Sadakat islami Forum

EDEBİYAT KÖŞESİ => ŞİİR => Konuyu başlatan: Miftahulkuluub - 19 Mayıs 2004, 08:27:10

Başlık: Naatlar
Gönderen: Miftahulkuluub - 19 Mayıs 2004, 08:27:10
Sen yoktun Sultanim,
Hazret- i Adem'deydi nurun; once Cenneti, sonra yer yuzunu sereflendirdin..
Adem nuruna affedildi.
Arafat bu affa sahitti..

Sen yoktun,
Nuhun gemisindeydi nurun..
Dalgalar yeryuzunu bogarken, topragin bagrindaki su, gokyuzuyle bulusurken...
ve bu bir ilahi azap derken,..
Allah nurunu tasidi, bin bir sebeple,
Tufan nurunu selamladi, edeble.. ..

Sen yoktun,

Hz. Ismail'in anlindaydi nurun.
Ibrahihimi bir dua yukseldi kimsesiz collerden...
"Rabbimiz" dedi
"Onlara kendi iclerinden senin ayetlerini okuyacak, kitap ve hikmeti ogretecek onlara, onlari temizliyecek bir elci gonder.
Amin dedi onsekiz bin alem.
Nurunla aydinlanan minicik ellerini semaya kaldirarak, "Amin"dedi Ismail.. ..
Hira Nur dagi Amin diyerek ayaga kalkti.
Medineden adi Uhud olan bir Amin yankilandi, Ser Dag'indan.. ...

Sen yoktun sultanim,
Hz. Isa "Ahmed" diye muskuladi seni..
Alemlerin efendisi diye sana seslendi,
Artik ben sizinle cok soylesmem dedi, havarilerine..
Cunku bu alemin reisi geliyor...
Bekleyin...
Ahmed geliyor,
Kainata rahmet geliyor.
Havarilerin yuzunu oksayan, oluleri dirilten bir nefes oldun, ama sen yoktun..

Sen yoktun,
Hz. Abdullahin anlindaydi nurun.
Basi egik gezerdi mazlum,
Kuteyide goklerden seni sorardi;
Varaka seni arardi semada;

Anneler kiz cocuklarini hep aglayarak sevdiler, heb aglayarak suslediler olume, aglayarak hadi dayina gidiyorsun dediler..
Sen yokken sultanim, canli canli topraga gomulmenin adiydi dayiya gitmek, Anne yuregini cildirtan caresizligidi ve yavrusunun olume gidisini seyretmesiydi..
En son cocuk atilirken cukura, Annesinin suretinde bir melek tuttu onu ve tebessum ederek, Hira nur dagini gosterdi.
Melekler susluyordu Hirayi...
Efendisine hazirlaniyordu Cebeli Nur,....
Efendisine hazirlaniyordu Mekke...
Alem efendisine hazirlaniyordu.

Kainatin gozu Hz. Amine'deydi, toprak yalvariyordu Rabbin'e, GEL diye agliyordu mazlumlar gozleri semada...

Ve bir gelisin vardi Ya RasulAllah;
Bir inisin vardi yeryuzune;
Onunde Cebrail ardinda yalin kilic melekler.
Bir inisin vardi yeryuzune;
Yetimler en huzurlu geceyi gecirdi beklide;
Oksuzler Annelerine sarildi doya doya.. ...

Sonra bir sessizlik kapladi seher vaktini,
Hersey sus pus olmustu,
Hadi diyordu yildizlar,
Hadi diyordu ay,
Kainat bir isim duymak istiyordu,

Ve bir ses yukseldi Amine'nin evinden ..

Muhammed,

Karanliklar aydinliga birakti yerini,

Muhammed,

Melekler optu o nurdan ellerini,

Muhammed,

Seni yaratan Allaha kurbaniz ey gurri yekta,
sana o adi veren Rahmana kurbaniz!!!!!!!!!

Artik sen vardin,
Susuz topraklara Rahmet indi seninle,
Annen'den sonra annen Halime sevindi seninle.
Yagmura mi ihtiyac var?
Kaldir Sehadet parmagini, yagmurlari salsin Allah.
Sonra tut agacin yapragini koklerini cikarttirip yaninda yurutsun Allah,

Yeter ki sen iste, sen iste Ya RasulAllah.

De ki ben kimim?
Daglar taslar dile gelsin;
Dilsiz cocuklar ellerinden tutup Enterasulullah desin!!!!!!!

Sen vardin,
Bedir kardi, uhud dardi, pendek yardi!
Yigitlerin vardi, olmek icin yarisan yigitlerin,
Hele bir Enesin vardi Ya RasulAllah,
Uhud'ta oldugunu duyunca,
Arkadaslarina: "niye burada oturuyorsunuz" diye sormustu.
Onlarda "Allahin Rasulu oldurulmus" diyince;
"Peki o oldukten sonra yasayipta ne pacaksiniz. Kalkin ve onun gibi olun" demisti.
Ve savasin en yogun oldugu yerde sehit dusmustu, hemde ne sehit ey nebi, vucudu yaralardan taninmaz haldeydi.
Kizkardesi ancak parmaklarindan tanidi onu..

Musabbin Umeyr'in vardi senin,
Uhud'da sancagini tasiyan.
Oyle bir askla sana bagliydiki, Allah o gun melekleri Musabin suretinde indirdi..

Ebu Hureyden vardi ;
Acikinca mescid'in onunde durur sana bakardi.
Sen anlardin Ya Ebabir gel derdin..

Ve sen gittin,
Bir gidisle gittin, ardinda huznun kaldi, hasretin kaldi goklerde.
Bilal ezan okuyamaz oldu, nezaman tesebbus etse Muhammed RasulAllah demeye dizleri ustune coker kendinden gecerdi..

Sonra gunler ay, aylar yil oldu, ve asirlar oldu, sensizlige actik gozlerimizi..
Ama sen birakmassin bizi, sen varsin ey Sehit'lerin sultani.
Sen varsin.
Bir sehit bile olmezken sana nasil yok deriz.

Ebu Talib Sam'a giderken devesinin onune gecip, beni burda kime birakip gidiyorsun demistin.
Ne anam var ne babam.
Ebu Talib birakmamisti bu yuzden.

Sensizligin izdirabiyla inleyen ummetini kime birak gidiyorsun Ya RasulAllah.
Birakma bizi ki,
Allah: "sen onlarin icindeyken onlara azab edecek degiliz" buyuruyor..

Birakma bizi, hayati seninle ogretti Rahman, kullugu seninle tanidik, dua'yi senden ogrendik sevgili.

Hz. Omer Umre icin senden izin isteyince,
Kardescik dedin ona.
"Kardescik duanda banada yer ayirirmisin?"
Bizler Omer degiliz, ama butun dualarimiz senin icin..

Ey Rabbimiz,
Rasulu anisimizda haberdar et.
Ona binler salat, binler selam.
Habibine makami mahmud'u ver.
O'na vesileyi lutfet, O'nu refike alaya yukselt.

Bizi de affet.
Onun hatrina affet.
Zatinin hatrina affet.
Ne olur affet bizi
Bizi affet..


Dursun Ali Erzincanlı
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: dihancioglu - 18 Kasım 2005, 15:47:03
En Böyük Peygemberım Hazret-ı Mühemmeddır Mene

Ya müselman Hümmeti, söhret Mühemmeddir mene
Dini-ürfan, Merifet, Hikmet Mühemmeddir mene.

Yurd da bir, "Islam" da bir, "Allahü-Ekber!"- andimiz,
Hem Veten torpagi, hem millet Mühemmeddir mene.

Hagg menim son menzilim, haggin yolundan dönmerem,
Her alovdan keçmeye cüret Mühemmeddir mene.

Büdreyip isdir yikilsam kimsesiz bir sehrada,
Öz yerimden kalkmaga taget Mühemmeddir mene.

Gözlerimden kus kimi pervazlanir min arzu-kam,
En mügeddes, ülvi bir niyet Mühemmeddir mene.

Herçledikçe eksilir hezinenin var-devleti,
Herçlenip eksilmeyen devlet Mühemmeddir mene.

Helk içinde car çekip can atmadim "mömin"lige,
Çün seref-sandan fezil izzet Mühemmeddir mene.

Dürru-gevher, simü-zer tek zahire ziynet verer,
Can evimde berg vuran zin yet Mühemmeddir mene.

Fikrimi aydinladan, vicdanimi saflasdiran,
Ruhumu paklasdiran güdret Mühemmeddir mene.

Tanrimin helk ettigi her sey bir heyret toplusu,
Amma tekrar olmayan heyret Mühemmeddir mene.

Hökm edip haggin ona gönderdigi "Gur'an" ile,
Yok binadan giymeti, giymet Mühemmeddir mene.

Dalga zülmü boylanir zalimlerin... var mi nicat?
Bu nicat yalniz cehad... gayret Mühemmeddir mene.

Göyde bir nur idi ki, Halig ona Ehmed dedi,
Yerde ol nur çehreli suret, Mühemmeddir mene.

Ceddini Ibrahim, hem gardasini Isa sanan,
En böyük peygemberim Hazret-Mühemmeddir mene.

Hissimin, hem fikrimin bir hakimi- Atif deyer-
Her iki dünya üçün, fehr et, Mühemmeddir mene!
Dini-ürfan, merifet, hikmet Mühemmeddir mene!
Ruhumu paklasdiran güdret Mühemmeddir mene!
Bir de tekrar olmayan heyret Mühemmeddir mene!

