Sadakat islami Forum

EDEBİYAT KÖŞESİ => EDEBİYAT => HİKAYELER => Konuyu başlatan: Serdar102 - 24 Kasım 2021, 14:49:22

Başlık: Keloğlan Masalları
Gönderen: Serdar102 - 24 Kasım 2021, 14:49:22


KISA KELOĞLAN MASALLARI
KELOĞLANIN FÜZESİ
Bir varmış, bir yokmuş. Ülkenin birinde Keloğlan yaşarmış. Uzaya meraklıymış. Bir gün bir füze bulmuş. Füzeyle Jüpiter'e gitmiş. Uzayda tur atmış. Sonra dünyaya dönmüş. Masalımız da burada bitmiş.

KELOĞLAN VE KORSANLAR
Bir Keloğlan varmış. Kayıkla denize açılmış. Korsanlar, kayığı almışlar. Keloğlan'ı denize atmışlar. Keloğlan yüzerek kıyıya çıkmış. Masalımız da burada bitmiş.

KELOĞLANIN SARAYLARI
Evvel zaman içinde bir Keloğlan yaşarmış. Rüyasında hazine üstünde yattığını görmüş. Evin altını kazıp, hazineyi bulmuş. 365 tane saray yaptırmış. Padişahın kızıyla evlenmiş. Masalımız da burada bitmiş.

------------------------------------------------

KELOĞLAN İLE ULUDAĞ
Bundan yıllar önce Anadolu'da bir Keloğlan yaşarmış. Bu Keloğlan anasıyla birlikte karınca misali geçinir giderlermiş. Keloğlan çalışmayı sevmezmiş ama anasının zorlamasıyla iş bulup çalıştığı ve üç beş kuruş kazandığı olurmuş.  Keloğlan bir gün bir gezginden duydukları karşısında neredeyse büyük dilini yutacakmış. Gezginin anlattığına göre, Uludağ'da yaşayan kocamış bir ihtiyar varmış ve bu ihtiyar 54 milyon yaşındaymış.
Keloğlan kendi etrafında şöyle bir döndükten sonra:  " Aboov! Sen ne diyorsun gezginim! Hiç o kadar yaşında insan olur muymuş? 54 yaşında deseydin inanırdım da öyle milyon yaşa falan benim aklım ermez. Peki, sen inanıyor musun ihtiyarın o kadar yaşadığına? "

Bunun üzerine gezgin:  " Tabi inanıyorum. İnanmasam sana söyler miyim? Kendisini yıllardır tanıyorum. Ben çocukken ihtiyardı, 30 yaşına girdim yine ihtiyar. Babam, dedem zamanında da ihtiyarmış. Dedemin dedesi de onu tanırmış ve o zamanda ihtiyarmış. En aşağı hesaba vursan 200 yıl çıkar. 200 yaş da az değil hani. "

Keloğlan:  " Onun orası öyle, 200 yaşında olabilir ama 54 milyon bana inanılmaz geldi. Hiç inanmadım. "

Gezgin:  " Seni tanırım Keloğlan, inanmadım dersin ama araştırma yapmaktan geri durmazsın. Ya doğruysa değil mi? Sen meraklı köylüsün. Uludağ'a gidersin. İhtiyarı bulursun. Onunla konuşursun. "

Gezgin, Keloğlan'ı iyi tanıyormuş. Ertesi sabah anasından izin alan Keloğlan, Uludağ'a doğru yola çıkmış. Keloğlan yolda sormuş, soruşturmuş, yeni insanlarla tanışmış, konuyu araştırmış. Gezginin anlattıklarıyla insanların anlattıkları birebir örtüşüyormuş. Uludağ'da milyonlarca yıldır yaşayan bir ihtiyar varmış ve Keloğlan onunla bir an önce tanışmak için sabırsızlanıyormuş.

Sonunda Keloğlan çok yaş yaşamış, dişleri dökülmüş, iki büklüm ihtiyarı bulmuş. Onunla koyu bir sohbete dalmış. Keloğlan sormuş:  " Dedem, ben geldiğimde selam dedim, sen kafanı kaldırıp beni gördün ve hoş geldin Keloğlan, selam evladım, dedin. Benim adımı nereden biliyordun ki? Sanıyorum beni ilk kez görüyorsun."

" Bak bu doğru Keloğlan. Seni ilk kez görüyordum ama adını biliyordum. Benimle görüşmeye gelenlerden bazıları Keloğlan deyip başından geçmiş bir olayı anlattılar. Aslanım, sen çok meşhursun. Gezgine de söyledim, şu Keloğlan'ı kap getir diye. Kendi gelmedi ama seni gönderdi. Benim için seni tanımak zor olmadı. "

" Dedem, şu üç günlük dünyada derler, dünya sence de üç günlük müdür? "

" Dünya üç günlük değildir. Beş günlük de değildir. Yaşadığı günlerin pek çoğunu değerlendirmiş, zamanını boşa geçirmemiş bilgili, kültürlü bir insan şu üç günlük dünyada deyimini kullanmaz. "

" Dedem,  bu dünyaya yalan dünya diyorlar. "

" Olur mu Keloğlan? Dünya yalan olur mu? Tabi ki bu dünya gerçektir. "

İki büklüm ihtiyar aniden doğruluvermiş:  " Bak ben Uludağ'ım. 54 milyon yaşındayım. "

Keloğlan:  " Nee?! Sen Uludağ mısın? "

" Tabi ya ne sandın? Uludağ'ın bir de insansal karşılığı olmalı. Dünya çapında bir dağ derdini anlatabilmeli. Bak Keloğlan, insanlar bir fikir ve düşünce sistemine bağlı kalmamalı. Diğer fikir ve düşüncelere saygı duymalı. Eleştiri kabul etmeli. "

" Dedem Uludağ, seni üzdüysem beni affet. Nice zamandır bu sorular kafama takılıyordu. Soran öğrenir, sormayan ne öğrenmiş, derler. Ben de geldim, seninle tanıştım, memnun oldum. Misafirin iyisi erken kalkandır. İzin istiyorum. "

