Sadakat islami Forum

EĞİTİM, AİLE, KÜLTÜR-SANAT, SAĞLIK => TARİHİ VE KÜLTÜREL DEĞERLERİMİZ => Konuyu başlatan: müteallim - 10 Ağustos 2008, 02:03:54

Başlık: Kafkasya'da nüfuz savaşları(GÜNCEL)
Gönderen: müteallim - 10 Ağustos 2008, 02:03:54
-Kafkasya'da nüfuz savaşları


Altınordu Devleti

Kafkas-Rus ilişkileri X.yüzyılda başlamıştır. Kafkasya'ya saldıran Kiev Prensleri, Batı Kafkasya'da Adıgelerle karşılaştılar ve çeşitli savaşlar oldu. Fakat Ruslar, XIII. yüzyılda, Doğu Avrupa'yı işgal eden Moğolların yüzünden geçici bir süre için kuzeye çekilmek zorunda kaldılar. Kafkasya'ya ilk Moğol saldırıları 1222'de oldu ve bu saldırılar püskürtüldü. 1226 yılında Cengiz Han'ın orduları Güney Rusya'ya saldırdı ve Avrupa'da Karpatlar'a kadar ilerleyip merkezi Volga nehri üzerindeki Saray şehri olan Altınordu Devletini kurdu. Altınordu devleti Kazan, Astrahan, Kırım ve Rus hanlıklarında oluşuyordu. Moğollar 1227 yılında Kafkasya'ya saldırıya geçtiler, Terek vadisinde, Hazar kenarında ve Kafkas steplerinde koloniler kurdular. Timur'un saldırıları sonucu Altınordu Devleti 1481 yılında yıkıldı.

II- Kafkasya'nın iki devle ilişkisi

Altınordu devleti yıkılınca yerine küçük hanlıklar kuruldu. Fakat bunların en önemlileri olan Kazan 1552'de Astrahan, 1556'da da Rusların işgaline uğradı. Böylece Kafkasya önlerine gelen Rusların saldırıları sonucu bazı Kafkas Prensleri çardan "dostluğunu" istemek zorunda kaldılar. Buna rağmen, Ruslar tarafından Tarki'de kurulan ticaret merkezi Kuzey Kafkasyalılar için tehlikeli olduğundan 1568' de işgal edildi. İran saldırıları sonucu Gürcistan'a yardıma giden Rus kuvvetleri 1594 ve 1604'de imha edildi. Bunun üzerine I. Petro'ya kadar 77 yıl önemli bir şey olmadı. Bu safhada Kazaklar, Terek nehrinin kuzey, Kuban nehrinin doğu sahillerine ve Kuma kıyılarına müstahkem köyler (stanitsa) meydana getirecek şekilde yerleştirildi. I. Petro'dan sonra saldırılar sistemli bir şekilde başlatıldı.

Güneye inmek isteyen Rus orduları, 1707 ve 1711'de Dağıstan'da yenilgiye uğratıldı. Bu yıllarda İran'da karışıklıklar çıktı. Bunu fırsat bilen Petro, 1722'de hazar kıyılarından Guney Kafkasya'ya ilerledi, Derbent, Bakü ve çevresini işgal etti. Petro'nun Dağıstan'a girme teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı ve Ruslar Hazar kıyılarını terketmeye mecbur kaldılar. Ruslara yardıma giden Gürcü ordusu Lezgiler tarafından püskürtüldü. Bunun üzerine Ruslar bazı bölgelerden çekildiler ve İranlılarla anlaşma yaptılar. Osmanlılar da Gürcistan'ı işgal ettiler ve 1724'te Ruslarla "nüfuz mıntıkalarını" paylaşan bir anlaşma imzaladılar. Kuzey Kafkasyalıların saldırıları ve Nadir Şah'ın tehditleri üzerine Ruslar 1735'te işgal ettikleri yerlerden çıkmak zorunda kaldılar. Kırımlılar, dostları olan Şirvan Hanı'yla aralarındaki Derbent yolunu açmak için önce Ruslara sonra Çeçenlere saldırdılar ama başarılı olamadılar. Çariçe olan II. Katerina Orta Kafkasya'ya saldırmaya başladı ve buradaki halkı dağlara çekilmeye mecbur etti. Bu arada Ruslar Kabartay Prensleriyle Kuzey Kafkasya'yı ikiye bölmek için ittifak kurdular ve Kartli ile İmereti krallıklarındaki nüfuzlarını arttırdılar. Ayrıca XVIII. yüzyılın ilk yarısında Kazaklar kendi istekleriyle Rus himayesine girmişlerdi. Rus fethini, verimli topraklara Rus göçmenlerinin yerleştirilmesi izledi. Bu yüzden Kazak otlakları daraldı ve ayaklanmalar oldu. Ayaklanan Kazaklar Kuban ve Terek'e yerleştirildi. 1763'te Mozdok (Mezdegu-Sağır Orman) kalesi yapıldı ve 1777-1780 yıllarında Mozdok'tan Azak kalesine kader müstahkem kalelerle çevrili bir hat oluşturuldu. Mozdok'ta bir kilise yapıldı ve Asetin (Kuşha, Osetin) kabileleri arasında Hıristiyanlığı yaymak için misyonerler gönderildi.

1769-1774 Osmanlı-Rus savaşını Osmanlılar kaybetti. Küçük Kaynarca Antlaşması'yla Kabartay'ın Osmanlılar tarafından Rusya'ya verilmesi üzerine buradaki savaşlar yeniden başladı ve Kızılyar Ruslar tarafından işgal edildi. Bunu üzerine Osmanlılardan yardım istendi. 1782'de Gürcü asıllı Ferruh Ali Paşa komutasındaki Osmanlılar Anapa'ya çıktılar ve bu kaleyi takviyeye, Soğucak ve Tsemez (Novrosiski) kalelerini de inşaya başladılar. Ferruh Ali Paşa, Anapa kalesine hocalar getirtti ve henüz Müslüman olmayan Çerkesler arasında (Rusların Mozdok kalesiyle Asetinler arasında Hıristiyanlığı yaymasına karşılık) Müslümanlığı yaymaya başladı. Sevilen bir kimse olduğu için başarılı oldu. Ferruh Ali Paşa'nın yerine geçen Seyyit Ahmet Paşa ise bazı Çerkes beylerini öldürttü. Bunun üzerine Osmanlılar kalelerinden çıkamayacak şekilde kuşatıldılar ve Kuzey Kafkasya ile ilişkileri ticari alanda kaldı.

1783'te Ruslar Viladikafkas (Kafkaslara hakim ol) kalesini kaptılar ve "Daryal Yolu"nu yaz kış kapanmayacak şekilde açtılar. Aynı yıl Kırım ve Derbent Ruslar tarafında işgal edildi ve Kartli, Kahketi gibi doğu Gürcü kralları Rusların himayesi altına girdi. 1782 ve daha sonraki yıllarda Dağıstanlılar, Gürcistan'a girdiler, Rus ve Gürcü ordularını her yerde yendiler ve Tiflis önlerine geldiler. Ama dağlıların kendi başlarına hareket etmesini istemeyen ve ağır davranan Osmanlılar dağlı reislerin aralarını bozdu. Bunun üzerine dağlılar geri dönmek zorunda kaldılar.

Batı Kafkasya'da ise Rus saldırıları sonucu Adıgeler Kuban'ın güneyine çekildi ve Ukrayna'da her an ihtilal yapabilecek durumda olan Zaparoj Kazakları bu bölgelere yerleştirildi. 1787-1791 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlılar Soğucak ve Anapa kalelerine kuvvet gönderdiler. Battal Paşa Kafkasya'da Ruslara yenildi ve Ocak 1792 Yaş Antlaşması'yla bu iki kale Ruslar'a verildi. 1795'te İranlıların Tiflis'e girmesi üzerine, Gürcistan'a yardıma giden Rus ordusu dağlara girmek istediği için Dağıstanlılar tarafından bozguna uğratıldı. Fakat Ruslar Astrahan'da İranlıları yendikten sonra Ermeni platosuna ve Transkafkasya'nın en önemli ticaret merkezi olan Ganja'yı işgal ettiler. 1799'da Gürcülerle Ruslar arasında bir anlaşma yapıldı ve 1801'de Gürcistan Rusya'ya ilhak edildi.

Rusya'nın batıdaki durumunun karışık olmasını XIX yy. ilk yarılarında batı, Fransız ihtilalinden doğan fikirlere ve Napolyonla uğraşıyordu. Bundan etkilenen Rusya, kendisine bulaşabilecek isyanları bastırma konusunda Avrupa'ya yardım ediyordu. Rusya'nın batıdaki durumunun bu sebeplerden dolayı karışık olmasını fırsat bilen bütün Kuzey Kafkasyalılar (Gürcistan savaşında yıprandığı için Dağıstan hariç) Ruslara karşı genel taarruza geçtiler. 1807'de bir veba salgını üzerine Kafkas ordusu büyük kayıplar verdi. Bunu üzerine Ruslar karşı saldırıya geçti ve Çeçenleri Terek'in güneyine attılar. Ruslar batıda kendilerine yardım ederlerse Kafkasya'nın bağımsızlığını tanıyacaklarını belirttiler ve bir mühlet verdiler. Ruslar cevabı beklerken Kubanlılar karşı saldırıya geçtiler. Böylece Rusların bu saldırıları da boşa çıkartılmış oldu.

Bu sırada Kuban'da bir ihtilal oluştu. Birçok asilzade Ruslara iltica etti ve kabileler arasında mücadeleler başladı. Fakat her şeye rağmen Rus müstahkem mevkilerine yapılan saldırılar kesilmedi. Rusla r batıyla uğraştıklarından bu karışıklıktan yararlanamadılar. Abhazya hükümdarı olan ve sonradan Hıristiyanlığı kabul eden Sefer Bey (ki Abhaz değildir) Kuban'daki gibi bir ihtilalden korkarak 1810'da Ruslarda yardım istedi ve Abhazya işgal edildi. Bunu üzerine büyük bir halk kitlesi Kuban'a göç etti. 1816'da Ruslar dağlara daha çok sokuldular, bazı dağlı reislerini rütbe, nişan ve para ile elde ettiler.

Napolyon'u yenen, İran saldırılarını kıran, Osmanlılarla anlaşma yapan Ruslar 1822'de genel bir saldırıya geçtiler. Sünje Kale (Grozny), İndrey civarı işgal edildi. Buna rağmen Abhaz ve Ubıh kuvvetleri Sohum hariç Abhazya'yı Ruslardan temizledi. Savaş, Kabartay'ın Ruslar tarafından işgaliyle sona erdi. 1826'da I. Aleksandr'ın ölümü üzerine Rusya'nın karıştığını sanan İranlılar, Güney Kafkasya'ya saldırdılar. Fakat bir çok savaşta yenildiler ve 1828'de Azerbaycan Ruslar tarafından işgal edildi. Aynı yıl yapılan Türkmensoy Antlaşması'yla İranlılar Transkafkasya siyasetinde rol oynayan bir devlet olma özelliklerini kaybettiler. Gene bu antlaşmayla Dağıstanlıların dış dünya ile ilişkileri kesildi ve ele geçirdikleri boğazlar sayesinde Ruslar, Anadolu üzerinden Akdeniz'e, İran üzerinden Hint Okyanusu'na ve Hazar Deniz'i üzerinden Asya'ya gidebilecekleri bir üs kazandılar.

Ruslar 1828'de Osmanlıları yenip 1829'da Edirne Anlaşması'yla (fiilen hiçbir kıymeti yoktur çünkü Ruslar bu topraklara hiçbir zaman hakim olamamışlardı.) Kafkasya'yı ve Anapai Poti, Ahıska gibi kaleleri Osmanlılardan aldı. Bu durumu Kafkasyalılar protesto ettiler. 1829'da Rusların İstanbul önlerine gelmeleri, İran ve Osmanlı İmparatorluğu'nun doğusunda büyük başarılar kazanmaları ve 1833'de Rus donanmasının isyan eden Mısırlı Mehmet Ali Paşa'ya karşı II. Sultan Mahmut'u desteklemesi İngiltere'de huzursuzluklar yarattı. Ponsonby İngiltere'nin Çerkeslere yardım etmesini istedi.
1826'da Dağıstan'da bunlara karşı (müritler tarafından yapılan) hareket gelişirken 1830'da da Abhazya'da Ruslara ve Rusları çağıran Şirvaşidze idaresine karşı bir ihtilal başladı. Cephane azaldığı için Osmanlılardan cephane almak için yardım istendi fakat kabul edilmedi. Abhazya'da Rusların ilerlemesi durduruldu. Kuzeyde ise Abın ile Tsemez'i alıp, Kuzey-Batı Kafkasya'yı, Kafkasya'dan koparmak isteyen Rus kuvvetleri Hacı Huzbek (Guzbek) tarafından büyük yenilgilere uğratıldı.(1834)

A- Kafkasya'ya emperyalist ilgi

XIX. yüzyılın başlarına kadar yalnız Osmanlıları ve İranlıları ilgilendiren Kafkas-Rus mücadeleleri, önem kazandı ve bu zamandan sonra Kafkasya'da ıslahat hareketleri başladı. XIX. yüzyılın başlarında iyice genişlemiş ve diğer sömürgeci ülkelerle rekabeti artmış olan Rusya'nın sıcak denizlere inmek için Kafkasya ile olan ilişkileri diğer emperyalist ülkeleri de ilgilendiriyordu. Bu olaylar şunlardı:

Napolyon'un istilaları: Mısır'ı ve Avrupa'nın büyük bir kısmını işgal eden Napolyon'un istilaları Kafkasya aleyhineydi.Çünkü Avrupa'da kendisinden başka "büyük" devlet görmek istemeyen İngiltere, Fransa'nın karşısında, Rusya'nın yanında, dolayısıyla da Kafkasyalıların karşısında yer alıyordu. Ne zaman ki Fransa yenildi, o zaman İngiltere Kafkasyalıların yanında yer alır "gibi" oldu. Osmanlıların 1828-29 savaşında yenilmeleri, 1829 Edirne ve 1833 Hünkar İskelesi Anlaşmaları, Rusların doğudaki tehlikelerini büyütüyordu. Bu yüzden İngiltere 1834'den itibaren Kafkasya ile ilgilenmeye başladı.

