ÇAĞDAŞ MEDENİYETİN görücüye çıktığı yer olarak Amerika’ya yolu düşen herkes, bu ülkeye ve bir bütün olarak çağdaş medeniyete rengini veren en önemli unsurun ne olduğunu kolaylıkla görür. Bu diyarda, bir şehirden bir diğer şehre giderken yol boyu karşınıza çıkan ve her biri yüzlerce dönümlük araziye yayılmış alışveriş merkezleri, modern dünyada bir numaralı değerin ‘tüketim’ olduğunu haykırır durur.
Bunu anlamak için Amerika’ya kadar gitmeye de gerek yoktur aslında. Amerikan tarzı hayatı bütün bir dünyaya seyrettiren sinema filmleri veya TV dizileri, çılgınlık düzeyinde bir tüketim manzarasını evimizin içinde gözümüzün içine sokmaktadır zaten. Bu diyarı kendi gözünüzle gördüğünüzde yaşadığınız duygu ise, filmlerde gördüğünüz şeyin abartı değil, gerçek olduğu duygusundan ibarettir.
Modernitenin görücüye çıktığı diyarda tüketim çılgınlığı o boyuttadır ki, hemen her zaman insanları tüketime teşvik için bir gerekçe mevcuttur. İnsanları tüketime sevketmek üzere plânlanmış günler vardır sözgelimi. İnsanları tüketime sevkedecek böylesi günlerin olmadığı zamanlarda ise, kampanyaların ardı arkası kesilmez. ‘Sürpriz fırsatlar,’ ‘sürpriz indirim’ler, ‘iki al bir öde’ kampanyaları, ‘şimdi parasını tam ödeyip iki ay sonra bu paranın yarısını geri alma’ türünden kampanyalar.. akla hayale gelmedik daha bin türlü yol ile, insanlar tüketime yönlendirilir. Öyle ince, öyle ayartıcı tüketime teşvik kampanyaları yapılır ki, elde ettikleri kârı azamîleştirmek için nazarları dünyaya teşvik uğruna bu kampanyaları tasarlayanların, bu aklı ve bu zekâyı âhiret için ve maneviyat yolunda kullanabilse, büyük velîler hanesine yazılacağını düşünür insan.
Velhasıl, ürününü satmak için istimal olunan yolların ‘suiistimal’i hatıra getirdiği nice yol vardır modernitenin ve kapitalizmin gözde diyarında. ‘Suiistimal’i en ziyade akla getiren görüntülere ise, insanları tüketime teşvik için mecraından saptırılan günlerde, özellikle de Şükran Günü ve Noel esnasında rastlanır. Kasım’ın sonunda Şükran Günü, Aralık’ın sonunda ise Noel vardır. Ve bu zaman aralığı, bu diyarda insanların Allah’ı en çok düşünüp O’na en ziyade hamd, şükür ve ibadet ettiği zamanın ifadesi değildir. Bilakis, yılın en büyük tüketim çılgınlığı bu dönemde yaşanır. Dinî hassasiyetlerin ön plâna çıkması umulan bir zaman diliminde, tüketim çılgınlığı had safhadadır. Yine, kendilerine kutsallık izafe edilen Paskalya ve benzeri günler ve bayramlar, dinî içeriğinden soyundurulup tüketim çılgınlığının mezesi hâline getirilmiştir. Ortadaki manzara, bu satırların yazarına ibadet anlamına gelen ‘worshipping’i alışveriş anlamındaki ‘shopping’le mezcedip ‘worshopping’ diye bir kavram ürettiren bir manzaradır. Zira, insanlar sözümona ‘ibadet’ vesilesi olacak günleri ‘ibadet bahane, alışveriş şahane’ denklemine indirgemişlerdir.