" İzin senindir Keloğlan. Ama çok erken kalktın. "

" Dedem, bu kadarı yeterli. Konuştuklarımızı anlatmama izin çıkar mı? "

" Çıkar. Ben sözlerimin arkasındayım. "

Keloğlan düze indikten sonra köyünde ve diğer köy ve kasabalarda Uludağ'la konuştuklarını anlatmış. Herkes, Keloğlan'ın anlattıklarını ilgiyle dinlemiş. Bir kişi bile karşı çıkan olmamış. Doğru söze ne denir? Demek ki doğru söyleyen dokuz köyden kovulmuyormuş.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım


Başlık: Ynt: Keloğlan Masalları
Gönderen: Serdar102 - 24 Kasım 2021, 14:51:59

KELOĞLAN ÇATALTEPE TEKFURUNA KARŞI
Günler geçer, aylar geçer, aylar geçer, taylar geçer. Aradan yüzyıllar geçse de bu masalı okuyan baylar, bayanlar geçer.
Bu masalı okuyanın
Yaşı kaç olursa olsun,
İyilik sırdaşı olsun,
Yüreği sevgiyle dolsun.

Masal Keloğlan masalı ama önce Keloğlan'ı değil de, Çataltepe Tekfuru'nu tanıtmakla işe başlayalım. Bu tekfur ovaya sur yaptırır da kalesini kurdurur mu? Kurdurmaz. Neden? Çünkü zalim. Dağ tepelerinde, çataltepelerde fırıldağını maharetle çevirecek. Düzden, ovadan geçen kervanları soyduracak. Elma soymak başka, kervan soymak başka.

Köy ve kasabalara saldır, insanları yarala, öldür.
Bre geri zekalı tekfur, dur bakalım, geri dur.

O yörede yaşayan insanlar, tekfur belasına dudak bükmüşler, son çare olarak Keloğlan'a gitmişler. Olmazı olduran, nice kötülere dersini veren Keloğlan kırk, elli değil, yüz kişiye olur, demiş. Yardım ederim, demiş. Yüz kişi gidince Keloğlan yüz elli gün düşünmüş ama çare bulamamış:
" Bir kuru canımla ortaya çıksam
Zalim tekfura yeter artık desem
Tekfur bin askerini üstüme salsa
Bir türlü çıkmadık şu canımı alsa
O zaman ne olur, ne değişir?
Ben yolcu, tekfur hancı
Daha çok halkın üstüne çöreklenir.

Canımı tehlikeye atmadan, tekfurun hakkından gelmeliyim. Gücüm yetmiyorsa yardımcı veya yardımcılar bulmalıyım. Ama nasıl, kimi ya da kimleri? "
Keloğlan yüz elli gündür düşünüyor ya bir yüz elli gün de benden oldu mu sana üç yüz gün. Bir yıl bile değil. Tekfurun soyu babadan oğula bin yıldır hüküm sürüyor. Keloğlan bin yıllık saltanatı yıkmak için, varsın biraz daha düşünsün.

Günlerden bir gün Keloğlan bir düzlükte kendi etrafında dönerek bir daire çizmiş ve bu dairenin içine kendini hapsetmişken, bir ses duymuş:  " Hemşerim, dönüp durma sonra başın döner, yere düşersin. "
Keloğlan sesi duymuş, durmuş, başı dönmüş ve yere düşmüş. Keloğlan'ın yere düşmesine sebep olan zincir koparanmış. Zincir koparan Keloğlan'ı yerden kaldırmış. Bunlar konuşmuşlar, konuştukça birbirlerine alışmışlar. Dertlerini anlatmışlar ve bir ortak paydada birleşmişler: Tekfur zaliminin zulmüne dur demek gerekliymiş.
Keloğlan ile zincir koparan Çataltepe'ye tırmanıp naralar atarak tekfurun kalesine saldırmışlar ama tekfurun askerleri onları yakalayıp zindana atmış. Askerler gittikten sonra Keloğlan'ın üzgün halini gören zincir koparan sormuş: " Ne o Keloğlan, çok üzgünsün? Şimdi dert çekecek zaman mıdır? Bir an önce buradan kurtulmaya bakalım. "

Bunun üzerine Keloğlan: " Nasıl üzülmem! Şuna baksana seni zincirle bağladılar, üstüne kırk kilit astılar. Beni ise, adam yerine koymadıkları için, sadece iple bağladılar, ne kilit, ne bir şey. "
" Daha iyi ya Keloğlan, sen bir çabuk kurtulmaya bak. Benim işim uzun sürecek. Hem bana yardım edersin. Zinciri koparırım da şu kilitler başa bela. Kalede ne kadar kilit varsa üstüme taktılar. Beni tanıdıkları için, zinciri bolca sardılar. "
" Senin düşünceni seveyim zincir koparan. Sevinmem gerekirken üzülüyormuşum. Önemli olan, tekfurun kötülüklerine son vermek. İnsanları bu beladan kurtarmak. Önder ha sen olmuşsun ha ben. Varsın ben senin izinden gideyim. Sen yeter ki tekfurun saltanatını yıkacak çareyi bul. "
" Acele et Keloğlan, tekfurun kilitleri anahtarla açılmaz. Bu kilitleri kırmak gerekir. Buradan kurtulduktan sonra dağ devirene gideceğiz. Dağ deviren tekfurun sarayını da, üstünde bulunduğu Çataltepe'yi de devirir. "
" Dağ deviren mi? O da kim? "
" Görürsün Keloğlan, görürsün. Çataltepe'yle birlikte tekfurun sarayı yerle bir olunca onu görürsün. Dağ devirenin farkına varırsın. "
Keloğlan ile zincir koparan tekfurun sarayından kurtulduktan sonra dağ devirenin yanına gitmişler. Zincir koparan olanları dağ devirene anlatmış ve yardım etmesini istemiş. Yıllardır zalim tekfur hakkında anlatılanlarla bilenmiş olan dağ deviren zincir koparanın dürtmesiyle harekete geçmiş. Çataltepe'yi kaldırdığı gibi yere vurmuş. Ortalığı bir toz bulutu kaplamış. Yarım saat sonra toz bulutu kalkınca ortada ne Çataltepe ne tekfur kalmış. Adını kimse bilmeyeceği için, tekfur tarihin karanlıklarında kaybolmuş.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım



Başlık: Ynt: Keloğlan Masalları
Gönderen: Serdar102 - 24 Kasım 2021, 15:09:10
KELOĞLAN VE DAĞCILAR
Anadolu'da bir Keloğlan varmış. Hayatı ortadan ikiye yarmış. Bir yarısını Marmara'ya atmış. Diğer yarısını dağa fırlatmış.
Deniz Marmara'ymış, dağ Uludağ'mış.
Kış günü Uludağ kar-buz kaplıymış.
Dağdaki aç kurtlar köylere inmiş.
Keloğlan korkudan evine sinmiş.
*           *           *           *
Bir gün kar dinmiş, kurtlar hemen gitmiş.
Keloğlan evden çıkmış, bir oh çekmiş.
Kolay değil, bir hafta evde yatmış.
Bir hafta bin hafta yerine geçmiş.
*           *           *           *
Ertesi gün köye dağcılar gelmiş.
Köylüler, Keloğlan'a haber vermiş.
Dağa çıkacak bir adam gerekmiş.
Başka kimse dağcılarla gitmemiş.
*           *           *           *
" Keloğlan demiş, ben  sizinle gelmem.
Ne istersiniz Uludağ'dan bilmem.
Çıkıp da ne olacak zirvesine.
Zarar verir zirvesi cümlesine. "
*           *           *           *
" Bırak Keloğlan ciddi olamazsın.
Biz zirveye çıkarken bakamazsın.
Adın önde anılsın, şimşek çaksın.
El yazması kitaplarda sen varsın. "
*           *           *           *
" Ben öksürsem halkımız sahiplenir.
Eğer dağa çıkmazsanız sevinir.
Dağcıyı durdurdu Keloğlan denir.
Herkes neşelenir, şekerler yenir. "
*           *           *           *
Ağalar etmeyin dağa gitmeyin.
Dağ çağırır durur, önemsemeyin.
El ele tutuşun, fire vermeyin.
Hepiniz geçsiniz, erken göçmeyin.
*           *           *           *
Dağcılar, Keloğlan'ı dinlememiş.
İleri deyip, Uludağ'a çıkmış.
Ama hiçbiri geri dönememiş.
Çığ düşmüş, onları hayattan silmiş.
*           *           *           *
Dağa çıkanlar, korkusuz, yiğitmiş.
Buz çok kayganmış, kar acımasızmış.
Kaygan ortamda yiğitlik sökmezmiş.
Karlı dağlarda çığ bir felaketmiş.
*           *           *           *
Keloğlan bu sonuca çok üzülmüş.
Yazıcıya gitmiş, ona anlatmış.
Kışın kimse dağa çıkmasın, demiş.
Çıkmak isteyen yanlış yapar, demiş.
*           *           *           *
Serdar Yıldırım bu masalı yazmış.
Ne gerek varmış, kim dağa çıkarmış.
Zaten ortalık buz gibi soğukmuş.
Nice dağcılar dağlarda donmuş.

SON

--------------------------------------------------------------------
KELOĞLAN VE PİNOKYO
Bir varmış, iki varmış. Üç varmış, beş varmış. Dört yokmuş. Dört kere dört yirmi dört eder desem burnum uzar mı? Yalan söyledim diye okuyucu bana kızar mı?
Keloğlan bir gün Pinokyo ile karşılaşmış. Pinokyo çok hareketliymiş, hemen atılmış. Keloğlan'ın elini sıkmış:  " Vay Keloğlan, nasılsın? " diye sormuş.
Keloğlan: " İyiyim, sağ ol arkadaş. " demiş. " Beni nasıl tanıdın, adımı nereden biliyorsun? "
Bunun üzerine Pinokyo: " Seni tanımayan, adını bilmeyen mi var? Avrupa'yı gezdim, dolaştım. Gittiğim her yerde Keloğlan adını duydum. Amerika'yı keşfeden Kristof Kolomb ve dünyayı dolaşan Ferdinand Macellan gittikleri yerlerde Keloğlan adını duyduklarını bana söylediler. "

Keloğlan'ın sağ gözü seğirmeye başlamış. Kuru fasulye nohut arası barbunya durumları olduğunu anlamış. Pinokyo'nun burnu konuştukça uzuyormuş. Yalandan çorba yarışması düzenlense Pinokyo'nun birinci olacağına eminmiş. Kafa saatinde zamanı kurmuş. Gong çaldığında dünya denizlerindeki dalga sona erermiş. Bol dalgalı Pinokyo denizinde az acılı Keloğlan kebabı ayranla iyi gidermiş.

