Allah Yolunda Hizmet Etmek
Mevla-ı Zül Celâl Vel Kemâl ve Tekaddes Hazretleri bir Ayet-i Kerimede buyuruyorlar ki:
“Ey iman şerefiyle müşerref olan müminler! Size bir ticaret yolu göstereyim ki, sizi, acıklı bir azabdan kurtarır; O da Allah ve Resulüne iman eder, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Bu sizin için çok hayırlıdır, eğer bilirseniz.”
Demek ki, ebedi ve acı azabdan kurtuluş, Allah ve Resulüne iman edip, yine Onun yolunda cihat ve hizmet edip, gayret göstermeğe bağlıdır.
Peki o zaman ne demektir cihad? Allah yolunda, Resulü uğrunda hizmetin manası nedir?
Cihad: Ümmet-i Muhammedin irşad ve hidayetine vesile olmak, dinin yüceltilip yayılması için, sırf Allah rızasını gözeterek koşturmak ve gayret göstermektir.
Gaye: Rıza-ı ilahidir.
Maksad: Dinin i’la ve inkişafıdır.
Allah yolunda hizmetin büyüklüğünü ve hizmet edenlere vaad edilen mükafat ve şerefin yüceliğini iyi bilen Allah dostları, dinin ihyası için dua edenlerin, ilim öğrenen talebelerin ayaklarının altlarını öpmüşlerdir.
Bu hizmetleri en iyi bilen ve anlayan bir zat-ı şerif Ebu’l-Fâruk Hazretleri de hizmet babında, makam, mevki, şan, şöhret gözetmemeyi tavsiye ederek “Hizmet muvaffak olsun da, velev ki bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun” buyurmuşlardır.
İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Hazretleri bir gün bir yerden geçerken, bir ihtiyarın ayaklarını suyun içine uzatarak: “Ya Rab Ümmeti Muhammede irşat ve hidayetler ihsan eyle” diye dua ederken görür. Hemen suya iner, ihtiyarın ayaklarını öpmek ister. İhtiyar zat “Aman efendim, ne yapıyorsunuz” deyince de “Siz, bizim hizmetlerimize duanızla yardımcı oluyorsunuz, bu ayaklar öpülmeye layıktır” buyurur.
Cihat ve hizmet, sadece harp meydanında şehit oluncaya kadar çarpışmaktan ibaret değildir.
Fahr-i Kainat Efendimiz, Mescid-i Nebevi inşa edilirken mübarek omuzlarında bizzat kerpiç taşımışlar, hatta Ashab bir kerpiç omuzuna alırken, kendileri iki tane alıp, taşımışlardı. Sebebi sual edildiği zaman “Haza minni ve haza min ümmeti (biri benim için diğeri de ümmetim içindir.)” buyurmuşlardı.
Necip ecdadımız da, din-i celil-i İslam’a hizmet, vatanı müdafaa uğrunda gün olmuş at üstünde savaşmış, zaman olmuş aynı gaye ile cami inşaatında kum, çakıl taşımıştır.
Nitekim Sultan Birinci Ahmet Han, ismiyle müsemma Sultanahmet Camiinin temelini atmış, ama ikmaline, faaliyete açılma zamanına ömrü yetmemişti. Koca Sultan, Cumartesi günleri kaftanını değiştirir, cami inşaatına eski elbisesiyle kum ve çakıl çekerdi. Zaman zaman da taş dolu kaftanını hafifçe kaldırır:“Ya Rab, şu hizmeti de Ahmet kulundan kabul eyle” diyerek hizmetini Mevla’ya arz ederdi.
Sultan Ahmet Han ölüm döşeğindedir. Son anlarını yaşamaktadır. Bir ara iyileşir gibi olan padişah yatağından doğrulmuş ve yürümeye başlamıştır. Etrafında toplananlar hayret ve heyecanla “Sultanım, Sultanım nereye gidiyorsun böyle” derler. Başını çevirip, manalı manalı bakan cennetmekan Sultan “Camiye kum çekmeye gidiyorum” der ve üç adım atmamıştır ki oracıkta yığılır kalır, ruhunu teslim eder.