 Dr. Atif Zeynalli

[reprinted from Iktibas, Mayis 1991]
(Geside)
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: chechen - 18 Kasım 2005, 16:26:47
Salat ve selam, tehiyyat ve ikram iki cihan serveri, gönüllerimizin sultanı, dertlerimizin davası, " Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım" sözünün muhatabı sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v) Efendimizin üzerine olsun
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: chechen - 18 Kasım 2005, 16:34:57
Benim Muhammedim

Cebrail’im selam eyle dostuma
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im
Söyle gelsin çıksın arşım üstüne
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im

Arşımı donattım gelsün göreyim
Kullarım halinden haber sorayım
O gelsin ben ona haber vereyim
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im

Arşımın üstünde seyran eyleyen
Kürsüm üzerinde cevlan eyleyen
Mirac’da ümmetin Hakk’tan dileyen
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im

Derviş Yunus severiz Muhammed’i
Her andıkça verelim salavatı
Kadir Mevlam ana mahbübum dedi
Benim Muhammed’im nurdan Ahmed’im

Yunus Emre
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: ASUDE - 20 Kasım 2005, 14:31:26
Allah razı olsun bu güzel naatları bizlerle paylaştığınız için
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: ASUDE - 18 Aralık 2005, 21:05:41
Arş'ın kubbelerine, adı nûrla yazılan,
İsmi; semâda ''Ahmed'', yerde ''Muhammed'' olan,
Yedi katlı göklerde, Hâk Cemâli'ni bulan,
Evvel-Âhir yolcusu, Yâ Hazreti Muhammed.
Sağnak nûr yağmurları, inerken yedi kattan,
O gece, Sendin gelen, ezel kadar uzaktan,
Melekler, her zerreye, müjde verirken Hâkk'tan;
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.
Güneşler, o gecenin, nûruna secd ederken,
Yıldızlar, meşk içinde, kâinat vecd ederken,
Bütün hamd ü senâlar, Yüce Rabb'e giderken,
O gece sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.
Kâbe'de şirk taşları, putlar yere dönerken,
Cehâlet bayrakları, birer birer inerken,
Bin yıllık, küfr ateşi, ebediyyen sönerken,
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.
O gece, Sâve Gölü, mûcizeyle kururken,
Kisra Saraylarında, sütunlar savrulurken,
Arz'dan Arş'a , Âlemler, rahmetini bulurken,
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; doğum kundağı, ak bulutla örülen,
Doğar doğmaz, ''Allah'a secde emri verilen,
Alnında, âlemlere rahmet tâcı görülen,
Kâinat Efendisi, Yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; asâletine, ezelden hükmedilen,
Tertemiz rahimlerle, lekesiz soydan gelen,
Beşeri şüpheleri, Kur'ân ilmîyle silen,
Seçilen sevgilisin, Yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; büyük yargıda, şefaat müjdecisi,
Bunca âciz beşerin, Mahşer günü bekçisi,
Sen ki; Kur'ân şâhidi, Allah'ın son elçisi,
Kurtuluş habercisi, Yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; Âdem neslini, uçurumdan döndüren,
Zulüm sancılarını, şevkâtiyle dindiren,
İnkâr yangınlarını, irfânıyla söndüren,
Âlimlerin sultanı, Yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; güzel huyların, ahlâkın meş'alesi,
Sabır doruklarında, beşerin en yücesi,
Senin Cennet mekânın, fakirlerin hânesi,
Gönüller hazinesi, Yâ Hazreti Muhammed.
Câhiliye devrini, kapatan, ulu Sultan,
Şefaatin, Allah'a yalvaran kolu Sultan,
Rabb'imin, en sevgili, en yakın kulu Sultan,
Melekler Sana hayran, Yâ Hazreti Muhammed.
Sana şâhid, sonsuzlar, ezelden beri her an,
Sana şâhid, âyetler, her zerre ve her mekân,
Senden uzak kalmaya, nasıl dayanır ki can?
Sen, her canda Cânânsın, Yâ Hazreti Muhammed.
Mîraç gecesi, bir bir, açılıyorken gökler,
Seni selamlıyorken, her katta peygamberler,
Öyle bir an geldi ki; durdu bütün melekler,
Hâkk' a yalnız yürüdün, Yâ Hazreti Muhammed.
Gönül gözü görmeyen, can gözünü neylesin,
Dünya'da dönmeyen dil, mahşerde ne söylesin,
Allah, bütün beşeri, ümmetinden eylesin,
Sancağının altında, Yâ Hazreti Muhammed.
Hâkk ile, kul vuslatı, o îlahi düğünde,
Hiç kimseden kimseye, fayda olmayan günde,
Hasatları, has tartan, o terazi önünde,
Noksanları bağışlat, Yâ Hazreti Muhammed.
Bu îman meş'alesi, hiç sönmeden yanacak,
Ümmetin, Seni her an, mahşere dek anacak,
Gönül tortularımız, nûr'unla paklanacak,
Andımıza şâhid ol, Yâ Hazreti Muhammed.
Biliriz ki; hükmü yok, bu dünya nîmetinin,
Gönüldür sermayesi, âhiret servetinin,
Sana, Salât ve Selâm, gönderen ümmetinin,
Cennetler şâhidi ol, Yâ Hazreti Muhammed
(SALLAllahÜ ALEYHİ VE SELLEM)

CENGİZ NUMANOĞLU
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: hulefai rasidin - 19 Aralık 2005, 00:31:44
Bu naadı hep  aşk ile dinlerim okadar güzel yazılmışki Allah razı olsun yazandan
 ve tabiiki senden sıyırtık kardeş
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: İsra - 19 Aralık 2005, 06:02:45
benimde severek dinlediğim bir naat
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: ASUDE - 19 Aralık 2005, 19:44:01
Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
Falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin!
Külden martı doğuran odalıklar
ve kahyalar
kara pıhtıyla damgalanmış veznelerde dili
şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler
celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan
ey hayat rengini sazendelik sanan
yırtlaz kalabalık!
Dinleyin bendeki kırgın ikindiyi
hepiniz kulak verin!

Güneşin
koskoca bir beldeye suskunluk yaygısını serdiği
yazlar yok
yok artık altında suskun yolları saklı tutan
karla örülmüş kırların kışı
gitti giden yerine gelmedi başka biri
orada
duyumsatmadı kendini hiçlik bile
belli ki son yüzyılımız göğsümüzden
varla yok harman eden sesi uçursak
diye bize verildi
yetti bir yüzyıl böceklerde ve otlarda
soluyuş izlerimizi silmek için
ne yesek
lokmaya vurulur gibi değil
yuduma gelmiyor içtiklerimiz
dernekler toplanıyor dışta tutmak için
kanat vuruşlarını yumuşak kılan etkeni
utançlı sessizliği tanımaz kalemlerle
kapanıyor bilanço
top mermisi, kör testere
defalarca boyanmış çaput parçaları
sıkıştırdık günlerimiz arasına ki
serazat kahkahalar atalım
yapmacık nefretimiz
sebep olsun kavgamıza
bekleyiş arzından kovsunlar bizi
ne Yemen biraz öncemiz diyelim
ne biraz sonramız Meksika.

Canı pek bir dünya son yüzyılda yaşadığımız
yüzü perdahla kavi, peçesi paramparça
üstü başı kükürtlü bu dünyadan
kancıklık
sıçradı çevirdiğimiz sayfalara
artık kimse bize haber vermeyecek
hemen şu tepenin ardında
saldırmaya hazır ve müsellah
bir düşman taburu durduğunu
çünkü gerçekten yok
böyle bir ordu
bir düşmanımız kaldı
kendi
dudaklarımız
arasında

Biliyoruz günden güne çopurlaşan yer yuvarlağında
bizleri yan çizen birer hemşehri haline sokan nedir
çırpını çırpını giden atlardan indik
girmek için patavatsız yurttaşlar sırasına
zihnimiz acizlerin şikayeti sığacak kadar
kanırtılırken ses etmedik
kaldıysa bir soru içimizde
o da bir şey:
Nerdedir yerle gök arasındaki ulak
nerde biz?

Kimseden bir işaret gelmeyecek
bir melek kimsenin alnını sıvazlamasa
söylemez kimse dünyadaki ömrü boyunca
hiç bir insana yan bakışı olmayan kimdi
kimdi yan gözle bakmayan kır çiçeklerine bile
öğretmek için cephe nedir
kıyam etti
torunu kucağında
dönünce bütün gövdesiyle döndü
bu bir anlaşılsaydı son yüz yılda
bir bilinebilseydi
nedir veche.

Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden
omzunuzdan vaveyla heybesini atın
boşa çıksın reislerin, kahinlerin, şairlerin kuvveti
güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
neydi söğüt gölgesinde gülümsemek
ağız dolusu gülmeden taşlıkta.
İsmet Özel
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: muhacir - 29 Nisan 2006, 20:56:22
Senin aşkın kamu derde devadır ya Resûlellah
Senin katında hâcetler revâdır ya Resûlellah

Senin nurun gören gözler ne ay gözler ne yıldızlar
Nurundan gece gündüzler, ziyâdır ya Resûlellah

Terinden açılır güller sözünden şehd ü şekerler
Seninle hasta gönüller şifadır ya Resûlellah

Habîbsin pâdişahlara tabîbsin derd ü âhlara
Şefaatın günahkâra safâdır ya Resûlellah

Ay u güneş yedi yıldız seni öğer kamu düpdüz
Senin sözünden ayruk söz hatâdır ya Resûlellah

Hased kılar sana iblis zihî ahmak olur telbîs
Seni sevdiğiçün İdrîs alâdır ya Resûlellah

Ururlar nevbetin dâim bu beş vakt sünnetin kâim
Gelirse hânına her kim salâdır ya Resûlellah

Mugaylanlar harîr giydi beiyyeler abîr oldu
Senin cefaların derdi vefâdır ya Resûlellah

Satıldı Yûsuf-ı Kenân inen az nesneye pinhân
Seni görmek bana bin cân bahâdır ya Resûlellah

Dâvûd eyninde hil’atin Halîl hânında ni’metin
Mûsâ elinde ibretin asâdır ya Resûlellah

Mübarek türbesi yerde dolu nûr ile perverde
Veli rûhun feleklerde ayândır ya Resûlellah

Makâmın Kâ’be-i Zemzem hemîşe kâim ü muhkem
Hızır ümmetine her dem sakâdır ya Resûlellah

Şeyyâd-ı Hamza ol şâhdan diler kim kurtula âhdan
Seni medhetmek Allah’dan atâdır ya Resûlellah
 
ŞEYYÂD HAMZA
Başlık: bir naatta benden olun..
Gönderen: zeyneb - 28 Haziran 2006, 21:48:55
NAAT
Seccaden kumlardı...
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!
 
