Sadakat islami Forum

DİNİ KATEGORİLER => İSLAM-GENEL => Konuyu başlatan: Fatihan - 25 Mart 2010, 10:46:05

Başlık: 2010 Kur'an Yılı dolayısıyla...
Gönderen: Fatihan - 25 Mart 2010, 10:46:05
Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur�an-ı kerimin vahyedilmeye başlanmasının 1400. yılı münasebetiyle 2010 yılını �Kur�an Yılı� ilan etti. Başkanlık, bu vesileyle Kur�an-ı kerimin insanlığa sunduğu rahmetin ve getirdiği değerlerin anlaşılması ve yaşanması için birçok etkinlikler düzenlemektedir.

Başkanlığı bu güzel hizmetinden dolayı tebrik ederim. Bir Müslümanın mukaddes kitabını yeteri kadar tanımaması, okuyamaması, kitabı ile amel etmemesi düşülenemez, bunun mazereti de olamaz.

Bu vesile ile bu güzel hizmetin yapılmasında düşülen bir hatayı dile getirmek istiyorum... Son yıllarda Diyanet ve diğer dinî çevreler dinin öğrenilmesinde ve öğretilmesinde neredeyse meale odaklanmış durumdalar.

İslamiyet kişinin yirmi dört saatine hükmeder. Bunun için Müslümanın; Kur�an-ı kerimin okunmasının yanı sıra onun tatbik şeklini de bilmesi lazımdır. Esas maksad da budur. Bunun da meal ile sağlanamayacağını aklıselim sahibi herkes bilir.

Bundan dolayı asırlardır usul olarak, meal, tefsir, hadis, işi ehline bırakılmış; Kur�an-ı kerimin hükümleri ile amel edebilmesi için halk, fıkıh, ilmihal kitaplarına yönlendirilmiştir.

MEALLERDEN HÜKÜM ÇIKARTILAMAZ

Diyanet İşleri Başkanlığı da kuruluş yıllarında bu usulü tatbik etmiş, 1909 tarihinden sonra ortaya çıkan meal, tercüme furyasına sıcak bakmamıştır. Hatta meal ve tercümeden uzak kalınması hususunda beyanname neşretmiştir. 1961 yılına kadar da meal hazırlatılmamıştır.

Bu mealin önsözünde ve açıklamalarında mealden dinin öğrenilemeyeceği, dinin ancak fıkıh kitaplarından öğrenilebileceği konusunda önemli ikazlarda bulunulmuştur.

Örneğin önsözde, �Kur�an-ı kerim gibi ilâhî belâgat ve îcâzı hâiz bir kitap, yalnız Türkçeye değil, hiçbir dile hakkıyla çevrilemez. Kur�anın yalnız mânasını ifâde eden sözleri, Kur�an hükmünde tutmak, namazda okumak ve aslına hakkıyla vâkıf olunmadan ahkâm çıkarmak câiz olmaz� denilmektedir.
Kur�anın başka dillere çevirisi ile ilgili açıklamada da, �Bugün, (yabancı dilde) otuz kadar tercümeleri vardır.

Ancak çeşitli eğilimli kimselerin yaptıkları tercümelerde, pek yanlış, hattâ garazkârâne olanlar vardır. Kur�an-ı kerimi başka dillere tercüme etmek câizdir. Fakat, tercümeden İslâm dîninin ahkâmının hepsi öğrenilemez. Hadis-i şeriflerle, icmâ ve kıyâs yolu ile sâbit olan hükümler de vardır. Bunlar, tafsîlâtı ile, fıkıh kitaplarından öğrenilir� denilmektedir.

Diyanet�in yeni mealinde de buna benzer ikazlar vardır. Ama önemli bir farkla:

�Kur�an-ı kerimi doğrudan meâllerinden anlamak gerektiği yolundaki iddialar gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü meâller Kur�an�dan mütercimin anlayabildiği kadar bazı şeyleri aktarabilirse de Kur�an�ın mesajını hakkıyla ortaya koyamaz.�

�Herhangi bir konuda �İslamda şu şöyledir� diye hüküm verebilmek için yalnızca Kur�an-ı kerim meâllerine bakarak dinî hükümler çıkarmaya kalkmamalıdır.�
Diyanetin eski ve yeni mealinin önsöz ve açıklamalarındaki önemli fark şu: Eski mealde mealin yeterli olmayacağı belirtilerek okuyucu fıkıh kitaplarına yönlendirilirken, yenisinde ısrarla tefsire yönlendiriliyor.