Amerikan sahnesindeki bu durum Amerika’yla sınırlı kalsa insan belki bir derece müsterih olabilir. Oysa, Avrupa’yı Düşünmek yazarı Edgar Morin’e, meselâ Avrupa için ‘Amerikan değerlerinin istilasından nasıl kurtulabiliriz? Bilhassa, Amerikanizmin herşeyi ticarîleştirip metalaştıran niteliğine nasıl karşı koyabiliriz?’ kabilinden sorular düşündüren bir durumdur bu. Modernitenin Amerika sahnesinde yaşananlar, dünyanın her tarafında Amerikan değerlerinin hayranı ve gönüllü tüketicisi durumundaki ülkeler ve kesimler için de geçerlidir. Bu anlamda, Amerikan tarzı hayat ve Amerikan tarzı tüketim, küreselleşmiş bir gerçek hâlindedir. Dünyanın her yerinde, bu arada Türkiye’de sayıları giderek artan süper, hiper, ultra alışveriş merkezleri, bu küresel gerçeğin bir izdüşümüdür nitekim. Sabahleyin girenin tamamını gezmeye akşama dek güç yetiremediği bu dev alışveriş merkezleri, dünyanın her tarafında yüz milyonlarca insana bugün ‘ona da bakayım, bunu da göreyim’ dedirtir; ve bugünün bu hevesi yarın ‘onu da alayım, bunu da giyeyim’e dönüşüverir. Sonuç, bir türlü denkleştirilemeyen aile bütçeleridir. Alınan onca şeye rağmen alınacak daha bir sürü şeyin kalmasıyla gelen doyumsuzluk, şükürsüzlük ve mutsuzluktur. İnsanın gerçekten ihtiyacı olan şeyler belli ve sayıca sınırlı iken, binlerce metaın gerçekte ihtiyaç olmadığı halde insan arzu edip canı çektiği için ihtiyaca dönüşmesidir. Hafıza arşivine her gün yenileri eklenen onbinlerce meta arasında insanların gözünün sürekli dünyaya ve dünyalıklara dönük hâle gelmesidir. Daha fazla tüketebilme imkânını nasıl edinebileceğini düşünmekle meşgul sürülerin, bu dünyada kendinden başkasını düşünemez ve dahi bu dünyadan ötesini düşünemez hâle gelişidir.
Sadece ABD’de veya sadece Batıda değil, dünyanın her tarafında olan şey budur. Tüketenler, insaniyeten tükenişe geçmektedir.
Ancak, tam da bu noktada insanın aklına gelen bir itiraz sözkonusudur. Hele hele ‘hep alışveriş yapan’ların aklına çabucak gelen bir itiraz: Peki, hiç alışveriş yapmayacak mıyız?
İnsanı ve kâinatı yaratan âlemler Sultanının Kelâm-ı Ezelî’sinde bizim için ‘en güzel örnek’ olarak sunduğu Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra yaptığı ilk iki iş, bu soruya mâkul bir cevap bulmayı mümkün kılar. Hz. Peygamber, Medine’ye geldiğinde ilk iş olarak Mescid’in yerini tayin etmiş ve Mescid’in inşaatına başlanmıştır. İkinci iş, Medine çarşısı için yer tesbiti ve çarşının tesisidir. Hemen hatırlatalım: Medine’de hiç çarşı olmadığı için bu çarşı kurulmuş değildir. O şehirde yaşamakta olanların, bu arada Yahudilerin alışveriş için kurdukları, Nebit çarşısı gibi çarşılar el’an mevcut olduğu halde Resul-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm yeni bir çarşı kurdurmuştur. Ve bu nebevî tavır, elbette manidardır.
Hz. Peygamberin Medine’de Mescidin inşasından sonra Medine çarşısının tesisi üzerinde durması, alışveriş denilen şeyin fıtrî olduğunu, fıtrî ve insanî bir ihtiyaca karşılık geldiğini, ve bu ihtiyacın karşılanması zaruretini gösterir elbette. Gelin görün ki, Medine’de Mescid’den sonra çarşı kurduran Hz. Peygamber, “Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır” sözünün de sahibidir.1 O, mübarek ağzından dökülen dua ile yaşça, malca ve evlatça ömrü bereketlenen genç hizmetkârı Enes b. Mâlik’e, ettiği bu duanın yanısıra şunu da tavsiye etmiştir: İleride—o dönemin en müreffeh mekânları olarak—Basra ve Busayra’ya yerleşmeyi düşünecek olursan, limanından, çarşısından, ümera kapısından sakın!2 Selman-ı Farisî radıyAllahu anh’ın bildirdiğine göre ise, Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam kendisine şunu söylemiştir: “Elinden geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan son çıkan da olma. Çünkü çarşı, şeytanın savaş verdiği yerdir, bayrağı da orada dalgalanır.”3
Buna göre, Hz. Peygamber’in Medine’de mü’minler topluluğu için önce mescid, sonra çarşı inşa ettirmesi alışverişin önemini ve değerini belgelediği gibi; çarşı pazarda dolaşmaya dair bu hadisler insanların nazarını semadan alıp dünyaya indiren ve ehl-i dinin ya fiilen ya manen ehl-i dünyaya boyun eğmesine sebebiyet verdiren tüketim hırsına gem vurmayı öğretmektedir.