Mescit mü’min, minber mü’min...
Taşardı kubbelerden Tekbîr,
Dolardı kubbelere “âmin!”
 
Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler, ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı.
 
Kapına gelenler, yâ Muhammed,
-Uzaktan, yakından-
Mü’min döndüler kapından!
 
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
 
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
 
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
 
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün...
 
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
 
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
 
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
 
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
 
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
 
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
 
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
 
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!
 
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
 
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
 
Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar, taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar!
 
Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.
 
Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir...
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi;
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!
 
Şu kuytu cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva -ki, bilinmez-
Kuşları Hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?
Kuşlarını, bir sabah,
Medine’ye uçurdu mu?
 
Ey Abvâ’da yatan ölü,
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hâtıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!
 
Dinleyene, hâlâ,
Çöller ses verir;
“Yaleyl!” susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir;
Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir!
 
Ebû Bekir’de nûr, Osman’da nûrlar...
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Ali’nin önünde kapılar açılır,
Ali’nin önünde eğilir surlar,
Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de
Hakk’ın yiğitleri, şehîd olurlar...
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı,
Yerde kalmazdı ruh... kanatlıydı.
 
Konsun –yine- pervazlara güvercinler
“Hû hû”lara karışsın âminler.
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
 
Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Yâ Muhammed, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Âdem oğullarına!
 
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
 
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
 
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
 
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: kenz - 21 Temmuz 2007, 18:33:51
Seccaden kumlardı…
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!

Mescit mü’min, minber mü’min…
Taşardı kubbelerden Tekbîr,
Dolardı kubbelere “âmin!”

Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı…
Geceler, ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı.

Kapına gelenler, yâ Muhammed,
-Uzaktan, yakından-
Mü’min döndüler kapından!

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.

Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi…
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi…
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?

Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı…
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün…

Elçi geldin, elçiler gönderdin…
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor…
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!

Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi…
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği…
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.

Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!

Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir…
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi…
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi…
Günahın kursağında
Haramların peteği!

Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar…
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar…
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!

Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı…
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar, taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar!

Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.

Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir…
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi;
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!

Şu kuytu cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva -ki, bilinmez-
Kuşları Hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?
Kuşlarını, bir sabah,
Medine’ye uçurdu mu?

Ey Abvâ’da yatan ölü,
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hâtıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!

Dinleyene, hâlâ,
Çöller ses verir;
“Yaleyl!” susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir;
Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir!

Ebû Bekir’de nûr, Osman’da nûrlar…
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Ali’nin önünde kapılar açılır,
Ali’nin önünde eğilir surlar,
Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de
Hakk’ın yiğitleri, şehîd olurlar…
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı,
Yerde kalmazdı ruh… kanatlıydı.

Konsun –yine- pervazlara güvercinler
“Hû hû”lara karışsın âminler.
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Yâ Muhammed, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Âdem oğullarına!

Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!

Gel, ey Muhammed, bahardır…
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır…
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad…
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!

Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Arif Nihat Asya
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: rahname - 24 Temmuz 2007, 20:11:16


NA'TI ŞERİF

Arz-ı ta'zim eylemezmi âlemi imkan sana
Arz-ı ta'zim etti Allah-ı  azîmüş-şan sana

Nur imandır nücûmundan demâdem berk uran
Âsmân etmiş hezârân kalb ile iman sana

Fazl-ı bî-pâyânın burhânı bî-pâyânı var
Varmı ulviyyat içinde olmayan burhan sana

Hüsn-i Kur-anı görür insân olur hayran sana
Dest-i kudretle yazılmış hilyedir Kur-an sana

Dil esîrin olduğu günden beri âzâdedir
Mâsvâya bağlanırmı bağlayan vicdan sana

(Muallim naci)
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Fatihan - 07 Ağustos 2007, 16:44:05
Yağmur

Vâreden'in adıyla insanlığa inen Nûr
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebâbil dudağından
Rahmet vâdilerinden boşanır âb-ı hayat
En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat

Yıllardır bozbulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım


Hasretin alev alev içime bir ân düştü
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü


İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtâbını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak
Yeryüzü avâredir, yapayalnız ve kurak


Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım


Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü


Bir güzîde mektuptur, çağların ötesinden
Ulaşır intizârın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sukûtu yâr, sevinci duâlar kadar derin


Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mâzide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım


Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bîcan düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü


Melekler sağnak sağnak gülümser mâveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hıra'dan


Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler şahının hayalleri


Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücellâ çehreni izleseydim ebedî
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım


Sarardı yeşil yaprak; dal koptu, fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Kâtil sinekler deldi hicâbın perdesini
İstiklâl boşluğunda arılar nâdân düştü.


Dolaşan ben olsaydım Sâve'nin damarında
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin
Ebedî aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyyâ bir şûlenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kâkülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü


Bazen kendine âşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım


Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zâlime cihan düştü
Sana meftûn ve hayran, sana râm olanlara
Bir belâ tünelinde ağır imtihan düştü


Bâdiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebvâ'da esen rüzgâr
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihâr
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya


Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryâdım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gurûrumu
Bahîra'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım


Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adâletin kılıcı, kalkan düştü
Mahkûmlar yargılıyor, hâkimler mahkûm şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü


Firâkınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahûların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur hâneleri
Sensiz hayat, toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların


Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım


Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar; sonra heyelân düştü
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer
Sensizlik diyârından püsküllü yalan düştü


Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billûr dudaklarından


Madenî arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım


Şehirler kâbus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü herşey sanki; âsûman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayalî
Hazîndir ki, dertleri aşmaya ummân düştü


Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar, girdâbında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenîn
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin


Saatlerin ardında hep kendimi aradım
Bir melâl zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım


Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü


Ay gibisin Güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyrâ'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekânın fırçasında solmayan resim senin


Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şâhikası gülümserdi yüzüme
Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım


Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryân düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyân düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyân düştü


Islaklığı sanaydı âhımın, efgânımın
İçimde hicranımla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkârımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; âhenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin


Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım


Yağmur, sayrılığıma seninle dermâan düştü
Beynimin merkezine ölümsüz fermân düştü
Silindi hayalimden bütün efsûnu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahmân düştü


Nefesinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
Aydınlığa nûrunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek


Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir semâ; sana muhtâçtır zemin
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım


Kardeşler arasına heyhât, sû-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü


Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.

Nurullah Genç
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: suhup - 07 Ağustos 2007, 23:55:48
Günlerin ne günlerdi
Çağların ne çağlardı
Sen dünyaya gelmeden
İnananların vardı
Hatice'nin goncası
Aişe'nin gülüydün
Ümmetin gözbebeği
Göklerin rasülüydün

Şimdi seni ananlar
Anıyor ağlar gibi
Ey yetimler yetimi
Ey garibler garibi
Nerde kaldın ey Rasül?
Nerde kaldın ey Nebi?
Düşkünlerin kanadı
Yoksulların sahibi

Elçisin elçi geldin
Elçilerin gönderdin
Sen ruhunu Allah'a
Elin ümmete verdin
Gel ey Rasül bahardır
Hac'dan döner gibi gel
Mirac'dan döner gibi
Bekliyoruz yıllardır...
[/color]

Arif Nihat Asya
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Fatihan - 26 Ekim 2007, 17:36:00
Arş'ın kubbelerine, adı nûrla yazılan,
İsmi; semâda ''Ahmed'', yerde ''Muhammed'' olan,
Yedi katlı göklerde, Hâk Cemâli'ni bulan,
Evvel-Âhir yolcusu, Yâ Hazreti Muhammed.
Sağnak nûr yağmurları, inerken yedi kattan,
O gece, Sendin gelen, ezel kadar uzaktan,
Melekler, her zerreye, müjde verirken Hâkk'tan;
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.

Güneşler, o gecenin, nûruna secd ederken,
Yıldızlar, meşk içinde, kâinat vecd ederken,
Bütün hamd ü senâlar, Yüce Rabb'e giderken,
O gece sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.

Kâbe'de şirk taşları, putlar yere dönerken,
Cehâlet bayrakları, birer birer inerken,
Bin yıllık, küfr ateşi, ebediyyen sönerken,
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.

O gece, Sâve Gölü, mûcizeyle kururken,
Kisra Saraylarında, sütunlar savrulurken,
Arz'dan Arş'a , Âlemler, rahmetini bulurken,
O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; doğum kundağı, ak bulutla örülen,
Doğar doğmaz, Allah'a secde emri verilen,
Alnında, âlemlere rahmet tâcı görülen,
Kâinat Efendisi, Yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; asâletine, ezelden hükmedilen,
Tertemiz rahimlerle, lekesiz soydan gelen,
Beşeri şüpheleri, Kur'ân ilmîyle silen,
Seçilen sevgilisin, Yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; büyük yargıda, şefaat müjdecisi,
Bunca âciz beşerin, Mahşer günü bekçisi,
Sen ki; Kur'ân şâhidi, Allah'ın son elçisi,
Kurtuluş habercisi, Yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; Âdem neslini, uçurumdan döndüren,
Zulüm sancılarını, şefkâtiyle dindiren,
İnkâr yangınlarını, irfânıyla söndüren,
Âlimlerin sultanı, Yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; güzel huyların, ahlâkın meş'alesi,
Sabır doruklarında, beşerin en yücesi,
Senin Cennet mekânın, fakirlerin hânesi,
Gönüller hazinesi, Yâ Hazreti Muhammed.

Câhiliye devrini, kapatan, ulu Sultan,
Şefaatin, Allah'a yalvaran kolu Sultan,
Rabb'imin, en sevgili, en yakın kulu Sultan,
Melekler Sana hayran, Yâ Hazreti Muhammed.

Sana şâhid, sonsuzlar, ezelden beri her an,
Sana şâhid, âyetler, her zerre ve her mekân,
Senden uzak kalmaya, nasıl dayanır ki can?
Sen, her canda Cânânsın, Yâ Hazreti Muhammed.

Mîraç gecesi, bir bir, açılıyorken gökler,
Seni selamlıyorken, her katta peygamberler,
Öyle bir an geldi ki; durdu bütün melekler,
Hâkk' a yalnız yürüdün, Yâ Hazreti Muhammed.