Keloğlan Pinokyo'nun dalga geçtiğini düşünüyormuş. Onun yalanlarına  daha fazla yalanla karşılık vererek galip gelip, Pinokyo'yu yalan söylemekten vazgeçirecekmiş:
" Doğru söylüyorsun, Pinokyo. Benim adımı dünyada duymayan yoktur. En ücra köşelerde bile adım saygıyla anılır. Ben bunu yerinde gördüm, yaşadım. Dünyayı dolaştım. Büyük Okyanus' taki adalarda, Amazonlarda, Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında beni tanıdılar. Keloğlan gelmiş, hoş gelmiş, deyip etrafımı sardılar. Yedirdiler, içirdiler. Benim gittiğim yerleri Piri Reis haritasında meyve, sebze resimleri yaparak işaretledi. Kuzey ve güney kutup noktasına Keloğlan bayrağını diktim. "

Keloğlan anlattıkça, yalan söyledikçe burnu uzamış. Pinokyo'nun iki karış burnu yanında Keloğlan'ın burnu Uludağ'ın zirvesine ulaşmış. Bu durumdan Uludağ rahatsız olmuş:   "Keloğlan, lütfen yalanı keser misin? Rahatsız oluyorum. "
Keloğlan cevap vermiş: " Özür dilerim, Uludağ! Seni rahatsız etmek değil, Pinokyo'ya dersini vermek istemiştim. "
" Pinokyo yalan söylemekten vazgeçmez, senin doğru söylemekten vazgeçmeyeceğin gibi. "
Pinokyo Uludağ'ın sözlerinden hoşlanmamış. Keloğlan'dan yana dönmüş: " Dersimi aldım Keloğlan. Bundan sonra yalan söylediğimi duymayacaksın. Haydi, hoşça kal. "  demiş ve yürüyüp gitmiş.
Uludağ: " Bu nereye gidiyor böyle? " diye sormuş.
Keloğlan: " Pinokyo'nun dönüp dolaşacağı yer İtalya'dır. "
Uludağ: " Dersimi aldım, dedi. Gerçekten almış mıdır? "
Keloğlan: " Almıştır da, son cümleyi söyledikten sonra burnu niye uzadı, onu anlamadım. "

Doğru sözlü ol, dokuz köyde misafir ol.
Onuncu köyün adı, Doğrular Köyü.

Doğru sözlü olun, yalandan kaçın.
Yalan söylemeyin, doğruluk saçın.

SON

--------------------------------------------------------------
KELOĞLAN ELMASI
Bir varmış, bir yokmuş. Var olan varmış da, yok olan neymiş? Sert bir rüzgar esmiş, dalları eğmiş. Bir Keloğlan varmış. Fikirde, düşüncede hürmüş. Ancak bu Keloğlan çok tembelmiş. Evde yan gelir yatar, keyfine bakarmış. Anası bir gün Keloğlan'a demiş ki: " A oğlum, evde yatıp duracağına babandan kalan tarlayı bellesene. Al kazmayı, küreği, git tarlaya kaz. Tohum atarız. Domates, biber, patlıcan yetiştiririz. "
Bunun üzerine Keloğlan şöyle demiş: " Bırak ya ana, bir tarla için rahatımı bozamam. Sen şu çorbayı karıştır, dibi tutmasın. "Keloğlan'ın bu sözleri üzerine anası sopasını kaptığı gibi Keloğlan'ın üstüne yürümüş: " İş yapmazsın, sırtüstü yatarsın  sonra çorba dersin. Al sana çorba. "
Keloğlan kendini dışarı zor atmış. Anası peşinden kazmayla küreği sokağa bırakmış: " Tarlayı bellemeden gelme. Seni içeri almam bilmiş ol, " diye bağırmış.

Keloğlan gelip tarlanın ortasına sırtüstü yatmış. Yanında getirdiği kazmayla küreğe, kaz kazmam, kaz küreğim, demiş ama nafile, ne kazma ne kürek kımıldamamış. Bu böyle olmayacak deyip, tarlanın yanından geçen köylülere tarlada elmas bulduğunu söylemiş. Bu tarlada çok elmas var. Gelin kazın, bulduğunuz sizin olsun, deyince kazmasını, küreğini kapan köylüler akşama kadar toprağı kazmışlar.
Akşam anası tarlanın kazılmasına çok sevinmiş. Keloğlan' ı tarhana çorbasıyla beslemiş.

Ertesi gün kasabadan gelenler varmış. Adamlar, tarlanın kenarına kulübe yapmışlar. Civar tarlaları kazmışlar, elmas aramışlar. Bir şey bulamayınca Keloğlan ile konuşup bulduğu elması satmasını istemişler. Keloğlan olmayan elmasın değerini giderek arttırmış. Ağalar, bin altın verene elması satarım, demiş. Üç altın, beş altın pey akçesi bırakanlar olmuş. Bunlar, elması başkasına satma, bana sat diyenlermiş. Böylelikle Keloğlan'ın bir torba altını olmuş.

Olaydan haberdar olan o ülkenin padişahı, Keloğlan'ı  saraya davet etmiş. Sarayda, Keloğlan'ın şerefine eğlence düzenlemiş, ziyafet vermiş. Keloğlan, elması bana satmalısın, demiş. Pey akçesi olarak yüz altın vermiş.
Zamanla dünyanın çeşitli ülkelerinden elması satın almaya gelenler olmuş. Elmasın talipleri giderek çoğalmış.  Keloğlan bir gün bir kartalın elması kapıp kaçtığını ve Kaf Dağı'nın ardına gittiğini söylemiş. Elması satın almak isteyenler, Kaf Dağı'nın ardına gitmek üzere yola çıkmış. Keloğlan topladığı altınlarla saray yaptırmış. Padişahın kızıyla evlenip mutlu olmuş.

