Sadakat islami Forum

SADAKAT DİNLENME TESİSLERİ => KÖŞE YAZISI VE MAKALELER => BASINDAN => Ali EREN Bey'in Kaleminden => Konuyu başlatan: Mahi - 27 Haziran 2009, 02:23:40

Başlık: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: Mahi - 27 Haziran 2009, 02:23:40
İslamoğlu hakkında benim de söyleyeceklerim var. Hatta vereceğim bilgiler içinde birisi var ki, orijinali sadece bende var, Türkiye’de benden başka da kimsede yok…

Bu bilginin ne olduğunu merak edeceğinizi biliyorum. Ama zaten belgesiyle göreceğinize ve nasıl olsa eninde-sonunda öğreneceğinize göre aceleye lüzum yok. Zaten o kadar da mühim bir şey değil.

Bunun ne olduğunu İslamoğlu’nun yakın çevresinin merak edeceğini de biliyorum. Ârifan’ı dikkatle takip ettikleri için yakında onlar da göreceklerdir zaten.

Öyle tahmin ediyorum ki, neyi kastettiğimi İslamoğlu kendisi de bilir. Onun için o da acele etmesin. Kendisi hakkındaki itiraz edemeyeceği o hüküm cümlelerini nasıl olsa bu dergide o da okuyacak.

O bilgiye Hilal Televizyonu seyircileri de ulaşınca, kendilerinin kandırıldığını anlayacaklar.

İşte o zaman “Takke düştü kel göründü” olacak, İslamoğlu’nun saçının ak mı kara mı olduğunu herkes görecek. Biliyorum, şimdiden “Kelimiz yok ki gocunalım. Ne biliyorsa söylesin” diyerek etrafını da oyalayacak kendisi de oyalanacaktır ama varsın oyalanadursun. Ben şimdilik kendisine, “Temetta’ bikavlike galîlen” diyorum…

Bu kısa önsözden sonra yavaş yavaş esas konumuza girelim…
İslamoğlu’nun kaleme aldığı kitaplardan birisinin ismi şöyle: ÜÇ MUHAMMED. Muhammed diye kasdettiği de sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)…

Lütfen kitabın ismine dikkat! Peygamberimiz’in isminin yanında “Hazret” kelimesi olmadığı gibi hürmet ifade eden başka bir kelime de yok. İslamoğlu, işte bu isimdeki bir kitapla müslümanlara Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) hakkında nizâmât vermeye çalışıyor. Nizâmât da demiyelim de, Müslümanlara şekil vermeye çalışıyor diyelim. Yani kendine göre bir şekil…

Aşağıda da okuyacağınız gibi, İslamoğlu Peygam-berimiz’e “Hazret” dememekte yalnız değil. Onunla aynı düşüncede olanların hepsi böyle. Onlar da Allah dostlarını hürmetle anmıyorlar. Gördüğünüz gibi, onların dillerinde Peygamberimiz “Hazret”siz, “Sallallâhü Aleyhi ve Sellem”siz, sadece Muhammed...

Bunlar, sadece Peygamberimiz hakkında değil bütün peygamberler (Salevâtüllâhi Aleyhim Ecmâîn) hakkında da böyleler. Onlara göre meselâ Hazreti Âdem, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa yok. Âdem, İbrahim, İsa, Musa var. Peygamberler sanki onların ya asker arkadaşı veya çelik çomak oynadıkları oyun arkadaşı...

Onlar peygamberlerden böyle bahsederken, bu memleketin solcuları bile meselâ Doğu Perinçek bile Peygamberimiz’den bahsederken, “Hazreti Muhammed” diyor.

Yukarıda, “Bu hususta İslamoğlu yalnız değil” demiştik ya, ona geleyim. Meselâ İslamoğlu’nun sevdiği, beğendiği ve okuyucularına zaman zaman model olarak sunduğu birisi var: Ali Şeriatî…

Peygamberimiz hakkında Şeriatî’nin de bir kitabı var.

İsmi de şöyle: Muhammed Kimdir.
Bakın! İslamoğlu gibi o da “Hazret” dememiş. Hazret demese de onun yerine hürmet ifadesi olarak başka bir ifade kullanıyor mu bari, meselâ aleyhisselam diyor mu? Ne gezer!... Hem demiyor, hem demesi beklenmez de… Hatta “Hazret” dememesi şöyle dursun, Peygamberimiz’e HAKARET EDİYOR!

Bunun nasıl bir hakaret olduğunu aşağıda okuyacaksınız. Mustafa İslamoğlu’nun örnek şahsiyet olarak gösterdiği kişi işte böyle birisi. İkisi de Peygamberimiz’e “Hazret” dememekte ortak.

Birinin yazdığı kitabın ismi ÜÇ MUHAMMED diğerinin ki MUHAMMED KİMDİR?
Değerli okuyucular! Bu yazıyı aslında Mustafa İslamoğlu’nu tanıtmak için kaleme almıştık. Ama söz onun hayran olduğu Ali Şeriatî’den açıldığı için konu ona kaydı. Ama mühim de değil.

Çünkü ikisinden birini anlatınca diğerini de anlatmış oluruz. Nitekim, “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” denilmemiş mi? Hoş İslamoğlu ile Şeriatî de birbirlerinin fikir arkadaşı zaten. Üstelik İslamoğlu böyle bir arkadaşlıktan şeref de duyar...

Birkaç sene önce, İstanbul kütüphanelerinin birinin müdürü olan arkadaşım, “Mustafa İslamoğlu’nun ÜÇ MUHAMMED isimli kitabını okumak istedim. Fakat ancak yarısına kadar okuyabildim.

Daha fazla tahammül edemeyip bıraktım” demişti. Onun üzerine merak ettim, ne pahasına olursa olsun okumalıyım deyip başladım. Tahammülsüzlük kelimesini unutup kitabı bitirdim. Arkadaşım yerden göğe kadar haklıymış.

Neyse, İslamoğlu’nun sitayişle bahsettiği ve öve öve bitiremediği Ali Şeriatî’nin MUMAMMED KİMDİR kitabına bakalım ve “İnsanın eseri, o insanın kendisidir” fehvasınca, Şeriatî’yi kendi eserinden tanıyalım.
 
Ali Şeriatî’nin bu kitabı, 1988 Ankara baskılı. Basan Fecr Yayınevi.

Şeriatî İranlı bir şiî. Bizde İranlılara acemler derler. Dilimizdeki “Acem yalanı” sözünün sebebi de şu: Malum, Şiîlikte takiyye diye bir şey var. Takiyye; gerçek inancını gizleyip inancına ters şekilde konuşmak. Bizim dilimize bu “Acem yalanı” olarak yerleşmiş. Onun için, çok yalan söyleyen birinin sözüne inanılmaması icap ettiğini anlatmak için, “ Boşver canım. Onunkisi düpedüz acem yalanı” derler.

Ali Şerîatî MUMAMMED KİMDİR isimli kitabında sözde Peygamberimiz’in hayatını anlatacak ya, daha önsözde “Benim bu öyküye bakış açım mezhebî îtikadlar açısından değil” diyerek okuyucuya takiyye yapıyor.

Diğer bir ifadeyle acem yalanına başvuruyor. Çünkü, kitap başından sonuna kadar, söylediğinin tam tersi yazılarla dolu. Önsözde, kitabı hakkındaki ikinci yalanı da şöyle: “…her türlü taassup, taraf tutma ve pek çok araştırmanın hastalığı sayılan önyargıdan uzak…”

Önyargıdan ne kadar uzak olduğunu da aşağıda göreceğiz. Önsözde yazdığına göre Peygamberimiz’i kitabında şöyle anlatıyormuş: “…bir Müslüman olarak değil de, tarafsız, ilmî bakış açısıyla olayları değerlendiren bir düşünür olarak Muhammed’in görüntüsünü sergilemek…”
İşte bu doğru… Peygamberimiz’i, gerçekten “bir Müslüman olarak” anlatmamış. Zaten Müslüman olarak anlatacak olsa, “Muhammed’in görüntüsü” demezdi. Ya “Hazret” ya “Aleyhisselam” veya “Peygamberimiz” derdi. Çünkü Müslümanlık Peygamberimiz’i hürmetsiz anmaya engeldir.

