Sadakat islami Forum

DİNİ KATEGORİLER => FIKIH VE İTİKAD => Konuyu başlatan: Mücteba - 24 Ağustos 2011, 02:46:50

Başlık: İşte 73 Fırkanın Listesi
Gönderen: Mücteba - 24 Ağustos 2011, 02:46:50
İşte 73 Fırkanın Listesi

Meşhur ve kimsenin inkar etmediği ama tevil hususunda kiminin; burada maksat, sapık fırkalarının çok olacağına işarettir diye tevil yaparken, kimisi de 73 bir sayıdır ve bu sayıda da bir hikmet vardır, zira kesret ifade edilecek olsa 10 lu 20 li 100 lü bir rakam ifade edilir di, neden 73 sayısı özellikle ifade edilsin meyanında ifadelerde bulunmaktadır.

Bir takvim yaprağının arkasında ise bu 73 rakamı tek tek belgelenmiş. Manidar olan bu bilgileri sizlerle paylaşalım.

İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretlerinden:

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, bazı hadîs-i şeriflerinde, ümmetinin düşeceği ihtilaflara dikkat çekmektedir. Bu hususta rivâyet edilen birçok hadîs-i şerif vardır. Bunların en genişi, Tirmizî ve İbn-i Mâce’de rivâyet edilen hadîslerdir.

İbn-i Mâce’de geçen hadîs-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyururlar:

“Yahûdiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bunlardan biri cennette, yetmişi ateştedir.
Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onlardanda yetmiş bir fırka ateşte, bir fırka cennettedir.
Muhammed (s.a.v.)’in nefsi kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.
Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.”
Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular.
Resûlüllah (s.a.v.), “Cemaat” diye cevap verdi.
(S.İbn-i Mâce, Fiten 17)


İmam Tirmizî (rh.)’nin rivâyetinde ise şöyle buyurulmaktadır:

“İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır.Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.  Bir tanesi hariç, bunların tamamı ateştedir.”
Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! O kurtuluşa eren fırka kimlerdir?” diye sorunca, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: “Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.”
(S. Tirmizî, Îman 18)


Böylece Peygamber-i zîşân (s.a.v.) Efendimiz, ümmetinin başına gelecek hâdiseleri, mu’cizevî bir şekilde haber vermektedir.
Hadis âlimleri, hadîs-i şerifte geçen cennetlik olarak vasıflandırılan fırkadan maksadın, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olduğunu kaydetmektedir. Çünkü ifrat ve tefrit ortasında, i’tidâl üzere Resûlüllah (s.a.v.)’ın ve ashâb-ı kiramın yolunu tâkip etmeyi kendilerine şaşmaz ölçü edinenler, bu fırka mensuplarıdır.
Cehennemlik olan fırkalar ise, i’tikadî mes’elelerin birçoğunda, Ehl-i sünnet’e aykırı inançlarda bulunan mezheplerdir.

Kelâm ilmiyle alâkalı eserlerin en eskilerinden olan Sevâd-ı Â’zam’da, Hicrî dördüncü asrın başında yaşadığı tahmin edilen müellif Hâkim es-Semerkandî (rh.), yetmiş üç fırka meselesini ve Ehl-i Sünnet’in neden fırka-i nâciye olduğunu açıklamaktadır.

Ona göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in işaret buyurduğu yetmiş üç fırka şunlardır:

Ehl-i Sünnet bir, Hâricîler on beş, Mu’tezile altı, Mürcie on iki, Şîîler otuz iki, Cehmiye, Neccâriye, Darrâriye, Kilâbiye birer, Müşebbihe üç fırka olmak üzere toplam yetmiş üç fırka eder. Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendimiz’in işaret ettiği fırkalar bunlardır. Bunların sadece bir tanesi ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet fırkasıdır. Diğerleri bid’atlarla ma’lûl olan mezheplerdir. (Sevâd-ı Â’zam, 52)

“Yetmiş üç fırkadan her biri, şerîate tâbi olduklarını iddiâ edip kendilerini necat bulan zümreden sayarlar. “... Her fırka, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi.” (S. Mü’minûn, 53) âyet-i kerîmesi onların bu halini tasdik eder. Halbuki Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in beyan buyurduğu fırka-i nâciyeyi, diğerlerinden ayıran delil, “Benim ve ashâbımın yolunda olanlar” beyanıdır.

Şerîat sahibi Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in burada, sadece kendilerini anlatması kâfî iken ashâbını da zikretmesi, "Benim yolum, ashâbımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu onların yoluna tâbi olmaya bağlıdır!" mânâsınadır. İşte Resûlüllah Efendimiz bunu ilan etmektedir. Zira, ashâb-ı kiramın yoluna tâbi olmadan, Resûlüllah (s.a.v.)’a tâbi olmak iddiâsı, boş bir dâvâdır. Hatta böyle bir ittibâ, hakikatte aynıyla Resûlüllah (s.a.v.)’a isyan sayılır.

Hâl böyle olunca, bu yolun yolcularına, necat bulmak nasıl mümkün olur?

Şu âyet-i kerîme bunların hâlini tam bir şekilde anlatır:
“Onlar, hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde doğru yolda, necatta olduklarını sanırlar. Gözünüzü açın ki, onlar, cidden yalancıların ta kendileridir.” (S. Mücâdele, 18)

Hiç şüphe yoktur ki, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in ashâbının yolunda dâim olanlar, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat fırkasıdır. Allah Teâlâ bunların gayret ve çalışmalarını makbul eylesin. İşte fırka-i nâciye bunlardır.

(Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, Cilt 1 - Mektub 80)



Fazilet Takvimi, 18-19 Temmuz 1998
incemeseleler.com (http://www.incemeseleler.com/itikadi-meseleler/600-te-73-frkann-listesi.html)
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: omur - 24 Ağustos 2011, 07:14:08
Teşekkür ederiz. Allah razı olsun.
Mevlam bizi de fırka-i Naciyeden ayırmasın. Amin.
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 24 Ağustos 2011, 12:39:22
Teşekkür ederiz. Allah razı olsun.
Mevlam bizi de fırka-i Naciyeden ayırmasın. Amin.


Allahü zül celal vel kemal ve tegaddes hazretleri zamanın gerçek sahibine hakki evlad olmayı; son nefese kadar son nefes dahil, her nefeste onun mübarek yolunda hizmet etmeyi nâsib-i müyesser eylesin.
Başlık: Ehl-i Sünnet’i Savunmak Her Müslümanın Vazifesidir
Gönderen: Mücteba - 24 Ağustos 2011, 12:51:03
...

Ehl-i Sünnet’i Savunmak Her Müslümanın Vazifesidir

MÜSLÜMAN bir gazeteci, okur-yazar olarak niçin Ehl-i Sünnet’i destekliyorum, savunuyorum?

Çünkü böyle bir destekleme ve savunma benim vazifemdir.

* Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur’ân’a, Sünnet’e; Allah’ın rızasına, sevgili Peygamberimizin (salat ve selam olsun O’na) bize bıraktığı mirasa uygun Müslümanlıktır.

* Ehl-i Sünnet Asr-ı Saadet’le bizim aramızdaki devamlılıktır. Onda kopukluk olmasını istemeyiz.

* Ehl-i Sünnet ana caddedir. Kardeşlerimizin bu ana caddeyi bırakıp patikalara, çıkmaz sokaklara, dar ve ulaştırmaz yollara sapmalarını istemeyiz.

* Ehl-i Sünnet
İmamı Azam Ebu Hanife’nin, İmamı Mâlik’in, İmamı Şafiî’nin, İmamı Ahmed ibn Hanbel’in bize anlattığı dindir. Kurdukları fıkıh sistemleri devam etmemiş olan onlarca büyük müctehid efendilerimizin yoludur.

* Ehl-i Sünnet Ashab-ı Kiram efendilerimizin yoludur.

* Ehl-i Sünnet Selef-i Sâlihîn efendilerimizin yoludur.

* Ehl-i Sünnet Tâbiîn efendilerimizin yoludur.

* Ehl-i Sünnet ‘âmil ve rabbanî, gerçek ve icazetli ulemanın yoludur.

* Ehl-i Sünnet büyük müfessirlerin yoludur.

* Ehl-i Sünnet büyük muhaddislerin yoludur.

* Ehl-i Sünnet orta İslâm yoludur.

* Ehl-i Sünnet akl-ı selimin ışığında vahye ve sünnete dayalı İslâm’dır.

* Ehl-i Sünnet on dört asırlık icma-i ümmet yoludur.

* Ehl-i Sünnet evliyaullah’ın yoludur.

* Ehl-i Sünnet İmamı Buharî’lerin ve diğer büyük hadîs imamlarının, Gazalîlerin, Abdülkadir Geylanî’lerin, İmamı Süyutî’lerin, İmamı Şaranî’lerin, Muhyiddin ibn Arabî’lerin, İmamı Birgivî’lerin, Şah Muhammed Bahaüddin Nakşibendî’lerin, Ahmed er-Rufaî’lerin, Mevlana Celalüddin’lerin, Ahmed Yesevî’lerin, İmamı Rabbanî’lerin ve diğer bütün büyüklerin yoludur.

* Ehl-i Sünnet gavsların, kutubların, ebdalların, nücebanın, nükebanın ve diğer ruhaniyet büyüklerinin yoludur.

* Ehl-i Sünnet Selahaddin’lerin, İmamı Şamil’lerin, Emîr Abdülkadir Cezairî’lerin yoludur.

* Ehl-i Sünnet Ahmed Zeynî Dahlan’ların, Yusuf İsmail Nebhanî’lerin, Şeyhülislâm Mustafa Sabri’lerin, Zahid el-Kevserî’lerin yoludur.

* Ehl-i Sünnet Bediüzzaman Said-i Nursî’nin, Erbilli Esad Efendi’nin, Abdülhakim Arvasî’nin,  benzeri meşayihin yoludur.

Elbette bir Müslüman olarak bu mübarek ve feyizli ve nurlu yolu tutacağım, bu yolu savunacağım ve destekleyeceğim.

Bu yola karşı olanlarla, bu yolu kapatmak isteyenlerle, bu yola düşmanlık edenlerle en güzel, meşru ve uygun şekilde münazara etmek benim vazifemdir.

Yüce Kur’ân’ımızın cahiller, icazetli müfessir olmayanlar, kötü niyetliler tarafından re’ye, heva ve hevese dayalı olarak yanlış şekilde yorumlanmasına elbette karşı çıkacağım ve halkı uyaracağım.

Ehl-i Sünnet’i savunmak sadece ulemanın işi ve vazifesi değildir,bütün Müslümanların vazifesidir.


Ulema ilim ile ulema sınıfına dahil olmayanlar da akıllarının ve kültürlerinin yettiği derecede gerçekleri açıklayarak bu hizmet ve vazifeyi ifa ve eda ederler.
Ehl-i Sünnet yıkılmasın, darbelenmesin, halkın ve gençliğin bir kısmı aldatılmasın. Gayemiz budur.



Mehmet Şevket EYGİ - 02 Aralık 2008 Salı
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: omur - 24 Ağustos 2011, 13:49:41

Allahü zül celal vel kemal ve tegaddes hazretleri zamanın gerçek sahibine hakki evlad olmayı; son nefese kadar son nefes dahil, her nefeste onun mübarek yolunda hizmet etmeyi nâsib-i müyesser eylesin.

Amin
Başlık: Fazlurrahman Toplantısı
Gönderen: Mücteba - 24 Ağustos 2011, 19:10:38
Fazlurrahman Toplantısı

Önümde büyük boy, ciltli, iyi kağıda basılmış 360 sayfalık bir kitap var.
İsmi: “İslâm ve Modernizm. Fazlur Rahman Tecrübesi.” 1997′de İstanbul’da 2000 adet bastırılmış.
Bastıran: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı.

Sunuş yazısını o zaman Belediye Başkanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan yazmış.

Şu cümlelerle başlıyor.
“Kardeş Pakistan’ın yetiştirdiği büyük bilim adamı ve düşünür Fazlur Rahman, İslâm dünyasında olduğu kadar Batı’da da önemsenen, düşünce ve tezleri üzerinde geniş tartışmalar açılan bir şahsiyettir. Düşünce hayatıyla yakından ilgilenenler merhum Fazlur Rahman’ın Türkiye’de ne büyük bir etkiye sahip olduğunu bilirler. Fazlur Rahman’ı hararetle savunan öğrencileri ve izleyicileri olduğu gibi, ona şiddetli muhalefet gösterenler de var.”

İstanbul Belediyesi 22-23 Şubat 1997′de bir Fazlur Rahman toplantısı tertiplemiş. Buna yabancı uzmanlar da çağrılmış, her gün dört oturum yapılmış, yekun olarak sekiz oturumda otuz kadar tebliğ okunmuş.
Bu kitap, Tarihsellik ekolü veya fırkası denilen bid’at cereyanının kurucusu olan Pakistanlı Fazlur Rahman’ın Ehl-i Sünnete uymayan fikir, inanç ve görüşlerinin bir nevi tanıtım ve savunmasıdır.
O Fazlur Rahman ki, kendi ülkesinde binden fazla din alimi, fakih, müftü, müderris tarafından protesto edilmiş ve kovulmuştur. Kitabın başında Prof. Mehmet S. Aydın’ın bir takrizi (övgüsü) yeralıyor.

Benim bildiğim kadarıyla şu anda Ankara İlahiyat Fakültesi Fazlur Rahman’ın yoluna girmiştir.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan, hürmet ve itimat ettiği muhterem Emin Saraç hocaefendiye sormuş olsaydı, Fazlur Rahman’ın kim olduğunu, mahiyetini, içyüzünü öğrenmiş olurdu.

Ben bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak Fazlur Rahman’ı hiç tutmam ve sevmem. Çünkü onun tarihsellik tezi kabul edilirse ortada din diye bir şey kalmaz. O tarihsel, bırak, bu tarihsel boş ver; geriye Yahudilerin ve Haçlıların istediği ılımlı, light, evcil, sulandırılmış bir İslâm kalır. (Diyalog İslâm’ı)
 
Türkiye’yi ve İslâm dünyasını kurtaracak yol, zihniyet, tez; yirminci asırda Ehl-i Sünnet İslâmlığının bayraktarlığını yapmış olan Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Düzceli Muhammed Zahid el-Kevserî gibi icazetli gerçek hocaların zihniyetidir.
 
Fazlur Rahman, kelamcıların incelemesi, tahlil etmesi ve yanlışlarını ortaya koyması gereken bozuk bir fırka kurmuştur. Bu fırkanın, Türkiye’de çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslümanlara bozuk olduğunun bildirilmesi ve başta inançlı aydınlar olmak üzere halkın uyarılması gerekmektedir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu Fazlur Rahman toplantısı için kimbilir ne büyük masraflar etti. Dış ülkelerden gelenlerin uçak, beş yıldızlı otel masrafları, ziyafetler, hediyeler vs. Keşke bu paralarla bir Ehl-i Sünnet büyüğü tanıtılmış olsaydı. Ne kadar faydalı ve hayırlı olurdu.



Mehmet Şevket EYGİ - 02 Aralık 2008 Salı
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: mazhar - 25 Ağustos 2011, 04:39:25
Alıntı
Fazlur Rahman, kelamcıların incelemesi, tahlil etmesi ve yanlışlarını ortaya koyması gereken bozuk bir fırka kurmuştur. Bu fırkanın, Türkiye’de çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslümanlara bozuk olduğunun bildirilmesi ve başta inançlı aydınlar olmak üzere halkın uyarılması gerekmektedir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu Fazlur Rahman toplantısı için kimbilir ne büyük masraflar etti. Dış ülkelerden gelenlerin uçak, beş yıldızlı otel masrafları, ziyafetler, hediyeler vs. Keşke bu paralarla bir Ehl-i Sünnet büyüğü tanıtılmış olsaydı. Ne kadar faydalı ve hayırlı olurdu.


Sayın Başbakanımız bugün yine  bu toplantıyı düzenletirmiydi..?

Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 25 Ağustos 2011, 16:19:14
Ehli Sünnet Haricindeki Bid’at Ehli 72 Fırkanın Düşünce, Söz ve Taktikleri


1- Bid’at ehli birini büyük bir zat olarak takdim edebilmek için, büyük zatların arasında söylerler.
“Ebu Hanife, İmam İbni Teymiyye ve Gazali gibi büyük zatlara dil uzatılmaz.” derler. Burada, ibni Teymiyye gibi ehli bi’datı iki büyük zat arasına sokulmuştur.
Bir Maocu da aynı taktikle  “Fatih ve Mao gibi büyük zatların kıymetini bilmeli.” demişti.
2- Hurafelerin arasına sünnetleri ekleyerek sayarlar.
“Yatırlara çaput bağlamak, mum dikmek ve ölü için Kur’an okumak, hurafedir.” derler. Çaput bağlamak, mum dikmek hurafedir ve caiz değildir ama ölü için Kur’an-ı Kerim okumak sünnettir.
“Kur’an ne fal bakmak için ne de kabirde okumak için inmemiştir” derler. Elbette Kur’an fal bakmak için inmemiştir, ama ölülere okunmasını Resulullah efendimiz bilmiştir.
3- “Ölüye, dua fayda etmez” derler.
4- “Peygamberden, evliyadan yardım istemek şirktir, çünkü ölü işitmez” derler.
5- Bazıları “Yalnız Kur’an” der, bazıları da “Kitap ve Sünnet” der; dindeki dört delili (Edille-i Şer’iyye) inkâr ederler.
6- Birçok hadis-i şerif için “uydurma” derler.
7- Mezheplerdeki rahmet olan farklı ictihadı bahane ederek, ehl-i bidatin sözlerine de ictihad derler.
8- “Mezhep taassubu” tabirini çok kullanırlar.
9- “İctihad kapısı açık” derler, sapık görüşlerini ictihad gibi gösterirler.
10- Mezhepleri birleştirmeye kalkarlar. Hangi mezhepteki hüküm akıllarına yatarsa onunla amel etmeye çalışırlar. Muhammaed Abduh gibi masonları mezhepler üstü müctehid kabul ederler.
11- “Mezhepler bid’attir, sahabenin mezhebi mi vardı” derler.
12- “İmam-ı A’zama, İmam-ı A’zam” demezler, “Ebu Hanife” derler.
13- “Her âlim bir şey söylüyor, hangisinin doğru olduğunu nereden bilelim? Onun için yalnız Kur’ana uymak lazım.” derler.
14- Ashab-ı Kiramın bazılarını kötülerler.
15- Tesettürün aleyhinde “Kapanmayı emreden açık bir âyet yok” derler. Mevcut âyetleri de değiştirerek “Allah başınızı örtün demiyor, yakanızı, göğsünüzü örtün diyor” derler.
16- Namazdaki tesettürü inkâr edip “Allah her şeyi görür. Onun için hiçbir şey perde olmaz. Karanlıkta da görür, elbiseli iken de görür. Onun için, kimse yok iken namazı çıplak kılmanın mahzuru olmaz.” derler.
17- Bazıları cin ve miraç hadisesini inkâr eder.
18- Bazıları mucizeleri inkâr eder.
19- Bazıları kerameti inkâr eder.
20- Bazıları Kabir sualini, kabir azabını, iskatı ve telkini inkâr eder.
21- Sıratı, mizanı, şefaati inkâr ederler.
22- Cemâlullah’ı inkâr edip “Cennette de Allahü Teâlâ görülmez” derler.
23- Kurban ibadetini bozmaya çalışıp “Kur’anda sadece inek ve koyun kurban edilir demiyor, balıktan da olur horozdan da olur, herkes gücünün yettiğini keser.” derler.
24- Ezanı ve namazın Türkçe yapılması için “Anlamadan yapılan ibadetin faydası olmaz. Ezanda da, namazda da, her millet kendi dilini esas almalıdır.” derler.
25- Namazı bozmak için “Namaz üç vakittir” derler.
26- "İyi iş yapan Hıristiyan ve Yahudiler de Cennete girecek" derler.
27- “Günah işleyen namaz kılmayan kâfirdir, amel imandan parçadır” derler.
28- “Kur’an değişmiştir” derler.
29- Dinde reform yapmak, yani dini değiştirmek için ellerinden geleni yapıp “Zaman sana uymazsa sen zamana uy demişler. Luther’i örnek alarak dinin zamana uymayan yönlerini değiştirmek gerekir.” derler.
30- “İslami görüş”, “İslam düşüncesi”, “İslam felsefesi” gibi tabirleri kullanırlar.
31- Amentü’deki altı esastan  bazılarını inkâr ederler. Mesela "Hâyır Allah’tan, şer şeytandandır" derler veya kaderi inkâr ederler.
32- "Kur’an-ı Kerime mahlûktur" derler.
33- "Bütün mezhepleri tahkik ederim, doğru olanı alırım" veya "Mezhebe girmeyi caiz görürüm" ifadelerini kullanarak mezhepsizliği normalleştirirler.
34- "Dört hak mezhep" tabirini kullanmamaya itina gösterirler.
35- Deccal, Dabbet-ül-arz, Hazret-i Mehdi’nin geleceğine, Hazret-i İsa’nın gökten ineceğine ve diğer kıyamet alametlerine inanmazlar.
36- "Kâfirler cehennemde sonsuz kalmaz; cehennem ebedi değildir" derler.
37- "Mest üzerine mesh caiz değildir" derler.
38- "Sultana [devlete] isyan caizdir" derler.
39- İslam halifelerini, Osmanlı Sultanlarını kötülerler.
40- "Zühr-i âhir diye bir namaz yoktur" derler.
41- "Öldürülenler ve intihar edenler eceliyle ölmemiştir" derler.

Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 25 Ağustos 2011, 17:33:26

Ehli Sünnet Haricindeki Bid’at Ehli 72 Fırkanın
Temelini Oluşturan Şahıslar

1.   Ahmet KADİYANİ,
2.   Ali ŞERİATİ,
3.   Mirza Hüseyin Ali (BEHAULLAH),
4.   Mûsâ BEYKİYEF,
5.   Cemaleddin EFGANİ,
6.   Ebul ALA MEVDUDİ,
7.   FAZLURRAHMAN Malik,
8.   Hasan EL-BENNA,
9.   Hasan SABBAH,
10.   İbni HAZM,
11.   İbn-i Kayyım EL-CEVZIYYE,
12.   İbn-i RÜŞD,
13.   İbn-i SEBE,
14.   İbn-i TEYMİYYE,
15.   İzmirli İsmail HAKKI,
16.   Muhammed bin Alî ŞEVKÂNİ,
17.   Muhammed ABDUH,
18.   Muhammed bin ABDÜLVEHHAB Necdi,
19.   Muhammed EL-MAKDİSİ,
20.   Muhammed ESED
21.   Prof. Dr. Muhammed HAMİDULLAH,
22.   Dr. Muhammed İKBAL,
23.   Muhammed Sıddık HASAN HAN,
24.   Muhammed Nasıruddin EL-ELBANİ
25.   Reşad Halife,
26.   Reşit Rıza,
27.   Prof. Dr. Seyyid KUTUB
28.   Seyyid SÂBIK,
29.   Şeyh BEDREDDİN,



Türkiye'de Yukarıdaki Listedeki Şahısların Düşünce, Söz ve Yazılarından  Etkilenip
bunlara göre hüküm veren Şahıslar


1.   Abdülaziz BAYINDIR
2.   Adnan Oktar
3.   Ahmet Şahin
4.   Ali BULAÇ
5.   Ali Rıza DEMİRCAN
6.   Ömer ÇELAKIL
7.   Bayraktar BAYRAKLI
8.   Bekir KARLIĞA
9.   Edip YÜKSEL
10.   Galip Hasan KUŞÇUOĞLU
11.   Hayreddin KARAMAN
12.   Hüseyin ATAY
13.   Hüseyin HATEMİ
14.   M. Hayri KIRBAŞOĞLU
15.   Muhammet NURDOĞAN
16.   Mustafa İSLAMOĞLU
17.   Nurettin YILDIZ
18.   Süleyman ATEŞ
19.   Zekeriya BEYAZ
20.   Yaşar Nuri ÖZTÜRK
21.   İhsan ELİAÇIK
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Tuğra - 25 Ağustos 2011, 23:53:18
Alıntı
6.   Ömer ÇELAKIL

Doktorla ilgili bilgi arıyordum, neye dayanarak Ehl-i Sünnet dışı düşüncelere sahip olduğu söylenmiş acaba? Bilgi sahibi olan varsa lütfen eklesin  bizlerde etrafımızdakilere anlatabiliriz..
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: fazıl14 - 26 Ağustos 2011, 02:46:36
Alıntı
6.   Ömer ÇELAKIL

Doktorla ilgili bilgi arıyordum, neye dayanarak Ehl-i Sünnet dışı düşüncelere sahip olduğu söylenmiş acaba? Bilgi sahibi olan varsa lütfen eklesin  bizlerde etrafımızdakilere anlatabiliriz..

Essalamu Aleykum kardeşim..

Ömer Çelakıl`ın Kuranın şifrelerini çözme ve bunlar hakkında malumat vermesi her şeyden önce Kuran ve sünnete uygun değildir..Nice Allah`ın veli dostları gelmiş,nice EvliyaUllah zatlar,Nice İmam-ı Azamlar ve daha nice bu mübarek zatlar İslam ve Kuran için hizmetler etmişlerdir..Hiç biride bu zat gibi Kuranın şifreleri var diyip fetva vermeye kalkmamışlardır..Elbette kuran-ı kerim sırlarla doludur..Bunları anlayıp bu bağlamda fetva vermekte az önce saydığımız mübareklerin görevidir..Kuran-ı Kerim Allah`ın kendisine cezbe ve ilham verdiği zatların anlayabileceği bir kitaptır..Bu bağlamda Ömer Çelakıl kendince girmiş olduğu bu yolda faydalı olmaktan ziyade hataya düşmüştür..Kuran ve Ehl-i sünnete tam tabi olup,bu yolda İslama ve kurana hizmet eden Alimleri örnek alarak gittiğin yolun doğru olmadığını anlamalıdır..Kendince fetvalar verip burda şu şifre var,burda şu giz var deyip vebal almayıp,kişileri yanlış yönlendirmemelidir..

Allah-u Teala Kurandan,Ehl-i sünnetten ve Peygamber Efendimizin Hakiki varisleri olan Alim kullarının izinden cümlemizi ayırmasın..

Essalamu Aleykum..
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 26 Ağustos 2011, 03:33:34
Alıntı
6.   Ömer ÇELAKIL

Doktorla ilgili bilgi arıyordum, neye dayanarak Ehl-i Sünnet dışı düşüncelere sahip olduğu söylenmiş acaba? Bilgi sahibi olan varsa lütfen eklesin  bizlerde etrafımızdakilere anlatabiliriz..

Kur'an-ı Kerim'in şifresi,  kullandığı “Simetrik Sayı Dizisi” sebebiyle geleneksel batîni çalışmalardan kısmen ayrılsa da hûrifilik türü postmodern batîni bir çalışmadır.

Ayrıca yazılarında ve konuşmalarında muharref Tevrattan verdiği benzer şifre misalleriyle "Tevrat bozulmamış, hak bir kitapmış" gibi bir sonuç çıkabilmektedir.

fazıl14 hocamın dediği gibi kendini ve arkasından gidenleri ateşe atmaktadır. İşin daha da vahimi ehli sünnet dışı, islamı içerden yıkmak isteyenler tarafından keşfedilip desteklenmesi yüksek muhtemeldir.

Allahü zül celal vel kemal ve tegaddes hazretleri başta aciz olmak üzere cümlemize hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği versin. Amin.
Başlık: Verilen Bir hükmün Doğru veya Yanlış Olduğu Nasıl Anlaşılır?
Gönderen: Mücteba - 28 Ağustos 2011, 02:52:25
Verilen Bir hükmün Doğru veya Yanlış Olduğu Nasıl Anlaşılır?

İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:

"Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her mana, her buluş kıymetsizdir, yanlıştır. Çünkü her sapık kimse, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uyduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider.

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
"Kur'an-ı kerimde bildirilen misaller, çoğunu küfre sürüklediği gibi, çoğunu da hidayete ulaştırır." [Bakara 26]

Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara uymayanlar yanlıştır."



Mektubat-ı Şerife Cilt 1 - Mektub 286 / İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (k.s.)
Başlık: Âhir Zaman ( İman-ı Koruma Zamanı )
Gönderen: Mücteba - 29 Ağustos 2011, 02:38:15
Âhir Zaman ( İman-ı Koruma Zamanı )

 
Âhir zaman, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadını doğru öğrenip, iman hırsızlarına karşı imanı koruma zamanıdır. Başka şey çalınsa o kadar önemli olmaz; ama Allah korusun, imanı çalınan sonsuz olarak Cehenneme gider. İlmihalini bilmeyen, imanını koruyamaz.
Bozuk din adamlarını dinlemek, bozuk bir din kitabını okumak çok zararlıdır; çünkü imanı kaybetme tehlikesi vardır. İnsan altını, elması sokağa bırakmaz. Aksine, en iyi şekilde korumaya çalışır. İman ise bunlarla kıyaslanamayacak derecede kıymetlidir. Bu yüzden, öyle kimseleri dinlemek, öyle yazıları okumak çok tehlikelidir.





Bir gün Hazret-i Huzeyfe, Resulullah efendimize sordu:
"Yâ ResulAllah, acaba Müslümanlar İslamiyet’ten önceki hallerine döner mi?"

Efendimiz:
"Hayır, dönmezler; ama bizden sonra bulanık bir zaman gelir."

Hazret-i Huzeyfe:
"Bulanık ne demektir yâ ResulAllah?"

Efendimiz:
"Yani iyiler olur, kötüler olur, âlimler olur, zalimler olur, karışık bir zaman olur. Ondan sonra, daha kötü bir zaman gelir."

Hazret-i Huzeyfe:
"O zaman neler olur ya ResulAllah?"

Efendimiz:
"O zaman, dini anlatanların peşine gidenler Cehenneme gidecek."

Hazret-i Huzeyfe:
"Din diye neyi anlatacaklar?"

Efendimiz:
"Kur’an-ı kerimden, hadis-i şeriften bahsederler. Ancak Allah’ın, Resulullahın bildirdiklerini değil, kendi düşüncelerini Allah’ın, peygamberin emri gibi anlatırlar. İşte onların peşinden gidenler felakete uğrayacaktır."

Hazret-i Huzeyfe:
"Yâ ResulAllah, o zamanda ben dünyaya gelmiş olsam ne yapmam gerekir?"

Efendimiz:
"Dünyada hak yolda olan bir cemaat kıyamete kadar bulunur. Bu cemaati bul, onlara uy ve kurtul!"

Hazret-i Huzeyfe:
"Yâ ResulAllah, o cemaati de bulamazsam ne yapmalıyım?"

Efendimiz:
"Onu da bulamazsan evinde otur, kimseye karışma!"

(Mişkatül Mesabih)
Başlık: "Bize yalnız kuran yeter" diyenlerin haberi
Gönderen: Mücteba - 05 Eylül 2011, 00:24:25

13- “Her âlim bir şey söylüyor, hangisinin doğru olduğunu nereden bilelim? Onun için yalnız Kur’ana uymak lazım.” derler.



"Şunu iyi biliniz ki bana Kur'an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun koltuğuna kurulan tok bir adamın size 'Sadece şu Kur'an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter', diyeceği günler yakındır..."

(Ebu Davud, Sünnet, 6, İmare 33; Tirmizi, İlim 10)
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 06 Eylül 2011, 18:00:05

“Sırat üzerinde (ayağı kaymayıp) en sâbit olacak olanınız, Ehl-i Beytimi ve ashabımı en çok seveninizdir.”


(Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr)  

[/color]
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Günbatımı - 06 Eylül 2011, 21:22:02


Türkiye'de Yukarıdaki Listedeki Şahısların Düşünce, Söz ve Yazılarından  Etkilenip
bunlara göre hüküm veren Şahıslar

1.   Abdülaziz BAYINDIR
2.   Adnan Oktar
3.   Ahmet Şahin
4.   Ali BULAÇ
5.   Ali Rıza DEMİRCAN
6.   Ömer ÇELAKIL
7.   Bayraktar BAYRAKLI
8.   Bekir KARLIĞA
9.   Edip YÜKSEL
10.   Galip Hasan KUŞÇUOĞLU
11.   Hayreddin KARAMAN
12.   Hüseyin ATAY
13.   Hüseyin HATEMİ
14.   M. Hayri KIRBAŞOĞLU
15.   Muhammet NURDOĞAN
16.   Mustafa İSLAMOĞLU
17.   Nurettin YILDIZ
18.   Süleyman ATEŞ
19.   Zekeriya BEYAZ
20.   Yaşar Nuri ÖZTÜRK
21.   İhsan ELİ AÇIK


İyi bildiğimiz isimlerin yanı sıra tereddütte kaldığım 1-2 isim de vardı, bunlara özellikle dikkat etmeli...

Teşekkürler kıymetli bilgiler için...
Başlık: Çok Kaygan Bir Yoldasınız
Gönderen: Mücteba - 07 Eylül 2011, 11:26:48
Çok Kaygan Bir Yoldasınız

MAŞAAllah birkaçınız çok iyi İngilizce biliyor. Yüzde yirminiz iyi İngilizce... Siyaset, iktisat, sanat, din, İslam dünyası, Medeniyetler çatışması, Marting Lings... Böyle konular dilinizden düşmüyor... Yüzde 60'ınız devamlı namaz da kılıyor. Çoğunluğunuzun hanımları başörtülü... Bir kısmınız Müslüman, bir kısmınız İslamcı... Somali, Arakan, Afganistan, Moro Müslümanları, Tataristan'da İslam, Sancak bölgesi ne olacak?.. Daha bunlar gibi düzinelerce konudan bahs ediyorsunuz.

Güzel de, niçin bazı itikad ve ilmihal konularında derbeder ve laubalisiniz?

Selefîlik diye bir laf edip duruyorsunuz? Siz bu Selefiliğin içyüzünü biliyor musunuz?

Hoca, din imamı, üstad bellediğiniz kimselere bakıyorum, içlerinde aykırı kişiler var.

Yahu azılı Farmason Afganî'den din imamı mı olur?

Bazınızın inançlarında ne bozuk maddeler var. Kur'an, Yahudileri İslam'a çağırmıyormuş... Hıristiyanları İslam'a çağırmıyormuş... Böyle hezeyanlara siz nasıl inanıyorsunuz?

Baş hocanız aykırı ve reformcu bir ilahiyatçı. Sizin kültürlü Müslüman oluşunuz nerede kaldı?

Bilmediğiniz yok ama İslam'da cadde-i kübranın Ehl-i Sünnet olduğunu iyice öğrenememişsiniz.

Bid'atçi adamlardan bahs edip duruyorsunuz, bir kere bile Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zahid el-Kevserî'den bahs ettiğiniz yok.

Namaz kılanlarınızın yüzde biri bile başında imame/takke olduğu olduğu halde kılmıyor. Niçin namazın edeb ve sünnetini ihmal ediyor, hafife alıyorsunuz?

Niçin Ehl-i Sünnet çizgisini bırakıp sekter çizgilere sapıyorsunuz?

Demek ki, çok veya az İngilizce bilmekle, İslamî jargonla, Moro Müslümanlarının mücadelesinden haberdar olmakla, Martin Lings'le, Heidegger'le Meidegger'le iş bitmiyormuş.

İslam'ı icazetli Sünnî ulema, fukaha ve mürşidlerden öğrenmek gerekiyormuş.

Siz Heidegger'i, Martin Lings'i, R. Guenon'u, Garaudy'i, F. Fanon'u okumaya devam edin ama dininizi, ilmihalinizi onlardan öğrenmeyin. Aykırı ilahiyatçıları da imam (önder) kabul etmeyin. İlmihal bilgileri icazetli alim ve fakih Ömer Nasuhi Bilmen'in "Büyük İslam İlmihali"nden veya o ayarda güvenilir ve muteber kitaplardan öğrenilir.

Çok kaygan bir yolda ve meşrebtesiniz. İnşaAllah ayağınız kaymaz.

Selam ve hürmetlerimle.

(İnşaAllah bu mektubumdan dolayı bana darılmazsınız.)



Mehmet Şevket EYGİ - 7 Eylül 2011 Çarşamba
Başlık: İtikad Bozuklukları Dinden Çıkartabilir
Gönderen: Mücteba - 08 Eylül 2011, 11:08:36
İtikad Bozuklukları Dinden Çıkartabilir

Ülkemizdeki Müslümanlar arasında vahim itikad/inanç bozuklukları baş göstermiştir. Bu bozuklukların bir kısmının sahibini dinden çıkartma, mürted yapma ihtimali büyüktür.

Allah'a noksan sıfatlar yakıştırmak çok vahim bir itikad bozukluğudur.

Başta Diyanet olmak üzere bütün doğru yolda olan cemaatlerin, tarikatların, grupların, bilen kişilerin, ulema ve fukahanın bu bozukluklar konusunda halkı uyarması, bilgilendirmesi, kurtarmaya çalışması gerekir.

İtikad bozuklukları durup dururken mi çıkmıştır?

Hayır... Bunlar kasıtlı, planlı olarak, büyük paralar harcanarak, bazı kalemler ve vicdanlar kiralanarak veya satın alınarak çıkartılmıştır.


Bazı reformcular, Kur'ana ve Sünnete uygun İslam yorumunun 3'üncü hicrî asırda sona erdiğini, Ümmet-i Muhammed'in sapıttığını iddia ediyor. Bu bir iftira ve hezeyandır.

Kur'ana ve Sünnete uygun doğru/sahih İslam yorumu, hiçbir kopukluk olmadan günümüze kadar ulaşmıştır.

Muhammed ibn Abdilvehhab çıkmış ve doğru İslam'ı öğretmiş, sapıtan Müslümanlara hidayet yolunu göstermiş... Bu iddia hezeyandır.

Muhammed ibn Abdilvehhab'ı, başta kendi kardeşi Süleyman ibn Abdilvehhab olmak üzere bütün Ehl-i Sünnet uleması, fukahası, müfessirleri, muhaddisleri, müftüleri tenkit, red ve cerh etmişlerdir.

Doğru yolda olan, itikadı sahih olan, hidayete çağıran, İslam'ı temsil eden Muhammed ibn Abdilvehhab değildir, Ehl-i Sünnet ulemasıdır.

Mısır, Pakistan ve diğer bazı İslam ülkelerinde zuhur eden birtakım radikal İslam hareketlerinde bid'atler, hatâlar, yanlış yorumlar vardır.

Kaderin inkarı vahim bir inanç bozukluğudur.

Ashab-ı Kiram (radiyAllahu anhüm ecmain) hazeratının bir kısmına dil uzatmak, onlara iftira etmek korkunç bir bid'attir. Ashabın tamamı din konusunda âdildir.

Fıkhı inkar etmek öldürücü bir bid'attir. Fıkıh ilimdir, ilim inkar edilmez.

Mezhepsizlik bid'attir.

"İslam'ı, Kur'anı, Hz. Peygamberi, tevhid inancını inkar edenler de Cennetliktir" demek büyük bir sapıklıktır.

Bu devirde İslam'dan başka ibrahimî hak din vardır demek büyük bir hıyanettir.

Şeriatsiz ve fıkıhsız yeni bir İslam türetme hareketi bir çılgınlıktır.

Şefaat Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir.


Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimizin hadîslerini Feminizm, AB, Batı medeniyeti norm ve ölçülerine göre ayıklamak bir cinayettir.

Bütün iyi niyetli, vicdanlı, samimî Müslümanlar bu gibi konularda irşad edilmeli, aydınlatılmalı, uyarılmalı, doğru şekilde bilgilendirilmelidir.

"Bilenler" bilmeyenleri uyarıp aydınlatmazlarsa vebal altına kalırlar.

Hiçbir ticarî gayesi olmamak şartıyla Müslümanları uyarmak üzere vakıflar, dernekler, hizmet kurumları kurulmalıdır.

En güzel, en uygun, en inandırıcı, en ikna edici, en etkili üslupla bozukluklar tenkit edilmeli, doğru yol gösterilmelidir.

Bu hizmetler cemaat ve tarikat taassubundan uzak bir şekilde yerine getirilmelidir.

Uyarı ve aydınlatma broşürleri Ahmed Cevdet Paşa'nın Türkçesi gibi çok açık, çok akıcı, çok kolay anlaşılabilir bir lisanla yazılmalı ve herkes tarafından kolayca anlaşılmalıdır.

Böyle broşürler ulema, fukaha ve müftüler tarafından tasdik edilmelidir.

Bu hizmetler hiçbir kimseye veya cemaate maddî menfaat ve şahsî ün ve prestij kazandırmamalıdır.

Beklenilen, ümit edilen tek ücret Allah'ın rızası olmalıdır.

Bir kısmı bedava dağıtılmalı, bir kısmı (dağıtmak isteyenlere) maliyetine verilmelidir.

Bu hizmetler ilmin ışığında ihlasla yapılmalıdır.

Müslüman halk bu hizmetlere muhtaçtır.

Müslümanlar bu hizmetleri beklemektedir.

Yok mu bu hizmetleri yapacak ilim ve ihlas erleri?



Mehmet Şevket EYGİ - 8 Eylül 2011 Perşembe
Başlık: Sünnet'e Uymak ve Bid'atten Sakınmak - Mebde' ve Me'âd / İmâm-ı Rabbânî Hz.
Gönderen: Mücteba - 09 Eylül 2011, 12:10:01
Sünnet'e Uymak ve Bid'atten Sakınmak

Sünnet-i seniyye üzere amel etmek için çok çalışmalıdır. Bid’atden sakınmak için de bir o kadar gayret lâzımdır. Bilhâssa sünneti kaldıran bir bid’atden, dahâ çok kaçınmalıdır.
Resûl-i Ekrem “sallAllahü aleyhi ve âlihi ve sel-lem”, (Bizim bu dînimizde, ona uymayan bir şey ortaya çıkaranın, bu uydurduğu şey reddedilir) buyurmuşken, din kemâle gelmiş ve tamâmlanmış iken, bir takım kimselerin, dinde bir takım yenilikler [reformlar] ihdâs etmelerine ve bu uydurmalarla, dîni tamâmlıyoruz sözlerine çok şaşılır. Bu uydurdukları şeyler ile, sünnetin ortadan kalkacağından hiç korkmuyorlar.

Allahû Teâlâ bize, Muhammed Mustafâ’nın “sallAllahü aleyhi ve âlihi ve sellem” sünnetine tâbi’ olmakta sebât ve devâmlılık ihsân eylesin!



Mebde' ve Me'âd / İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (k.s.)
(Başlangıç ve Son)


Amin.
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: şecere - 09 Eylül 2011, 14:59:48
TeşekrLrr Allah Razı oLsun ....
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 10 Eylül 2011, 14:48:34
Koskoca ilahiyat profesörü birden bire neden bid'at ehli oluverir? sorusuna cevab niteliğinde Mehmet ŞEVKET EYGİ bey bugünkü yazısında şu satırları kaleme almış.

Kısa zamanda meşhur olmak isteyenlerin yaptıkları:

* Dinî bir konuda saçma sapan, delice bir iddiada bulunur, mesela "1400 senedir Müslümanlar yanıltıldı, aldatıldı, İslam'da Teravih (=Ramazan'da kılınan gece) namazı diye bir namaz yoktur, Peygamber bunu yasaklamıştır" diye bir hezeyan savurur. Selanik medyası bu haberin üzerine mal bulmuş magribî gibi atlar ve bizim naylon müctehid bir günde meşhur olur.

...

* Adam profesördür. İlim, irfan, araştırma, ciddî kitap konusunda ortaya fazla bir şey koyamamıştır. Yeterli üne sahip değildir. Nihayet canına tak eder ve bir gün "Ey Müslüman ahali! İslam'da kader yoktur, şefaat yoktur, Buharî'de mevzu hadîs vardır. Sizin inandığınız ilmihal İslam'ı hurafedir. Ben size Kur'an İslam'ını anlatıyorum. Benim peşime düşünüz" diye öyle bir haykırır ki, yer yerinden oynar, Bütün Selanik medyası adamı alkışlar, saçmalıklarına büyük yer verir. Otuz yılda ilim yoluyla elde edemediği şöhrete birkaç gün içinde sahip olur.

Böyle adamların bir kısmı sadece şöhret-i kâzibe(yalancı şöhret) elde etmekle kalmaz aynı zamanda para ve imkana da kavuşur.