Gönül gözü görmeyen, can gözünü neylesin,
Dünya'da dönmeyen dil, mahşerde ne söylesin,
Allah, bütün beşeri, ümmetinden eylesin,
Sancağının altında, Yâ Hazreti Muhammed.

Hâkk ile, kul vuslatı, o îlahi düğünde,
Hiç kimseden kimseye, fayda olmayan günde,
Hasatları, has tartan, o terazi önünde,
Noksanları bağışlat, Yâ Hazreti Muhammed.

Bu îman meş'alesi, hiç sönmeden yanacak,
Ümmetin, Seni her an, mahşere dek anacak,
Gönül tortularımız, nûr'unla paklanacak,
Andımıza şâhid ol, Yâ Hazreti Muhammed.

Biliriz ki; hükmü yok, bu dünya nîmetinin,
Gönüldür sermayesi, âhiret servetinin,
Sana, Salât ve Selâm, gönderen ümmetinin,
Cennetler şâhidi ol, Yâ Hazreti Muhammed
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Fatihan - 07 Kasım 2007, 17:47:20
Naat-ı Şerif  

Sultân-ı rüsûl, şâh-ı mümeccedsin efendim
Bî-çârelere devlet-i sermedsin efendim
Dîvân-ı İlâhîde ser-âmedsin efendim
Menşûr-ı le’amrüke mü’eyyedsin efendim
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim

Tâbiş-dih-i ervâh-ı mücerred güherindir
Mâlişgeh-i ruhsâr-ı melik hâk-i derindir
Ayîne-i dîdâr-ı tecellî nazarındır
Bû Bekr Ömer, Osmân ü Ali yârlarındır
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim

Hutben okunur minber-i iklîm-i bekâda
Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i cezâda
Gül-bâng-i kudûmun çekilir Arş-ı Hudâda
Esmâ-i Şerîfin anılır arz u semâda
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim

Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim
Ol dem ki velîlerle nebîler kala hayrân
Nefsî deyü dehşetle kopa cümleden efgân
Ye’s ile usâtın ola ahvâli perîşân
Destûr-ı şefâ’atle senindir yine meydan
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim

Bir gün ki dalıp bahr-ı gama fikrete gittim
İlden yitirip kendimi, bî-hodluğa yitdim
İsyânım anıp, âkıbetimden hazer itdim
Bu matlâ’ı yâd eyledi bir seyyid işitdim
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim

Ümmîddeyiz ye’s ile âh eylemeyiz biz
Ser-mâye-i îmânı tebâh eylemeyiz biz
Bâbın koyup ağyâre penâh eylemeyiz biz
Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim

Bî-çâredir ümmetlerin isyânına bakma
Dest-i red urup, hasret ile Dûzâha kakma
Rahm eyle amân, âteş-i hicrânına yakma
Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim
Hakdan bize sultân-ı mü’eyyedsin efendim


Şeyh Galib
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Fatihan - 09 Kasım 2007, 18:45:14
Kırk Yaşındasın

Rahmetini umarak
Günahkar bir dille;
Allah azze ve celleYa rasulAllah,
Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden,
Kalbimizden seyrediyoruz seni.

İşte
Bir yaşındasın,
Beni sa’d yurdundasın
Sana süt anne olmadı kadınlar
Bu yüzden dargın bulutlar
Bir damla yağmur indirmiyor
Kıtlık hüküm sürüyor beni sa’d yurdunda
Minicik bir bulut var gökyüzünde
Sana aşık…
Ayrılmıyor başucundan
Ve insanlar yağmur duasında…
Hz.halime kucağına alıyor seni
Yeryüzünde bir gölgelik…seni güneşten korumak için
Oysa minicik bulut gökyüzünde
Sana meftun, sana kilitli…
Ve dua eden rahibin kucağındasın
Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahip
Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da
Ama sen unutmuyorsun
Uğruna canlarımız feda o gözlerinle gökyüzüne bakıyorsun
O minicik bulut ilişiyor bakışlarına
Büyüyor, büyüyor…
Sonra nazlı, nazlı yağmur damlaları iniyor buluttan
Fakat çoğusu bilmiyor yağmurun geliş sebebini
Çoğusu bilmiyor seni…

Altı yaşındasın
Medine-i münevvere yolundasın
Yanında aziz annen ve ümmü eymen
Yetimliğini hissediyorsun baba kabristanında
Sonra yolda, ebva’da öksüzlük karşılıyor seni
Mekke’ye annesiz giriyorsun
Abdulmuttalip bir başka seviyor seni
Ebu talip bir başka seviyor

Ya rasulAllah
Mekke çocukları annelerine seslenirler miydi senin yanında
Onlar anne deyince sen yere mi bakardın
Mekke rüzgarları kaç gece gözyaşlarını taşıdı ebva’ya
Kaç gece anne diye hıçkırdın
Efendim!
Senin yerine de anne dedik annemize
Senin yerine de baba dedik

Yirmi beş yaşındasın
Ve bambaşkasın
Kimse sana denk değil
Şefkat yayıyor kokun
Güven veriyor sesin
Sen muhammed-ül emin’ sin

Otuz üç yaşındasın
Dalga dalga rahmet var

Otuz beş yaşındasın
Hadi gel bekletme yar
İniltiler çalıyor kapısını göklerin
Hadi gel bekletme yar
Sinesi çatlayacak rasul bekleyenlerin…
Hadi gel ey yâr!
Nurdağına davet var

İşte
Kırk yaşındasın
Hira nur dağındasın
Cibril iniyor göklerden
Ve nokta nokta her yerden salat, selam yükseliyor
Sen kâinatın yüreğinden hasretle kopan ” ah! ” sın
Karanlık gecelerimize sabahsın
Sen nebiyullahsın
Sen habibullahsın
Sen rasulullahsın

Niye incittilerki seni sultanım
Niye işkence yaptılarki sana
Ebu talip öldü diye mi bu pervasızca saldırılar
Himayesiz kaldın diye mi
Kabe’deki ağlayışın geliyor gözümüzün önüne
” amca yokluğunu ne çabuk hissettirdin ” diyişin
Haremde namaz kılışın geliyor aklımıza
Başına pislikler saçılıyor
Başlar feda o mübarek başına
Nasipsizler sana bakıp nasıl da gülüyorlar
Biri koşuyor mekke sokaklarından sana doğru
Biri koşuyor ama sanki yere inmiş arş-ı Âla
” bu koşan kimdir ” diye bir soru dolaşıyor boşlukta
Bu koşan kim?
Ve cevap veriyor biri:
Muhammed’ in kızı fatımatüz-zehra
Velilerin anası…
Yüzünü gözünü siliyor biricik kızın
Sana yeryüzünde en çok benzeyen
Gülmesi sen, ağlaması sen
” ağlama kızım ” diyişin geliyor aklımıza
Niye çıkardılar ki yurdundan seni
Himayesiz kaldın diye mi
Onlar bilmiyorlar mıydı seni himaye edeni
Seni yetim bulup barındıranı
Seni alemlere rahmet kılanı
Onlar deli diyorlardı sana, sen susuyordun
Mecnun diyorlardı, şair diyorlardı, sen susuyordun
“seni bizim elimizden kim kurtaracak” diyorlardı
Sen,
Sen ” Allah! ” diyordun
Allah azze ve celle
Semayı haşyet kaplıyordu
Sen ” Allah! ” diyordun
Arş-ı Âla titriyordu
Bedir’ de ” Allah! ” diyordun
Üç bin melek iniyordu alaca atlarda
Yüz yirmi beş bin sahabi :
” anam babam sana feda olsun ” diyordu

Ya rasulAllah
Medine-i münevvere sokaklarında yürüyordun
Neccar oğulları’nın küçük kızları seni görünce
Sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi
” beni seviyor musunuz ” diye sormuştun onlara
” seni çok seviyoruz ya habibAllah ” demişlerdi
Sen de:
” Allah biliyor ki ben de sizi çok seviyorum” demiştin
Bu gün yaşayan gençler var
Neccar oğulları’nın kızları diğil belki
Ama seni onlar da çok seviyor
Gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar
Senden başka kimseleri yok
Allah biliyor ki sen onları da çok seviyorsun

Altmış üç yaşındasın
Refik-i Âla duasındasın
Senin için siyah yünden çizgili bir cüppe dokunmuştu
Kenarları beyazdı
Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın
Ve mübarek ellerini dizine vurarak :
” görüyor musunuz ne kadar güzel ” demiştin
Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti :
” anam babam sana feda olsun ya rasulAllah, onu bana ver “
Niye istemişti ki senden sevdiğini bile bile
İstendiğinde katiyyen ” hayır ” demediğini bile bile
” peki ” dedin o zata
Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin
Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı
Aynı cübbeden yine yine diktiler
Ama giyinmek nasip olmadı
Haberler uçurmuştun ebu hureyre’ nin diliyle :
” benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke peygamberi görseydik de ne malımız ne evladımız olsaydı diyecekler “
Ve hz. enes ile paylaşmıştın özlemini
” beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim”

Sultanım!
Ey medine minberinde ” ümmeti, ümmeti ” diye hüznü giyen sevgili
Ey mekke mihrabında alemler hesabına ” Allah! ” diyen sevgili
Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey’ at ettik
Rabbinden bize ne getirdi isen amenna
Duyduk, itaat ettik

Ya rasulAllah
Sen hâlâ kırk yaşındasın
Ve hâlâ ümmetinin başındasın…



Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Eşraf - 07 Aralık 2007, 15:44:01
Sevgili!
Sen gitmiştin...
Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi, gurbetlerine salmıştın bizi.
Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda...
Sen gitmiştin...
Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi.
Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda.

Sevgili!
Nasıl iltica edelim sana ;
huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?!.
Ve duyurabilsin mi sesini!?.
Efendim, duyar misin sesimizi?..