Şeriatî’nin, Peygamberimiz’in hayatı hakkında kullandığı ifade de şu: Muhammed’in Siyeri.
Şimdi, Ali Şeriatî’nin, kitabının ileriki sahifelerinde yazdıklarına madde madde bakmaya çalışalım:

1- Hazreti Ömer (Radıyallâhü anh) zamanında İslam’ın İran’a girmesini içine sindiremediği için buna bir türlü fetih diyemiyor. “Arapların saldırısı”, “Ömer’in İran’a saldırı kararı” diyor. (s.13, 14)

2- Müslümanların İran’ı fethetmeleri içine öyle oturmuş ki, bu fethi hem sıradan bir savaş gibi görüyor hem de Müslümanları vahşî kabileler olarak anlatıyor. Ona göre Müslümanlar vahşî, o zamanki imansız İran ile, Doğu Roma ise ileri bir toplum. Yine ona göre İran’ın fethi kudsî bir gayeye dayanmayan bir hegemonya.

İşte sözleri: “Burada İran veya Doğu Roma’nın Araplara yenilişi söz konusu değildir. Çünkü vahşî kabilelerin medenî toplumlara saldırısı ve onlara karşı zafer elde etmesi büyük ve ileri toplumlar üzerinde hegemonya (baskı ve üstünlük) kurması, tarihte tekerrür eden bir olaydır.” (s: 15)

3- Şeriatî’ye göre Peygamberimiz Bedir Harbi’ni, “Başarı kazanamazsam yahudi ve münafıklar bana ne derler” telaşıyla yapmış. Peygamberimiz’in düşüncesini şöyle aktarıyor: “Nasıl olur da eli boş Medine’ye dönebilirdi. Yahudi ve münafıklar ne derlerdi.” (s: 29) Bedir Harbi’ne katılan Ashâb-ı kiram hakkında ise şöyle diyor: “…çoğu yağmalama hedefiyle yola çıkan bir ordu…” Yani ona göre Ashâb-ı kiram Bedir’de Allah için, din için cihad etmemiş, yağma için yola çıkmış.

4- Şeriatî, Bedir harbine iştirak eden Ashâbı kötülemeye şöyle devam ediyor: “Muhammed’in ordusunda (İfadedeki hürmetsizliğe dikkat!) bir grup, cedelleşmeye ve münakaşaya başladı. Onlar şöyle diyordu: “Biz savaş için değil ganimet için yola çıktık. Nasıl olur da 313 kişi hem de böyle sınırlı bir techizat ile, savaşa hazır, kılıç kuşanmış bin kadar savaşçıya karşı, mutsuz ve ümitsiz bir harbe girilebilir diyordu.” (s: 32) Bedir ordusundaki Ashâb-ı kiramı, içten içe kaynayan, ihanet etmek için fırsat kollayan kimseler olarak anlatıyor: “Muhammed… (Hazret demiyor) öyle güzel koordine etti ki, kimseye bir an bile olsun, ihaneti düşünme fırsatı vermedi.” (s: 32)

5- Ashâb-ı kiramın büyüklerini bile değişik tevhid anlayışı taşıyan, ayrı ayrı inanca sahip olan kimseler olarak gösteriyor:
“Ebûbekir’in tevhid anlayışı…

Bilal’in tevhid anlayışı..

Evet bu iki tevhid anlayışı arasındaki fark, Bedir’de iyice kendini gösterdi.” (s: 36)
Allah’ın rızasından başka bir şey düşünmeyen Bedir aslanlarını kötülemeye devam ediyor:
“Kin ve intikam ateşi daha da büyümekteydi… Peygamberin ünlü dost ve yardımcısı Ebû Huzeyfe intikam ve kin ateşi içinde yanıyordu.” (s: 40)

6- Kendi isteğinin tersine zaferle son bulan Bedir savaşı sonrasını Şeriatî şöyle anlatıyor:
“İslam ordusu ilk defa olarak en çetin savaşlardan birinden dönüyordu, gururlu ve muzaffer olarak. “
Gurur!.. Bu çok çirkin bir huy ve özelliktir. (s: 42)

Gördüğünüz gibi, İslâm ordusunu önce gururlu olmakla suçlayıp arkasından da gururun çirkin bir şey olduğunu söylüyor. Böylece, Ashâb-ı kiramı çirkin bir huya sahip olan bir topluluk olarak gösteriyor.

7- Sıra geldi Uhud harbini anlatmaya. Burada da Ashâbın en öndeki üç büyüğüne dil uzatmaktan geri durmuyor:
“Osman firar etmişti. Ömer ve Ebûbekir ortalıkta görünmüyordu.” (s: 65)
 
8- Uhud’dan sonraki Hamrâül Esed gazvesini anlatırken de, Peygamberimiz’i insafsızca hareket etmekle suçluyor.
“Peygamber, Ümmü Mektum’u Medine’ye başkan olarak atayıp, henüz yüreği yaralı çocuk ve kadınların inilti ve ağlama sesleri duyulan evlerden, yorgun ve yaralı Müslümanları çıkarıp harekete geçirdi…” (s: 70)

“Yorgun ve yaralı insanlar sefere çıkarılır mı? Bu kadar da insafsızlık olur mu?” demeye getiriyor.

9- Mekke’nin fethinden sonra Peygamberimiz genel af ilan etmiş, ancak birkaç kişinin bulundukları yerde öldürülmelerini emretmişti. Bunlar, işleri güçleri İslâm’ı ve Peygamberimiz’i kötülemek olan kimselerdi. Şeriatî, bu meseleden bahsederken şöyle diyor:
“Komutanlara emir şuydu: “Sizinle savaşmayanlarla değil, savaş açanlarla çarpışın.” Fakat bir grubu adlarıyla açıkladı. Ve şöyle dedi: “Onları Kâbe’nin perdesi (örtüsü) altında bulsanız da öldürün.” (s: 189)

Şeriatî, bu meseleyle ilgili 106 nolu dipnotta Peygamberimiz’e olan düşmanlığını açıktan açığa ortaya koyuyor. İşte kullandığı ifadeler:
“Peygamber’in sükûnet ve huzur sağlamaya, Mekke’de kan dökmeyi önlemesine karşın, öyle bir ortamda tavizsizlik göstermesi, onun ruhsal yapısının normal bir rûhi yapı olmadığını gösteriyor. Onun hayat serüveni bu örneklerle doludur."

Gördüğünüz gibi, Peygamberimiz’i hem tavizsizlikle suçluyor hem de, “Normal bir rûhi yapısı olmadığını” söylüyor. Daha da ileri giderek “Hayatı bu örneklerle doludur” diyor. Yukarıda, “Peygamberimiz’e “Hazret” dememesi şöyle dursun, HAKARET EDİYOR!” dediğim işte buydu değerli okuyucular.

10- Huneyn Harbi’ni nasıl anlattığına geçmeden önce bir hatırlatma yapalım. Bu harpte Müslümanlar önce gafil avlanıp Hevâzin ve Sakif kabilelerine mensup müşrikler karşısında bir sıkıntı yaşamışlarsa da sonunda toparlanmışlardı. O harpte müşriklerin kumandanının ismi Mâlik bin Avf idi.

