Sadakat islami Forum

DİNİ KATEGORİLER => FIKIH VE İTİKAD => Konuyu başlatan: muallim - 09 Ağustos 2005, 12:48:40

Başlık: Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ'at İtikadı
Gönderen: muallim - 09 Ağustos 2005, 12:48:40
Bağlı olduğumuz Ehl-i Sünnet İtikadını tam manası ile bilip tasdik etmek gerekir. Aşağıda yazılı olan hususlardan birinde en ufak bir şüphemiz varsa, itikadımızdaki bu yanlışlığı düzeltmek zorundayız. Aksi takdirde Ehl-i Sünnet İtikadından uzaklaşmış oluruz ki bu da bizi cehennem ehlinden yapar. (Hazreti Allah cümlemizi muhafaza eylesin.)

Lütfen aşağıdaki hususları okuyup dil ile ikrar, kalb ile tasdik ediniz!

Ehl-i sünnet itikâdı nedir?
 
Hadis-i şerifte, ümmetin 73 fırkaya ayrılacağı, birisi hariç diğerlerinin Cehenneme gideceği, Cennete gidecek tek fırkanın Peygamber aleyhisselâmın ve Eshâb-ı kirâmın yolundan giden fırka olduğu bildirilmiştir.

İtikatda ayrılık olmaz. İslâm âlimleri, Hadis-i şerifler ve icma ile hâsıl olan hükümleri sistemleştirmişlerdir. Bu sisteme Ehl-i sünnet vel cemaat dendiği bütün mu’teber kitaplarda yazılıdır. Sonradan çıkmış değildir. Tek doğru olan islâm itikadının adıdır.

Allah'ın ezeldeki  sıfatları mahluk ve sonradan olma değildir. Allah'ın sıfatlarının yaratılmış ve sonradan olduğunu  söyleyen, yahut tereddüt eden veya şüphe eden kimse Yüce Allah'ı inkar etmiş olur.

Kur'an-ı Kerim, Allah kelamı olup, mushaflarda yazılı,  kalplerde mahfuz,dil ile okunur ve Hz.Peygamber'e indirilmiştir. Bizim Kur'an-ı Kerim'i teleffuzumuz, yazmamız ve okumamız mahluktur fakat Kur'an mahluk değildir.   Allah'ın Kur'an'da  belirttiği Musa ve diğer Peygamberlerden, firavun ve İblis'ten naklen verdiği  haberlerin hepsi Allah kelamıdır, onlardan haber vermektedir. Kur'an ise Allah'ın kelamı olup, kadim ve ezelidir.

Allah bir şey'dir, fakat diğer şeyler gibi değildir.   O'nun varlığı cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaktan uzaktır.

Allah, eşyayı bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan Önce, ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır.

Allah'ın dilemesi, ilmi, kazası,takdiri ve Levh-i Mahfuz'daki yazısı olmadan, dünya  ve  ahirette  hiçbir şey vaki olmaz.  Ancak onun Levh-i Mahfuz'daki yazısı , hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kaza,  kader  ve dilemek, O'nun nasıl olduğu bilinmeyen  sıfatlarındandır.

Allah, yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir, onun yarattığı zaman  nasıl olacağını bilir,Var olanı,varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir.Allah ayakta duranın ayakta duruş halini,  oturduğu   zaman  da  oturuş halini   bilir.  Bütün bu  durumlarda  Allah'ın ilminde ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey  hasıl olmaz.Değişme ve ihtilaf, yaratılanlardan  olur.

Allah'ın 'Allah Musa'ya hitap etti.' 130 ayetinde belirttiği gibi, Musa  Allah'ın  kelamını  işitti.  Şüphesiz   ki  Allah,   Musa   ile konuşmasından önce de, kelam sıfatı ile muttasıfı.  Yüce   Allah yaratmadan  da  ezelde yaratıcı idi. Allah, Musa'ya hitap ettiğinde, ezelde   sıfatı olan kelamı   ile konuştu. O'nun   sıfatlarının  hepsi, mahlukların   sıfatlarından   başkadır. O bilir, fakat bizim işittiğimiz gibi değil. O kadirdir, fakat bizim gücümüzün yettiği gibi değil.  Biz uzuvlar ve harflerle konuşuruz. Oysaki Allah, uzuvsuz ve harfsiz konuşur. Harfler mahluktur, fakat Allah'ın kelamı mahluk  değildir.

Allah  insanları küfür ve imandan hali olarak yaratmış, sonra Onlara  hitap ederek  emretmiş  ve nehyetmiştir. Kafir olan; Kendi fiili, hakkı  inkar  ve reddetmesi ve Allah'ın yardımını  kesmesiyle  küfre sapmıştır. İman eden  de kendi fiili, ikrarı, tasdiki ve Allah'ın muvaffakiyet ve yardımını ile iman etmiştir.

 Allah Ademin neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış,Onlara akıl vermiş, hitap etmiş, imanı enredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar  da onun Rabb  olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu , onların imanıdır. İşte onlar bu  fıtrat üzerine doğarlar. Bundan  sonra küfre sapan  bu fıtratı değiştirip bozmuş  olur.

 İman ve tasdik  eden de fıtratında  sebat  ve devam  göstermiş  olur.  Allah, kullarının hiç birini iman veya küfre zorlamamış. Onları mü'min veya  kafir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür kulların  fiilleridir. Allah, küfre sapanı, küfrü  esnasında kafir olarak bilir.O kimse daha sonra iman ederse, imanı  halinde  mü'min olarak bilir, ilmi ve sıfatı değişmeksizin  onu sever.

Kulların hareket ve sükün gibi bütün fiilleri hakikatten  kendi Kesbleri (kazançları)'dir.Onların  yaratıcısı   ise Yüce Allah'tır.Onların hepsi Allah'ın dilemesi, ilmi,hükmü  ve kaderi ile olur. Taatların hepsi, Allah'ın emri, muhabbetti, rızası, ilmi,dilemesi, kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Masiyetlerin hepsi de Allah'ın ilmi, kazası , takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber, rızası ve emri değildir.

Peygamberlerin hepsi de (salat ve selam olsun) küçük, büyük günah,küfür ve çirkin hallerden  münezzehtir. Fakat  onların sürçme ve zelleleri vaki olmuştur. Hz.Muhammed(s.a.v) , Allah'ın sevgili kulu, resülü, nebisi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiçbir zaman puta tapmamış , göz açıp kapayacak bir an bile Allah'a ortak  koşmamaktır. O, küçük büyük hiçbir günah işlememiştir.

Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebu Bekr es-Sıddık,  sonra  Ömer  el-Faruk,  sonra  Osman  b.  Affan  Zu'n-Nureyn, daha sonra  Aliyyu'l-Murtaza'dır. Allah  hepsinden razı   olsun. Onlar doğruluk üzere , doğruluktan ayrılmayan, ibadet eden  kimselerdir. Hepsine sevgi ve saygı duyarız. Hz.Peygamber'in ashabının  hepsini Sadece hayırla anarız.

Bir  müslümanı , helal saymaması şartıyla, büyük  günahlardan birini işlemesi ile kafir sayamayız. Bu durumdaki bir kimseden iman ismini  kaldıramayız, ona gerçek amlamda mü'min  deriz. Bir  Mü'minin kafir olamamakla beraber günahkar olması caizdir.  Günahlar, mü'mine zarar  vermez demeyiz. Keza günah işleyen Kimse  Cehennem'e girmez de demeyiz. Dünyadan mü'min olarak ayrılan kimse,fasık da  olsa Cehenem'de ebedi kalacaktır, demeyiz.

 Mürcie'nin  dediği gibi, iyiliklerimiz makbul, kötülüklerimiz  de affetdilmiştir, demeyiz. Fakat kim bütün şartlarına  uygun, müfsit ayıplardan  uzak amel işler   ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü'min olarak ayrılırsa şüphesiz Allah onun amelini zayi etmez, bilakis   kabul eder ve ondan  dolayı sevap verir, deriz.  Allah'a ortak koşmak ve küfür dışında, büyük ve küçük  günah işleyen, fakat tevbe etmeden mü'min   olarak  ölen kimsenin durumu Allah'ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem'de azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba  uğratmaz. Herhangi bir amele riya karıştığı zaman, o amelin ecrini yokeder. Keza ucüb(kendi amelini üsütün görmek)de   böyledir.