Meşhur olmanın, dikkatlerini üzerine çekmenin çeşitli yolları vardır.
Bunlardan biri de Zemzem Kuyusuna işemektir.

"Bevval-i çeh-i Zemzem'i lânetle anar halk,

Sen kendini Kâbe gibi hürmetle benâm et."




Mehmet Şevket EYGİ - 10 Eylül 2011 Cumartesi
Başlık: Masonluğun Üç Sarıklı Şövalyesi Afganî, Abduh, Reşid Rıza
Gönderen: Mücteba - 17 Ekim 2011, 11:41:22
Masonluğun Üç Sarıklı Şövalyesi Afganî, Abduh, Reşid Rıza

Şu üç ismi hiçbir uyanık ve şuurlu Ehl-i Sünnet Müslümanı hatırından çıkartmamalıdır: Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh, Reşid Rıza.

Bunların müşterek özelliği üçünün de sarıklı Farmason olmasıdır.

Bunların üçü de İslam'da reform, yenilik, değişim taraftarıdır.

Afganî, asıl kimliğini gizleyerek Müslümanları aldatmıştır.

O, aslen İran'ın Esedabad şehrine mensup olduğu halde kendisini Afgan göstermiştir.

O, aslen Şiî olduğu halde kendisini Sünnî göstermiştir.

Böylece "Bizi aldatan bizden değildir" hadîsinin tehdidi altına girmiştir.

Bunların üçü de Osmanlı Hilafetinin yıkılmasında, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak rol oynamıştır.

Bunların üçü de Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslamlığına büyük zarar vermiştir.

Masonluk nedir?.. Evrensel, gizli ve özel bir kardeşlik hareketi perdesi altında dünyayı ve insanlığı hakimiyeti altına almak isteyen bir tür dindir. Masonlar iki ana gruba ayrılır: Allah'a inanan Masonlar. Allah'a inanmayan, kimi agnostik, kimi ateist Masonlar.

İki Mason grubu da İslam'a, Kur'ana, Şeriata, Hilafete karşıdır.

Masonlar kendi aralarına Hıristiyanları ve Müslümanları alırlar ama Masonluğu diğer dinlerden üstün kabul ederler.

Afganî, Abduh, Reşid Rıza Masonluğun İslam dünyasında üç büyük ajanı, üç şövalyesi olmuştur.

Afganî ve Abduh'un Masonlukları dışında Bahailikle de alakaları olduğuna dair iddialar ve belgeler vardır.

Hindistan arşivlerindeki şu belge hayli dikkat çekicidir:

(C:S:B) Report of D. E. McCracken, dated 14 August 1897, in file foreign: Secret E, Sept. 1898, no. 100. pp. 13-14; national archives of the governement of India, New Delhi.

Abduh Abdul Baha ile şahsen görüşmüş ve onun hakkında sitayişkar cümleler yazmıştır.

(Colm Juan R. I., "Rashid Rida on the Bahai Faith: A Utilitarian Theory of the Spread of Religions", Arab Studies Quarterly 5, 3 (Summer 1983): 278)

Bugünkü İslam dünyasındaki modernist, reformist, bazısı aşırı, bazısı ılımlı akım ve hareketlerde bu üçlünün büyük tesirleri ve tuzu biberi vardır.

Ehl-i Sünnet uleması, fukahası ve mürşidleri Masonluğa karşı olmuş, onu bir küfür ve fesat hareketi olarak görmüştür.

Hiçbir İslam aliminin, fakihinin, mürşidinin Bahailiğe en ufak bir sempatisi olmamış, görülmemiştir.

(Türkiye'de Bahaî cemaati vardır. Hattâ son birkaç yıl içinde onlardarn birinin bir üniversiteye rektör tayin edildiğini duymuştum.)

Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'nin yıkılmasında Masonlar büyük rol oynamıştır.

Hilafetin yıkılmasında Masonlar büyük rol oynamıştır.

Şeriatın kaldırılmasında Masonların büyük rolü vardır.

İslam medreselerinin kapatılmasında Masonların rolü büyüktür.

Bugün Türkiye'de bazı reformcu ve aykırı ilahiyatçılar Afganî'nin, Abduh'un, Reşid Rıza'nın hayranıdır ve onların izinden gitmektedir.

Alim, fakih, arif bir Müslümanın bu üç Masonun peşinden gitmesi, onları sevmesi, onların metot ve doktrinini benimsemesi dinen caiz olur mu?

Âqil ve bilge Müslümanların bu konuyu tartışmaları gerekir.

Kur'an tek hak, muteber, geçerli dinin İslam olduğunu, Allah'ın İslam'dan başka din kabul etmeyeceğini çok açık, çok seçik, çok vâzıh, çok sarih şekilde bildirmektedir.

Bir insan nasıl, hem Müslüman, hem Hıristiyan olamazsa; hem Mason, hem Müslüman olabilir mi?

Birtakım reformcu, yenilikçi, değişimci, yeni İslamcı ilahiyatçıların, Afganî, Abduh ve Reşid Rıza sevgilerini Ümmet'e açıklamaları ve savunabilirlerse kendilerini savunmaları onlar için bir vicdan vazifesidir.

Sünnî Müslümanlar bu üç ismi, bu sacayağını, Masonluk dininin bu üç şövalyesini bir an bile hatırlarından çıkartmamalıdır.

Onlar Osmanlı Hilafetini yıkarak, Müslümanlık alemini perişanlığa, esarete, zillete sürüklemiştir.

İslam alemi onların ektikleri zehirli tohumların ekinleriyle kaplanmıştır.

Onlar, bilerek veya bilmeyerek emperyalizme, sömürgeciliğe, global Kapitalizme ve Liberalizme hizmet etmiştir.

Ehl-i Sünnet Müslümanları böyle şâibeli, bulaşık, karışık, bulanık adamların peşinden gitmez.

Bizim yakın tarihteki imamlarımız Şeyhülislam Mustafa Sabri, Muhammed Zâhid el-Kevserî, Yusuf İsmail en-Nebhanî, Halid-i Bağdadî, Şeyh/İmam Şâmil, Ahmed Zeyni Dahlan, Bediüzzaman, Abdülhakim Arvasî, Muhammed Zâfir el-Medenî, Ebu'l-Hüda es-Sayyadî ve benzeri ehl-i Sünnet uleması, mürşidleri ve mücahidleridir.

Peygamberimizin zuhurundan, risaletini ilanından, tebligatından itibaren önceki dinler ve şeriatlar nesh olunmuş, yürürlüktan kaldırılmıştır.

İslam, tek hak din oluşunda hiçbir ortaklık kabul etmez.

Masonluk, kendini dinlerin üzerinde gören bir doktrin olarak Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre merduttur.

Afganî, Abduh, Reşid Rıza merduttur.

Onlan Müslümanlara önder olmaz, baş olmaz, örnek olmaz.

Onların yolundan gidilmez.

Onların eteklerini tutarak Mevla bulunmaz.

Gerçek, icazetli, muhlis, muttaki Ehl-i Sünnet ulemasının, fukahasının, mürşidlerinin peşinden gidenler Resulullahın (Salat ve selam olsun ona) hidayet yolunda olur ve Mevlasını bulur.

Afganî'nin, Abduh'un, Reşid Rıza'nın yolundan gidenler, silsilenin sonunda Masonların Hiram Ustasını bulur. Hiram Usta'nın yolu necat yolu değildir. Hiram Usta'nın eteğine tutunarak ebedî saadet bulunmaz, Cennete girilmez.

Fa'tebirû yâ ülü'l-ebsar...



Mehmet Şevket EYGİ - 17 Ekim 2011 Pazartesi
Başlık: îlim, âmel, ihlâs - Mektubat-ı Rabbani Cilt 1/59.Mektub
Gönderen: Mücteba - 01 Kasım 2011, 17:39:54
Mevzuu:

a) Necatın husulü için, üç şeyin (îlim, âmel, ihlâs) olması mutlaka lâzımdır.
b) Keza necatın Ehl-i sünnet vel-cemaate uymadan tasavvur edilemeyeceği..
c) İlim ve amel, şeriatle alâkalı iki şeydir.
d) İhlâs, sofiye tarikatı sülûkü ile bağlantılıdır. Ve., bunlarla münasebeti olan bazı şeyler..

Not: İmam-ı Rabbani (k.s) Hazretleri bu mektubu Seyyid Mahmud'a yazmıştır.

***
Sübhan Allah, Şeriat-ı Mustafaviye caddesinde bizlere istikamet nasib eylesin. Yüce zatına tam manası ile yönelmek nasib eylesin. O Şeriatın kurucusuna salât, selâm ve tahiyyet...

Pek güzel feyizlerle dolu mübarek mektubunuz geldi; ferahı mucib oldu. Fukaranın mahabbetinden haber veren mukaddime açıkça belli oldu. îhlas, bu garib taifeye mahsustur. Allahım artır.

Aynı şekilde, o mübarek mektuba faydalı talepler de yazılmış..

***

Ey Mahdum,

Bilmiş olasın ki, ebedî necatın müyesser olması için; insana şu üç şey mutlaka lâzımdır: îlim, amel, ihlâs..

Îlim, iki kısmıdır.
Birinci kısım: Amel olup bunun beyanım ilm-i fıkıh üzerine almıştır.
İkinci kısım: Bundan maksad, mücerred itikad ve kalbi yakindir. Bunun anlatılması, tafsilatı ile ilm-i kelâm kitaplarında vardır. Haliyle, ehl-i sünnet vel-cemaatın görüşlerine göre... Şöyle ki: Bunlar, fırka-i naciye olup bu büyüklere tabi olmadan, hiç kimse için bir kurtuluş ümidi imkânı yoktur. Bunlara kıl kadar muhalefet vuku bulsa, iş tehlikeye girer.. Hem de ne tehlike!.

Ehl-i sünnet vel-cemaat üzerine söylenen bu kelâm; açık ilham, sağlam keşifle sıhhat derecesinde yakin mertebesine ulaşmıştır. Bunda hiç bir ayrılık yoktur. Bunlara tabi olmaya muvaffak olanlara ve onları izlemek şerefine nail olanlara mübarek olsun. Bunlardan ayrılıp yüz çevirenlere; usullerini kabul etmeyenlere; onların zümresinden ayrılıp dalâlete düşenlere ve düşürenlere; rüyeti, şefaati inkâr edenlere; sohbetin fazileti ile sahabenin üstünlüğü kendilerine gizlenenlere; ehl-i beyt mahabbetinden ve evlâd-ı betül meveddetinden mahrum olanlara yazıklar olsun. Bunlar, ehl-i sünnetin nail olduğu nice hayırdan memnu oldular.

***

Ashab-ı kiram, kendi aralarında en faziletlileri olarak, Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) üzerinde ittifak etmişlerdir.

İmam-ı Şafiî (r.a.) Ashab-ı Kiramın hallerini en iyi bilenlerdendir; şöyle anlattı:

— Resulülah (S.A) efendimizden sonra, insanlar pek mustar kaldı. Sema altında, Hazret-i Ebu Bekir'den (r.a.) hayırlısını bulamadılar. Bunun için onu başlarına sahip kıldılar.

İşbu manada sarahet vardır ki; Sahabe-i Kiram, Hazret-i Ebu Bekir'in(r.a.) daha faziletli olduğu üzerinde müttefiktir. Onun daha faziletli olduğu üzerinde icma hâsıl olmuş olur. Bu kat'îdir; inkâra yer yoktur.

Resulûllah (S.A.) efendimizin ehl-i beyti:

«.. onların misali, Nuh'un gemisi misali gibidir ki; ona binen kurtulur, ondan ayrılan helak olur..»

Mealine gelen hadis-i şerifle manasını bulmuştur.

İrfan sahibi zatlardan bazıları şöyle anlattı:

Resulûllah (S.A.) efendimiz, ashabını yıldızlara benzetti.

Bir âyet-i kerimede ise, şöyle işaret vardır:

_ «Onlar, yıldızlarla yollarını bulurlar.» (16/26)

Resulûllah S.A. efendimiz keza ehl-i beytini dahi, Nuh'un gemisine benzetti..

İşbu mana şuna işaret sayılır: Gemiye binen kimsenin; ölümden emin olmak için, yıldızları gözetmesi gerekir. Yıldızları gözetmeden kurtuluş imkânsızdır.

***

Bilinmesi gereken bir başka durum daha var ki şudur: Ashabtan bazısını inkâr etmek, tamamını inkâr etmektir. Zira onlar, Hayr'ül-beşer Resulûllah (S.A.) efendimizle sohbette ortaktır. Sohbetin fazileti ise, bütün faziletlerin ve kemallerin üstündedir. İşbu manadan ötürüdür ki: Tabiinin hayırlısı olduğu halde, Veysel Karanî Resulûllah S.A. efendimizle sohbeti olan sahabeden en dûn derecede olanına dahi kavuşamaz.

Hâsılı: Her ne olursa olsun; hiçbir şey sohbet faziletine muadil olamaz. Zira, onların imanı; sohbetin bereketi, vahyin nüzulünü müşahede etmeleri sebebi ile şühud derecesine yükselmiştir. İmanın bu mertebesi üzerine, sahabeden başka hiç kimse için ittifak edilmedi.

Amellere gelince, imanın teferruatı arasında saydır ki; bunların kemali dahi, imanın, kemali ile ölçülür.

***

Ashab-ı Kiram arasındaki dikleşmeye ve münazaaya gelince; bunun da, bir hikmete mebni olduğuna kail olup iyiye yorulmalıdır. Bir cehalet ve nefsanî arzudan ötürü yapıldığı zehabına kapılmak yanlış olur. Çünkü bu içtihad ve ilim eseri olarak meydana gelmiştir. Bazıları içtihadda hata etmiş olsa dahi, hatalı olanın Allah katında bir derecesi vardır.

Üstte anlatılan mana, ifratla tefrit arası orta bir yoldur ki bunu Ehl-i sünnet vel-cemaat tercih etmiştir.En sağlam tarik, en muhkem yol budur.

Ve bilcümle ilim ve amel: Şeriattan istifade edilmiştir. İlmin ve amelin ruhu makamında olan ihlasın tahsili ise, sofiye tarikatına sülûke bağlıdır. Seyri ilellah mesafesini kat etmeyen salik, seyr-i fiilahta tahakkuk edemez ve bu kimse İhlasın hakikatından uzak olup ehl-i ihtisas olan muhlis zatların erdiği kemalâttan da mahrumdur. Evet..

Avam müminlerin bazı amelleri için, zorlama ile yapmacık olsa dahi, İhlasın tahakkuku umumî manada olabilir. Ama bizim üzerinde durduğumuz, beyan ettiğimiz başkadır.
Asıl ihlâs odur ki: Bütün fiillerde, sözlerde, duruşlarda ve hareketlerde, zorla ve bir yapmacık olmadan meydana gelir.

İşbu son anlatılan manada ihlâs: Afakî ve enfüsî olarak ilâhî intifaya bağlıdır. Bu dahi: Fena, beka ve has manada velayet derecesine çıkmakla olur.

Yapmacık ve zorlamaya, dayanan ihlâs için bir devam yoktur. Devamın olması için, zorlama derecesinden düşmesi gerekir, işbu devam hali ise, Hakkalyakin mertebesidir.


***

Yüce Allah'ın velî kulları, her yaptıkları işi, Allah için yaparlar; nefislerinin hazzı için değil..
Şundan ki: Onların nefisleri Yüce Hakkın kurbanı olmuştur. Sonra, onların ihlas husulü için niyetlerini tashihe de ihtiyaçları yoktur; zira onların niyetleri, fenafillah ve bekabillah ile sıhhata kavuşmuştur.

Bu manada bir şahsı misal verelim:
Nefsinin elinde esirdir; her ne yaparsa nefsinin hazzı için yapmaktadır; ister niyet etsin, isterse niyet etmesin. Her ne zaman onun nefsi ile alâkası kesilir, onun bağından boynunu kurtarırsa, onun yerini Yüce Hak'la alâka alır. O zaman da, bütün yaptığını Allah için yapar; bu durumunda ister bir niyet etsin, isterse, bir niyet etmesin.
Şundan ki:
Niyet, ancak ihtimalli olan şeylerde olur; ama tayin edilmiş bir şey için niyete hacet yoktur.

«Bu, Allah'ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Allah büyük fazlın sahibidir.» (62/4)

Daimî ihlâs sahibi kullar, muhlas (ihlas sahibi kılınmış) kimselerdir. Ama ihlâsında devam olmayan, ihlâs sahibi olmaya çalışan muhlis kimsedir. Bu iki mana arasında o kadar fark var ki!.

İlim ve amelde, sofiye yolunda sağlanan faydaya gelince: İlimlerin, kelâmiye, istidiâliye ve keşfiye olmalarıdır. (Yani: Sözlü, delilli, keşfe dayanan bilgilerdir.) Amellerin edasında tam bir kolaylık husule gelir. Nefis ve şeytan tarafından gelen tembellik zail olup gider.

Bir mısra:

Bu ne büyük saadet, acep kime kısmet?.
Evvel âhir selâm..



İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (k.s.) - Mektubat-ı Rabbani Cilt 1/59.Mektub (http://www.sadakat.net/mektubat-i-rabbani/4495-59mektup.html)
Başlık: "İslâm Akâidi Aslâ Değişmez!"
Gönderen: Mücteba - 25 Haziran 2012, 00:45:16
"İslâm Akâidi Aslâ Değişmez!"

Şüphe yok ki dînî akidelerimiz zaman itibariyle aslâ değişmez. İslâm akâidi bundan on dört asır evvel ne ise şimdi yine odur. Resûlullâh Efendimiz’in asrından sonra, onun ve Ashâb’ının yolu olan Ehl-i Sünnet inancından başka inançlara sâhib bir takım fırkalar çıkmıştır. Bu fırkaların en büyükleri Mu'tezile, Şî'a, Hâricîyye, Mürci'e, Neccâriyye, Cebriyye, Müşebbihe fırkalarıdır. Bunlar da kendi aralarında bölünmüşlerdir. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), ümmetinin az bir müddet sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacağını ve bu fırkalardan yalnız zât-ı şerîfleri ve Ashabının yolu üzere bulunanlardan başkalarının azaba müstehak olacaklarını, bir mucize olarak evvelce haber vermişti.
Fırka-i Nâciye ki Ehl-i Sünnet ve Cemâ'attir; bid’atten uzak ve sünnet-i nebeviyyeye lâyıkıyla uyan, dîn hükümlerini hevâlarına göre te'vil ve tahriften sakınanlardır.

Mu'tezile: Kaza ve kaderi inkâr ettiklerinden “Kaderiye” de denilmiştir. Allâh’ın sıfatlarının ezelî olduğunu ve cennette Allâh’ı görmeyi kabûl etmezler.

Şî'a: İmam Ali ile evlâdını, diğer halîfelere üstün tutanlardır. Bazıları bunda çok ileri giderek imâmları ilah yahut nebî sayar. Gâliye, İmamiye, Zeydiyye adlarıyla üç şu’beye ayrılır.

Hâricîler: Bunlar Hz. Osman ile Hz. Ali’yi ve bunlara uyanları mü’min saymazlar. Bunlardan “Yezidiye” taifesi kendilerini İslâm’a nisbet ederlerse de hakikaten müslüman değildirler. Şeytana “Melek-i tavus” derler.

Mürci'e: Bunların i'tikadınca îman, Allâh'ı bilip sadece kalpten sevmekten ve Allâh’a karşı kibiri terkten ibârettir. Böyle olan kimse her türlü günâhı işlese de mü’mindir derler.

Neccâriye: Allâh’ın Vücûd sıfatını inkâr ederler. Mutezile gibi cennette Allâh’ı keyfiyetsiz görmeyi kabûl etmezler, Kur’ân hâdisdir derler.

Cebriyye: Bunlar Kaderiyye'nin aksine olarak kullarda irâde-i cüz’iyye olduğunu inkâr ederler.

Müşebbihe: Hak Teâlâ’yı mahlûkâtına benzetenlerdir. Kerramiyye de bunlardandır.

Bugün İslâm âleminin büyük kısmı Ehl-i sünnet mezhebindedirler. Dimağlarımızı Resûlullâh ve Ashâbının yoluna uymayan batıl fikirlerden korumalıyız.


(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2012/6/11.html)
Başlık: Sünnet Dinde Delildir
Gönderen: Mücteba - 25 Haziran 2012, 12:31:00
Sünnet Dinde Delildir

Peygamber Efendimiz (s.a.v) onlara (Ashab-ı Kiram’a) namaz kıldırdı.
Sonra kalktı ve şöyle buyurdu:

“Sizden koltuğuna yaslanmış biriniz şöyle mi zanneder:
Allâhü Teala Kur’ân-ı Kerîm’inde olanlardan başka hiçbir şeyi haram kılmamıştır?
Dikkat edin!
Muhakkak ki ben vAllahi vaaz ettim, emrettim ve bir çok şeyden nehyettim ki onlar Kur’ân-ı Kerîm’de olanlar kadar, hatta daha fazladır….”



(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2012/6/15.html)
Başlık: Ehl-i Bid'atten Uzak Durmak - Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbâni, 1/54
Gönderen: Mücteba - 30 Temmuz 2012, 17:47:20
Ehl-i Bid'atten Uzak Durmak

İkinci binin müceddidi İmâm-ı Rabbânî (k.s.) buyurdular: “İyi biliniz ki, ehl-i bid’atin sohbetlerinde bulunmak, kâfirlerin sohbetindeki fesaddan daha çoktur.

Ehl-i bid’atin en yaramazı ve en kötüsü, Resûlullah’ın ashabına buğz eden, onları sevmeyen tâifedir. Allâhü Teâlâ Fetih Sûresinin, 29. âyetinde “Onlarla kâfirleri öfkelendirmek için …” buyurmuştur.

Kur'ân-ı Kerîm’i ve dini tebliğ eden, bize ulaştıran o Ashâb-ı Kiram’dır. Şayet o ashab kötülenir, tenkîd edilirse Kur'ân’ın ve şerîatın da kötülenmesi, tenkid edilmesi lâzım gelir. Kur'ân-ı Kerîm’i (hilâfeti zamanında) cem' eden Hz. Osman b. Affan’dır (r.a.). Şâyet Hz. Osman’a dil uzatılırsa Kur’ân-ı Kerîm’e de dil uzatılmış olur.

