektedir: Mısır'da kıtlık olduğu yıllarda Hz Yusuf (as) üç günde bir yemek yerdi ona (as): "Bütün zahire ambarları senin elinin altında olmasına rağmen neden üç günde bir yemek yiyorsun?" diye sordular Hz Yusuf (as) kendisine sorulan bu soruya şu soruyla karşılık verdi: "Benim karnım tok olsa, etraftan zahire almaya gelen açların halini nasıl anlayabilirim?"

    ACI SÖZ YEDİRMEYİN DE

    Lokman Hekim'e: "Hastamıza ne yedirmemizi tavsiye edersiniz?" diye sorduklarında, ondan şu cevabı almışlar: "Aman, acı söz yedirmeyin de, ne yese olur"

    ACABA SANDIKTA NE VAR?

    Lokman Hekim, ailesine bir sandık bırakarak şöyle demiş:"Ben öldükten sonra bu sandığı açmadan satışa sunun, oradan alacağınız paralar sizindir"Lokman Hekim vefat edince ailesi onun bu isteği üzerine sandığı satmış Sandığı alan şahıs ise heyecanla "acaba sandıkta ne var" düşüncesiyle sandığı açınca, üzerinde şöyle yazan bir kemikle karşılaşmış:"Ayağını sıcak tut, başını serin; Kendine bir iş bul, düşünme derin"

    BİLGELİĞİ KİMDEN ÖĞRENDİN?

    Lokman Hekim'e: "Bilgeliği kimden öğrendin?" diye sorduklarında ondan şu cevabı almışlar: "Körlerden öğrendim Çünkü onlar elindeki değnekle tam araştırmadan adım atmazlar Bacakları yerin sağlam olduğundan emin olduktan sonra adım atarlarBundan dolayı ben de bir şey yapacağım zaman düşünür,faydalı ise konuşur, yararlı ise yaparımFaydasız ise bırakmayı ve susmayı tercih ederim"

    TUTUN, İŞTE HIRSIZ BUDUR

    Adamın biri Hz Süleyman'a (as) gelerek, kazlarının çalındığını ve bunu komşularının yaptığını iddia etmiş Hz Süleyman (as) hemen halkı mescide toplamış ve:"İçinizde biri hem komşusunun kazlarını çalıyor, hem de çaldığı kazların tüyleri kafasında olduğu halde utanmadan mescide geliyor," demiş Hırsız bu sözleri duyar duymaz eliyle başını sıvazlamaya başlamış Onun bu halini gören Hz Süleyman (as) şöyle buyurmuş: "Tutun, işte hırsız budur"

    NASIL DUA EDERİM?

    Bilindiği gibi Hz Eyyüb (as) sabır ve metaneti ile dillere destan olmuştu Bir rivayete göre o meşhur hastalığını on sekiz sene çekmişti Hiçbir zaman isyan etmeyen Hz Eyyüb'e (as) hanımı bir gün şöyle sordu:"Bu hastalığın bitmesi, çektiğin dertlerin gitmesi için Cenab-ı Hakka dua etsen olmaz mı?" Hz Eyyüb (as), hanımına şu cevabı verir:"Benim bolluk ve refah içinde yaşadığım müddet 80 yıldır Çekmiş olduğum darlık ve sıkıntılı zaman ise daha bu süreye ulaşmamıştır Bu durumda ben Allah'tan utanırım Ona (cc) bu halin üzerimden gitmesi için nasıl dua ederim ki"
Başlık: Ynt: Maymun Hikayesi
Gönderen: sons - 22 Ekim 2012, 15:34:28
 İMAN HASSASİYETİ

Hakkı Bey isimli dostunun tok sözlülüğünden pek hoşlanan Enver Paşa nezarete gelen ziyaretçilerden onu tercih eder ve odasında onunla sohbete dalarmış
Bir gün, yine konuşurlarken söz savaşa gelince Paşa işi kadere bırakıp, “Allah elbet sonunu hayır edecektir,” demiş
Hakkı Bey biraz düşünmüş ve şöyle demiş: “Şu ‘elbet’ yerine ‘inşaAllah’ diyelim; Allah şarta gelmez”

alıntı

Ne ola Mumsema NE OLA

Osman Yüksel Serdengeçti, milletvekilliği sırasında Mecliste karşılaştığı bir milletvekiline nereli olduğunu sormuş Milletvekili de:
“Uşaklıyım,” cevabını vermiş
Osman Yüksel Serdengeçti, ona şu ikazı yapmaktan kendini alamamış: “Haa, iyi iyi Uşaklı ol da, sakın uşak olma!”