Lehistan'ın taksimi, 1830 isyanı: 1795'te Lehistan'ın büyük devletler tarafından paylaşılıp en büyük parçanın Rusya'ya verilmesi işgal altında yaşayan Lehlilerde Rusya'ya karşı düşmanlık uyandırdı. Rusya'ya karşı düşmanlık; bu ortak durum Lehlilerle Kafkasyalıları birbirine yaklaştırdı. 1830 Leh ayaklanmasından sonra birçok Lehli Rus ordusunda Kafkas cephesine gönderildi. Kafkasyalıların Ruslara karşı mücadelesinde başarı kazandığı taktirde Lehistan'ın tekrar bağımsız olacağını tahmin eden Lehliler, Rus ordusundan kaçıp Kafkasyalıların yanında çarpışarak ve Avrupa'da Kafkasya lehinde propaganda yaparak Kafkasyalılar için çalışıyorlardı. Kafkas mücadelesinin Avrupa'da tanıtılmasında, Lehlilerin Kafkasyalılardan daha çok emekleri geçmiştir.

Gürcistan'ın ilhakı: İranlıların ve Osmanlıların Kafkasya'ya yardım edeceğine, Güney Kafkasya'yı istila için fırsat kollamaları ve saldırılarda bulunmaları üzerine Gürcistan 1801'de, Şirvan Hanlığı da 1826'da Rusya'ya ilhak edilmişti. Bu Kafkasya'yı güneyden kuşatmaya neden olduğu gibi, Osmanlıların da güvenliğini tehdit ediyordu. Bu yüzden, hiçbir ciddi yardımda bulunmamakla beraber, Osmanlılar, Kafkasya için çalışanlara müsaade ve hatta yardım ediyorlardı. Lehlilerin Kafkasya için çalışmaları, İngiltere'nin siyasetinin Kafkasya lehine dönmesi ve Osmanlıların Kafkasya için çalışanlara müsaade ve yardım tavrı. İşte bundan sonraki olaylar böyle bir atmosfer içinde geçmiştir.

B. İngiltere'nin Kafkasya atağı

Biraz önce belirtilen nedenlerden ötürü İngiltere'nin dikkati 1834 yılından itibaren Kafkasya'ya çevrilmişti. 1834 sonbaharında David Urquhart Kafkasya'ya gönderildi. Urquhart İngiltere'ye döner dönmez Lehli yurtsevelerle birlikte Kafkasya için çalışmalar yaptı. Bu çalışmaların sonucu İngiltere, 1829 Edirne Antlaşması'yla Osmanlı İmparatorluğu'nun Kafkasya'yı Rusya'ya veremeyeceğini, böyle bir şeyin hakikat olmadığını belirtti. O devrin İngiltere Dışişleri Bakanı Palmertson Kafkasya'nın bağımsızlığını istiyordu ama İngiltere'nin Rusya ile çatışmasını istemediği için kesin netice verecek şeyler yapmıyordu. Palmertson'un izlediği politika şuydu: "Devamlı dostlarımız ve düşmanlarımız yoktur. Devamlı çıkarlarımız vardır."
Lehli yutseverler, İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında bir savaş çıkartmak için çeşitli çalışmalar yaptılar. (Kafkasya'ya cephane yüklü gemiler gönderdiler, vb.) Fakat bu çalışmaları başarısızlıkla sonuçlandı. Ayrıca Rus hizmetindeki Lehlilerden Kafkasya'da kıtalar oluşturmak istediler. Kırım Savaşı'ndan sonra "Labimski Müfrezesi" adı verilen bir kuvvet oluşturuldu. Fakat bu müfreze 1859'da dağıldı ve 1860' da da müfrezeyi oluşturanlar İstanbul'a gitti. Böylelikle bu çalışmada başarısızlıkla sonuçlandı. Urquhart 1837'de üç İngiliz ajanını Kafkasya'ya gönderdi. Fakat Fransa'nın tekrar kuvvetlenmesi üzerine Rusya ile anlaşabilmek için İngiltere bu adamlarını geriye çekti. Lehli yurtseverlerin lideri Adam Çartoreski, Kafkasya'ya adamlarını gönderdi. Fakat bunlar yeterince başarılı olamadılar ve Kafkasya ile bir birlik oluşturulamadı. (Adam Çartoreski, 1861 yılında Adıgelerin isteği üzerine Adıgey'in Avrupa temsilcisi oldu.)

C. Kafkasya'da reformlar ve savaşın sonu

1822'de Kabartay'ın Rusların eline geçmesiyle birlikte coğrafi birlik bozuldu. Bu yüzden reformlar, Kuzey Kafkasya'da birbirinde ayrı, iki bölgede farklı şekillerde oldu.


   
   
   
    KAYNAKÇA

- Avksentev, A., İslam na Severnom Kavkaza, Stavropol 1984.
- Barkan, Ö. L., 'Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler', İ.Ü.İ.F. Mecmuası, c.11, s.1-4, İstanbul 1949-50, s.524 vd.
- Berkok, İ., Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958.
- Berzec, N., Tehcîru'ş - Şerâkise, (Arapçaya çev. İsamu'l - Hasen), Amman, 1986.
- Berzeg, S. E., Kafkas Diyasporasında Edebiyatçılar ve Yazarlar Sözlüğü, Samsun 1995.
- BOA, Hariciye Nezareti, c.122, dosya no: 64.
- Erkal, M. E.-Baloğlu, B. ve F., Ansiklopedik Sosyoloji Sözlüğü, Der Yayınları, İstanbul, 1997.
- Gezgin, M. F., İşgücü Göçü ve Avusturya'daki Türk İşçileri, İ.Ü. Yayınları, İstanbul, 1994.
- Henze, P., 1986, s.247'den nak. Edris Abzakh,'Circassian Home Page', İnternet, (http.//www.geocities.com./CollegePark/2341/).
- Hızal, A. H., Kuzey Kafkasya Hürriyet ve İstiklâl Davası, Orkun Yayınları No: 4, Ankara 1961.
- Karpat, K. H., Ottoman Population 1830-1914, Wisconsin, 1995.
- Kundukov, M., Anılar, çev. M. Yağan, İstanbul 1978.
- Mertûkî, N., Nûru'l-Mekâbis fî Tevârîhi'l-Çerâkis, Kerimiyye Matbaası, Kazan, 1912.
- Nartların Sesi Dergisi, Sayı: 16, Ankara, Şubat 1980, s.15.
- Şenıbe Musa ile Röportaj, Nalçik, 01.10.1996.
- Parlatır, İ., Tanzimat Edebiyatında Kölelik, TTK Yayınları, Ankara, 1987.
- Uysal, H., İnsan ve Toplum Bilimleri Sözlüğü, Uysal Kitabevi, Konya, 1996.
Başlık: Ynt: Kafkasya'da nüfuz savaşları(GÜNCEL)
Gönderen: müteallim - 10 Ağustos 2008, 02:04:22
I- Doğu Kafkasya'da reformlar ve savaşın sonu : XIX. yy.ın başlarında Ruslar Doğu Kafkasya'ya, bilhassa Dağıstan'a hanlar sayesinde nüfuz etmişlerdi. Ayrıca Dağıstan'da Tatarların bir kolu olan arazi sahibi bir sınıf mevcuttu. (Ve bu sınıf da Hanlarla beraber Rus çarıyla işbirliği halindeydiler ve Müridizme karşı çıkmışlardı.) Hanların ve Rusların baskısıyla mücadeleye katılmayan halk Müridizm ile uyanmaya başladı ve bu hareket en fazla Çeçenistan'da Şeyh Mansur'un Gazavat (Mukaddes Harp) çağrısıyla başlayan ve 1826'dan sonra Gazi Muhammed, Hamzat ve Şamil tarafından kuvvetlendirilen, herkesin eşit olduğunu belirten bir tür dini ve askeri bir sistemi kurdu. Gazi Muhammed "Bütün Müslümanların hak ve kıyametleri müsavidir (eşittir), Allah'tan başka hiç kimseye kul olmamak lazımdır" diyordu. Müritler düşünceleri itibari ile Adıgelerden (Batı Kafkasyalılardan) tamamen farksızdılar. Siyasi bağımsızlık temin etmek, gerek halkın, gerek toprakların çar tarafından sömürülmesini engellemek amacıyla hareket ediyorlardı. Şamil'in radikalist davranışları sonucu Dağıstan'daki birçok toprak ağası ve bey Ruslara sığındı. Dağıstan'da doğan ve eşitlik prensipleri taşıyan bu hareket Çeçenistan'da büyük bir kuvvet topladı. Şamil'in bu hareketi, İstanbul'da kendi siyasi propagandalarına cevap olarak kabul edildi.
Ruslar, Müridizmi ilk kuran ve Çeçenistan da büyük bir ün kazanmaya başlayan Şeyh Mansur'u yakalamak için Aldi köyüne doğru ilerlediler ama büyük bir yenilgiye uğradılar. Bu zafer halkı ona daha çok yaklaştırdı. Şeyh Mansur Kızılyar ve Grigoryapali'yi kuşattı ve çeşitli baskınlar düzenledi. Mansur'un bu hareketi Ruslarla barış halinde olduğundan Osmanlılarca engellenmeye çalışıldı. Hanlar ise her zamanki gibi Mansur'a karşıydılar. Mansur Tatartop'da Ruslara yenildi ve Adıgelerin arasına çekildi. Savaşlarına Adıgelerle birlikte devam etti. 1787 Osmanlı-Rus savaşında Battal Paşa Kafkasya'da bozguna uğradı. 1971'de Anapa Rusların eline geçti ve burada bulunan Şeyh Mansur esir edildi.(Mansur 1794'de Rusya'da öldü.) Yerine Gazi Muhammed (Gazi Molla) geçti ve Doğu Kafkasya'daki direnci büyük ölçüde kıran Avar Hanlığı üzerine Şubat 1830'da yürüdü. Fakat Hanlığın merkezi olan Hunzak'ı alamadı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Gazi Muhammet, bundan sonra birçok Kazak köyüne, Kızılyar'a baskın yaptı Vladikafkas'ı çevirdi. Gazavat'ı hemen bastırmak için harekete geçen Ruslar Gimri köyüne saldırdılar ve Gazi Muhammet'i öldürdüler. Yerine Hamzat geçti ve ilk iş olarak Dağıstanlılar için büyük tehlike olan Avar Hanlığı'nı ortadan kaldırdı. Ama Ruslardan yardım gören karşıtları tarafından 18 Eylül 1834'de öldürüldü. Yerine Şamil imam seçildi. Şamil Ruslarla savaşmadan önce hanların otoritelerini ortadan kaldırmayı düşünüyordu. 1835'te Aşilte köyünde bir kongre toplandı ve Ruslara karşı nasıl tavır alınacağı saptandı. Kaytak ve Tabassaran bölgelerine akınlar yapıldı. Bunlardan amaç bölgedeki hanların idarelerini yıkmak ve Ruslara boyun eğen bu halkları kendi tarafına çekmekti ve bundan da başarılı olundu. Bunun üzerine Ruslar Mayıs 1839'da Şamil'in karargahı olan Ahulgoh'a saldırıya geçtiler ve 29 Ağustosta burayı işgal ettiler, ama Şamil'i yakalayamadılar. Şamil her şeyini kaybetmiş bir şekilde Çeçenistan'a gitti. Çeçenleri etrafında toplamaya başladı. 1840'ta genel ayaklanmalar oldu ve işgal altındaki bölgelerden 28 bin Çeçen ailesi dağlara çekildi. 1840-1843'de Ruslar çeşitli yenilgilere ve kayıplara uğradılar. 1845'te Dargo'ya saldıran Ruslar büyük bir bozguna uğradı. Dargo zaferi üzerine Dağıstanlılar da ayaklandı ve Ruslar'a karşı isyanlar oldu. Böylelikle Dağıstan'da Şamil'in otoritesi altına girdi. Bunu üzerine Şamil batıyla birleşmek için Kabartay bölgesine girdi ve Nalçik bölgesine kadar geldi. Fakat Rusların ananevi dostları olan ve müritlerin Dağıstan'da beylere ne yaptığını bilen derebeyleri tarafından yönetilen halk kayıtsız bir tavır takındı. Bu yüzden Şamil bazı Kabartay ve Asetin beyleri ile birleşerek geri dönmek zorunda kaldı. Batıyla bu şekilde birleşemeyen Şamil batıya naipler gönderdi. Bunlardan en önemlisi Mehmet (Muhammet) Emin'di. 1853-55 Kırım savaşında Kafkasya'nın Ruslardan tamamen temizlenmesini isteyen Şamil büyük bir harekete girişmedi. Sadece Gürcistan'a bir baskın yaptı. 1856'da Paris Sulh Antlaşması Kafkasya'dan bahsedilmeden imzalandı. Ruslar 1852'den beri ormanları tahrip ederek saldırıya geçmişler, böylece birçok yer çorak kalmıştı. Ormanların yok olmasıyla Çeçenler en büyük üstünlüklerini kaybettiler. Kuzeyden, güneyden ve doğudan saldırıya geçen Ruslar, Nisan 1859'da Vedeno'yu işgal ettiler. Böylece Doğu Kafkasya'nın direnci kırılmış oluyordu. Bu yenilgi Şamil'in otoritesini iyice azalttı ve Şamil 6 Eylül 1859'da Gunip'te teslim oldu. Şamil'in teslim olmasıyla Doğu Kafkasya'nın işgali tamamlandı.