Allâhü Teâlâ zındıkların itikat ettikleri şeylerden bizleri muhafaza buyursun. Ashab arasında meydana gelen ihtilaf, yine aralarındaki mücâdele ve mukâtelenin, nefsânî arzularından meydana geldiği söylenemez. Zira onların nefisleri beşerin en hayırlısı olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sohbetlerinde temizlenmiş, emmârelik vasfından kurtulmuştur. …

(Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbâni, 1/54)



(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2012/7/30.html)
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: siyah gül - 31 Temmuz 2012, 00:00:20
Selamün aleyküm ben bu listeyi kimin oluşturduğunu merak ediyorum.Ayrıca o listenin içinde neden Nureddin Yıldızın Hasan el Benna nın isimleri var onu da açıklarsanız sevinirim
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: mazhar - 31 Temmuz 2012, 00:19:29
Aleyküm selam Siyah Gül, Bu liste çoktan beri var. Siz farketmemişsiniz, o sorduklarınızın dışında listeye eklenecek yeni mezhepsizler,itikadı bozuklar var. Bizim çok iyi bildiğimiz, tanıdığımız, ünlü mezhep düşmanları da var...Onlar da açıklanırsa bütün bildiğimiz ezberler bozulur...

Sorunuza gelince,listeyi,paylaşan arkadaşımız hazırladı...eksikleri var...ileride onları da ilave edebiliriz... Ama şunu bilinki yıllardır bize anlatılanlar yalanmış...Sahte kurtarıcıların peşinden gitmişiz..!
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 31 Temmuz 2012, 00:52:49
Nurettin Yıldız:
Peygamberlerin ya da velilerin (yüzü suyu) hürmetine Allah’tan bir şey istemenin caiz olmadığını idda eder. Hatta buna şirk diyen alimler (!) olduğunu idda eder. İbn-i Teymiye gibi sapıkların babası olan bir kişiye; “şeyhülislam ve müctehid” diye hürmet eder. İbn-i Teymiye hayranıdır. İbn-i Teymiye’yi müceddid kabul eder. İbn-i Teymiye’yi, İkinci Bin Yılın Müceddidi İmam Rabbani Hazretleri (k.s.) ile bir tutar. Seyit Kutup gibi bazı sapık alimleri (!) övmesine karşın bazı Ehl-i Sünnet alimlerini ise sapıklıkla itham eder. Tasavvufa ve tarikatlara kötü bakar. Konuştuğu zaman ayet hadisten ziyade nefsine göre konuşur.



Sual: Hasan el-Benna kimdir?

CEVAP:
Hasan el-Benna, Seyyid Kutbun da üye olduğu, Mısır’daki İhvan-ül-müslimin yani Müslüman kardeşler örgütünün kurucusudur. Mevdudi, 1927’de yazdığı İslam’da Cihad kitabında, ihtilal yani devlete isyan fikirlerini yayıyordu. Arapçaya tercüme edilince, Hasan el-Benna’nın düşüncelerine tesir ederek Mısır’da devlete karşı gelmesine ve öldürülmesine sebep oldu. Mevdudi’nin ilmi yetersizliği, [siyaset ilminin noksan olması, fitne çıkmasına sebep olmuş ve] böyle sayısız müslümanları, maddi ve manevi ölüme sürüklemiştir. (F. Bilgiler)

Din ve toplum üzerinde araştırmalar yapan Fransız Prof. Jacques Rollet diyor ki:
İslamiyet’te şiddet yoktur. Teröristler, İbni Teymiyye’nin fikirlerini referans alıp, yörüngelerini buna göre çizen Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Mevdudi gibilerin fikirlerini pratiğe dökmüşler ve bugünkü radikal gruplar oluşmuştur. (28.9.2001 tarihli gazeteler)

Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: siyah gül - 01 Ağustos 2012, 00:36:44
Kalpleri en iyi bilen Allah değil midir?Bazı alimlerin itikadının bozuk olduğu su götürmez gerçek ama bir yabancıdan alıntı yaparak da insanlar hakkında peşin hüküm veremezsiniz.Ayrıca son zamanların modası olan da şu ki iki satır kitap okuyan herkes alim kesiliyo kimse kimseyi beğenmiyo (kendi nefsi hariç)Unutmayın bir zamanlar Ulu Hakan Abdülhamid Han'da zamanında hain ilan edilmişti insanlar onu anlamayıp görünene göre peşin hüküm verdikleri için.Unutmayalım herşey göründüğü gibi olmayabilir peşin hükümlü olmayalım .
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: mazhar - 01 Ağustos 2012, 01:04:44
  Siyah gül kardeşim; Ulu Hakan Abdulhamid Han Hazretlerine "Kızıl Sultan" diyenler, malum İttihat Terakki ve devamı olan kişlerdir. Bugün malesef insanlarımızın,inananlarımızın,müslümanların peşinde gittiği bir çok önder bilinen kesim de dahil AbdulHamit Han'ın karşı cephesinde yer aldılar. Yani İttihat ve Terraki zihniyetiyle hareket ettiler. Sitemizde bununla ilgili yazılar vardır bulabilirsem şimdi eklerim.

  Ne demiş atalarımız; <<Görünen köy klavuz istemez>>. Bu sitede ne yazıyorsa( Sadakat Net) doğrudur.

 Bilmiyor olabilirsiniz ! Normaldir. Şunu  da bilinki,bu sitede üye olanların ekserisi,yönetim de bulunanlar,özellikle sorulara Fıkıh açısından cevap verenler,mektep medrese okumuş tahminininizden de fazla kitap okumuş olan insanlardır.
Kısacası o adı geçen isimler yukarıda yazılanlar gibidir...fazlası var eksiği yok.


Alıntı
Abdulhamid han hazretleri,ZAMANINDA BAZI ŞAİR ,YAZAR,HATTA DİN ADAMLARI DAHİ KIYMETİNİ BİLEMEMİŞ.aleyhinde atıp tutmuşlardır.buradan milletimize  mal olmuş ama yazılmasaydı,aleyhinde olduğunu bilemeyeceğim. akifin.ve diğerlerinin.inşaAllah hatalarından dolayı TÖVBE ettiklerini.pişman olduklarını.diliyorum.tevfik fikret bile anLayıp pişman olmuşsa.diğerlerine hayda haydaya  PİŞMANLIK DÜŞER.   
 


http://www.sadakat.net/forum/tarihi_ve_kulturel_degerlerimiz/mehmet_akifin_2_abdulhamit_aleyhtarligi-t10142.0.html
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 01 Ağustos 2012, 01:13:05
Kalpleri en iyi bilen Allah değil midir?Bazı alimlerin itikadının bozuk olduğu su götürmez gerçek ama bir yabancıdan alıntı yaparak da insanlar hakkında peşin hüküm veremezsiniz.Ayrıca son zamanların modası olan da şu ki iki satır kitap okuyan herkes alim kesiliyo kimse kimseyi beğenmiyo (kendi nefsi hariç)Unutmayın bir zamanlar Ulu Hakan Abdülhamid Han'da zamanında hain ilan edilmişti insanlar onu anlamayıp görünene göre peşin hüküm verdikleri için.Unutmayalım herşey göründüğü gibi olmayabilir peşin hükümlü olmayalım .

Günümüzde İslâmiyet’in en büyük belâsı, onu dışından ve cepheden helâk etmeye yeltenenler değil içinden ve özünden harap etmeye davrananlardır ve bu davranışları ve bir nevi onarma düzeltme ve yenileme sayanlar... “Reformcular” ismi altında topladığımız, 7-8 asır öncesindeki kuru ve nasipsiz akıl borazanına (İbni Teymiye’ye) mizaçları dayalı bir grup, birkaç asır sonra vehhâbilik’ten dolaşarak, nihâyet Cemaleddin Efgani, Mısırlı Şeyh Abduh ve peşindekilerden bir bölük halinde öyle bir anlayış veya anlayışsızlık bataklığına uğramıştır ki, İslâmı, çökmek üzere olan bir binaya yapıldığı gibi, dışından payandalar ve kalaslarla tutmayı marifet bilmiş, böylece Rûhlarındaki gizli şüpheyi ve İslâma güvensizlik duygusunu açığa vurmuştur.

(Dinî tamir dâvasında Din Tahripçileri’nden)



[youtube]http://www.youtube.com/watch?v=jP_R1tTB3Gc[/youtube]

Ortalık harman yerine dönmüş, fitne dünyanın dört bir tarafına yayılmış. Ehl-i bid'at var gücüyle çalışıyor; Ümmet-i Muhammed'in itikadını bozuyor. Siz çıkmış hüsnü zan'dan bahsediyorsun. Din hususunda devir hüsnü zan devri değil sui zan devridir.
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: siyah gül - 03 Ağustos 2012, 05:16:16
Dini tamir davasında din tahripçileri kime ait?Okumak istiyorum da
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 03 Ağustos 2012, 12:00:05
Dini tamir davasında din tahripçileri kime ait?Okumak istiyorum da

Merhum Ahmed Davudoğlu Hocanın ...

(http://www.faziletkitap.com/images/urunler/dintahripcileri.jpg) (http://www.faziletkitap.com/guncel-meseleler/Dini-Tamir-Davasnda-Din-Tahripileri-88.html)

Kitap Hakkında: (Bu sayfadaki bilgiler kitaptan aynen alınmıştır.)ŞEYHÜLİSLAM Mustafa Sabri ve Düzceli Zahid Kevserî efendilerin yolundan giden merhum Ahmed Davudoğlu, yayınlandığı zaman fırtınalar kopartan bu eserinde dine hizmet iddiasıyla ortaya atılan bir takım yenilik, bid'at ve yersiz ictihadların hizmet değil, tahrip olduğunu iddia ve isbat etmektedir.

Maalesef son otuz yıl içinde Türkiye Müslümanlarının kafalarını karıştıracak, Kur'an'a ve Sün-net'e dayalı sahih İslâm itikadını zedeleyecek ve Ümmet-i Muhammed'i çıkmaz sokaklara sokup enerjisini boşa harcatacak lüzumsuz, hatta zararlı iddialar, tezler, teklifler ortaya atılmıştır.

Ünlü Ezher üniversitesinde tahsil görmüş gerçek bir fakih ve din bilgini olan merhum Üstad Ahmed Davudoğlu'nun şimdiye kadar defalarca basılan bu kitabı Müslümanlara orta ve doğru yolu göstermektedir.

http://www.faziletkitap.com/guncel-meseleler/Dini-Tamir-Davasnda-Din-Tahripileri-88.html
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: siyah gül - 03 Ağustos 2012, 19:40:50
Teşekkür ederim kitabı okuyup sizinle kritiğini yapmak isterim
Başlık: Peygamber Efendimiz(s.a.v)'in Sünnetine Uymak
Gönderen: Mücteba - 12 Ağustos 2012, 15:19:27


“…Benim sünnetime ve benden sonraki hidâyete mazhar olmuş râşid halifelerin sünnetlerine sarılınız.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvud)

(http://www.fazilettakvimi.com/public/resimler/site/figur.png)

Peygamber Efendimiz(s.a.v)'in Sünnetine Uymak

Allâhü Teâlâ “(Habîbim Ahmed) de ki, ‘Eğer siz Allâh’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı mağfiretle örtsün. Allah Gafûr (çok bağışlayan)’dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.” (Âl-i İmrân Sûresi, âyet 31) buyurmuştur.

Bundan anlaşılıyor ki Allâhü Teâlâ’yı sevmek ve rızâsına kavuşmak ancak Resûlullâh Efendimiz'e tâbî olup emirlerine itaat etmekle olur. Kim Resûlullâh Efendimiz’e tâbi olmadan Allâhü Teâlâ’yı severim derse bu kimse yalancıdır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Ey benim Ashâbım ve ümmetim! Benim sünnetime ve benden sonraki hidâyete mazhar olmuş râşid halîfelerin sünnetlerine yapışınız. Benden ve ashabımdan sonra ihdâs (ibadettir diye sonradan icad) olunan şeylerden sakınınız. Sonradan ihdâs olunan şeyler bid'attır. Ve her bid'at dalâlettir, sapıklıktır. Ve her dalâlet (e sapan) cehennemdedir.”

“Kim (Kur’ân-ı Kerîm’e ve) benim sünnetime sarılır, manalarını anlayıp ezberler (ve amel ederse) kıyâmet gününde Kur’ân(ın amelini işleyenler) ile beraber gelir.
Kim de Kur’ân-ı Kerîm ve sünnetimle amel etmezse, dünyada ve âhirette helâk ve hüsrandadır.
Ümmetim Allâhü Teâlâ tarafından benim kelâmımı ve emrimi alıp amel etmek ve sünnetime tâbi olmakla emrolundular. Ve kim de benim sünnetime razı olursa Kur’ân-ı Kerîm’e razı olmuştur.


“Kim bana tâbi olup uyarsa o bendendir, kim de sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”

“Allâhü Teâlâ, kulunu benim sünnetime sarılıp amel etmesi sebebiyle cennete girdirir.”

“Ümmetimin fesâda uğradığı zaman sünnetim ile amel eden kimseye yüz şehit sevâbı vardır.”

“Benim sünnetimi ihyâ edip amel eden, beni ihyâ etmiştir. Beni ihyâ eden, cennette benimle beraberdir.”


Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnet-i seniyyelerine sarılıp amel etmek büyük bir nimet olup ona sarılmak lâzımdır.

(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2012/8/12.html)
Başlık: Reformcular Vazifelerini Yaptılar
Gönderen: Mücteba - 24 Ekim 2012, 07:42:45
Reformcular Vazifelerini Yaptılar

1960'larda, 70'lerde Osmanlıdan kalan son icazetli ulema, fukaha ve ziyalı Müslümanlar vefat ettikten sonra dinde reformcu, yenilikçi, değişimci yerli oryantalistler meydanı boş buldular ve İslam'ı içinden yıkma ve tahrip faaliyetlerine hız verdiler.

Aralarında vazife taksimi yaptılar.

Bir kısmı laik ve Kemalist reformculuk yapacak; İslam ile Kemalizm ideolojisinin uyumlu ve bağdaşır olduğu tezini savunacaktı.

Bir kısmı Farmason Afganî, Farmason Abduh ve onların tilmizi bozuk Reşid Rıza'yı bayraklaştıracaktı.

Bir kısmı tasavvuf ve tarikat düşmanlığı yapacaktı.

Bir kısmı, Ehli Sünneti yıkmak için İmam Ebû Hanifeyi kötüleyecekti.

Bir kısmı Sünneti ve hadîsleri inkar edecekti.

Bir kısmı üç hak ibrahimî din vardır, üçünün bağlıları da Cennetliktir sapık inancını çıkaracaktı.

Bir kısmı, re'y ve heva ile Kur'an tercümesi, meali, tefsiri yazıp Müslümanların aklını karıştıracaktı.

Bir kısmı mezhepsizlik yapacaktı.

Bir kısmı Fazlurrahmacılık, bir kısmı İbn Teymiyecilik, bir kısmı Mutezile, bir kısmı İbahiye, bir kısmı Haricilik...

Velhasıl Ehl-i Sünnet İslamlığına yüz koldan saldırdılar.

Sünnî Ümmet birliğini yıktılar, ortaya yüzlerce İslamcılık fırkası, Protestanlık ekolü çıkarttılar.

Ooooh!.. Müslümanları bölmüş, parçalamış, birbirine düşürmüşlerdi.

Ehl-i Sünnet birliği gitmiş, yerine İslam Protestanlığı mozaiği gelmişti.

Müslümanlar birbirine girmişti. O'cular, Şu'cular, Bu'cular...

Herkes din hakkında kendi re'y ve hevasıyla konuşuyor, ahkam kesiyordu.

Ümmet şuuru gitmiş, yerine fırka ve cemaat holiganlığı gelmişti.

Zaten Siyonistlerin, Haçlıların, emperyalistlerin, sömürgecilerin, münafıkların, BOP'çuların istediği de bu değil miydi?

Doğrusu din tahripçileri kendilerine verilen vazifeyi yapmışlardı ama âhiretlerini de, ebedî saadetlerini de berbat etmişlerdi.

Onlar, âhiretlerini berbat edecek ne yapmışlar?

Ümmet birliğini parçalamış olmak kendilerine kötülük olarak yetmez mi?


Mehmet Şevket EYGİ - 24 Ekim 2012 Çarşamba
Başlık: İ'tikad: Ashâb-ı Kirâm'ı Sevmek Vazifemiz
Gönderen: Mücteba - 26 Ekim 2012, 00:23:40
İ'tikad: Ashâb-ı Kirâm'ı Sevmek Vazifemiz

Ashâb-ı Kirâm’ın hepsine hürmet etmek ve onlar hakkında ileri geri konuşmayıp onları hayırla yâd etmek vâcibdir. Çünkü Allâhü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetlerinde onları medhetmiştir. Bunlardan biri “O gün ki göreceksin o erkek ve kadın mü’minleri, önlerinde ve sağlarında nurları koşuyor...” meâlindeki (Hadid Sûresinin 12.) âyet-i kerîmesidir. Resûlüllah da onları sevmiş ve birçok hadîs-i şerîfinde medhetmiştir. Bir hadîs-i şerîfinde “Ashâbıma ezâ eden bana ezâ etmiş olur, bana ezâda bulunmuş olan da Allâhü Teâlâ’ya ezâ etmiş gibi olur.” buyurmuşlardır.

Dört mezheb imamlarımız da, Ashâb’ın arasında meydana gelen şeylerin hiçbirisi hakkında konuşmamak îcâb ettiğini bildirmişlerdir. Bu meselelerde dilini tutmalı ve onların sadece güzel ahlâk ve meziyetlerini anlamaya çalışıp onlara muhabbet etmeli; onların ahlâkı ile ahlâklanmaya çalışmalıdır. Resûlullâh’ın bütün Ashâbı hidâyet üzeredir. Onların tamâmı âdildirler; onlardan bizlere her tebliğ edilen şey haktır, doğrudur. Hadîs-i şerîfte: “Benim ashâbım gökteki yıldızlar gibidirler, hangisine uyarsanız hidâyet bulursunuz.” buyurulmuştur.

Her kim Ashâb-ı Kirâm’ın dindeki gayretlerini, mallarını, canlarını Allah ve Resûlü’nün uğrunda harcadıklarını bilirse, onların şanlarının büyüklüğünde şüphe edemez, onların hepsini sever. Bu hâl, kendisini onlar aleyhinde konuşmaktan alıkoyar, onlardan herhangi birini kötülemeyi îmâna aykırı görür.

Müslümanlar için en güzeli, kendi nefsimizin ayıplarıyla meşgûl olmak, kendi kalblerimizi günahlardan temizlemeye çalışmaktır, onlardan dilimizi tutmak, aralarında geçenleri Allâhü Teâlâ'ya havâle eylemektir.

Resûlullâh’ın ehl-i beytini seven ve onun bütün ashâbına hürmet eden, onların aralarındaki ihtilâfları hak için olduğuna yoran kimseler, ehli sünnet ve cemâata dâhildir, Hâricîlerden, Râfizîlerden uzaktır.

Ehl-i beyti sevmemek Haricîliktir, Ashâb-ı Kirâm’ı sevmemek de Râfizîliktir. Ehl-i beyte muhabbet ile beraber bütün Ashâb-ı Kirâm’a tâzîm ve hürmet ise ehl-i sünnet yoludur.


(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2012/10/26.html)
Başlık: En Yüce Kelime: "Lâ ilâhe İllallâh Muhammedün Resûllullah"
Gönderen: Mücteba - 02 Kasım 2012, 05:33:16
En Yüce Kelime: "Lâ ilâhe İllallâh Muhammedün Resûllullah"

Hz. Ali (r.a.), Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Meleklerin büyüğü Cibril (a.s.) dedi ki: “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün Resûlullah” kelimesinden daha yüce ve daha büyük bir kelimeyle yeryüzüne inmedim. Gökler ve yerler bu kelimeyle ayakta durur. Ağaç, taş, toprak, deniz her şey bu kelime ile düzenini sürdürür.
Haberiniz olsun ki bu, ihlâs kelimesidir. Biliniz ki bu İslâm kelimesidir. Yine haberiniz olsun ki bu Allâh'a yaklaştıran kelimedir. Biliniz ki bu takvâ kelimesidir. Yine biliniz ki bu necât (cehennemden kurtuluş) kelimesidir. Haberiniz olsun, bu en yüce kelimedir.
Bu kelime terazinin bir kefesine, gökler ve yerler de diğer kefesine konulsa, muhakkak bu kelime ağır gelir.”

“Lâ ilâhe illAllah” kelime-i tevhîdi, “Muhammedün Resûlullah” ile birlikte söylenmesi meşhûr olduğundan her ne vakit yalnız birincisi söylense yahut yazılsa ikincisi de söylenmiş ve yazılmış olur. Aksi halde yalnız “Lâ ilâhe illallâh” tevhîdi ile Yahudi ve Hıristiyanların tevhidi arasında ne fark kalırdı? “Muhammedün Resûlullah” bu farkı meydana çıkarmaktadır. İbn-i Melek merhûm Şerh-i Meşârık'ta da böyle demiştir.

Tevhîd, Resûlullâh Efendimizin peygamberliğine inanmadıkça fayda vermez. Çünkü bu iki kelime arasında kuvvetli bir alâka vardır. İkisi birlikte söylenince tamam olur.

“Lâ ilâhe illAllah” denilince, bundan iki şehadet birden (Muhammedün Resûlullâh) kasdedilmiş oluyor. Böyle olmamış olsaydı, Yahudiler de, hattâ Hıristiyanlardan bir kısmı da Lâ ilahe illAllah diyor; ama bundan Muhammedün Resûlüllah'ı hiçbiri kasdetmiyor. O halde “Lâ ilâhe illAllah” İslam dininde iki şehâdetin alemi olmuştur. Fetih sûresi, âyet: 28 ve 29. âyetlerinde bu hususa işaretle buyuruluyor ki -meâlen-: “O Allâhü Teâlâ'dır ki resûlünü hidâyet ve tevhîd ve İslâm dîni ile gönderdi. O İslâm dîni diğer bütün hak dinlerin hükümlerini nesh ve bâtıl dinlerin fesâdını ortaya çıkardı. Onun resûlü olduğuna Allâhü Teâlâ’nın bu şâhidliği kâfidir. Muhammed Allah'ın Resulüdür. Onun beraberinde bulunanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli, birbirlerine karşı ise pek merhametlidirler.”