alıntı
Başlık: "Benim Müslüman Olmayanlardan Farkım Ne!"
Gönderen: sons - 31 Ekim 2012, 11:05:42
  
Bir muallim başından geçeni anlatıyor
Çocuklardan not tutmaları için bir defter getirmelerini istedim
Sınıfın tek Musevi öğrencisi hariç iki gün içinde hepsi istediğimi yerine getirdiler

Her ders aynı talebe, Yahudi kızına tekrarladımsa da hali vakti
yerinde olan bu kız deftersiz gelmekte devam ediyordu
Aradan bir hafta geçtikten sonra dediğimi yapmadığı takdirde
kendisini sınıfa almayacağımı söyleyince de ağlamaya başlar
Ailesinin çok
geniş imkânı olduğunu bildiğim için bu direnmenin sebebini sordum
Kızdan aldığım cevap bize Siyonist prensibinin genç bir Yahudi
kızında ifade bulmasından ibaretti kız ağlayarak;
"Ne yapayım öğretmenim Yako on gündür dükkânını açmadı her halde
hasta olmalı" dedi

Yako'dan başkasından alış veriş etmeyi prensibine
ihanet addedecek kadar bir taassupla Yahudiliğine gösterdiği bu sadakatin
kaçta kaçı acaba Türk gençlerinde bulunmaktadır

Evet Aydınlar ve zenginler arasında masonluğun halk tabakaları
arasında komünistliği yayan ve bu surette dünyayı ifsat eden Yahudiliğin
prensiplerine bağlı bu Yahudi kadar kendi benliğimize sadakat
gösterebiliyor muyuz be kardeşim!

SENİ senden koparan benliğini unutturan beynini
yıkayan seni uyuşuk kalbi temiz olmakla yetinen bir tip yapmak isteyenlere
karşı uyanık mısın?

Sen Bir Müslümansın Ve İnandığın Din Haktır Vaat edilenler
gerçektir Üzerine Düşen Görevi YAP VE kendine sor:

"BENİM MÜSLÜMAN OLMAYANLARDAN FARKIM NE!"
Başlık: merhamet ...
Gönderen: sons - 31 Ekim 2012, 11:11:08
merhamet ...
 Bir köyde genç bir delikanlı varmış,bu delikanlı sözüne güvenilir ,mert ve gözünü budaktan sakınmayan biriymişBirgün kasabadaki pazara gittmiş Pazarda gezerken adamın birtanesinin yanında çok güzel bir kırat görmüş,ata resmen aşık olmuşokadar sevmiş ki atı ,yanında parası olmadığı halde satın almak istemişFiyatını sormuş sahibi fiyatını söylemiş delikanlıda para zate yok ama sahibine şöyle bir öneride bulunmuş "Ben çalışacağım para getireceğim ve o atı alacağım ama nezaman getiririm belli olmaz 1 ay 2 ay veya 3 yılTamam mı ?" der ,atın sahibi "benim paraya ihtiyacım yok onun için bu atı senin için saklarım istediğin zaman gel ve bu atı al" demiş ve öneriyi kabul etmiş Aradan 4 yıl geçer ve delkanlı kasabaya gelir,gelirgelmez de hemen atın sahibine koşar atın yanın a gider adam söz verdiği gibi atı saklamıştır parasını öder ve atı alır delikanlı köyüne giderken karnının acıktığını hisseder ve güzel bir agacın gölgesinde oturur hem atını dinlendirecek hemde kendi karnını doyuracaktırÇantsından kuru soğanının ve kurumuş ekmeğini çıkartmıştır ki üstü perişa vaziyette bir adam gelir hertarafı pis ve yırtıktırAdam delkalıya "delikalı,o yediğin ekmekte benim de nasibim varmı?üç gündür boğazımdan bişey geçmedi" der Delikanlı geri çevirir mi hemen kandisine yer açarve buyur ederBunlar yemek yedikten sonra delikanlı da bir gevşeme olur:karnı doymuştur,yıların özlemi atına da kavuşmuşturDelikanlının gözleri kapanır birden sese uyanır ki o Adam atı almış gidiyorDelikanlı şunu der; "Ekmeğimi paylaştım,suyumu paylaştım,kuru soğanımı da paylaştım bunlara yanmam 4 yıllık sevdamı atımı aldın onada yanmam da şu yüreğimden Merhamet duygusunu aldınya ben ona yanarım
Başlık: İşte böyle bir duygu
Gönderen: sons - 14 Aralık 2012, 01:09:10
İşte böyle bir duygu
       