II- Batı Kafkasya'da reformlar ve savaşın sonu: Burada ilk önce milli birliğin sağlanması için çalışmalar yapıldı ve 12 eyaletten (Şapsığ-Nathoç, Abzah, Kemirguey, Barakay, Kabartay-Besleney, Hatukuey, Bjeduğ, Mekhoş, Başılbey, Teberdi, Abhazya, Vubıh-Cih) oluşan bir devlet kuruldu.
Her eyaletin özel idareleri ve bu idarelerden oluşan 300 kişilik bir "Milli Misak Meclisi" (Ulusal And Meclisi - Çıla Therio Xase) vardı ve bu meclisin başkanı yoktu. Belli bir toplantı olmayan bu meclisin kararlarına herkes uymak zorundaydı. 1839'da Şapsığ bölgesinde toplanan meclis, Hazar Denizi ile Karadeniz arasında kalan bölgenin bir "Vatan" ve bu vatanda "Bir Millet"in yaşadığı, Rusların milli düşman olduğu, sonuna kadar savaşılacağı gibi kararlar alındı. Nitekim, Rusların barış ve Tsemez-Anapa yol güzergahında Çerkeslerin çekilmesi istekleri kabul edilmedi. Misakı Milli Meclisi Ruslar'a bir heyet gönderdi ve Karadeniz ile Hazar Denizi arasının tahliyesini istedi. Fakat Ruslar Kafkasya'nın Osmanlılar tarafından kendilerine verildiğini iddia ederek bunu reddettiler. Bunun üzerine bir beyanname yayınlandı. Bu beyannamede Rusya'nın bir gün batıya da saldıracağı, Kafkasya'nın Rusya'nın bir parçası olmadığı, Osmanlıların hiçbir zaman sahip olmadıkları Kafkasya'yı Rusya'ya veremeyeceği, sonuna kadar savaşılacağı kesin bir şekilde bildirildi ve Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya protesto edildi. Bunun üzerine Ruslar kabileleri bölmek için bazı kabilelere barış teklif ettiler ama bütün Kafkasya boşaltılmadıkça barışın olamayacağı bildirilerek bunlar reddedildi.
Batı Kafkasya'da, Ruslar, Anapa, Tsemez, Poti gibi kaleleri işgal etmişlerdi. Fakat bu kaleler tamamen kuşatılmış olduğundan birbirleriyle ilişkileri yoktu. Bu kaleleri birleştirip, Batı Kafkasya'yı Karadeniz'den de kuşatmak isteyen Ruslar, 1830'da saldırılara geçtiler. Bu kuvvetlerin büyük kısmı püskürtüldü. Yalnız Tsemez'i takviyeye giden kuvvet durdurulamadı ve Ruslar Tsemez'e girdi. Rusların müstahkem bir hat oluşturma çabaları üzerine savaşlar yeniden başladı. Subş civarına çıkartma yapan Ruslar, içerilere giremedilerse de bu kıyıda tutunmayı başardılar. 1839 yılında Şaşi kalesine baskın yapıldı. Kale içine girildiyse de Kafkasyalılar geri çekilmek zorunda kaldılar. Aynı yıl Jamatya ile Anapa arasında savaş oldu fakat sonuç elde edilemedi.

Ruslar, Abın'dan başlayarak Soçiye kadar, Abin, Anapa, Şhapsin, Vaye, Tsemez, Şaşi, Tuapse, Mazga, Nikolayevski ve Doma kalelerini yapmışlardı. Bu kaleler Kafkasya'nın güvenliğini tehdit ettiği için işgal edilmeleri gerekliliği ortaya çıktı. Şubat 1840'dan itibaren başlayan saldırılar sonucu Anapa ve Tsemez hariç bütün kaleler geri alındı.(Bu savaşlar konusunda Karl Marks şöyle diyordu:" Kahraman Adiğeler Ruslar'ı hezimete uğrattılar. Ey dünya, ey insanlık: özgür yaşamak isteyen insanların nelere muktedir olduklarını onlardan öğreniniz.) Sivastopol'dan bu kalelere yardım için gönderilen Ruslar ancak Gürcistan'a çıkabildiler. Bu yenilgiler üzerine 80.000 Rus askeri Kafkasya'ya gönderildi. Bu en çok Osmanlıların işine yaradı. Çünkü Osmanlılar Sivastopol'da bulunan Ruslar Kafkasya'ya gönderilmişti. Abhazya Rus işgali altında olduğundan Berzek Hacı komutasındaki kuvvetler Abhazya'ya girdi. Yardım alan Ruslar karşı saldırıya geçtilerse de Soçi'nin kuzeyine çıkmayı başaramadılar.

Kafkasyalıların büyük başarıları Avrupa'nın dikkatini çektiyse de yardım yapılmasını sağlayamadı. Doğuda Dargo yenilgisi ve batıda birçok kalenin Kafkasyalıların eline geçmesi üzerine Ruslar, kaybettikleri yerleri ve prestijlerini tekrar kazanmak için büyük hazırlıklara başlamışlardı. Kafkasya'da ise, Kuzey Kafkasya'nın bütünleşmesi gerektiğini anlayan Şamil, bu bütünleşmeyi sağlamak için batıya Hacı Mehmet, Süleyman ve Mehmet (Muhammed) Emin gibi naiplerini gönderdi. Bu naipler Misak-ı Milli Meclisi'nde Doğu Kafkasya'yı temsil ettiler.

Bunlardan en önemlisi Mehmet Emin 1847'de Pçeha nehri kıyısında topladığı halka, İslamiyet'i kabul etmelerini, beylerin elindeki fazla hakkın geri alınmasını, beyliliğin kaldırılmasını ve ancak bu biçimde Ruslara karşı konulabileceğini söyledi. Kendisini Batı Kafkasya hükümet reisi olarak tanıtmak ve doğudaki sistemi aynen burada uygulamak istedi. Ama bu, halkın ve beylerin tepkisine yol açtı. Muhammed Emin ancak doğudaki kabilelerden (Abzah vs.) destek bulabildi. Bir iç savaş çıkma ihtimali üzerine tavrını değiştirdi. Fakat Rus saldırıları başladığı zaman kabileleri Muhammed Emin'in çevresinde birleşmeye başladılar. Onun hareketleri ilericiydi, aristokratların durumlarını sarsıyordu. Beylerin ve onları destekleyen Osmanlıların karşı tavırlarına rağmen 1848'de Adagum'da yapılan büyük milli toplantıda reisliği kabul edildi.

Muhammed Emin, Kafkasya'da bir sanayi hareketi, (kendi ihtiyaçlarını kendi sağlamak için) oluşturmak istemişti. Bu yüzden özellikle silah konusunda uzman aramış, Rus esirlerine iyi davranmıştı. Bu sayede Kafkasya'ya gelen bir Polonyalı top imalathanesi açtı.

Muhammed Emin, demokrasi esasına dayanan idare ve ordu teşkilatı kurdu. Batı Kafkasya'yı 100 idari parçaya ayırdı ve düzenli bir ordu kurdu. Bu ordu sadece 1849'da Ruslara 101 baskın yaptı. Naip, dünyanın ilgisini Kafkasya'nın üzerine çekmek ve yardım sağlamak için çalışmalarda bulundu, İstanbul'a temsilciler gönderdi.

Muhammed Emin'in bu reform hareketini engellemek isteyen Ruslar, saldırıya geçtiler ve onu Unbi (Umpa) dağında mağlup ettiler. Yeniligi bazı kabileleri geçici bir süre için Muhammed Emin'den ayırdı. Bu sırada çıkan Kırım savaşı (1853-1855) Kafkasyalılar için son ümitti. Muhammed Emin Avrupalı ülkelerle görüşüyordu. Avrupalılara "Rus generalleri kadar Osmanlı paşalarının da" istenmediğini, Kafkasya'nın, İran-Osmanlı-Rusya devletleri arasında "Tampon" bir ülke olmasını, bunun Rusya'nın büyük bir yenilgisiyle olabileceğini belirtti. Fakat müttefikler farklı düşünüyorlardı. Örneğin, Osmanlılar, İngilizler, kendi hegemonyaları altında "bağımsız" ve Fransızlar da Rusya'nın olmasını istiyorlardı. Savaşta bütün müttefikler birbirlerini aldatmaya çalıştılar. İngilizler Şamil'in Rusya'ya saldırmasını istediler fakat Şamil, önce Hazar Denizi'nden Karadeniz'e bütün Kafkasya'nın Ruslardan temizlenmesini istediğinden Gürcistan'a küçük akınlarla yetindi.

Osmanlılar Anapa'ya Zanyikovue Sefer Beyi, Sukhum'a da Behçet Paşa'yı gönderdiler. Amaçları, Kafkas kabileleri Müslümanlık hissi etrafında birleştirip, Ruslara karşı kullanmaktı. Anapa'ya gelen Sefer Bey, bu çevredeki kabileleri Muhammet Emin'den ayırmaya çalıştı ve bunda da bir dereceye kadar başarılı oldu. Naip tarafından sürülen Natuhay beylerini geri getirtti. Sefer Bey'in Kafkasya'ya gönderilmesi, Kafkasya'ya yardım değil, işgalin düşünüldüğünü gösteriyordu. Nitekim savaşta Osmanlılar, Kafkasya'yı "Osmanlı mülkü" gibi göstermeye çalıştılar ve müttefikler ajanları aracılığıyla asılsız haberler yaydılar. Bütün bunlar, Kafkasyada müttefiklere karşı olumsuz düşünceler doğuruyordu. Savaşta her iki taraf bir üstünlük sağlayamadı. İngiltere, Rusya'nın Hindistan'a inmesini engellemek için tampon Kafkasya'yı istiyordu. Bu Fransızların işine gelmediğinden, Şubat 1856 Paris Barış Antlaşması, Kafkasya'dan bahsedilmeden imzalandı. Bu Kafkasya'nın Rusya'ya bırakılması demekti. Kırım Savaşı sırasında Kafkasya'ya Rus saldırıları durmuştu. Fakat Sefer Bey'in Kafkasya'da birliği ve ahlakı zayıflatması, bu savaşın zararlarını faydasından çok yaptı. 1857'de Muhammet Emin, dış ülkelerden yardım almak için İstanbul'a gitti. Fakat Rusya'nın isteğiyle tutuklandı ve Şam'a sürüldü. Oradan kurtulup tekrar Kafkasya'ya döndü. 1857'nin sonlarına doğru, İngiltere ve Fransa'nın baskısıyla Osmanlılar Batı Kafkasya'yı boşalttılar ve Sefer Bey kendi başına kaldı.

Savaştan sonra Kafkasya'nın tehlikeli durumunu ortadan kaldırmak isteyen Ruslar saldırılara başladırlar ve 1859'da Doğu Kafkasya'nın direncini kırıldı. Bunun üzerine Muhammet Emin Ruslarla uygun şartlar altında barış yapılmasını istedi. Fakat bu öneri Milli Kongre tarafından şiddetle reddedildi. Muhammet Emin teslim oldu ve İstanbul'a gitti. Doğu Kafkasya'daki direncin kırılması üzerine Ruslar, Batı Kafkasyalılara iki yol teklif ediyorlardı. Ya Stavropol bölgesiyle Sal Stepine, veya Osmanlı topraklarına göç etmek. Aynı zamanda Rus ajanları Kuzeye göç edeceklerin Hıristiyanlaştırılacaklarını, 25 yıl askere alınacaklarını söylüyorlardı. Bununla Rus hükümeti, Batı Kafkasyalıları bilhassa Osmanlı topraklarına göç ettirmek istiyordu.

1860'da Sefer Bey öldü ve yerine oğlu Zanyikuvue İbrahim (Kara Batır) geçti ve birlik hareketlerine başladı. Yardım istemek için İstanbul'a İbrahim adında bir elçi gönderdi. Şapsığ, Vubıh ve Abhazları temsil eden (çünkü bu kabileler işgale uğramamışlardı.) 5'er kişiden bir meclis kurdu. Avrupa'ya bir heyet gönderdi. 1860'dan sonra tekrar savaşlar başladı ve 1861'de Müjiklerin azat edilmesinden dolayı göç dalgaları Kafkasya'ya yöneltildi. Binlerce Kazak ve Rus Kafkasya'ya yerleştirildi.