(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2012/11/2.html)
Başlık: "Geçen asırda zuhura gelen her fesad, kötü âlimlerin şeametinden oldu..."
Gönderen: Mücteba - 22 Kasım 2012, 16:41:41
Mevzuu:
Şer'i hükümlerin tervici(değerini arttırma), dinin teyidi ve bunlarla alâkalı meseleler.
***
Not : İmam-ı Rabbani Hazretleri bu mektubu, Sadrı Cihana (Şeyh'ül - İslâm'a) yazmıştır.
***
Allah-ü Taâlâ, sizlere selâmet ve afiyet ihsan eylesin.
Şeri hükümlerin tervicine (değerini arttırmaya), Millet-i Mustafaviye'ye düşman olanların düşürülmesine dair haberleri duymak, mağmum Müslümanlara ferahlık getirmektedir; ruhların şenlenmesini sağlamaktadır.

Bu manada, Yüce Allah'a hamd olsun; önün Resulüne dahi salâtlar ve selâmlar..

Melik Kadir Allah-ü Taâlâ'dan dilenen odur ki: Bu gibi büyük işlerin yapılmasını artıra.. Beşir ve Nezir Nebi hürmetine.. Ona ve âline salât ve selâm..

Biz şuna inanıyoruz ki: Sadat-ı izamdan, ulema-i kiramdan gizlide ve aşikârede, bu Din-i Mübin'in takviyesine çalışanlar vardır. Bu zatlar, Sırat-ı Müstakim'in tekmiline de gayret ederler.

Bu yolda takati tükenen, gücü kalmayan ne yapabilir ki?.

***

Duyduğumuza göre: İslâm Sultanı, İslâmî istidadının güzelliğinden olacak; ulemayı aramakta ve onlara rağbet göstermektedir. Bunun için Allah'a hamd olsun.

Şu malum bir şeydir ki: Geçen asırda zuhura gelen her fesad, kötü âlimlerin şeametinden oldu. Bunun için, uyanık olmaya çalışmalıdır. Dindar ulemayı seçmelidir.

Şundan ki: Kötü âlimler, din hırsızlarıdır; onların bütün maksatları halk arasında makam, rütbe ve baş olmaktır. Allah'a sığınmak lâzım onların fitnesinden..

Evet.. O büyük âlimlerin faziletleri o dereceye kadar yükselir ki onların şanı şu hadis-i şerifte daha güzel anlatılır:


— «O âlimlerin mürekkepleri, kıyamet günü şehitlerin kanları il tartılacak; bunların mürekkepleri daha ağır gelecektir.»


Hiç şüphe edilmesin: İnsanların şerlisi, ulemanın şerlisidir; insanların hayırlısı dahi ulemanın hayırlısıdır.

***

İkinci bir talep daha var ki, o da şudur:

Bazı niyetler, beni Asker'e götürmeye zorladı. Ama, ramazan-ı şerifin gelmesi ile, Dehlî'de kalmak vaki oldu. Ramazan-ı şeriften sonra, inşaAllah-ü taâlâ o azizlerin hizmetine ulaşırız.


İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri  - Mektubat-ı Rabbani Cild 1, 194.Mektûb-u Şerif (http://www.sadakat.net/mektubat-i-rabbani/4359-194mektup.html)
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 28 Aralık 2012, 02:19:19
Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) Hazretlerinin naklen şöyle dediği anlatıldı:

"Bize hallerin ve vecidlerin tümü verilse, hakikatimiz dahi, ehl-i sünnet vel-cemaat akidesi ile temiz ve müzeyyen olmayınca; o halleri ve vecidleri perişanlıktan başka bir şey olarak görmeyiz. 
Eğer zahirimizde kusur ve noksanlık olsa; hakikatimiz dahi, ehl-i sünnet vel-cemaat itikadına uygun olsa, biz bunda hiç beis görmeyiz.."

İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri  - Mektubat-ı Rabbani Cild 1, 193.Mektûb-u Şerif (http://www.sadakat.net/mektubat-i-rabbani/4360-193mektup.html)
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 22 Mayıs 2013, 11:29:28
"Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“… Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırkadan başkası cehennemliktir.”
'O hangi fırkadır, yâ Resûlallâh?' diye sorulduğunda Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
“Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.” buyurdu.
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)

(http://www.fazilettakvimi.com/public/resimler/site/figur.png)


İtikadda ve Amelde Mezhebler

Sahih ve makbul inançların neler olduklarını İmam Ebû Mansur Mâtüridî ve İmam Ebu'l-Hasen Eş’arî Hazretleri Kur’ân-ı Kerim’den ve hadîs-i şerîflerden derleyip bu ümmete anlatmışlardır:

Bu iki büyük islâm âlimi, Müslümanların itikat (inanç) meselelerinde imamlarıdır. Esasta birdirler. Aralarında sadece bazı teferruatta ihtilaf vardır. Bu iki imamın yolu itikatta, inançta Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat mezhebidir. Yâni Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ve mübarek sahabîlerinin yoludur. Bunların dışında kalan Mutezile, Cebriye, Kaderiye, Bâtıniyye, Karmatiyye, Şia ve diğer fırkaların inançlarında hatalar, bozukluklar, bid’atler vardır.

Her Müslüman, inanç meselelerinde ya İmam Mâturidî’yi veya İmam Eş'arî’yi takip ve taklit etmelidir. “Benim mezhebe ihtiyacım yok, ben Kur’ân ile Sünnet’e bakarım...” diye konuşanlar büyük hata işlemektedirler. Bin seneden beri nice büyük âlimler, mürşidler, sâlihler, arifler bu iki imamdan birine tâbi olmuşlardır. Bu mevzuda bin küsur yıllık bir icmâ-ı ümmet vardır. Bu mezheplerden ayrılan bilgisizler sapıtmış ve sapıttırmışlar, Ehl-i Sünnet’in dışına çıkmışlardır.

Peygamberimiz ve sahabîler devrinden sonra İslâm dünyasında “Mutlak müçtehitler” yetişmiş, bu büyük zatlar Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini ve Peygamberimiz’in (s.a.v.) hadîslerini mükemmel bir şekilde inceleyerek, dinimizin bütün amel meselelerini büyük bir vukufla açıklamışlar, hükümleştirmişlerdir. Bu mutlak müçtehitlerin mezheplerinden dört zatın mezhebi, İslâm dünyasında ‘amelde mezheb’ olarak kabul edilmiş ve yayılmıştır. Bu mezhepler: Hanefî, Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî’dir. Bütün Müslümanlar amelde, bu dört mezhepte birleşmişlerdir.

(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2013/5/22.html)
Başlık: Hâce Muhammed Bahâiiddin Şâh-ı Nakşibend (k.s.) Hazretleri Buyurdular ki
Gönderen: Mücteba - 31 Mart 2014, 13:08:06

Hâce Muhammed Bahâiiddin Şâh-ı Nakşibend (k.s.) Hazretleri Buyurdular ki:

"Bizim yolumuz ender bulunan yollardandır. Ürvetü'l-Vuskâ'; sağlam halkadır.
Resûlullâh Efendimiz'in (s.a.v.) sünnet-i seniyyesine sarılmaktan, Ashâb-ı Kirâm'ın takip ettiği yolu takip etmekten başka bir şey değildir."


(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2014/3/2.html)
Başlık: Ynt: İşte 73 fırkanın listesi
Gönderen: Mücteba - 10 Kasım 2015, 11:23:27
(قَالَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: تَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى بِضْعٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً، أَعْظَمُهَا فِتْنَةً عَلَى أُمَّتِي قَوْمٌ يَقِيسُونَ الأُمُورَ بِرَأْيِهِمْ، فَيُحِلُّونَ الْحَرَامَ وَيُحَرِّمُونَ الْحَلالَ. (ك

“Ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılacaktır.
Bunlardan ümmetim için en büyük fitne, dinin hükümlerini kendi görüşü ile kıyas edenler; helali haram, haramı helal sayanlardır.”

(Hadîs-i Şerîf, Hâkim, el-Müstedrek)
Başlık: Mezhepsizlik Fitnesi Nasıl Çıktı?
Gönderen: Mücteba - 08 Şubat 2016, 02:38:47
Mezhepsizlik Fitnesi Nasıl Çıktı?

Müslümanlar arasındaki dehşet verici kafa karışıklığının başlangıcı 1970'lere dayanır. O tarihlerde Diyanet'e hakim olan zihniyet, Osmanlı idaresindeki Suriye'den Mısır'a kaçmış olan reformcu ve yenilikçi Reşid Rıza'nın Telfik-i Mezahib (Mezheplerin fıkıh hükümlerini karışık olarak uygulamak) lehindeki kitabını Osmanlıca'dan bugünkü Türkçeye çevirtip yayınlamıştı.

Bendeniz o zaman Almanya'da sürgünde bulunuyordum. 1974'te Af Kanunu çıktıktan sonra vatanıma döndüğümde şöyle bir vak'a anlatmışlardı: Bir cami, kürsüde turfa bir vaiz haykırıyor "Ey Müslümanlar! Problemlerimize çare ve çözüm getirecek çok değerli bir kitap ayınlandı. Ankara'dan yeterli miktarda getirttik, camiden çıkarken birer nüsha alınız..." Bu kitap Telfik-i Mezahib kitabıymış...

Zehi gaflet!... Farmason, taqiyyeci, yalancı, Müslümanları aldatan, Halife-i Müslimîn Gazi Sultan Abdülhamid-i Sanî hazretlerini bir İngiliz ajanı ile birlikte tahttan indirme planları yapan Cemalüddin Efganî'nin talebesi Abduh'un şakirdi bir adamın yanlış bir tezi savunan kitabını okuyarak Müslümanlar kurtulacakmış...

Bu zihniyet, ictihad yapmaya ehliyeti olmayan kimselerin işkembeden ictihad yapmalarını tavsiye ediyordu. Eskiden ümmet dört büyük müctehide bağlıydı. Şimdi bozukların ve bid'atçilerin sayesinde yüzbinlerce naylon müctehidimiz oldu.

"Kur'ân Yahudileri ve Hıristiyanları İslâm'a çağırmıyor..." diyenler bile çıktı.

Vah vah, ne günlere kaldık!..

Kıyamet'e kadar kapanmayacak bir fitne fesat, nifak şikak, çekişme, verimsiz tartışma kapısını açtılar.

Birtakım mezhepsizlerin iddia ettiği gibi dört hak mezhep bir bölünme değildir. Asıl bölünme mezhepsizliktir. Ehl-i Sünnet içinde dört fıkıh sistemi vardır. Mezhepsizlikte ise on binlerce, yüz binlerce sistem değil, sistemsizlik, kafa karışıklığı bulunmaktadır.

Artık bu işler kolay kolay düzelmez.

Mezhepsiz bid'atçiler ictihad yaptıklarını, dini doğrudan doğruya Kur'ân'dan öğrendiklerini, Kutsal Kitabımızı doğru şekilde tefsir ettiklerini sanıyorlar. Bu zan onları gururlandırıyor, kendileriyle iftihar ediyorlar, kibre düşüyorlar.

Birtakım Rafizîler de bu toz duman, bu kargaşa içinde pür ümid bekliyor. Ehl-i Sünnet Müslümanları kendi fıkıhlarını bırakacak ve onların mezhebine girecek.

Zehi gaflet... Zehi gaflet...

Mezhep ve fıkıh lehindeki bir yazımı iktibas etmiş olan internet sitesine bir okuyucu şu mail'i göndermiş: "İbn Arabî'yi destekleyenin imanından şüphe ederim."

Ne kadar aşırı fikirlerdir bunlar.

Mezhepsizlik Arap ülkelerinde Müslümanları yüceltti ve kurtardı mı ki, Türkiye'de kurtarsın?

Mezhepler putmuş... Ne hezeyanlar ne hezeyanlar...

Bu konuları Şiî kardeşlerimle tartışmak istemem. Onları kendi hallerine bırakırım. Benim sözüm Ehl-i Sünnet Müslümanlarınadır. İslâm'ı doğru anlamak ve uygulamak istiyorsanız, dört mezhepten birinin fıkhını kabul edeceksiniz ve (istisnaî ve zarurî) haller dışında bütünüyle uygulayacaksınız.

İtikatta İbn Teymiyye ve onun gibi aşırılara tâbi olmayacak, Ehl-i Sünnet imamlarına ve gerçek ulemaya tâbi olacaksınız.

Kur'ân'ı kendi re'yinizle ve hevanızla yorumlamayacaksınız.

Dinde reformculuktan ve yenilikten ateşten kaçar gibi kaçacaksınız.

Resulullah Efendimiz'in (sallalahu aleyhi ve sellem) sünnetine sımsıkı sarılacaksınız.

Ashab-ı Kiram'ın tamamını sevip sayacaksınız.

Onların bazısının arasında bundan 1400 sene evvel cereyan etmiş bazı üzücü hadiseleri dinin esası olarak kabul etmeyecek ve bunlar hakkındaki hükmü Âdil-i Mutlak olan Yüce Rabbimiz'e bırakacaksınız.

Velhasıl din konusunda tartışmayacaksınız, çekişmeyeceksiniz.

Bilmeyenler bilenlere tabi olacak. Yüce Kur'ân'da "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" buyurulmuştur.

İslâmî hiyerarşiye riayet edeceksiniz. Mezhebi, fıkhı inkar etmek bir ordudaki rütbeleri, hiyerarşiyi, disiplini inkar etmek gibidir.

Bizi Resulullah'a, O'ndan, Yüce Rabbimiz'e ulaştıran nuranî bir silsileye bağlanmak zorundayız.

Bu silsile gerçek fakihlerin ve mürşidlerin silsilesidir.

Mezhepsizlikte silsile milsile, icazet micazet yoktur. Mezhep devamlılıktır, mezhepsizlik kopukluktur.

Bazı mezhepsiz kardeşlerimi uyarıyorum. Bendenize sövüp sayarak, hakaret ederek, saçma sapan konuşarak bir yere varamazsınız.

Tefsir ve fıkıhta Resulullah Efendimiz'in iki büyük talebesi vardı. İbn Abbas ve İbn Mes'ud (radiyAllahu anhüma) hazretleri. Onlar Tabîi'nden talebe yetiştirdiler. Onlar da tebe-i Tabiî'nden... Böylece karnen ba'de karnin (bir nesilden öteki nesle) icazetli gerçek müfessirler ve fukaha yetişti. Bu devirde gerçek İslâm'ı onlar anlatıyor, öğretiyor. Bu muhterem zevata tabi olmakta büyük yararlar vardır.

Resulullah'a geçerli ve sahih bir silsile ile bağlı icazetli gerçek ulemaya, fukahaya, müfessirlere, muhaddislere ve diğer din bilginlerine bağlananlar Mevlalarını bulurlar. Bunları inkar edip, dini kendi nefs, heva ve cehaletleriyle yorumlamaya yeltenenler ise, yanlış yorumları yüzünden korkarım belalarını bulacaklardır.

Seçim bize aittir.



Mehmet Şevket EYGİ
Başlık: Mezhepsizlik En Tehlikeli Bid'attir
Gönderen: Mücteba - 08 Şubat 2016, 02:39:39

Mezhepsizlik En Tehlikeli Bid'attir (Bedir Yayınevi)

Son zamanlarda ülkemizde Arap dünyasından veya Pakistan taraflarından gelen mezhebsizlik rüzgârları estirilmektedir. İslam Şeriati'ni yıkmayı amaçlayan mezhebsizliği iki zümre destekliyor:

Birinciler, İslam'ın fıkıh hükümlerini, dünyaya ait ahkâmını ortadan kaldırıp dinimizi bir hümanizmaya çevirmek isteyen reformculardır. Bunların içinde bazı İlâhiyat profesörleri bile vardır. Maalesef, din işlerine karışmamaları gereken bazı resmî laik çevreler de, bu cereyanı desteklemekte, yönlendirmekte, uğrunda büyük meblâğlar harcamaktadır.

İkinci sınıf mezhebsizler, zâhirde dindar ve tâvizsiz görünen bazı mutaassıplardır ki, onlar kendi bozuk itikadlarını ve sapık mezheblerini Türkiye'de yayabilmek için sünnî mezhebleri yıkmak gayesini gütmektedir.

Birtakım câhillerin ağzında şu cümle sakız olmuştur: "Asr-ı Saadette mezheb var mıydı? Yoktu. O halde mezheb bid'attir!"

Bunlara deriz ki: Asr-ı Saâdet'te, Kur'an-ı Kerim de, baştan sona kadar tek bir Mushaf halinde yazılmamıştı. Huffâzın hâfızalarında, parçalar halinde şurada burada yazılmış bulunuyordu. Yemâme savaşında Ashab-ı Kiram'dan hayli hâfızın şehid olmaları karşısında endişeye düşen bazı sahabe Halife-i Müslimîn Hazret-i Ebûbekr'e müracaat ederek, Kur'anın kitap halinde yazılmasını talep etmişler ve ondan sonra ilk Mushaf ortaya çıkmıştır. Asr-ı Saâdet'te yoktu diye Mushaf'a bidat denilebilir mi? İşte Mushaf Kur'an'ın ilâhî nazmını, mezheb de, o nazmda ve onun tefsiri mâhiyetinde olan Sünnet'teki Şeriat hükümlerini bir araya getiren bir müessesedir. Elzemdir, faydalıdır, zarûrîdir.

Bazı makaleler, risâleler, kitaplar vardır ki, isimleri muhteviyatlarından daha önemlidir. İşte Türkiye Müslümanlarına sunduğumuz bu kitabın birinci bölümünü teşkil eden, merhum Muhammed Zâhid el-Kevserî'nin (Düzcelidir) "Mezhebsizlik Dinsizliğe Köprüdür" başlıklı makalesi ile, onu takib eden ve Suriye ulemasından Said Ramazan el-Bütî'nin te lif ettiği "Mezhebsizlik İslam Şeriati'ni Tehdit Eden En Tehlikeli Bid'attir" kitabının başlıkları böyledir. Hicrî 14'üncü asrın, miladî 20'nci asrın iki büyük din âlimi, işte Müslümanları bu başlıkları taşıyan yazılarıyla uyarıyorlar.

Mezhebsizlik İslam Şeriati'ni yıkmak, on dört asrın birikimi olan İslam kültürünün hukuk hazinesini dışlamak; ilâhî nizam olan İslam'ı ya bir hümanizma, yahut da bir ideoloji derekesine düşürmek demektir.

"Herkes dinini Kur'an'dan öğrensin, mezheblere lüzum yoktur..." fikri tatbikatta anarşi doğurur. Mezhebsizler de namaz kılmayı, abdest almayı, orucun ahkâmını ilmihal ve fıkıh kitaplarından, yâni mezheblerden öğrenmektedir.

Mezhebsizlik İslam Dünyası için bir çare ve çözüm değil, bir intihardır.

(...)

Ubeydullah Küçük (Kitabın Önsözünden)



(http://www.camlicakitap.com/public_depo/kitaplar/buyuk/183.jpg)

Mezhepsizlik En Tehlikeli Bid'attir

Said Ramazan El-Bûtî
Bedir Yayınları
(http://www.camlicakitap.com/kitap/mezhepsizlik-en-tehlikeli-bid-attir-183)

Kategori: İtikadi Mevzular
Sayfa: 200
Stok: 8
Boyut: 13x19,5 cm
Dil: Türkçe
ISBN: 975-8514-431 (http://www.camlicakitap.com/kitap/mezhepsizlik-en-tehlikeli-bid-attir-183)[/size]
Başlık: İtikat, Amel ve İhlâsta Ehl-i Sünnet’e Uymanın Önemi
Gönderen: Mücteba - 11 Nisan 2016, 02:23:26
İtikat, Amel ve İhlâsta Ehl-i Sünnet’e Uymanın Önemi

İslâm tarihinin muhtelif devirlerinde çeşitli sapmalar yaşandı. Bazı gruplar / zümreler / mezhepler, İslâm’ın özünden / esasından uzaklaşarak bir takım yanlış itikatlara sahip oldular, yanlış yollara yöneldiler. Bu cümleden olarak Râfızîler ve Hâricîler’den Bâtınîler’e, Cebriye’den Mu’tezile’ye kadar pek çok değişik fırka, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) yolundan / sünnetinden uzaklaştıtılar…

Son dönemlerde bu sapmalara bir yenisi daha eklenmiş bulunuyor. Bir takım şahıslar, Rasûlullah’ın (s.a.v.) sünnetini reddediyor... “Kur’an’ı okuruz, Rasûlullah’tan gelen bir açıklamaya muhtaç olmadan onu kendi başımıza anlarız” diyorlar. “Yalnızca Kur’an” diyerek, Kur’an-ı Kerim'in hayata geçirilmesi ve uygulanması anlamına gelen Sünnet-i Seniyyeye yüz çeviriyorlar!

Halbuki “yalnızca Kur’an” sloganı ile ortaya çıkan bu sapık “Sünnet’i terketme” akımı, bizzat Kur’an’ın hükümlerini gözardı etmektedir. Çünkü Sünnet, Kur’an’ın bir tefsiridir, açıklamasıdır… Ve daha da önemlisi Cenab-ı Hak; ümmeti yalnızca Allah’a (Kur’an’a) itaatle yükümlü kılmamış, onunla birlikte Rasûl’e de itaati emretmiştir.

Bu sebeple İslâm, ancak sünnetle birlikte gerçek İslâm olur. Kur’an ümmet tarafından, ancak Sünnet’in yardımıyla anlaşılıp uygulanabilir. Sünnet ise, bizlere değerli Ehl-i Sünnet âlimlerince en güzel biçimde aktarılmış ve açıklanmıştır.

Ehl-i Sünnet âlimleri “Sünneti terketmiş İslâm” tehlikesine karşı, Ehl-i Sünnet itikadının temellerini genç nesle aktaran ve bu itikadın önemini vurgulayan pek çok eserler yazmışlardır.

Fitnenin her yanı sardığı bu asırda, yegâne kurtuluş kapısı; 1400 küsür yıldır açık duran ve kıyamet sabahına kadar da kapanmayacak olan muhteşem Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat köşkünün kapısıdır. Bütün mesele, o kapıdan girip oranın mukimleri olan mümtaz topluluğun arasında yerini alıp sabit kalabilmektir.

Dilerseniz sözü fazla uzatmadan, biz aradan çekilelim, mevzuyu en selahiyetli kelam ve kalem erbabına bırakalım.