SON

----------------------------------------------------------------
KELOĞLAN BİR KESE ALTIN
Keloğlan kasabaya giderken bir kese altın bulmuş. Pazar yerine varınca, yolda bir kese altın buldum, sahibini ararım, demiş. Herkes, kese benimdir, ben düşürdüm. İçi altın doluydu, diyerek öne çıkmış. Bunun üzerine Keloğlan keseyi kimseye vermemiş. Kolcubaşına gitmiş: "Kasabaya gelirken, içi altın dolu bir kese buldum. Sahibi size geldi mi? " diye sormuş.
Kolcubaşı: " Aman Keloğlan, kese benimdir. Bugün kasabaya gelirken düşürmüştüm. "  demiş. Keloğlan kolcubaşına inanmadığı için, keseyi vermemiş. Akşamüstü köye dönmüş. Evde anasına keseyi göstererek  olanları anlatmış. Keseyi vermesi için, adamların yalvardığını söylemiş.
Anası: " Keloğlan biliyor musun? Keseyi ben düşürmüştüm. Geçen gün kasabaya gitmiştim ya demek ki dönerken düşürdüm. "
Keloğlan: " Ana, kasabaya gitmiştin ama ne geçen günü? Aradan kaç ay geçti. Sen bari böyle şeyler yapma. Yağmur yağdı, güneş açtı. Kese ve altınlar tertemizdi. "
Anası: " Benim güzel oğlum, altını çamura bulasan yıkarsın çıkar.  Altın kirlenir mi? İçinde altın olan kese kirlenir mi? "
Keloğlan: " Olmaz ana, yarın kesenin sahibini ararım. "
Keloğlan'ın keseyi vermediğini gören anası, ağlamış, gözyaşı dökmüş. Kese babandan yadigardı. İçindeki altınları baban çalışıp biriktirmişti. Şimdi burada olsa, keseyi anana ver oğlum, üzme ananı, derdi.
Sonunda anasına inanan Keloğlan keseyi vermiş. Geç vakit Keloğlan uyuyunca anası altınları saymış. Yerde bulunan altın bulanın olur. Sahibini arar da  bulamazsa yalanın olur.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

----------------------------------------------------------------
KELOĞLAN İLE PAMUK PRENSES
İki yürür, bir koşarım.
Gezer, dağlar aşarım.
Yatıp dinlenmek varken,
Tarlada çalışana şaşarım.

Böyle deyip duran Keloğlan yıllardan bir yıl tarlalarda, bahçelerde çalışmış, toprak kazmış, tohum atmış, sulamış, ürün almış, hasat etmiş, satmış. Keloğlan'ın kesesi altın dolmuş. Keseyi belindeki kuşağa bağlamış. Anasına, yabancı diyarlara gidip tüccarlık yapacağını söyleyip yola çıkmış. Gitmiş de gitmiş. Yürümüş, durmuş. Dört çarık eskitmiş.

Sonunda, diyarların en yabancısına varmış. Bir han odası tutmuş, bir dükkan kiralamış. Dükkanın önünde oturup sağa sola bakınmaya başlamış. Gelip geçen çokmuş da selam veren yokmuş, çünkü burada Keloğlan' ı kimse tanımıyormuş. Aniden genç kızın biri durmuş ve Keloğlan'a adres sormuş. Kız pek güzelmiş. Keloğlan kıza aşık olmuş. Adresi dilinin döndüğünce tarif etmiş. Kız, teşekkür edip gitmiş. Keloğlan kızın ardından bakakalmış.

Ertesi gün kızı aramış ve bulmuş.  Aşkını anlatmış. Karşılık beklemiş. Kız: " Tabii ki bana aşık olabilirsin. " demiş. " Geldiğin ülkede tanınmış, sevilen biri olabilirsin ama ben Pamuk Prenses'im ve beyaz atlı prensimi bekliyorum, onunla evleneceğim. "

Pamuk Prenses gittikten sonra Keloğlan kıvranmaya başlamış. Bir yol, bir yöntem, bir çıkış yolu aramış. Bu masalı yazmakta olan Serdar Yıldırım bir defa daha zamanda yolculuk yapmış ve Keloğlan'ın yardımına koşmuş.  Keloğlan, ben geldim,  demiş. Keloğlan Serdar'ın gelmesine çok sevinmiş. Serdar sözü fazla uzatmamış: " Altınlar ne güne duruyor? Karşıda terzi var. Kendine bir prens elbisesi diktir. Bir de beyaz at satın al. Bin ata işte sana beyaz atlı prens. Git Pamuk Prenses'in yanına benimle evlenir misin?  diye sor. Evlenmesin seninle de göreyim. " demiş ve gitmiş.
Keloğlan: " Bir göründü, bir yok oldu. Bana faydası çok oldu. " demiş ve soluğu terzi dükkanında almış.

İki gün iki gece sonra Keloğlan yani beyaz atlı prens şehrin sokaklarında gezer olmuş. Bunun üzerine şehir halkı prensin geldi deyip Pamuk Prenses'i karşısına çıkarmışlar. Pamuk Prenses, sevdiğim geldi, demiş ve büyük bir törenle evlenmişler. Uzun yıllar birlikte mutlu yaşamışlar.

SON
Başlık: Ynt: Keloğlan Masalları
Gönderen: Serdar102 - 13 Aralık 2021, 00:01:18

BEBEK KELOĞLAN
Ye bakla at takla.
Ye limon denizde somon.
Ye kavun derdinle avun.
Ye soğan gece yarısı Keloğlan'dır doğan.
*                *                *                *
Ebe oğlan oldu der, sofada dokuz doğuran babaya.
Baba koşar evinde on sekiz doğuran dedeye.
Baba, oğlum oldu, baba oldum, der.
Dede ayağa kalkar, gözün aydın, der.
Sen baba oldun, ben dede, der.
Sen baba, ben dede, diyerek oynamaya başlar.
Bunun üzerine baba, sen dede, ben baba, diyerek oynar.
Oynarlar da oynarlar.
*                *                *                *
Sonradan baba geri gelir babası yanında.
Babanın babası Keloğlan'ın dedesi,
Tatlıya bağlandı torun hevesi.
Bebek Keloğlan ağlar da ağlar.
Ana, baba, dede kucağına alır, sorun yok.
Keloğlan ağlıyor ama gözlerinde yaş yok.
Onun amacı dünyaya geldiğini ilan etmektir.
Daha doğar doğmaz hoş geldim demektir.
Hoş geldin Keloğlan, yeni doğmuş bebek oğlan.
Şimdi ağla büyüdüğünde ağlama, ağlatma.
Sakın ola zalim olma
Kılıcın değil, aklın keskin olsun.
Geldiğini görenler korkmasın, gülümsesin
Anlattıklarından ders çıkarıp hayatı özümsesin.