Sevgili!
Sen aşk ikliminde sultan, sen güzellik şahikasında dolunay, sen vefa göğünde
hilal.
Biz bir bakışının dilencisi,
biz dolunay tutkunları,
biz bayramı gözleyen oruçlar.
Güzellik ordusunun hakanı sen, gam ruzigârinda gedalar biz.
Sen imrenme, biz ayıplanma.
Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar.
Sen sabah yıldızlarının ışığı, biz gaflet uykusunda kervancı.
Dert ve keder denizinde çığlık çığlığayız biz,
kumrular ve bülbüller seni bestelemekte oysa.
Çığlıklarımızı bestelere karıştırıver efendim,
düşkünlerine, savrulmuşlarına kulak ver.
İtivermezsin elinin tersiyle bizi, değil mi efendim?..

Sevgili!
Sen gitmiştin...
Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı ve sonra yok eyledik aklımızı da.
Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz mıknatıstan ayrıldı.
Sen gitmiştin...
Gönüllerimiz billur kadehler gibi çalındı sengsarlara;
ırmaklarımız mecralarında susuzluğa mahkum edildi.
Sen gitmiştin...
Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda.
Hasretinden akıllar yitirildi efendim,
gönüller gölgelere düştü.
Kucak kucağa güneşlerimiz söndü,
dudak dudağa denizlerimiz kurudu
ve sen gitmiştin efendim.
Sen gitmiştin...
Seninle birlikte her şeylerimiz gitti.
Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra;
kanlarımız sahralar doldurdu.
Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi,
kutlu erlerimiz tutsak oldu nefis ordularına...
Hiçbir şey kazanmadık ayrılığında, efendim,
hiç kâr elde edemedik.
Aldandık, hep aldandık.
Delilimizi yitirdik, delillerimizi yitirdik.
Dillerimiz dilim dilim edildi efendim.
Bize sevmeyi unutturdular ilkin;
sonra sevginin ne olduğunu...
Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz, gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık.
Vurgunlar yedik pes pese efendim...
Ve sen gitmiştin.

Sevgili!
Sen gitmiştin...
Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın.
Hayırları söyleyip gitmiştin,
biz ser işler olduk.
Uzun uzun emellere kapıldık,
kapılanıp kaldık umutların kapısında.
Yolunda yürümekten üzerimize düşen,
baş kaldırdık önce ve sonra yıkılışlar gördük hep efendim.
Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen;
böğrümüzde kaldı ellerimiz.
Hanım idik halayık olduk;
bay idik köle edildik.
Sen gitmiştin...
Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler.
Aşk dervişleri avare, pejmürde, hercâyî rüzgârlara kapıldılar,
dönüşlerinin ahengini kırdılar.
Bölük bölük kadınlarımız,
grup grup erlerimiz,
demet demet çocuklarımız,
kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini.
Ve sen gitmiştin efendim...
Sevgili!
Hani bir aşk idin, bir güzellik idin sen, güzellikle askın kesiştiği
prizmada.
Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna;
aşkın o aynanın cilası idi hani.
Güzelliğin olmasa efendim,
aşkı hiç bilmeyecekti cihan;
aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.
Aşk pazarında mezat hep güzelliğine; güzellik yurdunda yollar hep aşkına
durmuştu efendim...
Ve sen gitmiştin...
Sevgili!
Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.
Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.
Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,
"Lâ" ile "Illa"yi i'câz ile sen dillendirmiştin.
Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Artık düşmanlarımız dostlar arasında;
dostumuz düşman içinde.
Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk...
Sana muhtacız!..
Sana en fazla muhtacız.
En fazla sana muhtacız.
Uyandır bizi uykumuzdan...
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...
Sana muhtacız...

Sana en fazla muhtacız...
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: kenz - 05 Ocak 2008, 14:15:12
Seçilmiş ayda, kutlu günde, güzel saatte...Bir övülmüş isim, saba yeli
gibi merhametli, içten ve nüvazişkâr...

Selamlar ki şeker dudaklıların vuslatı gibi içtendir, elbette onadır.
Hasretler ki âşıkların âvâzı kadar yanıktır, elbette onadır.
Övgüler ki özlem sözlerince ateşli, ve arzular ki sevgililerin saçları misali uzun,
ona, hep onadır. Duyuşlar ki kurtuluşun nuruyla nurlanmış yüzler gibi aydınlık,
ve teselliler ki lale yanakların kadifesince yumuşak, anımsamalar ki şehitlerin "
Allah! Allah!" nidası ardından atılışlarınca makbul, hep onadır, hep onadır.
O ki Gül'dür, bütün mecburiyetler onadır. Bileli kendimi ben gönlümü âşık buldum.

Gönüller ki Gül'e hasret!..

Az konuşmaya ve çok sükuta vurgun... Serapa belagat ve fesahat pınarı...
Hatırımıza düştün hatırına düşür bizi. Sevdik seni, sevindir bizi. Uzaktayız yakınına vardır
bizi; yandık pınarına kandır bizi. Sıcak yaz günlerinde yaş dalların titreyişi gibi yandır bizi
serin kuyulardan; koyu gecenin yıldızlarına karşı uyandır bizi derin uykulardan. Gözyaşı
değil nice demdir gözümüzden akan; belki eriyip biten ruhumuzdur damlayan!..
Geç kalmış aylara ve yıllara inat kadehinden içelim artık gül şarabını, çölde yitmiş çaylara
ve yollara inat gerçeğinden seçelim şimdi gül serabını... Gül sözleri edelim çok çok, ve
gonca sükutu az az. Gül düşleri görelim gül gecelerinde, Gül'ün aşkını derelim gül
hecelerinde. Gözü sürmeli ile ağlayanın arasına gül serpelim, güle yeminler edip.
Gönülleri yıkayalım gül suyuyla. Gönüldendir şikayet kimseden feryâdımız yoktur.

Gönlüm ki Gül'e hasret... Üçüncü halin imkansızlığında... Ve kozanın amansız yırtılışında...

Cevher Gül'e düştü, mıknatıs bana, güzellik Gül'e, sevgi bana...
Güzeller güzelleri severmiş ve sadıklar sadıkları...
Güzelliğimi arttır benim Gül'üm, ve arındır ayrık güzelliklerden sevgilerimi...
Senden yüzüne bakma lezzetini isterim ve titrerim vefadan sonra ayrılığına düşme dehşetiyle.
Genişlet sana indirilene yaslanmakta sinemi, ve sade kıl sensiz düşüncelerden gönül ayinemi.
Bir yankı ol, ses kat sesime; bir nazar kıl can ver nefesime. Düşümde ya hayalde gel, bitirdi gerçek beni;
geldir bizi her halde gel ya yanına çek beni!. Gel Efendim! Sen gelmeyince hatıra bilsen neler gelir!..

Gönül ki Gül'e hasret...

Güzellik kendisine sıfat değil ad olan... Gül olmayınca bağçeler berbad olan...
Bakışındandır başlangıcı bütün hadiselerin; ve en büyük yangın aşkının bir kıvılcımından...
Dönüyorsa gökler bir yüzük halkasınca, ve dönmedeyse içinde ne varsa, kaşındandır
yüzüğün, inci tanesi kaşından... İyi hal de hatırlatıyor seni bize, kötü hal de;
korktuğumuzda da sevgin var içimizde, umduğumuzda da... Gözyaşlarımız
gözbebeklerimizi boğazlıyor sensiz, duru şaraplar içinde zehirler yutuyoruz...
Gökkuşaklarını toprağa gömenler de, nurunu ağızlarında söndürmek isteyenler de senden
öte sınavlarda değiller aslında. Nefis kendini içine üflemekte daim. Gülü kendi sesinde
solduranların seni beklemekle geçecektir yüzyıllar süren ömürleri. Ah bir bilseler!.. Hâb-ı
gaflette geçen ömrümü rü'yâ gördüm.

Gönüller ki Gül'e hasret...

Gönül ki kana boyandı, ve Gül'ün aşkına yandı...

İşte bu güvenilir kente and olsun ki... Tesellilerimiz kötürüm devinmelere mahkum sensiz
Efendim, bütün ayrılıklar avuntulara, ve kendini parçalamada bütün yoksulluklar; neşterli
ellerde taze yeminler kanamakta! Hayatlarımızın altına kopya kağıtları konuldu yokluğunda
ve ruhlarımız şırıngalardan serpildi beyhude çoraklıklara. Sevgine tutulunca damarlarında
cehennemlerin dolaştığı yıldızlardan yoksun kaldı göklerimiz. Sevgini unutalı ateşler serin
ve selamet olmuyor artık; İbrahimler'i havada eller tutmuyor. Eleğimsağmalara
buketlenmiş nergislerin kül kül dökülüyor toprağa. Yolunda olduklarını söyleyenler kendi
elleriyle helak meyvelerini kendileri topluyorlar yamaçlarda. Ahdine ve sevgine sadık
kalamadığımızdandır zoraki Meryem oruçlarına tutturulmaklığımız; nimetleri nankör
ellerden dilendirilmemiz. Zamanın önündeki zalim maratonlarda yalın ayak sevgileri
unutturulduk, zulme kapılandık, oyun ve oynaşa kapıldık kaldık. ! Sen bizi cevrine şâyeste
bil ihsan olarak.

Aşk, bir Gül'ün adıydı... İmdat ki seven unuttu, vefa yine sevgiliye düştü!..
Gel ey, unutma bizi!... Seni bir seven aşkına sev hepimizi!..
Kararlıyım bu gece, bütün varlığımla seni öveceğim...
Seni sevdiğim gibi...

* Havuzlar başında bizi hâlâ bekliyorsun değil mi, ya Rasûl!..
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: duha - 17 Mart 2008, 21:10:13
(http://img144.imageshack.us/img144/5260/glbm8.jpg)





BİR GÜL







Mekke-i Mükerreme'de bir gül

yüzü dolunay gibi parlak
teni pembeye çalan beyaz renginde
saçları hafif dalgalı
açıkrenli ve hilal kaşlı
iki kaşının arasında bir damar, öfkelendiğinde şişen..