Peygamberlerin  mucizeleri ve velilerin kerametleri haktır. Ancak Haberlerde  belirtildiği  üzere İblis, Firavun ve  Deccal gibi Allah düşmanlarına  ait olan, onların şimdiye kadar vukua geliş ve gelecekhallerine mucize  de, keramet de demeyiz.Bu onların  hacetlerini yerine getirmedir. Zira , Allah, düşmanlarının ihtiyaçlarını, onları derece   derece cezaya çekmek ve sonunda cezalandırmak şeklinde yerine getirir. Onlar  da bunu aldanarak azgınlık ve  küfürde haddi aşarlar. Bunların hepsi de caiz  ve  mümkündür.

Yüce Allah yaratmadan önce de yaratıcı, rızık vermeden evvel de rızıklandırıcı idi.

 Allah ahrette görülecektir. Müminler Allahı cennette aralarında mesafe olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyetsiz olarak baş gözleriyle göreceklerdir.

İman; dil ile ikrar kalb ile tasdiktir. Gökte ve yerde bulunanların imanı, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakin ve tasdik  yönünden artar ve eksilir.

Müminler iman ve tevhid hususunda birbirlerine musavidirler. Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdırlar.

İslam Allahın  emirlerine teslim olmak ve itaat etmek demektir. Lugat itibariyle iman ve  islam arasında fark vardır. Fakat islamsız iman imansız da islam olmaz. Onların ikisi de bir şeyin içi ve dışı gibidirler.

Din ise; iman ve şeriatlerin hepsine verilen bir isimdir. Biz, Yüce Allahı kendisini kitabında tavsif ettiği bütün sıfatlarıyla gerçek olarak biliriz.
Hiç kimse Allahın şanına  layık şekilde hakkıyla ibadet etmeğe kadir değildir. Fakat  insan ancak Allahın kitabında, Rasulullahın bildirdiği  ölçüde Allaha ibadet eder.

Bütün müminler; marifet yakin, tevekkül, muhabbet, rıza, korku ve ümit ve iman hususunda birbirlerine musavidirler. Bu konuda imanın dışındaki hususlarda farklılaşırlar.

Allah, kullarına karşı lutufkardır, adildir, kulun hakettiği sevabı lütfuyla kat kat fazlasıyla verir. Kulunu, adaletinin icabı olarak işlediği günahdan dolayı cezalandırır. Keza lütuf olarak bağışlarda.

Peygamberlerin  şefaatı haktır. Peygamberimizin şefaati,  günahkar müminler ve onlardan büyük günah işleyip cezayı hak etmiş olanlar için hakk ve sabittir.

Kıyamet günü amellerin mizanla tartılacağı hususu haktır. Hz.Peygamberin havzı haktır. Kıyamet günü, hasimler  arasında iyilikler, alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır. İyilikler bulunmadığı takdirde kötülüklerin atılması,  hak ve caizdir.

Cennet ve cehennem halen yaratılmıştır, ebediyyen de fani olmayacaklardır.

Yüce Allahın cezası da, sevabı da ebedidir.

Allah dilediğini kendisinin bir lutfu olarak hidayete ulaştırır.  dilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür.  Allahın sapıklığa düşürmesi, hızlanıdır. Hızlanın manası   ise; Allahın razı olacağı şeylerden onun muvaffak kılmayıp, yardımını kesmesidir. Bu Allahın adaleti  gereğidir. Keza, Allahın günahkarları, isyanları sebebiyle cezalandırması da adaleti icabıdır.

Şeytan, mümin kuldan imanı baskı ve cebirle alır, dememiz doğru değildir. Fakat kul imanı terkederse şeytan da onun imanını alır, deriz.

Kabirde Münkerle Nekirin sualleri haktır. Kabirde ruhun  cesde iade edilmesi haktır. Bütün kafirler ve asi müminler için kabir sıkıntısı ve azabı haktır.

Alimlerin, Allahın sıfatlarını farsça(Arapçadan başka bir  dille) söylemeleri caizdir. Fakat Yed yani el kelimesi,  Allahın sıfatı olarak söylenemez. Fakat fasça olarak Ruy-i Huda Allahın yüzü demek değil, keramet ve zillet manasındadır. İtaatli olarak kul, Allaha keyfiyetsiz olarak, asi kul ise keyfiyetsiz olarak Allahtan uzak olur. Yakınlık,  uzaklık ve yönelmek yalvaran kula racidir. Keza, cennette    komşuluk ve Allahın önünde bulunmak, keyfiyetsiz  şeylerdir.

Kuran Allahın rasulüne indirilmiş olup, mushaflarda yazılıdır.
Kemal manasında Kuran ayetlerinin hepside fazilet ve büyüklük bakımından. Birbirine müsavidir. Fakat  bazısında zikir ve zikredilen fazileti bahis konusudur. Ayetel  kürsi buna misaldir. Burada zikredilen Allahın yüceliği, azameti ve sıfatlarıdır. Bu ayette hem zikir, hem de zikredilenin fazileti olarak, iki fazilet biraraya gelmiştir. Bu  kısımda ise sadece zikir fazileti vardır. Kafirlerin kıssalarında olduğu gibi, bu ayetlerde zikredilenin bir  fazileti yoktur, Çünkü zikredilenler kafirlerdir. Keza Allahın  isim ve sıfatlarının hepsi de azamet ve fazillette musavidir,  aralarında farklılık yoktur.

İnsan tevhid ilminin inceliklerinden herhangi birinde güçlükle karşılaşırsa, sorup öğreneceği bir alim buluncaya  kadar, Allah katında doğru olana inanması gerekir. Böyle bir kimseyi arayıp bulmakta gecikmesi değildir. Bu hususta tereddüd edilerek beklemek mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek beklerse kafir olur.

Mirac haberi haktır. Onu reddeden kısmlarına göre kafir,sapık ve bidatcı olur.

Deccalın, yecüc ve mecucun ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması,Hz.İsanın gökten inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alametlerinin hepsi de hakktır.

Yüce Allah dilediğini doğru yola hidayet eder.

Muhammed aleyhisselam son peygamberdir. Ondan sonra peygamber gelmez.
Başlık: Eshâb-ı kirâmı kötülemek câiz midir?
Gönderen: muallim - 09 Ağustos 2005, 12:53:19
Eshâb-ı kirâmı kötülemek câiz midir?
 
Müslümanlar, Eshâb-ı kirâmın tamamını severler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

Eshâbım konuşulurken dilinizi tutunuz!
Ümmetimin en kötüsü, Eshâbıma dil uzatmağa cesaret edenlerdir.
Eshâbıma dil uzatanlara, onlara söğenlere Allah la’net eylesin!
Eshâbımı incitmekte Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra onları kötü bilmeyiniz! Onları seven, beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten beni incitir. Beni inciten de Allahü teâlâya eziyet etmiş olur ki, buna azap eder.

Bu hadis-i şeriflerin hepsi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât isimli kıymetli kitabında vardır. Ne idiğü belli olmayan kitapları almak uygun değildir. Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki:

Eshâbım arasında fitne olacaktır. 0 fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine afv ve mağfıret edecektir. Sonra gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshâbıma dil uzatarak Cehenneme gireceklerdir.
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: muallim - 09 Ağustos 2005, 12:55:22
Îmânın sahih, makbul ve mu’teber olması için  şartlar nelerdir?

1— İmânda devamlı ve sabit olmak.
Üç sene sonra müslümanlıktan çıkacağım derse, o andan itibaren müslümanlıktan çıkmıştır.

2— Havf ve reca arasında olmak.
Allahü teâlânın azabından korkmalı ve rahmetini ümit etmelidir. Bir kimse, ben muhakkak Cennetliğim diyerek, Allahü teâlâdan korkmazsa veya ben çok günahkârım Cehenneme gideceğim diyerek Cenab-ı Hakkın rahmetinden ümidini keserse imân nûru söner.