SON

-----------------------------------------------------------

KELOĞLAN DENİZLER PADİŞAHINA KARŞI
Bir Keloğlan varmış. Bu Keloğlan'ın saçı yokmuş ama aklı çokmuş. Herkesle fikir yarıştırmayı sever, bunu bir oyun haline getirirmiş. Kendi köyü Alaca, komşu köyler Bulaca, Kulaca ve Suluca'da yapılan düğünlere davet edilir ve akıl-fikir yarışmalarında ilk sırayı kimselere bırakmazmış. Mümkün mü Keloğlan'la akıl-fikir yarıştırmak? Keloğlan sorusunu sordu muydu yarışmacılar dilsiz kesilirmiş.

Bulutlar yere inse, yer göğe çıksa, insanlar hangi katta bulunurlar?
Yanan bir ateşin dumanı görünmese bunu kim anlar?
Eller ayaklarla yer değiştirse yürümek nasıl olurdu?

Asıl adı İbrahim olan Keloğlan, zekasının çokluğuyla her zaman öğünen denizler padişahı ile akıl-fikir yarıştırmak için, yola çıkmış.
Keloğlan yolda iki adama rastlamış. Adamlar, hararetli bir şekilde tartışmaktaymış. Keloğlan bir süre adamların tartışmasını izledikten sonra, araya girmiş:   Durun ağalar, etmeyin, eylemeyin. Şu koca dünyada, bu dağ başında neyi paylaşamazsınız?

Keloğlanın araya girmesiyle adamlar sakinleşmiş. Adamlardan biri, Keloğlana sormuş: Arkadaş, nerelisin, adın ne?
Keloğlan:   Şu dağın ardında kalan Alaca köyündenim. Herkes, bana Keloğlan der. Söyleyin bakalım ağalar, nereden gelir, nereye gidersiniz? Adınız nedir, bir öğrenelim.
Adamlardan biri:  Keloğlan adını duymuşluğum vardı. Benim adım Hacivat, kardeşliğimin adı Karagözdür.
- Vay, Hacivat ve Karagöz!.. Ben de sizin adınızı duymuştum. Nükteli konuşmalarınızla etrafınızdakileri güldürürmüşsünüz, diyen Keloğlan, iki ayrılmaz dostla kucaklaşmış.
Daha sonra Karagöz sormuş:  - Keloğlan, sen köyünden çok uzaktasın. Nereye böyle?
Bunun üzerine Keloğlan, olanı-biteni anlatmış ve sonunda, denizler padişahı ile akıl-fikir yarıştırmak için yola çıktığını söylemiş. Keloğlan sözlerini tamamladıktan sonra Hacivat karşısına dikilmiş:  - Be Keloğlan, sende hiç akıl yok mudur? Denizler padişahını ben de bilirim. Akıl-fikir yarışında beni yeneni altına boğarım der ama kimseye beni yendin, al bir çuval altını demedi, kimseyi altına boğmadı. Onun boğdurması başka türlü. Cellâtlarının eline düşenin vay haline.

Karagözün de kızgınlıkta Hacivattan aşağı kalır yanı yokmuş:  - Bre kellerin padişahı.. Biz Hacivatla ikimiz senin emrindeyiz. Yeter ki, o kötü fikrinden vazgeç. Bak yirminde varsın, yoksun. Hayatının baharındasın. Gel gitme.

Karagöz ile Hacivat uzun süre dil dökmüşler fakat Keloğlanı vazgeçirmek ne mümkün? Rüzgâr diyormuş da fırtına demiyormuş. Hayalin gerçeğe, masalın efsaneye karıştığı bir anlık zaman diliminde aniden Hacivatın yüz hatları gerilmiş, kaşları çatılmış ve konuşmaya başlamış: - Bak Keloğlan, hiç kimse kazanma ihtimalinin sıfır olduğu bir şans oyununa parasını, bir ölüm oyununa hayatını koymaz. Karagözle beni az buçuk tanıdın. Yalan nedir bilmeyiz, doğruluktan şaşmayız, sırrını sırrımız bilir, kimselere açmayız. Hayatını ortaya koyduğuna göre, bu Denizler Padişahı senin tanıdık veya akrabana mı bir zarar verdi?

Hacivatın kararlı konuşması üzerine, çocukluğundan beri beynini kemiren sırrı, Keloğlan gözyaşları içinde anlatmaya başlamış:  - Anam anlattıydı. Babamın adı Mehmetmiş. Köylüymüş ama çok zekiymiş. Ben küçük bir çocukken, babamın çok zeki olduğunu duyan denizler padişahı babamı sarayına akıl fikir yarıştırmak için, davet etmiş. Gidiş o gidiş. Babamın kendinden daha akıllı olduğunu gören zalim, babamı boğdurtmuş. Ben şimdi gidip de, o zalimden babamın intikamını almaz mıyım? Bir de şöyle bir durum var. Dikkat ettim, halk arasındaki konuşmalarda padişah, kral, imparator, şah, sultan diyorlar, o kadar zalimler var ki aralarında. Zindanlar haksız yere işkence gören, karanlık ve nemli taş odalarda ömür törpüleyen insanlarla dolu. Olur mu böyle şey? Padişahın biri, ordusunu toplayıp, kendi halinde yaşayan, iyi insanlarla dolu bir ülkeye saldırıyor, yüzlerce, binlerce insanın ölümüne sebep oluyor. Sonra ne oluyor, ülkesine yeni topraklar kattı, topraklarını genişletti, fethetti, aldı. Böyleleri büyük padişah, büyük kral namıyla anılıyor. Kızıl saçlı, kızıl sakallı bir korsan olan denizler padişahı da gelecekte büyük padişah olarak anılacaksa yazıklar olsun.

Bunun üzerine Hacivat: Dediğin doğru, Keloğlan. Benim de dikkatimi çeker bu durum. Şu el yazması kitaplar. Yüzyıllar öncesinden kalanlar var. Tarih kitaplarında hep savaşlar var. Tarih, savaş demek olmamalı. Tarih kitaplarından savaşı çıkarın, geriye Karagöz ile Hacivat kalır. Öyle değil mi Karagözüm?