Bu hadislerin, özellikle de Selman-ı Farisî’nin bildirdiği nebevî tavsiyenin öğrettiği odur ki, insan çarşıya veya pazara amaçlı ve hedefli bir biçimde gitmelidir. Ne alacağını, neye ihtiyacı olduğunu önceden belirlemiş şekilde alışverişe çıkmalıdır. Ve en önemlisi, almayı plânladığı şeyleri alıp ihtiyacını gördükten sonra, alışveriş mahallinden ayrılmalıdır. Ancak bu takdirde alışveriş ihtiyaca göre yapılıp tadında bırakılmış olur.
Yok eğer çarşıya ‘ilk gelip son giden’lerden olunursa, ‘bir de şuna bakayım’ların işin içine girmesi kaçınılmazdır. Bunun kaçınılmaz sonucu ise, ‘hâcât-ı gayr-ı zaruriye’nin ‘hâcât-ı zaruriye’ hâline gelmesi; arzu ve hevesin ihtiyaca dönüşmesidir.
Bu girdaba girilince de, insanın tüketim şeytanının elinde oyuncak olması, Rabbini tanımaya adanmış onca donanımını ihtiyaç gibi algılanan ve bir türlü bitmek bilmeyen arzularını tatmin peşinde yaşamasıdır. Ki bu durum, insanı ‘eli delik’ ahirzaman deccalının esiri olup iki yakasını biraraya getiremeyen ve ‘yiyip de doymayan’lardan kılacaktır.
Kim bu girdabın uzağında olmak istiyorsa, alışverişi, alışveriş hadisinin gösterdiği çizgide yapmalıdır.
1. Müslim, Mesâcid 288.
2. Ebu Dâvûd, Melâhim 10: “Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana: ‘Ey Enes!’ dedi. ‘İnsanlar yurtlar ediniyor. Bu yurtlardan biri Basra ve Busayra diye tesmiye edilmektedir. Eğer sen oraya uğrar veya ona girersen, oranın çorak (tuzlu) arazisinden, gemilerin yanaştığı limanından, çarşısından, ümerasının kapılarından sakınasın!”
3. Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 100.
Metin Karabaşoğlu
zaferdergisi.com
Alışveriş deyince kadın, kadın deyince de alışveriş akla gelir. Kadınlar istisnasız alışveriş hastasıdır (Hastalar da istisnasız kadındır önermesi tabii ki yanlış!). Kadınlar depresyondan çıkmak için alışverişe giderler (Demek ki sürekli alışverişe giderler; çünkü depresyon kadınların ikinci adıdır).
Gerçek böyle mi peki? Alışveriş dediğiniz şey bir boş zaman aktivitesi mi? Bütün kadınları böyle basmakalıp hale getirebilir miyiz? Bütün kadınlar alışveriş etmeseler bile, en yakın arkadaşlarının bir eteği, bir bluzu, denemesini görebilmek için saatlerce , o mağaza senin şu mağaza benim dolaşırlar mı?
Alışverişin kendisinde bir fetiş haline, "takıntı" haline geldiğini görüp de bundan rahatsızlık duyan bir tane kadın yok mu? Alışveriş stresinin insanlara istemedikleri şeyleri aldırdığını, ihtiyaç duyulmayan şeylere para harcattığını görebilen bir tane bile kadın yok mu?
Üzerinde muz resimleri olan şıpıdık bir terliğe hangi kadının gereksinimi var? Ya da püsküllü pırasa gibi saçtan sarkan bol tüylü bir tokaya? Yaşadığı manik depresyondan rahatsız olan bir kadın yok mu gerçekten? Kadınların hepsi mi "Ben buna değerim" sloganından yola çıkarak her şeye değdiklerini düşünüyorlar?