Mekke-i Mükerreme'de bir gül




saçları omuzuna düşer, sakalı gür gözleri kara üzüm gibi siyah
o siyah gözleri daima yerde, gökten daha çok yere bakar
bakışları düşünceli
boynu gümüş beyazlığında, fil dişinden yapılmış bir suret gibi
ashabından ardından yürür ve "
benim arkamı meleklere bırakın"
der
bir şeye hayret ettiğinde elini çevirir
konuştuğunda ellerini bir araya getirir
öfkelendiğinde yüz çevirir
sevindiğinde hafifçe gözlerini kapar
gülmesi tebessüm
o gülünce dişleri dolu taneleri





Mekke-i Mükerreme'de bir gül

yüzünde azamet ve hakimiyet
sözünde tatlılık
tane tane konuşan
sesi gür,
teri GüL
geçtiği sokaklarda gül kokusu bırakan




giyimi sade çoğunlukla sırtında bir ihram
en çok sevdiği renk sarı ve beyaz
yediği yemek ateşin üzerinde unla karıştırılan öğütülmüş yulaf
biraz zeytinyağı biber baharat
sofrada oturşu hamd ile, şükürle




bir GÜL
ikinci yurdu Medine..



Medine-i Münevvere'de bir gül...



insanlık aleminin en şereflisi,
iman hakikatlerinin merkezi
ihsani tecellilerin turu
rahmani sırların iniş yeri
memleketi rabbaniyenin seması
peygamberler gerdanlığının ortasındaki en büyük mücevher
peygamberler kervanının öncüsü
bütün varlıkların en üstünü
izzet sancağının sancaktarı
ezel sırlarının şahidi
ilmin, hilmin ve hikmetlerin kaynağı
yerle gök alemlerinin göz bebeği
iki cihanın ruhu
dünya ve ahiret hayatının gözü





Medine-i Münevvere'de bir gül



aslın ve asaletin nurlu ağacı
yaratılışta insanların en üstünü
cismani suretlerin en mükemmeli
asıl mülk ve gerçek nimetin göz kamaştırıcı güzelliğin ve yüce rütbenin sahibi
kalplerin habibi ve ilacı
bedenlerin afiyet ve şifası
gözlerin nuru ve ışığı
asırlarca sevilen
yeniden sevilen
taptaze duygularla sevilen
en seçkin makamlara sahip olan
en büyük dost
en şerefli sevgili
Abdulmuttalib'in torunu, Abdullah oğlu



Efendimiz Hazreti Muhammed sallAllahü aleyhi ve sellem...




Medine-i Münevvere'de bir gül
herşeye rağmen ona sevdalı
milyarlarca bülbül
sevinç bayrak açmış her sinede
çünkü o gül hâla Medine'de..






Dursun Ali Erzincanlı
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Eymen - 13 Nisan 2008, 14:06:04



Bir damla düşer toprağa bak hâresi güldür
Pervâne döner harda fakat, çâresi güldür!

Bülbül, sana yâr olmak için nârlara düştü
Dâim yakışan hep sana, bir kırmızı güldür.

Dünyâ ki harâp olsa yeter gûl-i Muhammed (sav)
Billûr dudağından dökülen her sözü güldür.
   
 

Kim derse eğer, nerde alâmet bize O’ndan?
Baksın hele dünyâya da her gördüğü güldür.

Hem kan tükürenlerle zaman kardeş olunca
Şâhid sana, ardında bu çöl kumları güldür.

Sensiz bu mekânlar karadır, darmadağındır
Dünyâdaki tüm renklerin en kutsalı güldür.

Aşk sende bulur kendini, yurdun ki gülistân
Âlemleri aydınlatacak gözyaşı güldür.

Ey gül! Yok olur yokluk eğer sen var olunca
Cân buldu cihân, âb-ı hayât varlığı güldür.

Taştan taşa çarpıp su, gülistâna akar hep,
Fermân tanımaz kalplere, aşk âteşi güldür.

Sen, yağmur olup sîneye şefkat bırakırsın,
Aşk bahçesinin sâhibi sen, sunduğu güldür.

Çağlar kapanır gitme, kıyâmet kapımızda
Ey yâr! Gidişin gurbet olur, vuslatı güldür.

Ardında hüzünler bırakıp gitme efendim
Efsûn mu değil, bizde karanlık sızı güldür.

Güller küle râm oldu firâkınla, bizi güldür
Bu âteş-i aşkın, gece yıldızları güldür.

Gül yüzlüyü yazmakla biter sancılı günler
Sevdâların en kutsalı kalplerdeki güldür.

Tarife ne hacet gülü, meydanda bütün gün
İnsanlığı kurtarmak için sunduğu güldür.


 
ZAFER IŞIK
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Lika - 24 Nisan 2008, 06:49:15
NÛR-I ÂLEMSİN

Nûr-i âlemsin bugün hem dahî mahbûb-i Hudâ

Eyleme âşıkların bir lahza kapından cüdâ



Gitmesin nâm-ı şerîfin bu dilimden dem-be-dem

Dertli gönlüme devâdır cân bulur ondan safâ



Umarım her bir adın başka şefâ’at eyleye

Ahmed ü Mahmûd Ebü’l-Kâsım Muhammed Mustafâ



Çünki denildi ona “Ve’ş-Şems” dahi “Ve’d-Duhâ”

Rûyuna alnına mihr ü mâhı benzetsem n’ola



Bu libâs u hây hûy u tantana nedir dilâ

Eğnine hil’at yeterken bir palâs u bir abâ



Cürm ü isyânım bir birundur gerçi hadden serverâ

Sen şefâ’at kânısın geldim sana şefkat uma



Bu Muhibbî tövbe eyler tövbesin eyle kabûl

Fitne-i şeytândan sakla onu yâ Rabbenâ


Muhibbî, Kanûnî Sultan Süleyman
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: islam_dostu - 27 Aralık 2008, 19:07:49
hepinize çok teşekkür ederim ;) İlk koyulan şiir Azerbaycanca :)
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: acize - 13 Haziran 2009, 13:09:44

(http://img57.imageshack.us/img57/4724/195mektup.jpg)

SULTANIM


Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Gül cemalini gören, hayran olur Sultanım
Cennet bile seninle, seyran olur Sultanım

Sen ki Nuri hüdasın, rahmetsin yere göğe
Yanmışlar hep kapında, reyhan olur Sultanım

Ta ezelden ebede, mislin yaratılmadı
Senin lütfuna eren, Sultan olur Sultanım

İlahi bir güneşsin, Nuruna pervane can
Aşkından mahrum sine, zindan olur Sultanım

Fazlının eteğine, aklın eri erişmez
Sensiz Gülzarı Cennet, Hicran olur Sultanım

Alemde kimse değil, sensin kalplere tabi
Nurun gönül derdime, derman olur Sultanım

Didarına aşıkım, yanmakda ciğerde zar
Ne gün ne gün gel, diye ferman olur Sultanım

Nurunun incisidir sema, güneş, ay, yıldız
Sende küçük bir damla, umman olur Sultanım

Bütün alem halkının, bir sensiz tek öğüncü
Şanına yüce kılan, Rahman olur Sultanım

Senin kerem kapına, koşmada büyük küçük
Ümmetine başka kim, mihman olur Sultanım

Sana tabi olmayan, yaren buğzu kezada
Bindefa yüzbindefa, pişman olur Sultanım

Bu Necati mücrime, nazarın erişmesse
Artık ona herbirşey, düşman olur Sultanım

Senin gül hatırına, nice bin günahkara
Cennetler ve firdevsler, ihsan olur Sultanım

Senin sevmeyenlere, saadet günü yoktur
Anlarlar kıymetini, zaman olur Sultanım

Kimin can toprağına, nurundan zerre, düşse
Bir Bilal, bir Amar, bir Selman olur Sultanım

Sen habibi hüdasın, hiç ümit kesermiyim
Miskinlere ihsanın, her an olur Sultanım

Mucize parmakların, çölde sular çağlattı
Bir çalıya el sürsen, elvan olur Sultanım

Cennetler müştakındır, bin türlü ihtiramla
Senin selamlayacak, Rıdvan olur Sultanım

Devletiğin eşiği, güneşden daha parlak
Sana bütün Nebiler, ihvan olur Sultanım

Bir şan ki dile sığmaz, kelamın gücü yetmez
Kaç Süleyman yoluna, gurban olur Sultanım

Sensin bu mülkün seyidi, alemin tek rahmeti
Şanlığına şanlar katan, süphan olur Sultanım

Nurunun incileri, cennetin ziynetidir
Orda dertler kederler, mihan olur Sultanım

Sen nasıl şanlı isen, senin vezirlerinde
Sıddık gibi bir şahı, cihan olur Sultanım...

Ali Ulvi Kurucu
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Aslıhal - 14 Haziran 2009, 22:03:46
Ya ResulAllah


Zuhur-ı kainatın madenisin ya ResulAllah
Rumuz-ı küntü kenz'in mahzenisin ya ResulAllah

Beşer denen bu alem ki senin suretle şahsındır
Hakikatte hüviyette değilsin ya ResulAllah

Vücudun cümle mevcudatı nice cami' olduysa
Dahi ilmin muhit oldu kamusun ya ResulAllah

Dehanın menba-ı esrar ilm-i min ledünnidir
Hakayık ilminin sen mahremisin ya ResulAllah

Ne kim geldi cihana hem dahi her kim gelisedir
İçinde cümlenin ser-askerisin ya ResulAllah

Cihan bağında insan bir şecerdir gayriler yaprak
Nebiler meyvedir sen zübdesisin ya ResulAllah

Şefaat kılmasan varlık Niyazi'yi yoğ ederdi
Vücudun zahmının sen merhemisin ya ResulAllah

Niyazî-i Mısrî  -  
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Gül_Sultan - 15 Haziran 2009, 21:22:36
Su Kasidesi

Der Na't-ı Hazret-i Nebevi

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez.)


Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su

(şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem..)


Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su

(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana getirir.)


Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)


Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)


Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki tüylere benzetemez. )


Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola
Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su

(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)


Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su

(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.)


İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su

(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.)


Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su

(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, sofular da kevser istiyorlar.)


Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su

(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)


Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere bırakamam.)


Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su

(Dostlarım! şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun.)


Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi (yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından) kurtarabilir.)


İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağınun mizâcına gire kurtara su

(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını değiştirmesi gerekir.)


Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
ıktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su

(Su Hz. Muhammed’in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.)


Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su

(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz. Muhammed’in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir.)


Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın
Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su meydana çıkarmıştır.)


Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su

(Hz. Peygamberimiz’in mûcizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)


Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ
Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr’a su

(Mihnet günü Ensâr’a parmağından su verdiğini (bir mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.)


Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb-ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su, düşmanına) elbette yılan zehrine döner.)


Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su

(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan) yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)


Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)


Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da olsa o eşikten dönmez.)


Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su

(Sarhoşlar içkiden sonra gelen baş ağrısını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na’tının zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) derman bilirler.)


Yâ HabîbAllah yâ Hayre’l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su

(Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)


Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc’da
şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su

(Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)


Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su

(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.)


Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış, (ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden ümitliyim.)


Yümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâra su

(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî’nin (alelâde) sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su (damlası) gibi birer inci olmuştur.)


Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su

(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su (gözyaşı) döktüğü zaman,)


Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su

(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını ummaktayım.)

Muhammed Fuzûlî
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: lalegül - 15 Haziran 2009, 22:14:18
Dahilek Yâ ResulAllah

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ ResulAllah
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ ResulAllah
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ ResulAllah
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Yanan kalbe devâsın sen bulunmaz bir şifâsın sen
Muazzam bir sehâsın sen dilersen rûnümâsın sen
Habîb-i Kibriyâsın sen Muhammed Mustafâsın sen
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Gül açmaz çağlayan akmaz İlâhî nûrun olmazsa
Söner âlem nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa
Firâk ağlar visâl ağlar ezel mestûrun olmazsa
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Erir canlar o gülbûy-ı revanbahşın hevâsından
Güneş titrer yanar dîdârının bak ihtirâsından
Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Susuz kalsam yanan çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Ne devlettir yumup aşkınla göz râhında cân vermek
Nasîb olmaz mı Sultânım Haremgâhında cân vermek
Sönerken gözlerim âsân olur âhında cân vermek
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


Boyun büktüm perîşânım bu derdin sende tedbîri
Lebim kavruldu aşkından döner pâyinde tezkîri
Ne dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle kıtmîri
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah


YAMAN DEDE
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Aslıhal - 01 Temmuz 2009, 01:31:46
MUHABBETİN VESİKASI!..
Sultan İkinci Mahmûd Han, 1820 senesinde Hücre-i Saadete hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği aşağıdaki şiir, Osmanlı sultanlarının Resûlullah (s.a.v.)'a olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesîkasıdır:


Şamdan eyledim ihdâya cür'et yâ ResûlAllah!
Muradım dergâh-i ulyâya hizmet, yâ ResûlAllah!
Değildir ravdaya şâyeste, destâviz-i nâçizim.
Kabulünde kıl ihsan inayet, yâ ResûlAllah!
Kimim var hazretinden gayri, hâlim eyleyem îlâm.
Cenâbındandır ihsân-ı mürüvvet, yâ ResûlAllah!
Dahîlek, el-emân, sad el-emân, dergâhına düştüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefaat yâ ResûlAllah!
Dü-âlemde kıl istishâb Hân-ı Mahmûd-i adlîyi,
Senindir evvel ü âhirde devlet yâ ResûlAllah!


372 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih, İstanbul 1309, XII, sh. 238-240.
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: ihvan - 01 Temmuz 2009, 11:53:43
Gül açmaz çağlayan akmaz İlâhî nûrun olmazsa
Söner âlem nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa
Firâk ağlar visâl ağlar ezel mestûrun olmazsa
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ ResulAllah .    çok güzel
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Aslıhal - 07 Ağustos 2009, 00:08:05



Kapında bir gedâ-yı hâkisârım yâ Resûlallâh
Garîbim bî-kesim hayrân ü zârım yâ Resûlallâh

Tenezzül eyleyip hasretle nüzhetgâh-ı ma’nâdan
Gelip bu âlem-i sûrette hârım yâ Resûlallâh

Şehâ “hubbu’l-vatan” emriyle sensin eyleyen fermân
Vatandan ayrı düştüm bî-karârım yâ Resûlallâh

Unuttum aslımı nefs ü hevâya olmuşum tâbi’
Esîr-i gurbetim terk-i diyârım yâ Resûlallâh

Gönül beyt-i İlâhî olduğun fehm etmişim ammâ
Hayâl-i ma’siyetle dil-figârım yâ Resûlallâh

“Şefî’ü’l-müznibîn” hem “rahmeten li’l-âlemîn” sensin
Sana Müştak-veş ümmîd-vârım yâ Resûlallâh
 
Müştak Efendi
 
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Budak - 07 Ağustos 2009, 00:38:25
Ya Rab! nola halim,kabre vardığım gece
Eyi olmazsa amelim, kabre vardığım gece

Ya Rabbena yandırma, günahlara bandırma
Çırağım söndürme,kabre vardığım gece

Ya Rabbena hayr eyle,Muhammed'e yar eyle
Kabrimizi nur eyle,kabre vardığım gece

Ya Rabbenena tuş eyle, imanı yoldaş eyle
Muhammed'e eş eyle, kabre vardığım gece

Ya Rabbena şaşırtma,yüzüm üzre düşürtme
Zebaniler üşürme,kabre vardığım gece

Ya Rabbena eşimden, eşimden yoldaşımdan
Aklı alma başımdan,kabre vardığım gece

Derviş Yunus'un sözü, kan ağlar iki gözü
Mahrum eyleme bizi, kabre vardığım gece
                                             
                                               (Yunus Emre)

Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: aadm - 08 Kasım 2009, 19:06:24
guzell ::))
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: Lika - 17 Şubat 2010, 20:03:35
(http://www.gulistandergisi.com/resimler/RX19102.jpg)

İşte geldim Efendim, kapına yüz sürmeye,
Günah defterlerimi toparlayıp dürmeye.

Tutundum ellerine zulmetten necat için,
Dayandım sözlerine Hakk’a münacat için.

Bıkmış yorulmuştum dünyalık telaşesinden,
Kendime kuvvet buldum, o dupduru sesinden.

Yakalarsam eğer, o nefsimin ensesinden,
İşte o zaman çıkış, şeytanın pençesinden.

Evet, çıkabilirsem senin himmetindendir,
O meşakkatle dolu, ulvi hizmetindendir.

(SallAllahu Aleyhi Vesellem)


Abdülhalim HAFİ
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: sehle - 08 Nisan 2010, 20:39:30
Dalmışım Bahri şekavet içere,kârım seyyiât,
Yâ ilâhi sen hidayet eyle,bana ver necât,
Sen şefâat kıl garîbe Ey Rasûlü Kâinat
Esselâtü Vesselâmü Yâ Sâdikal Vegdil Emîn.

Elmeded Ey Fahri alem,hem şefîul müznibîn,
Nazil oldu hakkında hem rahmeten lil âlemin
İşte elden vasfı budur lisanımda hemîn
Esselâtü Vesselâmü Yâ Sâdikal Vegdil Emîn.

(Sultan 2.Mustafa'nın na'tı)


14 yaşında tahta geçip 14 yıl hükümdarlık yapan osmanlı devletinin 14.padişahı olan Sultan 1.Ahmed Han Hz.Efendimizin sünnetine tam bağlıydı Bu bağlılık ve muhabbetinden dolayı Topkapı Sarayında bulunan efendimizin ayak izinin resmini çıkartmış.Ve onu başında tacının içinde taşımış ve o ayak izine de şu şiiri yazmıştır.

"No'la tâcım gibi başımda taşısam daim
Kademi resmini ol Hazreti Şahı Rasûlün
Gül'ü gülzar-ı Nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmedâ durma!Yüzün sür kademine ol gülün"

Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: yakan - 13 Nisan 2010, 14:15:00
Bütün şiirler naatlar çok güzeldi.Allah razı olsun her ekleyenden ve yazandan
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: xadam - 13 Nisan 2010, 19:11:18
Hepsine bayıldım. Allah razı olsun
Başlık: naat-ı şerif
Gönderen: hüzün1 - 23 Mayıs 2010, 22:07:58

SENLE DOĞAR EFENDİM

Sen gelmeden önce tüm cihan uykudaydı
zalimler esenlikte mazlumlar korkudaydı
 
kurtuldu esaretten nurlandı nice yurtlar
yere düştü kırıldı kabe�e cümle putlar
 
dünya bir çöldür sense bu çölde vaha
susuz kalmış alem seninle kanar suya
 
ay senin ellerinde bin parçaya bölünür
sensiz geçen her an yaşanmadan ölünür
 
mekke senin vatanın medine yurdundur
bulanık akan sular senin ile durgundur
 
döne döne döner gökler semaya durur
senin ile efendim, canlar cananı bulur
 
senle doğar efendim ölümsüzlük güneşi
taşlaşmış nice gönle düşer sevda ateşi
 
bir rüzgâr olsaydım esseydim medine�e
savrulup dursaydım Hak Resul� görmeye
 
renk renk boyanırken dünyanın çemberinde
tek hükümdar sensin gönlümün devletinde
 
kıyamet arefesi, saatler çaldı çalacak
efendim şefaat kıl, gök dürülüp kalacak
 
korkum sende diner kalbim sende ferahlar
doğar her gün ufuktan senin ile sabahlar
 
kelimeler yetersiz sözler çaresiz kalır
seni anlatmaya ciğer nefessiz kalır
 
en güzel ahlak ile donatılmış Sultansın
her halin başka güzel, numune-i Kur�nsın
 
ağaç dalında ki kuru yaprak gibi titreriz
vazgeçtik bu dünyadan öteleri isteriz
 
sensiz hayat hayaldir sensiz hayat rüya
seni bilmeyen kalpler dalar sonsuz uykuya
 
güle dönerdi günüm vuslat kokan günlerde
bende hicret etseydim içimde ki çöllerde
 
sen bitmeyen hazine sen tükenmez nursun
sen nübüvvet güneşi kalpte sonsuz sürursun
 
n�lur şefaat eyle bize nefsimiz gelsin dize
yarın mahşer gününde halimiz n�lur nice
 
her nefes salat ve selam olsun sana Efendim
sen eminsin sözünde, şahit olsun ya Rabbim
 
Mehmet Baş, muhabbetle yazdı.
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: aslanyafur - 16 Haziran 2010, 03:52:26
Artik sen vardin,
Susuz topraklara Rahmet indi seninle,
Annen'den sonra annen Halime sevindi seninle.
Yagmura mi ihtiyac var?
Kaldir Sehadet parmagini, yagmurlari salsin Allah.
Sonra tut agacin yapragini koklerini cikarttirip yaninda yurutsun Allah,
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: hanse - 06 Aralık 2010, 16:15:51
çok güzel naatlar okudum hepsini zamanımın yarısını ona harcadım bundan çok memnunum:)
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: nesimcik - 20 Mayıs 2012, 02:44:47
barekallhu lena ve lekumut tevfik
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: erzurumli - 22 Kasım 2012, 11:38:38
ALEM SENİN HAYRANINDIR

Ey Nebî, arz ve semâ,
Hayranındır dâima!
Sen olmasaydın eğer,
Ne gök olurdu ne yer.
Ne bir damla su vardı,
Ne gül kokusu vardı!
Elmas, inci ve zehep,
Senin nurundandır hep..
Güneş, zühre, mah nurun,
Ne mübârek âh nurun!

Ey Nebî, arz ve Semâ,
Hayranındır dâima!..

Cennet yüzüne müştâk,
Seni rahmet kıldı Hak.
Melek, insan, hurî, cin,
Âlemde Senin için!
Diller âşık ismine,
Hep nurun zambak, mine!
Canlar Seni özler hep,
Varlığa Sensin sebep!

Ey Nebî, arz ve Semâ,
Hayranındır dâima!...

Kimse bilmez bu ne iş,
Gönlün fezadan geniş!
İhsan etmiş Hak Sana,
En güzel ahlâk Sana!..
Bu âlemde cûd Senin,
Bedir ve Uhud Senin!
Sıddîk'ın, Ömer'in var,
Osman, Ali Sana Yâr!..
Senin yüzün gibi yüz,
Görmedi gece gündüz!.

Ey Nebî, arz ve Semâ,
Hayranındır dâima!..

Gül saçar hep leblerin,
Ne güzel edeplerin!
Ahlâkını över Hak,
Sana bu şan müstehak!
Künhüne ermek senin,
Harcı değil kimsenin!..
Vasfedemez söz seni,
Yanar görse göz Seni!
Sevdana düşer artık,
Alemde her yarattık!
Bir Bilâl olur canlar,
Akar göz göz mercanlar!
Yetim senin, dul senin,
Bir sıfatın kul Senin!
Kulların en güzeli,
Kim geçer Sen güzeli?

Ey Nebî, arz ve Semâ,
Hayranındır dâima!..

Aşkın köpürüp taştı,
Cibrîl Sana sırdaştı!
Öyle sevmiş RAB Seni,
Hep över kitap Seni!
Ahlâkın ne azimdi,
Hayrette âlem şimdi!
Bulamam Sana misâl,
Ey Sultanım, bu ne hâl?
Sen olmasaydın eğer,
Ne gök olurdu, ne yer!
Ne dal vardı, ne çiçek,
Ne bir yudum içecek!
Ne mah görürdü gözler,
Ne şah görürdü gözler!
Senin için rûz?ü şeb,
Güneşler nurundur hep!
Gelmez fazlın misâle,
Nûrunu taşır Lâle!..
Sen ki, Şâh?ı Levlâk'sın,
Nümune?i ahlâksın!

Ey Nebi, arz ve Semâ,
Hayranındır dâima!

Sende bir derya sîne,
Hızır'ın çeşmesi ne?
Sen bir ümmisin fakat,
İlmin gök gibi kat kat!
Elif'ler, sin'ler sana,
İndi Yâsîn'ler Sana!..
En gizli ilim Senin,
Şefkat ve hilim Senin!
Ümmilik bir mûcizen,
Yetişemez er ve Zen!
Sözün inciden parlak,
Ay gibi, kar gibi ak!..

Ne hikmet, ne nurdur bu?
Hayâli dondurur bu!

Ey Nebî, arz ve Semâ,
Hayranındır dâima!..

Çağlar arzda Ezanın,
Uğurusun fezanın!
Sana has Habib olmak,
Kalblere Tabib olmak!
Aşkın ki Cini yaktı,
Kor kor içini yaktı!.
Ya kütükteki nâle?
Nasıl düştü bu hâle?
Açılınca arası,
Yaktı hicran yarası!
Ay'ın derdi bir başka,
Ah! Yenik düştü aşka!..
Oluverdi iki şak,
Sanki külden yumuşak!
Vasfedemez tam Seni,
Bu söz, bu kelâm Seni!
Senin meddahın Hak'tır,
Âlem sana müstehaktır!

Ey Nebi, arz ve Semâ,
Hayranındır dâima!..

MUSTAFA NECATİ BURSALI
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: erzurumli - 22 Kasım 2012, 11:41:37
AHMED MUHAMMED MUSTAFA

Sonsuz rahmet, ehl-i Vefâ,
Ahmed, Muhammed, Mustafa.
Verir gönüllere safâ,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!..
Yüzü kardan ve ya'dan ak,
Kerîm, cömert, Habîb-i Hak,
Varlık Nûru, Şâh-ı Levlâk,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!..
Sevdasında genç ihtiyar,
Misli, dengi bulunmaz Yâr,
En güzel ve en bahtiyar,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Bütün varlığa sebep,
Ümmetini düşünür hep,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!..
Âlem halkına ziyâdır,
Bir Habîb-i Kibriyâdır,
Hem Sultanü'l-Enbiyâdır,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Zaman mekân içinde Tek,
Bal akıtır petek petek,
Solmaz, pörsümez bir Çiçek,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Güzellerden daha güzel,
Akşama, sabaha güzel,
Hep kul, hep Allah'a güzel,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Rahmet hasta kalbe Tabib,
Yerlere göklere Habîb,
En güzel ahlâka sahib,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Sâdık Yâr, gönüller Mâhı,
Bütün Enbiyânın Şâhı,
İki Cihan Padişahı,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Güneşe Ay'a fezadır,
Her türlü medhe sezâdır,
Şefî'i rûz-i cezâdır,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
O günleri gelir yâda,
Hem mîraç'ta, hem Hira'da,
Erdi en yüce murâda,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Âlem bu yüzden var oldu,
Hak nuruna mazhar oldu,
Arza semaya Yâr oldu,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Rabbinden Selâm getirdi,
Bir güzel Kelâm getirdi,
Nûn getirdi, Lâm getirdi,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Sevdi hemen yetim diye,
Ümmetim, ümmetim, diye,
Kur'ân'ı etti hediye,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Gülden, ipekten naziktir,
Bütün mahluka fâiktir,
Ledünnî ilme mâliktir,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Tarih şunu söyler şimdi:
Kerimdi, benî Haşim'di,
Mâsum ve Dürr-i Yetîm'di,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Arz'a, Semaya rahmettir,
Güneşe, Ay'a rahmettir,
Ey Can, Leylâ'ya rahmettir,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Künhüne eremez kimse,
Eksik kalır ne dedimse,
Sahipti en derin hisse,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Bir rahmet, bir sonsuz Nur'du,
Bütün âleme huzûrdu,
Hep karde olun buyurdu,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Hep aşık, hep Hakk'a müştâk,
İncilerden, billurdan ak,
Sultan Nebî, Habîb-i Hak,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!
Bilmez zulüm, bilmez cefâ,
Kerîm, cömert, ehl-i Vefâ,
Ey Necati, dâd-ı Hak'tır,
Ahmed, Muhammed, Mustafa!

MUSTAFA NECATİ BURSALI
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: erzurumli - 22 Kasım 2012, 11:44:19
ADI GÜZEL KENDİ GÜZEL MUHAMMED

Canım kurban olsun senin yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed,
Şefâat eyle bu kemter kuluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Mü'min olanların çoktur cefâsı,
Ahirette olur zevk-u sefâsı,
On sekiz bin âlemin Mustafâ'sı,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Yedi kat gökleri seyrân eyleyen,
Kûrsûn üstünde cevlân eyleyen.
Mi'râcda ümmetin Hak?dan dileyen,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Ol çâriyâr anın gökler yâridir,
Anı seven günahlardan beridir,
On sekiz bin âlemin serveridir,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Aşık Yunus neyler iki cihânı sensiz,
Sen Hak Peygambersin şeksiz, gümânsız
Sana uymayanlar gider imânsız,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.

YUNUS EMRE
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: erzurumli - 22 Kasım 2012, 11:45:57
AH! EFENDİM

Özleminle kavruldum ah Efendim!
Gül kokunu unuttum ah Efendim!
Hayalinle avundum ah Efendim!
Sünnetine tutunsam ah Efendim!

Sinemde bir sızı ah Efendim!
Vicdanım tasalı ah Efendim!
Letaif yaralı ah Efendim!
Mücrimim tasmalı ah Efendim!

Alemlere rahmetsin ah Efendim!
Bizlere rehbersin ah Efendim!
Ellerde cevhersin ah Efendim!
Ümitler şefaatin ah Efendim!

Kul Muammer gurbette etraf bataklık,
Aklına güvendi akıl tek paralık,
Kalp yaralı, irade fersiz, işi safsatalık,
Nur sinene başım koymaya gelsem.

MUAMMER BİLGİÇ
Başlık: Ynt: Naatlar
Gönderen: MAVERA02 - 30 Eylül 2013, 01:05:09
YA RASÜLAllah

Bu cismim ateşi aşkınla yansın ya ResûlAllah,
Dü çeşmim hâb u gafletten uyansın ya ResûlAllah,

Takıp boynuma zinciri varaydım ravza-i pâke
Görenler hep beni divane sansın ya ResûlAllah,

O rütbe ağlayam çöllerde feryad eden ben kim
Şirişki dîdem kane boyansın ya ResûlAllah,

Bu zalim nefsin elinden bu dili divaneyi kurtar,
Yeter bu fıskı kabahatten usansın ya ResûlAllah,

Bu kulun Leylâ'yı eyleme mahşerde ehline rüsvay,
Bu dünyada günahından utansın ya ResûlAllah