Urquhart ve Leh yurtseverleri, Kafkasya için miting ve propaganda yaptılar. Fakat Kafkasya'ya yardım yapılmasını sağlayamadılar. Bu sırada Kafkasya'da Bjeduğ bölgesiyle, Şapsığ, Vubıh ve Abhaz bölgeleri işgal edilmemişti. İşgal edilen yerlerdeki Kafkasyalılar bu bölgelere gelmişler, nüfus yoğunluğu artmış, bu yüzden yiyecek sıkıntısı ve salgın hastalıklar başgöstermişti. Bütün bu çaresizlikler içinde Kafkasyalılar intihar savaşları yapmaya karar verdiler. Son savaşlara Kafkasyalılar, kadın, erkek, çocuk, her şeyleriyle katıldılar. Hodz vadisinde ve Ahçip köyündeki savaşlarda Kafkasyalılar yenildiler.

D. Sürgün

Bu kanlı yenilgiler üzerine Ağustos 1864'de Çar'ın kardeşi Grandük Mişel, yayınladığı fermanla bir ay içinde Kafkasya'nın boşaltılmasını, aksi halde kalan herkesin, harp esiri olarak Rusya'nın muhtelif mıntıkalarına sürüleceklerini bildirdi. Bunun üzerine vatandan Osmanlı topraklarına sürgün başladı. Sürülenler Bulgaristan, Dobrica, Sırbistan, Arnavutluk, Suriye, Irak hatta Ürdün'e, genel olarak, durumu karışık olan yerlere yerleştirildi. Fakat Rusya kendisine sınır olan ve daha sonra kendisinin olabilecek yerlerde Kafkasyalıları istemiyordu. Bu yüzden 1876 İstanbul Konferensı'nda "Rumeli'de Çerkes göçmenlerin iskan edilmemesi" kararlaştırıldı ve en az 175.000 Kafkasyalı ikinci sürgüne uğradı. Sürgünden sonra Kafkasyalılar Osmanlı için "canla başla" çalıştılar. Örneğin, Osmanlıların (bilhassa Kafkas ordusunun) süvarilerinin büyük bir kısmı Kafkasyalıydı ve savaşlarda sayısız yararlılıklar gösteriyorlardı. Kafkasyalıların bu kadar çalışmasına rağmen, ne kadarının sürüldüğü kesin olarak söylenememektedir. Sürgün edilen Kafkasyalılar 500.000 ile 2.000.000 arasında tahmin edilmektedir.Fakat resmi kayıtlara göre 1855-1863 yılları arasında 311.330 ve 1864 yılında Eylül ayına kadar 283.000 kadar göçmen Varna ve muhtelif Karadeniz limanlarına geldi. Aynı resmi belgelerin (Takvim-i Vekayi) 1281 tarihli sayısında kış mevsiminden yaz ortalarına kadar toplam 299.068 kişinin geldiğini yazmaktadır. Böylece en az 900.000'e yakın göçmen 1855-1864 yıllarında Osmanlı topraklarına gelmiştir. Bu yıllara önce ve sonra gelen, yollarda ölen ve sayıma girmeyenlerle, sürgün edilen Kuzey Kafkasyalıların sayısının bir milyonu aştığı anlaşılmaktadır.
Trabzon Rus Konsolosu'nun raporunda Batum'da günde 7, Trabzon'da 180-250, Samsun'da 200 kişinin öldüğü bildirilmiştir. Çerkes köyleri 20-30 yıl sonra "Çerkes Mezarları" haline gelmiştir. Ekonomisi tarıma dayalı olan Rusya ise Kafkasya, Ukarayna, Ortaasya, Urallar gibi bölgeleri sömürerek kendi kalkınmasını sağladı ve bu bölgelerin geri kalmasına neden oldu.

III. Sürgünden sonra Kafkas-Rus-Osmanlı ilişkileri

Sürgünden sonra Kafkasya'da, Ruslar, kolonizasyon işlerini her sömürgeci ülke gibi, "medenileştirme" olarak gösterdiler. Muhaceretteki Kafkasyalılar ise yurda dönüş isteklerini kaybetmediler ve Osmanlı padişahlarıyla bir Osmanlı-Rus Savaşı'nda Kafkasya'da isyan çıkartmak için anlaştılar. Bu fırsat 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda çıktı. Osmanlılar Abhazya'da bir şaşırtma harekatına girdiler ve kıyıya 3000-4000 Kafkasyalıyı çıkarttılar. O sırada Kafkasyalılar bir kurultay toplayarak Abdurrahman Efendi'yi başkan seçtiler. İmamlarının önderliğinde 9 Mayıs'ta Dağıstan ve Çeçenistan'da, 12 Mayıs'ta Kuban'da isyan çıktı. Kafkasyalılar 20 yıl önce gömdükleri tüfeklerini çıkarttılar. Durum Ruslar açısından ciddileşmişti. Fakat Osmanlılardan gerekli yardım gelmediği için Adıgelerin bir kısmı ile Abhazların büyük bir çoğunluğu Osmanlı topraklarına sürüldü.

Bundan sonra 1905'e kadar "medenileştirme" hareketlerine karşı çıkan küçük ayaklanmalar dışında önemli bir şey olmadı. Bu sıralarda dünya siyasetinde önemli değişikler oluyordu. XIX. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlıların üzerideki İngiliz etkisi azalmıştı. Bunun üzerine Osmanlıların yeni hamisi gelişmekte olan Almanya oldu. 1888'de Deutsche (Doçe) Bank Osmanlı İmparatorluğu'na girdi ve Anadolu demiryollarının yapımını eline geçirdi. Osmanlı ordusunun teşkilatlandırılması Alman subaylarına verilmeye başlandı. Bunun üzerine 1907'de Rus-İngiliz anlaşması yapıldı. 1909'da iktidara geçen Enver, Talat ve Cemal Paşalar Almanların hemen her istediklerini yaptılar ve Panslavizm'e karşı Pnaturanizm'i çıkardılar. (Panturana Dağıstan da giriyordu.)
Bu sıralarda Kafkasya'da, 1905 Rus-Japon savaşında Rusya'nın yenilmesi fırsat bilinerek bir isyan daha çıkarıldı ama bu da bastırıldı. 1913'de egemenler halka ait geniş arazilere el koydular. Bunun üzerine onbini aşkın Adıge "Dzeliko" ırmağı mevkiinde feodallerle ve onları destekleyen çar ordusuyla çarpıştı. Ayaklanmanın önde gelenleri Sibirya'ya sürüldü. Bu yıllarda, devlet tarafından "asi, hırsız, haydut" diye adlandırılan, halkın Abrek dediği kimseler Çarlık otoritesine karşı koyuyorlardı. Bunlar resmi yerleri ve zenginleri soyup, elde ettiklerini halka dağıtıyorlardı.
I. Dünya savaşında Osmanlı yöneticileri "romantik" hayalleri gerçekleştirmek üzere (Turan için) IV. Ordu'yu kurdular, fakat Kafkas cephesinde çeşitli yenilgilere uğramaktan kurtulamadılar. Şubat 1917'de başlayan devrim üzerine Rus ordusu çözülmeye başladı. Devrim üzerine 3 Mayıs 1917'de Terekkale (Vladikafkas)'de halk kurultayı toplandı ve bir icra organı (Birleşik Şimali Kafkasya ve Dağıstan Dağlıları Birliği Merkez Komitesi) kuruldu. 18 Eylül 1917'deki ikinci toplantıda kurultay "Kuzey Kafkasya Milli Müessesan Meclisi" adını aldı ve Kuzey Kafkasyalıların siyasi bir birlik teşkil ettiğine karar verildi. Kuzey Kafkasya merkez komitesi, 20 Kasım 1917'de Rusya'dan ayrıldığını ve bağımsız bir devlet olduğunu ilan etti. Resmi müesseselere, bankalara, okullara, vs. milli bir şekil verildi. Bundan memnun olmayan Kazaklar ve Ruslarla çeşitli çatışmalar oldu. Güney Kafkasya'da ise Gürcü, Ermeni ve Azerilerden oluşan Transkafkas federasyonu kuruldu. Bu federasyonun savunması (milli kuvvetleri) yok gibiydi.
Brest-Litovsk anlaşmasıyla Batum, Ardahan ve Kars'ı Sovyetlerden alan Osmanlılar saldırıya geçtiler. Bunun üzerine 22 Nisan'da Transkafkas Federatif Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti. Almanlar ve İngilizler Bakü'nün Osmanlılar tarafından işgal edilmesini istemiyorlardı. (Çünkü kendileri Bakü'yü işgal etmek istiyorlardı.
Bu yüzden Almanlar, kendi isteğiyle, Gürcistan'ı "himaye" ettiler ve asker gönderdiler. Osmanlıların Ermenistan'ı işgali İngiliz hareketini engelleyeceği için bu hareket Almanlar tarafından teşvik edildi. Kuzey Kafkasyalılar ise İstanbul'a yardım istemek için bir heyet gönderdiler ve 11 Mayıs 1918'de bir nota ile, bütün devletlere Kuzey Kafkasya'nın bağımsızlığını ilan ettirdiler. Bunu 26 Mayıs'ta Gürcistan, 28 Mayıs'ta da Azerbaycan ve Ermenistan'ın bağımsızlıklarını belirtmeleri takip etti. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, bu üç devlete çeşitli kereler konfederasyon teklif ettiyse de kabul edilmedi. 8 Haziran 1918'de Kafkas devletleri ve Osmanlılar arasında iyi dostluk ve iyi komşuluk anlaşması yapıldı. Fakat bu sırada Osmanlı ordusu Kafkasya'ya girdi. İsmail Berkok, Mithat Paşa ve Muzaffer beyler K. Kafkas yerli kuvvetlerini organizeye başladılar. Gürcistan üzerinden ilerleyemeyen Osmanlılar, Azerbaycan üzerinden ilerlediler ve 15 Eylül'de Bakü'yü işgal ettiler. Sovyetler, Almanların savaşı kaybetmeleri üzerine Osmanlılarla aralarındaki Brest-Litovsk Anlaşması'nı feshettiklerine ve Osmanlıların Kafkasya'dan çıkmaları gerektiğini bildirdiler. Fakat 6 Ekim'de Derbent alındı ve 13 Ekim'de şehre Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti bayrağı çekildi. Fakat Osmanlılar savaşı kaybettiler ve Mondros Antlaşması'yla Kafkasya'dan çıkmak zorunda kaldılar. Bunun üzerine 17 Kasım'da İngilizler Bakü'yü işgal ettiler. İngilizlerin desteğindeki Denikin'in işgal ettiği yerlerde 1919'da İnguşlar, 1920'de Dağıstanlılar isyan ettiler. Fakat bu isyanlar bastırıldı. Sovyetler bu savaşlarda Kafkasyalıları destekledi. Mart 1920'de Beyaz orduların mukavemetleri kırıldı ve Kızılordu bütün Kafkasya'yı işgal etti.
1917'de Çarlık Rusyası'nın, 1923 (24)'de de Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla, Kafkasya'nın bu devletlerle ilişkileri sona erdi.


bu tarih yazisi cok degisik yerlerden toparlanmistir.
         
   
   
Başlık: Ynt: Kafkasya'da nüfuz savaşları(GÜNCEL)
Gönderen: müteallim - 10 Ağustos 2008, 02:06:39
Göç mü, yoksa sürgün mü?

Göç, iç ve dış göç şeklinde ele alınabilir. Göç coğrafi hareketlilik halindeki bir topluluğun bir bölgeden veya bir ülkeden diğerine hareket etmesidir. Tabii afetler, harpler, tarımda makineleşme, kitle haberleşme araçları, genç nüfus, ekonomik sebepler ve terör göçlere sebep olabilmektedir (Erkal-Baloğlu, 1997: 123-124).
Coğrafya başta olmak üzere, iktisat, sosyal psikoloji ve sosyoloji gibi göç olgusunu inceleyen disiplinler arasında konuya en geniş açıdan bakan bilim dalı sosyolojidir. 'Çünkü sosyolojik tahliller coğrafi değişmelerden ziyade sosyolojik boyut ve çerçevedeki değişmeleri dikkate alır. Örneğin, göçün ortaya çıkaracağı sosyal hareketlilik, göç sebepleri, uyum, göçe neden olan kararların oluşumu, göç sürecindeki ayıklama safhaları ve sonuçları ile göç edilen ülke ve göçe kaynak olan ülke halkları üzerindeki etkileri sosyolojinin ilgi alanı kapsamındadır (Gezgin, 1994: 14 ).
Göç türleri incelenirken ele alınan "mesafe" kavramı genellikle kıta içi ve kıtalararası göçlerle ilgilidir. Bir ülkenin milli sınırları içerisindeki nüfus hareketlerine iç göç, nüfusun ülke sınırları dışına yönelik yer değiştirmesine ise dış göç denir. Mahiyetleri itibariyle bu tür göçlerde fiziksel mesafe kavramının hiç bir önemi yoktur (Gezgin, 22).
Mecburi göçlerde, göç kararı göç edenin iradesini dikkate almamaktadır. Zorunlu iskân politikaları yahut bir savaş veya doğal afet nedeniyle ortaya çıkan göçler mecburi göçlerdir. 'Göç edenin iradesine dayalı olmayan yer değiştirmeleri klasik anlamıyla göç saymama eğilimi de mevcuttur. Bu eğilimin nedeni "sürgün" kavramının göç kavramından ayrı bir kriterle incelemeye tabi tutulması gereğine dikkat çekmek olmalıdır' (Uysal, 1996: 141).
Yukarıdaki tanımlardan açıkça anlaşılacağı üzere, Çerkeslerin Kafkasya'dan Anadolu'ya gelişi bir sürgün olup, bu kütlesel nüfus hareketinin göç olarak isimlendirilmesi doğru değildir.