***

İslâmiyet’ten kıl kadar ayrılmamak


Nakşî yolu silsilesinin 23’üncü halkası, hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbani Ahmed Farukî es-Serhendî (k.s.) hazretleri, müntesiplerinden Seyyid Mahmud’a (rh.) yazdıkları mektuplarında, “Allah (c.c.) bizleri Peygamberimizin (s.a.v.) şeriatı üzere istikamet ve Yüce Zâtına tamamen yönelmekle rızıklandırsın….” diye duadan sonra, şu önemli nasihatlerde bulunuyor:

Aziz kardeşim, bilmelisin ki; ebedî kurtuluşa erişmek için üç şeyin tedâriki insan için elbette ki lâzımdır, kaçınılmazdır. Bu üç şey; ilim, amel ve ihlâstır.

İlim iki kısımdır:

Bir kısım vardır ki, bundan maksat ameldir. Bu ilmin açıklamasını fıkıh ilmi üstlenmiştir.

Diğer bir kısım vardır ki, bundan maksat da sadece kalbî yakin (kesin kanaat) ve inançtır. Bu kısım Fırka-yi Nâciye’yi temsil eden Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin görüşleri doğrultusunda kelâm ilminde bütün tafsilatıyla açıklanmaktadır. Ehl-i Sünnet büyüklerinin yoluna uymadıkça kimsenin kurtuluş beklemeye dahi hakkı yoktur. Eğer kıl kadar bunlara aykırılık söz konusu olursa iş tehlikede demektir. Bu tesbit, güvenilir keşif ve açık ilham açısından da kesinlik kazanmıştır. Bunun aksi olma ihtimâli yoktur. Ehl-i Sünnet büyüklerinin yoluna tâbi olmaya ve onları taklid etmeye muvaffak olana ne mutlu! Bunlara aykırı olanlara da yazıklar olsun! Onların yolundan ayrılan ve ana esaslarını reddederek bunların cemaatından ayrılan kimse, hem kendi sapmıştır hem de başkalarını saptırmıştır.

Ehl-i Sünnete muhalif olan bu kimseler, Allah’ın ahirette görülebileceğini ve şefâati inkâr etmişlerdir. Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber olmanın ne kadar fazilet ifade ettiğini ve ve sahabenin üstünlüğünü görememiş, Peygamberimizin ailesine ve Fatıma validemizin evlatlarına muhabbetten mahrum kalarak Ehl-i Sünnet’in nail olduğu bir çok hayırdan mahrum kalmışlardır. Sahabe kendi arasında ittifak etmiştir ki, aralarında en üstün olan Ebu Bekir’dir. (RadıyAllahu anhum ecmaîn)

Sahabenin hallerini en iyi bilen biri olarak İmam Şâfiî (rh.) der ki; ‘İnsanlar Rasûlullah’tan (s.a.v.) sonra zora düştü ve gök kubbenin altında Ebu Bekir’den (r.a.) daha hayırlı birisini bulamadılar. Onu başlarına halife seçtiler.’ İmam Şâfiî’nin bu sözü açıkça işaret etmektedir ki, sahabe Ebu Bekir’in (r.a.) en üstün olduğu hususunda ittifak etmiştir. Bu da onun sahabenin en üstünü olduğu hususunda icma’ olduğunu gösterir. Dolayısiyle Ebu Bekir’in (r.a.) en üstün olduğu hükmü kesin olup inkârı mümkün değildir.

Rasûlullah’ın Ehl-i Beyt’i de Hz. Nûh’un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur, geri kalan ise helak olur. Bazı ârifler der ki; Rasûlullah (s.a.v.) ashabını yıldızlara benzetmiştir. [Deylemî, el-Firdevs, Hadis no: 6497] “Yıldızlarla onlar yollarını bulurlar.” [Nahl suresi, 16] Kendi ailesini de Nûh’un gemisine benzetmiştir. Bu da gösteriyor ku, Nûh’un gemisine binenin mutlaka helakten emin olmak için yıldızları takip etmesi gerekir. Yıldızları gözetmedikçe kurtuluş imkânsızdır.

Şu da bilinmelidir ki; onların birini(nin kadr u kıymetini/menevi değerini kabul etmeyip) inkâr etmek, hepsini inkâr etmek gibidir. Zira onlar Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber olma nimetinde ortaktırlar. Nebî (s.a.v.) ile beraber olma fazileti ise, bütün fazilet ve kemâlatın üstündedir. Bu sebeple Tâbîn’in en hayırlısı olan Üveys el-Karanî, Peygamberimizle beraber olanların en aşağı derecesinde olan kimsenin bile seviyesine erişememiştir. Ne olursa olsun, Peygamberle birlikte olma şerefine denk hiçbir şey yoktur. Nitekim onların imanı, Efendimiz Aleyhissalâtu vesselâmla beraberlikleri ve vahyin inişine şahit olmaları vesilesiyle (gaybî değil) şuhûdîdir. (Yani bizzat görerek, müşâhede ederek bilmek ve inanmaktır.) Sahabeden sonra imanın bu derecesi hiç kimseye nasip olmamıştır. Ameller ise imanın dalları mesabesindedir. Bu bakımdan amllerin kemâli (olgunluğu) imanın olgunluğuna bağlıdır.

Sahabe arasında cereyan eden bazı görüş ayrılıkları ve siyasî münakaşalar / tartışmalar, üstün şahsiyetlerine yaraşan iyi gerekçelere dayandırılmalıdır. Bu tartışmalar nefsanî arzular ve cahillik sebebiyle olmamıştır. Bilakis bu gibi olaylar, dinî içtihat ve ilimden neş’et etmiştir. Onların bir kısmı içtihadında hata etmiş olsa bile, içtihatta hata edene de Allah katında mükafat vardır. İşte Ehl-i Sünnet’in seçtiği ifrat ve tefrit arasında bulunan orta yol budur. Ayrıca en güvenli ve en sağlam yol da budur. [İfrat; bir şeyi isbat (olumlama) hususunda gösterilen aşırılık. Mesela Şîa’nın Hz. Ali (r.a.) ile ilgili tavrı bu kabildendir. Tefriz ise bunun tam aksine, bir şeyi red (olumsuzlama) hususunda gösterilen aşırılıktır. Şîa’nın Hz. Muâviye (r.a.) ile alakalı tavrı da buna iyi bir örnek teşkil eder.]

Hasılı; ilim ve amel şeriatten alınır. İlim ve amele nisbetle ruh mesabesinde olan ihlâsın tedariki ise, sûfîlerin yollarına girmeye bağlıdır. Sâlik, seyr-i ilAllah mesafelerini kat’etmedikçe ve seyr-i fillah mertebesine varmadıkça ihlâsın hakikatından uzak, bu işin ehli olanların sahip olduğu ihlâsın kemâlatından (olgunluğundan) da mahrumdur.

Şurası muhakkak ki; umumiyetle bütün mü’minler, gayret göstermeleri durumunda kısmen de olsa bazı amellerde ihlâs gösterebilirler. Fakat burada söz konusu ettiğimiz ihlâs, bütün fiil, söz, hareket ve tavırlarımızda zorlamadan, çalışıp çabalamadan, uğraşmadan kendiliğinden gerçekleşen ihlâstır. Bu ihlâs, afakî ve enfüsî ilahların yok edilmesine bağlıdır. Bu da fena, beka ve velayet-i hâssa makamlarına vardıktan sonra ele geçer. Ayrıca çalışıp çabaladıktan sonra zorla ele geçen ihlâs, sürekli değildir. Hakku’l-yakîn makamı olan ihlâsın sürekli olması için, bunun hiç zorlanmadan kendiliğinden ele geçmesi gerekir.

Allah’ın velî kulları ne yaparlarsa kendilerini tatmin için değil, bunu sadece Allah için yaparlar. Zira onların nefisleri Hakk’a kurban olmuştur. Bu sebeple ihlâs sağlamak için onların niyetlerini düzeltmeye ihtiyaçları yoktur. Nitekim fena fillah ve beka billah olmakla onlar daha baştan niyetlerini düzeltmişlerdir. Mesela bir kimse nefsi elinde esir olsa, her ne yaparsa onu nefsi için yapar. Niyeti böyle olsa da olmasa da durum değişmez. Nefsiyle olan bu alakası kesilip onun boyunduğundan kurtulup Hak Teala ile alaka kurmaya başladığında, artık yaptığı her işi Allah için yapacaktır. Böyle niyet etse de etmese de durum değişmez. Zira niyete ancak ihtimal söz konusu olduğunda ihtiyaç duyulur. Ama maksat kesin olarak belirginleştiğinde, niyet ile maksadı ayrıca tayine/belirlemeye hacet yoktur. “Bu Allah’ın bir lûtfudur; onu dilediğine verir. Allah, çok büyük lûtuf sahibidir.” [Cuma suresi, 4] Daimî ihlâs sahibi kimse, muhlâs (Allah tarafından ihâsa erdirilen) kullardandır. İhlâsı devamlı olmayan ve ihlâsı temin etmek için sürekli çaba harcamak zorunda kalan kimse, muhlislerdendir. Aralarında ne kadaaar fark vardır! [İmam-ı Rabbanî (k,s,), el-Mektubat, 1, 59]


***

Kurtuluş yolu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat yoludur


“Sözün özü;

Kurtuluş yolu, söz ve davranış, aslî ve fer’î mes’eleler itibariyle Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e -Allah sübhânehu sayılarını arttırsın- tâbi olmaktan ibarettir. Zira onlar, kurtuluşa eren fırkayı teşkil etmektedirler. Bugün bunu insanlar bilsin veya bilmesin, bir şey değişmez. Fakat yarın bunu herkes bilecek, amu bu bilginin kimseye faydası olmayacaktır.

Allah’ım! Ölüm bizi uyandırmadan sen bizi uyandır.” [İmam-ı Rabbanî (k,s,), a.g.e., 1, 69]

***

Nimete kavuşanın nimeti verene şükretmesi gerekir

“Aklen ve şer’an/dinen sabittir ki, nimete eren kişinin o nimeti kendisine verene şükretmesi vaciptir, ona karşı teşekkür borçludur. Şükrün vücubunun/gerekliliğinin nimetin büyüklüğü nisbetinde olacağı malumdur. Nimet ne kadar çok (ne kadar büyük) olursa, şükür de o nisbette vacip olur….

Nimetleri ihsan eden Allah Teala ve Tekaddes hazretlerine şükretmek, ancak şu esaslarla olur:

1. Fırka-i Nâciye (kurtulan fırka/zümre/taife/topluluk) olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in görüşlerinin gerektirdiği şekilde akîdeyi (inancı) düzeltmek…

2. Şer’i ve amelî hükümleri Fırka-i Nâciye müçtehitlerinin açıklamaları istikametinde yerine getirmek…

3. Sözü edilen Sünnî Fırka-i Nâciye’den olan büyük sûfîlerin seyr u sülûkuna uygun olarak nefsi tezkiye ve tasfiye etmek... [Seyr u sülûk: Hakk’a ermek için bir mürşid-i kâmilin rehberliğinde ve kontrolünde çıkılan ruhî-manevi yolculuk demektir. Bu yolun yolcusu olan derviş de, sâir, sâlik, ehl-i sülûk ve müsâfir gibi isimlerle anılır tasavvuf lisanında. ‘Tezkiye’, daha çok nefis hakkında kullanılır. ‘Nefsi tezkiye etmek’; onu temizleyip arındırmak demektir. ‘Tasfiye’ de saflaştırma, arındırma, pâk ve temiz hale getirme manasında kalpe birlikte kullanılır: ‘Kalbi tasfiye ekmek’ gibi.]

Bu son esasın gerekliği, diğerlerinin aksine, istihsanîdir; (yani yapılması/uyulması vacip değil, güzel bulunmuştur). Çünkü İslâm’ın aslı ilk iki esasa bağlıdır. Son esasla olan irtibatı/bağı, İslâmiyetin tamamlığı/kemâli ile ilgili olup dinin esasına taalluk etmemektedir. Kesif/yoğun mücahede ve ağır riyazetler türünden de olsa, bu üç asla muhalif olan ameller masiyet, isyan ve azgınlık olarak kabul edilir. Ve nimet ihsan eden Yüce Sultan’a (Allah Teala’ya) isyan etmekten öte bir mana taşımaz. Tam bir mücahede ve riyazet halinde olup bir dakikasını bile boş geçirmedikleri halde Hind Brahmanları ve Yunan filozoflarının çalışmaları, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) şeriatleri doğrultusunda olmadığı için, boşa giden ve kendilerini ahirette verilecek olan ecirden mahrum bırakan, bir katkı sağlamayan kısır çabalar olmuştur.

O halde yapılması gereken; Seyyidimiz / Efendimiz, günahlarımızın şefâatçısı, kalplerimizin tabibi Rasûlullah Muhammed’e (s.a.v.) ve hidayet yolunun önderleri olan Hulefâi- Râşidîn’e (r.anhum) tâbi olmaktır.” [İmam-ı Rabbanî (k,s,), a.g.e., 1, 71]

***

Dünya ve ahiret saadetinin temini Ehl-i Sünnet’e uymaya bağlıdır


“Bilmek gerekir ki; dünya ve ahiret saadetinin temini, Peygamberlerin Efendisine (s.a.v.) Ehl-i Sünnet âlimlerinin açkıladığı şekilde tâbi olmaya bağlıdır. Allah (c.c.) o âlimlerin bu yoldaki gayret ve çabalarını makbul buyursun. Bu da öncelikle bu büyük insanların görüşleri istikametinde akîdeyi/inancı düzeltmek; helâl-haram, farz-vacip, sünnet-mendup-mubah ve şüpheli olanın ilmini öğrenmek ve mutlaka bu öğrenilen ile amel etmekle mümkündür.

Bu itikadî ve amelî iki kanada sahip olduktan sonra şayet ebedî saadet için, İlahî inâyet takdir olunmuş ise ulvî âleme doğru yükseliş mümkün olur. Aksi takdirde hedefe ulaşmak ‘hartu’l-katâd’dır; sert ve dikenli olan ağacın dalını elle soymak ve sıyırmaktır. (Yani bu işi gerçekleştirmek hakikaten zor ve çetindir, hatta imkânsızdır; nafile çaba harcamaya gerek yok demektir. Bu tabirin karşılığı Türkçemizde “Boşa kürek çekmek” deyimiyle ifade edilmiştir.)…

Beyit: “Haazâ hüve’l-emru ve’l-bâkî mine’l-abes: İşte asıl mesele budur, gerisi boştur.” [İmam-ı Rabbanî (k,s,), a.g.e., 1, 75]

***

Her fırka kendisinin kurtuluşa eren zümre olduğuna inanır


“Yetmiş üç fırkadan her biri şerîata tâbi olduğunu iddia eder ve kurtuluşa erenlerden olduklarına kesin olarak inanır. ‘Her fırka kendi yanında bulunanla sevinmektedir’ [Mü’munûn suresi, 53] ayet-i kerimesi onların hallerini anlatır durumlarını açıklar.

Bu muhtelif gruplar arasından Fırka-i Nâciye’yi ayırabilmek için Nebiyy-i Sâdık (s.a.v.) Efendimizin açıkladığı delile gelince, o şu hadis-i şeriftir: “…Onlar, benim ve ashabımın bulunduğu hal üzere olanlardır.’ [Tirmizî, Sünen, Hadis no: 2641; Taberânî, el-Evsat, Hadis no: 4886]

Burada Sahib-i Şerîat (s.a.v.) Efendimizin sadece kendini zikretmesi yeterli olduğu halde ashabını da zikretmesi, ‘Benim yolum ashabımın yoludur ve kurtuluş yolu yalnızca onların yoluna ittibâ etmekten geçer’ manasında bir ilan için olabilir. Nitekim Allah Teala buyurmuştur ki: ‘Kim Rasûle itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.’ [Nisa suresi, 80] Rasûle itaat Allah’a itaatın ta kendisidir. Ona itaat etmemek ise Allah Teala ve Tekaddes hazretlerine isyan etmektir.

Allah sübhânehu, Rasûle itaat etmediği halde Allah’a itaat ettiğini ileri süren bir topluluğun durumunu haber vermiş ve onların küfrüne hükmetmiştir. Ayet şöyledir: ‘Allah ile rasûllerinin arasını ayırmak isterler: kimine inanırız kimini inkar ederiz, derler; bu ikisinin (inanmakla inkârın) arasında bir yol tutmak isterler.’ [Nisa suresi, 150]

Ashabın yoluna tâbi olmaksızın Nebî’ye (s.a.v.) ittibâ iddiası bâtıl bir iddiadır. Hatta bu iddia bilfiil Allah Rasûlüne (s.a.v.) isyandır, karşı gelmedir. Böyle bir yolla kurtuluşa ulaşmak ne mümkündür?! ‘Kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını, (doğru yolda olduklarını) sanacaklardır. İyi bilin ki, onlar yalancılardır’ [Mücadele suresi, 18] ayet-i kerimesi onların haline uymaktadır.

Efendimizin (s.a.v.) ashabına ittibâya sarılan fırka, şüphesiz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat fırkasıdır. Allah onların çalışmalarını-çabalarını mükâfatlandırsın. O, Fırka-i Nâciye’dir (kurtuluşa eren fırkadır). Şîa ve Hâricîler gibi Allah Rasûlünün ashabına dil uzatanlar, onlara tâbi olmaktan mahrumdurlar. Mu’tezile de tek başına sonradan ortaya çıkmış bir mezheptir….

… Ashaba dil uzatmak, hakikatte Allah Rasûlüne dil uzatmaktır. Ashaba saygı göstermeyen, Allah Rasûlüne iman etmemiştir. Çünkü onların kötü olması, onların arkadaşının da kötü olması sonucuna varır ki, bu denli çirkin bir itikaddan Allah’a sığınırız.

Bu arada, Kur’an ve hadisler yoluyla bize ulaşan şeriat hükümleri, ancak sahabe vasıtasıyla bize ulaşmıştır. Şayet sahabe ayıplanırsa, onların yapmış olduğu nakillerin de ayıplı ve kusurlu olması gerekir. Bu nakil işi de sahabenin bir kısmına hâs değildir. Bilakis sahabenin hepsi adâlette, doğrulukta ve tebliğ işinde eşittir. Onlardan hangisi olursa olsun birisine dahi dil uzatmak, dine ta’ne etmek demektir ki, bu denli çirkin bir durumdan Allah’a sığınırız.

Sahâbeye (r.anhum) dil uzatanlar;

- ‘Aslında biz de sahabeye tâbiyiz ama sahabeye tâbi olmak hepsine tâbi olmayı gerektirmez. Hatta sahabenin görüşleri ve mezhepleri muhtelif olduğu için hepsine tâbi olmak zaten mümkün de değildir’ derse, şöyle cevap veririz:

- Sahâbenin bazısına tâbi olmak, ancak diğerlerini inkâr etmedikçe faydalıdır. Diğerleri inkâr edildiği zaman ötekilere mütâbaat da gerçekleşmez. Nitekim Hz. Ali (kerramallâhu vechehu) üç halifeye de saygı ve ihtiram gösterirdi. Onlara uymayı hak gördüğü için bîat etmiştir. O halde diğer sahabeleri inkâr ederek Hz. Ali’ye (r.a.) tâbi olduğunu iddia etmek katıksız bir yalandır, iftiradır, kuru iddiadan öte bir şey değildir.

O sahabeleri inkâr etmek gerçekte Hz. Ali (r.a.) efendimizi inkâr etmektir, onun sözlerini ve davranışlarını açık bir şekilde reddetmektir.

Allah’ın Aslan’ı Hz. Ali (k.v.) için takıyye ihtimalini caiz görmek, akıl bozukluğunun son kertesidir. Sağlıklı bir akıl, Allah’ın Aslanı’nın yaklaşık otuz senelik bir süre içinde halifelere karşı olan buğzunu gizleyip bunun tersini ızhar ederek, onlarla nifak üzere kurulmuş bir beraberliğinin olmasını caiz görmez. Halbuki bu tür bir nifak, ehl-i İslâm’ın en basit ferdi için bile düşünülemez. Bu tutumun çirkinliğini iyi düşünmek ve anlamak gerekir. Çünkü böyle bir tutum, Allah’ın Aslan’ı Hz. Ali’yi (k.v.) büyük bir zayıflık ve küçük düşürücü bir hile nisbet etmektir.

Farz-ı muhâl, Allah’ın Aslan’ı için takıyyeyi caiz görsek bile, Allah Rasûlü (s.a.v.) Efendimizin üç halife ile ilgili tazimi ve başından sonuna kadar bütün hayatı boyunca onlara değer vermesi hususunda ne diyecekler?

Bu makamda takıyyenin yeri olmaz; çünkü doğru olanı tebliğ etmek Rasûl (s.a.v.) üzerine vaciptir. Bu hususta takıyyeyi caiz görmenin varacağı nokta zındıklıktır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et/duyur; eğer bunu yapmazsan, O’nun Rasûllüğünü yapmamış (tebliğini-mesajını duyurmamış) olursun...” [Maide suresi, 67]

Kâfirler, ‘Muhammed, gelen vahiy içinden kendisine uyanı (işine geleni) açıklıyor, uymayanı ise gizliyor’ diyorlardı. Kesin olan bir şey var ki o da Nebî’nin (s.a.v.) hata üzerinde sabit olması (bir hatayı sürdürmesi) caiz değildir. Aksi halde getirmiş olduğu şeriate halel gelir. O halde üç halifeyi tazim ve medh etmesinin tersine, Efendimizden (s.a.v.) bir şey sadır olmayıp onlara verdiği değeri ortadan kaldıracak bir şey de bulunmadığına göre bilinir ki, Efendimizin (s.a.v.) üç halifeyi tazimi ve onlara değer vermesi hatadan ve geçersiz olmaktan korunmamıştır.

Esas meseleye dönersek onların yukarıda temas edilen itirazının yani şüphesinin cevabını öncekinden daha açık ve daha net bir şekilde izah edelim:

Dinin asıllarında sahâbenin hepsine tâbi olmak vaciptir; çünkü rinî asıllarda sahâbe arasında ihtilaf yoktur, onların ihtilafı sadece fürû’da (ayrıntılarda)dır.