İşte ahfadı olduğumuz dedelerimiz, hayatlarını din ve millete hizmette fani kılmışlar, ölüm döşeğinde bile hizmeti düşünmüşlerdir. Zira onlar, Allah Resulünün ve Onun güzide ashabının yolunun yolcuları, takipçileri idiler. Bu heyecanı, cezbe ve aşkı Onlardan alıyorlardı.
Asr-ı saadetten gönülleri coşturan, hizmet aşk ve şevkimizi artıran bir hatıra naklederek, sözlerime nihayet vermek istiyorum.
Uhud harbinde İslam için kılıç sallayan Hazreti Mus’ab’ı melekler bile gıpta ile seyrederler. Hazreti Mus’ab bir ara aldığı bir kılıç darbesiyle yüzüstü yere düşer. Hemen bir melek onun suretine girer ve onun vazifesini devam ettirir. Akşam üzeri Resülüllah Ona “Ya Mus’ab!” diye seslenince, melek “Ben Mus’ab değilim ya Resülüllah, O şehit olmuştur” deyince vaziyet anlaşılır. Biraz sonra Resülüllah, bir gurup sahabe ile Hazreti Mus’ab’ın naaşı yanındadır. Her iki kolu omuzundan kopmuş, boynuna gelen kılıç darbesiyle de baş gövdesinden nerede ise ayrılacak hale gelmişti. Ve sanki Hazreti Mus’ab, yüzünü bir yerden saklar gibi boynu önüne eğilmişti.
Fahr-i Kainat, Mus’ab’ın boynunu niçin sakladığını gözyaşları içinde Ashabına şöyle anlattı:
- “Ey Ashabım, biliyor musunuz Mus’ab niçin yüzünü saklıyor?”
- “Allah ve Resulü bilir” dediler.
Allah Resulü:
“Onun kolu koptu, Rabbımın huzuruna gidiyorum, halbuki şu anda Resülüllah’ı korumam lazım, bu esnada biri Resülüllah’a saldırırda ben Onun yardımına koşamazsam, Rabbımın huzuruna hangi yüzle varırım diye düşündü de, yüzünü Allah’tan hayasından saklamaya çalışıyor” buyurdular.
İşte Ashab-ı Kiram, işte ecdadımız, işte biz.
O mübarek insanların hayatları, din ve millet uğrunda hizmetle geçmesine rağmen, bu alemden giderlerken dahi “Ya Rabbi, senin dinine, kitabına hakkıyla hizmet edemedik” diyerek eziklik duyarak ve acziyet içerisinde gitmişler ve ruhlarını teslim etmişlerdir.
Mevzuu bir Hadis-i Şerif meali arz ederek noktalayalım: Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki;
“Kim ki Allah yolunda, bir kelimeyle de olsa cihat etmeden, hizmet etmeden ölürse, münafıklıktan bir şube üzerine ölür.”
Hazırlayan: Merhum Kürşad ŞEN (Ruhuna Fatiha)
Allah Yolunda Hizmet Etmek
Mevla-ı Zül Celâl Vel Kemâl ve Tekaddes Hazretleri bir Ayet-i Kerimede buyuruyorlar ki:
“Ey iman şerefiyle müşerref olan müminler! Size bir ticaret yolu göstereyim ki, sizi, acıklı bir azabdan kurtarır; O da Allah ve Resulüne iman eder, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Bu sizin için çok hayırlıdır, eğer bilirseniz.”
Demek ki, ebedi ve acı azabdan kurtuluş, Allah ve Resulüne iman edip, yine Onun yolunda cihat ve hizmet edip, gayret göstermeğe bağlıdır.
Peki o zaman ne demektir cihad? Allah yolunda, Resulü uğrunda hizmetin manası nedir?
Cihad: Ümmet-i Muhammedin irşad ve hidayetine vesile olmak, dinin yüceltilip yayılması için, sırf Allah rızasını gözeterek koşturmak ve gayret göstermektir.
Gaye: Rıza-ı ilahidir.
Maksad: Dinin i’la ve inkişafıdır.
Allah yolunda hizmetin büyüklüğünü ve hizmet edenlere vaad edilen mükafat ve şerefin yüceliğini iyi bilen Allah dostları, dinin ihyası için dua edenlerin, ilim öğrenen talebelerin ayaklarının altlarını öpmüşlerdir.
Bu hizmetleri en iyi bilen ve anlayan bir zat-ı şerif Ebu’l-Fâruk Hazretleri de hizmet babında, makam, mevki, şan, şöhret gözetmemeyi tavsiye ederek “Hizmet muvaffak olsun da, velev ki bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun” buyurmuşlardır.
İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Hazretleri bir gün bir yerden geçerken, bir ihtiyarın ayaklarını suyun içine uzatarak: “Ya Rab Ümmeti Muhammede irşat ve hidayetler ihsan eyle” diye dua ederken görür. Hemen suya iner, ihtiyarın ayaklarını öpmek ister. İhtiyar zat “Aman efendim, ne yapıyorsunuz” deyince de “Siz, bizim hizmetlerimize duanızla yardımcı oluyorsunuz, bu ayaklar öpülmeye layıktır” buyurur.
Cihat ve hizmet, sadece harp meydanında şehit oluncaya kadar çarpışmaktan ibaret değildir.
Fahr-i Kainat Efendimiz, Mescid-i Nebevi inşa edilirken mübarek omuzlarında bizzat kerpiç taşımışlar, hatta Ashab bir kerpiç omuzuna alırken, kendileri iki tane alıp, taşımışlardı. Sebebi sual edildiği zaman “Haza minni ve haza min ümmeti (biri benim için diğeri de ümmetim içindir.)” buyurmuşlardı.
Necip ecdadımız da, din-i celil-i İslam’a hizmet, vatanı müdafaa uğrunda gün olmuş at üstünde savaşmış, zaman olmuş aynı gaye ile cami inşaatında kum, çakıl taşımıştır.
Nitekim Sultan Birinci Ahmet Han, ismiyle müsemma Sultanahmet Camiinin temelini atmış, ama ikmaline, faaliyete açılma zamanına ömrü yetmemişti. Koca Sultan, Cumartesi günleri kaftanını değiştirir, cami inşaatına eski elbisesiyle kum ve çakıl çekerdi. Zaman zaman da taş dolu kaftanını hafifçe kaldırır:“Ya Rab, şu hizmeti de Ahmet kulundan kabul eyle” diyerek hizmetini Mevla’ya arz ederdi.
Sultan Ahmet Han ölüm döşeğindedir. Son anlarını yaşamaktadır. Bir ara iyileşir gibi olan padişah yatağından doğrulmuş ve yürümeye başlamıştır. Etrafında toplananlar hayret ve heyecanla “Sultanım, Sultanım nereye gidiyorsun böyle” derler. Başını çevirip, manalı manalı bakan cennetmekan Sultan “Camiye kum çekmeye gidiyorum” der ve üç adım atmamıştır ki oracıkta yığılır kalır, ruhunu teslim eder.
İşte ahfadı olduğumuz dedelerimiz, hayatlarını din ve millete hizmette fani kılmışlar, ölüm döşeğinde bile hizmeti düşünmüşlerdir. Zira onlar, Allah Resulünün ve Onun güzide ashabının yolunun yolcuları, takipçileri idiler. Bu heyecanı, cezbe ve aşkı Onlardan alıyorlardı.
Asr-ı saadetten gönülleri coşturan, hizmet aşk ve şevkimizi artıran bir hatıra naklederek, sözlerime nihayet vermek istiyorum.
Uhud harbinde İslam için kılıç sallayan Hazreti Mus’ab’ı melekler bile gıpta ile seyrederler. Hazreti Mus’ab bir ara aldığı bir kılıç darbesiyle yüzüstü yere düşer. Hemen bir melek onun suretine girer ve onun vazifesini devam ettirir. Akşam üzeri Resülüllah Ona “Ya Mus’ab!” diye seslenince, melek “Ben Mus’ab değilim ya Resülüllah, O şehit olmuştur” deyince vaziyet anlaşılır. Biraz sonra Resülüllah, bir gurup sahabe ile Hazreti Mus’ab’ın naaşı yanındadır. Her iki kolu omuzundan kopmuş, boynuna gelen kılıç darbesiyle de baş gövdesinden nerede ise ayrılacak hale gelmişti. Ve sanki Hazreti Mus’ab, yüzünü bir yerden saklar gibi boynu önüne eğilmişti.
Fahr-i Kainat, Mus’ab’ın boynunu niçin sakladığını gözyaşları içinde Ashabına şöyle anlattı:
- “Ey Ashabım, biliyor musunuz Mus’ab niçin yüzünü saklıyor?”
- “Allah ve Resulü bilir” dediler.
Allah Resulü:
“Onun kolu koptu, Rabbımın huzuruna gidiyorum, halbuki şu anda Resülüllah’ı korumam lazım, bu esnada biri Resülüllah’a saldırırda ben Onun yardımına koşamazsam, Rabbımın huzuruna hangi yüzle varırım diye düşündü de, yüzünü Allah’tan hayasından saklamaya çalışıyor” buyurdular.
İşte Ashab-ı Kiram, işte ecdadımız, işte biz.
O mübarek insanların hayatları, din ve millet uğrunda hizmetle geçmesine rağmen, bu alemden giderlerken dahi “Ya Rabbi, senin dinine, kitabına hakkıyla hizmet edemedik” diyerek eziklik duyarak ve acziyet içerisinde gitmişler ve ruhlarını teslim etmişlerdir.
Mevzuu bir Hadis-i Şerif meali arz ederek noktalayalım: Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki;
“Kim ki Allah yolunda, bir kelimeyle de olsa cihat etmeden, hizmet etmeden ölürse, münafıklıktan bir şube üzerine ölür.”
Hazırlayan: Merhum Kürşad ŞEN (Ruhuna Fatiha)
Allah Yolunda Cihad'ın Fazîleti
Ebû Ümâme radıyallâhü anh buyurdu: “Resûlullâh Efendimizle (s.a.v.) beraber bir kıta askerle çıkmıştık.
Bir zât içinde su ve yenilecek bazı yeşilliklerin bitmiş olduğu bir mağara gördü. Kendi kendine orada kalıp dünyayı terk etmeyi düşündü ve bunun için Resûlullâh Efendimizden (s.a.v.) izin istedi.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) ona şöyle buyurdular:
“Muhakkak ben Yahudilerin yahut Hıristiyanların diniyle gönderilmedim. Ve lâkin ben ancak semahat ve suhûlet; kolaylık üzere kurulmuş İslâm dini ile gönderildim. Muhammed’in nefsi kudretinde olan Allâh’a yemin ederim ki: Sabahleyin veya akşamleyin her hangi bir zamanda Allah yolunda bir kere cihad için Allah yolunda yürüyüş hiç şüphesiz dünyadan ve dünyadaki şeylerin hepsinden hayırlıdır.
Sizden birinizin cihad safında bulunması altmış sene -nafile- namaz kılmasından hayırlıdır.” (Ahmed bin Hanbel)
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) hadîs-i şeriflerinde buyurdular:
“Kim bizzat kendisi gidemez de Allah yolunda cihad için bir nafaka gönderirse gönderdiği her dirheme karşılık ona yedi yüz dirhem sevâbı verilir.
Her kim de Allah yolunda bizzat gaza ederse ve bu yolda (canıyla malıyla) infakta bulunur; yardım ederse, verdiği her bir dirhemi için bire yedi yüz bin dirhem sevâbı verilir. Sonra “Allah dilediğine daha da katlar” meâlindeki (Bakara Sûresi, 261.) âyet-i celîlesini okudular.” (İbn-i Mace)
“Allah yolunda cihâd edenin hâli cihaddan dönünceye kadar gündüzleri devamlı nafile oruç tutan, geceleri de Allâh’ın âyetlerini okuyarak huşû içinde devamlı nafile namaz kılan kimsenin hâli gibidir.” (Müttefekun aleyh)
“Allah yolunda bir gün nöbet tutmak dünya ve içindekilerden hayırlıdır” (Müttefekun aleyh)
(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2015/3/13.html)