Sadakat islami Forum

SADAKAT MEDRESESİ => METİNLER MÜZAKERELERİ => Konuyu başlatan: Tesniye - 05 Haziran 2011, 00:45:25

Başlık: İlmi Kelam Dersleri
Gönderen: Tesniye - 05 Haziran 2011, 00:45:25
15 dersten müteşekkil ilmi kelam derslerini ara ara ekleyerek istifadelerimize sunmayı düşünüyorum.

İcmali iman herkese farzdır. Ama tafsili iman, yani iman edilmesi gerekli hususların tamamını bilerek iman etmek farzı kifayedir.
Ehli Sünnetîn inanç ekollerinden, diğer sapık fırkalar ile farklarından haberdar olmak biz ehli ilme yakışandır. İşte bu derslerde ehli sünnetin inanç kalelerinin başlıklarını en azından bilmiş olacağız. Dersler, ehli sünnet akaidi üzerine çok meşhur olan Nesefi akidesi metni üzerinden işlenecektir. Koyu puntolu yazılar nesesfi tercümesi, diğerleri ise onun izahı niteliğindedir.
Dersleri takip ettiğimiz takdirde, her dersin sonundaki akaid sorularının cevabını öğrenmiş olacağız.
Başlık: 1. Ders -İlmi Kelam
Gönderen: Tesniye - 05 Haziran 2011, 00:48:27
 
İlmi Kelâm: İslam kanunu üzerine Cenabı Hakkın zat ve sıfatından, risalet ve nübüvvetten, mebde’ ve meâd itibariyle kâinatın hallerinden bahseden ilimdir.
İlmi Kelâm Zat-ı İlahi ve Sıfât-ı İlâhiden bahseder.
Gaye ve maksadı: Dünya ve Ahiret saadetine ulaşmaktır.
İslam’da Kelâm ilmi akıl yolu ile ve İslâmî deliller ile İslam itikadını ortaya koymaya çalışan ilim dalıdır. Akaid, İslam düşüncesi ile birçok açıdan bağdaşmayan Eflatuncu (Platon) ev Aristocu (Aristoteles) felsefe akımına karşı doğmuştur. Hicretin ilk yüzyılı sonlarına doğru ortaya çıkmıştır. Önceleri İlm-i Tevhid ve İlm-i Sıfat olarak adlandırılmıştır.

Kelâm ilminin tesisi ve genişlemesi üç devrede ele alınabilir.
Birinci devrede, Ehl-i Sünnet âlimleri batıl inançlarla mücadele etmek için Tevhid ilmini sistemli bir şekle sokmuşlardır. İmam-ı A’zam ebu Hanife (r.h) Fıkh-ı Ekber isimli eserinde Ehl-i Sünnet görüşlerini savunmuştur. O devirde başta Mutezile olmak üzere bir takım bozuk fırkalar Ehl-i Sünnetin itikâdî görüşlerini çürütmek için bir ilim oluşturdular ve buna Kelâm adını verdiler. Mutezile mezhebinin kurucusu Vasıl bin Ata; İbrahim Nazzam, Ebu Huzeyl gibi mezhebin ileri gelenleri Kelâm sahasından ilk eserleri verdiler. Bu devirde Kelâm ilmi bidat ehlinin batıl görüşlerini savunmak için bir vesile olduğundan Ehl-i Sünnet âlimleri bu ilimlerin öğretilmesine karşı çıkmış ve kötülemişlerdir. Bu devirde Ehl-i Sünnet görüşlerini Tevhid ilmi, Ehl-i Sünnet dışındakilerde görüşlerini Kelâm ilmi adı altında açıklamışlardır. Bu devir 10.yy.a kadar sürmüştür.
 
İkinci devrede Ehl-i Sünnet âlimlerinden Abdullah bin sad el-Küllab (öl.854) Mutezile ve Cühemiyye mezhebleri mensupları ile yaptığı mücadelelerde kelam ilminden yararlandı. İşte bu devre içinde Ehl-i Sünnet vel Cemaat mezhebinin Kelâm ilmi Ebu Hasan el-Eş’ari tarafından kuruldu. Ehl-i Sünnet vel Cemaat mezhebinin iki imamından biri olan İmam Ebul Hasan-il Eş’ari büyük bir fıkıhçı olup önceleri bozuk bir fırka olan Mu’tezile mezhebinden idi. Daha sonra bu dönüşünü bir Cuma günü Basra’da yüksek sesle minberden ifade ederek ilan etmiştir. Birçok eserleri vardır. En meşhurları: Muciz, İzah-ı El Burhan, Et- Tebyin an Usul Ed-Din dir. Sahabe olan Ebu Musa El-Eş’ari (ra) neslinden olan İmam Eş’ari, Hicri 260 senesinde dünyaya gelmiş, 324 senesinde vefat etmiştir. Bağdat’ta medfundur. İmam Eş’ari’den sonra Ehl-i Sünnet Kelâmı Kadî Ebu Bekri Bâkillâni tarafından genişletildi. Bâkillâni (öl.1013) mantık ve felsefeden yararlanarak kelam ilminde yeni görüşler ortaya koydu.
Yine bu ikinci devre içinde İmam Ebu Mansur Muhammed Matüridi tarafından Ehl-i Sünnet vel Cemaat mezhebinin ikinci itikad mezhebi olan Maturidiyye kuruldu. Maturidiyye, Rafıza ve Karamıta gibi bozuk mezheplerle mücadele etti.

Üçüncü devre İmam Gazali (1058–1112) ile başladı. İmam-ı Gazali kendinden önceki kelam âlimlerinin eserlerini, mezheblerin görüşlerini ve İslam Akaidcilerinin görüşlerini inceledi. Kelâm ilminin metodunda bazı değişiklikler yaptı. Bu devirden sonra gelen Kelâm Âlimlerine Müteehhirin, önce gelenlere ise Mütekaddimin denmiştir.






Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   İlim-i Kelâm-ı tarif ediniz.
2.   İlim-i Kelâm neden bahseder?
3.   İlim-i Kelâm’ın gayesi nedir?
4.   Kelâm ilmini ilk kimler ne için kullanmışlardır?
Başlık: 2. Ders: Ömer-ün Nesefi kimdir?
Gönderen: Tesniye - 05 Haziran 2011, 00:56:18
İlm-i Akaid, İslam’ın itikad cihetini ele alır. Amel ile ilgili mevzulardan bahsetmez. Akaid dinin asıl kaidelerini (Usulü) çok az ve veciz sözlerle ifade eden düsturlardır.
Akaid ilminden başka birde Usul ilmi vardır ki
Usul: Kendinden başka bir şeye muhtaç olmayan veya başkaları kendine muhtaç olan demektir. İlm-i Kelâm hakikatte bir ilim olmaktan çok bir takım düsturlardır ki bunlar ilm-i Usule mukaddime (giriş) cümlesindendir.

İlmi Akaid’de telif edilen eserlerden en meşhurları ise Necmüddin Ömer un-Nesefi in eseridir. Bu esere birçokları tarafından şerh ve haşiyeler yazılmıştır. Bilhassa Sa’deddin Mes’ûd Bin Ömer (Allâme-i Teftâzânî) tarafından yazılan Şerh-i Akaid meşhurdur.
Necmüddin Ömer un-Nesefi’nin metn-i akaid’i, itikadların doğrudan doğruya ifadesi şeklinde ve madde madde yazılmıştır. Müellif tarafından çok az İlmi Kelâm ıstılahatı (terminolojisi) kullanılmış ve bunlara da kısa izahlar verilmiştir.