Çerkeslerin sürülme sebebi

Ekonomik, dini, siyasi ve kültürel sebepler yanında tarih boyunca en çok karşılaşılan göç sebebi savaşlar olmuştur. Kafkasya'dan Anadolu'ya kitleler halinde akan nüfus hareketinin de -siyasi ve dini boyutu da olmakla beraber- en mühim sebebi iki asır devam eden Rus savaşlarının Çerkesler aleyhine mağlubiyetle sonuçlanmasıdır.

Sürgün güzergâhı

1859-1864 yıllarında yurtlarından sürülen Çerkesler deniz yoluyla, Kafkasya'da, Taman, Tuapse, Anapa, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum vd. limanlardan bindirilip Osmanlı Devleti'nin Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Varna, Burgaz ve Köstence limanlarında indiriliyordu. 1865-1866 tehciri ile Osmanlı-Rus harbinden sonraki 1878 tehciri kara yoluyla gerçekleştirildi. Doğu yolundan genellikle Çeçen, Dağıstan, Asetin, Kabardey muhacirleri göçürülmüştür. Daha sonraki göçler de kara yoluyla yapılmıştır (Berzec, 1986: 114).

Sürgün yolunda çekilen çileler

Yolda telef olanların feci durumları Trabzon'daki Rus konsolosunun, tehcir işlerini idare etmekte olan General Katraçef'e yazdığı raporda şöyle anlatılır: "Türkiye'ye gitmek üzere Batum'a 70.000 Çerkes geldi. Bunlardan vasati olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon'a çıkarılan 24.700 kişiden şimdiye kadar 19.000 kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63.900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110.000 kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul'a götürülen 4650 kişiden de günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım." İşte bu suretle peş peşe sürüp gelen felâketlerin ve musîbetlerin darbeleri altında inleyen ve eriyen bu kahraman ve fazîletkâr milletin bedbaht bakiyesi de Dobruca, Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk, Suriye, Irak gibi daima tehlikeye maruz bulunan ve daima emniyetsizliğin hükümran olduğu yerlere iskân edilmiştir (Berkok, 1958: 529).
Çarın Kafkasya naibi olarak atadığı kardeşi Grandük Mişel, 1864 Ağustosunda Batı Kafkasya sakinlerine şu fermanı tebliğ etmişti: "Bir ay zarfında Kafkasya terk edilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya'nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir:" (Berkok, 526).
İşte bu yüzden, esaret ve tabiiyeti en büyük şerefsizlik addeden Çerkesler, güzel vatanlarını terk etmeye mecbur kalmışlardır. Lermontof bu hakikati bir şiirinde şöyle dile getirir: "Bu insanlar neden yurtlarını ve babalarının mezarını terk ediyorlar? Düşman kuvvetinin zoru ile mi? Hayır! Düşman kuvvetlerinin beraber getirdiği esaret zincirinin korkusuyla!" (Berkok, 524).
Rus yönetimi, bölgenin yerli nüfustan arındırılarak boşaltılması hususunda zecrî tedbirler alma yanında bir takım kolaylıklar da sağlıyordu. Rus ordusundan ayrılıp gelen ve Osmanlı ordusunda görev alan General Musa Kunduk(ov) Paşa bakınız ne itiraflarda bulunuyor:
'Çeçen reisleri uzun münakaşalardan sonra göçü kabul edip nasıl gerçekleşeceğini sordular. Ben de Gürcistan üzerinden kara yoluyla gideceğimizi ve Rus ordusunun da her türlü kolaylığı ve yardımı yapacağını söyledim... Rus Generali Loris'e gidip 50 bin dönüm kadar olan arazime mukabil 45 bin altın ruble istedim. Derhal ödedi. Fakir muhacirlere sarf etmek üzere ayrıca 10 bin altın ruble daha istedim. Bunu az bularak 20 bin ödedi… Bu şekilde 25 Mayıs 1865'te, aralarında ailem ve akrabalarımın da bulunduğu 3 bin Çeçen aile ile birlikte göç ettik. Geride kalanların tehciri görevini Çeçen mıntıkası naibi reis Sa'dullah'a tevdi etmiştik.' (Kundukov, 1978: 67-70).
Modern tarihin en büyük kitlesel nüfus hareketlerinden biri olan Çerkes sürgünü (Henze, 1986: 247) esnasında deniz gibi kan akıtıldı. Gemiye binmek için aç bîilaç kıyıda yağmur çamur içinde, ölüm iniltileriyle bekleşenler, yanaşan gemiye üşüşüp istîab haddinden çok fazla biniyorlardı. Gemiler de daha fazla para alabilmek için çok yolcu alıyor, bu yüzden fazla yol almadan batan gemilere sık rastlanıyordu. 1864 Mayısında, Trabzon'daki Rus konsolosunun yazdığına göre 30 bin kişi açlık ve hastalıktan kırıldı. Gemilerde hastalık alameti gösteren olursa derhal denize atılırdı... 1858-1865 yıllarında 493.124 insanın gittiği Trabzon'da bir tek adamın 30-50 cariye birden aldığı oluyordu...' (Avksentev, 1984: 61-62).
Üç milyon Kafkas insanını zorla yurdundan süren Rusya, bu mazlum ve mehcur millet üzerindeki siyasi emellerine son vermiş değildi.
Rus Hükümeti adına General Fadol, Musa Kunduk ile Gazi Muhammed'e şu teklifi sunmuştu: 'Afganistan hududunda Çerkeslerden müteşekkil bir devlet kurmak, Osmanlı Devleti'ndeki tüm Çerkesleri oraya göçürmek, kurulacak devletin Rusya'ya bağlı kalması şartıyla bütün masraflarının Rusya tarafından ödeneceğini garanti etmek.' Her ikisi de bu teklifi reddetmişti. Rusya bu projeyle Afganistan'ı işgal etmekte olan İngilizleri bertaraf etmeyi düşünüyordu (Kundukov, 12).
Göçürülen Çerkeslerin karşılaştığı dayanılmaz zorluklara şahit olan bazı Ruslar bile vicdan azabı duyuyordu. Musa Kunduk Paşanın hatıratına bir göz atalım:
'… İnsanların perişanlığını hayretler içinde temaşa ettiğimi gören istasyon yetkilisi koşarak yanıma geldi ve gözleri yaşla dolarak dedi ki; 'Ekselans, dünyada bu acıklı manzarayı seyredip de kalbi burkulmayacak insan var mıdır? Allah'tan korkmak lazım. Bu topraklar onların yerleridir. Ne hakla onları bir bilinmezin içine sürüyoruz? Nereye gittiklerini sorduğumda, Osmanlı Devleti'ne diyorlar. Ama nasıl ve ne zaman? Onları neler bekliyor, belli değil. Bu konularda hiç bir bilgileri yok.' (Kundukov, 62-63).

Tehcir sürecinde geri dönme eğilimi

21 Mayıs 1864'te dört asırlık Rus - Kafkas savaşının batı kesimde de mağlubiyetle sonuçlanmasıyla başlayan büyük tehcir süreci uzun sürmemiştir. Osmanlı Devleti'nden dönüp gelen bazı insanların anlattıkları, Paçe Beçmırza'nın şiirleri, açlık, hastalık ve ölüm haberleri getiren gözyaşı ve hasret dolu akraba mektupları özellikle Kabardey'den göçün devam etmesini engellemiştir (Berzec, 134).
Tehcir büyük bir hızla devam ederken, bir taraftan da geri dönme eğilimleri baş göstermişti. Türkiye'deki Rus Elçisi İgnatiev'in 21.02.1872 tarihinde Rus Dışişleri Bakanı'na yazdığı gizli bir yazıda, Türkiye'ye göçmüş 8500 Çerkes ailenin katlandıkları dayanılması zor şartlardan şikayetle Kafkasya'ya geri dönmek istedikleri bildirilmiştir (Berzec, 198).
İskân edildikleri yerlere uyum sağlayamayıp geri dönmeye yeltenen muhacirlerin sayısı o kadar artmıştı ki, Osmanlı hükümeti tedbir alma ihtiyacı hissetmişti. 18 Kânûn-ı sâni 1789 tarihli emirname ile Çerkeslerin kaçmasına fırsat verecek her hareketin engellenmesi emredilmiş, bu hususta yabancı deniz nakliyat şirketlerine de 'gemileriyle tek bir Çerkes dahi taşımamaları' resmi yazıyla bildirilmiştir (BOA, Hariciye Nezareti, 122/64).
Bandırma civarındaki Yeni Sığırcı köyüne iskân edilen 300 aileden 150'si, oradaki hayata uyum sağlayamayıp anavatana dönmüştür.
1911'de Hac dönüşünde Şam valisi ile görüşen Canıko Bako; on bin Çerkes olduklarını, kendilerine hicret etmek istediklerini söyler, vali de memnuniyetle kabul eder. Canıko, Mehmet Hanaşe ile birlikte bir heyet halinde gelip daha önce iskân edilen köyleri gezer, perişan hallerine şahit olur. Kendilerinin iskân edilmesi için belirlenen Kerk tepelerini gezerler. Bu kayalıkları beğenmeyip Ağustos 1911'de deniz yoluyla İstanbul üzerinden geri dönerler, hiç kimse de hicret etmez (Berzec, 130).
İstanbul'daki Çerkes Teavün Cemiyeti sekreteri hukukçu Tsağo Nuri 1913'te anavatana dönerek Kabardey bölgesinde değişik okullarda Çerkes Dili okutmaya başlamıştı (Berzeg, 1995: 247).
1991'de kurulan Kafkas Halkları Konfederasyonu'nun (KHK) fahri başkanı Musa Şenıbe anlatıyor: 'Annem anlatırdı; Dedem yolda (karşıdan gelen gemidekilerden) Türk'e gidenlerin hastalıktan kırıldığını öğrenince yanındakilerle birlikte denizin ortasından dönüp geri gelmiş...' (Şenıbe, 1996).

Osmanlı Devleti'nin tehcir ve iskân politikası

Osmanlı Devleti'nin Kafkasya ile ilk temaslarını kurduğu 17. Asırdan itibaren ferdi göçler başlamıştı. Büyük göçten önce Osmanlı ordusunda görev almış yüzlerce subay ve bir kısmı vezirlik yapmış 300 paşa vardı. Osmanlı Devleti Kafkasya'yı hakimiyeti altına almak için bu üst düzey insanlardan yararlanmıştır. Musa Kunduk Paşa şöyle anlatır: 'Sadrazam ile görüştükten sonra Berzec Hüseyin Paşanın yanına gittim. Wubıkh Ali Paşa da (Hafız Paşanın kardeşi) oradaydı. Bu iki zat Çerkes muhacirlerinin vaziyetini yakından takip ediyordu. Hüseyin Paşa Osmanlı Devleti'nin göçe hazırlıklı olmadığını, bu konuda Çerkesler için hiç bir şey hazırlanmadığını, bu muhacirlerden ilk büyük grubun durumunun ağıt yakılacak derecede perişan olduğunu belirterek 'önemle rica ediyorum, tehcir meselesinde acele etmeyelim' demişti. Hüseyin Berzec Paşa 1866'da idam edilmiştir (Berkok, 517).
Kuruluşundan beri iç problemlerini çözmede tehcir ve iskân metoduna sıkça başvuran Osmanlı Devleti, 9 Mayıs 1857'de tehcir kanununu çıkarmıştır. Bu arada Rus Çarıyla gizlice ittifak etmiştir... Göçenlerin mal, can ve hürriyetleri, sair tüm hakları sultanın garantisi altında idi. Her tür vergiden muaf olarak arazi verilmesi vaat edilmişti. Anadolu'ya yerleşenler 12 yıl askerlikten muaf tutulmuştu. 1860 yılında İskân-ı Muhacirîn Komisyonu kuruldu. Bunda ekonomik ve politik çıkarlar gözetilmişti. Buradan anlaşılıyor ki Çerkeslerin göçürülmesi, Osmanlı Devleti'nce planlanmış, sonraları gelişen fiili durumdan çok daha önce programlanmış bir iştir.' (Karpat'tan naklen Berzec, 47).
Nefy ve iskân, yönetim politikalarından en barizleri olan Osmanlı Devleti (Barkan, 1949-50: 524 vd.) bu tehcir ile yüz yüze kalmış olduğu bir çok problemini halletmeyi de düşünmüştü (Berzec, 120).

Rusya'nın iskâna müdahalesi

Yurdundan zulüm ve kanla sürdüğü milyonlarca insanı gittiği yerde de rahat bırakmayan Rusya, onların nerelerde iskân edileceğine de müdahale etmiştir. Rusya'nın 2 Mart 1878'de Osmanlı Devleti ile imzaladığı anlaşmada, Rus hududuna yakın yerlerde iskân edilen Çerkeslerin iç bölgelere götürülmesi hususu üzerinde durulmuştur (Berzec, 126). Nitekim öyle de yapılmış, 150.000 Çerkes bu sefer de Rumeli'den Anadolu'ya göçürülmüştür.