3— Can boğaza gelmeden imân etmek
Can boğaza gelince âhıret işleri müşahede edilir. 0 zaman bütün gayr-i müslimler hakikatı görünce hemen îmân ederler, ama kabul olmaz. Çünkü îmân gaybidir. Ölmek üzere iken Cenneti Cehennemi görünce (Demek ki âhıret varmış, iman ettim) demek mu’teber olmaz. Fakat bu anda bile mü’minin yaptığı tevbe kabul olur.

4— Güneş batıdan doğmadan önce îmân etmek Âhır zamanda dünya yörüngesinden çıkıp başka bir yörüngeye girdiği zaman güneş batıdan doğup doğudan batacaktır.

5- Gaibi yalnız Allahü teâlânın bildiğine inanmak
Gaibi yalnız Allahü teâlâ bilir. Bir de onun bildirdikleri bilir. Melekler, cinler ve peygamberler de gaibi bilemez. Fakat Allahü teâlânın bildirdiği sâlih bir kulu da bilebilir.

6— Zaruretsiz ve kasten îmândan bir hükmü reddetmemek
Küfrü icap ettiren söz veya başka şeyleri kullanmamalıdır. Kısacası tahkiri icap eden şeyi ta’zim, ta’zim icap eden şeyi tahkir ederse îmân dairesinden çıkar.

7— Dinde zaruri bir şeyde şüphe ve tereddüt etmemek
Acaba namaz farz mıdır, kumar haram mıdır. Kur’ kerim kelâm-ı ilâhi midir? gibi bir hükümde şüphe eden kimse, îmândan çıkar.
Meşhur bir harama helal, meşhur bir helâla haram demek îmândan çıkmağa sebeptir.

8— İtikadını İslâm dininden almak
Tarihçilerin, felsefecilerin, fencilerin bildirdiği şekilde değil, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği şekilde iman etmek lâzımdır.

9— Hubbi fihlâh, buğd-ı fillâh üzere olmak
Sevgi ve buğzu yalnız Allahü teâlâ için olmalıdır.

10— Ehl-i sünnet vel cemaata uygun itikad etmek
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: muallim - 09 Ağustos 2005, 12:58:18
Ehl-i Sünnet Olabilmenin Şartları Nelerdir?
 
1) Kur’ân-ı kerimin kelâm-ı ilâhi olduğuna inanmak.
2) Kendi îmânından şüphe etmemek.
3) Eshâb-ı kirâmın tamamını sevmek, hiç birine dil uzatmamak.
4) Cennette mü’minlerin Allahü teâlâyı göreceğine inanmak.
5) Fıskı bilinmeyen her îmâmın arkasında namaz kılmak.
6) Ehl-i kıbleyi tekfir etmemek. (Dinde bilinmesi zaruri lâzım olan şeylere inanmıyanlar mü’min değildir.)
7) Ameli îmândan parça bilmemek. (Günah işleyen kimseye kâfir dememek.)
8.) Mest  üzerine meshin dinden olduğunu kabul etmek.
9) İyilik ve kötülüğün, hayır ve şerrin Allahü teâlânın takdiri ile olduğuna inanmak
10) Mir’acın ruh ve beden ile olduğuna inanmak, Şefa’ate inanmak, Kabr azabının ruh ve bedene olacağına inanmak.
Başlık: Ehl-i sünnetin başlıca prensipleri nelerdir?
Gönderen: muallim - 09 Ağustos 2005, 12:59:57
Ehl-i sünnetin başlıca prensipleri nelerdir?
 
İmâmı A‘zam hazretleri,  Ehl-i sünneti şöyle bildirmiştir:

1.Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’i ümmetin en üstünü tutmak,
2.Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali’yi sevmek
3.Hayrın ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmak. Allahın yaratmasıyle meydana geldiğine, kul iyilik isteyince Cenab-ı Hakkın yaratıp râzı olduğuna, kötülük isteyince yaratıp razı olmadığına inanmak,
4.Mest üzerine meshi câiz görmek,
5.Günah işleyenlere kâfir dememek.

Bu beş i’tikad ile, Ehl-i sünnet diğer, sapık mezheplerden ayrılmaktadır.
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: muallim - 10 Mart 2006, 12:49:16
kısa kısa ehli sunnet tabirlerini ve anlamlarını ele almaya calısalım....
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: muallim - 10 Mart 2006, 12:50:11
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat" ne demektir?

"Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine ve ashâbının (r.a) yoluna bağlı olan ve onların izlediği dini yol ve metodu benimseyenler. Kitap ve Sünnet üzerinde ittifak etmiş, ihtilâf ve tefrikadan sakınmış, dinde münakaşaya sebep olan  hususlarda aklı değil, Kitap ve Sünneti kaynak alan, nasları esas kabul eden topluluk. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine tâbı olanlara ehl-i sünnet; onun sahâbîlerini âdil kabul ederek onların din hususundaki metodunu takip edenlere de ehl-i cemaat ikisine birlikte "ehl-i sünnet ve'l-cemaat" denilmiştir"
Başlık: Allah RAZI OLSUN
Gönderen: Oruc_Reis - 11 Mart 2006, 15:44:57
Allah razi olsun kardesim

Buyazdiklarina butun sitenin ihtiyaci vardi  ehli sunnet i guzel bisekil de  anlattiniz  guzel kardeim  


selematle kardesim
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: muallim - 13 Mart 2006, 17:00:11
Hz. Peygamber (s.a.s.), "size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin" buyurmuştur (Müslim, 412, İbn Mâce, Mukaddime, 1). Sünnete bağlılık, dinî bir zorunluluktur. Kur'an bize yeterlidir düşüncesiyle sünneti ihmal etmek tarih boyunca bütün bid'at fırkalarının ortak özelliği olan gizli bir hıyanet çeşididir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu durumun ileride ortaya Sıkacağını haber vererek, dinî hiçbir kaygısı olmayan bu insanlardan bizi sakındırmıştır. "Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size "Kur'an yeterlidir; Kur'an neyi helâl kılmışsa onu helâl bilin, neyi haram kılmışsa onu haram bilin" diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz olsun, dikkatli olun: Bana Kur'an ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir" (Ebû Dâvûd, Sünne, 6, Ahmed b. Hanbel, IV, 131).

İmrân b. Husayn (r.a.), bize Kur'an yeterlidir, sünnete gerek yoktur, diyen bir adama şöyle seslenir: "Ahmak herif: sen Kur'an'da öğlen namazının dört rekât olduğunu, kıraatinin gizli okunacağının hükmünü bulabilir misin? Kur'an bize Sok şeyleri müphem bırakmış, sünnet onları açıklamıştır." Abdullah b. Mesud (r.a.) "Allah'ın, yaradılış şeklini değiştirenlere lânet ettiğini" haber verirken bir kadın "bunlar Kur'an da var mı?" diye sorar. Abdullah b. Mesud şöyle der: "Var tabii, sen şu âyeti okumuyor musun": "Rasûlullah size neyi emrederse onu yerine getiriniz neyi yasaklarsa ondan kaçınınız'' (el-Haşr, 59/7; Abdullah b. Zeyd, Sünnetü'r-Resûl Şakîkatu'l-Kur'ân, s.54).

Hz. Peygamber sünnetine uyulmasını emrettiği gibi, kendi ashabına da uyulmasını emir buyurmuştur. Ashâba uyulduğu takdirde, insanları doğru yola götüren gökteki yıldızlara benzetilmiştir. "İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidâyete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerinin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, âdeta dişlerinizle tutun, sonradan çıkacak şeylerden sarılın. Çünkü her uydurma, bid'at; her bid'at sapıklıktır" (Ebû Dâvûd, Sünne, 5).
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: muallim - 13 Mart 2006, 17:02:12
Alıntı yapılan: "muallim"

İmrân b. Husayn (r.a.), bize Kur'an yeterlidir, sünnete gerek yoktur, diyen bir adama şöyle seslenir: "Ahmak herif: sen Kur'an'da öğlen namazının dört rekât olduğunu, kıraatinin gizli okunacağının hükmünü bulabilir misin? Kur'an bize Sok şeyleri müphem bırakmış, sünnet onları açıklamıştır."



buradaki hitab sekline dikkatinizi cekmek istiyorum. "Sadece Kuran vardır Sünnet yoktur. kurana gore amel edilir" diyenler için kullanılan hitab nasıl.