YENİ YOLA İHTİYAÇ YOK

Tefsirlerin de halka, avama değil ehline, yani tefsiri okuyup anlayabilecek bir düzeyde bilgisi olana hitap ettiğini Diyanet uzmanları bizden iyi bilir. Öyleyse son yıllarda, fıkıh kitaplarından, ilmihalden (Diyanet ilmihali olmasına rağmen) kaçış niye? Eskiden Diyanet�e bir fetva sorulduğunda temel fıkıh kitapları kaynak gösterilerek cevap verilirdi. Şimdi ise âyet ve hadise dayanılarak cevap verilmektedir.

Bu da haklı olarak; on asırdır Müslümanlara yol gösteren, rehberlik eden mezheblerin devre dışı bırakıldığı, Diyanet�in kendisini �mezhepler üstü� gördüğü şüphesini akla getirmektedir!..

Dini anlatmadaki bu usul değişimi, Diyanet İşleri Başkanlığı�nın, 2002 yılında İstanbul Büyük Tarabya Otelinde yapılan Güncel Dinî Meselelerin Çözümü konusundaki toplantıdan sonra daha da belirgin hale gelmiştir. Halkımız tutulan bu farklı yolun �IIımlı İslam�a çıkacağından korkuyor!..

Mehmet Oruç  -16 Mart 2010 Salı-
Başlık: Ynt: “2010 Kur’an Yılı” dolayısıyla...
Gönderen: Lika - 03 Temmuz 2010, 00:16:02
Teşekkür ederiz.
Başlık: Ynt: “2010 Kur’an Yılı” dolayısıyla...
Gönderen: Tuğra - 26 Temmuz 2010, 11:59:56
Teşekkür ederiz.
Başlık: Ynt: “2010 Kur’an Yılı” dolayısıyla...
Gönderen: ihvan - 26 Temmuz 2010, 16:39:58
Teşekkür ederiz.
Başlık: Meal okumak...
Gönderen: İsra - 26 Ağustos 2010, 02:10:42
Meşrutiyetten beri, birileri ısrarla meal okumayı, okutmayı savunuyor. İlk zamanlar, kimdi bu savunucular? Genelde İslamiyetle ilgisi olmayan kimseler. Mesela, ilk defa meal işine teşebbüs eden Zeki Megamiz isminde Arap asıllı bir Hristiyan. Daha sonra Cihan Kütüphanesi (yayınevi) sahibi Ermeni Mihran Efendi işe el attı; “Türkçe Kur’an”ı yayınladı. 1943 yılında Türkiye’de Lions Kulüplerin örgütlenmesini yapan Osman Nebioğlu “Türkçe Kur’an-ı kerim” adı ile meal bastırdı. Yıllar sonra Diyanet baskılar sonunda ancak 60’lı yıllarda ilk meali çıkarttı.

Otuzlu yıllarda Elmalılı Hocaya yazdırtılan meal değil, tefsirdir. Eskiler meale sıcak bakmadı.
Meal furyası daha yeni; seksenli yılların modası. Peki, günümüzde meali en çok savunan ve yayan kimler? Başta, on bir ay dine olmadık hakaretlerde bulunup, ramazan gelince bütün okuyucularına ücretsiz meal dağıtan malum basın...

Peki maksatları dedir? Esas kaynak budur diyerek, halkı fıkıh kitaplarından, ilmihal kitaplarından uzak tutmak. İnsanlara, yarım yamalak din bilgisiyle meal okutarak kafalarını karıştırmak, dinde kargaşa çıkartmak.

KÜFRE DÜŞME TEHLİKESİ

Nitekim, sorulardan anlıyoruz ki; meallerde, manalar çok kısa ve öz olduğu için okuyan harama, hatta küfre düşürecek hükümler çıkartmaktadır. Mesela, Hicr sûresinin 99. âyetinde meâlen, “Sana yakîn gelinceye kadar, Rabbine ibâdet et!” buyurulmaktadır. Burada manası kapalı olan “Yakîn” kelimesi için Osmanlıca lügata bakıldığında, “Kat’i olma, şüphe etmeme” manasını görecek. Arkasından ister istemez âyetten, “Allaha, Cennete, Cehenneme benim inancım kat’i, şüphem yok; öyleyse benim Allaha ibadet etmeye ihtiyacım yok” hükmü çıkartılacak. (Halbuki müfessirler buna “Ölene kadar” manasını vermişlerdir. Çünkü gerçek “yakîn” ölünce hasıl olur.)

Nitekim, birçok sahte şeyhler, babalar, dedeler, şeyh kılığındaki casuslar bağlılarına, “Sizin inancınız kat’i, artık sizin namaz kılmanıza, oruç tutmanıza ihtiyacınız yok” demişlerdir. Mesela, İngiliz casusu Hempher, Abdülvehhab’a, “Allah ile kıyâmet günü hakkında kati inanç hâsıl olup, kalbi iyi, ameli de temiz olduğu zaman, kişinin ibadete ihtiyaç kalmaz” demiştir...

Meal okumada karşılaşılan bir diğer tehlike de, nesh olan yani yürürlükten kaldırılmış ayetlerde yaşanmaktadır. Din yirmi üç senede tamamlandığı için önce gelen bazı âyetler daha sonra nesh edilmiştir. Mesela, Nur Suresinin üçüncü ayeti, “Zina eden erkek ancak, zina eden veya putperest bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da, ancak zina eden veya putperest olan bir erkek evlenebilir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.” Daha sonra bu âyeti kerime nesh edilmiş; müşrikle evlenmek yasaklanmıştır. Bunu bilmeyen ne yapacak? Önceki hallerinde bu tür haramlara düşüp daha sonra, tevbe edip hidayete eren kimseler, evlenmek için zani veya putperest aramaya kalkarsa ne olacak? Halbuki putperest ile yani müşrikle evlenmek caiz değil, evlenen dinden çıkar... Bunun gibi nesh edilmiş birçok âyeti kerime vardır.

SİNSİ VE GİZLİ EMELLER

Bir tehlike de; zamana göre, zamanın şartlarına uydurularak yapılan, “çağdaş” mealler tefsirlerdir. Abduh, Reşid Rıza, Efgani vb. bu ekoldendir. Halbuki din zamana göre, şartlara göre değişmez, değişirse ona din denilmez. Ülkemizde ilk ciddi meal çalışması yapan, daha sonra tehlikesini görüp mealini imha ettiren milli şairimiz Mehmet Akif, “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı”, “İnkılap istiyorum ben de fakat Abduh gibi” reformist fikirleri ile bu cenahta yer almış ve sevenlerini üzmüştür. Üstad N. Fazıl Kısakürek, M. Akif’in dinde reformcuların önde gelenlerinden olan Muhammed Abduh’un fikirlerinin etkisinde kaldığını söyler.

Israrla meal tavsiye edenler; ya sinsi propagandaların tesiri altında kalıp, meal okumanın zararının faydasından çok olduğunu bilmeyecek kadar din cahili olan kimseler, ya da dine zarar vermek, dinde kargaşa çıkarmak için bilerek bunu yapan maksatlı kimseler!

Nitekim, son devrin büyük din âlimlerinden Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Mes’eletü Tercümeti’l-Kur’an adlı eserinde, Kur’an tercümesi modasının arkasındaki gizli ve sinsi emelleri ve dinimizi içten yıkma plânlarını açıklamaktadır...

Mehmet Oruç
Başlık: Ynt: “2010 Kur’an Yılı” dolayısıyla...
Gönderen: azizistanbul - 26 Ağustos 2010, 02:37:05
ilk paragraf çok dikkatimi çekti
Başlık: Ynt: “2010 Kur’an Yılı” dolayısıyla...
Gönderen: gülçiçek - 26 Ağustos 2010, 05:44:16
Allah razı olsun.bu kitabın ismini veyayın evini öğrenene bilirmiyiz.çok luzumlu  konular,bu kitaaabı nasıl temin edebiliriz.Teşekkürler
Başlık: Ynt: “2010 Kur’an Yılı” dolayısıyla...
Gönderen: münzir - 26 Ağustos 2010, 08:30:25
Bu vesileyle tavsiye meallerin isimleri paylaşılsa uygun olur mu? Mesela, Ömer Nasuhi hocanın hazırlamış olduğu bir meal var ve tavsiye edilebileceğini biliyorum.
Başlık: Ynt: �2010 Kur�an Yılı� dolayısıyla...
Gönderen: İsra - 27 Ağustos 2010, 08:37:54
Bu vesileyle tavsiye meallerin isimleri paylaşılsa uygun olur mu? Mesela, Ömer Nasuhi hocanın hazırlamış olduğu bir meal var ve tavsiye edilebileceğini biliyorum.

Ömer Nasuhi tavsiye edilecekler grubundan ama mealdan çok tefsir okunması daha doğru olur

http://www.sadakat.net/forum/islamgenel/mealcilik_sorgulamasi-t49183.0.html
Başlık: Tuzağa düşenler!..
Gönderen: İsra - 27 Ağustos 2010, 08:43:26
Dün, Müslümanların planlı bir şekilde, Kur’an-ı kerim meallerine yönlendirilerek fıkıh kitaplarından uzaklaştırıldıklarından bahsetmiştik. Bu sinsi tuzağa kimler düşüyor?

Birincisi; altyapısı olmayan, temel dinî bilgilerden mahrum kimseler. Bunlar işin aslını bilmedikleri için, kandırılmaya, yönlendirilmeye, istismara müsait insanlardır. Demagoji ve mantık oyunlarını ilim zannederler; çünkü gerçek ilmi bilmezler. İlimle değil, basit akılları ile hareket ederler. Böyle olduğu için de, tuzağa yakalanmaları kolay oluyor.

