Sadakat islami Forum

DİNİ KATEGORİLER => İSLAMİ SORULARINIZ VE CEVAPLARI => Konuyu başlatan: salih01 - 25 Şubat 2013, 22:18:54

Başlık: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: salih01 - 25 Şubat 2013, 22:18:54
Şimdi arkadaşlar kıyamet günü ölen insanlar dirilecek o gün o zamandaki insanlarda ölecek ama yalnız Dabbe tül arz felanda gelecek dünya üzerine biz müslümanlara ne olacak dirilince kıyamet günü yani neler yaşayacağız beni aydınlatabilirmisiniz kıyamet günü konusunda yorumcu arkadaşlarımdan yardım istiyorum Kuran-ı kerim kutsal kitabımıza göre yorumlayalım lütfen teşekkürler.
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: azizistanbul - 26 Şubat 2013, 09:58:12
Kıyamet günü insanlar dirilmeyecek. Kıyamet dünyanın ve dünyadaki yaşamın sonu olacak. Kıyametle beraber tüm canlılar ölecek. Belli bir müddet sonra ikinci sûr'ün üflendiği haşr yani diriliş günü tüm insanlar dirilecek ve hesap süreci başlayacak.
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: salih01 - 26 Şubat 2013, 14:12:47
teşekkür ederim 1.sür üflenmesiyle kıyamet kopacak 2.sür üflenmesiyle insanlar dirilecek hesap verme zamanı olacak yardımcı olduğunuz için tekrar teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: hoca-v - 26 Şubat 2013, 23:11:43
özet bilgi için kuran da vakıa suresinin mealini okumanızı tavsiyeedem.sorunuzdan anladıgım kadar çok mühim bir yerdenögrenmeye başlamışsınız selamlar
Başlık: Âhirete İman
Gönderen: Mücteba - 26 Şubat 2013, 23:30:50
Şimdi arkadaşlar kıyamet günü ölen insanlar dirilecek o gün o zamandaki insanlarda ölecek ama yalnız Dabbe tül arz felanda gelecek dünya üzerine biz müslümanlara ne olacak dirilince kıyamet günü yani neler yaşayacağız beni aydınlatabilirmisiniz kıyamet günü konusunda yorumcu arkadaşlarımdan yardım istiyorum Kuran-ı kerim kutsal kitabımıza göre yorumlayalım lütfen teşekkürler.

Kıyametin kopması ve âhiretin meydana gelmesi, Kur'an-ı Kerim'le, Hadis-i Şeriflerle ve ümmetin birliği ile sabittir. İtikadi mesele olması hasebiyle yorum yapmadan ehli sünnet alimlerinin söylediklerini kabul ederiz.


Âhirete İman  (http://www.sadakat.net/bueyuek-slam-lmihali/45-bii-tikad-kitab/2118-ahirete-man.html)

Âhiret, bu dünyadan sonraki nihayetsiz (sonsuz) âlemdir. Yüce Allah, içinde yaşadığımız bu dünyayı ve üzerinde olan bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır. Bir gün gelecek, bu dünyadan ve üzerinde bulunanlardan hiç bir eser kalmayacaktır. Allah'ın takdir ettiği gün gelince insanlarla beraber bütün canlı ve cansız varlıklar yok olacaktır. Bütün dağlar taşlar, yerler gökler parçalanacaklardır. Böylece bu âlem bambaşka bir âlem olacaktır. Bu, kıyamettir. Bundan sonra yine Yüce Allah'ın takdir ettiği zamân gelince, bütün insanlar yeniden dirileceklerdir. İnsanların hepsi "Mahşer" denilen çok geniş ve düz bir sahada toplanmış olacaklar ve yeni bir hayat başlayacaktır. Buna "Umumi Haşr" denilir. Bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren, bitmez ve tükenmez, sonu gelmez bir halde devam edecek olan âleme, âhiret âlemi denir. Buna inanmak da, müslümanlıkta bir esastır.
 
Kıyametin kopması ve âhiretin meydana gelmesi, Kur'anın âyetleriyle, peygamberin hadisleriyle ve ümmetin birliği ile sabittir. Diğer bütün peygamberler de kendi ümmetlerine bu gerçeği bildirmişlerdir. Onun için âhirete iman etmek büyük bir görevdir ve her din için önemli bir inançtır.
 
Kudretine nihayet bulunmayan Yüce Allah için, gelecekte âhiret hayatını meydana getirmek pek kolay şeydir. Alemleri yoktan var eden, hele insanları birçok güç ve meziyetlerle yaratıp kendilerine hayat veren büyük yaratıcımız için, bütün bu âlemleri yok ettikten sonra tekrar yaratmak zor bir şey midir? Bir şeyi önce var eden, sonra tekrar onu var edemez mi? Bunları tekrar var edemeyen yaratıcı olur mu? Hayır, Yüce Allah öyle bir büyük yaratıcıdır ki, nice âlemleri yoktan var etmiştir ve nice âlemleri de yaratmaya kadirdir. Bir kere astronomi ilmine bakalım: Ucu bucağı olmayan bir boşlukta dolaşıp duran ve zaman zaman parlayıp sönen yüzbinlerce nur ve ışık âlemini bu ihtişamları ile yaratmış olan Allah, âhiret âlemini de yaratmaya kadirdir.
 
Allah'a hamd olsun ki, biz müslümanlar, âhiret gününe, âhiretin sonsuz hayatına, Cennet ve Cehennem'in daha önceden yaratılmış olduğuna inanıyoruz. İşte bu iman bizi kurtuluşa götürür, ruhumuzu yükseltir ve bizi mutluluğa kavuşturur. Bu imandan yoksun olmak, insanı şaşırtıp sapıklığa düşürür, her türlü fenalığa sürükler ve hem dünyada hem de âhirette yüzü kara eder.
Başlık: Kıyametin Oluşu ve Başlangıç Alametleri
Gönderen: Mücteba - 26 Şubat 2013, 23:32:09
Kıyametin Oluşu ve Başlangıç Alametleri  (http://www.sadakat.net/bueyuek-slam-lmihali/45-bii-tikad-kitab/2116-kyametin-oluu-ve-balangc-alametleri.html)

Âhiret âlemi başlamadan önce, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, bütün insanların ve bütün âlemlerin başına kıyamet kopacaktır. Bu kıyametin kopmasını "Sûr'a birinci üfürüş" olayı meydana getirecektir.
 
Şöyle ki: Melek İsrafil (Aleyhisselâm) "Sûr" denilen ve niteliği Yüce Allah tarafından bilinen bir ses verme cihazına üfürecektir. Bundan çıkan korkunç bir ses ile bütün canlılar ölecek, her şey altüst olacaktır.
 
Bildiğimiz yer sarsıntıları, su basmaları, yanardağların patlamaları, yıldırımların düşmesi ve yerlerin çökmesi gibi birtakım olaylar yüzünden yeryüzünde ne korkunç ve ne büyük felâketler meydana gelmektedir. Bunlardan her biri, Yüce Allah'ın büyük kudretini gösteren nişanlardır. İşte yeryüzünde ve göklerde büyük kıyametin kopması da, bizce bilinmeyen çok korkunc bir ses ve gürültü ile (Sûr'a üfürülmenin dehşetiyle) olacaktır. Kimbilir, hatır ve hayalimize gelmeyen daha nice büyük olaylar ve görüntüler buna eşlik edecektir. Bütün âlemlerdeki düzen ve ölçü, ancak Yüce Allah'ın eseridir, O'nun kudretinin delilidir. Yüce Allah bu düzen ve ölçüyü herhangi bir sebeble bir an içinde kaldırınca, bütün varlıklar hemen altüst olur, maddeler arasındaki bağlantılardan hiç bir eser kalmaz, hiç bir canlının yaşamasına imkân kalmaz.
 
İşte bu umumî (genel) kıyamettir. Bunun kopacağı zamanı ancak Yüce Allah bilir.
 
Kıyametin alâmetlerine gelince: Bunlar, Eşrat-ı Saat (Kıyamet Alâmetleri) denen bazı tuhaf ve çirkin olağanüstü olaylardır. Bunların meydana geleceğini Peygamber efendimiz bildirmiştir. Başlıcaları şunlardır;
 
1) Din konusunda bilgisizliğin her tarafa yayılması, sarhoşluk veren şeylerin içilmesi, zina ve benzeri kötülüklerin çoğalması, öldürme olaylarının artması... Bunlara küçük alâmetler denir.
 
2) Müminleri nezleye tutulmuş ve kâfirleri sarhoş olmuş gibi yapacak bir dumanın çıkması.
 
3) Deccal adında bir şahsın türeyip tanrılık davasında bulunması ve sonra kaybolup gitmesi...
 
4) "Ye'cüc ve Me'cüc" adında iki milletin yeryüzüne yayılarak bir müddet bozgunculuğa çalışması...
 
5) Hazret-i İsa'nın gökten inerek bir müddet Peygamberimizin şeriatı ile amel etmesi...
 
6) "Dabbetü-l Arz" adında canlı bir yaratığın yerden çıkarak insanlara karşı sözler söylemesi...
 
7) Yemen tarafından korkunç bir ateş çıkarak etrafa dağılması..
 
8) Doğu ile batıda ve Arab yarımadasında birer büyük yer çöküntüsü olması...
 
9) Güneşin az bir zaman için battığı yerden doğması...
 
Bu alâmetlere de, Büyük Alâmetler denir.
 
Bütün bu olaylar Yüce Allah'ın kudretine göre, hiç bir zaman imkânsız sayılamaz. İçinde yaşadığımız bu âlemdeki olayların her biri, acaib bir yaratılışın ve büyük bir kudretin nişanıdır, bir üstünlük örneğidir. Artık Kıyamet Alâmetleri denilen bu olayları düşünen hangi insan imkânsız görebilir?
 
Bundan önce varlıklarına imkân verilmeyen nice büyük icatlar zaman zaman ortaya çıkmıyor mu? İnsanların zekâ ve çalışmaları sayesinde böyle birtakım büyük ve güzel şeyler meydana geldiği halde, yaratıcımızın büyük kudreti ile artık nelerin meydana gelebileceğini düşünelim.
 
"Bütün bunları yaratmak Allah'a güç değildir." (İbrahim: 20)
Başlık: Ahirete Ait Olaylar
Gönderen: Mücteba - 26 Şubat 2013, 23:34:53
Ahirete Ait Olaylar (http://www.sadakat.net/bueyuek-slam-lmihali/45-bii-tikad-kitab/2112-ahirete-ait-olaylar.html)

Kıyamet koptuktan bir süre sonra Yüce Allah'ın emriyle sura ikinci üfürüş olacaktır. Bunun üzerine bütün insanlar dirilerek yerlerinden kalkacaklar ve mahşer (toplantı) meydanında bir araya gelmiş olacaklardır.
 
Bir insanın bedeni yüz binlerce parçaya ayrılsa, her tarafa savrulup saçılsa ve çürüyüp kaybolsa, yine bunlar Yüce Allah'ın ilminden ve kudretinden dışta kalmazlar. Yüce Allah dilediği zaman bunları kudreti ile bir araya toplayıp diriltir, dilediği sonuca kavuşturur. İnsanların böyle yeniden hayat bulmalarına Haşr-i Escad (Bedenlerin toplanması) denilir. Bu olay, ruhların bedenlerine yeniden girmesiyle meydana gelecektir.
 
Bilindiği gibi, ruhlar Allah'ın birer emridir. Onların gerçek halleri insanlar tarafından bilinmez. İnsanlar ölünce, onların ruhları geçici bir zaman için başka bir âleme gider. Orada dünyada yapmış olduğu işlere göreya rahat yaşar yahut azab görür. O âleme Berzah Alemi denir. Bu, dünya ile âhiretten başka olan bir âlemdir. Hayatla ölüm arasında uyku hali ne ise, ölümle âhiret hayatı arasında olan Berzah âlemi de onun benzeridir. Bunun gerçek halini ancak Yüce Allah bilir.
 
İşte ruhlar, ebedî bir şekilde ölümden ve yok olmaktan kurtulmuş oldukları için, âhiret hayatı başlayınca her ruh, Allah'ın kudreti ile meydana gelecek olan kendi bedenine döner. Onunla birleşerek beraberce Mahşer'e gider. Bu esas bakımından cisimle ruhun bir araya gelmesinden başka bir şey değildir.
 
Mahşer'de her mükellef (yükümlü) insan sorguya çekilecektir. Dünyada yaptığı işleri gösteren amel defteri kendisine verilecek, dünyadaki amelleri tartıya konacaktır. Müminlerin bir kısmı peygamberlerin ve diğer büyük kimselerin şefaatına kavuşacaktır. Her insan "Sırat" denilen köprü-en gecmek zorunda kalacaktır. İnsanların bir kısmı Sırat'ı geçerek Cennet'e girecek, bir kısmı da bundan geçemeyip Cehennem'e düşecektir. Şöyle ki :
 
Âhiret gününde sorguya çekilme, yükümlü olan bütün yaratıkların Allah tarafından hesaba çekilmesidir. Mahşer'de büyük bir adalet mahkemesi kurulacak ve herkesden dünyada yaptıkları sorulacak, ona göre hakkında karar verilecektir.
 
Daha önce de insan öldüğü zaman kabrinde "Münker ve Nekir" denilen iki melek tarafından sorguya çekilecektir. Ölüye soracaklardır: Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir? Kıblen neresidir? Buna kabir sorgusu denir.
 
Amellerin yazılı olduğu defter, her insanın dünyada iyi ve kötü her işlediği şeyin yazılı olduğu defterdir. Melekler tarafından yazılmış olan bu defter, âhirette sahibine verilecek ve ona: "Al, kitabını oku!" denilecek ve böylece hiç bir şey gizli kalmayacaktır.
 
Mizan, Mahşer'de herkesin dünyada yapmiş olduğu işleri tartmaya mahsus bir adalet ölçüsüdür ki, bununla amellerin iyi ve kötü miktarı anlaşilmiş olur.
 
Sırat, Cehennem'in üzerine kurulmuş, üzerinden geçilmesi pek zor olan bir köprüdür. Bunun üzerinden Allah'ın iyi kulları çok kolaylıkla geçer. Öyle ki, bir kısmı şimşek çakar gibi aniden geçer ve Cennet'e girer. Kafirler ile müminlerden bağışlanmamış kimseler geçemeyip Cehennem'e düşeceklerdir. Kâfirler ebedî olarak orada kalacaklar, müminler ise cezalarını doldurduktan sonra Cennet'e gireceklerdir.
 
Cennet, hatır ve hayale gelmeyen maddî ve manevî nimetleri içinde toplayan, hiç bir zaman yok olmayan ve bugün mevcut olan sekiz bölümlü bir mükâfat âlemidir. Bulunduğu yeri ancak Allah bilir.
 
Cehennem; bütün kâfirlerle bazı günahkâr müminler için yaratılmış olan yedi aşağı tabakaya bölünmüş bir azab kaynağıdır. Burada kâfirler ebedî olarak kalacaklar ve azab çekeceklerdir. Günahkâr müminler ise, bir müddet azab çektikten sonra bağışlanarak Cennet'e konulacaklar. Cehennem'in bulunduğu yeri de ancak Yüce Allah bilir.
 
Kevser Havuzu, Mahşer günü Yüce Allah tarafından peygamberimize ikram buyurulacak olan gayet büyük bir havuzdur. Bunun çok tatlı ve berrak suyundan müminler içecekler. Mahşer'in dehşetinden ileri gelen hararetlerini gidereceklerdir.
 
Şefaat, âhiret günü bir kısım müminlerin bağışlanmaları ve bazı itaatli müminlerin de yüksek derecelere ermeleri için peygamberimizin ve diğer bazı büyük zatların Yüce Allah'dan dilek ve yalvarışta bulunmalarıdır.
 
Âhirette bütün insanlara ait hesaba çekilme işinin bir an önce yapılması için en büyük şefaatta bulunacak kimse, Hazret-i Peygamber Efendimizdir. Onun bu şefaatına Şefaat-ı Uzma (En büyük Şefaat) denir. Peygamberimizin sahib olduğu Cennetteki yüksek makama da Makam-ı Mahmud (Övülen Makam) denir.
 
Bütün bu saydığımız şeylerin aslını ve özünü ayrıntıları ile bilmek ancak Yüce Allah'a mahsusdur. Âhiretle ilgili bütün bu olayların var olduğunu kabullenmek, Yüce Allah'ın kudret ve azametini düşünüp sezebilenler için asla uzak ve imkânsız görülemez. Yüce Allah'a hamd olsun ki, biz bunların hepsine inanmış ve iman etmiş bulunuyoruz.
 
"Allah her şeye gücü yetendir." (Kehf: 45)
Başlık: Âhiretin Varlığındaki Hikmet
Gönderen: Mücteba - 26 Şubat 2013, 23:36:25
Âhiretin Varlığındaki Hikmet (http://www.sadakat.net/bueyuek-slam-lmihali/45-bii-tikad-kitab/2110-ahiretin-varlndaki-hikmet.html)

Bilindiği gibi, Yüce Allah'ın varlığı ezelîdir, ebedîdir. O'nun kudreti de sonsuzdur. Her işinde de nice hikmetler vardır. O'nun, yaratıcılık sıfatı her zaman varlığını gösterecektir. O'nun yarattığı ve yaratacağı varlıkların bir kısmı devam edecektir. Kimbilir içinde yaşadığımız bu âlemi ne kadar asırlar önce yaratmıştır! Sonra da bu âlemde birtakım ibadet ve görevlerle yükümlü olmak üzere insanları seçkin bir sınıf olarak meydana getirmiştir.
 
Bütün bu insanlar ve diğer nice yaratılmış varlıklar boşuna mı yaratılmıştır? Geçici bir zaman için yaşayıp da sonra tamamen yok olsunlar diye mi, bu kadar mükemmel surette meydana getirilmişlerdir?
 
Hayır, böyle bir iddiaya insanın vicdanı isyan eder. Her zerrede görülen hikmet buna karşı çıkar.
 
Şübhe yok ki, insanlar bu dünyaya bir imtihan için getirilmiştir. Bu âlemde yapmış oldukları iyi ve kötü amellerinin sonuçlarına ve karşılıklarına başka bir âlemde ebedî olarak kavuşmak için yaratılmışlardır. Bu dünyada herkes yaptığının karşılığını yeter derecede görmemektedir. Nice saygı değer iyi insanlar sefil bir halde yaşarlar. Nice sapık ve azgın kimseler de, rahatlık içinde yaşayarak kötü yürüyüşlerinin cezasını dünyada görmezler.
 
Bu bakımdan Yüce Allah'ın adaletinin tam manasıyla gerçekleşeceği bir âlem lâzımdır ki, herkes yaptığı işlerin karşılığını orada bulsun. Böylece Yüce Allah'ın yaratıcılık sıfatı kendisini daima göstersin.
 
Şunu da düşünmelidir: Bu dünyada insanlar ve diğer sorumlu yaratıklar iki kısma ayrılmıştır: Bir kısmı üzerine düşen görevleri yerine getirmekte ve Allah'ın varlığına değişmez bir inançla sarılmış bulunmaktadır. Bu değişmez ve devamlı inanç sahiblerinin mükâfatları da âhiret hayatında ebedî olacaktır.
 
Diğer bir kısmı ise, görevlerini kötüye kullandıklarından Yaratıcısını unutmuşlar ve nefislerine uyarak gittikleri sapık yolun doğruluğuna devamlı bir inançla bağlanmışlardır. Milyarlarca sene yaşayacak olsalar dahi, kendi inanç ve inkârlarını terketmemek kararında bulunurlar. Onun için bunların cezası da, kendi inançları gibi ebedî olacaktır. Âhirette sonu gelmeyen bir azaba düşeceklerdir.
 
Şunu da ilâve edelim ki, Yüce Allah katında güzel iman o kadar makbul ve büyük bir şeydir ki, onun karşılığı, Allah'ın bir ihsanı olarak sonsuz bir mükâfattır. Allah'ı inkâr edip batıla tapınmak da, o kadar büyük bir cinayettir ki, bunun karşılığı da, sonsuz bir azabdan başka bir şey değildir.
 
"İyi insanlar Naîm'de (Nimet Veren'de), günahkâr kimseler de Cehennemdedirler.", (İnfitar:13-14)
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: salih01 - 01 Mart 2013, 17:19:19
bir soru daha mesela diyelim şuan öldük tam olarak neler olacak acaba ayrıntılı olarak öğrenebilrmiyim?
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: son yolcu - 01 Mart 2013, 17:33:20
Kardeşim benden sana bi tavsiye bence sen üşenme İmamı gazali hazretlerinin Ölüm ve ötesi kitabını al oku..

Sen bu konuları sormakla, hocalarımızda anlatmakla bitiremezler herhalde...

Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: Mücteba - 01 Mart 2013, 17:38:10
bir soru daha mesela diyelim şuan öldük tam olarak neler olacak acaba ayrıntılı olarak öğrenebilrmiyim?

Mukaddime

Cenab-ı Hak hepimize mukadder bir ömür tayin etmiş. Ve tayin edilen bu ömür nihayete erdiğinde  varacağımız yer, toprağın altı olan kabir alemi. Sadece bizlerin gideceği alem değil, Adem a.s. bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün enbiyaullah, evliyaullah, şehidü şüheda, mümin, müminat kafir ve kafirat ne kadar insan yaşamışsa hepsi kabir alemindeler. Henüz ahirete intikal etmediler.

Bu kabir alemi ne tam bir ahiret alemi ne de tam bir dünyadaki bir alem mesabesindedir. Ahiret alemi değil, çünkü ahirette artık amel defteri tamamen kapanmış ve geri dönüşü olmayan bir uhrevi hayat cereyan edecek, ama kabir alemindeki mevtalar ise dünyada yaşayan yakınlarından ya da müminlerden gelen hediyeler neticesinde muazzap olan ruhları müreffeh olabilmektedir.

İşte böyle mühim bir alemde nasıl bir hayat programı vardır?
Orada yaşayanlar ne tür akibetlere maruz kalıyorlar, ve bu akıbetlerden bizi ilgilendirmesi anlamında dikkat ve ibrete şayanı olan kabir azabından sakınmak için dünyada iken neleri yapmamız gerekir ve nelerden ictinap elzemdir, bu muhtasar risalemizde bunlara temas etmeye çalışacağız.

Rabbim öğrendiklerimizle amel ederek en güzel bir şekilde kabir alemine hazırlanmayı nasip eylesin!
Amin!


Miftahulkuluub / Sadakat İslami Forumları
Haziran 2010


Devamı için :
Muhtasar Berzah Risalesi  (http://www.sadakat.net/forum/hakikat_ekseninde/muhtasar_berzah_risalesi-t49325.0.html;msg233103#msg233103)
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: salih01 - 01 Mart 2013, 22:37:46
Kardeşim benden sana bi tavsiye bence sen üşenme İmamı gazali hazretlerinin Ölüm ve ötesi kitabını al oku..

Sen bu konuları sormakla, hocalarımızda anlatmakla bitiremezler herhalde...



teşekkür ederim ama beni online aydınlatan bir hocaya ihtiyacım var önerdiğiniz kitabı almaya çalışıcam tekrar teşekkür ederim.

ben merak ettiklerimi soruyorum tam anlamıyla inanıyorum ama şarta bağlamıyorumda ölünce neler olacak azrail nasıl görünecek rüya gibimi olucak ölünce yani bilmiyorum bunları ölümden korkmalımıyız ? yani bu sorulara cevap arıyorum
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: efsanef - 02 Mart 2013, 17:55:18
Kıyametin şartlarını, kıyametin alâmetlerini, surun üfürülüşünü, zelzele ve insanların perişanlığını, yaratıkların helakini ve göklerin harap olmasını bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, sadece muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Kıyametin şartları ve kıyametin alâmetleri iki çeşittir. Biri gizli alâmetler, biri de açık alâmetlerdir.
Gizli alâmetler: İnsandan izzet, hürmet, muhabbet, şefkat, edep, haya, cömertlik, ahde vefa, doğruluk, safa, dostluk, takva, şeriatın yürürlükten kalkması gibi. Şehirlerde mescitlerin çoğalması ve cemaatin azalması, binaların yüksek olması, elbiselerin incelmesi, kadınların ve çocukların hakimiyeti ele geçirmesi, kadınların erkekler, erkeklerin kadınlara benzemesi, homoseksüelliğin ve kadınlar arasında seviciliğin yaygınlaşması, eşyanın bereketinin azalması, akraba ziyaretinin ve şeriata uygun alış-verişin kesilmesi, kötülerin hürmet görmesi, iyilerin hakir görülmesi, cariyelerin efendilerini doğurması, kan dökülmesi, fisk ve fücurun artması ve kabirlerin süslenmesi gibi işlerdir ki, bunlara kıyametin şartları dahi derler.
Açık alâmetler: Kıyametin açık alâmetleri ondur.
1- Deccalın çıkışı.
2- Üç gece üstüste ay tutulması.
3- Üç sene boyunca yedi iklimde kıtlık olması.
4- Büyük bir dumanın her tarafı kaplaması.
5- İsa aleyhisselamın Şam’daki beyaz minare üzerine inip, Deccal’ı öldürerek, Şeriat-ı Muhammediyye ile amel etmesi.
6- Resul-ü Ekrem’in soyundan Mehdi çıkıp, kırk yıl adâlet üzere gidip, Hazreti İsa aleyhisselamı bulması.
7- Dâbbe-tül-Arz’ın vücuda gelmesi.
8- Ye’cüc ve Me’cüc’ün İskender seddinden çıkarak, yedi iklimi istilâ etmesi.
9- Hazreti İsa aleyhisselamın Mekke-i Mükerreme’ye gelip, buradan ahirete gitmesi; bundan sonra da Kâbe’nin yıkılması.
10- Güneşin batıdan doğup, orada dolanması.
Bu şartların ve alâmetlerin ortaya çıkmasından sonra misk ve anber kokusu gibi serin ve temiz rüzgâr esip, müminlerin ruhları bu rüzgârın tatlılığıyla çıkar. Bundan sonra Kur’an-ı Kerim’in hükümleri yeryüzünden kalkıp, halkın cümlesi cehalette kalır. Yüz yıl dahi öyle gider.
Müfessirler dahi ittifak etmişlerdir ki: Bütün bunlardan sonra Hak Taâlâ, İsrafil aleyhisselama suru üfürmekle emreder. Hemen o an surun narasının heybetinden yedi gökte olan meleklerin ve yedi yerde olan yaratıkların cümlesi, kıyamet koptu sanıp, yüzleri üzere düşüp, kendilerinden geçerler. Gökler ve yerler titreyiş ve sarsıntıyla düşüp, yıldızlar dökülür. Saçlar, sakallar ağarıp, hamileler doğurup, insanların cümlesi kendinden gidip, sarhoşlar misali kalırlar. Bu, surun ilk üfürülüşüdür ki, ondan bu heybetleri alırlar. Kırk yıl dahi bu minval üzere gider. Bundan sonra Hak Taâlâ, İsrafil aleyhisselama yine sura üfürmekle emreder. Bunun üzerine o dahi ikinci üfleyişte suru öyle güçlü üfler ki, şiddetinden bütün dağlar o demde düzlenerek yerlerinden kopup, havaya çıkıp, atılmış pamuk gibi bulut olurlar. Yedi gök, pare pare olup, yeryüzüne su gibi eriyip dökülürler. Denizlerin suyu kupkuru olup, güneş ve ayın ışığı gidip, kapkara olurlar. Cihanı karanlık kaplayıp, arş-ı âlâdan aşağıların aşağısına belki perde altına dek, her ne kadar yaratık ve melek varsa cümleten helâk olup, fena bulurlar. Ancak Allah’a yakın meleklerden sekiz melek kalırlar. Onlar; Cebrail, Mikail, Rıdvan ve Azrail’dir. Öteki dördü; arşın taşıyıcılarıdır ki, birisi İsrafildir. Bundan sonra Azrail aleyhisselam, o yedi meleğin dahi ruhlarını kabzeder. En son kendi ruhunu kabzederken bir çığlık atar ki, narasının sadası gökleri geçip, yerlere gider.
Şu halde her can, ölümü tadıp, yok olur. İki âlemde bir kimse kalmayıp, ancak Celal ve ikram sahibi olan Allah Taâlâ kalır. Bu âlem, harap, boş, tenha virane gibi, kırk yıl daha bu durum üzere kalır. Ve kimse olmadığından yine kendisi: “Her şeye galip olan tek Allah’ın!” (40/16) deyip, kendi kendisine cevap eder.
Kaynak : Marifetname – Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri

Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: efsanef - 02 Mart 2013, 17:57:18
Peygamberimiz (Sav)’in Hadisi şerifler Işığında’ AHİR ZAMANDA ORTADOĞU’DA NELER OLACAK?
Peygamberimiz (sav)’in ahir zamanda meydana gelecek olaylarla ilgili olarak dikkat çektiği bölgelerin başında Ortadoğu gelmektedir. Nitekim hadisi şeriflerde belirtilen alametlerin büyük çoğunluğu da Ortadoğu’da zuhur etmiştir. Bunun yanı sıra Peygamberimiz (sav)’den bölge hakkında çok sayıda başka rivayetler de bulunmaktadır. Bu rivayetlere genel olarak bakıldığında dikkati çeken ortak nokta ise Ortadoğu topraklarında karışıklıkların, fitnelerin ve büyük olayların Hz. Mehdi çıkıncaya kadar yaşanmaya devam edeceğidir. Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Bağdat, ve gibi şehirlerin de içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesi tarih boyunca hz.Allah’ın mübarek peygamberlerinin yaşadığı, üç semavi dinin de doğuşuna tanıklık etmiş ve her dinin kutsal mekanlarının inşa edildiği kutlu bir bölge olmuştur. Tarih sahnesinde hep başrolde olmuş bir bölgenin ahir zaman gibi muhteşem olayların yaşanacağı bir dönemde de ön planda olacağı ahir zaman hadisi şeriflerinde belirtilmektedir.
Peygamberimiz (sav), hz.Allah’ın izniyle hadisi şeriflerinde, ahir zamanın alametlerini son derece detaylı biçimde anlatmıştır. Hadisi şeriflerdeki bilgilere göre ahir zamanın ilk dönemini oluşturacak kargaşa ve bozulmaların ardından Yüce Allah, güzel ahlaktan uzaklaşıp, dejenerasyona uğrayan toplumları doğru yola iletmek için ‘Mehdi’ (doğruya götüren) sıfatını taşıyan üstün ahlaklı bir kulunu vesile kılacaktır. Hz. Mehdi, İslam dünyasını bir çatı altında toplayacak ve ikinci kez dünyaya gelecek olan Hz. İsa ile birlikte Kuranı kerim ahlakının dünyaya hakim olmasına vesile olacaktır. Bu müjdeli haberin gerçekleşmesi hz.Allah’ın izniyle çok yakındır. İnananlar, dünya tarihinin en özel ve en görkemli zamanlarından biri olacak bu günleri, heyecan ve coşku içinde beklemektedirler.
Günümüzde dünyada yaşanan olaylar dikkatli bir biçimde analiz edilir, Kuranı kerimin ayetleri ve hadisi şerifler ışığında değerlendirilirse ahir zamanın ilk döneminin yaşanmaya başlanmış olduğu açıkça görülecektir. Yeryüzünde savaş ve çatışmaların, terör, şiddet, anarşi ve kargaşanın, katliamların, işkencelerin ve ahlaki dejenerasyonun giderek artmış olması hadisi şeriflerde bildirilen alametlerden yalnızca birkaçıdır.
Bu durum aynı zamanda tüm inanç sahiplerini de hadisi şeriflerde bildirilen ahir zaman alametleri konusunda daha detaylı araştırmalar yapmaya ve alametler üzerinde daha çok düşünmeye sevk etmektedir.
Biz de bu araştırmamızda ahir zaman hadisi şeriflerinde sık sık adı geçen, yaşanacak olaylarda dikkat çekici bir biçimde ön plana çıkan bir bölgeden yani günümüzdeki ismiyle ORTADOĞU’dan bahsedeceğiz.
Hadisi şeriflerde yer alan bilgilere göre, Ortadoğu olarak adlandırılan bu bölgenin Hz. İsa’nın gelişi ve Hz. Mehdi’nin çıkışından önce tanıklık edeceği birçok olay bulunmaktadır. Hatta hadisi şeriflerde, bu kutlu şahısların çıkışlarından sonra da bu topraklarda pek çok gelişme yaşanacağı anlaşılmaktadır. Öte yandan Ortadoğu, tarih boyunca hep önemli hadiselere sahne olmuş, semavi dinlerde de önemli bir merkez olarak geçen ve pek çok peygambere de yurt olmuş özel bir bölgedir. Peygamberimiz (sav)’in hadisi şerifleride, bölgenin geçmişte olduğu gibi ahir zamanda da önemli bir merkez olacağına dair işaretler vardır. (En doğrusunu Allah bilir)
Ortadoğu Tarih Boyunca Birçok Açıdan Önemli Bir Merkez Olmuştur
Günümüzde Irak, İran, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin ve -kısmen de- Türkiye gibi ülkelerin de içinde bulunduğu bu bölgenin genel adı olan Ortadoğu, tarih boyunca gerek stratejik konumu ve sahip olduğu maddi zenginlikler gerekse de tüm semavi dinlerin mensupları için ifade ettiği önem ve manevi yönü açısından çok büyük bir değere sahip olmuştur.
Örneğin; Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık üçte ikisinin (% 65.3), dünya bilinen doğalgaz rezervlerinin ise üçte birinden biraz fazlasının (% 36.1) Ortadoğu’da bulunması bölgenin neden maddi yönden bu kadar değerli olduğunun göstergesidir. Bu cazibe nedeniyle bölge geçmişte, birçok mücadele, savaş ve güç oyunlarına tanık olmuştur.
Bölgenin tarihsel geçmişini incelediğimizde karşımıza çıkan diğer bir önemli bilgi ise günümüzde Ortadoğu olarak adlandırılan coğrafyanın belli başlı birkaç önemli şehir merkezinin, her dönemde tüm dünyanın gözünün üzerinde bulunduğu merkezler olduğudur.
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri Kudüs’tür. Manevi değeri çok büyük olan bu şehir, pekçok büyük savaşa tanıklık etmiş ve birçok kez de farklı yönetimlerin hakimiyeti altına girmiştir. İçinde bulunduğumuz yıllarda Kudüs, dünya kamuoyunda sıcak bir gündem oluşturmaktadır. Üç Semavi dinin de mensupları için büyük önem arzeden bu şehir, bu yönüyle de farklı bir önem kazanmaktadır.
Bir diğer önemli örnek ise Konstantiniyye veya günümüzdeki ismiyle İstanbul’dur. Yüzyıllar boyunca pekçok devletin sahip olmak istediği bu değerli şehrin fethi Osmanlı’ya nasip olmuştur. Tüm dünya devletleri üzerinde bıraktığı olumlu etkiler günümüzde halen konuşulan Osmanlı İmparatorluğu’nda 500 yıla yakın bir süre boyunca yönetim merkezi olmuş bu şehir, günümüzde de gerek yeri ve stratejik önemi, gerek tarihi ve kültürel birikimiyle geçmişteki misyonunu halen sürdürmektedir. Ayrıca Osmanlı’nın yüzyıllar boyunca İslam dünyasının bayraktarlığını sürdürmüş olduğu halifelik makamının son olarak bu şehirde kalması diğer taraftan Hz. Mehdi’nin ortaya çıkacağı yere işaret olduğu belirtilen, kutsal emanetlerin İstanbul’da bulunması da bu şehrin önemini arttırmaktadır. Peygamberimiz (sav)’in hadisi şeriflerde İstanbul’un ahir zamanın başka büyük olaylarına tanıklık edeceği de belirtilmektedir.
Ortadoğu’daki önemli şehir merkezlerinden bir diğeri ise hadisi şeriflerde genellikle Şam ismiyle geçen ve kelime anlamı itibariyle Mekke ve Medine şehirlerini de kapsayan bölgedir. Bilindiği üzere, her yıl milyonlarca müslüman hac vazifelerini yerine getirmek ve Peygamberimiz (sav)’in yaşadığı kutsal toprakları görebilmek için bu bölgeyi ziyaret etmektedir. İslamiyetin sembolü ve merkezi olan bu bölgenin ahir zamanda yaşanacak olaylarda önemli bir rolü olacağını hadisi şerifler ışığında söyleyebiliriz.
Öte yandan Ortadoğu’yu genel anlamda tekrar ele alacak olursak bu bölgede tarih boyunca Yüce Allah’ın pek çok peygamber yaşamış ve Rabbimiz’in emirlerini insanlara tebliğ etmişlerdir. Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar için kutsal kabul edilen birçok ibadet merkezi de bu bölgede bulunmaktadır. Bununla beraber, hz.Allah’ın risaletini tebliğ eden mübarek peygamberleri yaşadığı bu kutlu mekanlar geçmişte son derece mucizevi olaylara da şahitlik etmişlerdir. Bu bölge, aynı o dönemlerde olduğu gibi, “dünya tarihinin muhteşem dönemi” olarak nitelendirebileceğimiz ahir zamanda da pek çok önemli olayın yaşanacağı bir merkez olacaktır. (En doğrusunu Allah bilir) Gerçekten de günümüzde tüm dünyanın gözü bu bölgede yaşanan sıcak gelişmeler üzerindedir. Gerek “Büyük Ortadoğu Projesi”yle, gerek Irak Savaşı’yla bölge, sürekli olarak dünya kamuoyunda gündem teşkil etmektedir.
kaynak–Peygamberler Yurdu: ORTADOĞU
Kuran’ı kerimde peygamberlerle ilgili verilen bilgilere bakıldığında, ismi geçen peygamberlerin büyük çoğunluğunun tebliğ görevlerine günümüzde Ortadoğu olarak bilinen topraklarda başladıkları görülmektedir. Bu özelliği nedeniyle Ortadoğu bölgesi peygamberler yurdu olarak da adlandırılmaktadır. Hidayet önderleri olan peygamberlerin yaşadıkları yerlerdeki insanlar birçok mucizenin de bizzat şahitleri olmuşlardır.
Peygamberlerle ilgili olarak yaşanan olaylardan bazılarını kısaca hatırlayacak olursak;
- Hz. Nuh, Mezopotamya olarak bilinen yerde kavmine tebliğ yapmış, hz.Allah’ın kendisine inşa etmesini emrettiği gemi, tufan olayının ardından yine aynı bölgede bulunan Cudi Dağı’na oturmuştur.
- Hz. İbrahim hz.Allah’ın emriyle oğlu Hz. İsmail ile birlikte Mekke’de Kabe’nin inşasına başlamıştır. Kavmi Hz. İbrahim’i ateşe atarak onu öldürmek istemiş fakat Yüce Allah ateşe esenlik olmasını emretmiştir.
- Hz. İbrahim’le aynı dönemde yaşayan Hz. Lut da bugün Lut Gölü veya diğer adıyla Ölü Deniz olarak da bilinen bölgede kavmine tebliğde bulunmuştur. İman etmeyen ve hz.Allah’ın haram kıldığı işleri yapmayı sürdüren kavmi hz.Allah’ın dilemesiyle helak olmuştur ve Rabbimiz bu helakı her dönemdeki insanlar için ibret vesilesi olacak bir olay kılmıştır.
-Hz. Musa ile beraber Mısır’dan çıkan ve belli bir süre göçebe bir kavim olarak varlıklarını devam ettiren İsrailoğulları, Hz. Davud zamanında Kudüs’te yerleşik düzene geçmişlerdir.
- Hz. Davud’un ardından Hz. Süleyman Kudüs’te tarihin gelmiş geçmiş en görkemli yapılarından biri olan Hz. Süleyman Mabedini inşa ettirmiştir. Cin ve şeytanların emrine verilmiş olması, kuşlar ve diğer hayvanlarla konuşabilmesi, rüzgara ve bakıra hükmetmesi insanların Hz. Süleyman’da şahit oldukları Rabbimiz’in lütfu olan mucizelerden bazılarıdır.
- Hz. İsa Kudüs’e çok yakın bir bölge olan Nasıra’da doğmuş, bu bölgede tebliğe başlamış ve hz.Allah’ın kendisine vermiş olduğu özel bir ilimle insanlara birçok mucize göstermiştir. Aynı şekilde Hz. İsa’nın yeryüzüne ikinci gelişinin de Ortadoğu bölgesinde olacağı hadisi şeriflerde bildirilmektedir.
-Hz. Muhammed (sav), Mekke’de doğmuş ve kendisine Ku-ran-ı Kerim burada vahyedilmiştir. hz.Allah’ın kendisine bildirmiş olduğu gayb haberleri Peygamberimiz (sav)’in en büyük mucizelerinden biridir ve hadisi şerifler aracılığıyla bize ulaşan bu bilgilerin önemli bir bölümü ahir zaman ve ahir zamanda yaşanacak olaylarla ilgilidir. Gerçekten de içinde bulunduğumuz döneme bakıldığında bahsi geçen gelişmelerin birer birer yaşanmış olduğu ve günümüzde de gerçekleşmeye devam ettiği açıkça görülmektedir.
Ahir Zamanın Başlangıç Alametleri Ortadoğu’da Zuhur Etmiştir
Yazının başında da belirttiğimiz gibi, hadisi şeriflerde ahir zaman olayları çok detaylı bir biçimde anlatılmıştır. Kimi zaman olayların vuku bulacağı mekanın bilgisi verilmiş, kimi zaman da özel bir zaman aralığına veya belirli bir tarihe işaret edilmiştir. Bu işaretler takip edildiğinde ise hemen hemen her özel durumun gerçekleştiği yerin Ortadoğu bölgesi olduğu görülmektedir. Hadisi şeriflerde Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin çıkışından önce gerçekleşeceği bildirilen olaylardan bazıları şunlardır:
İran-Irak Savaşı
Ahir zamanda meydana gelecek önemli bir savaş hadisi şerifte şöyle haber verilir:
“Faris (İran) yönünden gelecek olan bir kavimdir ki, şöyle diyecekler: “Ey Araplar! Siz fazla taassuba kaçtınız! Siz bunlara gereği gibi hak tanımazsanız, sizinle hiç kimse birlik kurmayacaktır… Bir gün, onlara ve bir gün de sizlere verilsin, ve karşılıklı sözler tutulsun…” Onlar Mutık’a (yöredeki bir dağ adı) çıkacaklar, Müslümanlar oradan aşağı yazıya (Irak Ovası) inecekler… Müşrikler öbür yandaki Rakabe (petrol kuyularının çok olduğu bölge) denilen, simsiyah olan nehrin kenarında duracaklar… Aralarında savaş olacak: Her iki ordudan, hz.Allah, zaferi kaldıracak.” (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 179)
Hadisi şerifi detayları ile inceleyelim:
- Faris yönünden gelecek olan: İran tarafından gelecek olan
- Faris: İran – İranlı
- Yazıya inecekler: Ovalık-Irak Ovası
- Mutık: Yöredeki bir dağın adı.
- Rakabe : Petrol kuyularının çok olduğu bölgedir.
“hz.Allah, her iki ordudan zaferi kaldıracak…”
Bu hadisi şerifin de işaret ettiği gibi, İran-Irak Savaşı 8 yıl sürmüş ve binlerce kayıp verilmesine rağmen bir netice alınamamıştır. İki taraf da kesin bir üstünlük sağlayamamıştır.
Afganistan’ın İşgali
“Talikan’a (Afganistan’a) yazık oldu. Şüphesiz Allah Teala’nın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır.” (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 59)
Hadisi şerifte Afganistan’ın ahir zamanda işgal edileceğine işaret vardır. Gerçekten de Rusların Afganistan’ı işgali olan 1979 yılı Hicri 1400 yılına, diğer bir ifadeyle Hicri 14. yüzyılın başlangıcına denk gelmektedir.
Orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır…
Rivayetin bu bölümünde de Afganistan’ın maddi zenginliklerine dikkat çekilmektedir. Bugün Afganistan’da çeşitli sebeplerle işletilmeye açılmamış büyük petrol yatakları, demir havzaları ve kömür madenleri tespit edilmiştir.
Kabe Baskını ve Kabe’de Kan Akıtılması
“O’nun çıkacağı yıl, insanlar hacca, başlarında bir emir bulunmadan gidecekler… Hep birlikte Beyt-i Şerif’i tavaf edecekler, sonra Mina’ya indiklerinde, köpekler gibi birbirlerine saldıracak, hacılar soyulacak, kanlar Akabe Cemresinin üzerine akacak.” (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 168-169)
Hadisi şerifte “onun çıkacağı yıl” cümlesi ile, hz.Mehdi’nin çıkışına yakın Hac sırasında meydana gelecek bir katliama dikkat çekilmektedir. 1979 yılında, Hac sırasında gerçekleşen Kabe baskınında aynen böyle bir katliam yaşanmıştır. Bu kanlı Kabe baskını da ahir zamanın başlangıcının ve hz.Mehdi’nin çıkmasının yakın olduğunun diğer alametlerinin gerçekleştiği dönemin tam başında yani Hicri 1400 yılının ilk gününde, 1 Muharrem 1400 (21 Kasım 1979) tarihinde meydana gelmiştir.
Fırat’ın Suyunun Kesilmesi
“hz.Mehdi’nin çıkışına yakın alametlerindendir: Fırat nehrinin durdurulması.” (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 39)
Gerçekten de Keban Barajı, Fırat Nehri’nin suyunu durdurarak kesmiştir.
“Resulullah buyurdu ki: Fırat Nehri’nin suyu çekilip altından bir dağ meydana çıkmadıkça kıyamet kopmaz…3 (Riyazü’s Salihin, 3/332)
Keban Barajı ve Fırat Nehri üzerine sonradan kurulan diğer barajlar, betondan dev birer dağı andırmaktadır. Bu barajlardan (hadis-i şerifteki benzetmeye göre dağdan) altın değerinde servet dökülmektedir. Dolayısıyla barajlar “altın bir dağ” özelliği kazanmaktadır. (En doğrusunu Allah bilir) Ayrıca yakın zaman önce uydu yolu ile Fırat Nehri’nin altında altın yataklarının bulunduğunun tespit edilmesi de bu hadisi şerifin başka anlamlar içerdiğine işaret ediyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)
Şam ve Mısır Meliklerinin Öldürülmesi
Ondan önce Şam ve Mısır melikleri (hükümdar, memleket sahibi) öldürülecektir…” (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49)
Bu hadisi şerifte hz.Mehdi’nin gelişinden önce Şam ve Mısır yöneticilerinin öldürüleceklerine dikkat çekilmektedir. Mısır’ın yakın tarihi incelendiğinde hadisi şerifte de belirtildiği gibi bir “meliğin” öldürüldüğü görülmektedir: 1970 yılında Mısır’ın başına geçen ve 11 yıl iktidarda kalan Enver Sedat. Enver Sedat 1981 yılında bir resmi geçit sırasında muhalifleri tarafından düzenlenen bir suikast sonucunda hayatını yitirmiştir.
Günümüzde Ortadoğu’da Yaşananlar Hadisi şerifleri Doğrulamaktadır
İçinde bulunduğumuz yıllarda Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere bakıldığında yine hadisi şeriflerde anlatımlarla çok büyük bir mutabakat gösterdiği görülmektedir. Bu konudaki en çarpıcı örnek ise Irak Savaşı ve beraberinde bölgede yaşanan gelişmelerdir. Bu noktada özellikle belirtmek isteriz ki bölgede yaşanan anlaşmazlıklar, savaşlar, işkence ve katliamlar Hz. Mehdi’nin zuhuruyla sona erecek, Hz. İsa’nın gelişi ile beraber Kuranı kerim ahlakı hz.Allah’ın izniyle tüm dünyaya hakim olacaktır. Haksızlıkların yerini hak ve adaletlerin, işkence ve savaşların yerini barış ve hoşgörünün, sapkın ve dinsiz ideolojilerin yerini hak din olan İslam ahlakının alacağı günler çok yaklaşmıştır. Son yıllarda bu bölgede yaşanan gelişmeleri haber veren bazı hadisi şerifler ise şu şekildedir:
Bağdat’ın Alevlerle Yok Edilmesi
“Ahir zamanda Bağdat alevlerle yok edilir…” (Risalet-ül Huruc-ül Mehdi, Cilt 3, sf. 177)
2003 senesinde Irak Savaşı’nın ilk gününden itibaren Bağdat, en yoğun bombardımana tutulan şehirlerden biri olmuştur. Ağır bombardıman, geceleri Bağdat’ın tıpkı hadisi şerifte haber verildiği gibi alev alev yanmasına neden olmuştur. Bağdat’ın gazete ve televizyon haberlerine yansıyan görüntüleri, yukarıdaki hadisi şerifte dikkat çekilen alev alev olması ile tam olarak mutabıktır.
Şam, Irak, Arabistan’da Kargaşa
Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “…Öyle bela ve musibetler olacak ki, hiçbir kimse, sığınabileceği bir makam bulamayacaktır. Bu belalar Şam’ın etrafında dolanacak, Irak’ın üzerine çökecek. Arabistan yarımadasının elini ve ayağını bağlayacaktır… Onlar belayı bir tarafta defetmeye çalışırlarken, diğer taraftan o yine ortaya çıkacaktır.” (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 38-39)
Irak’ın Yeniden Yapılanması
“… Irak’a saldırılmadıkça kıyamet kopmaz. Ve Irak’taki masum insanlar Şam’a doğru sığınma yerleri ararlar. Şam yeniden yapılanır, Irak da yeniden yapılanır.” (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 254)
Hadisi şerifte Irak’ın yeniden inşa edileceğine dikkat çekilmektedir. Önce İran-Irak Savaşı, daha sonra Körfez Savaşı, son olarak da 2003′teki Irak Savaşı’nın ardından, Irak’ta pek çok şehir yerle bir olmuştur. Bu savaşın sonrasında yaşanan yağma olaylarının da etkisiyle büyük bir harabeye dönüşen Irak’ın yeniden inşa edilmesi mecburi hale gelmiştir.
Irak’ın Üçe Bölünmesi
“Irak halkı üç fırkaya ayrılır. Bir kısmı çapulculara katılır. Bir kısmı ailelerini geride bırakıp kaçarlar. Bir kısmı savaşır ve öldürülürler. Siz bunları gördüğünüz vakit kıyamete hazırlanın.” (Yusuf el-Makdisi, Fera İdu Fevaidi’l Fikr Fi’l İmam El-Mehdi El-Muntazar)
Hadisi şerifte haber verildiğine göre, halkın bir grubu “çapulculara” katılacaktır. Savaş sonrasında otorite boşluğundan faydalanarak, Irak’ta büyük yağmalama olayları yaşanmıştır. Hadisi şerifte bir kısım halkın ise, bulundukları yerden bir an önce kaçmaya yeltenecekleri, hatta geride bıraktıkları ailelerini dahi düşünemez durumda olacakları haber verilmiştir. Gazetelerde bu yönde yer alan haberler dikkat çekicidir. Halkın bir kısmının ise, savaşa katılacağı ve öldürüleceği bildirilmektedir. Irak Savaşı sırasında da bir kısım insanlar çeşitli bölgelerde yaşanan çatışmalara katılmış ve hayatlarını kaybetmişlerdir.
Hadisi şerifler Işığında Önümüzdeki Dönemde Ortadoğu’da Yaşanacaklar
Açıkça görülmektedir ki Peygamberimiz (sav)’in ahir zamanda meydana gelecek olaylarla ilgili olarak dikkat çektiği bölge olan Ortadoğu’da belirtilen alametlerin büyük çoğunluğu zuhur etmiştir. Bunun yanı sıra Peygamberimiz (sav)‘den bölge hakkında çok sayıda başka rivayetler de bulunmaktadır. Bu rivayetlere genel olarak bakıldığında dikkati çeken ortak nokta ise Ortadoğu topraklarında karışıklıkların, fitnelerin ve büyük olayların Hz. Mehdi çıkıncaya kadar yaşanmaya devam edeceğidir. Bu konuyla ilgili hadisi şeriflerden biri şu şekildedir:
Şam’da fitneler bir taraftan sakinleştikçe, diğer bir taraftan alevlenir. Gökten çağırıcı bir melek “Mehdi emirinizdir. Mehdi Halifenizdir” demedikçe de fitneler bitmez. (Mustafa Reşit Filizi, Risalet-ül Huruc-ül Mehdi, s. 63)
Hz. İsa ile birlikte yeryüzünde bulunacak olan Hz. Mehdi’nin çıkışı öncesinde Şam bölgesinde büyük karışıklıklar olacağı hadisi şerten anlaşılmaktadır. Daha önce de söz edildiği gibi, Şam, Arapça’da kelime manası olarak “sol” anlamına gelir ve eskiden beri Hicaz bölgesinin (Mekke ve Medine şehirlerinin bulunduğu bölge) sol tarafında kalan ülkeleri ifade eder. Dolayısıyla bu hadisi şerif Ortadoğu bölgesinde halen devam eden çatışmaların kimi zaman azalıp kimi zaman artacağına ve ancak Hz. Mehdi çıkınca tam anlamıyla sona ereceğine işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Ortadoğu’da yaşanacak olaylar yalnızca kargaşa, çatışma ve savaşlardan ibaret olmayacaktır. Hz. Mehdi, çıkışının ardından büyük bir çoğunluğu bu bölgede bulunan İslam dünyası ülkelerini biraraya getirecek, çok güçlü bir ekonomik ve siyasi birliğin oluşmasına vesile olacaktır. Hz. Mehdi, Hz. İsa ile bu bölgede buluşacak ve birlikte namaz kılacaklardır. Hz. Mehdi Tabut-u Sekine’yi ve kutsal emanetleri bulundukları yerden çıkaracaktır. Dünya tarihine damgasını vuracak daha pek çok önemli olayın yine bu bölgede gerçekleşeceğini hadisi şerrifler ışığında ve İslam alimlerinin izahları doğrultusunda söyleyebiliriz. (En doğrusunu Allah bilir) Bahsi geçen olayları haber veren hadisi şeriflerden bir kısmı şu şekildedir:
Hz. İsa’nın Gelişi
“…Allah (c.c) Meryem oğlu İsa (as)’ı yeryüzüne indirir. O da iki güzel elbise giymiş olarak ve avuçlarınıda iki meleğin kanatları üzerine koymuş olarak Şam’ın doğusunda beyaz minare yanına iner.” (Tirmizi, Fiten 59)
“Daha sonra Hz. İsa Dımaşk’ın (Şam’ın) doğusundaki Beyaz minareye inecektir. İmam yerinden geriye çekilecek, Hz. İsa öne geçecek ve insanlara namazı kıldıracaktır.” (Muhyiddin İbn-i Arabi, Futuhat-El Mekkiye, 366. bab, c. 3, s. 327)
Hz. Mehdi’nin Zuhuru
“Meşrik (doğu) cihetinden siyah bayraklar (taşıyan bir ordu) zuhur edecek, …, onları görünce onlara derhal biat edin, kar üzerinde emekleyerek de olsa!” buyurdular. Çünkü o, hz.Allah’ın halifesidir, hz.Mehdidir.” (İbn-i Mace; Kitabu-l Fiten, 4084)
Hz. Mehdi’ye Biat Edilmesi
‘Sonra da hilafet yeryüzünün en hayırlısı olan hz.Mehdi’ye evinde otururken gelecektir.’ (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-ül Ahir Zaman, s. 26)
“Rükun ile Makan arasında kendisine biat edilecektir…’ (El Kavlü’l Muhtasar Fi Alametül Mehdiyy-il Muntazar, s. 42)
‘… hz.Mehdi, Rükun ile Makan arasında oturur ve elini uzatarak biatları Kabul eder.’ (El Kavlü’l Muhtasar Fi Alametül Mehdiyy-il Muntazar, s. 39-40)
Hz. Mehdi’nin Hicreti
“O, Kudüs-ü Şerif’e hicret edecektir. Bu hicretten sonra Medine tahrip edilip vahşilerin sığınağı olacaktı.” (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s.162)
“Nuaym’ın, Selman b. İsa’dan(r.a) rivayetine göre; “Mehdi Beyt-i Makdis (Kudüs)’de 14 yıl kalacak..” (Yusuf el-Makdisi, Fera İdu Fevaidi’l Fikr Fi’l İmam El-Mehdi El-Muntazar)
Hz. Mehdi’nin “Tabut-u Sekine”yi Çıkarması
“Antakya mağarasında “Tabut-u Sekine”yi çıkaracaktır. Şam’daki dağdan da gerçek Tevrat’ı çıkaracak ve bunun üzerine Yahudilerle tartışacak, birçok Yahudi Müslüman olacak.” (Risaletül Huruc ül Mehdi, s.124-125)
“hz.Mehdi, “Tabut-u Sekine”yi (Kutsal Sandığı) Taberiye gölünden çıkaracak.” (Ikdı’d Dürer, s. 51)
“Ona hz.Mehdi denilmesinin nedeni, gizli olan bir şeyin yolunu göstermesidir. Antakya denilen bir yerden “Tabut’u” (kutsal emanetler sandığını) ortaya çıkaracaktır.” (Suyuti, el- Havi li’l Feteva, II. Cilt, s. 82)
Hz. Mehdi’nin İslam Birliği’ni Kurması
“O zatın (Mehdi’nin) üçüncü vazifesi, Hilafet-i İslamiyeyi İttihad-ı İslam’a bina ederek, İsevi ruhanileriyle ittifak edip din-i İslam’a hizmet etmektir.” (İslam toplumunu birleştirmek ve Hrıstiyan alemi ile ittifak etmektir)
Hz. Mehdi’nin Kutsal Emanetlerle Çıkması
“hz.Mehdi, Peygamberimiz (sav)’in sancağı, gömleği, kılıcı, işaretleri, nuru ve güzel ifadesiyle yatsı vaktinde çıkar.’ (Ali b. Sultan Muhammed el- Kari el-Hanefi, ‘Risaletül Meşreb elverdi fi mezhebül Mehdi’)
‘Beytül Mukaddes’in hazinelerini, Tabut-u Sekine’yi, Beni İsrail sofrası ile levhaların madenlerini, Hz. Adem’in cübbesini, Hz. Süleyman’ın minberinin asasını ve hz.Allah’ın Beni İsrail’e gönderdiği süt kadar beyaz olan eldivenleri çıkaracaktır.’ (El Kavlü’l Muhtasar Fi Alametül Mehdiyy-il Muntazar, s.33)
Hz. Mehdi’nin İstanbul’u Manen Fethetmesi
‘Allah Konstantiniyye’yi (İstanbul’u) çok sevdiği dostlarının eliyle fethedecek… Onlardan hastalığı ve üzüntüyü kaldıracak.’ (Kıyamet Alametleri, s.181)
‘Beldeler onun emrine girer. Allah-u Teala onun elinde Konstantiniyye’nin fethini müyesser kılar.’ (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-ül Ahir Zaman, s. 56)
Hz. İbni Amr’dan (r.a.) rivayet edilmiştir: Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: Ey Ümmet! Altı şey vardır ki; onlar olmadan kıyamet kopmaz… (altıncısı) medinenin fethi.
-Denildi ki : Hangi medine? (Hangi şehir?)
-Buyurdu ki: Konstantiniyye.
(*) Bu Konstantiniyye’nin hz.Mehdi tarafından yapılacak fethidir. (Kıyamet Alametleri, 204 Ramuz-el Ehadis, 296)
Deccal’in Ortaya Çıkışı
Ebu Hureyre (ra)’den rivayete göre, Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur :
“…Onlar Şam diyarına (Kudüs) civarına gelince, Deccal ortaya çıkar.” (Müslim, Fiten 34)
Hz. İsa ile Hz. Mehdi’nin Birlikte Kılacakları Namaz
“(Sabah) namazı için kamet okunur. O sırada Meryem oğlu İsa (as) (yeryüzüne) iner. (hz.Mehdi) ona imamlık teklif eder. Fakat o, (hz.Mehdi’yi) işaret eder.” (Müslim, Fiten 34)
İmam Ebu Amr Osman b. Said El-Makarri’hazretlerinin “sünen”inde: Cabir b. Abdullah (R.A)’dan rivayetine göre, Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Benim ümmetimden bir grup, daima hak üzere savaşırlar. Nihayet Meryem oğlu hz.İsa, fecir vakti Beyt-i Makdis (Kudüs)’de nazil olacaktır. Ona şöyle denilecek: “Ey Allah (c.c)’ın peygamberi! Öne geç de bize namaz kıldır. O da şöyle diyecektir: “Bu ümmet (öyle bir ümmettir ki) onların bazıları, bazıları üzerine emir olurlar.” (Ukayli, En-Necmu’s-sakıb fi Beyanı Enne’l Mehdi min Evladı Ali b. Talib Ale’t-Temam ve’l kamal)
Hz. İsa’nın Deccal’i Yok Etmesi
“…Hz. İsa (as) onu (yakalamak) ister. Nihayet onu (Deccal’i) Lut şehrinin (Filistin) kapısında yakalar ve yok eder.” (İbn-i Mace, Fiten 33)
“Ebu Hureyre radıyAllahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “… hz.Allah’ın düşmanı (Deccal), Hz. İsa’yı görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helak oluncaya kadar eriyecekti. Ancak hz.Allah onu kudret eliyle öldürür; öyle ki onlara, harbesindeki kanını gösterir.” (Müslim, Fiten 34)
Yukarıdaki hadisi şeriflerde de açıkça görüldüğü üzere, birbirinden farklı birçok kaynakta ittifakla aynı bölgeye dikkat çekilmektedir. Tüm hadisi şerif kaynaklarında ve İslam alimlerinin kaleme aldıkları eserlerinde ahir zamanda yaşanacak olaylarla ilgili olarak işaret edilen ortak adres, günümüz coğrafyasında Ortadoğu bölgesine denk gelmektedir. Öte yandan Yahudi ve Hristiyan kaynakları da bu bilgileri doğrulamaktadır.
Dünya üzerinde her biri farklı açılardan önemli sayılabilecek pek çok merkezi bölge varken kaynaklarda sadece bu bölgenin ön planda bulunması, aslında yazı boyunca vurgulamaya çalıştığımız bir gerçeğin de altını tekrar çizmemizi gerektirmektedir. Bu gerçek şudur; ahir zamanla ilgili hadisi şeriflerde sıkça adı geçen şehirlerin de içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesi tarih boyunca hz.Allah’ın mübarek peygamberlerinin yaşadığı, 3 semavi dinin de doğuşuna tanıklık etmiş ve her dinin kutsal mekanlarının inşa edildiği kutlu bir bölge olmuştur. Tarih sahnesinde hep başrolde olmuş bir bölgenin ahir zaman gibi muhteşem olayların yaşanacağı bir dönemde de Peygamberimiz (sav)’in hadisi şerifleri doğrultusunda önemini koruyacağı görülmektedir. Yaşanmaya başlanmış ahir zamanın tanıkları olan bizlere düşen görevlerden biri de, çok sevinçli bir müjde haberini tüm Müslümanlara ve tüm insanlığa ulaştırmak olmalıdır.
Günümüzde Irak, İran, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin ve -kısmen de- Türkiye gibi ülkelerin de içinde bulunduğu bu bölgenin genel adı olan Ortadoğu, tarih boyunca gerek stratejik konumu ve sahip olduğu maddi zenginlikler gerekse de tüm semavi dinlerin mensupları için ifade ettiği önem ve manevi yönü açısından çok büyük bir değere sahip olmuştur
Hz. Muhammed (sav), Mekke’de doğmuş ve kendisine Kuran-ı Kerim burada vahyedilmiştir. hz.Allah’ın kendisine bildirmiş olduğu gayb haberleri Peygamberimiz (sav)’in en büyük mucizelerinden biridir ve hadisi şerifler aracılığıyla bize ulaşan bu bilgilerin önemli bir bölümü ahir zaman ve ahir zamanda yaşanacak olaylarla ilgilidir. Gerçekten de içinde bulunduğumuz döneme bakıldığında bahsi geçen gelişmelerin birer birer yaşanmış olduğu ve günümüzde de gerçekleşmeye devam ettiği açıkça görülmektedir.
Ortadoğu’da yaşanacak olaylar yalnızca kargaşa, çatışma ve savaşlardan ibaret olmayacaktır. Hz. Mehdi, çıkışının ardından büyük bir çoğunluğu bu bölgede bulunan İslam dünyası ülkelerini biraraya getirecek, çok güçlü bir ekonomik ve siyasi birliğin oluşmasına vesile olacaktır. Hz. Mehdi, Hz. İsa ile bu bölgede buluşacak ve birlikte namaz kılacaklardır. Dünya tarihine damgasını vuracak pek çok önemli olayın daha bu bölgede gerçekleşeceğini hadisi şerifler ışığında ve İslam alimlerinin izahları doğrultusunda söyleyebiliriz. (En doğrusunu Allah bilir)
Dünya Tarihinde Yeni Bir Çağ Başlıyor
Tüm dünya halkları hz.Allah’ın izniyle çok yakın bir zaman sonra yeni bir çağın başlangıcına şahitlik edeceklerdir. Bu çağ, Kuranı kerim ahlakının tüm dünyaya hakim olacağı ve bu sayede her türlü zorluk, sıkıntı ve acının yerini huzur, bolluk ve barışın alacağı ALTINÇAĞ olacaktır. Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de iman eden kullarını şu şekilde müjdelemiştir:
“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır.” (Nur Suresi, 55)
Bugün dünyamızda yaşanan sıkıntıların hepsi aslında bu yeni zamanın ve müjdeli şahısların habercisi niteliğindedir. Tüm inananlar şevkle ve heyecanla bu müjdeyi birbirlerine hatırlatmalıdırlar.
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: mazhar - 02 Mart 2013, 18:00:25
Alıntı
teşekkür ederim ama beni online aydınlatan bir hocaya ihtiyacım var
[/color]

:) İlk defa böyle bir deyim,söz duydum...OFLAYN-ONLAYN
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: efsanef - 02 Mart 2013, 19:03:54
Gerçeklesen ( Bazı )  KIYAMET Alametleri

kıyamet alametleri olarak haber verilen olaylar bu günümüze nasıl uyuyor tam haber verildiği gibi aynen bu gün bu işler heryerde işlenmekte

 
(Ortalık bozulacak, dine uymak avuçta ateş tutmak gibi zor olacak.) [Hakim]

(Çeşitli isimler altında şaraplar çıkacak, helal sayılacak.) [İ.Ahmed]

(Köpek beslemek, evlat yetiştirmekten daha cazip olacak.) [Hakim]

(Kötü kadınlar, çoğalıp, zina bir toplum içinde yayılırsa, halk, daha önce görülmemiş [frengi, AIDS gibi] bulaşıcı hastalıklara maruz kalır. Ölçüde, tartıda hile yapılırsa, geçim darlığı baş gösterir.) [Beyheki]


(Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak.) [Buhari]

(Çalgı her yere yayılacak, güvenlik güçleri çoğalacak.) [Beyheki]

(Anarşi ve ölüm çoğalacak.) [İbni Mace]

(İşler, ehli olmayana verilecek.) [Buhari]

(Bu dinin başlangıcı gibi, sonu da garip olacak!) [Tirmizi]

(Sadece tanıdıklara selam verilecek ve yazarlar çoğalacak.) [Hakim]

(Zengine malı için tazim edilecek, fuhuş yayılacak. Büyüğe hürmet, küçüğe de merhamet edilmeyecek. Kurtlar, kuzu postuna bürünecek.) [Hakim]

Kıyametin kopması ile ilgili hadis-i şerifler:

(Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmayacak.) [Hatib]

(Lutilik mubah sayılmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Deylemi]

(Deprem, fitne, katillik artmadıkça, kıyamet kopmayacak.) [Buhari]

(Kardeşler farklı dinden olmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Deylemi]

(Kötüler dünyaya hakim olmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Tirmizi]

(Müslümanlarla Yahudiler savaşmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Müslim]


(Allah’a inanan müslüman kaldığı müddetçe kıyamet kopmayacak.) [Müslim]

Yukarıda bildirilen küçük alametlerin çoğu çıktı. Henüz çıkmamış olan küçük alametlerden bazıları şunlardır:

(Kişi yol kenarında kadınla beraber olacak.) [Hakim]

(Konuşan hayvanlar olacak.) [Tirmizi]

(Kıyamet alametidir ki, erkek evde yokken kadının yaptıklarını ayakkabısı haber verecektir.) [İ. Ahmed]

Kıyametin büyük alametleri de şunlardır:

(Mehdi gelecek.) [Ebu Nuaym]

(Deccal gelecek.) [İ.E. Şeybe]

(İsa gökten inecek, duman çıkacak, Kâbe yıkılacak.) [Buhari]

(Dabbet-ül-arz çıkacak) [Tirmizi]

(Yecüc ve Mecüc çıkacak.) [İbni Cerir]

(Ateş çıkacak, güneş batıdan doğacak.) [Müslim]

Güneşin batıdan doğmasını, bâtıniler, batılıların Müslüman olması diye tevil etmişlerse de, bu tevilleri bâtıldır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğunca, insanlar onu görür ve hepsi de iman ederler. Fakat bu imanları fayda vermez.)

Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: efsanef - 02 Mart 2013, 19:05:44
KIYAMETİN BÜYÜK ALAMETLERİNDEN

Dâbbetü’l-arz, AIDS, world wide web (www)


Dâbbe, Arapça bir isimdir, yük ve binek hayvanı demektir. İslâm akaidinde/inancında, kıyametin büyük alametlerinden kabul edilen “Dâbbe”ye, yer hayvanı anlamında “Dâbbetü’l-arz” da denildiğini hadis-i şeriflerde görmekteyiz.

Debb ve debîb; hafif yürüme ve debelenme demektir. Hayvanlar ve çoğunlukla haşereler için kullanılır. İçkinin bedene yayılması ve bir çürüklüğün etrafına sirayeti gibi hareketi gözle görülmeyen şeyler için de kullanılır. Dâbbe de debelenen, hareket eden demektir. Şu halde tren, otomobil, bisiklet vb. şeylere lügate göre dâbbe denebilirse de ıstılahta daha çok hayvanlar için kullanılır.

“Allah bütün canlıları (her dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye kaadirdir.” (1) âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvana dâbbe denir.

“Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah’a aittir.” (2) âyetinden de anlaşılan budur.

“Dâbbetü’l-arz” da; kıyametin kopmasına yakın, ortaya çıkacağı bildirilen ve kıyametin büyük alâmetlerinden olan bir yaratıktır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: “Söylenmiş olan (tehdit edildikleri şey) başlarına geldiği zaman onlara, yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler.” (3) buyrulmaktadır.

Bu âyetten anlaşılan, dâbbenin bir hayvan-ı nâtık yâni konuşan bir canlı olduğudur. (4)

Râğıbü’l-Isfahânî, yukarıdaki âyete dayanarak şöyle demektedir: “Dâbbe, tanıdığımız hayvanlara benzemeyen bir hayvandır. Ortaya çıkması kıyamete yakın bir dönemde olacaktır. Bir de denildi ki: Bununla, cahiliyede hayvan mertebesinde olan kötü insanlar kastedilmiştir.” (5)

Müfessirler yukarıdaki âyete (6) dayanarak “Dâbbetü’l-arz“ın kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacağını söylerler. İbn Ömer‘e (r.anhüma) göre, “dâbbe”nin çıkması hadisesi, dünyada iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran hiçbir fert kalmadığı zaman vuku bulacaktır.” İbn Merdûye‘nin Ebu Saîd el-Hudrî‘den (r.a.) rivayet ettiği bir hadîse göre, aynı şeyi bizzat Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kendisinden Ebu Saîd (r.a.) de duymuştur. Bu da, insanın başkalarını iyilik yapmaya teşvik ve kötülükten sakındırma (emr bi’l-ma’rûf, mehy, ani’l-münker) vazifesini terk ettiği zaman Allah’ın, kıyametin hemen öncesinde son ihtar vazifesini görmek üzere bir “dâbbe” meydana çıkaracağını gösterir. Bununla birlikte onun tek bir hayvan mı, yoksa bütün yeryüzünü istilâ edecek bir hayvan türü mü olduğu açık değildir. (7)

Akaid kitaplarına, kıyametin alâmetlerinden biri olarak geçmiş olan “Dâbbetü’l-arz” (8) hakkında Resûlüllah’tan (s.a.v.) şöyle rivayet edilir:

“İlk çıkacak Kıyâmet alameti, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine ‘dâbbe’nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir.” (9)

“Üç şey vardır ki bunlar çıktığı zaman, daha önceden iman etmeyen hiçbir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez:

1. Güneşin batıdan doğması,

2. Deccâl,

3. Dâbbetü’l-Arz. (10)

“Dâbbe, yanında Hz. Musa’nın (a.s.) asâsı ve Hz. Süleyman’ın (a.s.) mührü olduğu halde çıkacaktır. Mü’minin yüzünü asâ ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle damgalayacak. İşte o dönemde yaşayan insanlar bir araya gelecekler ve mü’minle kâfir belli olacaktır.“ (11)

Bu mevzudaki rivayetler pek çoktur; ancak hiçbiri mütevâtir olmadığından, Kıyâmet gibi tamamen gaybî olan bir meselede delil olamazlar. Bunun için, “Dâbbetü’l-Arz”la ilgili teferruâtı bir yana bırakıp, Cenâb-ı Allah’ın bizi bununla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de bildirdikleriyle yetinmemiz, işin iç yüzünü ve mahiyetini O’na havale edip dabbetü’l-arz’ın kıyamete yakın zuhur edeceğine iman etmek en doğru yoldur. Bununla birlikte: “Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. O’ndan başkası onları bilemez… “ (12)

***

“DÂBBETÜ’L-ARZ VE AIDS VİRÜSÜ” (13)

Öncelikle belirtmeliyiz ki araştırma; takdire şayan bir gayret ve çalışmanın neticesidir.

Araştırmada evvela bu virüsle ilgili yerli-yabancı basına intikal etmiş bilgi-belge ve vak’alar, yayın organlarının kupürlerinin fotokopileriyle veriliyor… Ardından bu virüsün tarifi/tanımı, kaynağı, gelişme ve yayılma hızı ve saire genişçe anlatılıyor… Sonra da çalışmanın asıl gayesi olan; AIDS’in Kıyâmet alametlerinden dâbbetü’l-arz olabileceğinin te’vil ve teşbihlerle isbatına geçiliyor. Bu virüsü taşıdığı iddia edilen maymunun şekli-şemaili, çıkış yeri ve zamanı, ayrıca hastalığın insan vücudundaki tesiri cihetinden, -Kur’ân-ı Kerim ve hedis-i şeriflerde geçen- dâbbetü’l-arz’ın sıfatları ile tam bir tevafuk gösterdiği iddiasına yer veriliyor.

Araştırmadaki söz konusu te’vil ve teşbihlerdeki tevafuklara gelince…

Bilindiği gibi te’vil ve teşbihlerde, hakiki mana ile mecazi mana arasında bulunması gereken kuvvetli alakalar vardır. Halbuki dâbbetü’l-arz hakkındaki hadislerde/haberlerde dâbbe ile alakalı olarak zikredilen şekil, sıfat, çıkış yeri vs. hususulara yapılan te’vil ve teşbihlerde bu alakalar zayıftır. Mesela dâbbetü’l-arz’ın sıfatları arasında yer alan “Başı bulutlara değer” ifadesinin, bu virüsü taşıyan kişinin uçakta seyahat etmesine delaleti ile te’vili, mücerret bir ihtimaldir.

Ve yine “Peşine düşenin onu yakalayamaması” sıfatının, hastalığın tedavi edilemeyeceği, bu virüsün yakalanıp tesirsiz hale getirilemeyeceği, korunmak için alınan tedbirlerin fayda vermeyeceği… gibi açıklamalarla te’vili de mücerret bir iddiadır. Çünkü bu hastalığın bugün için tedavisinin mümkün olamaması, gelecekte de imkansız olacağını icap ettirmez. Nitekim bir zamanlar veremin de tedavisi mümkün değildi… ve bu sebeple İstanbul’da Sümbül Hoca nam bir zat, ‘verem mikrobunun dâbetü’l-arz olduğuna dair bir risâle yazmış… Fakat bilindiği gibi daha sonraki yıllarda hem aşısı bulunuyor, hem de tedavisi mümkün hale geliyor.

Kısacası her zorluğun bir kolaylığı, her yokuşun bir inişi olduğu gibi, yaşlılıktan başka her derdin de bir devası vardır. Rabbimiz (c.c.), şifası olmayan hiçbir hastalık vermemiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz bu hususu şöyle dile getirmişlerdir: “Allah Teala, şifası olmayan hiçbir hastalık yaratmamıştır.”(14) “Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz! Zira Allah (c.c.), ihtiyarlıktan başka dermansız bir hastalık vermemiştir.” (15) Bir başka rivayette de, “İhtiyarlık hariç her hastalığın bir çaresi ve ilacı vardır.”(16) buyurulmuştur. Bu sebepledir ki, mensubu bulunduğumuz yüce dinimiz İslâm, insan sağlığına büyük önem vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde hayatın ve sağlığın insanoğluna Rabbi tarafından verilmiş en büyük emanet ve nimet olduğu belirtilerek bunların korunması emredilmiştir.

Ayrıca bu dâbenin evsafı hakkında varid olan haberlerde, zahirde ihtilaflar vardır. Mesela dâbbenin çıkış yeri ile alakalı olarak sekiz ayrı yer zikredilmektedir. Dolayısıyla yapılan te’vil ve teşbihler, bu değişik haberlerden birine uygun düşse bile, diğerlerine uymaz. Bu itibarla, ortaya konulan te’villerin kat’iyet ifade ettiğini söylemek caiz olmayacağı gibi, müdellel bir ihtimal olduğunu iddia etmek de mümkün değildir.

Hasılı, AIDS’in dâbbetü’ll-arz olarak te’vili, mücerret bir ihtimalden öte gidememektedir. Araştırmacılar da zaten, her te’villeri için “Allah Teala daha iyi bilir” demeyi ihmal etmeyip isabetli bir yol takip etmişlerdir.

Ancak ifade ve izahlardaki basit hatalarla beraber, ileri sürülen ihtimaller ve te’villerin bir kısmı, -zayıf da olsa- hakiki mana ile alakaları sebebiyle, reddedilmekten ziyade reddedilmemeye layıktırlarlar. Meselâ; İmam Şa’rânî (k.s.) hazretlerinin, “İnne hâzihi’d-dâbbeti tahrucu min ecnâdin…” (Şüphesiz bu dâbbe askerlerden çıkar) sözlerine, “1960’larda Birleşmiş Millerler Zâire’ye koruyucu kuvvet gönderdiklerinde, bu virüsü kapan askerler, kendi ülkelerine bu hastalığı taşımışlardır” (GÜNEŞ) haberinin muvafakati gibi…

***

Araştırmada dikkatimizi çeken diğer bazı noktalar…

1. 16’ncı sayfada, Lûtîleri zemmeden ayetlerin 3-4 yerde olduğundan ve bunların da, 80 rakamlı ayetlerde bulunması ve bu rakamların başına mü’minlere rahmet, kafirlere de fitne olan 19 rakamı ilave edildiği zaman, 1980’li yıllara işaret ediyor olmasının, şayan-ı dikkat bir tevafuk olduğundan bahsolunmaktadır.

Halbuki Kur’ân-ı Kerim’de Lûtîleri zemmeden ayet-i kerimeler, hem bahsedildiği gibi 3-4 yerde değil, hem de birkaç tanesi hariç diğerleri 80’li olmayan ayetlerdir. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla Lûtîler A’raf sûresinin 80, 81, 82; Hûd sûresinin 77’nci ve müteakıp ayetlerinde; Hıcr sûresinin 58’inci ve müteakıp ayetlerinde; Enbiyâ sûresinin 74’üncü ayetinde; Şuarâ sûresinin 165 ve müteakıp ayetlerinde; Neml sûresinin 54’üncü ve müteakıp ayetlerinde; Ankebût sûresinin 29’uncu ve müteakıp ayetlerinde; Sâffât sûresinin 134’üncü ve müteakıp ayetlerinde; Zâriyat sûresinin 31’inci ve müteakıp ayetlerinde zemmedilmektedir.

Ayrıca 19 rakamının ne şekilde mü’minlere rahmet, kafirlere fitne olduğu ve neye istinaden ayet numaralarının başına getirildiği belirtilmemiş. Bir de bu 19 rakamı, mevzu ile alakalı 80’li olmayan ayetlerin başına getirilecek olursa; 16165, 19134 gibi çok değişik rakamlar ortaya çıkmaktadır. Görüldüğü üzre, zorlama yoluyla tevafuklar aranmaktadır.

2. Sayfa 17’de, “… Fecr-i sadık zamanı yani güneş doğmazdan az öncedir.” Deniliyor. Malum olduğu üzre fecr-i sadık, imsak vaktidir.

3. Yine sayfa 17’de, “Hûd sûresinin 80’inci ayet-i kerimesinin makamı ebcedi, şeddeler sayılsa, 1404 vermektedir, üstelik 80’inci ayeti celile” ifadeleri yer almaktadır. Yukarıda olduğu gibi burada da tevafuk için kaide harici bir zorlama olduğu açık. Zira, “Ebced hesabında harfler tek olarak sayılır.” (17) “Beldetün tayyibetün…” ayet-i kerimesinde ve sair emsalinde olduğu gibi.

4. Sayfa 24’te, Kıyâmet alametlerinden Güneşin mağripten doğması müstesna, hepsi de âdetullah’a uygun olarak (te’villi) yaratılır, aklın ihtiyarını almazlar. (…) Güneşin mağripten doğması ise, aklın ihtiyarını bedâhet derecesinde alır… diye bahsolunarak, hakiki manada tezahür edeceği ifade olunuyor.

Oysa eşrât-ı sâatten diğerleri gibi bunun da te’villeri yapılmıştır. Ehl-i Sünnet alimlerinden bazı muhakkıkîn, “Şüphesiz ki tevbe için, genişliği yetmiş senelik (mesafede) bir kapı vardır. Bu kapı, Güneş batıdan doğuncaya kadar kapanmaz.” hadis-i şerifini şöyle te’vil etmişlerdir: “Tevbe kapısı, mü’minin ömründen kinayedir. Yetmiş sene ile tahsis (edilmesi) ise, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin, ‘Ümmetimin çoğunun ömrü, altmış ile yetmiş (sene) arasındadır’ mübarek sözlerine işarettir. ‘Genişlik’ tabiri zikredildi, çünkü genişlik uzunluktan çok azdır. İnsan için bu âlemde sona eren bir cismanî ecel, bir de ahiret âleminde sonsuz bir ruhânî ecel/hayat vardır. Bunlardan birincisi geniş, ikincisi uzundur. Tevbe kapısının kapanması ise, insan ömrünün sona ermesinden kinayedir ki, bununla Resûlüllah Efendimizin (s.a.v.), ‘Can boğaza gelinceye kadar, Allah Teala tevbeleri kabul eder’ hadis-i şeriflerine işaret vardır. Güneşin mağirpten doğması da, ruhun bedenden ayrılmasından kinayedir.” (18)

5. Sayfa 37’de dâbbenin, “Kafirlerin yüzünü damgalayacağı” hususu, mü’minlerden de bu hastalığa yakalananların bulunabileceği ihtimaline binaen, “Kim bir kavme benzerse, o da o kavimdendir” hadis-i şerifi te’vil edilerek, mü’minler de yüzleri damgalanan küfür ordusunun içerisine dahil edilmektedir. Görüldüğü üzre te’vil hatalıdır; çünkü facir de olsa, hiçbir mü’min küfür ordusunun fertlerinden mütalaa edilemez. Zikri geçen hadise göre mü’min, kafirin küfrü gerektiren inanç ve amelinde kafire teşebbühte/benzeşmede bulunursa, ancak o zaman (Allah korusun) kâfir olur.

6. Sayfa 41’DE, “Risale-i Nur Külliyatında Dâbbetülard” başlığından sonra, aşağıdaki nakillere yer veriliyor:

“Amma dâbbetül ard Kur’anda, gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı halinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes’eleler gibi kat’i bir kanaatle bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: “Lâ ya’lemü’l-gaybe illAllah” (Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez, ancak Allah bilir). Nasılki kavm-i Firavna “çekirge afeti ve bit belası” ve Kabe tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe “ebabil kuşları” musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyanın ve deccallerin fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cûc ve Me’cûc anarşistliğiyle fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfar ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr u zeben edecek. Allah’ü a’lem, o dâbbe bir nevidir. Çünkü gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişemez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki, “İllâ Dâbbetü’l-arzı te’külü minseetehû…” ayetinin işaretiyle, o hayvan, dâbbetülard denilen ağaç kurtlarıdır ki, insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle sefahet ve sûi istimâlattan tecennüpleriyle kurtulmasına işareten, ayet iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.”