Yukarıdaki soruları gerçekten ve içten soruyorum. Aslında, içimden de sorulara yanıt veriyorum: Yok! Alışveriş, kadın için günümüzde ciddi bir terapi halini aldı ve yakındığımız popüler kültür biraz abartsa da, gerçeği yansıtıyor. Popüler kültürün derin etkisiyle de daha fazla genç kız alışveriş delisi olarak yetişiyor.
Yapacak bir şey var mı? Bence var. Her genç kızın öykündüğü bir anne olduğuna göre, gerçekten yapacak bir şey var. Bütün genç kızlar ağır popüler kültürün altında olsalar bile, yanlarındaki annelerinin etkisi, her türlü iletişim aracının etkisinin çok üstünde...
Anneler, kızlarına, alışveriş denilen canavarı "boş zaman" geçirme aktivitelerinden sadece biri olarak yansıtırlarsa, sorun biraz da olsa çözülebilir.
Şimdinin kızları da gelecekte aynı iş yüküyle karşılaşacaklar ve hafta sonu onlar için çok ama çok değerli bir zaman olacak. O halde, böyle değerli zamanı niye sadece alışveriş yoluyla kendilerini tedavi etmek için kullansınlar! Anneler kızlarına alternatif tedavi yolarını da mutlaka öğretmeli; hayatta alışverişten daha başka haz alacak boş zaman aktivitelerinin de bulunduğunu yaşayarak denetmeli.....
Ali Atıf Bir-Tempo
Teşekkürler Tuğra.
Pazarlık Kültürü Kül Oldu
Pazarlik sadece pazarliktan ibaret degil. Pazarlik sadece bir âdet, bir aliskanlik degil. Pazarlik cimrilik demek degil. Pazarlik utanilacak bir davranis hiç degil.
Millet olarak “pazarligi seven” bir özelligimiz var….di!
Neden “di?”
Çünkü gerilerde, belki çok gerilerde kaldi.
Belki basimizi iki ellerimizin arasina alip gerilere, “bir zamanlar” diyerek hatirladiginiz geçmis dönemlere gittiginizde hayal meyal hatirlarsiniz. Belki buna da gerek kalmaz. Çevrenizde, neredeyse “nesli tükenmek” tehlikesiyle karsi karsiya olan bazi insanlarda bu çabayi sürdürenlere sahid olmussunuzdur. Belki “Bu dönemde pazarlik! Bravo!” deyip iç geçirdiginiz olur.
Pazarlik aliskanligimiz neden yok oldu veya yok olmaya ramak kaldi?
Çok mu zenginlestik? Hayat standartlarimiz çok mu yükseldi? Çalismadan bol para kazanmaya, diledigimizi diledigimiz sekil ve miktarda almaya mi basladik?
Yoksa “pazarlik” yapmayi bir fakirlik, geri kalmislik ve avamin isi mi görmeye basladik?
Yoksa, füzeden daha hizli yasadigimiz çagdas ve modern hayat temposu bize küçük bir alisverisi çok mu görürür hale geldi?
Birbiriyle baglantili daha nice sorular, tren katari misali zihnimizde dolasip durmakta. Ya cevaplar? Merak edip de arastirma ihtiyaci duysaydik eger, önümüze ne gibi cevaplar, nasil tablolar çikardi?
Pazara kadar degil, markete kadar
Pazarlik aliskanligimizla birlikte kaybettigimiz nice hasletlerimizi ve degerlerimizi bulmak, tespit edebilmek aslinda zor degil.
Egri oturup dogru konusalim ve kendi kendimizi küçük bir teste tabi tutalim.
Iste bu testin ana sorusu:
En son alisveris yaptiginiz süper, hiper, mega, giga… her ne marketse, oradan neler aldiniz?
Haydi aldiginiz sizin olsun.
Nasil aldiniz?
Birbirinden alimli, türlü türlü, çesit çesit ürünlerin raflara dizildigi reyonlar arasinda, elinizde kocaman alisveris sebeti veya arabasi.
Akliniza hiç kasiyer ve ona ödeyeceginiz para geldi mi?