Sahabenin bazısına dil uzatan kişi, onların tamamına tâbi olmaktan mahrumdur. Sahabe sözleri her ne kadar bir ittifak ifade etse de, ancak din büyükleri (olan sahabe)yi inkâr nasipsizliği, o sözlerdeki ittifakı (inkâr eden nezdinde) ihtilafa dönüşmektedir. Hatta söyleyeni (sahabeyi) inkâr etmek, söyleneni (o sahabenin söylediklerini) de inkâra götürmektedir.

Yukarıda da temas ettiğimiz üzere, şeriatı bize ulaştıran, ashabın bütünüdür. Çünkü ashabın hepsi adalet sahibidir ve her biri bize şeriattan bir şey ulaştırmıştır. Aynı şekilde Kur’an da her birinden bir veya daha fazla ayet alınarak öğrenilmiştir. O halde onların bazısını inkâr etmek Kur’an’ı ulaştıranları inkâr etmek demektir. Böyle olunca (sahabeden bazıların) inkâr eden kimsenin şeriatın bütün hükümlerini yerine getirmesi mümkün olmaz. Bu durumda felah ve kurtuluş nasıl mümkün olabilir ki?!

Allah Teala buyurdu ki: “…Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.” [Bakara suresi, 85]

Bununla birlikte deriz ki; Kur’an’ı cem’eden (toplayan) Hz. Osman’dır, hatta Hz. Ebu Bekir Sıddık ve Hz. Ömer’dir (r.anhum). Hz. Ali’nin (r.a.) topladığı ve onun muhteviyatı, Kur’an’ın dışında bir şeydir.

İyi düşünmek gerekir. Çünkü bu büyük sahabe)leri inkâr, hakikatte Kur’an’ı inkâra götürür ki, bundan Allah sübhânehuye sığınırız. Birisi bir Şîî müçtehide şöyle bir soru sordu:

- Kur’an’ı Osman’ın cem’ettiği iddia edilmekte. Bu durumda Kur’an hakkındaki itikadın nedir? Ö şöyle cevap verdi:

- Onu inkârda bir maslahat (yarar) görmüyorum. Çünkü onu inkâr etmek, dinin tamamen yıkılmasına sebep olur.

Aynı şekilde aklı başında olan kişi, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) irtihalinin üzerinden henüz bir gün bile geçmeden, sahabe-i kiramın bâtıl bir durum üzerinde birleşmesini mümkün görmez. Şu sabittir ki; Rasûlullah’ın vefat ettiği gün, sahabelerin sayısı otuz üç bin kadardı, hepsi de gönül rızasıyla ve kendi tercihleriyle Sıddîk-ı Ekber’e (Hz. Ebu Bekir’e r.a.) bîat etmişti. Böyle bir durumda Allah Rasûlü’nün bütün ashabının dalâlet üzere birleşmeleri muhâl kabilindendir (imkânsızdır).

Nitekim Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki: “Ümmetim dalâlet / sapıklık üzerine birleşmez” [Tirmizî, Hadis no: 2167; Hâkim, el-Müstedrek, Hadis no: 391-392, 395, 398; İmam ahmed,, Müsned, Hadis no: 27766; Taberanî, el-Kebîr, Hadis no: 13623]

Hz. Ali’nin (kerramAllahu vechehu) başlangıçta bîat etmekte gecikmesi, ‘Kızgınlığımız şûrâdan geri bırakılmamız sebebiyledir; yoksa biliyoruz ki, Ebu Bekir bizden daha hayırlıdır’ sözüyle kendisinin de belirttiği üzere, şûrâya davet edilmemesi sebebiyledir.

Hz. Ali’nin (r.a.) davet edilmemesinin sebebi ise, musîbet’in ilk dehşetinin yaşandığı sırada Ehl-i Beyt’in yanlarında kalarak onları teselli etmesi gibi bir maslahatın gözetilmesi veya buna benzer bir şey olması mümkündür. Yoksa sahabe arasında meydana gelen ihtilafların kaynağı nefsani arzular değildir. Çünkü onların nefisleri tezkiye edilmiş (kötülüklerden arındırılıp temizlenmiş), ‘emmâratün bi’s-sûi’ olmaktan (kötü ve çirkin olanı emretmekten) kurtulmuş ve ‘mutmainne’ olmuştur. (Yani güzel ahlâk ile ahlâklanmış, bütün ahlâk-ı hamîde sıfatlarıyla donanmıştır.) Onların arzu ve istekleri şeriate tâbidir.

Üstelik sahabe arasında vuku bulan bu ihtilafın dayanağı içtihattır ve doğruyu açığa çıkartarak yüceltme çabasıdır. Hata edene Allah indinde bir derece, isabet edene ise on derece vardır. O halde dili onlara eza ve cefa etmekten korumak (dil uzatmamak) ve hepsini hayır ile yâdetmek gerekir.

İmam Şâfiî (rh.) demiştir ki: ‘Tilke dimâun Tahharallâhu eydînâ anhaa / Fe'l-nutahhir anhaa elsinetinâ’. Yani; O (öyle) bir kandır ki, Allah Teala, o kana ellerimizi bulaşmaktan korudu. O halde biz de dillerimizi ondan temiz tutalım (onlara dil uzatmaktan koruyalım, o hadiseleri münakaşa edip dilimize dolamaktan sakınalım).

İmam Şâfiî (rh.) yine şöyle demiştir: ‘Iztarra’n-nâsü ba’de Rasûlillahi (s.a.v.) felem yecidû tahte edîmi’s-semâi hayran min Ebî Bekrin, fe-vellûhu rikâbehum: Rasûlullah’tan (s.a.v.) sonra insanlar zor durumda kaldı. Gökkubbe altında Hz. Ebu Bekir’den (r.a.) daha hayırlı birini bulamadılar ve kendilerine onu velî (idareci-yönetici-emîr) tayin ettiler’.

Bu söz Hz. Ali’ye nisbet edilen takıyye iddiasını açık bir şekilde nefyetmekte ve Hz. Ali’nin Hz. Ebu Bekir’e (r.anhuma) bîat ettiğini net bir şekilde belirtmektedir.” [İmam-ı Rabbanî (k,s,), a.g.e., 1, 80]

***

Bu dosdoğru ilim ve marifetlerin kaynağı


İmam-ı Rabbanî (k.s.) hazretleri, önceki halini değiştirip yazdıklarına itiraz eden bir muhatabına, zât-ı âlilerinin sahip olduğu bunca ulûm ve maârifin şeriata tamamen uygun bulunduğunu… Ve bunların menbaının ne olduğunu hatırlatırlattığı mektuplarında, son derece kıymetli açıklamalarıyla birlikte söz konusu kişiye dikkat çekici şu senzenişlerde bulunuyor:

“…Derinlemesine düşünmek gerekir; bahar (nisan) yağmuru gibi akıp gelen bu ilimler ve marifetler nereden edilip elde edilir?

Bu ilimler onca çokluğu ile beraber şer’î ilimlere tamamıyla uymaktadır, aralarında kıl kadar bir muhalefet yoktur, uyuşmazlık söz konusu değildir. Bu özellik ise, bu ilimlerin doğruluğunun alâmetidir.

Şeyhimiz (Muhammed Bâkîbillah k.s.) hazretleri de, ‘Senin ilimlerinin hepsi de sahihtir’ diye yazmıştı ama bunun ne faydası var ki! Çünkü her ne kadar bağlılığınızı ileri sürseniz de Şeyh efendinin sözü sizin için delil olmamaktadır. Bundan daha öte ne yazalım?!

Sorularınız her ne kadar ilk başta ağır geldiyse de, sonunda bu bilgilerin ve marifetlerin açığa çıkmasına sebep olduğu için iyi oldu. Şiir:

‘Ve mâ min kubhin leyse fîhi melâhatün / Elem tera sinne’z-zenci ke’ş-şühübi fi’d-dücâ’.

Meali: Hiçbir çirkinlik yoktur ki güzel bir yanı olmasın! Görmüyor musun? Zencinin dişleri, karanlıktaki yıldızlar gibidir!

Doğrusu hayret etmek gerekir; önceki mektubunuzda büyük bir ihlâs ve samimiyet gösterip ardı ardına gerçekleşen iki vâkı’anın buna sebep olduğunu iddia etmiştiniz. Bu iki vâkıa’nın tesirinin uyanıkken de sürdüğünü ve sizi eski halinizden tamamiyle pişmanlık duyup tevbe etmeye, ders almaya ve iman tazelemeye götürdüğünü yazmıştınız. Bunun üzerinden bir ay bile geçmeden bu durumunuzda bir değişiklik sezilmekte ve geri adım atarak tekrar o eski hale döndüğünüz görülmektedir. Hatta o iki vâkıa’nın yorumunun en başında oldun ki, bu da o vâkıa’ların Şeytan’ın atıp karıştırması ya da keşif hatası oldukları sonucunu doğurur. Önceki durum neydi, şimdi bu nedir?! Şiir:

‘Tekuulü fülânün yef’alü’ş-şerra kultü: Lâ yedurru aleynâ bel aleyhi vebâluhuu: Fülanın kötülük işlediğini söylüyorsun. Ben derim ki; bize zarar vermez, bilakis vebâli kendinedir!” [Vâkıa; misâl ya da hitap yoluyla mâna âleminden kalbe gelen manevi bilgiler. Bir başka ifadeyle; sâlik, halvette zikir ve ibadetle meşgul iken kendini kaybedip çevresiyle ilgisini kesince bazı hakikatlere vakıf olur. Uyku ile uyanıklı arasında vâki olan bu hâle vâkıa denir. Yani bir bakıma vâkıa, sâlikin mânâ âleminde gördüğü şeylerdir. Bir çeşit rüya görmeye benzer, fakat ondan farklıdır.] [İmam-ı Rabbanî (k,s,), a.g.e., 1, 107]


***

Takip edilmesi gereken üç yol


Hâce Cemaleddin Hüseyin, gençliğin baharı olan şu dönemi ganimet bilsin ve onu imkân nisbetinde Hak sübhâhunun râzı olduğu yerlerde kullansın. Yani;

İlk olarak kendisine gereken Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ın (Allah onların gayretlerini makbul buyursun) dosdoğru görüşleri istikametinde akîdeyi düzeltmek…

İkinci olarak; şer’î ve fıkhî hükümlerin gereğince amel etmek…

Üçüncü olarak da, saf sûfiliğe ait olan yüce tarikata girmektir. Buna kim muvaffak olursa, şüphesiz büyük bir başarıya ermiş olur. Kim de bundan geri kalırsa, muhakkak ki açık bir ziyana uğramıştır…

Cemaleddin Hüseyin, Hâce Muhammed Salih’in çocuklarına hizmet etmeyi büyük saadet/mutluluk addetsin! Çünkü bu hizmet hakikatte ‘kabul edilenlerden olan’ mezkür Hâce’ye yardım etmektir. Şiir: ‘Ebraztü min kenzi’l-merâmi alâmeten: (Râm olunan/teslim ve itaat olunan) hazînenin alâmetini açıkladım sana!” [İmam-ı Rabbanî (k,s,), a.g.e., 1, 177]


***

Akîdeyi Ehl-i Sünnet’e göre düzeltmek her mükellefe vâciptir


“Bilesin ki, mükelleflere (âkıl ve bâliğ olan her erkek ve kadın Müslümana) vâcip olan amellerden ilk yapılması gereken; akîdelerini Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin görüşlerine uygun olarak düzeltmeleridir. Allah Teala bu âlimlerimizin gayretlerini mükâfatlandırsın. Zira ahirette kurtuluş, bu büyük zatların görüşlerine tâbi olmakla mümkündür. Kurtuluşa erecek (Fırka-i Nâciye) olanlar, ancak bu zatlar ve bunlara tâbi olanlardır. Çünkü bunlar Peygamber’in (s.a.v.) ve onun ashabının yolundan gitmektedirler. Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviyye’den elde edilen bilgiler içinde, ancak bu büyük zatların anladıkları ve ortaya koydukları bilgiler muteberdir. Zira her bid’atçi ve sapık, eğri anlayışını, bozuk itikadını Kur’an ve Sünnet’e dayandırmaktadır.

O bakımdan Kur’an ve Sünnet’e dayandırılan her anlayış doğru olmayabilir. İnançların düzeltilmesi noktasında değerli İmam Türpüştî’nin (Fazlullah Şihabüddin Türpüştî, vefatı, h. 661) risalesi gayet yerinde ve son derece anlaşılır. Ancak anılan risale uzun uzadıya delillere girdiği için hemen herkesin bundan istifade etmesi zordur. Bunun yerine sadece temel mevzuları ele alan bir risale varsa, daha münasip ve yerinde olur. Bunları yazarken bu mevzu ile ilgili Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancını muhtevi, kolay anlaşılabilir bir eser kaleme almak hatırıma geldi. Şayet bunu yazmak mümkün olursa, yazdıktan sonra inşaAllah hizmete göndeririz. [Yapılan araştırmalarda İmam-ı Rabbani hazretlerinin böyle bir risale yazıp yazmadığı tesbit edilememiştir.]

İnancı düzelttikten sonra helâli-haramı, vacibi-sünneti, mendubu-mekruhu ve fıkıh ilminin bahsettiği diğer mevzuları da bilmek gerekir. Bu ilmin gereği ile amel etmek de zaruridir / zorunludur. Bu talebeye Farsça yazılmış olan Mecmûatü’l-Hânî ve Umdetü’l-İslâm gibi bazı fıkıh kitaplarını okumalarını da tavsiye etmek gerekir.

Allah korusun inanç meselelerinden birinde bir eğrilik mevzuu bahis olursa, ahirette kurtuluştan ebediyyen mahrumiyet söz konusu olur. İbadet meseleleri ise böyle değildir, bir kusur söz konusu olursa tevbe edilmese dahi affedilmesi ve bağışlanması muhtemeldir. Bu kusurdan dolayı kişi hesaba çekilse dahi nihayetinde kurtulacağı kesindir. Bu itibarla asıl mesele inancı düzeltmektedir.

Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s.) hazretlerinden şu sözü nakledilmektedir: ‘Bütün haller ve vecdlar bize verilmiş olsa, ama iç dünyamız Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancı ile donatılmış olmasa, bütün bu halleri rezillikten başka bir şey olarak görmeyiz. Bütün eksiklikler ve kusurlar içimizde olsa, ama iç dünyamız Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancı üzere dosdoğru olsa, bunda bir beis görmeyiz.’

Allah Teala bizi ve sizi, insanlığın Efendisi (s.a.v.) hürmetine, onların razı olduğu yol üzere kılsın… [İmam-ı Rabbanî (k,s,), a.g.e., 1, 193]

***

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inanışına bürünmek gerekir


“Gayet net bir şekilde görülen ve satırlara dökülmüş olan vâkıa açığa çıkmış oldu. Şimdi ümitvâr olman ve can havli ile sana emredilmiş olan şeyleri yerine getirmeye gayret etmen, şeriatın çizmiş olduğu sınırları kıl kadar bile aşmaman, gerçek Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inanışına bürünmen gerekmektedir.

Bir mısra:

‘Haazâ hüve’l-emru ve’l-bâkî hayâlâtün: İş bu iştir, gerisi hep boş hayâldir”. [İmam-ı Rabbanî (k,s,), a.g.e., 1, 271]


***

Ehl-i Sünnet inancı, maneviyat yolcusunun en zaruri ihtiyaçlarındandır


“Bismillâhirrahmânirrahîm…

Allah sübhânehu seni dosdoğru yola ulaştırsın.

Bilmelisin ki; Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin Kitap, Sünnet ve Selef’in sözlerinden çıkardığı sağlam itikat, sâlikin yoldaki en zarurî ihtiyaçlarındandır.

Kitap ve Sünnet’i, Hak Ehli’nin yani Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin cumhurunun yine aynen Kitap ve Sünnet’ten anladığı manalardan hareketle anlamak/yorumlamak zaruridir. Mesela keşif ve ilham yoluyla, bu manalara ters düşen bir şey ortaya çıksa itibar edilmemeli ve ondan Allah Teala’ya sığınmalıdır.

Zâhirî manalardan vahdet-i vücud, ihâta, sereyân, kurb ve zâtî beraberlik anlaşılan ayet ve hadislere gelince; Hak Ehli âlimler, bu ayet ve hadislerden bu manaları anlamamışlardır. Şayet sâlike yolculuğu sırasında bu manalar açılırsa yani bir mevcud’un dışında bir şey göremezse ya da Allah Teala’nın zatını kuşattığını anlarsa veya Onu zatına yakın bulursa bu noktada sâlik, hâlin baskınlığı ve vaktin sekri sebebiyle her ne kadar mazur ise de ona yakışan, Allah Teala’ya iltica etmek, bu çıkmazdan kendisini kurtarması, Hak Ehli âlimlerin görüşlerine uygun olan işleri kendisine açması ve kıl kadar bile olsa onların hak olan itikatlarına ters düşen şeyler göstermemesi için sürekli yalvarmaktır.

Özet olarak, Hak Ehli âlimlerin anladığımanaları keşfin doğruluk kıstası yapmalı ve ilhamı bu manalardan başka bir ölçüye vurmamalıdır. Zira o âlimlerin anladığı manalara ters düşen manalara itibar edilmez. Çünkü hep sapkın bid’atçı inandıklarının aslının ve dayanağının Kitap ve Sünnet olduğunu iddia eder. Kısır anlayışıyla Kitap ve Sünnet’ten, Hak Ehli âlimlerin görüşlerine uymayan anlamlar çıkartır. “…Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir/iletir…” [Bakara suresi, 26]

Ben yalnızca şunu söylerim:

Hak Ehli âlimlerin anladığı manalara itibar edilir. Bunun dışında bu manalara ters düşen şeyler muteber değildir. Çünkü onlar bu manalara sahabe ve selef-i salihinin eserlerini niceleyerek ulaştılar ve onları, ‘hidayet yıldızları’nın ışıklarından aldılar. Bu yüzden de ebedî kurtuluş onlara hâs kılındı ve daimî felah onların nasibi oldu. “…İşte onlar, Allah'ın hizbi (fırkası, O’nun tarafında, dinin yardımcıları) olanlardır. Uyanık olun (iyi bilin) ki, felâha / kurtuluşa erecekler de sadece Allah'ın hizbidir (Onun tarafında olanlardır). [Mücadele suresi, 22]

Eğer bazı âlimler sağlam bir akîdeye sahip olmakla birlikte fer’î meselelerde gevşek davranıyorsa ve amel noktasında kusurları varsa, bundan dolayı bu âlimleri mutlak olarak inkâr etmek yakışık almaz. Eğer onlar bütünüyle yerilirse bu, insafsızlık ve inatçılıktan başka bir şey olmaz. Hatta bu tutum dinin kesin olan hükümlerinin çoğunu inkâr etmektir. Çünkü bu kesin hükümleri bize ulaştıran, iyisinin ve kötüsünün arasın ayıran o âlimlerdir. Onların hidayet nuru olmasaydı hidayete eremezdik. Doğruyu aynılıştan ayırmasalardı sapıtırdık. Onlar bütün çabalarını dosdoğru dini yüceltmek için harcayanlar ve bir çok insanı sırat-ı müstakime yönlendirenlerdir. Kim onlara tâbi olursa kurtulur, felaha erer, kim de onlara ters düşerse apaçık yoldan sapar ve saptırır.

Bilinmelidir ki; ‘en son’a yani sülûk menzillerini tamamlayıp velayet derecelerinin en uç noktasına ulaştıktan sonraya ilişkin sûfilerin inançları, Hak Ehli’nin inançlarının aynısıdır. Bir farkla ki; âlimler bu inançlara nakil ve delillendirme yoluyla ulaşmış, sûfiler ise keşif ve ilhamla varmışlardır.

Eğer bazı sûfiler için ‘yolculuk’ esnasında sarhoşluk ve hâlin baskınlığı sebebiyle bu inançlara ters olan bir şey ortaya çıksa da bu makamları aşıp işin sonuna vardığında bu terslik toz duman olur, yok olup gider. Eğer böyle olmayıp da yolun ortasında kalırlarsa o terslik üzerine devam ederler. Ancak, bu ters düşmeden dolayı hesaba çekilmeyecekleri umulur. Çünkü bu durumda sâlikin hükmü, hüküm çıkarırken yanılan müçtehidin hükmü gibidir; sâlik de ‘keşif’te yanılmıştır…” [İmam-ı Rabbanî (k,s,), a.g.e., 1, 286]


Halis ECE (http://www.halisece.com/akaid/737-itikat-amel-ve-ihlasta-ehl-i-sunnet-e-uymanin-onemi.html)
Başlık: İlim, Amel, İhlâs ve Kulu Allah'a Kavuşturan Yollar
Gönderen: Mücteba - 11 Nisan 2016, 02:38:10
İlim, Amel, İhlâs ve Kulu Allah'a Kavuşturan Yollar

Kabaca bir tasnifle, İslâm şerîatı üç kısımdan yani üç temel unsurdan meydana gelmiştir:
• İlim,
• Amel,
• İhlâs.

Bu üç kısımdan her biri ayrı ayrı yerine getirilmedikçe, şerîat tam olarak tahakkuk etmez. Ne zaman ki şerîat tahakkuk eder, Cenâb-ı Hakk'ın rızâsı da hâsıl olur. Mevlâ'nın rızâsı ise, dünyevî ve uhrevî saâdetlerin hepsinin üstündedir. “Allah'tan bir rızâ, (yani Allâh'ın rızâsından olan bir küçücük şey bile, cennet nimetlerinin) hepsinden daha büyüktür.” (1)
Şerîat, dünyevî ve uhrevî bütün saâdetleri içinde toplamıştır. Hâl böyle olunca, şerîatın ötesinde ihtiyaç duyulacak bir maksat olamaz. Tasavvuf erbâbının imtiyaz ettiği (seçtiği) tarîkat ve hakîkat ise, şerîatın üçüncü cüz'ü olan ihlâsın ikmâl ve tamamlanmasına yardımcıdırlar. Tarîkat ve hakîkatın elde edilmesinden maksat; şerîatın tamamlanmasıdır... Yoksa onun ötesinde bir başka şey için değildir.(2)
 
KULU ALLÂH'A GÖTÜREN YOLLAR

Tasavvufta mü'mini, Cenâb-ı Hak ve tekaddes ve teâlâ'ya kavuşturan yollar esas itibariyle ikidir:

1. Kurb-i nübüvvete taalluk eden yol (3) (erbâbı üzerine salât ve selâm olsun).

Bu yol zâtî ve aslîdir; aslın aslına ulaştırır, kavuşturur. Asâleten bu yoldan ulaşanlar; peygamberler (aleyhimüsselâm) ve onların ashâbı kirâmıdır. Kezâ, ümmetin büyük evliyâsından, kendisi için murâd edilen diğerleri de –her ne kadar bunlar az, hatta azın azı iseler de– bu devletle şereflenirler.