Ömer un-Nesefî: İsmi; Necmüddin Ebu Hafs Ömer bin Muhammed’dir. Hicri 461 (m. 1069) ‘da İran’ın Faris vilayetindeki Nesef kasabasında doğmuştur. Hanefi mezhebinde İmam idi. Kelâm, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Nahiv, âlimi olup hafız idi. İlminin çokluğu ve cinlere de fetva vermesinden dolayı “Müftiyüs Sekaleyn” unvanı verildi. Zekâsı ve hafızası çok kuvvetli idi. İnsanların saadet ve selamete kavuşması için yüzden fazla eser vermiştir. Bunların en meşhurları “Akaid-i Nesefi” , “Zahîre”, “Tefsir-i Teysir”, “Erbain-i Selmani”, Tarih-i Buhara”, “Kitab-ül Meşari’”dir. Hicri 537 (m. 1142) de Semerkant’ta vefat etmiştir.




Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.Nesefi Akadininin musannıfı (yazarı) kimidir?
Başlık: 3. Ders: Eşyanın hakikati ve esbabı ilim
Gönderen: Tesniye - 05 Haziran 2011, 01:01:45
ÖMER-UN NESEFİ TERCÜMESİ
Ehl-i Hak (Ehl-i Sünnet vel Cemaat) dedi ki: Eşyanın hakikati (aslı) sabittir.  Buna dair bilgi mevcuttur. Sufestaiyye (felsefeciler) buna muhaliftirler.(Onlara göre eşyanın hakikati ya yoktur ya da bilinemez.)

[Bir meselenin müzakeresine başlanırken önce hangi çerçevede meselenin müzakere edileceğine karar verilir. Bu sebeple ilm-i kelama başlanırken önce eşyanın (varlığın) aslından başlanmıştır. Felsefecilerin öncelikle tartıştıkları mevzu “varlık problemidir”.
1- Bir şeyin aslı yoktur, hayalden ibarettir diyenler.
2- Bir şeyin aslı sabit değildir, biz ne dersek odur diyenler,
3- Bir şeyin aslı nedir bilinemez diyenler vd. olmuştur. Mevcut olan bir şeyin var olup olmadığını tartışan, meselâ bir masanın var olup olmadığını tartışan ya da bu masa hayaldir bunun aslı “idea”lar âlemindedir diyen bir kimse ile Allah’ın zatı ve sıfatı hakkında konuşmak imkânsızdır. Bu sebeple meseleye eşyanın hakikati ile başlanmıştır.]

[Bundan sonra kullanılacak olan delillerin neler olacağı meselesi gelir. Doğru bilginin mümkün olduğunun kabul edilmesi şarttır. İlim sahibi olmak mümkün değildir diyen, her şeye şüphe ile yaklaşan kimseye de bir şey anlatılamaz. Zira en kati delile bile acaba diye burun kıvıracaktır. İşte şimdi mahlûkatın ilim elde etme yolları açıklanacaktır.]

Mahlûkat için ilim sebepleri (Bilgi kaynakları) üçtür.
1.   Havassı selime (Sağlıklı beş duyu) [Bununla, mevcut cisim ve araz olan şeyler bilinir.]
2.   Doğru haber. [Bununla geçmişte olan ve gelecekte olacak olan şeyler bilinir.]   
3.   Akıl [Bu akıl, Akl-ı kâmildir. Bununla Allâh’ü Teâlâ bilinir. Bu sebeple hiç peygamber görmemiş, kitap görmemiş, kendisine Allah’ın daveti ulaşmamış olan bir kimse olsa bile onun aklı ile kendini yaratan bir kudretin olduğunu bilmesi ve buna inanması şarttır.]
Duyular beş tanedir ki: İşitmek, görmek, koklamak, tatmak, dokunmaktır. Bu hislerden her biri, kendi özellikleri ile ilgili alanda bilgi veriri. İşitmek, tatmak, koklamak gibi...
[Beş duyu ile elde edilen bilginin makbul olması için; Duyunun sağlıklı olması lazımdır. Yani sağır kimsenin duydum diye verdiği habere itibar edilmez. Her duyu kendi alanında bilgi verir. İşittiği bir sesten yola çıkarak bir şeyin rengini tarif eden kimsenin verdiği habere itibar edilmez.]




Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1. Ehl-i Hakk kimdir?
2. Mahlûkat için esbab-ı ilim kaçtır?
3. Duyu organları ile elde ediln ilmin geçerli olmasının şartları nelerdir?
 
Başlık: 4. Ders: Haber- Akıl- İlham
Gönderen: Tesniye - 06 Haziran 2011, 11:53:11
Doğru haber iki çeşittir.
1.   Mütevatir  haber: Yalan üzerine ittifak etmeleri (birleşmeleri) mümkün olmayan bir topluluğun verdiği haberdir. Bu haber, zaruri bilgiyi yani doğruluğuna aklın açıkça hükmettiği bilgiyi gerektirir. Geçmiş zamanlardaki sultanları ve uzak beldeleri ve şehirleri bilmek gibi.
2.   Mucize göstererek peygamber olduğunu ispat etmiş Resullerin vermiş olduğu haberdir. Bu haber, delili ile bilgiyi gerektirir. (yani bu şekilde elde edilen bir bilgi delile dayanmalıdır.)

[Bu delilden maksat resul olduğunu iddia eden zatın göstereceği mucizedir. Resul, bir delil olan mucize ile risaletini isbat ettikten sonra verdiği her haber, Haber-i Mütevatir gibi ilim ve yakin ifade etmekte kat’i ve zaruridir.
Mucize: Kendisinin Allah tarafından gönderilen bir resul olduğunu iddia eden kişinin doğruluğunu göstermek maksadı ile adet olan şeylere zıt bir hâli göstermesidir.]
Bu haber ile sabit olan bilgi geçerlilik, zorunluluk ve kalıcılıkta Mütevatir  haber ile sabit olan bilgiye benzer.
[Mütevatir  haber ile sabit olan bir bilgi nasıl anlaşılıyor ve kabul ediliyorsa haberi rasül ile sabit olan bir bilgi de aynı kuvvette kabul edilir. Nasıl bugün kimse 3000 sene önce yaşamış Firavunları inkâr etmiyorsa, dünyanın çok uzak beldelerini gidip görmese de var olarak biliyor ve kabul ediyorsa peygamberlerin verdiği haberi de mesela cennet, cehennem, kıyamet gibi hususları da aynı şeklide kabul etmek mecburidir.]


Akılda diğer iki delil gibi bilgi kaynağıdır.
Akıl ile ilk bakışta anlaşılan ilim zaruri (kabulü mecburi) bir ilimdir. Bir şeyin tamamının parçasından büyük olması gibi...
Akıl ile ilk başta anlaşılmayıp deliller yoluyla elde edilen ilim ise iktisabî (Çalışma ile elde edilmiş) bir ilimdir. (Duman gördüğünde orada ateş olduğunu bilmek) 
İlham ise (Feyz yolu ile bir mananın kalbe gelmesi), Ehli Sünnete göre umum için bir şeyin doğruluğunu bilmeye sebep değildir.

[İlham yolu ile elde edilen bilgi her ne kadar sahibi için delil kabul edilse de başkası için sağlıklı ve kabulü mecburi bir bilgi değildir.]


Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1. Haber-i Sadık kaç çeşittir? Açıklayınız.
2. Akıl ile elde edilen ilim kaç kısımdır?
3. İlham nedir?
4. İlham esbab-ı ilimden midir? Açıklayınız.
 
Başlık: 5. Ders: Alem, ayan, araz, cevher
Gönderen: Tesniye - 06 Haziran 2011, 11:59:39
Âlem (Kâinat) bütün parçalarıyla sonradan yaratılmıştır. Çünkü âlem, a’yân ve a’razdan oluşur.
A’yân: Başlı başına mevcut olandır. Buda birçok parçadan meydana gelir (Mürekkep) Cisim gibi. Ya da parçalardan meydana gelmez (Gayri mürekkep) cevher gibi. Cevher: Parçalanamayan en küçük parçadır.


[Cevher için daha önceleri “Atomdur” diyenler olmuştur. Atomun parçalanmasından sonra bu hakikatin yok olduğu iddia edilmiştir. Burada asıl ifade edilen şey atom, ya da onun parçaları değildir. Parçalanamayan en küçük parça vardır. Ve maksud olan budur.]

A’raz ise başlı başına mevcut olmayan şeydir. Cisimlerde ve cevherlerde ortaya çıkar. Renkler, biçimler, tatlar ve kokular gibi.
Âlemin yaratıcısı ancak Allah-ü Tealadır. Allah-ü Teala birdir. Kadimdir.(Evvelinde yokluk geçmemiştir.) Diridir. Kadirdir. (Gücü her şeye yeter.) Her şeyi bilicidir. Her şeyi işiticidir. Her şeyi görücüdür. İrade sahibidir. Araz değildir. Cisim değildir. Cevher değildir. Suret değildir. Hudutları (boy, en gibi) yoktur. Adedi yoktur. Birdir, tekdir. Bir şeyin parçası değildir. Parçası olan bir şeyin bütünü de değildir. Birçok şeyden meydana gelmiş de değildir. Sonu yoktur. Cinsiyeti yoktur. Keyfiyeti (renk, koku, tat, sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kuruluk gibi özellikleri) yoktur. Bir mekânda bulunmaz. Üzerinde zaman mefhumu geçerli değildir. Ona hiçbir şey benzemez. Onun ilim ve kudreti dışında hiçbir şey yoktur.
Allah Celle Celalühünün kendisinde bulunan ezeli sıfatları vardır. Bu sıfatlar kendisinin ne aynısıdır, nede başkasıdır.


[Kişinin aynaya ya da suya akseden görüntüsü onun ne bizzat kendisidir. Ne de ondan başka bir şeydir. Bunun gibi Allah’ın sıfatları zatının ne bizzat aynısıdır,  ne de başkasıdır. Eğer zatının aynısı olsaydı Allah C.C. hâşâ birçok parçalardan mürekkep bir şey olurdu. Hâlbuki Allah Cisim değildir. Eğer sıfatları zatından başka bir şey olsaydı o zaman birçok ilahın varlığını kabul etmek gerekirdi. Yani bir Allah var bir de yaratan var, bir Allah var bir de gören var, bir Allah var bir de işiten var demek gerekirdi ki bu ilahların çoğalması demektir. Hâlbuki Allah’dan başka ilah yoktur.]


Bu sıfatlar: İlim, Kudret, Hayat, Kuvvet, (Kudret manasına), Semi (işitmek), Basar (görmek), İradet (dilemek), Meşiyyet (İrade manasına) Fiil (2), Yaratmak, Rızk vermek, Kelâm (konuşmaktır.) Allah söz ile konuşur. Bu sıfat Onun için ezeli bir sıfattır. Allah’ın konuşması (bizim kullandığımız gibi ) harfler ve sesler ile değildir. Kelâm sıfatı susmaya ve konuşamamaya zıttır. Allah’ı Teala Kelâm sıfatı ile konuşur, emreder, yasaklar, haber verir(3).






  Tekvin sıfatının bir ismi de sıfat-ı fi’liyyedir.
  Allah’ü Tealanın sıfatları üç kısımdır.
1.   Sıfat-ı Selbiyye: Allah’ü Tealanın zatına layık olmayan sıfatlardır. Mesela: yemek, içmek, giymek, bir şeye benzemek, çocuğunun olması, mekana ihtiyaç gibi...Bunlar Allah’ü Tealada asla bulunmaz.
2.   Sıfat-ı Müteşabihat. Bu sıfatlar Allah’ta vardır. Lakin bu sıfatları zahiri olarak anlaşıldığı şekli ile anlamak caiz değildir. Zira noksanlık gerektirir. Bu sıfatların olduğu bilinir ancak ne şeklide oluğu meçhuldür. İman vaciptir. İnkar küfürdür. Sual ise bidattir. O sıfatların manalarını ancak Allah, Resulü ve onun bildirdikleri bilir. Müteşabihat’a misal: “Errahmanü Alel Arşisteva”, “Yedullahi fevka eydihim”, “vech”, “nefs”, “isba’”, “kadem”, “nüzul”, “gurb”, “bu’d” gibi. Bu müteşabihatı ancak Allah ve resulü söylemeye haizdir. Onlardan başka kimse bu tarz bir müteşabihat söyleyemez. Söylerse bidat ile hükmolunur.
3.   Sıfat-ı Sübutiyye’dir. Bu da iki kısımdır.



Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   Âlem kaç kısımdır?
2.   Âlem muhdes midir?
3.   Âyan nedir?
4.   Â’raz nedir?
5.   Cevher nedir?
6.   Allah Celle Celalühü’nün kelam sıfatını anlatınız.
 
Başlık: 5. Ders: Alem
Gönderen: Tesniye - 19 Haziran 2011, 19:35:27
Âlem (Kâinat) bütün parçalarıyla sonradan yaratılmıştır. Çünkü âlem, a’yân ve a’razdan oluşur.
A’yân: Başlı başına mevcut olandır. Buda birçok parçadan meydana gelir (Mürekkep) Cisim gibi. Ya da parçalardan meydana gelmez (Gayri mürekkep) cevher gibi. Cevher: Parçalanamayan en küçük parçadır.


[Cevher için daha önceleri “Atomdur” diyenler olmuştur. Atomun parçalanmasından sonra bu hakikatin yok olduğu iddia edilmiştir. Burada asıl ifade edilen şey atom, ya da onun parçaları değildir. Parçalanamayan en küçük parça vardır. Ve maksud olan budur.]

A’raz ise başlı başına mevcut olmayan şeydir. Cisimlerde ve cevherlerde ortaya çıkar. Renkler, biçimler, tatlar ve kokular gibi.
Âlemin yaratıcısı ancak Allah-ü Tealadır. Allah-ü Teala birdir. Kadimdir.(Evvelinde yokluk geçmemiştir.) Diridir. Kadirdir. (Gücü her şeye yeter.) Her şeyi bilicidir. Her şeyi işiticidir. Her şeyi görücüdür. İrade sahibidir. Araz değildir. Cisim değildir. Cevher değildir. Suret değildir. Hudutları (boy, en gibi) yoktur. Adedi yoktur. Birdir, tekdir. Bir şeyin parçası değildir. Parçası olan bir şeyin bütünü de değildir. Birçok şeyden meydana gelmiş de değildir. Sonu yoktur. Cinsiyeti yoktur. Keyfiyeti (renk, koku, tat, sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kuruluk gibi özellikleri) yoktur. Bir mekânda bulunmaz. Üzerinde zaman mefhumu geçerli değildir. Ona hiçbir şey benzemez. Onun ilim ve kudreti dışında hiçbir şey yoktur.
Allah Celle Celalühünün kendisinde bulunan ezeli sıfatları vardır. Bu sıfatlar kendisinin ne aynısıdır, nede başkasıdır.


[Kişinin aynaya ya da suya akseden görüntüsü onun ne bizzat kendisidir. Ne de ondan başka bir şeydir. Bunun gibi Allah’ın sıfatları zatının ne bizzat aynısıdır,  ne de başkasıdır. Eğer zatının aynısı olsaydı Allah C.C. hâşâ birçok parçalardan mürekkep bir şey olurdu. Hâlbuki Allah Cisim değildir. Eğer sıfatları zatından başka bir şey olsaydı o zaman birçok ilahın varlığını kabul etmek gerekirdi. Yani bir Allah var bir de yaratan var, bir Allah var bir de gören var, bir Allah var bir de işiten var demek gerekirdi ki bu ilahların çoğalması demektir. Hâlbuki Allah’dan başka ilah yoktur.]
Bu sıfatlar: İlim, Kudret, Hayat, Kuvvet, (Kudret manasına), Semi (işitmek), Basar (görmek), İradet (dilemek), Meşiyyet (İrade manasına) Fiil , Yaratmak (2), Rızk vermek, Kelâm (konuşmaktır.) Allah söz ile konuşur. Bu sıfat Onun için ezeli bir sıfattır. Allah’ın konuşması (bizim kullandığımız gibi ) harfler ve sesler ile değildir. Kelâm sıfatı susmaya ve konuşamamaya zıttır. Allah’ı Teala Kelâm sıfatı ile konuşur, emreder, yasaklar, haber verir.(3)

Ekler:
  Tekvin sıfatının bir ismi de sıfat-ı fi’liyyedir.
  Allah’ü Tealanın sıfatları üç kısımdır.
1.   Sıfat-ı Selbiyye: Allah’ü Tealanın zatına layık olmayan sıfatlardır. Mesela: yemek, içmek, giymek, bir şeye benzemek, çocuğunun olması, mekana ihtiyaç gibi...Bunlar Allah’ü Tealada asla bulunmaz.
2.   Sıfat-ı Müteşabihat. Bu sıfatlar Allah’ta vardır. Lakin bu sıfatları zahiri olarak anlaşıldığı şekli ile anlamak caiz değildir. Zira noksanlık gerektirir. Bu sıfatların olduğu bilinir ancak ne şeklide oluğu meçhuldür. İman vaciptir. İnkar küfürdür. Sual ise bidattir. O sıfatların manalarını ancak Allah, Resulü ve onun bildirdikleri bilir. Müteşabihat’a misal: “Errahmanü Alel Arşisteva”, “Yedullahi fevka eydihim”, “vech”, “nefs”, “isba’”, “kadem”, “nüzul”, “gurb”, “bu’d” gibi. Bu müteşabihatı ancak Allah ve resulü söylemeye haizdir. Onlardan başka kimse bu tarz bir müteşabihat söyleyemez. Söylerse bidat ile hükmolunur.
3.   Sıfat-ı Sübutiyye’dir. Bu da iki kısımdır.






Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   Âlem kaç kısımdır?
2.   Âlem muhdes midir?
3.   Âyan nedir?
4.   Â’raz nedir?
5.   Cevher nedir?
6.   Allah Celle Celalühü’nün kelam sıfatını anlatınız.
Başlık: 6. Ders: Kuran Mahluk mudur?
Gönderen: Tesniye - 19 Haziran 2011, 19:37:14

Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır ve yaratılmamıştır. Kur-an Mushaflarda yazılmış, kalplerde ezberlenmiş, dillerimizde okunmuş ve kulaklarımızla dinlenmiştir. Kur-an bu özelliklerden istisna tutulamaz.



[Kur’an-ı Kerim iki kısımdır: 1-Kelâm-ı Nefsi, 2- Kelâm-ı Lâfzî. Kelâm-ı Nefsi Allah’ü Tealanın zatı ile kâimdir. Daima mevcuttur. Mahluk değildir. Kelâm-ı Lafzi ise elimizde tuttuğumuz mushaftır. Mahlûktur. Okuduğumuz zaman mevcut olur, sonra yok olur. Meselâ: 1980 senesinde basılmış olan bir Kur’an, 1979’da yoktu. Daha sonra yaratılmış oldu. Kur’an-ı Azimüşşan’ın elimizde tutuğumuz Mushaf şeklinin (kâğıt, mürekkep ve yazıdan meydana gelen şeklinin) mahlûk olduğunda şüphe yoktur. Mahlûk olmayan Kur’anın kitap şekli değil bizzat kendisidir (Kelâm-ı Nefsi). Kur’an-ı biz sesimizle okuduğumuzda meydana gelen ses mahlûktur. Ancak okuduğumuz kuran mahlûk değildir. Kur’anı yazdığımızda bu yazı mahlûktur. Ancak yazıya döktüğümüz Kur’an mahlûk değildir. O yaratılmamıştır. Sonradan olmamıştır. Bizzat Allah’ın zatı ile kaim olan kelam’ıdır. Onun sözüdür. Mahluk olan yazılar, sayfalar ve sesler mahluk olmayan Kelâm-ı nefsi’ye delalet eder. ]

Tekvin ise Allah’ü Teala’nın ezeli bir sıfatıdır. Tekvin; Allah’ın âlemi ve âlemin parçalarından her bir parçayı meydana gelme zamanı geldiğinde yaratmasıdır. Ehl-i Sünnete göre tekvin sıfatı, mükevven (yaratılmış olan şey) değildir.
İradet Allah’ü Tealanın ezeli bir sıfatıdır. Allah’ın zatında olan bir sıfattır. (Sıfat-ı Zatiyyedendir.)



 
Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   Kur’an mahluk mudur?
2.   Kur’an-ın mahluk olan kısmı var mıdır?
3.   Allah Celle Celâlühü’nün Tekvin sıfatını anlatınız.
 
Başlık: 7. Ders: Ruyetullah ve İstidaat
Gönderen: Tesniye - 24 Haziran 2011, 01:59:25
Allah’ü Tealayı görmek (Ru’yetullah) akla göre caizdir.  Nakil yolu ile ise vaciptir. Mü’minlerin ahirette Allah’ı görecekleri ayet ve hadislerle sabittir. Allah’ın görülmesi; Herhangi bir mekân, karşı karşıya olmak şeklinde bir yön, herhangi bir ışıma, gören ile görülen arsında bir mesafe olmaksızın gerçekleşecektir.
[Ru’yetullahın Âyetten olan delili Sûre-i Kıyâme’nin 22–23. Âyetleridir. “Yüzler var ki o gün pırıl pırıl parlayarak, Rablerine nazar eder” (O’nun cemâli bâ kemâlini seyrederler.)

[Hadis-i Şerifte: “Muhakkak siz yakında (cennette) ayın 14’ünde Ay’ı gördüğünüz gibi rabbinizi görürsünüz”  buyrulmuştur.
Allah’ü Teala kulların, iman, küfür, itaat ve isyan gibi tüm fiillerin yaratıcısıdır. Kulların yaptığı tüm işler Allah’ın iradesi, meşiyyeti, hükmü, kazâsı ve takdiri iledir.
[Cenab-ı Hakkın kazâ sıfatının eseri iki kısımdır.
1.   Kazâ-i Mübrem. Takdir olunan şey elbette meydana gelir. Sebebine yapışmanın faydası yoktur. Eceli gelip ölmek gibi… “Ecel geldiği zaman ne bir an ileri gider, ne de geri kalır”
2.   Kazâ-i Muallak: Sebebine yapışmakla değişebilir. Mesela: Sadaka vermek, kurban kesmek ve sıla-i rahim yapmakla bazı belaların def edilmesi gibi. Şer-i sebeplerine yapışmakla def olunabilen kazâ eğer defolmaz da meydana gelirse o zaman bu kazâ muallak değil mübrem imiş demektir. Lâkin biz hangi kazâ mübremdir, hangisi muallaktır bilemeyiz. Bunun için “Acaba muallak mıdır” düşüncesi ile sebeplere yapışmaya devam ederiz.]
Kullar için isteklerine bağlı fiiller vardır. Bunlar ile sevap kazânır ve ceza görürler. Kulların istekleri ile yaptıkları fiillerden iyi olanları Allah’ın rızası ile gerçekleşir. Kötü olanları ise Allah’ın rızası olmadan gerçekleşir.
[İyi ya da kötü kulun yaptığı bütün işlerin yaratıcısı Cenab-ı Haktır. Burada “Allah kötü olan şeyi nasıl yaratır, kötü olan Allah’a yakışır mı?” gibi bir sual sorulduğunda cevap kötü olanların Allah’ın rızası ile gerçekleşmediğidir. Allah yaratır ama bu işe kulun tevessül etmesinden dolayı râzı olmaz. Râzı olmadığı halde kuluna imtihan fırsatı vermek için yaratır.  Kul iradesini kullanarak yapmaya teşebbüs ettiği ve yaptığı tüm işlerden dolayı mesuldür.]
İstitâat (güç, kudret) fiil ile beraberdir. Fiil ile birlikte ortaya çıkan güç: Kendisi ile iş meydana gelen kudretin aslıdır. Bu güç ve kudret sebepler, aletler ve azalar sağlam olduğunda verilir. Bir kişinin bir vazife ile mükellef olması bu güç ve kudretin olmasına bağlıdır. Kul, gücünün yetmediği bir şeyle mükellef tutulamaz.
[İstitâat: Âzaların, aletlerin ve sebeplerin sağlam olması demektir. Bir kimsenin eli hiç olmasa onun üzerine kudret verilmez. Güneşin olması, görmek için sebeptir. Güneş olmazsa, ışık olmazsa göz üzerine görme kudreti verilmez. Bir kimsenin bir şey ile mükellef tutulması için sebep, alet ve azaların sağlamlığı şarttır. Deli için namaz emri yoktur. Çünkü aklı yoktur.]


Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   Ru’yetullah caiz midir?
2.   Allah nasıl görülecektir?
3.   Kulların yaptıkları iyi ve kötü filleri kim nasıl yaratır?
 
Başlık: 8. Ders: Kulların fiillerinin yaratıcısı
Gönderen: Tesniye - 24 Haziran 2011, 02:01:45
Bir insanın vurması neticesinde dövülende meydana gelen acı, bir kişi tarafından kırılmakla camda meydana gelen kırılma ve buna benzer şeylerin tamamı Allah tarafından yaratılmıştır.
[Cümle eşyada müessir olan ancak Allah’ü Tealadır. Ekmeğin doyurmasında, suyun kandırmasında, bıçağın kesmesinde, ateşin yakmasında müessir olan ancak Allah’tır. Allah’tan başka hiçbir şeyin tesiri ve alakası yoktur. Bunlar görünüşte bir şeye tesir edebilir. Ancak tesir eden sebep değildir. Allah tesiri sebep katında yaratmıştır. Ekmek katında doymayı, su katında kanmayı dilerse yaratır. Allah’ın adeti, kul bir şeye teşebbüs etmedikçe ve sebebine yapışmadıkça yaratmamaktır. Eğer Allah’tan başka tesir eden bir şey olsa idi, bütün peygamberler ümmetlerini cennete götürür, şeytanda bütün insanları cehenneme götürürdü.]
Allahtan başkasının eşya üzerinde tesiri vardır diyenler 10 kısımdır.
1.   Hukema denilen Süfehâ. Yeri göğü Allah yarattı. Ancak yardımcıları vardı diyenlerdir.
2.   Eflakiyyün. (Yıldızcılar) Yeri göğü Allah yarattı. Ancak bize fayda ve zarar yıldızlardan gelir diyenlerdir.
3.   Tabaiyyun. (Tabiatçılar) Yeri göğü Allah yarattı. Ancak fayda ve zarar tabiattan gelir diyenlerdir.
4.   Seneviyyun. Yeri göğü Allah yarattı. Ancak hayrı ayrı, şerri ayrı ilâh yarattı diyenlerdir.
5.   Mecusiler. (Ateşperestler) Yeri göğü Allah yarattı. Ancak hayırlı olanları Allah yaratır. Zararlı olanları şeytan yaratır diyenlerdir.
6.   Veseniler. (Putperestler) Yeri göğü Allah yarattı. Ancak fayda ve zarar putlardan gelir diyenlerdir.
7.   Mu’tezile. Yeri göğü Allah yarattı. Ancak Hayrı Allah yaratır. Şerri nefsimiz yaratır diyenlerdir.
8.   Kadriye. Yeri göğü Allah yarattı. Ancak hayır ve şerri nefsimiz yaratır diyenlerdir.
9.   Cühelâi Nâs (Cahil insanlar). Yeri göğü Allah yarattı. Ancak felek bizi buldu. Feleğin sillesini yiyen böyle olur, bahtım açık değilmiş derler. Ya da falan şey uğurlu imiş, falan uğursuz imiş diye inandılar. Buraya kadar sayılanların hepsinin itikatları şirktir. Küfürdür.
10.   Müminlerden bazıları. Bunlar olması gerektiği gibi yeri ve göğü yaratan, hayır ve şerri yaratan, âleme rızk veren ve âleme tesir eden ancak Allah’tır diye itikad ederler. Ancak Ahiret amelini dünya için vesile kılarak riyakâr davranırlar. Bunların yaptıkları da Şirk-i hafi (gizli şirk)tir. Buna ulema “küfür değildir” demişlerdir. Ancak büyük günah olduğunda şüphe yoktur.


Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   İnsanın çalışması ya da teşebbüsü ile meydana gelen şeylerin yaratıcısı kimdir? Bir insan için “yarattı” diyebilir miyiz, Neden?
Başlık: 9. Ders: Ecel ve Rızık meseleleri
Gönderen: Tesniye - 24 Haziran 2011, 02:03:55
Öldürülen kimse eceli ile ölmüştür. Ölü ile meydana gelen ölüm hadisesi Allah’ın bir mahlûkudur. Ölümde kulun ne yaratma nede çalışıp elde etme noktasında bir tesiri yoktur. Ecel birdir.
Haram rızktır. Her kişi ister helal olsun ister haram olsun rızkını yer. Kişinin rızkını yiyememesi veya başkasının onun rızkını yemesi düşünülemez.

[Bir şeyin rızk olması ayrı mesele, onun helal olması ise ayrı meseledir. Allah’ü teala hepimizin rızkını yaratmış ve takdir buyurmuştur. Rızkını helal yoldan kazânmaya teşebbüs edene helal rızkı, haram yoldan kazânmaya teşebbüs edene haram rızkı verir. Kişi iradesini harama sevk ettiği için ceza görür.]
[Tevekkül iki kısımdır.
1.   Asl-ı Tevekkül. “Lâ halika velâ râzika illAllah” (Yaratan ve rızk veren ancak Allah’tır.) cümlesine itimat edip hiçbir şeyin sebebine bakmamaktır. Bu ancak enbiya ve evliyanın halidir.
2.   Kemâl-i Tevekkül: Meşru sebeplere yapıştıktan sonra ancak Allah’ü Tealaya itimat etmektir.]
Allah’ı Teala dilediğini delalete düşürür, dilediğine de hidayet verir. Kul için faydalı ve menfaatli olan bir şeyi yaratmak Allah’ü Teala üzerine şart değildir.
[Cenab-ı Hakk için hiçbir şeye vaciptir,  ya da şarttır denilemez. Zira bir mecburiyet mevzu bahis olduğunda bunu koyan bir vazı ve aksi durumda cezalandıracak bir kudret gerekir. Hâşâ Allah için kulun menfaatine olan şeyi yaratmak vaciptir denilse o zaman bunu kim vacip kıldı diye sorulur. Ya da Allah üzerine vacip olan bir şeyi yapmasa kim hesap soracak denilir. Her iki vaziyete de Allah üzerine hâkim bir kudretin varlığını kabul etmek gerekir ki bu küfürdür.
Allah’ü Teala lütuf ve keremi ile mahlûkatın rızkını üzerine almıştır. Ayet: “Hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah üzerine olmasın”.  Ancak bu da bir mecburiyet değil, Allah’ın bir ikramıdır.]



Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   Ecel kaç kısımdır?
2.   Maktul’ün eceli var mıdır? Maktul’ün ölümünü kim yaratmıştır?
3.   Haram rızık olur mu?
4.   Kulun menfaatine olan şeyi Allah yaratmalı mıdır?
 
Başlık: 10. Ders: Mürtekibi Kebiranın Hükmü
Gönderen: Tesniye - 24 Haziran 2011, 02:06:51
Kâfirler ve bazı asi müminler üzerine kabir azabı haktır. Kabirde itaat ehline nimet verilmesi haktır. Kabirde Münker ve Nekirin suali sem’î deliller ile (Ayet ve hadisler) sabittir.
[Kabir azabının hak olduğuna şu ayeti kerime delalet eder.


“Onlar (Fir’avn ve kavmi) sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet kopacağı gün: "Fir'avn hanedânını azabın en şiddetlisine tıkın" denilecektir..”  
Yani Fir’avn ve kavmi dünyada kötü azab ile mahvoldukları gibi ahirete kadar âlem-i berzahta da akşam sabah ateşe arz ile azab olunmaktadırlar. ].
Öldükten sonra dirilmek haktır. Amellerin tartılması haktır. Amel defterlerin verilmesi haktır. Havz(-ı Kevser) haktır. Sırat haktır. Cennet haktır. Cehennem haktır. Cennet ve cehennem şu an yaratılmış ve mevcutturlar. Kendileri ve içindeki kişiler baki olacaklardır. (Hiçbir zaman yok olmayacaklardır.)
Büyük günah mümin olan bir kişiyi imandan çıkarıp küfre sokmaz. Allah’ü Teala kendisine ortak koşanı affetmez. Bunun dışında küçük ya da büyük tüm günah sahiplerinden dilediğini affeder.

[Günah: Allah’ın haram kıldığı herhangi bir şeyi yapmaktır. Günahlar İki Kısımdır Büyük günahlar, Küçük günahlar. Başlıca Büyük Günahlar:
Allah’a ortak koşmak, Adam öldürmek, Namuslu kimseye iftira etmek, Zina etmek, Harpten kaçmak, Sihir yapmak ve yaptırmak, Yetim malı yemek, Ana ve babanın, meşru isteklerine karşı gelmek. Harem-i şerifte günah işlemek. Faizcilik yapmak, Hırsızlık yapmak, İçki içmektir.
Her ne kadar sayı itibarîyle büyük günahlar 12 ise de, içtihâden bu günahlardan biri kadar çirkin olan herhangi bir günah da büyük günahtır. Ayrıca devamlı yapılan küçük günahlar da zamanla büyük günah olur.]
Küçük günahtan dolayı azap caizdir. Büyük günahtan dolayı af, bu günah helal görülmediği takdirde caizdir. Bir haramı helal görmek küfürdür.
Resullerin ve hayırlı kimselerin, müminlerden büyük günah sahibi olanları için şefaati sabittir. Müminlerden büyük günah sahipleri cehennemde ebedi kalmazlar.



Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   Cennet ve cehennem ne zaman yaratılacaktır? Ne zaman yok olacaktır?
2.   Büyük günah işleyen mü’min midir? Kafir midir?
3.   Hangi büyük günah af edilmez?
4.   Büyük günahtan dolayı af ne zaman caizdir?
Başlık: 11. Ders: İman-said-şaki- veli
Gönderen: Tesniye - 02 Eylül 2011, 23:08:02
Şeriata göre iman: Rasulullah Aleyhisselam efendimizin Cenabı Hakk tarafından getirmiş olduğu hükümleri dil ile ikrar kalp ile tasdik etmektir. Ameller kendi zatında çoğalırlar. İman ise ne azalır nede çoğalır.  İman ve İslam birdir. (Mümin Müslüman’dır. Müslüman’da Mümin’dir.) Bir kişi kalp ile tasdik ve dil ile ikrar ettiğinde “Hakikaten inandım. Müminim” demesi gerekir. “inşAllah müminim” demesi doğru olmaz.
 [Allahın dilemesi bizim için malum değildir. İman ise kat’i olmalıdır. Kat’i olan imanı nasıl tecelli edeceği belli olmayan meşiet-i ilâhiye (Allahın dilemesine) bağlamak caiz değildir.
Çünkü şüphe için böyle derse hiç şüphesiz bu küfürdür. Böyle değil de işleri Allah’a havale etmek ve sonunun ne olacağını bilmediği için söylemişse küfrü gerektirmez. Ancak böyle dememesi evladır. Zira iyi düşünceler ile de söylemek şüpheyi doğurur.
İmanın aslı kalp ile tasdiktir. Dil ile onu söylemek ise insanların kişinin İslam olduğunu bilmeleri içindir. Allah kalpte olana itibar eder. Ancak kişinin Müslüman sayılması ve Müslüman muamelesi görmesi için hayatında en az bir kez insanlar içinde Müslüman olduğunu söylemesi gerekir. Bunun mukabili olarak kişi dili ile İslam olduğunu söylese ancak İslam’ın zıddı olan bir şeyi de yapsa mesela Haram olan bir şeye helal dese o kişinin küfrüne hükmolunur.]

Said: yani iyi amel işleyen kişi, bazen şaki yani kötü kişi olur. Bazen şaki, said olur. Burada değişen kişi üzerindeki iyi ve kötü sıfatlarıdır. Yoksa bu değişiklik Allah’ın iyi kişi yapma (is’âd) ya da kötü kişi yapma (işkâ) sıfatlarında değildir. Bunlar (isad ve işka) Allah’ın sıfatlarıdır. Ne Allah, nede sıfatları üzerinde değişim yoktur, olamaz da.

Allah’ü Teâlânın Peygamberleri göndermesinde hikmet vardır. Allah’ü Zülcelâl hazretleri kullarından (iman ve taat ehlini cennet ve sevapla) müjdelemek, (küfür ve isyan ehlini de cehennem ve azabla) korkutmak ve din ve dünya işlerinden muhtaç oldukları şeyleri onlara anlatma maksadı ile yine onlar arsından seçtiği peygamberlerini gönderdi. Bu Resullerini harikulade mucizelerle kuvvetlendirdi.

Peygamberlerin evveli Âdem Aleyhisselamdır. Âhiri ise (sonu) Muhammed sallalahü aleyhi vesellemdir. Bazı hadisi şeriflerde Resullerin adedinin beyan edildiği rivayet edilmiştir. Evlâ olan ise Resullerin adedini belli bir rakam ifade ederek sınırlamamaktır. Allah’ü teala hazretleri ayeti kerimesinde “O Resullerden bir kısmını biz sana kıssa ettik. Bir kısmını ise kıssa etmedik”  buyrulmuştur.

Bir adet söylendiğinde o adede bir takım peygamber olmayanların girmesi ve ya bazı peygamberlerin bu adetten çıkarılmasından emin olunamaz. Resullerin hepsi Allah katından getirdiklerini haber verici, tebliğ edici, doğru söyleyici ve ümmetlerine nasihat edici idiler. Peygamberlerin en faziletlisi Muhammet Mustafa sallalahü aleyhi vesellemdir.

Melekler Allah’ü Zül Celal hazretlerinin kullarıdır. Onun emri ile amel ederler. Erkek ve dişilikle vasıflandırılmazlar.
Allah’ü tealanın nebilerine indirdiği kitapları vardır. Bu kitaplarda emirlerini, yasaklarını, vaatlerini ve azaplarını açıklamıştır. Bunların hepsi Allah’ü Teâlânın kelâmıdır.

Rasulullah sallAllahü aleyhi vesellem hazretlerinin uyanık olarak ve kendi şahsı (vücudu) ile semâvâta ve oradan da Allah’ü tealanın dilediği en yükseklere mi’racı haktır.

Evliyanın kerametleri haktır. Keramet, veliler için âdet olan bir şeyi bozmak şeklinde ortaya çıkar. Kısa sürede uzak mesafeleri kat etmek, ihtiyaç halinde yiyecek, içecek ve giyeceklerin ortaya çıkması, su üzerinde yürümek, gökte uçmak, cansız varlıkların ve hayvanların konuşması ve bunlara benzeyen diğer şeyler gibi. Ümmetinden birinde ortaya çıkan bu keramet, tabi olduğu rasülü için mu’cize olur.

(Yani inandığı peygamberinin mu’cizeleri cümlesindendir.) Zira onun veli olduğu o keramet ile ortaya çıkar. Hâlbuki bir kimse dininde sadık olmadığı müddetçe veli olamaz. Kişinin dini ise (emir ve yasaklara uymakla beraber) resulün risaletini dil ile ikrar kalp ile tasdik etmesidir.

[Harikulade haller 3 kısımdır. Bu harikuladeyi gösteren kişi Nebi olduğunu iddia etmişse Mucize denir, bir nebiye inandığını ifade eden mümin ise Keramet denir, Kâfir ise İstidrâc denir. İtibar edilmez.]



Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   Şeriata göre iman nedir?
2.   İman ile İslam arasındaki farkları yazınız?
3.   İmanı ne artırır?
4.   İyi kişinin (said) kötü olması (şaki) caiz midir? Açıklayınız?
5.   Allah’ü zülcelalin Rasülleri göndermesinde ne gibi hikmetler vardır?
6.   Peygamberlerin adedini belirtmek caiz midir? Neden?
7.   Peygamberimizin mi’racının hususiyetleri nelerdir?
8.   Harikulade kaç kısımdır? Tasnif ediniz?
9.   Veli kime denir?
 
Başlık: 12. ders: Ümmetin en faziletlileri ve imamın vasıfları
Gönderen: Tesniye - 02 Eylül 2011, 23:09:01
Peygamber SallAllahü Aleyhi Vesellem efendimizden (ve diğer peygamberlerden) sonra insanların en faziletlisi Ebu Bekr-is Sıddıyk, sonra Ömer-ul Fârûk, sonra Osman-iz Zinnureyn sonra Ali-yyül Mürteza efendilerimizdir. Onların halifelikleri de aynen bu sıra üzerine sabittir. Onların hilafeti 30 senedir. Bu 30 seneden sonra Emirlik ve Padişahlık vardır.

[Bunlardan sonra Emir-ul Mümin’in (Müslümanları idare edecek bir imam-devlet başkanı) olmasının zarureti, vazifeleri, kimlerin olabileceği hususu ifade edilmiştir.].

Müslümanlar için bir imam (önder-lider) muhakkak lazımdır. Ki bu imam şer’i hükümleri yerine getirsin, cezaları infaz etsin, tehlikeleri bertaraf etsin, askerleri teçhiz etsin, zekâtları toplasın, asileri hırsızları ve yol kesen eşkıyaları cezalandırsın, Cuma ve bayram namazlarını kıldırsın, insanlar arasında meydana gelebilecek anlaşmazlıkları çözsün, hukuk üzerine kaaim olan şahitlikleri kabul etsin, velisi olmayan kız ve erkeklerden küçükleri evlendirsin, ganimetleri taksim etsin ve (imamdan başka hiçbir kimsenin üstlenemeyeceği)  benzeri işleri yapsın.

Bununla birlikte imam olan kişinin aşikâr (bilinen, açık) olması, gizli olmaması, çıkması beklenen bir kişi olmaması icap eder.

[İmamete geçmek için fitne ve fesadın yatışmasını, karışıklıkların (kargaşa halinin) geçmesini bekleyen bir kişi de olmamalıdır. Şîa’nın imâmiyye kolunun inandığı gibi düşmanlardan ve zalimlerin istilasından korkarak gizlenmemesi icap eder.]

İmam olan kişinin Kureyş kabilesinden olması gerekir. Kureyş dışından bir kişinin imam olması caiz değildir. Ancak imamın Kureyş’in Beni Hâşim sülalesine ya da Hazreti Ali radiyAllahü anhın çocuklarına tahsisi yoktur.

[Emir-ul Müminîn’in Kureyş kabilesinden olması husus hadis-i şerif ile sabit bir husustur. Benî Hâşim; Kureyş kabilesinin Peygamberimizin ve ailesinin içinde olduğu bir koludur.].

İmamın masum (günahsız) olması şart değildir. Yine imamın zamanının en faziletli kişisi olması şart değildir. İmamın, mutlak kâmil velayet sahibi olması şarttır. (Yani imamın Müslüman, erkek, hür, âkil ve baliğ olması şarttır.) Yine imamın siyaset bilen (yani re’yi, görüşü, şecaati ve kudreti ile Müslümanların işlerinde tasarrufa sahip) bir kişi olması şarttır. Yine imamın hükümleri yerine getirmeye, İslam memleketinin sınırlarını korumaya ve mazlumun hakkını zalimden almaya gücünün yetmesi şarttır. İmam olan kimsenin günahkâr olması ve insanlara zulüm etmesi imamlıktan azlini icap ettirmez.

[Ehl-i Sünnet diğer bozuk fırkaların aksine imam olan kimsenin hatalarından dolayı azledilmesini, ya da Müslümanların kıyam ederek bir ihtilal yapmalarını doğru ve caiz görmez.]




Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   Peygamberimizden sonra insanların en faziletlisi kimdir?
Başlık: 13. Ders: Aşerei mübeşşere- kahinin haberi- emn ve ye's
Gönderen: Tesniye - 02 Eylül 2011, 23:09:44
İyi, kötü (günahkâr) herkesin arkasında namaz kılınır.   İyi ve kötü herkesin cenaze namazı kılınır. 
Biz Sahabeyi Kiramı ancak hayır ile anarız. (onlar hakkında başka türlü konuşmaktan kendimizi alıkoyarız.) Peygamber SallAllahü Aleyhi Vesellem efendimizin cennetle müjdelediği 10 kişinin cennetlik olduklarına şahadet ederiz.

[Aşere-i Mübeşşere: 1-Hz. Ebu Bekir r.a. 2-Hz. Ömer r.a. 3-Hz. Osman r.a. 4-Hz. Ali r.a. 5-Hz. Talha r.a. 6-Hz. Zübeyr r.a. 7-Hz. Abdurrahman bin Avf r.a. 8-Hz. Said bin Ebi Vakkas r.a. 9-Said bin Zeyd r.a. 10-Ebu Ubeyde bin Cerrâh r.a. hazretleridir.]
Seferde ve hazarda (ikamet mahalli) mestler üzerine mesh etmeyi caiz görürüz. Hurma şırasına da haram demeyiz.
Bir veli asla nebi derecesine ulaşamaz. Hiçbir kul da (akil baliğ olduğu müddetçe) asla kendisinden emir ve nehiylerin kalkacağı bir mertebeye ulaşamaz. Nas’lar (Ayet ve hadisler) zahirleri üzerine hamlolunur. Bu nasları zahiri manalarından Ehl-i Bâtın’ın iddia ettiği gibi bâtini manalara döndürmek İslam’dan dönerek  küfre meyletmektir.
Nasları (Ayet ve Hadisleri) red etmek küfürdür. (Büyük olsun küçük olsun günah olduğu kat’i delil ile bilinen) Günahı helal saymak küfürdür. Böyle bir günahı küçümsemek küfürdür. Şeriatın hükümlerini alaya almak küfürdür.
Allah’ü Teala ve Tekaddes hazretlerinin rahmetinden ümidini kesmek ve azabından emin olmak küfürdür.
Kâhin’in gaybden (gelecekten, mutlak olarak bilinmesi mümkün olmayan şeylerden) verdiği haberi tasdik etmek küfürdür.

[Gaybı yalnız Allah bilir. Allahın bildirdiği enbiya ve evliyasının gayrinin gaybi bilmesine imkan yoktur. Yıldızlar, fallar vs. ile gelecekten haber veren kâhin, medyum vb. kişilerin yaptıkları küfür olduğu gibi onların verdikleri haberi de tasdik etmek dahi küfürdür.]



Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   Kimlerin arkasında namaz kılınır? Kimlerin arkasında namaz kılınmaz?
2.   Aşere-i Mübeşşere ne demektir? Kimlerdir?
3.   Bir veli ne zaman nübüvvet derecesine çıkar?
4.   Emn ve Ye’s ne demektir? Hükmü nedir?
5.   Kâhinin haberi hakkında hüküm nedir?
Başlık: 14. Ders: Kıyamet alametleri
Gönderen: Tesniye - 02 Eylül 2011, 23:13:42
“Yok” olan, “şey” değildir.
[Bu ifade kelime oyunu ile muğaleta ile Allah’ı inkar etmeye çalışanlara bir reddiyedir. Yok olana, olmayana biz bazen hata ile “olmayan şey” “ yok olan şey” ifadesi kullanıyoruz. Hâlbuki Allah’ü Zülcelal’e de “şey” dendiğini daha önce öğrendik. Olmayana, yok olana şey dersek o zaman “işte siz olmayana şey dediniz. Allah’ta şey olduğuna göre o da yoktur” şeklinde bir mantık yürütmesine karşı bu ifade getirilmiştir.]
Dirilerin ölüler hakkında duaları ve onlar için verdikleri sadakalar ölüler için menfaatlidir.
Allah’ü Teala dualara icabet eder ve ihtiyaçları giderir.
Rasulullah Efendimizin, Deccalın çıkması, Dâbbetül arz, Ye’cüc ve Me’cücün çıkması, İsa A.S.’ın semadan inmesi, güneşin batı tarafından doğması gibi kıyametin alametlerine dair verdiği haberler doğrudur.

[Bu haberlerin nasıl tecelli edileceği açıkça ifade edilmemiştir. Ancak bu alametlerin kıyamet alameti olduğu ve bunlar meydana gelmeden kıyametin kopmayacağı katidir.[
Müctehid, ictihadında bazen hata yapar, bazen de isabet eder.
İnsanların peygamberleri, meleklerin peygamber-lerinden üstündür. Meleklerin peygamberleri insanların tümünden üstündür. İnsanların tümü, meleklerin tümünden üstündür.
En iyisini bilen Allah Celle Celalühü Hazretleridir.



Bu derste cevaplanması icap eden sualler
1.   Kıyamet alametleri nelerdir?
2.   İnsanlar ve meleklerden hangisi üstündür?
 
Başlık: 15. Ders: Akaid Soruları
Gönderen: Tesniye - 02 Eylül 2011, 23:15:24
15. DERS
İlm-i Akâid Sualleri
1.   İlim-i Kelâm-ı tarif ediniz.
2.   İlim-i Kelâm neden bahseder?
3.   İlim-i Kelâm’ın gayesi nedir?
4.   Kelâm ilmini ilk kimler ne için kullanmışlardır?
5.   Ehl-i Sünnet’in kelam ilmini kim vaz etmiştir? (oluşturmuştur)
6.   Nesefi Akadininin musannıfı (yazarı) kimidir?
7.   Ehl-i Hakk kimdir?
8.   Mahlûkat için esbab-ı ilim kaçtır?
9.   Duyu organları ile elde edilen ilmin geçerli olmasının şartları nelerdir?
10.   Haber-i Sadık kaç çeşittir? Açıklayınız.
11.   Akıl ile elde edilen ilim kaç kısımdır?
12.   İlham nedir?
13.   İlham esbab-ı ilimden midir? Açıklayınız.
14.   Âlem kaç kısımdır?
15.   Âlem muhdes midir?
16.   Âyan nedir?
17.   Â’raz nedir?
18.   Cevher nedir?
19.   Allah Celle Celalühü’nün kelam sıfatını anlatınız.
20.   Kur’an mahluk mudur?
21.   Kur’an-ın mahluk olan kısmı var mıdır?
22.   Allah Celle Celalühü’nün Tekvin sıfatını anlatınız.
23.   Ru’yetullah caiz midir?
24.   Allah nasıl görülecektir?
25.   Kulların yaptıkları iyi ve kötü filleri kim nasıl yaratır?
26.   İnsanın çalışması ya da teşebbüsü ile meydana gelen şeylerin yaratıcısı kimdir? Bir insan için “yarattı” diyebilir miyiz, Neden?
27.   Ecel kaç kısımdır?
28.   Maktul’ün eceli var mıdır? Maktul’ün ölümünü kim yaratmıştır?
29.   Haram rızık olur mu?
30.   Kulun menfaatine olan şeyi Allah yaratmalı mıdır?
31.   Cennet ve cehennem ne zaman yaratılacaktır? Ne zaman yok olacaktır?
32.   Büyük günah işleyen mü’min midir? Kafir midir?
33.   Hangi büyük günah af edilmez?
34.   Büyük günahtan dolayı af ne zaman caizdir?
35.   Şeriata göre iman nedir?
36.   İman ile İslam arasındaki farkları yazınız?
37.   İmanı ne artırır?
38.   İyi kişinin (said) kötü olması (şaki) caiz midir? Açıklayınız?
39.   Allah’ü zülcelalin Rasülleri göndermesinde ne gibi hikmetler vardır?
40.   Peygamberlerin adedini belirtmek caiz midir? Neden?
41.   Peygamberimizin miracının hususiyetleri nelerdir?
42.   Harikulade kaç kısımdır? Tasnif ediniz?
43.   Veli kime denir?
44.   Peygamberimizden sonra insanların en faziletlisi kimdir?
45.   Kimlerin arkasında namaz kılınır? Kimlerin arkasında namaz kılınmaz?
46.   Aşere-i Mübeşşere ne demektir? Kimlerdir?
47.   Bir veli ne zaman nübüvvet derecesine çıkar?
48.   Emn ve Ye’s ne demektir? Hükmü nedir?
49.   Kâhinin haberi hakkında hüküm nedir?
50.   Kıyamet alametleri nelerdir?
51.   İnsanlar ve meleklerden hangisi üstündür?


Başlık: Ynt: İlmi Kelam Dersleri
Gönderen: Mücteba - 08 Ocak 2012, 23:48:37
Ellerinize sağlık.
Başlık: Ynt: İlmi Kelam Dersleri
Gönderen: tk1978 - 09 Ocak 2012, 00:51:36
Ellerinize sağlık.
Aynen
Başlık: Ynt: İlmi Kelam Dersleri
Gönderen: mazhar - 03 Aralık 2012, 08:26:22

KELÂM İLMİ


Alıntı
"Kur’ân-ı Kerîm ile hadîs-i şerîfler, itikâd hükümlerinin birer menbaı, kaynağıdır. Biz bütün i’tikadî meselelerimizi bu muazzam menbalardan alırız. İ’tikadî meselelerimiz hususunda en birinci müracaat kaynağımız, Kur’ân-ı Kerîm ile hadîs-i şerîflerden ibarettir. Âlimlerimiz bu itikadî meseleleri başlıca bir ilim halinde toplamışlardır ki buna kelâm ilmi ismi verilmiştir.

Kelâm ilmi, itikâd; inanç bilgilerine âit olan ilimdir. Buna evvelce ilm-i i'tikâd, ilm-i tevhîd de denilmiştir.

Aklî ilimlere âit meselelerde insana mantık ilmi kuvvet verdiği gibi dîne dair meselelerde ilm-i kelâm sahibine kuvvet kazandırır.

İlm-i kelâm, üç devir geçirmiştir. Şöyle ki: İ'tikadî meseleler, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında müstakil bir ilim halinde değildi. O vakit halk meselelerini bizzât Resûlullâh Efendimiz’e, ondan sonra Dört büyük halîfeye, sonra da Ashâb’ın büyüklerine sorarak hallederlerdi. Sonraları Ashâb-ı Kirâm azalıp akîdelerdeki saflık da bozulmaya yüz tuttu. Bunun üzerine dîn âlimleri bu kötü gidişe mani olmak için itikad meselelerini delîlleri ile tesbît etmeye ihtiyaç gördüler. Bu ilim “İlm-i tevhîd, Fıkh-ı ekber.” adı ile meydana getirildi.

Sonra bir takım bid'atçılar çıkarak Ashâb-ı Kirâm’ın doğru mezhebine uymayan ve felsefe ile karışık “Kelâm” ismi ile bir ilim neşrettiler. Ehl-i sünnete uymayan yollara gittiler. Bunun üzerine dîn imâmları Ehl-i sünnete mahsûs olmak üzere diğer bir ilm-i kelâm meydana getirerek ehl-i bid'atların kötü neşriyatına mâni oldular. Böylece ikinci devre vücuda geldi.

Daha sonraları İslâm muhitinde felsefenin yayılması ve ehl-i sünnet hâricindeki sapık mezheplerin bunu kullanması üzerine islâm âlimleri felsefenin İslâm akâidine uymayan yerlerini reddettiler. Böylece üçüncü devre meydana gelip bir “Hikmet-i islâmiyye” olmak üzere İlm-i Kelâm tesis edilmiştir.

Bu ilme dâir birçok kıymetli eserler te'lif olunmuştur. “Kitabu't-Tevhîd, el-Erbaîn, Ebkâru'l-Efkâr, Tavali', Şerh-i Mevâkıf” bunlardandır."
[/b]