      Bir gün Napolyon, düşman askerlerinden kaçarken, bir bakkal dükkanına girmiş. Bakkala, hemen kendisini saklamasını emretmiş. Bakkal da Napolyon'u müsait bir yere saklayıp, biraz sonra gelen düşmanları da " Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı. " diye savuşturmuş. Nihayet biraz sonra Napolyon'un muhafızları yetişmişler. Bakkal ömründe bir daha karşılaşamayacağı Napolyon'a sormuş:

      Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu? " Napolyon birden öfkelenmiş: __ " Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun? " diye bağırmış. Hemen askerlerine, adamcağızı kurşuna dizmelerini emretmiş. Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına dizilmişler. Mermiler namlulara sürülmüş, artık " ateş " emri verilecek. Adamcağız içinden " Ah, ne yaptın sen? " Şimdi ölüp gideceksin diye düşünürken, arkadan bir çift el uzanmış; gözündeki bağı açmış. Karşısında Napolyon varmış. Tek cümleyle cevaplamış Napolyon: __ " İşte böyle bir duyguydu.!

" YAŞAYARAK ÖĞRENMEK, BEDELİ EN YÜKSEK ÖĞRENME BİÇİMİDİR.

Başlık: Ynt: Maymun Hikayesi
Gönderen: mazhar - 14 Aralık 2012, 08:51:58
Çok güzel,teşekkür.
Başlık: Ynt: Maymun Hikayesi
Gönderen: osmanlı - 14 Aralık 2012, 16:36:17
O napolyon bildiğimiz napolyon mu? Bu kadar akıllı olacağını zann etmiyorum. Ama napolyon ibaresini değiştirip anlatbilir güzel bir kıssadan hisse.
Başlık: Pusula
Gönderen: sons - 22 Aralık 2012, 17:14:18
Pusula
 
 Hamdi amca, Mücahit’i bir Cuma namazında camide görmüştü. Namazdan sonra yanına yaklaşarak dedi ki:

—Delikanlı senin gibi gençleri camide görmek, beni umutlandırıyor. Aferin sana hep gel camimize olur mu?

—Efendim, aslında ben bu civarda oturuyorum; ama bu camiye gelmiyordum, bir arkadaşımla başka bir camiye gidiyorduk. Arkadaşım artık benden ayrıldı, ben de bu camiye geleyim dedim.

—Ya neden ayrıldı senden?

—Aslında iyi çocuktur Murat. Babası ölünce bocaladı, etrafında onunla ilgilenecek akrabalarından da kimse olmayınca başıboş ne yapacağını bilemez bir halde sağda solda gezmeye başladı. Bu arada bir kız takılmış peşine, bu istemeyip kaçtıkça kız daha ısrarcı olmuş sonunda kafalamış bizimkini. Dershane falan derken, ilgilenen de olmayınca, önce namazı bıraktı, sonra arkadaşlardan uzaklaştı, şu anda kaybolmak üzere…

—Ne demek kaybolmak evladım, yolu bilmiyor mu bu çocuk?

—Amca, bu arkadaşımın bir tanesi. Böyle çok arkadaşım vardı, hepsi şu an yok, senin anlayacağın, kayıplara karıştılar. Kayıp yani.

—Peki, bu kadar kayıp arasında sen nasıl kaybolmuyorsun?

—Amcacığım benim pusulam var, ben kaybolacağımı anladığım zaman o pusulaya bakıp yolumu düzeltiyorum.

—Bahsettiğin nasıl bir pusulaymış acaba, pek merak ettim. Herkese verelim bu pusuladan da, kaybolmasınlar.

—Bu çok hassas bir pusula, herkeste olsa da, çoğu kullanamıyor. Kullanmayınca da, yönünü bulamıyor.

—Neden ki evlat?

— Ailenin ilgisizliği ve çevrenin olumsuz etkileri gibi bazı sebepler varsa da, bu daha çok nasip meselesi amca, nasip meselesi.

—Seni çok sevdim, ara sıra uğrasan da sohbet etsek, ben hep bu camideyim.

—Ben de sizi sevdim, inşAllah tekrar geleceğim, sizinle sohbet etmek çok güzel. Allahaısmarladık.