Lütfen Hevâzin ve Sakif kelimelerinin müşrik, kumandanlarının da Mâlik bin Avf olduğunu unutmayınız. Bakın Ali Şeriatî Huneyn Harbi’ni nasıl anlatıyor:
Sabah karanlığı, derenin darlığında Müslümanlar, elleri bağlı gözleri kapalı olarak kendi kadın-çocuk ve mallarıyla birlikte gelen fedâkâr Hevâzin ve Sakif savaşçılarının amansız darbeleri altında kıvranıyordu. (s: 213)

Gördüğünüz gibi müşriklere fedâkâr diyor. Anlatmaya devam ediyor:
“Bu sırada Hevâzin’in yürekli bayraktarı kızıl kıllı deve üzerinde ilerliyordu…. Bulduğunu mızrakla vurup düşürüyordu.” (s: 216)
Hevâzin kuvvetlerinin bayraktarını yürekli diye övüyor. Müslümanları vurup düşürmesinden ise büyük zevk aldığı anlaşılıyor.

Aşağıda gördüğünüz gibi müşriklere fedakâr demekte ısrar ediyor:
“Fedâkâr Hevâzin ve Sakif müttefikleri, gerçi kadın-çocuk ve servetlerini savaş alanına getirmişlerdi. Fakat her an şiddetlenen, sertleşen, hışmı artan, saldırgan fırtına karşısında gitgide ümitsizleşiyorlardı.” (s: 217)

Evet müşriklerin gitgide ümitsizleşip sonunda belalarını buldukları doğru. Ne var ki, Ali Şeriatî buna kahroluyor. Ama müşrik kuvvetlerinin kumandanını son ana kadar kahraman olarak anmakta da direniyor. Bakın:
“Son anlara kadar direnen Huneyn kahramanı Mâlik bin Avf…” (s: 221) Müşrikleri bu kadar öven yazarın, İslâm askerleri hakkında ne dediğini merak ediyorsanız buyurun:

“…büyük ve dengesiz bir ordu…” (s: 229)

11- Yukarıda temas etmiştik. Şeriatî, kitabının önsözünde “Benim bu öyküye bakış açım mezhebî îtikadlar açısından değil” diyordu. Kendi düşüncesinin de şöyle olduğunu söylüyordu: “…her türlü taassup, taraf tutma ve pek çok araştırmanın hastalığı sayılan önyargıdan uzak…”
Bu nasıl önyargı ve taraf tutmaktan uzaklıktır ve mezhebî itikadlar açısından bakmamaktır ki, ashabtan baba oğul iki mümtaz sîma hakkında şu ifadelerde bulunabiliyor:
“Yarımadada Ebû Süfyanlar, Muâviyeler, münafıklar pusuya yatıp, fırsat kollamaktaydı..” (s: 314)

Eğer mezhebî açıdan bakmamış olsaydı, Hazreti Ebû Süfyan ve Hazreti Muâviye (Radıyallâhü Anhümâ) hazretlerini, münafıklarla beraber pusuya yatanlar olarak anmazdı.

Maamâfîh, yukarıdan beri yazdıklarımızdan, pusuya yatanların o iki mümtaz sahâbî mi, yoksa Ali Şeriâtî’nin kendisi mi? olduğu okuyucularımız tarafından gayet açık anlaşılmıştır.

Yazımızın sonuna geldik. Ali Şeriatî’nin Pey-gamberimiz’e nasıl hakaret ettiğini anlattık ama Mustafa İslamoğlu ile ilgili yazacağımız şeyi yazamadık.
Zaten Şeriatî ile söyleyeceklerimiz bile bitmiş değil. Nasipse Ârifan’ın bundan sonraki sayılarında bunların hepsini teker teker işleyeceğiz. Tâ ki Müslümanlara zemzem diye zehir içirilmesin.
Şimdilik fî emânillah…

Ali Eren
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: ali33 - 27 Haziran 2009, 15:02:14
sanki o yüce peygamber HZ. MUHAMMET (S.A.V) ve diğer peygamberler onların arkadaşı ya da yukarda yazıldığı gibi çelik çomak arkadaşı biraz saygı lütfen 
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: ihvan - 27 Haziran 2009, 15:51:56
emeğine sağlık.ali eren hocam diyorsa doğrudur.
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: ali33 - 28 Haziran 2009, 21:33:10
eren hocama katılıyorum sadece sitemim o insanlara
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: azizistanbul - 01 Eylül 2009, 15:32:06
Allah gerçek bir Janus'tur" (Janus, iki çehreli bir Roma putudur!..) diyen Ali Şeriatî'yi şehid, mücahid ve önder kabul etmek ne büyük bir alçaklıktır.
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi�ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: Lika - 27 Şubat 2010, 07:58:33
Allah razı olsun.
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi�ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: aydeniz - 27 Şubat 2010, 09:15:40
Yazandan ve paylaşandan Allah razı olsun
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: devran - 27 Şubat 2010, 11:57:09
Allah razı olsun teşekkürler
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: Günbatımı - 01 Mart 2010, 12:32:21
Gerçekten de okumak (Ali Şeriatî'den alıntı olan kısımları) tahammül gerektiriyor.

Allah c.c. razı olsun...
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: sakincan - 01 Mart 2010, 12:34:19
yazıyı sonuna kadar okuyamadım..

sükunetimi takınıp tekrar okumaya gayret edeceğim.

bilmiyorum sonu bitmiş yazının..

Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: ..::NuN::.. - 01 Mart 2010, 12:38:46
Emeğinize sağlık
Teşekkürler,
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: Mahi - 09 Kasım 2010, 17:41:30
Allah gerçek bir Janus'tur" (Janus, iki çehreli bir Roma putudur!..) diyen Ali Şeriatî'yi şehid, mücahid ve önder kabul etmek ne büyük bir alçaklıktır.
gh8))
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi�ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: İsra - 03 Ocak 2011, 08:37:39

Allah Razı olsun Mahi
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: ıssızada - 15 Ocak 2011, 17:13:48
Aslen şiî olup şiîlerin bile tasvip etmediği Ali Şeriatî diye biri var. Birileri, Peygamberimiz örnek olarak yetmezmiş gibi onu örnek bir şahsiyet gibi göstererek, müslüman gençlerin zihinlerini onun bozuk fikirleriyle doldurmak peşinde. Bu gayretkeşlerden biri de Mustafa İslamoğlu…

Allayıp pullayarak gençlere sundukları Ali Şeriatî’nin Peygamberimiz’e bile hakaret ettiğini geçen sayımızda anlattık. Bu yazımızda, onu kendi sözleriyle daha yakından tanıtacağız. Tanınmalı ve hangi derekelerde olduğu bilinmeli ki, onu yüceltenler de tanınmış ve bilinmiş olsun.

Şeriatî’nin MUHAMMED KİMDİR isimli kitabına bakıyoruz. Görelim bakalım, Mustafa İslamoğlu’nun öve öve bitiremediği bu mahlûk, İslâm büyükleri hakkında neler yazmış. Başlıyoruz. Bismillah:

1- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in diliyle övülen ve ashabın en büyüğü olan Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman (RadıyAllahü anhüm) hakkındaki iftiraları şöyle:
“Ebûbekir… ihtiyar, yumuşak, her işi basite alan birisidir. Tehlike dolu toplumsal, siyasal mesuliyet, böyle bir ruhsal yapıyla bağdaşmaktan daha ciddi ve önemlidir.”