Kredi kartinizin olup olmadigini sormaya gerek duymuyorum. Çünkü, kredi karti maalesef hayatimizin olmazsa olmaz parçalarindan oldu. Kart degil sanki sihirli degnek!. “Hokus! Pokus! Dolsun sele sele, sepet sepet ürünler!”
Aklimiza ödeyecegimiz karsilik gelmeyince, cüzdanimizdaki nakit paranin ne kadar oldugunu, ne kadar ürün için yeterli olabilecegini hiç düsünebilir miyiz? Üstüne üstlük, aldigimiz hangi ürünün ne kadar acil ve gerekli oldugunu, hangi ölçüde ihtiyaç duydugumuzu bile düsünmez, düsünemez haldeyken!
Sira geldi elimizle raflar arasinda dolastirdigimiz ve tika basa doldurdugumuz alisveris arabamizi kasiyerin o maharetli ve hizli ellerine birakmaya. Sakin yanlis düsünmeyin, bu sahnenin bas rol oyuncusu kasiyer degil elektronik barkod okuyucu. Tek tek, bikmadan, usanmadan aldigimiz ürünlerin barkodlarini okuyor. Büyük bir titizlikle, kurusu kurusuna fiyatlarini okuyor, topluyor ve….
Sürpriiiiiiz!
Kasiyer ödememiz gerekli meblagi, düz hesapla söylüyor. Mesela “75 YTL.”
Kisa süreli bir sok geçiriyoruz.
Ama kendimizi hemen toparlamamiz gerekiyor. Çünkü çevredeki insalara, aslinda ayni saskinliga aday diger müsterilere ayip olmasin diye, bir sey yokmus gibi davraniyoruz. O esnada o rolü oynamamiz lazim çünkü.
Bu rolü oynarken yine imdadimiza kredi kartimiz yetisiveriyor. Söyle bir kendimize geliyor, büyük bir rahatlik ve kendimizden emin bir eda ile kredi kartimizi kasiyere uzatiyoruz. Aaaa, o da ne? Meger tutar aslinda 74,25 YTL imis. Meger kasiyer düz hesap söylemis. Meger kredi kartimiz sayesinde tami tamina 75 kurusluk kâr yapmisiz.
Bu anlattiklarimi abartili bulabilirsiniz. Ne yazik ki aci ama gerçek!
Iste asil can alici sorumuz:
O markete girdigimiz andan solugu kasiyerde aldigimiz vakte kadar zihnimizden pazarlik yapma gibi bir düsünce hiç geçti mi?
Peki böyle bir düsüncenin, endisenin ve bir hayat felsefesinin yer tutmadigi beynimize, bilincimize, duygularimiza hükmeden unsurlari hiç merak ettiniz mi? Bizi tüketime, üstelik ihtiyaç disi alisverise yönlendiren virüslerden haberiniz var mi?
Anlik ve kartli yasam
Uzmanlar, insanlardaki anlik ve hizli yasama anlayisini, kamu mallarina karsi çogumuzda var olan yaklasimlara benzetiyor. Örnegin, kamusal alanda insanlarin kullanimina sunulmus birseyi sanki baskasinin maliymis gibi kötü kullaniyor insanlarimiz. Halbuki o mal bizden kesilen vergilerle oraya konuluyor. Sonuçta tahrip ettigimiz veya hor kullandigimiz esya bize ait. Israf ettigimiz o mal bizim malimiz. Kisacasi kamu mallarina yönelik kayitsizligimiza benzer bir yaklasim kredi kartlarinda da söz konusu. Kontrol disi yaptigimiz alisverislerimizin parasini sanki baskasi ödeyecekmis gibi hareket edebiliyoruz.
Bu hizli yasam maratonunda, insanlar ve tabii hepimiz artik “anlik” yasamaya alistik. Saniyeler içinde anlik karar alip, anlik icraatlara imza atabiliyoruz. Hosumuza giden bir ürünü hemen sahip olmak istiyor, hemen aliyor, hemen kullanima geçiyoruz. Alirken anlik olan kullanirken de anlik oluyor. Ilk lokmadan sonraki lokma tatsiz-tuzsuz geliyor. Ve maalesef atiyoruz! Veya “sonra kullarim” diye degil, “sonradan atarim” düsüncesiyle bir köseye birakiyoruz.
Hayatimiz alma ve atma arasinda gidip geliyor.
Simdi bu senaryoya, disaridan tamamen farkli ve alakasi yokmus gibi duran pazarlik anlayisini dahil edelim. Yapilan pazarlik, küçük bir islem için de olsa, o ani ve o anda sahip olunan imkânlari en düsük maliyetle kullanabilmek, degerlendirebilmek manasina geliyor. Böyle bir durumda pazarlik mentalitesinin devreye girmemesi, geçmis ve gelecege bakmadan, sadece o anki tatmine yogunlasma haline dönüsüyor.
Alisveriste pazarlik yapmayli geçmis ve gelecegin ne alakasi var, demeyin. Çünkü pazarlik demek hesap-kitap demek. Pazarlik demek eski tecrübeleri her an kullanmak demek. Pazarlik demek gelecege yönelik planlar yapmayi meleke haline getirmek demek.
Iste bu noktalardan hareketle uzmanlar, pazarlikli alisverise hayat hakki tanimayan tüketim sisteminin insanlarda “geleceksizlesmis bugün” anlayisini hakim kildigini söylüyorlar. Yarini bugünden yasama imkânlari alabildigine genisledigi için, insanlar geleceklerini simdiden tüketme yarisina giriyorlar. Saglanan tüketim kredileri ve kredi kartlariyla sunulan avantajlari kullanma ugruna insanlarin çogu gelecek planlari kuramaz hale geliyor. Örnegin gelecekte bir ev, araba, esya ve benzeri seyleri hayal edip onun için çalismak yerine, hemen sunulan tüketici kredisiyle hedefledigi seyleri o anda elde edebiliyor. Ama yarini simdiden yasamanin bedeli çok agir oluyor. Büyük borç yükü altina giren insanlar, bu kez borçlu yasam tarzini benimsemek zorunda kaliyorlar.
Pazarlik Düsmani Taksitli alisverisler
Belli bir geliri ve imkâni olanlar için taksitli satislar birer can simidi özelligine sahip. Tabii alabildigine kontrollü ve hesap—kitaba uygun yapildiginda.
Son zamanlarda, taksitli satislarin en önde gelen araci yine kredi kartlari oldu. Artik büyük maliyetli ürünler ve gayr-i menkuller aylik degil yillik taksitlerle tüketicinin önüne sunuluyor.
Taksitlendirme islemleri öylesine büyüleyici ve baglayici yöntemlerle yapiliyor ki, çok büyük meblaglar altina çekinmeden, üstelik ihtiyaç olmadigi halde, imza atilabiliyor. Böyle bir süreçte akla belki en son gelebilecek seylerden birisi de hiç süphesiz pazarlik yapma olsa gerek.
Böylesi fasit dairenin içinde sürekli dönüp duran bizler, neredeyse taksitle dünyayi verseler hemen talip olma potansiyeline, kabul etsek de etmesek de sahibiz.
Taksitli alisverisler, son derece kontrollü ve dengeli olmadigi takdirde çok daha büyük tehlikeleri pesisira getirebiliyor. Özellikle simdiki zamanda para yoksa, ya da ürün bedelini karsilayacak degerli mal ve esya yoksa taksitle alisverisler birer mayin haline gelebiliyor.
Neden mi?
Çünkü sahip olmadigimiz seyleri harcamak bize çok kolay geliyor. Henüz sahip olmadigimiz için de gözümüzde degersiz oluyor.
Çünkü, her seyden önce taksitle aldigimiz ürün için kendimizi gelecekte çalismaya mahkum etmis oluyoruz. Sahip olmadigimiz paramizi bugünden harciyoruz. Bir baska ifadeyle gelecekteki çalisma saatlerimizi satiyoruz. Paramiz cebimize girmeden, elimizle tutup degerini anlamadan, o paranin saticilarin cebine girmesini kendi kendimize garantilemis oluyoruz.
Üstelik ürünler açisindan yokluk degil bolluk devrini yasadigimiz halde.
Mal ve ürün çoklugu demek, normal sartlar altinda, üretilen mallarin ucuz olmasi demektir. Taksitle satis yapanlar ise, çogu zaman o malin ve ürünün fiyatina zam yapiyorlar. Böylece çogu insan pazarlik imkâni bulamiyorlar. Çünkü fiyatin belirlenmesinde asil insiyatif saticiya ait oluyor.