—Doğrusu, yıllar var, ben de senin gibi akıllı bir delikanlıyla sohbet etmemiştim. Çok sevindim, var git selametle, gene gel sohbet edelim seninle.

Hamdi amca, hakikaten de yıllardır dişe dokunur bir gençle karşılaşmamıştı. Mücahit’in dediklerini düşünüp, (Gençliğinden beklenmeyecek laflar etti, çok şaşırdım doğrusu, demek hâlâ böyle evlatlar yetişiyormuş) demekten kendini alamadı.



Z. ALKAN

Başlık: Hac'da Yaşanmış Bir Öykü
Gönderen: sons - 22 Aralık 2012, 17:17:37
 

     Kayser Hoca’dan bir dost meclisinde hac hatıraları dinlerken ibretli bulduğum bir olayı sizlere de arzetmek istedim. Söz, sahasında hacca gitme rekoru kıran hocamızın: – Şeytanı taşladık, tuttuğumuz özel otobüsümüze hacıları bindiriyorum. Dışarıda kimsenin kalmadığını anlayınca en son ben biniyorum. Bir de bakıyorum ki, otobüste bir kavga var. Meğer hacının biri yanındaki koltuğu boş tutmuş, buraya bizim için yorulmuş olan hocamız oturacak, demiş. Hiç tanımadığımız bir başka otobüsün hacısı da gelip: – Ben Hoca filan tanımam, özel otobüs ise hiç tanımam. Burada da mı özel otobüs, özel koltuk? Burası Allah’ın ülkesi!. diyerek koltuğa oturmuş. İtiraz edilince de yanındaki hacının ağzına, gözüne yumruğunu insafsızca indirmiş. Bir de baktım ki, bizim hacının yüzü kan revan içinde. Beni istilâ eden öfke ve hiddetimin tesirinden Allah’a sığınarak bizim hacıyı teskin ettim, meçhul hacı ise bu defa yumruğunu bana göstererek:
– Mütevazı rolü oynama bana, cesaretin varsa ben hazırım! diyor, nerdeyse koltuktan kalkıp üzerime atılmaya niyetleniyordu.
Hacıların sabırlı olmaları konusundaki âyetleri hatırladım, hadisleri düşündüm. Mekke’ye gelinceye kadar Rabbi’me sığınarak ayakta bekledim. Harem-i Şerif’in yakınında otobüsten inerken kendimi toparlayıp, hâdisenin şokundan birazcık olsun kurtuldum, tavafa giden mütecâviz hacıya dedim ki:
– Bak, şimdi Harem’e girecek, Allah’ın evinin etrafında tavaf yapacağız. Gel ağzını, burnunu kan içinde bıraktığın hacıyla helallaş, küs gitme. Burası küs gidilecek yer değil.
Ne mümkün. Hacı, ilk andaki hiddet ve şiddetiyle yine ağıza alınmayacak sözler sarfederek Harem-i Şerif’e doğru yürüdü.
Öylesine bir hisse kapıldım ki, ister istemez içimden şu düşünceler geçiyordu:
– Sırtımda şu ihram, karşımda şu Beytullah olmasaydı, ben sana gösterirdim kimin barışması gerektiğini. Ama burası öyle yer değil, hacıyı ikaz eden âyetler, hadisler elimi kolumu bağlıyor.
Ben böyle nefsimle mücadele ederken bir de baktım ki, hacı durakladı. Sanki ayakları yere mıhlanmış gibiydi. Sonra geri döndü, bana doğru düşünceli adımlarla gelmeye başladı. Yaklaşınca baktım, çok değişmişti. İlk sözü şu oldu:
– Barışmaya karar verdim, bir şartla!
– Neymiş o şart, söyle bakayım?
– Hayır, söylemem!
– Söylemediğin şartını nasıl kabul edeyim. Ya yerine getiremeyeceğim bir şart ise?
– Hayır, yerine getirirsin, gücün yeter.
– Peki öyle ise şartını kabul ediyorum.
– Müsaade et, şu mübarek ayaklarından bir öpeyim!
Birkaç saniyelik şaşkınlıktan sonra:
– Ne münasebet, ben ayakları öpülecek kimse değilim, dedim.
O, ısrar etti:
– Hayır, hayır! Sen ayakları öpülecek hocasın. Ben de ayağını öpecek hacı! Senin bu sabrın, bu nefsini yenişin gösteriyor ki, sen ayakları öpülecek insansın. Benim de şu haksızlığım, şu mütecavizliğim gösteriyor ki, ben haksızlık ettiği kimselerin ayaklarına yüzünü sürecek kimseyim. Benim lâyık olduğum da budur! Lütfen sözünde dur ayaklarını öpmeme müsaade et.
* * *
Yaptıklarına derin pişmanlık duyan hacıyı, ayak öpmek üzere yere diz çöktüğü sırada tutup ayağa kaldıran Kayser Hoca, O’nu şefkatle kucaklar, hep birlikte barışırlar, Beytullah’ı tavafa küs olmadan, gönüllerini birleştirmiş olarak giderler.
Böylece bu ibretli olayı tesbit edip tefekkürünüze sunmak da bize düşmüş olur.