“Ömer… yenilikçilik özelliği yoktu… düşünce açısından zayıftı… itikadî ve fikrî bir mevzu sözkonusu olduğunda çok güçsüz görülüyordu. Kendisi de devamlı düşünsel alandaki hatalarını itiraf ediyordu.” (s: 317)

Osman… görüş açısı dünya görüşü dar ve zayıf birisidir. Peygamberle yaptığı işbirliği sırasında kimse onun en ufak bir üstün ve fevkalâde iş yaptığını görmemiştir. İslâm’ın öz ruhunu, derinliğini, sınıfsal yönelimini hissedememiştir. İslâm’ı, “şiarlar” ve İslâm rehberini “şiarları yücelten”den başka bir şey olarak niteleyemiyordu. Servet ve süse, kavmine ve kendine düşkünlüğü, büyüklere ve altına, güç ve kan sahiplerine saygıda bulunma, onun ruhunda o kadar güçlüdür ki, onun ahlâkî bağı, İslâm’dan daha çok cahiliyeye yakın ve iç içedir. En büyük tehlike, tehlikeli ve güçlü Beni Ümeyye hanedanına mensup oluşudur. Kuşkusuz O’nun böyle bir ruhsal yapı ve görüş açısıyla, bu uyanık, layık İslâm maskesi takmış güçlü düşmanların elinde bir “sadık uygulayıcı”dan başka bir konumu olmayacaktır. (s: 318)

2- Bir gurup ashabı Hazreti Ali (RadıyAllahü anh) aleyhinde olmakla suçlayıp sonra Hazreti Ebûbekir (RadıyAllahü anh) Efendimiz’e şöyle dil uzatıyor:
“…bu grupla Ebu Bekir’in cahiliyedeki özel ilişkisi tamamen belirgindir.”
“… Ebu Bekir bu gizli grubun seçkin şahsiyetidir.”

Hz. Ebûbekir (RadıyAllahü anh) güya arap köleleri serbest bırakmak için şöyle bir tavsiyede bulunmuş:
“Allah bize bir çok acem köle bağışladığı için, arabı köle olarak kullanmak gerekmez.”
Bu iftiradan sonra lafı dolandırarak, Hazreti Ebûbekir Efendimiz’i câhiliyenin eksik terbiyesiyle suçluyor:
“…bunlar gibi düşünce ve duygusundaki birçok zaaf noktaları, İslâm’dan öğrendiği üstün faziletlere karşılık, geçmişteki terbiye etkilerini hatırlatıyor.” (s: 321)

3- Hazreti Ali (RadıyAllahü anh)’a karşı gizli bir grup oluşturulduğunu anlattıktan sonra, bu hareket içinde olanları –ki bunlar başta Hz. Ebûbekir (RadıyAllahü anh) olmak üzere Aşere-i Mübeşşere’den olan zatlar oluyor- bu grubun tavrını şöyle ifade ediyor:
“Ali’ye karşı beslenen kinler.”

4- Sıra geliyor Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e dil uzatmaya. Güya Peygamberimiz Hazreti Ali (RadıyAllahü anh)’ın üstünlüğünü açıklamayıp susmuş:
“Muhammed’in Ali hakkındaki sükutu, onu tarihte savunmasız bırakacaktır.”
Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i suçlamaya devam ediyor:
“Acaba Muhammed, ….Ali’yi kollamayacak mıdır? …sükutuyla …o acımasız tarihin eliyle paymal etmiyecek midir?”

“…nitekim öyle de oldu. Onu tarihte en kötü adam olarak tanıttılar.” (s: 322)
Bu da tarihe iftira. Tarihte Hz. Ali Efendimiz en kötü adam olarak mı tanıtıldı?

5- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) cennetlik olduğunu müjdelediği zat hakkında kullandığı ifadeye bakın:
Abdürrahman bin Avf …mal severliği süse düşkünlük huylarını, câhiliyeden kendisiyle birlikte taşımaktadır. “Menfaat” ile “hakikat” onun gözünde ayrılmaz bileşik ve birbirinden ayırt edilmez bir olgudur. (s: 323)
6- Meşhur Gadir Hum hadisesini anlatırken, tarihe iftira ediyor: “ashab Ali’ye biat etti” diyor. (s: 323)
Bu yalanı söylemekle farkında olmadan öyle bir açık veriyor ki, demeyin gitsin. Bi kere Gadir Hum hadisesi Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) zamanında olmuştur. Peygamberimiz hayattayken Hz. Ali’ye biat edilmesi bahis mevzuu olur mu hiç!
7- Resulüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in hastalığı anında sefere çıkmak üzere olan Üsâme ordusundan bahsederken şöyle diyor:
“Ebûbekir ile Ömer sıradan asker idi. Bu mesele onların ağrına gidip, açıkça Üsame’nin komutanlığına itirazda bulundular.” (s: 324)
Bu söz bir acem yalanı olup gerçek tamamen tersidir. Üsâme Hazretleri genç ve tecrübesiz olduğu için başka bir kumandan tayininin daha uygun olacağını söyleyenlere Hz. Ebûbekir (RadıyAllahü anh); “Ben, Resûlüllah’ın tayin ettiği kişiyi kumandanlıktan alamam” diye cevap vermiştir. Hatta Hz. Üsâme at üzerinde olduğu halde kendisi yaya olarak onu Hazreti Resûlüllah’in tayin ettiği kumandan olarak uğurlamış, Üsâme (RadıyAllahü anh) bundan sıkılıp ata onun binmesini isteyince de; “Allah yolunda birazcık da bizim ayağımız tozlansa ne olur” diye cevap vermiştir.
8- Vefatından önce herkese hakkını vermek isteyen Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle söylediğini yazıyor:
“Ey halk, kimin sırtına kırbaç vurmuşsam… kime küfür etmişsem…” (s: 329)
Hâşâ, Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i başkalarına küfür eden biri olarak gösteriyor.
9- Hazreti Ömer’in, Ashâb-ı kiramın diğerleri gibi Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in yolunda canını feda etmekten çekinmeyeceğini bütün müslümanlar bilir. Ama Ali Şeriatî, Peygamberimiz’in ömrünün son saatlerinde bir şeyler yazmak istemesi üzerine, Hz. Ömer’in Peygamberimiz hakkında şöyle söylediği iftirasını yapıyor: “Bu adam savsaklıyor.” (s: 333)
10- Bütün tarihlerin yazdıklarına göre, Peygamberimiz, başı Hz. Aişe validemiz’in göğsüne yaslanmış olduğu halde vefat etmiştir. Şeriatî ise tarihe yalan bir not düşerek bu son hali şöyle anlatıyor:
“Ali, Muhammed’in başını göğsü üzerine aldı.” (s: 336)
Görüldüğü gibi, kitap boyunca Hazret kelimesini kullanmamakta ısrar ediyor.
Değerli okuyucular! Ali Şeriatî’nin bir de Hac isimli kitabı var. Bir de ona göz atalım.
Kitap, Ejder Okumuş tarafından tercüme edilmiş. Elimizdeki 2. baskı Şûrâ Yayınları’na ait. Nisan 2001…
4. sahifede “Yayıncının Notu” olarak şu cümleler göze çarpıyor:
“Bu kitap, Şehid Ali Şeriatî’nin bizzat gözden geçirip ilâveler yaptığı ve “Öğretmen Şehid Dr. Ali Şeriatî’nin Eserlerini Derleme Bürosu”nun külliyat arasında yayımladığı Farsça son Hacc baskısının tam çevirisidir.”
Demek ki neymiş? Ali Şeriatî bu kitabı bizzat kendisi gözden geçirmiş. Aşağıda madde madde verilecek bilgileri lütfen bunu bilerek değerlendiriniz.
1- Daha başta zehirini kusuyor. Diyor ki: “Ve yine biz, aynı yöntemle, İslâm mezhepleri arasında bir mukayese yapsak, İslâm dâhilinde bulunan Şia’yı, dinler arasında İslâm’ı nasıl görüyorsak öyle görürüz.” (s: 8)
2- Şeriatî’nin, Hac hakkındaki şu ifadesine bilhassa dikkat: “Ve Hacc: Müslümanlar arasında her yıl tekrar edilen en çirkin, en mantıksız eylem!” (s: 9)
Bu söz üzerine biz de diyoruz ki, bu sözün sahibi en alçak en rezil insan…
3- Müslümanları şöyle suçluyor: “Kur’an’ı yok edememiş kapatmışlardır. “Kitab”ı “teberrük edici şey” haline getirmişlerdir.” (s:11)
Açıkça, müslümanları Kur’an’ı yok etmek için uğraşmakla suçluyor. Teberrük/bereketlenmek kötü bir şeymiş gibi, Kur’an’ı teberrük edilen şey haline getirmekle suçluyor.
4- Bakın hacda tavaf eden Müslümanlara nasıl hakaret ediyor:
“Yemenliler, saçları perişan ve pis, gözleri çökmüş, bellerine ip bağlamışlar, her biri mezardan çıkmış tıpkı bir hortlak gibi. Ve siyahlar; iri, uzun boylu ve kazık gibi, dudaklarını köpük bürümüş…” (s: 71)
Bu sözler, bir Müslümanın din kardeşleri hakkında söyleyeceği sözler olamaz. Onların görüntüleri böyle olsa bile bu ifadeler kullanılamaz. Öbür taraftan hacda, kötülükler görülmez, gizlenir, iyilikler anlatılır.
5- İmanî bakımdan uygun olmayan öyle benzetmeleri var ki, aşağıda da göreceğiniz gibi, bu teşbihlerin her biri en hafifinden insanın imanını sarsar. Yazının fazla uzamaması için bunları kısa değerlendirmelerle verelim:
a- Hacer Vâlidemiz’den câriye diye bahsederek şöyle diyor: “Allah, Afrikalı siyah bir câriyenin evinde.” (s:49) Allah, -hâşâ- Hz. Hacer’in evindeymiş.
b) “Allah, dünyanın kalbi, varlığın mihveridir.” (s:50) Allah –hâşâ- dünyanın kalbiymiş.
c) “Allah ve insanlar/topluluk bir cihette, bir saftalar.” (s:50) Allah –hâşâ- insanlarla aynı saftaymış.
d) “Allah’ın çevresinde tavaf yapıyorsun.” (s: 54) Kâbe’ye Allah diyor. Hâşâ! Tavaf Allah’ın çevresinde yapılıyormuş.
e) “Vay be! Bu tevhid …seni Allah’la diz dize oturtuyor. …Allah’ın benzeri olarak görüyor. “ (s:56) Allah’la diz dize oturmak, Allah’ın benzeri olmak… Bu benzetmelerin insanı ne hale getireceği ehlince malum.
f) “İlâhî özün, içinde, Allah’ın ruhu girdaptan doğup başını kaldırıyor. Nereden? Allah’ın elinin sağ elinin altından.” (s: 59)
Altı çizili yerlere dikkat. g) “.. sa’y et. Fakat çember çizerek değil, çembersel çaba, değirmen eşeğinin sa’yi gibidir, kısır döngüdür, sonuçta başa dönersin. Böyle bir şey, “abes”, “anlamsız”, içi boş daire, içeriksiz, hedefsiz: Tıpkı sıfır gibi.” (s: 67)
Sa’y ile tavafı karıştırıyor. Sa’y istense de zaten çembersel yapılamaz. Değirmen eşeğinin sa’yi gibi diye bir benzetme yapanın kendisi eşekten aşağı olmaz mı!
Kâbe’nin etrafında yapılan tavafı da sıfır olarak görüyor.
h) “Ey insan! “Allah’ın ruhu”! (s:80) Burada insana, “Allah’ın ruhu!” diye hitap ediyor.
i) “Ey hacı, yolun sonunda Allah seni beklemekte…” (s: 91) Bu söz de sâfî küfrî bir benzetme…
j) Müzdelife’den Mina’ya hareket edecek hacıları, yıkılmaz bir duvara benzettikten sonra şöyle diyor: “Bu çelik duvarı dünyada yıkabilecek hiçbir güç yoktur. İbrahim ve Muhammed dahi yıkamaz.” (s: 106)
Görüyor musunuz hâinliği!.. Böyle bir duvarı yıkmayı hedeflese hedeflese ancak kâfirler hedefler. İbrahim (Aleyhisselâm) ile Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i bu çelik duvarı yıkmak istiyor gibi gösteriyor. Bu çelik duvarı yıkma cürmünü Hz. İbrahim’e ve Peygamberimiz’e yüklemek ise, olsa olsa imansızlık alâmetidir.
k) “Ki sen, tek bir “varlık”sın: Kendi “mahiyet”ini kendin yaratmalısın.” (s: 112) Allah’a ait olan yaratmak kelimesini insana izafe ediyor.
l) “Savaş İbrahim’in içinde, Allah’la İsmail arasında savaş.” (s: 119) Eh, bu artık sapıklığın dik âlâsıdır.
m) “Hâtemül Enbiya dahi kendini korumasaydı sarsılabilir düşebilir, yaptıklarını heba edebilirdi. O bile şirkten masum değildir!” (s: 129)
Değerli okuyucular. Peygamberler hakkında bu ifade kullanılamaz. Çünkü peygamberler Allah tarafından korunmakta olup şirke düşmek şöyle dursun sıradan günah işlemekten bile uzaktırlar. Böyle sözler, ancak imansız ağızlardan çıkar.
6- Ali Şeriatî’nin cahilliklerine gelince:
a) Haccın başlangıcını zilhiccenin 9. günü olarak anlatıyor. (s: 79)
Halbuki hac, Zilhiccenin 8. günü başlar.
b) “Âdem doğduğu zaman” (s: 84) diyor
Hazreti Âdem doğmamış, topraktan yaratılmıştır… c) “Hacta ilk hareket Arafat’tan başlar” (s: 86) diyor.
Yanlıştır. Hac Mina’dan başlar.
d) Şeytan taşlamak için toplanacak taşları şöyle tarif ediyor: “Cevizden daha küçük, fıstıktan daha büyük” (s: 101)
Yanlıştır. Doğrusu şöyle: Nohuttan büyük, fındıktan küçük.
Milyonlarca hacı cevizden küçük taşlar toplasa Mina’da taş dağı meydana gelir.
f) “Demek Allah için insan kurban etmek yasak oluyordu. Oysa geçmişte bu, yaygın bir dinî gelenek ve ibadetti.” (s: 135)
Dinî gelenek derken hak dini kastetmektedir. Oysa hak dinde insan kurban etmek gibi bir gelenek ve ibadet yoktur.
g) “Şimdi her şey sona erdi. Nerede? Mina’da!” (s: 146)
Yanlış. Hac Mina’da bitmez. Çünkü daha ziyaret tavafı yapılacaktır.
h) “Bugün Zilhiccenin onu. Kurban Bayramı, Hacc sona erdi.” (s: 146)
Yanlıştır. Taşlama devam etmektedir.
i) “Bu üç günde (bayramın üç günü) Mina bölgesinden dışarı çıkmak yasak! Ka’be’yi tavaf için bile geceleyin dışarı çıkmaya hakkın yok.” (s: 147)
Bu da ancak zır câhillerin düşeceği bir yanlış. Böyle bir yasak yok.
7- Şeriatî’nin Hac kitabında bazı mübârek isimler geçiyor.
Meselâ:
Harun kelimesi 1 defa,
Peygamber kelimesi (Peygamberimiz kastedilerek) 3 defa,
Musa kelimesi 4 defa,
Ali kelimesi 5 defa,
Hüseyin kelimesi 6,
Hacer kelimesi 9 defa,
Muhammed kelimesi 10 defa,
Âdem kelimesi 21 defa,
İsmail kelimesi 90 defa,
İbrahim kelimesi 131 defa geçmektedir.
Buna rağmen hiç birini “Hazret” kelimesiyle anmıyor. Hiç birinde “Hazret” kelimesi veya “Aleyhisselâm” da yok…

Ali Eren
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: Tuğra - 02 Mayıs 2011, 21:07:45
Allah razı olsun.
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: ıssızada - 16 Şubat 2012, 19:44:50
BÜYÜK YAZARIN (M.İSLAMOĞLU) YAZDIKLARI...

Birkaç sayıdan beri Mustafa Islamoğlu’nun çoğunu bile bile yaptığı yanlışlarından bahsediyoruz ya, bazıları bundan rahatsız olmuş. Çareyi bendenizi telefonla taciz etmekte bulmuşlar. Telefon ediyor, fakat itirazlarının arkasında duramıyorlar. Birkaç cümleden sonra cevapsız kalıp kapatıyorlar.