Peki mallarin çok, satinalma gücünün az oldugu günümüz dünyasinda ideal ve dogru olan nedir? Elbette son karari paraya sahip olanlarin vermesi, mali istedigi fiyattan satinalma gücünün alicilarin elinde bulunmasidir. Elimizdeki bu imkânin degerini bilmek, bunun için de taksitle alisverislerden azami derecede uzak durabilmek, önümüzde bir çözüm yolu olarak duruyor.
Ne kadar hayatimiza aksettirebilirsek, o kadar kâr ederiz.
Pazarligi telkin edenler de var
Pazarlik yapmaya yönelik telkinler aslinda tamamen yok degil. Ama bu telkinlerden bazilari genis halk kitlelerine degil, cebinde harcayacak bol parasi olanlar için yapilmakta. Ilk örnek, yurt içi ve özellikle yurt disi turistik organizasyonlar yapan sirketlerle ilgili. Bir yandan kendi reklamlarini yaparlarken, müsterilerine bir ögüt vermeyi de ihmal etmiyorlar:
“X ülkesine gittiginiz zaman alisverislerinizde mulaka pazarlik yapin. Aksi takdirde dolandirilirsiniz.”
Bu telkinlerin ülke disina çikan vatandaslarimiz üzerinde hangi ölçüde etki birakacagini bilemiyoruz. Ama disaridan ülkemize gelen turistlerin bu yönde epey egitildikleri ve kalici telkinde bulunduklari gayet açik.
Tipki yilin büyük bölümünü Alanya’da geçiren Norveçli Hilde Olsen ve Trine Nilsen gibi. Alisveriste pazarlik etmeyi çok seviyorlar. Kendi ülkelerinde her malin etiketi ve belli bir fiyati oldugunu söyledikten sonra, Alanya’da bazen pazarlik sonucu bir malin fiyatinin ilk söylenen bedelin yarisindan da ayagilara indigini ilave ediyorlar.[1]
Ülke insanimiz için tamamen kötümser olmak da elbette yanlis. Iyimser bir yaklasimla insanlari tüketimin birer bagimlisi ve kölesi olmaktan uzaklastirmak ve kurtarmak isteyen uzmanlar da bulunmakta, her firsatta bu yöndeki telkin ve tavsiyelerini dile getirmekteler.
Iste uzmanindan ögütler:
Bazi magazalar pesin alisveriste yüksek oranlarda indirim yapiyorlar. Bazilari ise insanlarin taksitli alisverislerden vazgeçmemesi için pesin ve taksitli fiyatlari ayni seviyede tutuyorlar. Bu duruma aldanmayin. Her zaman pazarlik yapin. Pazarlik yapamadiginiz yerlerden ürün satin almayin.
Büyük firmalar bireylerden ziyade toplumsal yönelimlere göre fiyatlarini yükseltmekte veya düsürmekteler. Bilinçli olarak hareket edildigi ve fazla fiyat yüklenen ürünlerin alinmadigi takdirde ürün fiyati ister istemez düsecektir. Çünkü bir ürün satilmayinca veya az talep gördügünde daha düsük fiyatlarla sunulacaktir.
Unutmayin bir ürünün fiyati müsterinin satinalmaya razi oldugu fiyattir ve bu fiyat paraniz cebinizdeyse istediginiz kadar düsecektir.
Taksitle alisveris büyük firmalarin daha büyük olmasina, küçük firmalarin ise daha küçük olmasina sebep olarak, üreticiler arasindaki rekabeti de olumsuz etkiler.
Ekonominin gerçekçi degil sanal olarak hareket etmesine yol açar.
Hemen almayin, pesin alin, ucuz alin, piyasadaki ürünlerin gerçek degerlerinin olusmasina katkida bulunmus olursunuz.
Toplu, çoklu alisverislerden kaçinin. Ihtiyaciniz kadar ve tek tek satinalma yoluna gidin.