Tehcir edilen Çerkes sayısı

Büyük tehcirle ilgili resmi istatistik bilgilerinin tamamına sahip değiliz. Ancak muttali olunabilen Rus, İngiliz, Fransız ve Osmanlı kayıtlarında 700 binden 2 milyona kadar değişen rakamlar mevcuttur. Osmanlıdaki nüfus hareketlerini inceleyen Obisni İrolitimo 1866'da muhacirlerin bir milyona ulaştığını belirtir (Nartların Sesi, 1980: 15).
Prof. Kemal Karpat, 1859-1879 arasında göçürülen Kafkasyalıların, çoğu Çerkeslerden oluşmak üzere 2.000.000 civarında olduğunu, sağ salim Osmanlı Devleti'ne ulaşan muhacir sayısının ise 1.500.000 olduğunu belirtir (Karpat, 1995: 69). Kafkasya'nın hürriyet mücadelesi konusunda değerli bir eser yazmış olan Hızal da tehcirin 1.500.000 Kafkasyalının yurdundan sürülmesiyle sonuçlandığını belirtir (Hızal, 1961: 49).
Ancak; Kafkasya'da yaşanan iç tehcirleri, Sibirya ve Orta Asya'ya sürülenleri, Balkanlardan Anadolu'ya, Bandırma civarından Güneydoğuya göçürülenleri, Yahudi - Arap savaşında Golan bölgesinin işgali üzerine Kunaytıra'dan sürülenleri de hesaba kattığımızda, kelimenin hakiki anlamıyla yurdundan sürülen Çerkes sayısı 3 milyonu aşmaktadır.

Çerkes diyasporası

Çerkeslerin Kafkasya dışında en yoğun yaşadığı yerler, başta Türkiye olmak üzere, Suriye, Ürdün, Filistin, Mısır, Yugoslavya, bazı Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi çok farklı ülkelerden oluşmaktadır. Varna'da halen dört Çerkes köyü vardır ve özel kıyafetlerini ve dillerini muhafaza etmektedirler. Trablusgarp'a 1000 aile gönderilmiş olduğu arşiv belgeleri ile sabittir. Irak, Endonezya gibi hiç tahmin edilmeyecek ülkelerde dahi Çerkes varlığına rastlanmaktadır. Mısır'da üç asırdan fazla hüküm süren Çerkes Memlükleri ayrı bir bahis konusudur.

Sürgünün açtığı derin yaralar

'Tehcir operasyonu, binlerce yıllık Kafkas tarihinin en mühim hadisesidir. Bu olay Kafkasyalıların sosyal yapısını, ekonomisini ve politikasını menfi yönde etkilemiştir.' (Berzec, 129).
Aynı kanaati paylaşan ve 1864 büyük sürgününün Çerkes toplum yapısında son derece büyük tahribatlara yol açtığını belirten din bilgini Meretowkoe Nuh, Çerkes Tarihi adlı eserinde, gerek 1864'te, gerekse daha sonra devam ederek 1878, 1888, 1890 ve nihayet 1900 yıllarında Osmanlı Devleti'ne vuku bulan göç hareketlerini tenkit etmekte ve vatanın toplu şekilde terk edilmesinin meşru bir gerekçesi olmadığı görüşünü savunmaktadır (Mertûkî, 1912: 34, 61).
Büyük Çerkes sürgününün Adıge toplumunun sosyal yapısını derinden etkileyen sonuçlarından biri de, çok sayıda Adıge insanının köle ve cariye olarak satılması olmuştur ki bu olgunun yansımalarını, Ahmet Midhat, Abdülhak Hamit, Sami Paşa-zâde Sezai, Mizancı Murat gibi kendisi veya annesi Çerkes olan bir çok Osmanlı aydınının eserlerinde açıkça görmek mümkündür (Bkz. Parlatır, 1987: 31 vd.).
Başlık: Ynt: Kafkasya'da nüfuz savaşları(GÜNCEL)
Gönderen: müteallim - 10 Ağustos 2008, 02:09:23
Devlerin sürgün oyunu


Slavların Kafkasya'ya yerleştirilmesi
Osmanlı'dan gayrimüslim göçü


Çerkeslerin sürgünü ve Osmanlı İmparatorluğu'na yerleştirilmesine karşılık Kafkasya'ya gayrimüslim ihracına ilişkin iki süper güç arasında nasıl bir diplomatik trafik yaşandı? Batı Kafkasya'da Kafkas-Rus Savaşı'nın sona ermesi, Çerkeslerin sürgün edilmesi ve Osmanlı mparatorluğu sınırları içine yerleştirilmesi sorunuyla yakından ilgilidir. Bu, Kafkasya Genel Valisi Büyük Prens Mihail Nikolayeviç'in savaş bakanına hitaben yazdığı mesajda açıkça ifade edilmiştir: "Savaşın ne zaman sona ereceği meselesi, şu şartlarda bile bize düşman halkı Osmanlı'ya ne kadar zamanda gönderebileceğimiz sorununa dayanıyor.1

Bu nedenle bu sorun Rusya ve Osmanlı hükümetleri arasında en aktif diplomatik yazışmaların ve görüşmelerin konusu oldu. Görüşmeler sırasında her iki taraf da Çerkeslerin göç ettirilmeleriyle ilgilerinin olmadığını kanıtlamaya ve böylece onların gelecekteki kaderleri konusunda sorumluluktan kurtulmaya gayret ediyordu. İstanbul'daki Rusya elçiliğinin bu mücadelede önemli bir yeri vardı. Elçiliğin sadece Rusya Dışişleri Bakanlığı ile değil, Kafkasya Ordusu Başkomutanı ve onun Kafkasya'daki idaresi ile de doğrudan irtibatı vardı. Ayrıca, durumu yerinde inceleyerek Çarlık payitahtını ve İstanbul'daki elçiliği ayrıntılı bilgiyle donatan Rusya konsoloslarının Osmanlı topraklarındaki varlığı da diplomatik mücadeleyi kolaylaştırıyordu.

Temmuz 1859'da Rusya elçisi A. B. Lobanov- Rostovski, Başvezir Fuat Paşa ve Hariciye Nazırı Ali Paşa'nın onunla yaptığı bir sohbette, Kafkasyalı Müslümanların Osmanlı İmparatorluğu'na yerleşme serbestisinin sınırlandırılacağını, "Bu göçün son zamanlarda çok fazla arttığını ve Babıali'ye yük olmaya başladığını "açıkladıklarını bildiriyor.2

Bunun ardından verdiği resmi bir notada Osmanlı Hükümeti, Kafkasyalıların göçünün durdurulmasını ve bundan sonra "her iki hükümetin onayı olmadan göç yapılmamasını" talep etti.3 Rusya hükümeti bu notaya Kafkasyalı Müslümanların Mekke'ye gitmek için izin istedikleri karşılığını vererek şöyle dedi: "Dini inançların yerine getirilmesiyle ilgili bu isteğe karşı çıkamayız ve bunu istemeyiz."4

Bununla birlikte, Lobanov-Rostovski, Ali Paşa'yla yaptığı mutad sohbetlerinden birinde, "Bu kadar Kafkasyalıyı ayartıp Osmanlı sınırlarına yığılmalarına yol açan asılsız söylentilerin ve abartılmış umutların hala Dağlıların aklını çelmeye devam ettiğini" ve "yeni göçmenlerin Rusya sınırını geçmeye hazırlandığını" söyledi. Osmanlı ajanları tarafından Kafkasyalılar arasında yayılan, bir süre önce Rusya ile Osmanlı arasında imzalanan antlaşmaya göre Rusya hükümetinin Babıali'ye "Bütün Müslüman tebasını Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Hıristiyanlarla değiştirme hakkı verdiği" şeklindeki söylentilere dikkat çekti.5

Kafkasyalıların göçü sorununun çözümünü hızlandırmak ve Osmanlı Hükümeti'nin engel çıkarmasını önlemek için 1860'ta İstanbul'a Tuğgeneral M.T. Loris-Melikov geldi. Kafkasyalıların Osmanlı'ya "toplu halde değil, küçük gruplar halinde" göç etmesine izin veren bir anlaşma imzalandı.6

Rusya hükümeti ayrıca Çerkeslerin Kafkasya sınırından uzaklara, Osmanlı İmparatorluğu'nun iç bölgelerine dağıtılması konusunda Babıali'nin onayını almayı başardı. 0 sırada Rusya hükümeti, "Rusya 'ya karşı düşmanca tutum ve dini hoşgörüsüzlükle dolu olan" göçmenlerin Osmanlı İmparatorluğu'ndan geri dönmesinden çekiniyordu.7

Bu şekilde, göç hareketi resmi özellik kazandı ve 1861-1862 yıllarında da devam etti. Bu süre zarfında 100 binden fazla Kafkasyalı "Muhammed'in kabrini ziyaret etmek için Mekke'ye gitme gerekçesiyle, yerleşmek niyetiyle Osmanlı topraklarına geldiler.8

Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu'na göç ettirilmesi kitlesel hale gelince diplomatik görüşmeler yeniden başladı. Ekim 1863'te Kafkasya Ordusu Genel Karargah Başkanı General A.P. Kartsov İstanbul'daki Rusya Elçisi Y.A. Novikov'a, Çerkeslerin ana kitlesinin Osmanlı topraklarına göç etmek için dar bir kıyı şeridinde yığıldığını bildiriyordu:

"Biz, halkın bu şekilde kitleler halinde sevkiyatı karşısında Osmanlı hükümetinin karşılaşacağı sıkıntılardan çekiniyoruz; ayrıca Çerkesler sadece iki noktaya gitmek istiyorlar: İstanbul ve Trabzon'a; başka yer bilmiyorlar ve bilmek de istemiyorlar. 9

1863'teki Polonya ayaklanmasına ve Osmanlı ile Batı devletlerinin Kafkasya'da aktifleşen politikasına bağlı olarak bu sıralarda gerginleşen uluslararası ortam, Rusya'nın hükümet çevrelerinde endişeye ve Osmanlı hükümetinin Kafkasyalı göçmenleri almaya devam edip edemeyeceği konusunda kuşkulara yol açtı. Trabzon'daki Batı Avrupa ülkelerinin konsolosları Çerkeslerin göçünü durdurmak için her çareye başvuruyorlardı. Osmanlı makamlarını "bu göçle Kafkasya'daki Rusya düşmanlarının sayısının azalacağına" ikna etmeye çalışıyorlardı.10 Avrupa diplomasisinin tahrikiyle Osmanlı, Çerkeslere mektuplar ve çağrılar göndererek şu telkinde bulundu:

"Müslümanlar! Eğer topraklarınızı heder etmek istiyorsanız Osmanlı'ya gelip yerleşin; eğer kafirlere boyun eğmek istiyorsanız onların yanına yerleşin. Ama ne onu ne diğerini istemiyorsanız, o zaman sizinle yüz yüze görüşünceye kadar bekleyin. Allah izin verirse yakında yanınızda olacağız. Büyük devletlerin toplantısında şu kararlar alındı:

1) Rusların eski sınırlarında kalmaları ve Çerkeslere yaşadıkları toprakları bırakmaları;
2) Çerkeslerin Osmanlı Devleti'nin tebası içine girmeleri;
3) Bütün büyük devletlerin Rusların düşmanı olduğu."11

Osmanlı ve Batı devletleri tarafından yapılacak acil yardım ve cihat ilanlarıyla birlikte İstanbul'daki Çerkes Komitesi yöneticileri İsmail Bey, Karabatur ve diğerleri de soydaşlarına mesaj gönderdiler. Ubıhlara, Şapsığlara ve Abadzehlere bağımsızlık mücadelesini sürdürmeleri ve ata topraklarını terk etmemeleri tavsiyesinde bulundular.'2

Bu dönemde (1863) Çerkesya topraklarının büyük bölümü, Kafkas Sıradağları'nın kuzey yamacı artık Çarlık birliklerinin elindeydi. Burada Çerkesler 111.168 kişi kalmıştı. (Natuhay bölgesi 26.684 kişi; Şapsığ bölgesi 16.611 kişi; Bjeduğ bölgesi 23.782 kişi; Abadzeh bölgesi 16.314 kişi; Aşağı Kuban Komiserliği 4.340 kişi; Yukarı Kuban Komiserliği 26.348 kişi. Kuban ötesinde Rus nüfusu ise 92 stanitsada 116.111 kişi idi).'3
Çerkeslerin Osmanlı'nın ve Batı devletlerinin yardımına ve himayesine özellikle ihtiyacı olduğu bağımsızlık savaşının son döneminde bu devletlerin yönetim çevreleri vaatlerden öteye gitmediler ve sadece silah ve mühimmat, bir de küçük bir yabancı lejyonu göndermekle sınırlı kaldılar. 1863 yılı sonunda Abadzehlerin direnişi kırıldı. Bu haber, Rusya elçisinin bildirdiğine göre Ali Paşa'da büyük bir endişe yaratmıştı. Novikov şöyle yazıyor: "Osmanlı bizim bölgemizde Çerkesler şahsında güçlü bir müttefikini kaybediyor. Kuvvetlerimizin büyük bölümünü alıkoyan bir düşmandan kurtulurken, zayıf komşularımız için daha büyük tehdit oluyoruz."14

Rus birliklerinin Çerkesya'daki başarılarının Babıali'de yarattığı gerginliği ve rahatsızlığı biraz olsun hafifletmek için, Rusya elçiliği birinci dragomanı (çevirmen) Argiropulo, Ali Paşa ile yaptığı bir sohbette şunu söylüyordu:

"Ardında, daha sonra kolonizasyonu zor olacak boşalmış topraklar bırakan bir nüfustan vazgeçmek zorunda kaldığı için Rusya üzüntü duymaktadır."