Bu nakillerden sonra da, “Üstadımız, dâbbe için kerâmâtın âdabına riâyet ederek AĞAÇ KURDU teşbihini kullanmıştır” deniliyor.

Yine görüldüğü üzre yukarıda, dâbetü’l-arz, Sebe’ sûresinin 14’üncü ayet-i kerimesinin dâll bi’l-ibaresinde bahsi geçen, Süleyman aleyhisselamın asâsını yiyen “ağaç kurdu”na teşbih edilerek izah olunuyor. Bu ayet-i kerimenin tefsirinde Elmalılı Hamdi Efendi merhum şunları söylüyor: “Burada arz, yerin ismi değil, ‘erada ye’rudu’ fiilinden ekl vezninde masdardır. Erda namındaki böceğin fiili, yani AĞAÇ KURDU denilen bir nevi güvenin yemesi, kırkması manasınadır…” (19)

Ayrıca malum olduğu üzre, keramet hak olmakla birlikte, alâ-meleinnâs kabulünü isteyemeyiz. Zira keramet, ancak inananları ilzam eder.

7. Araştırmacıların, ifade ve imlalarda dikkatlerinden kaçan bazı hususları da, istidraden arz etmek isteriz. Mesela hemen hemen çalışmalarının tamamında ismin “de” hali ile, “dahi” anlamına gelen “de, da rabtı”nı imlaca karıştırmışlar. Halbuki ismin “de” hali kelimeye bitişik, diğeri ise her zaman ayrı yazılır.

***

S O N U Ç

Konuyu özetlemek gerekirse; debb ve debîb, hafi yürüme ve debelenme manasına olup “dâbbe” de bundan fail olması itibariyle, “mâ yedübbü” yani debbeden, debelenen demek olur. AIDS virüsü de, hareketliliğe sahip bir canlı olması itibariyle “dâbbe”dir. Aynı zamanda arz ehlinden bir hayvandan çıkmıştır; dolayısıyla “dâbbetü’l-arz” denilmesi de mümkündür. Ayrıca Allah Teala’nın ilmine ve meşiyyetine havale edilerek yapılan bu te’villerin, hakiki mana ile uzaktan da olsa bir alakaları var. Bu sebeple araştırmacıların görüşlerini külliyen reddetmek olamayacağı gibi, küfrü mucip bir iddiada bulunduklarından da söz edilemez.

Ancak Kıyâmet alametlerinden olan “dâbbetü’l-arz”dır, diye kat’î olarak ifade etmek veya aksini söylemek de –bizim için- mümkün değildir. Nitekim araştırmacıların te’vil ve teşbihleri de, bir takım ihtimallerden öteye gidememektedir. Binaenaleyh onların da ifade ettikleri gibi, eşrât-ı sâat ile alakalı hususlar te’villidir. Te’vil ise; sözü çevirme, söze sarâhat haricinde başka manalar yüklemektir. İlmi tarifi, “Ehli tarafından, bir şeyi ilmen veya fiilen murad olan gayeye redd ü irca’ etmektir.” Biraz daha açacak olursak şunları söyleyebiliriz: Sözün ilk bakışta beliren manasını değil de, ihtimal dahilinde bulunan diğer manalarını alarak yorumlamak… veya muhtemel manalarından birini tercih etmektir.

Ayet ve hadislerin açıklamasında ise, geçerli bir delil veya sebepten dolayı, ilk bakışta görünen manasından alıp, taşıdığı diğer manalardan, önündeki ve sonundakine uygun, Kitap ve Sünnete yaraşır olanından kullanmak demektir. Bazı müfessirler, tefsirin Kur’anın açıklamasına, te’vilin ise Kur’an’ın bâtınî yönüne ait bir ilim ıstılahı olduğunu belirtmişlerdir. Kur’an’ın zahiri ile halka, işaretleriyle âlimlere, hoş ve latif manalarıyla velilere, hakikatleriyle peygamberlere (aleyhimüsselam) düstur olduğu… Bu bakımdan Kur’an’ın daha çok te’vil yoluyla anlaşılmasının mümkün olabileceği ifade edilmiştir. Te’vilin sahih/doğru olanına münkâd, bozuk olanına bâtıl denir.

Konunun bir başka yönü; Kıyâmet alametlerinden Hz. Mehdî’nin (r.a.) zuhuru, Hz. İsâ’nın (a.s.) nüzûlü ve diğerlerinin tezahür şekilleri gibi, dâbbetü’l-arz’ın çıkışı da İlâhî sırlardandır.

Bu sebeple herkes bilemez, anlayamaz. Zira herkesin bildiği bir husus, sır olmaktan çıkar. İlahî sırları, Allah Teala’nın bildirdikleri, yani Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve O’nun sır olarak haber vermiş olduğu varisleri bilir. Bu sırların anahtarları onlardadır; kime perdeyi açarlarsa, o kişi de işin hakikatini anlar, başkaları anlayamaz. Çünkü başka türlüsü usûle muhalif olur.

***

E-mailime geçenlerde gelen ve “Aşağıdaki yorumu dikkatle okuyun” diye başlayan dikkat çekici bir mesaj da şöyle:

“Arapçaya sanskrit dilinden geçen Dabbe’nin sanskrit dilinde örümcek ağı gibi yayılan şey olduğunu hatırlayın. İnternetin world wide web (www) olduğunu düşünün. Yeri ve göğü aynı anda doldurabilen D@bbe’nin ve internetin çalışma mekanizması arasındaki ilişkiyi kurun…vs…vs…

“Sevgili dostumuz HASAN KARACAN’ın yönettiği yine yakın dostumuz ısıksal ısınma cihazı yapan UFO firmasının finanse ettiği dabbe filmini izlemenizi tavsiye ederim. 2. ve 3.sü hazırlanıyor.

“Gerçek 3 boyutlu çekilirse o zaman seyreyleyin.

“Hele ki 3 boyut görselli kitabı çıkarsa… Yanlız hata yapılıp uluslararası korku film festivaline sokucaklar, diğer dinlerde dabbetül arz fazla işlenmediği için konuyu pek anlamıyacaklarını sanıyorum.

“DABBET-ÜL ARZ NEDİR?

“Onlan hakkındaki söz gerçekleştiği (yaklaştığı) zaman, bunlar için bir dâbbe çıkarırız ki bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.” (Neml Suresi, 27/82)

“Kıyametin alametlerinden birincisi güneşin batından doğuşu ve kuşluk vaktinde Dabbet-ul Arz’ın çıkışıdır.” Hz.Muhammed S.A.V.
“Dabbe yaşıyor, hiç kimse tarafından tanınmıyor, insan türünden değildir ve korkunç bir şekli vardır. Saçı ve kılları her tarafa yayılmıştır. Bütün renklerden oluşmuştur. Yere ve bulutlara aynı anda ulaşan uzunca bir boynu var. Doğuda olan batıda olan gibi onu görür, Ona ulaşmak isteyen ulaşamaz, kaçan ondan kurtulamaz…

“Dabbe’ tabiri, ‘yerden bir dabbe…’ ayetinde belirsiz olarak kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim ‘Dabbe’nin insanlarla konuştuğunu belirtmiştir. Fakat onun diğer sıfat ve özellikleri, davranış biçimi ve çıkış yeri ile ilgili bilgileri meçhul bırakmıştır ve bunlar ancak gelecekte bilinecektir.

“İslam tarihinde Dabbe hakkında çok tartışmalar yaşanmış ve hiçbir zaman kesin bir hükme varılamamıştır.Fakat inanılan gerçek, Kıyamete yakın bütün dünyayı saracak dehşetengiz bir varlığın yani Dabbe’nin mutlaka çıkacağıdır.

“Sinemalarda izleyeceğiniz D@bbe filminde yönetmenin kendi kişisel yorumu bulunmaktadır. Bu yorum yapılırken gerek bilimsel gerekse dilbilimin reel ifadelerinden yararlanılmıştır. Bu yorumun özü ise D@bbet’ül Arz’ın interneti ele geçirmiş veya internet yoluyla bütün dünyaya yayılan elektromanyetik bir virüs benzeri varlık olabileceğidir. Sürreel veya metafizik gibi görünen bu yaklaşım nasıl olur da bir korku filminde işlenebilir diye düşünüyorsanız D@bbe filmini mutlaka izlemelisiniz.

“Dabbe yaşıyor, hiç kimse tarafından tanınmıyor, insan türünden değildir ve korkunç bir şekli vardır. Saçı ve kılları her tarafa yayılmıştır. Bütün renklerden oluşmuştur. Yere ve bulutlara aynı anda ulaşan uzunca bir boynu var. Doğuda olan batıda olan gibi onu görür; ona ulaşmak isteyen ulaşamaz, kaçan ondan kurtulamaz.”

***

Görüldüğü üzre bu da ayrı bir değerlendirme ve yorum tarzı…

Her şeyin olduğu gibi, bunun da en doğrusunu hiç şüphe yok ki Allah Teala bilir.

ALINTI : Halis ECE = http://www.bilgicagi.net

DİPNOTLAR
1) en-Nûr, 24/45.
2) Hûd, 11/6.
3) en-Neml, 27/82.
4) M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, V, 3701 vd.
5) Râğıb el-Isfehânî, “Müfredât”, debb maddesi.
6) en-Neml, 27/82
7) Mevdûdî, Tefhîm, IV, 128
8) bkz. Pezdevî Ehl-i Sünnet Akaidi, 352; Nesefî, Akaid şerh ve haşiyesi Kesteli. 194
9) Müslim, Sahîh, Fiten, 118; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 201.
10) Müslim, Sahîh, İman, 249; Tirmizî, Sünen, Tefsîr, sûre 6.
11) Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 491; Tirmizî, Sünen, Tefsîr, sûre: 27.
12) el-En’âm, 6/59; Halid ERBOĞA, Şamil İslam Ansiklopedisi, ilg. Md.
13) Halis ECE, Fatih, 16 Şubat 1986 Pazar. Bu inceleme yazısı, o günlerde bir grup araştırmacı tarafından adı geçen başlık altında hazırlanan çalışma için tarafımızdan kaleme alınmıştı. Daha önce herhangi bir yerde yayımlanmadı.
14) Ahmet b. Hanbel, Müsned, 4278, İbn Mace, Sünen, 3436, Ebu Davud, Sünen, 3855,Tirmizi, Sünen, 2039.
15) Ebu Davud, Sünen, 4/3,7.
16) Buhari, Sahîh, 10/113, İbn Mace, Sünen, 3939.
17) Muharrem Mercanlıgil, Ebced Hesabı, yyyy, s. 94.
18) Şerhu’l-Akâid, li Ramazan Efendi, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, yyy., s. 318.
19) Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, yyy., VI, 3954.

Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: salih01 - 27 Mayıs 2013, 19:52:37
Ölünce ruhumuzla mezara girecekmiyiz ? yani şimdi öldük diyelim ruhumuzla mezara girmek istemiyoruz.Karanlıktan korkusu olanlarda var sonuçta.
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: tk1978 - 27 Mayıs 2013, 22:13:47
Korkma Korkma. Senin gibi alaycilarin mezari baya baya aydinlik olacak. Korkmana gerek yok yani ;-)
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: salih01 - 27 Mayıs 2013, 22:48:20
Korkma Korkma. Senin gibi alaycilarin mezari baya baya aydinlik olacak. Korkmana gerek yok yani ;-)


kardeşim alay felan ettiğim yok senin dinin islam dini değilse müslüman değilsen hiç olaya girme asıl alaycı sensin soru sordum adam gibi cevap vermek zorundasın.Bilmiyorsan susup oturacaksın bilmediğiniz konu hakkında yorum yapmayın.İnsanları bu yüzden yok alaycı yok bilmem neyci diye kışkırtıyorsunuz sonra içine kapanık oluyorlar insanlar soru sormuyorlar sen cevap vermesende olur bir sürü üye var burda onlardan biri elbet cevap verir. biraz edepli ahlaklı olun ya.
Başlık: Ynt: Aklıma takılan Sorular
Gönderen: Mücteba - 28 Mayıs 2013, 02:57:42
Ölünce ruhumuzla mezara girecekmiyiz ? yani şimdi öldük diyelim ruhumuzla mezara girmek istemiyoruz.Karanlıktan korkusu olanlarda var sonuçta.

Yatsı namazından sonra Mülk Sûresini okuyun ve oyalanmadan yatın.