Satin alinan ürünün degeri siz onu kullandikça düsecektir, belli bir zaman sonra bu deger sifira ulasacaktir. Dikkatli olun degerini yitirmis bir esyanizin taksitini hâlâ ödüyor olabilirsiniz.[2]
Pazarligi indiren indirimler
Pazarlik gelenegimizi ve kültürümüzü yerle bir eden etkenlerden birisi de vitrinlerde hiç eksik kalmayan “Indirim” yazilari. Yani önünden geçen herkesi içeriye cezbetmek ve mümkün oldugunca hizli bir sekilde çanta çanta, poset poset, paket paket satip, ayni hizda ceplerdeki paradan hatiri sayilir bir miktar alip göndermeyi hedefleyen uygulamalar.
“Sürekli Indirimde” olduklarini ilan eden bir magaza ne derece inandiricidir? Kagit üzerinde elbette mantiksiz görülüyor. Ama o magazalara dalip da, ihtiyaç disi pek çok ürünle evinin yolunu tutanlari dikkate alinca söyleyecek bir söz kalmiyor.
Bir firma “Bir pardösü alana bir pardösü bedava. Üstüne bir gömlek ya da bir esarp da hediye” seklinde kampanya yapiyor.[3]
Peki ya, güya pazarliga gerek olmadigini ima eden boy boy yazilara ne demeli?
Bir vitrine geliyorsunuz ve “Pazarliksiz 50 YTL” ibaresini görüyorsunuz.
Sanki gerçekten çok pahaliyken, pazarlik yapmaya gerek kalmadigi söylenmek isteniyor.
Sonuç: Pazarlik Ruhumuz Canlanmali
Pazarlik yapma eylemini, aliskanligini ve gelenegini canlandirmanin pek çok gerekçesi var. Hatta böyle bir gelenegi yeniden ihya etmenin, hem birey hem toplum hayatimiz bakimindan büyük kazanimlari beraberinde getirecegine inaniyorum. İşe en basindan, milli ve dini alt yapinin en temel unsurlarindan olan “Sünnet” kavramindan da baslayabiliriz. Alisveriste pazarlik yapmanin kuru kuruya fiyat düsürme ve indirim yaptirma algilanmamasi gerek. 14 asirdir Müslüman toplumlar pazarlik yapmayi sünnet olarak telakki ettiler. Bir yandan 40 kurus için saatlerce pazarlik yapan, hemen ardindan bir fakir ve muhtaca 40 lira verebilenlerle dolu bir mazimiz var.
Bunun yanisira, kendileri disindaki toplumlari birer “tüketim bagimlisi” haline getirip sermayelerine sermaye katma çabasinda olup, kendi özel hayatlarinda hiç çekinmeden, herkesin gözü önünde çatir çatir pazarlik yapan Batililar var.
Örnegin dünyanin en zengin isimlerinden birisi olarak gösterilen Donald Trump’un yaptigina bir bakin.
Kendisiyle yapilan bir röportaj esnasinda “Dünyanin her magazasinda pazarlik etmek zorundasiniz. Benim için pazarlik etmeyen bir kisi parayi çöpe atiyor demektir” diyen Trump, “En son hangi dükkanda ne kadar bir indirim yaptirdiniz?” sorusuna su cevabi veriyor:
“Dükkani hatirlamiyorum ama bir kiyafetin fiyati 10 bin dolardi ben onlara 2 bin önerdim. Kabul etmediler, ama 5 bine biraktilar.”[4]
Sözün özü, pazarlik sadece pazarliktan ibaret degil. Pazarlik sadece bir âdet, bir aliskanlik degil. Pazarlik cimrilik demek degil. Pazarlik utanilacak bir davranis hiç degil.
Pazarlik kavraminin içinde bir ruh var. Kökleri bir yandan mukaddes degerlere kadar uzanan bir inanç, suur, anlayis ve kültür var. Dallarinda ise fazilet, güzel ahlak ve manevi degerler birbirinden güzel meyveler halinde durmakta.
[1] http://www.aksam.com.tr/haber.asp?a=15583,202&tarih=23.11.2005
[2] http://www.bilimdunyasi.com/yazilar/yazilar_goster.asp?id=202
[3] http://www.ntvmsnbc.com/news/417548.asp
[4] http://arsiv.sabah.com.tr/2004/06/22/cp/yaz1067-20-107-20040613-102.html
Dr. Veli Sırım- Moral Dünyasi / Ekim 2007
teşekkür ederiz arkadaşalr.ellerinize sağlık
Saolun arkadaşlar :)