Onlar Ahmaklardandır...
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: Oruc_Reis - 14 Mart 2006, 13:52:51

hem de halis muglis ahmaklardan ......
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: muallim - 14 Mart 2006, 15:14:43
Kur'an-ı Kerim'de de sahâbîler hakkında şöyle buyurulur:

"İlk iman eden, en ön safta bulunan muhacirlerle ensar ve onlara iyilikle tabı olanlardan, Allah razı oldu. Onlar da Allah'dan razı oldular. Allah onlar için ebedî kalacakları, altında ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur" (et-Tevbe, 9/100).

Allah'ın sahabeleri, övmesi, sonradan gelen ümmetin onlara tabı olmasını, övülmek için onlara uyun, onlar gibi olun, manasını zımnen ifade eder. Sahabelerden sonra gelen Tabiîn cemaâtından da iyilikle sahabelere uyanların; Allahu Tealâ'nın övgüsüne dahil olduğunu görüyoruz.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde bunu şöyle açıklar: "Ümmetimin en hayırlı dönemi, benim içinde yaşadığım dönemdir. Sonra da onların peşinden gelenlerin dönemidir" (Buhâri, Fedâilu's-Sahâbe, 1).

Sahâbilerin Allah ve Rasûlü tarafından övülmesi, sonrakilerin de onların yoluna iyilikle uymak kaydıyla bu övgüye dahil olması hadis-i şeriflerinde uyulması tavsiye edilen "cemaât"ın, sahâbîler ve tabiin cemaâtı olduğunu gösteriyor.
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: muallim - 29 Mayıs 2006, 13:51:37
bu konuda yazılmış en muteber kitab  Emali dir. Emali de yer alan beyitlerden yararlanarak tam olarak ehli sunnet itikadının ne oldugunu anlayabiliriz. itikadımız sağlam olmuş olur...

Bu alanda yazılmış pek çok açıklama vardır. Aliyyül Kari hazretlerinin serhi ile konumuzu aydınlatalım insAllah...
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: muallim - 29 Mayıs 2006, 13:53:54
Allah  insanları küfür ve imandan hali olarak yaratmış, sonra Onlara  hitap ederek  emretmiş  ve nehyetmiştir. Kafir olan; Kendi fiili, hakkı  inkar  ve reddetmesi ve Allah'ın yardımını  kesmesiyle  küfre sapmıştır. İman eden  de kendi fiili, ikrarı, tasdiki ve Allah'ın muvaffakiyet ve yardımını ile iman etmiştir. Allah Ademin neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış,Onlara akıl vermiş, hitap etmiş, imanı enredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar  da onun Rabb  olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu , onların imanıdır. İşte onlar bu  fıtrat üzerine doğarlar. Bundan  sonra küfre sapan  bu fıtratı değiştirip bozmuş  olur.

İman ve tasdik  eden de fıtratında  sebat  ve devam  göstermiş  olur.  Allah, kullarının hiç birini iman veya küfre zorlamamış. Onları mü'min veya  kafir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür kulların  fiilleridir. Allah, küfre sapanı, küfrü  esnasında kafir olarak bilir.O kimse daha sonra iman ederse, imanı  halinde  mü'min olarak bilir, ilmi ve sıfatı değişmeksizin  onu sever.


Kulların hareket ve sükün gibi bütün fiilleri hakikatten  kendi Kesbleri (kazançları)'dir.Onların  yaratıcısı   ise Yüce Allah'tır.Onların hepsi Allah'ın dilemesi, ilmi,hükmü  ve kaderi ile olur. Taatların hepsi, Allah'ın emri, muhabbetti, rızası, ilmi,dilemesi, kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Masiyetlerin hepsi de Allah'ın ilmi, kazası , takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber, rızası ve emri değildir.


Peygamberlerin hepsi de (salat ve selam olsun) küçük, büyük günah,küfür ve çirkin hallerden  münezzehtir. Fakat  onların sürçme ve hataları vaki olmuştur.


Hz.Muhammed , Allah'ın sevgili kulu, resülü, nebisi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiçbir zaman puta tapmamış , göz açıp kapayacak bir an bile Allah'a ortak  koşmamaktır. O, küçük büyük hiçbir günah işlememiştir.


Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebu Bekr es-Sıddık,  sonra  Ömer  el-Faruk,  sonra  Osman  b.  Affan  Zu'n-Nureyn, daha sonra  Aliyyu'l-Murtaza'dır. Allah  hepsinden razı   olsun. Onlar doğruluk üzere , doğruluktan ayrılmayan, ibadet eden  kimselerdir. Hepsine sevgi ve saygı duyarız. Hz.Peygamber'in ashabının  hepsini Sadece hayırla anarız.


Bir  müslümanı , helal saymaması şartıyla, büyük  günahlardan birini işlemesi ile kafir sayamayız. Bu durumdaki bir kimseden iman ismini  kaldıramayız, ona gerçek amlamda mü'min  deriz. Bir  Mü'minin kafir olamamakla beraber günahkar olması caizdir.  Günahlar, mü'mine zarar  vermez demeyiz. Keza günah işleyen Kimse  Cehennem'e girmez de demeyiz. Dünyadan mü'min olarak ayrılan kimse,fasık da  olsa Cehenem'de ebedi kalacaktır, demeyiz. Mürcie'nin  dediği gibi, iyiliklerimiz makbul, kötülüklerimiz  de affetdilmiştir, demeyiz. Fakat kim bütün şartlarına  uygun, müfsit ayıplardan  uzak amel işler   ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü'min olarak ayrılırsa şüphesiz Allah onun amelini zayi etmez, bilakis   kabul eder ve ondan  dolayı sevap verir, deriz.  


Allah'a ortak koşmak ve küfür dışında, büyük ve küçük  günah işleyen, fakat tevbe etmeden mü'min   olarak  ölen kimsenin durumu Allah'ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem'de azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba  uğratmaz. Herhangi bir amele riya karıştığı zaman, o amelin ecrini yokeder. Keza ucüb(kendi amelini üsütün görmek)de   böyledir.


Peygamberlerin  mucizeleri ve velilerin kerametleri haktır. Ancak Haberlerde  belirtildiği  üzere İblis, Firavun ve  Deccal gibi Allah düşmanlarına  ait olan, onların şimdiye kadar vukua geliş ve gelecekhallerine mucize  de, keramet de demeyiz.Bu onların  hacetlerini yerine getirmedir. Zira , Allah, düşmanlarının ihtiyaçlarını, onları derece   derece cezaya çekmek ve sonunda cezalandırmak şeklinde yerine getirir. Onlar  da bunu aldanarak azgınlık ve  küfürde haddi  aşarlar. Bunların hepsi de caiz  ve  mümkündür.
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: muallim - 29 Mayıs 2006, 13:56:54
belki de zamanımızı en fazla mesgul eden bilen bilmeyen herkesin birşeyler soylediği bir akaid konusunu daha paylasalım...

***

Deccalın, yecüc ve mecucun ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hz.İsanın gökten inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alametlerinin hepsi de hakktır.


***


Yüce Allah dilediğini doğru yola hidayet eder.
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: tarihman - 18 Temmuz 2006, 02:14:56
Çok güzel ve bir o kadarda faydalı bilgiler. Eline sağlık. Allah razı olsun.
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: Oruc_Reis - 19 Eylül 2006, 14:28:43
Alıntı yapılan: "tarihman"
Çok güzel ve bir o kadarda faydalı bilgiler. Eline sağlık. Allah razı olsun.