İkincisi; hiçbir şeyden haberi olmayan “entel” tabir edilen inanç boşluğundaki kimseler. İnsan, yaratılıştan bir şeye inanma ihtiyacını hisseder. İnsan, doğru veya yanlış bir şeye inanmazsa, huzursuz olur. Bu tür inançsızlık boşluğuna düşmüş kimseler, genelde, dinle pek ilgisi olmayan kimselerdir.

Bu tür insanlar derler ki: “Biz iyi kötü bir şeye inanalım, fakat bu inandığımız şey, bizi bazı şeylere zorlamasın. Mesela, namaz kılmak, oruç tutmak, hanımı örtmek gibi şartlar getirilmesin. Biz özgürce istediğimiz gibi yaşayalım, inancımıza bir zarar gelmsin.”

DİNİ TERSİNE ÇEVİRMEK

Dikkat edilecek olursa, reformcular, tam bunların istediği gibi konuşan, onların nabzına göre şerbet veren kimselerdir.

Nasıl nabza göre şerbet veriyorlar, bir örnek vereyim: Diyorlar ki: “Eskiden namazın sünnetleri diye bir şey yoktu. Bunları sonradan din adamları uydurdu. Bunun için sünnetleri kılmayın. Namaz, gündüz işinizi, mesainizi mi aksatıyor? O zaman beş vakit namaz kılmaya da gerek yok, namazı üç vakte indirin. Bunu da yapamadınız, öyleyse kazaya bırakın, akşam hepsini birlikte kaza edersiniz. Akşam oldu, gündüz çok yoruldunuz, bitkin bir hâldesiniz veya misafiriniz geldi, kazasını da yapamadınız, tevbe etmeniz kâfi. Hiç üzülmeyin, Allah affetmeyi sever, hiç kafanıza takmayın, sizi de affeder. Kur’anda namazın kazası geçmiyor...”

Bunların en bariz özelliklerinden biri de, her şeyi tersine çevirmek. Tersten yorumlamak. Cahil kimselerin kafalarını allak bullak etmek. Ayet-i kerimelere maksatlarına uygun mana vererek delil getirmek.

Yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi, namaz kıldırmamak için çırpınırlarken, diğer taraftan da, kadınlara, hayz hâlindeyken namaz kıldırmaya çalışıyorlar, hem de âyeti kerime meallerni istismar ederek. Diyorlar ki: “Kadınların hayz hâlindeyken oruç tutmalarının, namaz kılmalarının, yasak olduğu ayetlerde açıkça geçmiyor. Bunun için kadınlar, bu hâldeyken de namaz kılmalıdır, oruç tutmalıdır. Namazda da, başka zamanda da, kadınların örtünmesi şart değil. Bunları âlimler sonradan uydurdu...”

KUR’ANDA ZEKATIN ORANI YOK

Diğer taraftan bir tüccar, zekât vermek istiyor. Fakat, mal canın yongasıdır misali, vermek zor geliyor. Kafa karıştırıcılar hemen imdadına yetişiyorlar: “Bak meale, Kur’an-ı kerimde verilecek zekâtın oranı bildirilmemiş. Oran çok önemli olsaydı, bildirilirdi. Bunun için, önemli olan vermektir. Miktarı önemli değildir. Sen gönlünden kopanı ver, kâfi. Allah kabul eder...”

Halbuki, Peygamber Efendimiz, zekatın ne oranda nasıl verileceğini açıkça bildirmiş. Hadis-i şerifler bunlar için delil olmadığından kendilerine göre yorum yapıp insanları yanlışa zorluyorlar. Halbuki, Kur’an-ı kerimin muhatabı Peygamber Efendimizdir. En güzel, en doğru açıklayan O’dur. Peygamberimizin bildirdiklerini es geçip doğrudan Kur’an-ı kerime yönelmek, Peygamberimizi devre dışı bırakmak olur. Bu bir Müslümanın yapacağı iş değildir.

Nitekim, Hazreti Ömer’e, “Namazların seferde kaç rekat kılınacağını Kur’anda bulamadık” diye sorulunca, “Allahü teâlâ, bize, Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Kur’an-ı kerimde bulamadığımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde, dört rekat farzları iki rekat olarak kılardı. Biz de, öyle yaparız” buyurdu.

Kısacası, dinimizin bozulmaması, oyuncak haline getirilmemesi için; 14 asırdır nasıl yaşanmışsa, nasıl bizlere ulaşmışsa, aynı yolu takip edip, dinimizi fıkıh kitaplarından, İlmihal’den öğrenmekten ve öğretmekten başka çaremiz yoktur...

Mehmet Oruç