Karagöz: Sen ne diyorsun, Hacivat? Bir savaşı sevmeyiz. İnsanlar neden bizi tarih kitaplarına yazsınlar.

Onların aralarındaki bu konuşma su gibi akıp gitmiş. Daha neler konuşmuşlar, neler. Özellikle babasından bahsederken, Keloğlanın, yıllardır için için yana bir volkanken aniden patlaması, yüzyıllardır süregelen bir yanlışı doğruluyor nitelikte miymiş? Düşüncede bütünlük sağlamak, aralarında fikir birlikteliği kurmalarına neden olacak, Keloğlanın yanına Karagöz ile Hacivatı katacak, yakındaki bir çiftlik sahibi onlara üç at satacak, fazla eğlenmeden yola çıkılacak, aradan günler, haftalar geçecek, denizler padişahının ülkesine giriş yapılacak, deniz kenarında, sarp kayalıklar üstündeki zalimin sarayına varılacak ve hoş geldin, beş gittin huzura çıkılacakmış.

Artık Keloğlan, denizler padişahının huzurunda, Karagöz ile Hacivat salonun bir köşesinde seyirciler arasındaymış. Biraz sonra denizler padişahının davudi sesi salonda yankılanmaya başlamış:  - Benimle akıl fikir yarıştırmak için, gelen sen misin? Adın Keloğlanmış. Saçı yok olanın aklı da yok derlerdi de inanmazdım. Aklın olsa, şu kadarcık halinle, benim gibi heybetli bir padişahın karşısına çıkar mıydın?

Bu soruya Keloğlan şu cevabı vermiş: Padişahım, saçım yoktur ama aklım çoktur. Şu kadarcık değil de, bu kadarcık olsaydım, bu salona sığmaz, dışarı taşardım.

Denizler padişahı, Keloğlandan böyle bir cevap beklemediği için, sağına, soluna bakınmış. Salondaki bütün başlar öne eğilmiş. Keloğlan ise, dimdik karşısında duruyormuş. Başı dik, alnı açıkmış. Cesurmuş. Sorulacak her soruya karşılık verebilecek gibi görünüyormuş. Denizler padişahı kaşlarını çatıp, Keloğlana doğru sert bir bakış fırlatmış. Keloğlan oralı olmamış.

Bunun üzerine denizler padişahı ayağa fırlarken, bağırmış: Rezil herif, hemen diz çök karşımda.
- Padişahım, olur mu? Bu bir yarışma. Benim işime karışma. Şartlar eşit olacak ki, tadı çıksın; Keloğlanın kel başında saç çıksın. Hem sen şimdi padişahlığı boş ver, bir soru sorayım da bana akıl ver. Bu elimde yok, bu elimde de yok. Ellerimde yok olan şeyin adı nedir?
- Bre densiz, bu ne biçim sorudur? Cellâtlar, alın bunu başımdan, koparın gövdesini başından.
İki cellât gelmiş ve Keloğlanı kaptıkları gibi sarayın yer altı katlarında bulunan zindana götürmüşler.  Gece yarısı Karagöz ile Hacivat zindana inmiş ve Hacivat uzaktan akrabası zindancıbaşıyla görüşmüş. Keloğlan'ı salıvermesini, bu durumun kimse tarafından bilinmeyeceğini söylemiş. Hacivat'ın ricası ve verdiği on altın üzerine zindancıbaşı, Keloğlan ile Karagöz ve Hacivat'ı gizli bir geçitten saray dışına çıkarmış.

Zindancıbaşı: " Bak Keloğlan, yirmi yıldır bu zindandayım. Padişahıma isyan eden, karşı çıkan, düşman olan, boyun eğmeyen yüzlerce insanın hayatına son verdim. Şimdiye kadar bir kişi bile, bu zindandan sağ kurtulamadı. Hacivat'ın hatırına seni bırakıyorum. Eğer ki, bir daha bu zindana gelirsen, vay haline! Bir Hacivat değil, bin Hacivat gelse seni kurtaramaz, dedikten sonra, Keloğlan'ın ensesine öyle sert bir tokat vurmuş ki, onu toza, toprağa bulamış.

Zindancıbaşı gittikten sonra, Karagöz ile Hacivat, Keloğlan'ı kucakladıkları gibi oradan kaçırmışlar. Keloğlan günlerce ölümle cebelleşmiş. Gitmiş, gitmiş, gelmiş. Sonradan Keloğlan biraz kendine gelince sormuş: " Ne oldu? Neredeyim ben? "

Bunun üzerine Hacivat: " Dağda, bayırdayız, Keloğlan. Tam altı gündür kendini bilmeden yattın. Terledin, durdun. Zindancıbaşı gitmene izin verdi. "

Keloğlan: " Of, ensem! Ne biçim zindancıbaşıymış o. Enseme öyle bir tokat vurdu ki, tarifi imkansız. Sanki öldürmek için vurdu. "

Hacivat: " Tabi öldürmek için vurdu. Seni bıraktığını denizler padişahı bir duyarsa, zindancıbaşını en yüksek direğe astırır. Artık akıllan Keloğlan, babanın intikamını aldın. Bunu böyle kabul et. Denizler padişahının ülkesini terk et. Var git köyüne, evine. Kur düzenini rahat et. "

Daha sonra kendine gelen ve iyileşen Keloğlan'ı, Alaca Köyü'nün yakınlarına kadar getirmişler. Keloğlan'dan bir daha denizler padişahıyla uğraşmayacağı sözünü alan Karagöz ile Hacivat, Bursa'ya dönmüş.


Keloğlan köyünde birkaç ay kalmış. Yemiş, içmiş, gezmiş. Aklında hep denizler padişahı varmış. Onun hayali gözlerinin önünden gitmiyormuş. Bu duruma daha fazla dayanamayacağını düşünen Keloğlan, anasıyla vedalaşıp, yola çıkmış. Atını dörtnala sürerek günler sonra denizler padişahının ülkesine ulaşmış. Bir han odası kiralayıp, orada yatıp, kalkmaya başlamış. Bir sabah Keloğlan, tellalın sesine uyanmış.