Bizim derdimiz neymiş... Mus­tafa Islamoğlu'ndan ne istiyormuşuz... Bizim rantımıza engel olmuş da onun için mi aleyhinde yazıyormuşuz... Uğraşacak başka kimse kalmadı mı da onunla uğraşıyormuşuz vesaire...

Ben de kendilerine şöyle diyorum:

a- Biz ondan bir şey istemiyoruz. Ama kendisine "İslam itikadından ve İslam fıkhından ne istiyorsun?" diye soruyoruz.

b- Rant peşinde değiliz, esasen İslamoğlu ile bizim aramızda zaten bir rant meselesi de yok.
c- Uğraşacak başka bir şey kalmadı mı ki Islamoğlu Müslümanlarla, İslam akâidiyle ve fıkhıyla uğraşıyor?
Bu zatları telefonu kapatmaya mecbur bırakan esas sözüm ise şu oluyor:

Yazdıklarımın hepsi Islamoğlu'nun eserlerindeki yanlışları tenkittir. Sahife numarası vererek sadece onun yazdıklarını aktarıyorum. Mustafa Islamoğlu ile ilgili yazılarımda herhangi bir iftira varsa söyleyin. Veya hangi tenkidim yersiz veya hangi cümlem yanlışsa onu söyleyin.

İşte buna cevap veremeyip telefonu kapatmak mecburiyetinde kalıyorlar.

Onlara buradan diyorum ki:

Lütfen içinizden biraz ilim sahibi olanlar, İslam akaidini ve İslam fıkhını bilenler telefon etsinler. Etsinler ki verdiğimiz cevaba değsin...

Şimdi bu seferki yazımıza ne diyecekler bilmiyorum. İnsafla okunması ricasıyla başlıyorum.

Müslüman, İslam inancına sahip olan kimse, Müslüman ya­zarlığa soyunan kimse de, yazı­larıyla insanlara İslami cihetten yön veren, yön vermeye çalışan, en azından bu iddiada olan kimse demektir. Onun için Müslü­man yazarın işi zor, mesuliyeti büyüktür. .Meselelere İslami açıdan çö­zümler getirmek iddiasıyla mey­dana atılan kimsede, en başta İslâmi ilimlere vâkıf olma şartı aranır. Aksi takdirde o kimsenin Müslümancı yazılar yazıp eser­ler vermesi imkânsızdır. Çünkü bilinmeyen bir şey yazılamaz. İslam'da aslolan, her şeyden önce düzgün ve sağlam bir iti­kada sahip olacak kadar ilme/ bilgiye sahip olup bu doğru bil­ginin gereği gibi inanmaktır. Bu husustaki yanlış bilgi ve yanlış inanç insanı felaket götürdüğü gibi, böyle bir insanın peşinden gidenler de felâkettedirler. İslam inanç ve itikâd madde­lerinden biri de Hazreti Isa me­selesidir. Bizim inancımıza göre Hazreti İsa çarmıha gerilmemiş, ölmemiş ve öldürülmemiş, göğe kaldırılmıştır. Âhır zamanda, dünyanın son zamanlarında yani kıyametten önce yeryüzüne inecek, peygamber sıfatıyla değil, Peygamber Efendimizin bir ümmeti olarak yaşayacak ve onun şeriatı üzere ibadet edecektir.

Hiçbir kimse ebedi bir hayata sahip olmadığı gibi, o da ebede olmayıp sonunda vefat edecektir.

Bu hususta kitaplarımızda okuduğumuz bilgi böyle.

Şimdi birisi çıkar da bunun aksini söyler veya yazarsa, kesinkes Islama zıt bir şey ortaya atmış olur.

Bunu yapan kimse bilmeden yapıyorsa câhil, bile bile yapıyor­sa art niyetlidir.

İyi ama bu kimse ya Kur'an'a mânâ vermek iddiasıyla ilim meydanına atılan biriyse ne diyeceğiz?

Onun cevabını siz okuyucu­lara bırakıp ben söyleyeceğime geçeyim.

Elimde bir kitap var. Kita­bın bir bölümünde İndilerden bahsediliyor. Matta incilinden bahsederken yazar şöyle diyor: "Elde mevcut en eski metin, Hz. İsafın vefatından en az bir-bir buçuk asır sonrasına aittir." (Mustafa Islamoğlu, ÜÇ MUHAMMED, sahife: 49)

Gördünüz mü yapılan felâketi, gördünüz mü vehameti!

Yazar güya Hıristiyanları ve elde mevcut muharref İncilleri tenkit eder görünürken, aslında İslam inancının bir maddesini tenkil ediyor.

Değerli okuyucular, Hazreti Isa hakkındaki İslam inancı yuka­rıda yazdığımız gibidir. Yani Isa (Aleyhisselam) ölmemiş göğe yükseltilmiştir. İslam âlimlerinin ortak görüşü budur. Onun için bu meseleyi uzun uzun müna­kaşaya lüzum yok. Yazara biz sadece şu soruyu soralım:

Hazreti İsa vefat ettiyse, kabri nerede?..

Biz bu soruyu sorsak da sormasak da, sayın yazar Hazreti İsa'nın ölmüş olduğunda ve ye­rini söyleyemese de bir kabrinin bulunduğunda ısrarlı. Nitekim Hıristiyanları tenkit sadedinde şöyle diyor:

"Bugün, tüm kalbimle iddia edebilirim ki, eğer Hazreti İsa kabrinden çıkıp gelse ona en büyük düşmanlık gösterecek olan, onun mitolojik imajını pazarlayarak geçinen kilise­ler ve ruhban sınıfı olurdu." (aynı eser, sa: 62)

Ben de bütün kalbimle iddia edebilirim ki, yeryüzünde Haz­reti İsa'nın kabri yoktur. Onun için, "Hazreti İsa kabrinden çıkıp gelse..." şeklindeki bir söz ya cehaletten veya Müslü­manların Hazreti Isa hakkındaki inancını sarsmak düşüncesin­den ileri gelmektedir...

* * *

Hıristiyanlar, her doğan çocu­ğun günahkâr olarak doğduğu­na inanıyorlar. Onun için doğan her çocuğu vaftiz ederler. Vaftiz suyuyla yıkadıkları çocukların günahtan temizlendiğine inanıyorlar.

Sevgili yazarımız bu konuda Hıristiyanlığı güya tenkit ediyor. Bunu yaparken de devirmedik çam bırakmıyor.

Diyor ki:

"Kur'an'a göre insan doğuştan günahkâr değil, doğuştan sorumluluk sahibidir." (Aynı eser, sa: 57)

Gördünüz mü büyük âlimimizin ilminin derinliğini? Çam devirmek dediğimiz budur işte.

Buna sadece cahillik demek de eksik kalır. Denilse denilse cehl-i mürekkeb, katmerli cahillik demek lâzım.

Bay Islamoğlu, "insan doğuştan sorumluluk sahibidir" diyerek, henüz "ıngaa ıngaa" diye ağlayan ve daha konuşmayı bile bilmeyen bebekleri bile sorumluluk sahibi sayıyor.

Büyüyüp konuşabilecek seviyeye gelmiş olsalar bile, buluğ çağına gelmemiş olan sabiler asla sorumluluk sahibi değillerdir.

Hiç ilim sahibi olmayan bir Müslüman bile bunu bilir, ama sayın yazar bilmiyor...

İnsan doğuştan itibaren so­rumlu olsa, buluğ çağından önce vefat eden çocukların, hatta bebeklerin bile ibâdet yapmadıkları için günahkâr ol­maları icap ederdi. Ama İslam dini onlara böyle bir sorumluluk yüklemiyor.

Bunu birilerinin Islamoğlu'na öğretmesi icap ediyor...