Allah razı olsun kardesım Elıne saglık
 :oops:
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: gurbetci - 03 Haziran 2007, 03:18:26
Alıntı yapılan: "tarihman"
Çok güzel ve bir o kadarda faydalı bilgiler. Eline sağlık. Allah razı olsun.
Başlık: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: suhup - 30 Haziran 2007, 01:54:08
Allah razı olsun..
Başlık: Ynt: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: müteallim - 26 Aralık 2007, 01:36:02
İSLAM BİLGİLERİ İKİYE AYRILIR

Müslimânların, beşikden mezâra kadar, ilm öğrenmesi lâzımdır. Müslimânların öğrenmesi lâzım olan ilmlere (Ulûm-i İslâmiyye) denir. Ulûm-i islâmiyye, ya’nî islâm bilgileri ikiye ayrılır:

1 — Ulûm-i Nakliyye, 2 — Ulûm-i akliyye.

1 — Ulûm-i nakliyye: Bunlara din bilgileri de denir. Bu bilgiler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından okuyarak öğrenilir. Din âlimleri, bu bilgileri, (Edille-i şer’ıyye) denilen dört kaynakdan almışlardır. Bu dört kaynak, Kur’ân-ı kerîm ve Hadîs-i şerîfler ve İcmâ’-ı ümmet ve Kıyâs-i fükahâdır.

Din bilgileri de iki kısma ayrılır: (Ulûm-i âliyye), ya’nî yüksek din bilgileri ve (Ulûm-i ibtidâiyye), ya’nî âlet ilmleri. Yüksek din bilgileri sekiz kısma ayrılır:

I: İlm-i tefsîrdir. Bu ilmin mütehassıslarına (Müfessir) denir. Müfessir demek, kelâm-ı ilâhîden, murâd-ı ilâhîyi anlıyan derin âlim demekdir.

II: İlm-i üsûl-i hadîsdir. Bu ilm, hadîslerin cinslerini ayırır. Hadîs-i şerîflerin çeşidleri, (Se’âdet-i ebediyye) kitâbı, ikinci kısm, altıncı maddede yazılıdır.

III: İlm-i hadîsdir. Bu ilm, Peygamberimizin “sallAllahü aleyhi ve sellem” sözlerini, hareketlerini ve hâllerini inceler.

IV: İlmi üsûl-i kelâmdır. Bu ilm, kelâm ilminin, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarılacağını anlatır.

V: İlm-i kelâmdır. Kelâm ilmi, kelime-i şehâdeti ve kelime-i tevhîdi ve bunlara bağlı olan îmânın altı şartını anlatır. Bunlar, kalb ile îmân edilmesi lâzım olan bilgilerdir. Kelâm âlimleri, Üsûl-i kelâm ve kelâm bilgilerini birlikde yazmağı âdet etmişlerdir. Câhiller bunun için, bu iki ilmi tek bir kelâm ilmi sanmakdadır.

VI: İlm-i üsûl-i fıkhdır. Bu ilm, fıkh bilgilerinin, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarılacağını bildirir.

VII: İlm-i fıkhdır. Bu ilm, (ef’âl-i mükellefîn)i, ya’nî âkıl, bâlig olanların, beden ile nasıl hareket [ibâdet] edeceğini bildirir. Beden için lâzım olan bilgilerdir. (Ef’âl-i mükellefîn), farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubâh, harâm, mekrûh ve müfsid olmak üzere sekiz kısm ise de, kısaca üçe ayrılabilir: Emr edilen işler, yasak edilen işler, mubâh olanlardır.

VIII: İlm-i tesavvufdur. Bu ilme, (İlm-i ahlâk) da denir. Kalb ile yapılması emr ve yasak edilen şeyleri bildirdiği gibi, îmânın vicdânîleşmesini ve fıkh işlerinin, seve seve ve kolaylıkla yapılmasını ve ma’rifete kavuşmağı sağlar.

Erkek ve kadın her müslimânın bu sekiz bilgiden, kelâm, fıkh ve tesavvuf bilgilerini, ya’nî (İslâmiyyet)i lüzûmu kadar öğrenmesinin farz-ı ayn olduğunu, öğrenmemek, suç, günâh olduğunu, (Hadîka) kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” üçyüzyirmiüçüncü sahîfesinde ve İbni Âbidîn önsözünde bildirmişlerdir.

2 — Ulûm-i akliyye: Bunlara tecribî ilmler de denir. Bunlar, fen bilgisi, edebiyyat bilgisi olarak ikiye ayrılır. Müslimânların, bu ilmleri öğrenmeleri farz-ı kifâyedir. Dînî bilgileri ise, lâzım olanları ve harbde kullanılan silâhları öğrenmek farz-ı ayndır. Lüzûmundan fazla olanları ve harbde kullanılan silâhlarda, mütehassıs olmak farz-ı kifâyedir. Bir şehrde bu bilgileri bilen bir âlim, yapan san’at merkezleri bulunmazsa, şehrde bulunanların hepsi ve hükûmet adamları günâhlı olurlar.

Din bilgileri zemânla değişmez. Kelâm bilgilerinde fikr yürüterek yanılmak, yanlış düşünmek, özr olmaz, suç olur. Fıkhdaki işlerde, islâmiyyetin gösterdiği özrlerle, islâmiyyetin bildirdiği değişikliklerden, kolaylıklardan istifâde olunur. Kendi düşüncesi, görüşü ile değişiklik yapmak, din işlerinde reform yapmak hiç câiz değildir. Dinden çıkmağa sebeb olur. Ulûm-i akliyyede değişiklik, yenilik, ilerlemek câizdir. Bunları kâfirlerden de arayıp, bulup öğrenmek, yapmak lâzımdır.

Me’ârif nâzırı esseyyid Ahmed Zühdü pâşanın “rahmetullahi teâlâ aleyh” toplamış olduğu (Mecmû’a-i Zühdiyye) kitâbının başındaki yazıyı aşağıya yazıyoruz:

Fıkh kelimesi, arabcada, fekıha yefkahü şeklinde kullanılınca, ya’nî dördüncü bâbdan olunca bilmek, anlamak demekdir. Beşinci bâbdan olunca, islâmiyyeti bilmek, anlamak demekdir. Ahkâm-ı islâmiyyeyi bilen âlimlere (Fakîh) denir. Fıkh ilmi, insanların yapması ve yapmaması lâzım olan işleri bildirir. Bu ilme (Ahkâm-ı islâmiyye) de denir. Fıkh bilgileri, Kur’ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîflerden, icmâ’-ı ümmetden ve kıyâsdan meydâna gelmekdedir. Eshâb-ı kirâmın veyâ bunlardan sonra gelen müctehidlerin söz birliğine (İcmâ’-ı ümmet) denir. Kur’ân-ı kerîmden veyâ hadîs-i şerîflerden veyâ icmâ-ı ümmetden çıkarılan ahkâm-ı islâmiyyeye (Kıyâs-ı fükahâ) denir. Bir işin, halâl veyâ harâm olduğu, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden anlaşılmazsa, bu iş, bilinen başka bir işe benzetilir. Böyle benzetmeğe (Kıyâs) denir. Kıyâs yapmak için, o işi halâl veyâ harâm yapan sebebin, birinci işde de bulunması lâzımdır. Bunu da, ictihâd derecesine yükselmiş âlimler “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” anlıyabilir.

Fıkh ilmi çok genişdir. Hepsi, dört büyük kısma ayrılır.

1 — İbâdât olup, beşe ayrılır: Nemâz, oruc, zekât, hac, cihâd. Herbirinin dalları çokdur. Görülüyor ki, cihâda hâzırlanmak ibâdetdir. Peygamberimiz “sallAllahü aleyhi ve sellem” din düşmanları ile cihâdın iki dürlü olduğunu bildiriyor. İş ile, söz ve yazı ile. İş ile cihâda hâzırlanmak, yeni silâhları yapmasını ve kullanmasını öğrenmek farzdır. Bu cihâdı devlet yapar. Milletin, devlet kanûnlarına, emrlerine uyarak cihâda iştirâk etmesi farzdır. Zemânımızda ikinci savaş, ya’nî dinsizlerin yazı ile, film ile, radyo ile, her çeşid propaganda ile saldırması aldı, yürüdü. Buna da karşı koymak cihâddır.

2 — Münâkehât: Evlenme, boşanma, nafaka ve dahâ nice dalları vardır.

3 — Mu’âmelât olup, alış-veriş, kirâ, şirketler, fâiz, mirâs... gibi birçok bölümleri vardır.

4 — Ukûbât, ya’nî cezâlar olup, başlıca beşe ayrılmakdadır. Kısâs, sirkat, zinâ, kazf, riddet, ya’nî mürted olmak cezâlarıdır. [Bu dört kısm, (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında geniş bildirildi.]

Fıkhın ibâdât kısmını kısaca öğrenmek, her müslimâna farzdır. Münâkehât ve mu’âmelât kısmlarını öğrenmek, farz-ı kifâyedir. Ya’nî, başına gelenlerin öğrenmesi farz olur. Tefsîr, hadîs ve kelâm ilmlerinden sonra, en şerefli ilm, fıkh ilmidir. Aşağıdaki altı hadîs-i şerîf, fıkhın ve fıkh âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” şerefini göstermeğe kâfidir:

(Allahü teâlâ, bir kuluna iyilik etmek isterse, onu fakîh yapar).

(Bir kimse fakîh olursa, Allahü teâlâ, onun özlediği şeyleri ve rızkını, ummadığı yerlerden gönderir).

(Allahü teâlânın en üstün dediği kimse, dinde fakîh olandır).

(Şeytâna karşı bir fakîh, bin âbidden (İbâdet çok yapandan) dahâ kuvvetlidir).

(Herşeyin dayandığı bir direk vardır. Dînin temel direği, fıkh bilgisidir).

(İbâdetlerin efdali, en kıymetlisi, fıkh öğrenmek ve öğretmekdir).

İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin üstünlüğü “rahmetullahi teâlâ aleyh”, bu hadîs-i şerîflerden de anlaşılmakdadır.

Hanefî mezhebindeki ahkâm-ı dîniyye, Eshâb-ı kirâmdan olan Abdüllah ibni Mes’ûddan “radıyAllahü anh” başlıyan yol ile meydâna çıkarılmışdır. Ya’nî mezhebin reîsi olan imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi teâlâ aleyh”, fıkh ilmini, Hammâddan, Hammâd da, İbrâhîm-i Neha’îden, bu da, Alkamadan, Alkama da, Abdüllah bin Mes’ûddan, bu da Resûl-i ekremden “sallAllahü aleyhi ve sellem” almışdır.

Ebû Yûsüf, İmâm-ı Muhammed Şeybânî, Züfer bin Hüzeyl ve Hasen bin Ziyâd, hep İmâm-ı a’zamın talebeleridir “rahimehümullah”. Bunlardan imâm-ı Muhammed, din bilgilerinde, bin kadar kitâb yazmışdır. Hicretin 135 senesinde tevellüd, 189 [m. 805] da Rey şehrinde vefât etmişdir. Talebesinden olan imâm-ı Şâfi’înin annesini nikâh etdiği için, ölünce, bu kitâbları, imâm-ı Şâfi’îye mirâs kalarak, imâm-ı Şâfi’înin bilgisinin artmasına hizmet etmişdir. Bunun için, imâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Yemîn ederim ki, fıkh bilgim imâm-ı Muhammedin kitâblarını okumakla artdı. Fıkh bilgisini derinleşdirmek isteyen, Ebû Hanîfenin talebesi ile berâber bulunsun) dedi. Bir kerre de, (Bütün müslimânlar, İmâm-ı a’zamın ev halkı, çoluk çocuğu gibidir) buyurdu. Ya’nî bir adam çoluk çocuğunun nafakasını kazandığı gibi, İmâm-ı a’zam da, insanların, işlerinde muhtâc oldukları din bilgilerini meydâna çıkarmağı kendi üzerine almış, herkesi güç bir şeyden kurtarmışdır.

İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh” fıkh bilgilerini toplıyarak, kısmlara, kollara ayırdığı ve üsûller, metodlar koyduğu gibi, Resûlullahın “sallAllahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” bildirdiği i’tikâd, îmân bilgilerini de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi. Talebesinden, (ilm-i kelâm) ya’nî îmân bilgileri mütehassısları yetişdi. Bunlardan imâm-ı Muhammed Şeybânînin yetişdirdiklerinden, Ebû Bekr-i Cürcânî meşhûr oldu. Bunun talebesinden de, Ebû Nasr-ı İyâd, kelâm ilminde, Ebû Mensûr-i Mâtürîdîyi yetişdirdi. Ebû Mensûr, İmâm-ı a’zamdan gelen kelâm bilgilerini kitâblara yazdı. Yoldan sapmış olanlarla çarpışarak, Ehl-i sünnet i’tikâdını kuvvetlendirdi. Her tarafa yaydı. Üçyüzotuzüç 333 [m. 944] senesinde, Semerkandda vefât etdi.  Bu büyük âlim ile Ebül-Hasen-i Eş’arî adındaki âlime, Ehl-i sünnetin (i’tikâdda mezheb imâmları) denir.
Başlık: Ynt: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: ben biryolcuyum - 07 Mart 2008, 17:57:53
burda paylaştığınınız bu güzel konuyu çok güzel bir şekliyle izah ettiğiniz için Allah razı olsun itikat düzgün olduğu zaman diğer meselelerde ki hataları mevlam afveder
öyle ümit ediyorum.aslolan itikadi konular iyi bir şekilde öğrenip itikattaki hataları tashih etmektir.cenabı hak ehli-sünnet itikadını tam olarak yaşamayı nasip etsin.ehli sünnet tabiki diğer bozuk itikatlardan farlıdır.burada bunun ehemmiyetine binaen bahsettiğiniz için çok çokteşekkür ederim Allah razı olsun.
Başlık: Ynt: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: mazlum - 26 Eylül 2010, 06:07:47
Mubarekler su olup akmislar , yazilariniz  üzerimize hic agirlik vermeden ,
muhabbetle okunuyor , vesselam .
Başlık: Ynt: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: michaelwinchester - 21 Ekim 2010, 21:36:44
Allah razı olsun. Allah dinden ayırmasın sapıklardan yapmasın.
Başlık: Ynt: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: Mahi - 17 Aralık 2010, 01:06:36
Çok güzel ve bir o kadarda faydalı bilgiler. Eline sağlık. Allah razı olsun.
Başlık: Ynt: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: ihvan - 17 Aralık 2010, 08:41:28
önemli çok önemli.zamanımızdaki sinsi ehli sünet düşmanlarını iyi tanımak lazım..
Başlık: Ynt: Ehli Sünnet İtikadı
Gönderen: Mücteba - 17 Aralık 2010, 12:09:41
Eshâb-ı kirâmı kötülemek câiz midir?
 
Müslümanlar, Eshâb-ı kirâmın tamamını severler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

Eshâbım konuşulurken dilinizi tutunuz!
Ümmetimin en kötüsü, Eshâbıma dil uzatmağa cesaret edenlerdir.
Eshâbıma dil uzatanlara, onlara söğenlere Allah la’net eylesin!
Eshâbımı incitmekte Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra onları kötü bilmeyiniz! Onları seven, beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten beni incitir. Beni inciten de Allahü teâlâya eziyet etmiş olur ki, buna azap eder.

Bu hadis-i şeriflerin hepsi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât isimli kıymetli kitabında vardır. Ne idiğü belli olmayan kitapları almak uygun değildir. Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki:

Eshâbım arasında fitne olacaktır. 0 fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine afv ve mağfıret edecektir. Sonra gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshâbıma dil uzatarak Cehenneme gireceklerdir.

Allah Razı olsun muallim.
Bazı ehli sünnet alimlerinin neden Kerbela hakkında ısrarla konuşmaktan imtina ettiklerini anlamış olduk.
Başlık: Ynt: Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ'at İtikadı
Gönderen: hikem1 - 21 Temmuz 2012, 19:31:38
EMREDiLEN SIRÂT-i MÜSTAKÎM FELSEFÎ YOLLARLA BAGDASMAZ



EMREDiLEN SIRÂT-i MÜSTAKÎM FELSEFÎ YOLLARLA BAGDASMAZ
 
insanin saadet = mutlulugu icin bir tek yol varsa, o da islam seriatidir. Buna Sirât-i Müstakîm denilir. Bu yolu izah eden peygamberlerdir. Bu yola mukabil olan, islamin disindaki felsefî ve beserî yollar, fikirlerdir. iki yol birbirinden ayridir.
 
Allah Azze ve Celle, insani birinci yola davet ederek: “Sübhesiz bu (hüsn-ü niyet, Peygamber´in tarifine uygun itikat, günahlardan ictinab, emrlere imtisal) Ben´im dosdogru yolumdur.binaenaleyh sadece ona uyun. Baska yollara (niyeten, kavlen ve fiilen) aslâ uymayin. Zira o yollara girmeniz, Allah´in yolundan sizi saptirir = parcalar. iste Allah size bunlari emr = vasiyet etti ki, azabindan korkup yasaklarindan korunasiniz.“ buyurdugu gibi, ayrica Rasûl-u Muhterem sallallâhu aleyhi ve sellem de, her namazda Mü´minlerin, bu yolda yürümeleri icin niyazda bulunmalarini emrederek: “Kitabin Fatihasi = Fatiha sûresi olmaksizin namaz yoktur.“ [18] buyurdu.
 
Dolayisiyla her Mü´min de namazinda:
 اهدِنَــــاالصِّرَاطَالمُستَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ آمِينَ der.
 “Bize dosdogru yolu göstererek o yola bizi ilet. Yani kendilerine lütuf ve ihsanda bulundugun kimselerin yoluna. Gazaba ugramislarin ve o yolda sapanlarin yoluna degil. Duamiza icabet buyur, kabul eyle." diye niyazda bulunup tazarru´ ile yalvarir. Demek hidayet ve dalâlet olmak üzere iki yol vardir: Birincisi, Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem´in bütün insanlara tarif ettigi hâlisâne niyet, tarifine uygun itikad, tatbikâtina muvafik amel, tesvik buyurdugu ahlak ve binnetice sünnetidir. Iste buna Sirât-i Müstakîm denilir. Gerek ehli kitab olsun, gerek kitaba tâbi´ olmayan feylesoflar olsun, bu yoldan yüz cevirdikleri icin dalâlette kalmaktadirlar. Kendileri dalâlette olunca, milim santim onlara uyan, uymasi nisbetinde Peygamber yolundan sapmis olur. Allah Azze ve Celle Mü´minlere intibahlar versin. Bakiniz Allah Azze ve Celle: “Kalben olsa dahi, zulmeden kimselere meyletmeyin. Aksi takdirde ates size carpar = dokunur.” buyurmaktadir.
 
Zulüm, gayrin hakkina tecavüz etmektir. Büsbütün inkarci, Allah Azze ve Celle´nin hakkina ve dolayisiyla mahlukun hakkina tevavüz ettigi icin, en büyük zulmü islemistir. inandigi halde namazi terk eden yahud mahlukun canina, malina, serefine tecavüz edenin zulmü, yine bundan asagidir. “…Gercekte sirk ve küfür, en büyük zulümdür.” [19] buyrulmaktadir. Evet, inkarla bu yoldan sapan zalim oldugu gibi, inandigi halde günah islemekle yoldan sapan da zalimdir. Lâkin iki zulüm arasinda fark vardir; birincisinin cezasi ebedî, ikincisinin ise muvakkattir. Bunun icin Allah Azze ve Celle, Peygamber ve Mü´minleri her cesit zulümden sakindirmis, ibadet ve taatle Kendisi´ne yönelmelerini emr buyurmustur:
 “Öyle ise emrolundugun gibi dosdogru ol, Seninle birlikte tevbe eden kimselerde (emrlerine uyarak dosdoru olsunlar.). Ve aslâ zulme meyletmeyin = haddi asmayin. Cünkü muhakkak Allah, sizin (en gizlide) yaptiklarinizi cok iyi görücüdür. Kalben olsa dahi, zulmeden kimselere meyletmeyin. Aksi takdirde ates size carpar = dokunur. Sizin Allah´tan baska hicbir dostunuz yoktur. Sonra da size yardim edilmez. Gündüzün iki tarafinda (sabah, ögle ve ikindi) ve gecenin de yakin saatlerinde (aksam ve yatsi) namazini dosdogru kil. Cünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu ögüt, almak isteyenlere güzel bir hatirlamadir. (Zulme meyletmek hususunda küffar ve nefs tarafindan elen siddetlere karsi) Sabret. Cünkü muhakkak Allah, ehli ihsanin mükafatini aslâ zayi etmez” [20]
 
Ayet-i kerîmeden anlasildigi üzere, Sirât-i Müstakîm = dosdogru olmanin ilk kapisi, her cesit zulmün = ma´siyetin ve ma´siyet isleyenlerin birakilmasidir. Bunsuz istikamet kapisi acilmaz ki mutluluk ve saadet kazanilsin. O kapinin anahtari, ta´dîl-i erkan üzere bes vakit namazi kilmaktir.
 _______________
 [18] Mesâbîh-us-Sünne h.n.577, Buhârî h.n.756, Müslim 394 = 34
 [19] Lokmân 13
 [20] Hûd 112-115
 



Mü´minin istikâmeti, Velînin Kerâmetidir, syf: 64-66
 (Dilara Yayinlari)
 

Başlık: Ehl-i Sünnet Akîdesi
Gönderen: Mücteba - 09 Mayıs 2015, 17:55:29
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ın i’tikad esaslarını, temel akaid kitaplarına göre, maddeler halinde şöyle hulâsa edebiliriz:
 
1.   Allah Teala hazretleri birdir, kadîmdir, a’raz, cisim, cevher, musavver, mahdud ve ma’dûd değildir.
2.   Kadîm, bizim tabirimizle evveli olmayan ve ahiri bulunmayan bir zat-i acell-i a’lâdır.
3.   Mahiyet ve keyfiyetle de vasf olunamaz.
4.   Bir mekâna muhtaç değildir.
5.   Üzerine zaman geçmez.
6.   O’na hiçbir şey benzemez.
7.   İlminden ve kudretinden hiçbir şey çıkmaz ve kaçmaz.
8.   O’nun zatıyla kaim sıfat- ı ezeliyyesi vardır.
9.   Sıfatları O’nun ne zatının aynı ve ne de gayrıdır. Mesela, aynaya baktığın zaman kendini aynada görürsün. O aynada gördüğün bir bakımdan tıpkı sen, ben değilim desen olmaz, benim desen gene olmaz. Onun için de ne aynıdır, ne de gayrıdır demişler. O sıfatlar da şunlardır: Hayat, ilim, kudret, irâde, semi’, basar, kelâm, tekvin.
10.   Allah Teala’yı görmek aklen de naklen de caizdir.
11.   Kainat, âlem cemî-i eczasıyla ve sıfatıyla muhdestir, yani yoktan vücuda çıkarılmıştır.
12.   Onu yoktan çıkarıp meydana getiren Allah Teala’dır. Kullarının bütün fiilleri, küfür, iman, tâat ve isyan cümlesinin hâlıkı/yaratıcısı Allah Teala’dır.
13.   Allah’tan gayrı Hâlık/yaratıcı yoktur.
14.   O fiillerin kullardan sudûru, yani oluşu/meydana gelişi Hak Teala hazretlerinin iradesi, meşiyyeti, hükmü, takdiri ve kazası iledir.
15.   Kulların işlerinde kendi ihtiyarları da vardır, onlar ile sevap ve ikab olunurlar.
16.   Tâatta  sevap, ma’siyette de ikab vardır. Güzel işler işleyenleri iyi kimseler medhederler, ahirette de sevaba nail olurlar, bunlara Cenab-ı Hakk’ın rızası vardır.
17.   Fena ve kötü şeyler ki, ehli dünya da onu sevmez. Ahirette ikaba sebep olanlar da Hakk’ın rızasıyla değillerdir.
18.   Kul, gücü yetmediği bir şeyle teklif olunmaz.
19.   Sevap, Cenab-ı  Hakk’ın fazlıdır, azabı da adaleti icabıdır.
20.   Maktûl eceliyle ölmüştür. Yani vurdular da öyle öldü demek değil de eceli gelmiş, o bıçak veya kurşun sebep olmuştur.
21.   Ecel birdir.
22.   Haram dahi rızıktır.
23.   Herkes kendi rızkını yer, gerek helal olsun gerek haram olsun.
24.   Kimse kimsenin rızkını yemeye kadir değildir.
25.   Allah Teala, dalâlet ve hidâyetini halk edendir.
26.   Dilediğine dalâlet ve dilediğine de hidâyet halk eder.
27.   Kula aslah (iyi-uygun-faydalı) olanı halk etmek, Allah Teala’ya vacib değildir.
28.   Rasûlullah ‘ın (s.a.v.) yakaza (uyanık halde) halinde şahsıyla (ruh mealceset) Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksa’ya, oradan semaya ve oradan da Hakk Teala’nın murad ettiği yere urûcu haktır.
29.   Melekü’l-mevt haktır.
30.   Kabirde, bütün kâfirlerin ve bazı günahkârlar mü’minlerin azabı haktır.
31.   İbadet ve taat ehlinin nimetlere nail olması da haktır.
32.   Münker ve Nekîr meleklerinin kabirde sualleri de haktır.
33.   Kıyamet günü dirilme haktır.
34.   Amellerin tartılması haktır.
35.   Kitap haktır, hesap da haktır.
36.   Havz-ı Kevser haktır.
37.   Sırat köprüsü de haktır.
38.   Peygamberlerin, velilerin, şehitlerin şefaatı da haktır.
39.   Cennet ve Cehennem de haktır ve el’an muvcutturlar, bakidirler.
40.   Ne Cennet, Cehennem ve ne de içindekilere fana/yokluk gelmez.
41.   Büyük ve küçük günahlar her ne kadar çok olsa dahi mü’mini imandan çıkarmaz, küfre sokmaz.
42.   Cenab-ı  Hakk, kendine yapılan şirki afvetmez.
43.   Şirkten maada, büyük ve küçük günahlardan dilediğini mağfiret eder.
44.   Küçük günahlara ikab caizdir. Büyük günahların da afvı caizdir, tevbe etmese dahi...
45.   İman, Peygamberimizin Allah tarafından haber verdiği her şeyi (kişinin) kalbiyle tasdik ve lisanıyla da söylemesidir.
46.   Ameller, hakikat-ı imana dahil değillerdir.
47.   Ameller, kendi nefislerinde ziyade olurlar. Fakat, hakikat-ı iman ne ziyade olur ne de eksilir.
48.   Amellerin ziyadesiyle imanın meyveleri ve nurları artar.
49.   Her mü’min, ‘Ben Hakka müminim’ demelidir. ‘İnşAllah ben mü’minim’ demek te’vil ile olsa dahi doğru değildir. Şek ile olursa, ittifakla, söyleyen dinden çıkar.
50.   İman tasdik ve ikrar olduğuna nazaran mahluktur ve kulun kesbidir, kazancıdır ve Hak’tan hidayet olduğuna göre de mahluk değildir.
51.   Mukallidin imanı şek ve şüpheden âri olursa sahihtir ve lakin kadir ise, delilleri terk  ettiğinden âsidir.
52.   Bazı kere saîd (saadete erişen kişi) şakî, yani Cehennem ehli olur; bazen de şakî (Cehennemlik bir kişi) saîd yani ehl-i Cennet olur. Başka bir ifadeyle; Müslüman iken kâfir olur veya kâfir iken Müslüman olur. Fakat, Allah’ın hükmünde değişiklik olmaz, gerek zatında ve gerek sıfatında tağyir caiz değildir.
53.   Peygamber gönderilmesinde ve kitab-ı İlahinin inzalinda (inişinde) hikmet ve maslahat vardır.
54.   Hak Teala, kullarına beşerden peygamber gönderdi. İman ve ehl-i tâatı Cennetle tebşir ve ehl-i küfürle asileri de Cehennem ve ikabla tenzir etti. Nâsa (insanlara da) din ve dünyalarında muhtaç oldukları şeyleri öğrettiler. Onları mûcizelerle te’yid eyledi.
55.   İlk peygamber Adem aleyhisselam, son peygamber de bizim peygamberimiz Muhammed Mustafa’dır (s.a.v.). Bütün peygamberlerin efdali Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’dır (s.a.v.).
56.   Melekler de Hz. Allah’ın kullarıdır. Ve emirlerini âmillerdir ve masiyetten ma’sumdurlar. Erkeklik ve dişilikleri yoktur, yemek ve içmeye muhtaç değillerdir.
57.   Peygamberler meleklerin rasûllerinden, meleklerin rasûlleri  ise beşerin salihlerinden, beşerin salihleri de bütün meleklerden efdaldir.
58.   Kerâmet haktır ve o kerâmet, (velînin), şeriatında olduğu peygamberlerin mucizesinde dahildir. Veli kerametinde müstakil değildir.
59.   Veli, peygamberlik derecesine vâsıl olamaz.
60.   Kuldan, hiçbir hâl ile teklif sakıt olamaz.
61.   Efdal-i Evliya Ebu Bekir’dir (r.a.). Ondan sonra Ömer el-Faruk, ondan sonra Osman Zû’n-nûreyn, ondan sonra da Aliyyü’l Murtaza (r.aleyhüm) hazeratıdır. Hilafet de bu tertib üzeredir.
62.   Sahabeden hiçbirini hayırdan gayrı bir şeyle yâd etmek (anmak) caiz değildir.
63.   Hilafet otuz yıldır. Ondan sonra melik ve emirliktir.
64.   Ehl-i  İslâm’a bir imam (emîr-lider) mutlaka lazımdır, Müslümanları hem korumak hem de işlerinin lâyıkıyla görülmesi, cuma ve bayram namazlarının sıhhati için gerektir.
65.   Fasıkın arkasında namaz kılmak caizdir. Fasıkın cenazesine de namaz kılmak caizdir.
66.   Her zaman mest üzerine meshetmek caizdir.
67.   Dirilerin ölülere duası ve sadakaların ölülere faydası vardır.
68.   Zamanların ve mekânların faziletleri haktır. Ramazan ayı, recep, şaban, muharrem, arefe günü, bayram günleri, Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Kuds-i Şerif ve mescidler gibi.
69.   İlim, akıldan efdâldir. Müşriklerin çocukları hakkında imamımız sükut etmiştir.
70.   Sihir vâkidir.
71.   Göz değmesi de caizdir (haktır).
72.   Müctehid bazen isabet eder bazen hata eder.
73.   İçtihadında isabet ederse iki sevap alır, hataları da afvolunur (bir sevap alır).
74.   Kur’an-ı Kerim’deki nassların mümkün olduğu kadar zahirine hamdolunması vaciptir.
75.   Ümmetten hiçbirisine Cennetle şehadet etmeyiz. Yalnız Rasûlullah’ın (s.a.v.) şehadet ettikleri Aşere-i Mübeşşere müstesna. Onlar da şunlardır: Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa’d, Said, Abdurrahman b, Avf, Ebu Ubeyde b. El- Cerrah rıdvanullahi Teala aleyhim ecmaîn.
76.   Deccâlin çıkması haktır.
77.   İsa’nın (a.s.) semadan nüzûlü haktır.
78.   Dâbbetü’-arz’ın hurûcu haktır.
79.   Kahine, müneccime, arrâfa gidip bir şey sormak caiz değildir. Fal bakıcılar da buna dahildir.
80.   Bunların söylediklerine inanmak da caiz değildir.
81.   Cemaat hak ve sevaptır, rahmettir. Ayrılık azaptır.
82.   Allah Teala indinde makbul din İslâm dinidir.