Tellal: Padişahımız dünya güzeli kızı Ay Sultanı evlendirecek. Ay Sultanla evlenecek olan cengaverin okla hedefi 12 den vurması gerekiyor. Hedefi 12 den vuramayanın boynu vurulacak. Duyduk, duymadık demeyin.

- Hah, diye düşünmüş, Keloğlan. Nihayet denizler padişahıyla karşılaşmak için bir fırsat doğdu. Böyle bir fırsat bir daha elime geçmeyebilir. O zaman bu fırsatı çok iyi değerlendirmeli ve denizler padişahından intikamımı almalıyım. Önce iyi bir yayla, bolca ok alıp, şehir dışında, açık bir alanda, çalışmaya başlamalıyım. Yüz adımdan yumruk kadar bir hedefi her atışta vurabilecek duruma gelmeliyim. Yarışmayı kazanıp, Ay Sultanla evlenirsem, işim kolaylaşacak. Bekle denizler padişahı yakında geliyorum.

Keloğlan bir haftalık ok taliminden sonra istediği seviyeye gelmiş ve yarışma günü denizler padişahının sarayına gitmiş. Sarayın bahçesinde ok atışları başlamış. İlk iki yarışmacı hedefi 12 den vuramayınca boynu vurulmuş. Üçüncü yarışmacı ise, hedefi 12 den vurmasına karşın, askerlerce yakalanarak boynu vurulmuş. Bunun üzerine geride kalan yarışmacılar, kaçmaya çalıştılarsa da, yakalanarak zorla atış yapmışlar. Hedefi 12 den vursun vurmasın, yarışmacıların birer birer boynu vurulmuş.

Nihayet on ikinci sırada bulunan Keloğlana sıra gelmiş. Yarışmacıları adını söyleyerek öne çıkaran asker, şimdi sıra Seloğlanda diye bağırmış. Keloğlan şapkasını çıkarıp selam verince, denizler padişahı ayağa kalkmış:  - Dur bakalım, sen Keloğlan değil misin? Birkaç ay önce akıl-fikir yarıştırmak için, karşıma çıkmıştın. Zindanda senin kel başını, değersiz gövdenden ayırmadılar mı?

Keloğlan: Hayır, padişahım !.. Benim adım Seloğlan. Keloğlan, benim üçüzümdür. Bir kardeşimiz daha var. Adı Yeloğlan. Adımızı babam koymuş.
- Keloğlan, sivri zekalı olduğu için, baban adını Keloğlan koymuştur. Kardeşinin adını neden Yeloğlan koymuş?
- Yeloğlan, yel gibidir. Çok hızlı koşar. Son günlerde atlarla yarışacak duruma gelmişti.
- Peki, senin adını neden Seloğlan koymuş?
- Şey, padişahım !.. Ben de sel gibi olduğum ve önümde engel tanımadığım, önüme çıkan en büyük sorunların üstesinden geldiğim için, babam bana bu adı koymuş.
- En büyük sorunlar ha, işte sana büyük bir sorun. Kurtar bakalım kalın boynunu kesilmekten. Haydi bir an önce atışını yap.

Keloğlan hedefe doğru dönmüş. Elindeki oku takıp, yayı germiş. Hedefi 12 den değil, 15 den vursa bile, boynunu vurulmaktan kurtaramayacağını biliyormuş.
- Nereden nereye, diye düşünmüş. Sözde yarışmayı kazanıp, Ay Sultanla evlenecek ve denizler padişahını alaşağı edip, tahtı ele geçirecektim.
Keloğlan aniden düşünmeyi bırakıp, hızla geriye dönmüş ve nişan alıp, oku fırlatmış. Ok, denizler padişahının göğsünün sol tarafına saplanmış. Keloğlan, Yeloğlan olup, yel gibi sarayın bahçesinden dışarı kaçmış. Peşinden koşan askerler, Keloğlanı ormanda boş yere aramışlar. Gizlendiği ağaç kovuğunda askerlerin konuşmalarını dinleyen Keloğlan, denizler padişahının kalbinin sağda olduğunu öğrenmiş. Askerler, denizler padişahının daha önceki suikastlar gibi, bunu da atlatacağına inanıyorlarmış çünkü, denizler padişahı kalbinden vurulmadıkça ölmezmiş.

Bunları duyan Keloğlan için için gülmüş: Askerler, hedefi 12 den vuran ilk yarışmacının boynu vurulunca, o kargaşalıkta, benim okun ucuna birazcık zehir sürdüğümü nereden bilecekler? Zehir kana karışınca nasılsa denizler padişahının kalbinden geçecek. Bu zehir kalbi durdurur, onu öldürür. Gitti, gider.

Keloğlan ormanda günlerce yol yürümüş ve saraydan iyice uzaklaşmış. Daha sonra at satın aldığı bir köylüden denizler padişahının öldüğünü öğrenmiş. Babasının intikamını almış olmanın gönül rahatlığı içinde atına binerek ülkesine doğru yola çıkmış.

Keloğlan köyüne gelince olanları anasına anlatmış.
Anası: Boyu devrilesi denizler padişahı, gencecik babanı bir hiç uğruna öldürdüydü. Alacağı vardı, onu da aldı. Belasını buldu. Aslan oğlum, benim!. Dur sana çok sevdiğin tarhana çorbası pişireyim.
Anasının pişirdiği çorbayı içen Keloğlan daha sonra babasının mezarını ziyaret etmiş. Keloğlan, babasına şunları söylemiş:  - Buba, ben geldim. Ben senin oğlun Keloğlanım. Seni boğduran denizler padişahını ben zehirli okla vurdum. Denizler padişahı yok artık, o öldü. Böylece intikamını almış oldum. Mezarında rahat uyu.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım