(http://i.imgur.com/qX6Nsov.png)
İnsan Dünyada Bir Yolcudur
İnsanlar, Allâhü Teâlâ yarattığından beri mükellefdirler. Yokluktan varlığa çıkardığından beri hep yolculuktadırlar. Onların hakîki vatanları, menzilleri cennet yahut Allah muhafaza cehennemdir.
İnsan yaratılışından cennet ve cehenneme ulaşıncaya kadar altı menzile uğrar:
1- Elestü bi-Rabbiküm menzili. Buradan geçtik. (Ruhlar âleminde Cenâb-ı Hak “Elestü bi-Rabbiküm: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Bütün ruhlar “Belâ: Evet Rabbimizsin” dediler.)
2- İçinde bulunduğumuz dünya,
3- Berzah: Küçük kıyâmet yani ölümden sonraki kabir hayatı,
4- Mahşer meydanı,
5- Cennet yahut Cehennem,
6- Allâhü Teâlâ’nın cemaliyle müşerref olup görmek.
Bunlardan başka sayılamayacak kadar uğranılan yerler varsa da aslı bu altıdır. Bizim asıl dikkat edeceğimiz imtihân ve amel yeri olan dünyâ geçididir. Burada Allâhü Teâlâ’nın emirlerine uymamız îcâb eder. Akıllı kişi bilir ki yolculukta meşakkat ve mihnet vardır ve yolcu tehlike ve korkulardan asla emniyette olamaz. Bu dünya zevk ve safa içinde rahat edilecek yer değildir. (Keyfiyetü’s-Sülûk, S. Tirmizî)
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Ed-Dünyâ sâatün fec’alhâ tâaten.” buyurmuşlardır. Yani Dünya bir saattir; onu da Allâh’a ibâdetle geçir. (Ruhu’l-Beyan Tefsiri; Rum suresi âyet 56-57)
BEYT:
Sâat-i vâhidedir ömr-i cihân
Sâati tâate sarf eyle hemân.
(Dünyanın ömrü bir saattir. Bu bir saat ömür nakdini taate, itaat ve ibadete harca.)
(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2015/12/4.html)
(قَالَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ أَكَلَ لُقْمَةً مِنْ حَرَامٍ لَمْ تُقْبَلْ لَهُ صَلَاةُ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً، وَلَمْ تُسْتَجَبْ لَهُ دَعْوَةُ أَرْبَعِينَ صَبَاحًا. (كنز
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Haram bir lokma yiyen kimsenin kırk gün namazı ve duâsı kabul olunmaz.”
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü’l-Ummâl)
Sâdât-ı Nakşibendiyye Her Yemeği Yemezlerdi
Silsile-i Sâdât’ın 15. halkası olan Şâh-ı Nakşibend (k.s.) Hazretleri çok zâhid ve verâ sahibi idi. Şüpheli şeylerden kaçınır, bilhassa yemek hususunda buna çok dikkat ederdi. Talebelerini helâl yoldan kazanıp yemeye teşvik eder ve Resûlullâh Efendimiz’in (s.a.v.) şu hadîs-i şerîflerini okurdu: “İbadet on kısımdır: Bunların dokuzu helâl kazançtır. Kalan biri ise diğer ibadetlerdir.”
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, öfkeli ve isteksiz olarak pişirilen yemeğe el sürmez, kendisi ile beraber olanların da o yemekten yemelerine mâni olurdu. Müritlerinden birisi yemek getirmişti. Yemeğe baktı ve şöyle dedi: “Bunu yapan kimse hamurunu yoğurmasından, pişirip bu hale getirinceye kadar hep öfkeli idi. Ondan yemek bize yakışmaz. Öfke ile yapılan yemekte hayır da yoktur, bereket de yoktur. Şeytan bir yolunu bulup ona girer. Bu halde ondan nasıl iyi bir netice alınabilir?”
Silsile-i Sâdât’ın 22. halkası Muhammed Bâkîbillâh Hazretleri yemekte çok ihtiyatlı idi. Bir hediye geldiği zaman onu sünnet-i seniyyeye uymak için geri çevirmez, fakat husûsî işlerine sarf etmezlerdi. Yemek pişirenin abdestli olmasını, yemek pişirirken dünya kelamı konuşulmamasını tenbih ederlerdi. “Huzûr ve ihtiyât sahibi olmayanın yemeklerinden bir duman çıkar ki, feyz kapısını kapatır.” buyururlardı. İşlerinde azîmet ve evlâ olan ile hareket ederdi. Şüphelilerden kaçındığı gibi mübahların da fazlasından kaçınır, zarûret mikdarı işlerdi.
Silsile-i Sâdât’ın 26. halkası Muhammed Bedvânî Hazretleri kazançlarında şüphe zulmeti bulunan kimselerin yemeklerinden asla yemezlerdi. Bir gün dünyaya düşkün birisi kendisine yemek getirdi. “Bunda zulmet eseri görülüyor” buyurdular. Sonra da Mirzâ Cân-ı Cânân Hazretlerine: “Bu yemeği iyice bir araştır bakalım.” buyurdular. Mirzâ Cân-ı Cânân Hazretleri de üstâzının emrine uyarak bakıp araştırdı. “Bu yemek helaldir. Ancak riya için yapıldığından dolayı üzerine zulmet inmiş.” dediler.
Silsile-i Sâdât’ın 27. halkası Şemsüddîn Habîbullâh Hazretleri, Abdullah Dehlevî Hazretlerine “Her yerden yemek caiz değildir.” buyurmuşlardır.
(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2015/12/6.html)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: خِيارُ اُمَّتِى اَلْقَانِعُ وَشِرَارُهُمْ اَلطَّامِعُ
(الصغير)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Ümmetimin en hayırlıları kanaatkâr olanlar, en şerlileri de tamahkâr (açgözlü) olanlardır.”
(Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr)
(http://www.fazilettakvimi.com/public/resimler/site/figur.png)
Haram Yemenin Vücûda Tesiri
Hicrî 4. asrın büyük âlimlerinden Ebu’l-Abbâs Zûzenî’ye (v. 375) günahlardan tevbe ettiği halde haram yiyen adamın hali soruldu da şöyle dedi:
Hiç tevbe eden haram yer mi? Hâlbuki tevbe, haram yemeyi terk etmektir. Kul haram yediğinde midesindeki yemek, kiremit ocağına konulmuş taşa benzer. O lokma midenin hararetiyle iyice ısınır. Kızgın taşın üzerine su serpilince duman çıktığı gibi o yenilen lokmadan bir duman çıkar ve bütün beyni kaplar. Sonra oradan inip bütün azaya dağılır. İşte bu vakit onun gözü harama bakar, dili gıybet eder, kulağı haramları işitir, eli türlü cinayetler işler, ayakları her türlü kötülüğe gider.
Zamanla bu adamın gözü, dili, eli, ayağı ölür; hiçbir hayra gitmez olur ve nihâyet kalbi de ölür.
(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2016/7/24.html)