alıntı

Başlık: Yetiş Ya ResulAllah!
Gönderen: sons - 22 Aralık 2012, 17:30:39
Yetiş Ya ResulAllah!

Ebû Abdullah Merrakûşî hazretleri, Resûlullah efendimizi vesîle ederek Allahü teâlâdan bir şey istemek, Resûlullah efendimizin yardım ve şefâatlerine kavuşmak husûsunda bir eser yazdığı esnâda başından geçen bir hâdiseyi şöyle nakletti:

"1239 senesinde Sader kalesinden seçkin bir cemâatle berâber çıktık. Yanımızda bize kılavuzluk eden biri vardı. Bir müddet gittikten sonra suyumuz tükendi. Durup su aramaya çıktık. Ben de bu arada ihtiyâcımı görmek için gittim. Bu sırada müthiş bir şekilde uykum geldi. Nasıl olsa giderken beni uyandırırlar deyip, başımı yere koydum. Uyandığımda kendimi çölün ortasında yapayalnız buldum. Arkadaşlarım beni unutup gitmişlerdi. Yalnızlıktan büyük bir korkuya kapıldım. Çölde sağa sola yürümeye başladım. Nerede bulunduğumu, nereye gideceğimi bilemiyordum. Her taraf dümdüz kumdu. Az sonra hava karardı. Yolculuk yaptığımız kâfileden hiçbir iz yoktu. Ben, gece karanlığında yapayalnızdım. Korkum daha da şiddetlendi. Telâşla daha süratli yürümeye başladım. Bir müddet gittikten sonra, çok susamış ve yorulmuş bir hâlde yere düştüm. Artık hayâtımdan ümîdimi kesmiş, ölümümün yaklaştığını hissetmeye başlamıştım. Susuzluk ve yorgunluktan, ızdırap ve elemim son haddine varmıştı. Birden aklıma geldi. Gece karanlığında:

"Yâ ResûlAllah! Yetiş! Senden Allahü teâlânın izniyle yardım etmeni istiyorum!" diye inledim.

Sözümü bitirir bitirmez, birinin bana seslendiğini duydum. Sesin geldiği tarafa baktığımda; gece karanlığında, etrâfına ışıklar saçan, bembeyaz elbiseler giyinmiş, o zamâna kadar hiç görmediğim bir kimsenin beni çağırdığını gördüm. Bana yaklaşıp, elimi tuttu. O ânda bütün yorgunluğum ve susuzluğum kayboldu. Yeniden doğmuş gibi oldum. Ona canım birden ısınıverdi. Elele bir müddet yürüdük. Hayâtımın en tatlı anlarından birini yaşadığımı hissettim. Bir kum tepeciğini aşınca, berâber yolculuk yaptığım kâfilenin ışıklarını görüp, arkadaşlarımın seslerini duydum. Onların yanlarına doğru yaklaştık. Benim bindiğim hayvan en arkada onları tâkib ediyordu. Birden gelip önümde durdu. Bineğimi önümde görünce, sevinç çığlıkları attım. Ben bağırınca, benimle gelen zât elini elimden çekti. Daha sonra elimden tutup bineğime bindirdi.

Sonra da;

"Bizden bir şey isteyeni ve yardım talebinde bulunanı boş çevirmeyiz." diyerek geri dönüp gitti. O zaman onun Resûlullah efendimiz olduğunu anladım. O, geri dönüp giderken, çevresine yaydığı nûrların gece karanlığında göğe doğru yükseldiği görülüyordu. O, gözümden kaybolunca, birden aklım başıma geldi;

"Nasıl olup da ben, Resûlullah efendimizin elini ayağını öpmedim." diye çırpındım. Ama iş işten geçmiş, fırsat elden kaçmıştı.