Gelelim meselenin tahliline...

Hıristiyanları tenkit sadedinde, "Kur'an'a göre insan doğuştan günahkâr değil" diyen Bay Islamoğlu'nun sözünün bu kısmı doğru. Ancak, "İnsan doğuştan sorumluluk sahibidir" derken yanılıyor. Yanılmaktan da öte büyük bir tenakuza dü­şüyor ve bu sözüyle, tenkit ettiği Hıristiyanların söylediklerine çok yaklaşmış oluyor. Şöyle ki:

Hıristiyanlar doğan her çocu­ğu günahkâr kabul ederken, Islamoğlu doğan her çocuğu sorumlu sayıyor. Yeni doğan bebekler nelerden ve hangi şeyden sorumlu olacaklardır ve bu sorumluluklarını nasıl yerine getireceklerdir?

Hiçbir sorumluluğu yerine getiremeyeceklerine göre, doğar doğmaz günah işlemeye mi başlayacaklardır?

Ha ne oluyor? Hıristiyanlar herkesi doğuşta günahkâr sayarken, Bay Islamoğlu insanlar doğduktan sonra günah işlemeye başladıklarını kabul etmiş oluyor.

Şimdi hırisitiyâni görüş ile bu görüş birbirine iyice yaklaşmış olmuyor mu?

Öyleyse nerede kaldı Bay Yazar'ın Hıristiyanları tenkidi???

Bakara sûresi 253. âyet-i kerimenin meali şöyle:

"İşte biz bu peygamberle­rin bazısını bazısından üstün kıldık."

Âyetin mealinde de açıkça görüldüğü gibi, peygamberlerin bazılarının bazılarından üstün olduğu beyan buyruluyor.

Üç Muhammed isimli eserde ise, bu âyet-i kerime hakkında şöyle deniliyor:

"Kurtubi bu âyetin 'Hz. Pey­gamber diğer peygamberlerden üstündür' demeye dahi cevaz vermediği görüşündedir." (Aynı eser, sa: 66)

Islamoğlu'nun yazdığına göre, Kurtubf tefsiri âyetin açıkça beyan buyurmuş olduğu bir meseleye karşı çıkmış olmakta. Oysa Kurtubi tefsiri güvenilir tefsirlerden. Orada böyle bir şey olması mümkün değil.

Biz Bay Islamoğlu'nun huyunu biliriz. Kendi düşüncesini kabul ettirebilmek için, bir eserde olmayan bir şeyi varmış gibi yazar. Böylece o eseri kaleme alan zata iftira etmiş olur. Burada da böyle yapmış olmasın diye düşündük...

Meğer düşüncemizde yanılmamışız. Çünkü Kurtubi tefsiri, Islamoğlu'nun söylediği gibi âyete ters bir şey söylemiyor, aksine âyette ifade edilen gerçeği izah ediyor.

Yani, Hazreti Peygamberin diğer peygamberlerden üstün olduğunu söylemeye cevaz vermeyen Kurtubf tefsiri değil, Mustafa Islamoğlu'nun kendisi...

Değerli okuyucular! Bir eserde, "Falan tefsirde şöyle şöyle yazıyor" diye bir şey okusanız inanırsınız değil mi? "Acaba gerçekten o tefsirde öyle yazıyor mu?" diye o tefsire bakmak kimin aklına gelir?..

Hangi okuyucu böyle bir yalan yazılacağını düşünür?

Ama siz siz olun, Mustafa Islamoğlu hakkında böyle düşünmekten vazgeçmeyin. O eğer"Falan kitapta şöyle şöyle yazıyor" diyorsa, ismini verdiği o kitaba muhakkak bakıp kontrol edin.

Bu zat zaten ÜÇ MUHAMMED isimli eserinde, Peygamberimizin diğer peygamberlerden üstün olmadığını ispat etmeye çalışıyor. Bu inancına okuyucuyu inandırmak için de Kurtubi tefsirine iftira ediyor...

Oysa Kurtubi tefsiri, Ibni Ab-bas (RadıyAllahü anhüma) Hazretleri'nin şu sözünü aktarıyor:

"Muhakkak ki Allah (Celle celalühü) Muhammed Aleyhisselam'ı peygamberlere ve gök ehline üstün kılmıştır."

Bu sözü aktaran bir tefsirin, "Hz. Peygamber'in diğer peygamberlerden üstün olduğunu söylemeye cevaz vermediğini" söylemek hangi insaf ölçüsüne sığar değerli okuyucular?

Islamoğlu, peygamberimizin diğer peygamberlerden üstün Olmadığını ispata çalışarak ne
Yapmak istiyor?..

Kurtubi tefsiri, "Allahü Teâla diğer peygamberleri kendi kavimlerine gönderdiği halde Peygamberimizi bütün insanlığa peygamber olarak göndermiştir" diyor. Buna delil olarak da şu âyeti kerimeyi zikrediyor:

"Biz seni ancak bütün insanlar için gönderdik." (Sebe sûresi, âyet: 28)

Kurtubi, "Ashabı kiramın hepsi sahabedir ama aralarında üstünlük vardır" diyerek peygamberlerin aralarında da işte böyle üstünlük olduğunu izah ediyor.

Böyle söyleyen bir tefsir hak­kında sen kalk, "Bu tefsir Hz. Peygamber'in diğer peygamberlerden üstün olduğunu söylemeye izin vermiyor" de... Neredesin ey ilim dürüstlüğü!..

Bu üstünlük konusu için Tefsir-i Kebir'e de baktık. Fahreddin Râzi Hazretleri, aynı âyetin tefsirinde Peygamberimizi diğer peygamberlerden üstün olduğuna dair yirminin üzerinde
delil getiriyor...Mesele bu kadar açık iken,hâlâ daha aksini iddia etmek, bile bile ve inatçı bir iddia olmaz mı?..

İmam Süyûti, EI-Hasâisi-i Kübrâ isimli eserinde, "Peygamberimiz, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali'nin öldürüleceklerini" haber veriyor. Peygamberimizin üstünlüklerini anlatan bu esere zaten çok bozulan Islamoğlu ise, eserdeki bu habere de itiraz ediyor. Şöyle diyor:

"Eğer Hz. Peygamber önceden haber vermişse, Hz. Ömer, Osman ve Ali'nin katli "kader" idi ve kaçınılmazdı. O zaman kimseyi suçlamaya gerek yoktu."

Bi kere böyle bir söz ilim adına çok ayıp. İnsana gülerler. Bir kimsenin böyle bir şey yazması için ömründe kaderle ilgili hiç bir şey okumamış olması lâzım.

Evet gülünç... Çünkü adamcağız, kaderle ilgili meselelerin sorumluluk getirmeyeceğini zannediyor. Oysa kaderin dışında hiçbir şey olamaz. Her şey kadere bağlı. Ama bu, sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Çünkü kader insanları iyi-kötü hiçbir şeye zorlamıyor. Bay Islamoğlu hiç olmazsa bu kadarcığını bari bilmeliydi...

Bu kadarcığını dahi olsun bilmiyor ama, öte taraftan Müslümanların, "Allah'ı cisimler dünyasına indirdiğini" söylemekten de çekinmiyor. (Sa: 70)

Müslümanlar, Peygamberimizin insanüstü bir varlık olduğuna inanıyorlarmış gibi, Müslümanları suçluyor ve "Oysaki Kur'an Hz. Peygamber'in beşerliği üzerinde ısrarla duruyor" diyor. (Sa: 71)Bütün yaratılmışların efendisi olan Peygamberimizin, bütün ilimleri bilmiş olacağını kabul edemiyor. (Sa: 71)

Peygamberimiz her şeyi mucize olarak Allah'tan öğrendiği halde, harfleri insanlardan öğrendiğini, bunun mûcizelik tarafının olmadığını söylüyor. (Sa: 71)

Verdikleri değerli bilgiler kitaplarımızda yer alan ve iki İslam büyüğü olan Ka'bu'l- Ahbar ve Vehb bin Münebbih'i ağır bir şekilde suçlamaktan çekinmiyor. Ka'bu'l- Ahbar Müslüman olunca, güya Yahudi kültürünü, Vehb bin Mühebbih de güya Hıristiyanlık kültürünü Islama taşımışlar. (Sa: 77)

Islamoğlu'nun bu satırları yazarken samimiyet sahibi olmadığını görüyoruz. Eğer Yahudilik kültürünün Islama taşınmasını istemiyorsa, Yahudi asıllı olan Muhammed Esed'in tefsirine karşı olması lâzımdı. Ama değil.