Çarlığın politikasını haklı göstermeye çalışan dragoman, "Çerkeslerin Osmanlı'ya göç etmesi için çabalar o kadar arttı ki, bu iradeye karşı durmak mümkün değil" diyordu.15

Osmanlı Hariciye Nazırı'nın göçe tabi tutulacak Abadzehlerin sayısı hakkında bilgi istemesi üzerine, yaklaşık 51 bin rakamı verildi. Bu toplu göçün yol açabileceği zorluklardan endişeli olan Ali Paşa, Rusya elçisine hükümete danışmadan fikrini söyleyemeyeceğini bildirdi. Kısa süre sonra Ali Paşa Heyet-i Vukela (Bakanlar Kurulu)'nun Abadzehleri kabulüne ve imparatorluk sınırları içine yerleştirilmesine onay verdiğini, fakat onların sadece İstanbul'a ve Trabzon'a değil, diğer bölgelere de yerleştirilmesinde ısrarcı olduğunu bildirdi. Ayrıca Osmanlı Devleti, böyle ciddi bir tedbir için mali zorluklar nedeniyle hazırlıksız olunduğundan, göçün 20 Mayıs 1864'e kadar ertelenmesini rica etti.16

Osmanlı Çerkeslerin tamamıyla göç ettirilmesini beklemiyordu.
Kafkasya Ordusu Genel Karargah Başkanı'nın İstanbul'daki Rusya elçisine gönderdiği 19 Nisan 1864 tarihli talimatnamede "Dağlıların bir an önce ayrılması için mümkün olduğunca ısrar edilmesi ve Çerkeslerin toplu göçü konusunda yapılan Rus-Osmanlı görüşmelerinin tamamlanması arzusu" ifade ediliyordu. İmzalanan anlaşmaya göre Rusya hükümeti sadece, henüz dağlardaki evlerini terk etmemiş Çerkeslerin göçünün ertelenmesine müsaade ediyordu. Erteleme, bağımsızlık mücadelesine devam eden ve yenilmeleri durumunda bütün kavim olarak Osmanlı'ya yerleşmek niyetinde olan Ubıhlar için geçerli değildi. Ali Paşa bunu Novikov'la bir sohbetinde bildirmişti. Babıali göçmenlerin nakli için gemi sağlamayı ve onları Varna ve Köstence limanlarına ulaştırmayı taahhüt ediyordu. Babıali, Çerkesleri imparatorluk sınırları içinde, Rusya sınırından uzaklara yerleştirmeyi de kabul etmişti.17

Kafkas-Rus Savaşı sona ermeden bir ay önce Osmanlı Devleti ve İstanbul'daki yabancı misyonlar Kafkasya'nın Rusya tarafından ele geçirilmesini "olmuş bitmiş bir olay" olarak değerlendiriyorlardı. İngiltere Elçisi Bulver-Litton, Çerkes göçmenler için Londra'da maddi yardım kampanyası düzenlenmesi fikrini ileri sürüyordu. Babıali'ye Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu'nun en sıcak noktalarına dağıtılmasını teklif ediyordu. Novikov şöyle yazıyor: "Osmanlı hükümeti Çerkesleri küçük gruplar halinde, gelecekteki savaşlarda Osmanlı İmparatorluğu'nun koruyucu muhafızları olarak topraklarının en zayıf yerlerine dağıtmak niyetinde."18

Sultanın hükümeti Kafkasyalıların Osmanlı İmparatorluğu'na yerleşmesine çok sıcak bakıyordu. Çünkü bu göçle, Osmanlı İmparatorluğu'nun Hıristiyan halklarının içinde Müslüman nüfusunu artırma imkanı görüyordu. Rusya konsolosu Moşnin şöyle yazıyor:

"Çerkesler nüfusun Müslüman unsurunun artırılması istenen her yere dağıtıldılar." 9
Çerkesler, ileride kendi devletlerini kurmaya imkanları olmaması için Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde küçük gruplar halinde dağıtılarak yerleştirildiler.

Rusya ile Osmanlı arasındaki diplomatik mücadele, Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu içinde yerleştirilmesi sırasında da, Babıali bu konudaki anlaşmayı bozduğu için devam etti. Bu sorun özellikle İngiltere'nin politikasına bağlı olarak karmaşık bir hal aldı. İngiltere hükümeti Babıali'ye Çerkeslerden "Kafkasya sınırında özerk bir prenslik" kurulmasını ve onlardan Osmanlı ordusu için yeni bir ocak olarak, bir tür askeri koloni oluşturulmasını tavsiye ediyordu. Ayrıca Çerkeslerden, İngiliz ticareti için Trabzon-Emırum yolunun yapımında ucuz iş gücü olarak yararlanılması tasarlanıyordu.20

1865 yılında karayoluyla Transkafkasya üzerinden göç ederek gelen, Terek Oblastı'ndan beş bin Kafkasyalı ailenin yerleştirilmesi sırasında da böyle bir kaygı vardı. (Burada bahsedilen göçmenler Çeçenler ve Osetlerdir-ç.n.) Rusya ve Osmanlı hükümetlerinin karşılıklı anlaşmasına göre göçmenler, "Kafkasya sınırının yakınına değil, ülke içlerine, Diyarbakır ve Erzincan çevresine yerleşmek zorundaydı."

Çerkeslerin Kars'a yerleştirilmesine nezaret etmek için, Rusya tarafından komiser sıfatıyla Zelyonıy adında bir subay gönderildi. Bu subay, 1865 Ağustos ayında İstanbul'daki Rusya elçiliğine, yetkili Nusret Paşa'nın Çerkeslerin tespit edilen yerlere yerleştirilmesine karşı çıktığını, aksine onları "Rusya sınırına yakın Muş ve Van civarına" yerleştirilmek istediğini rapor etti. Rusya elçisi bunu hemen tedbir alması için Osmanlı Hariciye Nazırı'na bildirdi. Ali Paşa "Nusret Paşa'nın kendi başına hareket ettiğini" ve Babıali'nin ona Çerkesleri tespit edilen yerlere yerleştirmesi için yeniden talimat vereceğini söyledi. Ayrıca hiçbir göçmenin Van bölgesinde kalmayacağını, fakat "çok fazla sayıda göçmen gelmesi durumunda Bab-ı Ali'nin gerekirse yerleştirmeyi Rusya'yla sınırı bulunmayan Muş bölgesine kadar genişletebileceğini" belirtti.21

Çerkes göçmenlerin ana kitlesi Osmanlı İmparatorluğu'nun Asya topraklarına, Hıristiyan nüfusun (Ermeni, Rum v.d.) arasına, diğer bölümü ise (50 bin kadar aile, yani 400 bin kişi) İngiliz Hükümeti'nin "tavsiyesi üzerine"22 Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa bölümüne, Balkan Yarımadası'na, özellikle de Bulgaristan'a (200 bin kişi kadar) yerleştirildi. Varna'daki Rusya konsolosunun yazdığına göre "Dağlıları Bulgaristan'a bu şekilde yerleştirmekle Osmanlı hükümeti, bir yandan karşılarına Osmanlı yanlısı bir unsur koyarak Slavların her türlü özgürlük ve bağımsızlık hareketini felce uğratmayı, diğer yandan da büyük devletlerin Avrupa topraklarındaki Hıristiyan nüfus için özerklik hakkı talep etmesi durumunda, Hıristiyanlara karşı Müslüman nüfusun oylarının eşitliğini veya mümkün olduğunca çoğunluğunu sağlamayı ve böylece Hıristiyanları kendi topraklarında mülkiyet hakkından ebediyen mahrum etmeyi" hesaplıyordu.23
Çerkeslerin Balkanlara yerleştirilmesi sultanın Bulgaristan'daki valisi Midhat Paşa'nın projesine göre yapılıyordu. Çerkes yerleşimleri bütün Bulgaristan'a Bulgar köyleriyle karışık olarak küçük gruplar halinde dağıtılmıştı. Birbirlerinden belli mesafelerde bulunan bu köyler, yerleşimleri itibariyle Bulgaristan'ı çeşitli yönlerde kesen bir hat oluşturuyorlardı. Varna'daki Rusya konsolosu "Osmanlı Hükümeti Çerkeslere Tuna ve Balkanlar arasında, doğru bir hat üzerinde arazi tahsis etmeye gayret ediyor. Muhtemelen Tuna boyundaki kalelerle, doğal bir set olan dağlar arasında askeri bir hat oluşturmak amacında" diye yazıyordu.24

Bu "askeri hat", 1860'ta yerleştirilen Kırım Tatarlarının (150 bin kişi civarında) yerleşimlerinin bulunduğu Romanya'dan (Dobruca bölgesi) itibaren Sırbistan, Karadağ, Bosna ve Hersek sınırlarına kadar uzanıyordu. Çerkesler Yunanistan sınırına, Epir'in güney kısmına, keza Kıbrıs adasına da yerleştirildiler. Sayı olarak oldukça büyük bir Çerkes kolonisi Marmara Denizi kıyısında, Paderma'da kuruldu.25

Osmanlının Avrupa topraklarında Çerkeslere, büyük yollar ve en önemli dağ geçitleri boyunca köyler tahsis ettiler. Örneğin, eski Sırbistan sınırı boyunca Kosova Ovası'nda (Kossovo-Pole) 23 Çerkes yerleşimi vardı. Bunlardan en önemlileri Slavkovyak, Hamidiye, Macid, Potsariniye, Çerkessko-Sadovyane, Daniya-Levok idi.26

Çerkes yerleşimleri ağı Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün Avrupa kısmını kaplıyordu. Bunlar, sınır hattını korumak için Rusların Kazak Stanitsaları gibi askeri koloniler olarak kurulmuşlardı. Bununla birlikte, Balkan halklarının özgürlük hareketleriyle mücadele için düzensiz birlikler bünyesinde Çerkes birlikleri de kurulmuştu. Bu faaliyetlerin doğrudan yöneticisi ve uygulayıcısı, kendisi de Çerkes olan ve Osmanlı hizmetinde bulunan Nusret Paşa idi. Bir kaynakta şu bilgiler yer alıyor:

"Bu paşa, hakkını vermek gerekir ki, yetenekli ve oldukça iyi bir askerdi, zira Paris'te askeri bilimler kursunu bitirmişti. Hükümetini memnun edecek şekilde, kendisine verilen görevi o kadar iyi yerine getiriyordu ki, Çerkeslerin kolonizasyonu hükümetin, ülkede Müslüman unsuru güçlendirmeyi ve Hıristiyanların isyanı halinde bu hareketi bastırmaya yönelik bir aracı elinde bulundurma amacına cevap veriyordu. Hükümet çevrelerinde, İstanbul'da artık bu şekilde bir hareketin çıkabileceğini tahmin edebiliyorlardı, bunu seziyor ve arzu ediyorlardı; buna karşı da tedbirler hazırlıyorlardı."

Slavların Kafkasya'ya yerleştirilmesi

Kafkasyalıların Osmanlı İmparatorluğu'na yerleşmesi konusunda yapılan diplomatik görüşmeler sırasında, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Güney Slavlarının ve diğer halkların Rusya'ya yerleşmesiyle ilgili sorunlar da çözülüyordu. 1859'da başlatılan bu hareket özellikle Bulgar nüfus arasında çok büyük boyutlara ulaşmıştı ve daha ilk zamanlarda "100 kadar Karadağlı aile, yerleşmek için toprak tahsis edilmesini ve Rusya uyruğuna kabul edilmek istediklerini" bildirmişlerdi. Rusya hükümeti edindiği tecrübeyle Karadağlıları vatanlarındaki gibi yaşam koşulları bulabilecekleri bir yere, Kafkasya'nın Karadeniz kıyılarına yerleştirmeye karar verdi.

Kafkasya Ordusu Başkomutanı A.İ. Baryatinski, Dışişleri Bakanı Gorçakov'a şunları yazıyordu:
"Hükümetimizin rızası bile olmadan çok sayıda Kafkasyalının Osmanlı sınırları içine yerleşmesi ve Babıali'nin uyruğuna alınmaları, bize de bu elverişli koşullardan ve Osmanlının Slav nüfusunun psikolojisinden yararlanma hakkı veriyor. Onların büyük kitleler halinde Kafkasya'ya yerleştirilmesinin Kafkasya berzahında kesin ve sağlam şekilde yerleşmemiz açısından bizim için çok büyük tarihi ve devletsel önemi olurdu. Bu ülkenin tamamen yatıştırılmasıyla ortaya çıkacak devlet için faydalı bütün sonuçları tahmin etmek bile mümkün olmazdı. "

Bununla ilgili olarak Çar bir karar çıkardı:

"Bu mesele Kafkasya Komitesi'nde müzakere edilsin. Slavların Kafkasya 'ya yerleşmesini genel olarak çok yararlı görüyorum."29

Kafkasya Komitesi, Karadağlıların ve diğer Güney Slav ailelerin Kafkasya'ya yerleştirilmesinin sağlayacağı faydalar konusunda A.İ. Baryantinski'nin düşüncesiyle tamamen uyuşuyordu; fakat bu uygulama devlet için büyük bir masraf gerektirdiğinden komite sadece 100 ailenin yerleştirilmesi kararını aldı.