Bu yolda tavassut ve hâil, yani vâsıta olma-araya girme durumu yoktur. Bu vâsılînden (bu yolla Hakk'a erenlerden) feyz alanlar, hiç kimsenin tavassutu olmadan asıldan alırlar... Biri diğerine hâil de olmaz. Nitekim Resûlüllah Efendimizin (s.a.v.) sohbeti neticesinde ashâb-ı kirâma müyesser olan yakınlık, işte bu nübüvvet yakınlığıdır, tebaiyet ve verâset yolu ile hâsıl olmuştur. İsa aleyhisselâm kıyâmete yakın yeryüzüne indiğinde ve va'dolunan Mehdî aleyhirrıdvân geldiğinde, onlar da bu yoldan vâsıl olacaklardır. Bu yakınlıkta ne “fenâ” vardır, ne “beka”; ne “cezbe” vardır, ne de “sülûk”...

İşte bu yakınlık, velâyet yakınlığından daha faziletli ve bir çok mertebelerle ondan daha yücedir. Zira bu yakınlık asıldır (asla yakın olmaktır). Velâyet yakınlığı ise, gölge yakınlığıdır. İkisi arasında çok büyük fark vardır; lâkin herkesin idrâki, bu ma'rifetin zevkini anlayamaz. Bu ma'rifeti anlayıp kavrayamama noktasında, havâs zümresi bile avâm sınıfı ile neredeyse beraberdir.

Ancak, nübüvvet kemâlâtının zirvesine çıkış velâyet yolundan olursa, o zaman fenâ ve bekâ, cezbe ve sülûk gerekli olur. Zira bunlar, o yakınlığın başlangıcı ve hazırlığıdır. Bu kemâlât aşılıp, tecelliyat da husûle geldikten sonra nübüvvet kemâlâtına ayak basılır. Fakat seyir bu yoldan olmaz da, nübüvvet yakınlığı için sultânî yol tercih edilirse; işte o zaman fenâ, bekâ, cezbe ve sülûke ihtiyaç olmaz. Ashâb-ı kirâmın seyri de, sultânî olan nübüvvet yakınlığı yolundan olmuştur. Bu bakımdan onların cezbeye, sülûke, fenâya ve bekâya ihtiyaçları yoktur. İşte burada anlatılmaya çalışılan “kurb-i nübüvvet”, bu yakınlıktır.

Nübüvvet kemâlâtının hâsıl olması, tamamiyle İlâhi mevhibeye bağlanmış, büsbütün İlâhî bir ikrâma bırakılmıştır. Bunda zorlamanın, çalışmanın bir tesiri yoktur; bu büyük devlet, hiçbir çalışma ve amelin neticesinde elde edilebilecek bir nimet değildir. Keza, hiçbir riyâzat ve mücâhede de bu güzel nimetin netice ve meyvelerini vermez.

Velâyet kemâlâtı böyle değildir; onun başlangıcı çalışmaya, gayret edip emek vermeye bağlıdır. Hâsıl olması da riyâzat ve mücâhedeye kalmıştır. Her ne kadar bazı şahısların, bir çalışma olmadan, sâlih bir amele başlayıp girişmeden bu devletle şereflenmeleri câiz ise de, velâyet kendisinden ibâret olan fenâ ve bekâ dahi, bir mevhibe-i İlâhiyedir... Bu nimete ermek kimlere murâd edilmişse, ancak onlar gayret ve çalışmalarının neticesinde, Allah Teâlâ”nın ihsan ve inâyetiyle onunla müşerref olur.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri, zât-ı âlîlerini kastederek, buyuruyorlar ki:
Bu fakîr, risâlelerinde ve bazı mektuplarında şöyle yazmış idi: “Benim muâmelem sülûkün, cezbenin, zuhûrâtın, tecelliyâtın da ötesinde olmaktadır.” Bununla anlatmak istediğim, işte bu yakınlıktır; yani nübüvvet yakınlığı... Ben Hazret-i Şeyhimizle (k.s.) beraber olduğum sırada, zuhûrât olarak bu devleti elde ettim. (...) “Hidâyetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allâh'a hamdolsun! Allah bize hidâyet etmeseydi, biz kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olamazdık. Rabb”imizin resûlleri Hakk'ı getirdi.”(4)

(Tasavvufta) fenâ ve bekâ, cezbe ve sülûk tâbirleri de yenidir. Meşâyihin buluşlarındandır. Mevlânâ Câmî (k.s.) Nefehât'ta, “Fenâ ve bekâdan ilk bahseden, Ebû Saîd el-Harrâz”dır (k.s.) demiştir.(5)

2. Kurb-i velâyete taalluk eden yol.(6)

Aktâb, evtâd, büdelâ, nücebâ(7) ve Allah Teâlâ'nın bilumum velî kulları bu yoldan vâsıl olurlar, Hakk'a ererler, kavuşurlar... “Sülûk tarîkı” da bu yoldan ibarettir... Hatta bilinen “cezbe” de bu yola dâhildir... Bu yolda, “kurb-i nübüvvet”in aksine tavassut ve hâil vardır...

Kurb-i velâyet yolundan Hakk'a vâsıl olanların muktedâsı (kendisine uydukları), reîsleri, o büyüklerin feyiz kaynağı Hz. Aliyyü'l-Murtezâ kerramellâhü teâlâ vechehü'l-kerîm'dir. Bu şânı, şerefi, keyfiyeti büyük makam ve mevki ona bağlıdır. Bu makamda, Nebî sallallâhü aleyhi vesellem'in mübârek ayakları, âdeta Ali kerramellâhü vechehû'nün başı üzerinde gibidir. Hazret-i Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r. anhüm) de, bu makamda onunla ortaktırlar.

Öyle zannediyorum ki; Hz. Ali (k.v.), maddî hayatın meydana gelmesinden evvel bu –kendisine müracaat olunacak ve sığınılacak– yüce makamın sahibi idi. Nitekim maddî hayatın başlamasından sonra da bu yoldan her kime bir feyz ve hidâyet ulaştı ise, onun vâsıtasıyla ulaşmıştır. Zira o, bu yolun son noktasındadır ve bu makamın merkezi ona bağlıdır.

Ne zamanki onun devri tamamlandı; şeref ve itibarı, rütbe ve derecesi çok büyük olan bu makamı, sırasiyle oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e (r.anhümâ) teslim etti. O ikisinden sonra da, tertip üzere ve düzenli bir şekilde on iki imamdan her birine geçti. Bu büyüklerin yaşadığı asırlarda, hatta ebedî âleme irtihallerinden sonra da, (velâyet yolundan) her kime bir feyz ve hidâyet ulaştıysa, –ister vaktin nücebâsından, isterse kutublardan olsun– bunların vâsıtası ve araya girmeleri ile ulaştı. Kurb-i velâyet yolundan vâsıl olmak isteyenlerin hepsinin sahibi ve sığınağı bu büyüklerdir. (Merkez onlardır), etrafın da mutlaka merkeze katılması gerekir. (Bu yolda merkez), nöbet sırası Şeyh Abdülkadir Geylânî'ye (k.s.) gelinceye kadar onlar idi. Sıra Abdülkadir Geylânî hazretlerine gelince de bu makam ona bırakıldı. Bu merkez üzerinde, anlatılan imamlarla Şeyh Abdülkadir Geylânî (k.s.) arasında ise hiç kimse görülmemektedir.

Anlaşılan odur ki; kutublardan olsun, nücebâdan olsun, her kime bu yoldan feyizler ve bereketler ulaşmışsa, onun şerefli ve mübârek tavassutu ile olmuştur. Çünkü bu merkez, ondan başkasına müyesser olmadı. Bundan dolayı o, şöyle demiştir: “Evvelkilerin güneşleri battı; bizim güneşimiz batmaz, ufuk-ı a”lâ'(8)da ebedîdir.” Burada “güneş” tâbirinden murad, hidâyet ve irşad feyizlerinin güneşidir. “Battı” ifadesiyle açıklanmak isetenen ise, anlatılan feyzin olmayışı, bereketin gelmeyişidir.

İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri bu açıklamalardan sonra ise, yaşadığı devirde, Abdülkadir Geylânî (k.s.) hazretlerine vekâleten –kurb-i velâyetle alâkalı– o vazifeyi de kendilerinin devam ettirdiklerini beyan ederek sözlerini şöyle sürdürüyorlar:

Şunun da bilinmesi gerekir ki; bir şahsın kurb-i velâyet yolundan kurb-i nübüvvet yoluna ulaşması doğrudur, mümkündür. Bu vaziyette o kişinin, her iki muâmeleye de ortaklığı olur. Peygamberlere (aleyhimüssalâtü veselâm) tetaffulü (peykliği-uyduluğu, onların câzibesi etrafında bulunması) dolayısiyle, kendisine orada bir yer, bir mevki verilir. Bu durumda her iki yolun muâmelesi de ona bağlı olur.

Şiir meali: “Âlemi bir şahışta toplamanın, Allâh'a bir zorluğu yoktur.”(9)

Nitekim İmâm Câfer-i Sâdık'ta (r.a.) bu iki yol birleşmiştir. Zira onun, bir yandan Hz. Ebû Bekir'e (r.a.), diğer taraftan da Hz. Ali'ye (k.v.) nisbeti (bağlılığı) vardır. Bu iki nisbetten gelen kemâlât (mânevî bakımdan tam ve eksiksiz olma durumu) onda bir bütün hâlindedir. Onlar, İmâm Câfer-i Sâdık(10) hazretlerinde birleşmesine rağmen, her biri tek başına ve birbirinden ayrıdır. Binâenaleyh bir tâife ondan Hz. Sıddîk'a bağlılığı dolayısıyla, Sıddîkıyet nisbeti aldı; bir başka cemaat ise, Hz. Ali'ye bağlılığı dolayısıyla, Aleviyet nisbeti aldı...

Bunda şaşılacak bir vaziyet de yoktur. (Farklı) mahal hususiyetleri, nisbetin bir olmasına rağmen, hâli üzere kalır. Meselâ, Hindistan'ın Benâris beldesindeki Künk ırmağı ile Çemen ırmağı aynı yerde toplanmasına rağmen, suları birbirine karışmıyor...(11) Böylece Künk ırmağı tarafında olanlar onun suyundan, Çemen ırmağı tarafında olanlar da Çemen'in suyundan içiyorlar. Mahallin müteaddit olması dolayısıyla, aynı suya ayrı ayrı hususiyetler gelir. Bu itibarla her iki yolun hususiyetleri göz önüne alınarak, kendilerine, ayrı ayrı yollardan intisâb etmek câiz olur.(12)

***

FAHREDDİN RÂZÎ HAZRETLERİNE GÖRE ŞERÎAT-TARÎKAT VE HAKÎKAT


Hayatında binlerce âlime icâzet vermiş olan büyük müfessir Fahreddin Râzî hazretleri (1149-1209), Mefâtîhu'l-Gayb(13)da (Tefsîr-i Kebîr) Fâtiha-i şerîfenin tefsîrinde; şerîat-tarîkat ve hakîkatı şöyle îzah ediyorlar:
Üç çeşit İlâhî emir tebliğ buyuruldu:

Birincisi, zâhirî amellere muvâzabet, yani aksatmadan devam etmektir ki, şerîat makâmıdır. Bunu, “Ancak sana ibâdet ederiz” âyet-i kerîmesi tebliğ eder.

İkincisi, şehâdet âleminden gayb âlemine tevecühle (görünen âlemden görünmeyen âleme yönelerek), o âlemi bu âleme musahhar yani boyun eğmiş, emri altına girmiş görmek ve gaybî imdat (mânevî yardım) olmadıkça, zâhirî amellerde istikametin müyesser olamayacağını bilmektir ki, bu, tarîkat makâmıdır. [Yani; her türlü yardımın, hatta günahlardan kaçınıp ibâdetleri yapabilmenin dahi Allah Teâlâ'nın tevfîki ve yardımı ile mümkün olduğunun şuûr ve idrâki içerisinde olmaktır. Şerîat makâmında amellerin mukabili sevap, tarîkat makâmında ise kurbiyettir, Allâh'a yakınlıktır.] Bunu da, âyet-i celîledeki “Yalnız senden yardım dileriz” cümlesi bildirir.

Üçüncüsü de; şehâdet âlemini büsbütün azlolunmuş (hiçbir şeye tesiri kalmamış), bütün her şeyin ve her işin yalnızca Allâh'ın (c.c.) yed-i kudretinde olduğunu görmektir ki, bu da hakîkat makâmıdır. O makâmı müşâhede eden kulun, yakînen bileceği gibi, bunu da, “Bizi doğru yola hidâyet eyle” kavl-i şerîfi göstermektedir.

Burada bazı incelikler daha arzetmek isterim. Şöyle ki:

Talep ve arzu edilen bir şeyin elde edilebilmesi için, beraberce çalışıp gayret sarf eden ruhlara nisbetle, yalnız başına hareket eden bir ruhun zayıf kalacağı müsellemdir, yani inkârı mümkün olmayan bir hakîkattir. Tek bir rûh, topluca hareket eden birçok rûhun nâil olduğu maksada, münferiden vâsıl olamaz. İnsan, tek başına arzusuna kavuşamayacağını anlayınca; rûhunun inkişâfı için, İlâhî nûr ve feyz talebinde bulunan mübârek ve mukaddes ruhlara iltihâk (katılma) lüzûmunu hisseder. Bu iltihaktan sonra, onlardan yardım göreceği için; talebi kuvvet, istîdâd ve kabiliyeti kemâl bulur, olgunlaşır. Binâenaleyh tek başına iken kavuşamayacağı maksatlara, bu beraberlikle nâil olabilir. İşte, “Bizi doğru yola hidâyet eyle” âyetini tâkip eden, “O, kendilerine in”am ettiğin mes”utların yoluna” buyurulması, bu güzel nükteden dolayıdır.

Bir rûhun, mübârek ve temiz ruhlarla beraberliği, onun kuvvet ve istidâdını ziyâdeleştirip kemâle erdirir. Bu bakımdan, fâsıklara işâret eden, “Ne o gadap olunanların” ve kâfirlere delâlet eden, “Ne de sapkınların yoluna değil” kavilleriyle, habis ruhlarla beraberliğin de hüsrânı mûcip olacağı, zarar ve ziyanı beraberinde getireceği, tahzîr (sakındırma) yoluyla anlatılmış oluyor.

Hulâsa; yukarıda ifade olunduğu üzere, “Ancak sana kulluk ve ibâdet ederiz” âyeti ile şerîat makâmı, “Ancak senden yardım dileriz” kavli ile tarîkat makâmı, “Bizi doğru yola hidâyet eyle” âyet-i celîlesi ile de, hakîkat makâmı gösteriliyor. Sonra da, Erbâb-ı sâfâ (iyi kimseler) ile beraber olmak sayesinde istîdat kazanmanın, erbâb-ı şekâvetten (kötü kimselerden) uzak durmakla da, istikmâl-i feyz etmenin yani feyzini tamamlamanın kolaylaşacağı bildiriliyor.

Bazı âlimler derler ki, “Bizi doğru yola hidâyet eyle” kavli ile iktifâ buyurulmayıp ta, “O kendilerine in'âm ettiğin mes'utların-bahtiyarların yoluna” dahi denilmesinin hikmeti şu olmalıdır:

Bir sâlik; kendisini, dalâlet yollarından koruyup doğru yola sevkedecek bir mürşidin feyizli nazarlarına mazhar olmadıkça, hidâyet ve mükâşefe makamlarına vâsıl olamaz... Yani maksada götüren, gâyeye ulaştıran yola ve gayb âleminin görülmesini sağlayan hâllere kavuşamaz. Mürşidin lüzûmu âşikârdır, ona olan ihtiyaç açıktır... Zira halkın ekserisi, hakkı bâtıldan temyîze muktedir değillerdir; hidâyeti dalâletten, doğruyu eğriden, sağlamı bozuktan, güzeli çirkinden ayırt edemezler. Bir nâkıs (noksan ve kusurlu olan bir kimse), her halde bir kâmile iktidâ etmelidir (ona uyup onun ardından gitmelidir) ki, ondan kuvvet ala-ala o da kemâl derecesine doğru yol alabilsin.(14)


DİPNOTLAR
(1) Kur'ân-ı Kerim, Tevbe sûresi, 9/72.
(2) el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbânî, 1, 36.
(3) Yani, Hakk'a vusûlde-ulaşmada peygamberlik yakınlığına ait ve ona bağlı olan yol.
(4) K.K., A'raf sûresi, 7/43.
(5) el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbânî, 3, 122, 1, 301, 313.
(6) Hakk'ın tevfîk ve inâyetine kavuşmada, velîlik yakınlığına bağlı bulunan yol ve usûl.
(7) Aktâb: Tasavvufta en büyük veli anlamına gelen kutub kelimesinin çoğulu, kutublar demek. Evtâd: Biri doğuda, diğeri batıda, öbürü kuzeyde, bir diğeri de güneyde bulunan dört büyük veli. Büdelâ: tasavvufta yediler tabir edilen velilere verilen isim. Bunlar, çok uzak yerlere gidip gözden kaybolduklarında yerlerine her yönden kendilerine benzeyen canlı bir bedeni bedel olarak bırakabilirler. Nücebâ: tasavvufta kendilerine kırklar denilen velilere verilen isim.
( 8 ) Ufuk, yerle göğün birleşir gibi göründüğü yer, sâha. Ufuk-ı mübîn: Kalb makamının sonu. Ufuk-ı a'lâ: Ruh makamının sonu, vâhidiyet ve ulûhiyet mertebesi. (Kâşânî, Abdürrazzak, Istılâhâtü's-Sûfiyye, Kahire, 1981)
(9) el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbânî, 3, 122.
(10) Câfer-i Sâdık (r.a.) Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiye hazerâtının dördüncü halkasını teşkil eder. Hicrî 80 (M. 700) senesinde doğmuştur. Babası Muhammed el-Bâkır hazretleridir. Hicrî 148 (M. 765) yılında Medîne'de vefat etmiştir. (İslâm Ansiklopedisi, M.E.B. Devlet Kitapları, M. Eğitim Basımevi 1979, 3, 7)
(11) Nitekim Kur”ân-ı Kerim'de şöyle buyruluyor: “(O Allah), iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. (Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.” (Rahmân s., 55/19-20) “Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan da odur.” (Furkan s., 25/53)
(12) el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbânî, 1, 313. 3, 122.
(13) C. 1, s. 185-186.
(14) Muallim Nâci (1849–1893), İ'câz-i Kur”ân, İkinci tab'ı, Dersaâdet, Matbaa-i Nişan Berberyan, 1308, s. 25-30.

Halis ECE (http://www.halisece.com/islami-makaleler/334-ilim-amel-ihlas-ve-kulu-Allaha-kavusturan-yollar.html)
Başlık: "... İhlâs'ı elde etmenin yolu, ancak Hakîki Bir Mürşid-i Kâmil'e bağlanmaktır"
Gönderen: Mücteba - 03 Ekim 2016, 16:04:16
Yaratılışın Gâyesi Allâhü Teâlâ’yı Bilmektir

Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.): “İnsanlar uykudadırlar, öldüklerinde uyanırlar” buyurmuşlardır. Allâhü Teâlâ insanları bu cihâna kendisini bilsinler ve ona ibâdet etsinler diye gönderdi ve “Ben insan ve cinleri ancak bana ibâdet ve kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât sûresi, âyet 56) buyurdu.

İbn-i Abbâs (r.a.) âyetteki ‘bana ibâdet etsinler’ manasındaki ‘li-ya‘büdûn’ kelimesini ‘li-ya‘rifûn: beni bilsinler’ diye tefsîr etmişlerdir. Nitekim “Muhakkak ben gizli bir hazineyim. Bilinmeyi sevdim de bilinmek için insan ve cinleri yarattım” meâlindeki hadîs-i kudsî de buna şâhiddir. Öyle ise Allâhü Teâlâ’yı bilmek için çalışmalıdır. Bunun yolu da nefsi bilmekle ve nefsin hevâsını, kötü ahlâkını temizlemek suretiyledir. Peygamberimiz (s.a.v.) buna cihâd-ı ekber nâmını vermişlerdir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:

“Yâ Muâz! Allâhü Teâlâ’nın kulları üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?”

“Allah ve Resûlü en iyi bilir.”

“Ona ibâdet ve kulluk edip hiçbir şeyi şirk koşmamaktır.” Sonra şöyle buyurdular:

“-Bunu yaptıklarında- Allâhü Teâlâ’nın onlara mutlaka vereceği karşılık nedir bilir misin?”

“Allah ve Resûlü en iyi bilir.”

“Kullarına azâb etmemektir.”

“Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” şehâdetini kalbinden sıdk (ihlâs) ile söyleyen her kula muhakkak Allâhü Teâlâ cehennem ateşini haram kılar.”

Günahkâr Müslümanların cehennemde azâb olunmalarının sebeblerinden biri ise gizli şirk yani riyâ (ve gösteriş)tir. Amelleri riyâdan temizlemek lâzımdır. Riyânın zıddı da ihlâstır. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz yukarıdaki hadîs-i şerîflerinde sıdk (ihlâs) ile buyurarak ümmetine bu manayı işâret etmişlerdir. Sıdk ve ihlâs, kâsır akıllarla elde edilmez. Bunun yolu,ancak bir hakîki mürşid-i kâmile bağlanmaktır. (Aziz Mahmud Hüdâî, Risâle-i Cem‘ u Tefrîk)

(http://i.imgur.com/E3mvp.png) (http://www.fazilettakvimi.com/tr/2016/10/3.html)
Başlık: Ynt: İşte 73 Fırkanın Listesi
Gönderen: ihvan - 25 Kasım 2016, 17:19:06
emeğine sağlık....
Başlık: Ynt: İşte 73 Fırkanın Listesi
Gönderen: ihvan - 26 Haziran 2019, 16:52:01
emeğinize sağlık..bilhassa imam hatip liselerinde bu itikatsızlar okutuluyor...malesef