Karşı olmak bir tarafa, onun sözüm ona meal tefsirini övüyor. Halbuki Muhammed Esed, âyetleri istediği şekilde sündürerek günümüzdeki Yahudiliğin de geçerli olduğunu usturuplu bir şekilde işleyen bir kişi.

Bunu bizim gibi her halde Islamoğlu da görüyor. Görüyor ama ses çıkarmıyor. Bununla da kalmayıp Muhammed Esed'e karşı çıkanlara karşı çıkıyor. Yahudi kültürüne karşı olan bir insan böyle yapar mı hiç?

Peygamberimizin vefatından sonra Müslüman olan Ka'bul Ahbar'ı, "Nûr-u Muhammedi teorisinin mucidi olmakla" suçluyor. Şöyle diyor:

"Yahudi avam kültürü ço­ğunlukla ondan gelen riva­yetlerle İslam kültürüne gir­di. Özellikle tefsir ve hadis rivayetleri bunların başında gelir. Ibni Ömer, Ebû Hüreyre, Abdullah ibn Amr gibi ilk kuşağa mensup isimlerin ondan gelen rivayetleri nak­letmiş olmaları, onun riva­yetlerinin yaygınlaşması ve tutunmasında önemli bir rol oynadı."

Ibni Ömer, Ebû Hüreyre, Ab­dullah ibn Amr gibi seçkin sahabelerin, Ka'bul Ahbar'a itibar etmeleri bile onu bu zatın aley­hinde olmaktan alıkoymuyor. Üstelik onun söylediklerini yay­dılar diye o güzide sahabelere kızdığı da gözlerden kaçmıyor.Öyle ya canım, bir kimse yanlış şeyler söyler, bazıları da bu yanlışları alıp ya­yarsa onlar da suçlu ol­maz mı?

Kahramanımız, sadece yukarıda ismini verdiğim iki zatı değil, asr-ı saadet­te bâtıl dinlerini bırakıp Müslüman olan diğer zatları da suçluyor:

" Müslüman olan ki­tap ehli, son vahyi ve onun taşıyıcısı olan Hz. Peygamberi de kendi kitap ve pey­gamber tasavvurlarıyla okuyorlardı."

Dikkat ederseniz hiç bir istisna yapmadan toptan hepsini suçluyor. Islamoğlu'na göre, Müslüman olan bu zat­lara Islamın hiç tesiri olmamış ve kabul ettikleri yeni dini eski dinlerinin görüşleriyle değerlendiriyorlarmış.

Yukarıda, Islamoğlu'nun Ka'­bul Ahbar'ı "Nûr-u Muhammedi teorisinin mucidi olmakla" suçladığını söylemiştik. Bu konuda Islamoğlu diyor ki, "İbni Teymiyye, bu tür uçuk iddiaları, 'Derecesi ve kıymeti ne olursa olsun hiçbir beşer nur­dan yaratılmamıştır' sözleriyle reddediyor."

Gördüğünüz gibi, Islamoğlu'nu ancak işte böyle sözler rahatlatıyor. "Derecesi ve kıy­meti ne olursa olsun" sözüyle kimin kastedildiğini anlamamanız için bir sebep yok.

Tabii ki kastedilen sevgili peygamberimizidir...

Ama Bay Islamoğlu, Ibni Teymiyye'ye şunu söylemeyi akletmiyor:

"Derecesi ve kıymeti ne olursa olsun hiçbir beşer nurdan yaratılmamıştır" diyorsun.

NEREDEN BİLİYORSUN?YARATILANLAR YARATILIRKEN EZELDEN BERİ HEPSİNİN YANINDA MI OLDUN?

Ali Eren
Gazeteci - Yazar
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: osmanlı - 18 Şubat 2012, 15:17:18
 Güzel yazılar. Bazı eklemeler yapmak istiyorum. A.Şeriati değil Şeraiti. Yani şerr iti. İkincisi bu it şii bile değildir. İran komünist partisinin (TUDEH) ileri gelenidir, lideridir. İran ihtilalinde bu komünistler ile humeyni ittifak yapmışlardır. İran ihtilalini iyi tahlil etmek lazımdır. Buda ayrı bir mevzuu. Komünist ataeist biri ancak bu şekilde ifade eder bu tür alçakça şeyleri.  h33))

 Geçelim ilk yazıdaki m.islimoğlunun hakkında ki bahsetmediği bilgiye, evraka.Bu benim tahminimdir.Ama olmayabilirde. Kendim de şahsen Develi ilçesine (m.islimoğlunun  doğduğu yer kayseri ilçesi) gidip araştırdım. 1980 de 3 yıl hapis cezası alıp yattığı dosyanın mevzuda çok ilginç! Oğlancı-livatacı. Kalkıp millete ahkam kesmesin kimse. Ateş olan yerden duman çıkmaz. İftira miftira demesinler şimdi burdan yazmak münasip olmaz ama çok komik ve salakça bir savunması var ki okuduğunuz vakit ifitira olmadığı ayan beyan ortya çıkacaktır. Tabi kalbi kör değilse.

TC Develi Ağır Ceza Mahkemesi
Esas no:1980/77
Karar no:1981/68
C.Sav no:1980/309
Başkan: Metin YÜKSEL 19030   Bu kadar yeter. İnanmayan Develi'ye gitsin, soruşuturup, öğrensin.
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: osmanlı - 18 Şubat 2012, 15:25:40
Bu kalıbı bozuk şia itleri sonra kalkar (humeyni gibi) ters ilişki caiz derler. İsteyen var ise El-kafi adlı (şianın 4 temel eserinden biri)   kitaba baksın. Bunların cibilliyeti bozuk bu sebeble yaparlarda bu işleri.
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: yagub - 18 Şubat 2012, 15:52:30
Bu kalıbı bozuk şia itleri sonra kalkar (humeyni gibi) ters ilişki caiz derler. İsteyen var ise El-kafi adlı (şianın 4 temel eserinden biri)   kitaba baksın. Bunların cibilliyeti bozuk bu sebeble yaparlarda bu işleri.

hangi cildinde hangi sayfasında yazıyor bu kardeş. hepsini okumamız lazım bulmak için sen bir yardımcı oluver.
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi�ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: yagub - 24 Şubat 2012, 14:05:04
sevgili OSMANLI kardeşim sende mi bulamadın.

okuduğun yeri.
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi’ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: osmanlı - 24 Şubat 2012, 22:01:55
Yakup  Kardeş ;

 Her halde bir yerde hata yaptım galiba bu ara birkaç yer okuyunca karıştırıdım. Kafi de değilde Humeynin Esrarı Keşifte geçiyor galiba. Bu ara biraz işlerim kalabalıklaştı. Babam rahatsız. Sakinleyince aklımda buradan tam tetkik edip berkenar listeleyeceğim inşaAllah. (Tıpkı Ali Eren Bey'in yaptığı gibi)
Başlık: Ynt: Kâinatın Efendisi�ne "HAZRET" demeyenler...
Gönderen: yagub - 25 Şubat 2012, 13:15:36
Allah acil şifalar versin.

delilinizi bekliyorum. inşAllah sözünüzde durursunuz.
 verdiği sözde kimin durmadığını bilirsiniz. (Tabiki haviye sakinleri)