Osmanlı Hükümeti'nin Bulgarların Rusya'ya yerleşmesine onay verdiği ve göç hareketinin büyük boyutlara ulaşmaya başladığı 1861 yılında, Bulgar devrimciler ve yurtseverler (Rakovski v.d.) buna şiddetle karşı çıktılar. Çerkeslerin ve Kırım Tatarlarının Bulgar topraklarına yerleştirilmesini Bulgar halkı için ciddi bir tehlike olarak kabul ediyor ve Bulgarların Rusya'ya göç etmesinin, Osmanlı boyunduruğuna karşı Bulgar ulusal kurtuluş hareketini zayıflatacağı için daha büyük bir tehlike olduğunu ileri sürüyorlardı. Rakovski Bulgarlara vatanlarını terk etmemeleri, ne Rus ne de Osmanlı ajanlarının tahriklerine kanmamaları için çağrıda bulunuyordu.30

Rusya hükümeti hatasını farkederek Güney Slav halklarını Rusya'ya yerleştirme planına daha kapsamlı ve dikkatli yaklaşmaya başladı. Osmanlı Hariciye Nazırı Ali Paşa'nın 1863'deki "Rusya Karadağlıların Kafkasya'ya yerleşme arzularından yararlanabilir" açıklamasına karşılık Rusya elçisi Novikov, Karadağ'ın ve Çerkesya'nın politik ve stratejik konumunun aynı olmadığını ifade ediyordu. Şöyle yazıyor: "Bakana, iki halk arasındaki politik farklılık bir yana, bir de stratejik farklılık var diye karşılık verdim. O zamanlar Karadağ iki imparatorluğun, Avusturya ve Osmanlı imparatorluklarının kavuşma yerinde bulunduğundan daha zayıf sayılıyordu, çünkü denizden uzaktaydı. Çerkesya'nın isyankar kavimleri ise Karadeniz sahilinde yaşıyorlardı. Sürekli dışarıdan destek alıyorlardı ve bizim Kafkasya'daki egemenliğimiz için her zaman tehlike arz ediyorlardı".31

Rusya hükümeti Çeklerin ve Slovakların göç etme çabalarını da desteklemedi. 1868 yılında ABD'deki Çekoslovak Birliği Ana Komitesi Washington'daki Rusya elçisi Baron Stekl'e bir mektupla başvurdu. Mektupta "Kafkasya'ya ve Rusya İmparatorluğu'nun diğer güney bölgelerine her yıl 50 bin kişi olmak üzere Amerikalı Çek ve Slovakların yerleştirilmesi" rica ediliyordu. Kafkasya Genel Valisi Dışişleri Bakanı'na, "Karadeniz bölgesinde yerleşmek için boş arazinin sınırlı olduğunu ve ancak bir defada 30 binden biraz fazla insan yerleştirilebileceğini" bildirdi.32 Rusya'ya göç hareketi Avusturyalı Çekler arasında da başladı. Rusya hükümeti, Avusturya hükümetinde güvensizlik uyandırmamak ve göçe resmi bir hüviyet kazandırmamak için Viyana'daki elçisine "bu meseleyi fazla gündeme getirmemesi" talimatını verdi.

Rusya hükümeti Kafkasya'ya Anadolu'dan Rumların ve Ermenilerin yerleşmesine daha sıcak bakıyordu. Osmanlı hükümeti tarafından "Ahıska'dan 2.500 ailenin Rusya'ya yerleşmek istediğinin" bildirilmesinden sonra Kafkasya Komitesi, Slav olmayan Osmanlı Hıristiyanlarının (Ermeni ve Rumların) "çok yoksul olanlar dışında devletten para yardımı talep etmemeleri durumunda" Rusya'ya yerleşmelerine izin verdi.34

Osmanlı'dan gayrimüslim göçü

Fakat Osmanlı'daki Slavların, Rumların ve Ermenilerin Kafkasya'ya göçü, Çarlık Rusyası'nın hükümet çevrelerinde ve Kafkasya yönetimi içinde bu konuda fikir birliği sağlanamadığı için kitlesel karakter kazanmadı. Çerkesler ve Kırım Tatarları şahsında Osmanlı Avrupası'nın Hıristiyan nüfusu içinde Müslüman unsurun güçlendirilmesi konusunda sık sık eleştiriler yapıldı.

Çerkeslerin Balkanlara dağıtılarak yerleştirilmeye başladığı ilk günlerden itibaren Osmanlı hükümeti, onları Güney Slav halklarının ulusal kurtuluş hareketine karşı kullanmaya başladı.

1870'li yıllarda başgösteren Doğu krizi döneminde Rusya diplomasisi, Çerkeslerin Balkan Yarımadası'ndan çıkarılması için uğraşmaya başlamıştı. Çerkes sorunu Aralık 1876'da, büyük devletlerin katıldığı İstanbul Konferansı'nda müzakere edildi. Müzakerede iki proje, İngiliz ve Rus projeleri sunuldu. İngiliz projesi "Çerkeslerden ve Başıbozuklardan oluşan düzensiz birliklerin ortadan kaldırılmasını" öngörüyordu. Çerkeslerin ise "mümkün olduğunca Hıristiyanlardan uzak bölgelerde toplanmaları" gerekiyordu. Osmanlı İmparatorluğu da "bu tedbirin yerine getirilmesi için gerekli parayı sağlayacaktı."35 Rusya'nın projesi ise daha kesindi:

"Bütün Müslümanların silahsızlandırılması, bütün düzensiz birliklerin, özellikle Çerkeslerin dağıtılması ve çekilmesi", "Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa kısmına yerleşmesinin kesinlikle yasaklanması ve Rumeli'de bulunanlardan da mümkün olduğu kadarının Osmanlı İmparatorluğu'nun Müslüman Asya vilayetlerine gönderilerek buradan çıkarılması" talep ediliyordu.36

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı bir süreliğine Çerkes sorununun çözümünü erteledi. Fakat savaş bittikten sonra diplomatik baskı yoluyla Rusya, Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa kısmından çıkarılarak Asya'daki topraklarına gönderilmesi amacına ulaştı. Bu, 1878 Yeşilköy Antlaşması (madde 10 ve 16) ve 1879 Berlin Barışı (madde 15 ve 16) ile tespit edildi.37

Rusya diplomasisi bu şekilde çetin bir mücadele yürüterek, Kafkasyalı sürgünleri topraklarına alma konusunda Osmanlı'nın onayını almayı ve böylece Kafkas-Rus Savaşı'nın sonunu hızlandırmayı başardı. Çerkeslerin sürgününde baş suçlu Rus Çarlığı idi, Osmanlı İmparatorluğu'nun politikası da buna yardımcı oldu.

Osmanlı hükümeti büyük bir Çerkes nüfusunu alırken insani düşüncelerden çok politik amaçlar güdüyordu. Bu amaçlardan birincisi, Hıristiyan nüfus içinde Müslümanların sayısını artırmak; ikincisi de imparatorluk içinde yaşayan halkların ulusal kurutuluş hareketine karşı ve özellikle Rusya'yla yapılan dış savaşlarda Çerkesleri askeri güç olarak kullanmaktı. Çerkesleri küçük gruplar halinde dağıtarak bir an önce Türkleşmelerini sağlamak amacı da güdülüyordu.

19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu, birçok halkın bir arada yaşadığı bir devlet olarak varlığını sürdürüyordu. Hakim unsur olan Osmanlı Türkleri nüfusun ancak yarısına yakınını oluşturuyorlardı. İmparatorlukta 14 halktan (Slavlar, Rumlar, Ermeniler, Araplar, Kürtler, Arnavutlar v.d.) 35 milyondan fazla insan yaşıyordu. Bunlara yeni bir etnik grup, Çerkesler de dahil oldu. Asıl kitleyi Çerkesler (Adıgeler) oluşturduğu için bütün Kuzey Kafkasyalı sürgünleri "Çerkes" olarak adlandırdılar. Osmanlı İmparatorluğu'na göç hareketinin sürdüğü tüm süre boyunca bazı verilere göre ise 1.800.000,38 bazı verilere göre ise 2.750.00039 Çerkes sürgün edildi.

Ali H. Kasumov - Hasan A. Kasumov
Başlık: Ynt: Kafkasya'da nüfuz savaşları(GÜNCEL)
Gönderen: müteallim - 10 Ağustos 2008, 02:10:23
Osmanlı Devleti'nin Kafkasya politikası

1578-1579'daki Özdemir Oğlu Osman Paşa'nın Kafkasya seferinden sonra uzun müddet, Osmanlı Devleti Kafkasya ile fazla ilgilenmedi(1). Ancak 1774'den sonra Rusya'nın Kırım'ı ele geçirmek istediği anlaşılınca Kafkasya ile daha yakından ilgilenme ihtiyacı hissedildi. Çünkü burası Rusya'nın güneye doğru inmesini engelleyebilecek tabii bir set gibi idi. Bu bölgedeki Osmanlı nüfuzunu kurmak veya güçlendirmek için, devleti temsilen Ferah Ali Paşa Anapa'ya gönderildi ve oradaki kalenin inşası görevi ona verildi. Anapa muhafızı olarak Ferah Ali Paşa'dan beklenen Çerkes kabileleri ile ilişki kurarak onları Osmanlı Devleti'nin nüfuzu altına sokmak idi(2). Kafkasya'da, Dağıstan öteden beri siyasi olmaktan çok dini ve manevi bakımlardan Osmanlı Devleti ile sıkı ilişkilere sahip idi. Buradaki halkın büyük kısmı sünni idi ve İslamiyet ve halifeliğe bağlılıkları kuvvetli idi. Rusya'nın ve Şii İran'ın tehdidi altında kaldıkları zaman Dağıstanlılar Osmanlı Devleti'nden yardım isterlerdi(3). Fakat yine de Dağıstan'da Osmanlı Devleti XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Rusya da Doğu Kafkasya'ya (hatta genel olarak Kafkasya'ya) doğru nüfuzunu ilerletmeye çalışınca üç devlet arasında rekabet baş gösterdi. Ancak İran'ın yerini XIX.yüzyılın başlarında Müridizm aldı. Bu tarikat da bu bölgedeki gücünü arttırmaya çalıştı ve bütün devletlerden bağımsız kalmaya ağırlık verdi.

Ancak Osmanlı Devleti'nin Batı Kafkasya'daki nüfuzu daha da zayıf idi. Osmanlı Devleti hiçbir zaman bu bölgeyi doğrudan, doğruya hakimiyeti altına almaya çalışmamıştır(4).

Bilhassa dağlardaki kabileler üzerinde ciddi bir tesiri yok gibi görünmektedir. Kuban boylarında ve ovada oturan kabileler ile ilişki kurma ve sürdürme görevi Kırım Hanlığı'na bırakılmıştir(5). İslamiyet'in dahi Kuban Çerkesleri arasında yayılmasında yine Kırım Hanlığı'nın en önemli rolü oynadığı ileri sürülmektedir(6). Ancak onların İslamiyet'e girişlerinde en önemli katkıda bulunanın Ferah Ali Paşa olduğunu Mehmed Haşim Efendi ve ondan naklen A.Cevdet Paşa(7) ile Lettres'in yazarı(8) ileri sürmüşlerdir. Böylece Çerkesler'in Osmanlı Devleti ile fazla ilişkilerinin

olmayışı (Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Çerkes asıllılar hariç), İslamiyet'in geçmişinin burada oldukça yakın oluşu ve dolayısıyla halifenin otoritesini henüz ciddi olarak kabul etmeyişleri ve bin yıllardan beri özgürce yaşamaya alışkın olmalarından dolayı olmalı, bu bölgede Osmanlı Devleti'nin etkisi fazla değildi. Bu durumda Dağıstan Osmanlı Devleti'ne manen daha fazla bağlı olup bu nedenle Ruslara karşı ağırlıkla Osmanlı Devleti'nden yardım istemekle yetinmişlerdir. En azından başka devletlerden de yardım istediklerine dair bilgimiz yoktur. Halbuki Çerkesler Ruslara karşı Osmanlı Devleti'nin yardımı yanında İngiltere ve Fransa'dan da yardım sağlamaya çalışmışlardır. Zaten bu ülkelerin ilgileri de anlayabildiğimiz kadarıyla Doğu Kafkasya'dan çok Batı Kafkasya'ya (bilhassa Çerkezistan'a) dönük olmuş ve Çerkesleri Rusya'nın güneye inmesini engelleyen bir kalkan olarak gören İngiliz politikası, bunlarla daha çok ilişki kurmuştur.

Ferah Ali Paşa Anapa'yı karargah olarak tutup, Çerkesler ve Abhaz-Abazalar arasında Müslümanlığı yaymak ve Osmanlı Devleti'nin manevi nüfuzunu kurmaya çalışmakla görevli idi. Önce dinsel bağlar kurulacak, daha sonra da siyasi ve askeri bağlar kurulmasına çalışacaktı. Kendisi de Çerkes olan Ferah Ali Paşa'nın akıllıca davranışları sayesinde onun burada görev yaptığı yıllarda (1780-1785) hem kendisini hem de devletini Çerkeslere saydırtmasını bilmiştir. Özellikle Kuban Çerkesleri arasında Osmanlı Devleti'nin etkisi onun sayesinde arttı. Her ne kadar ondan sonra (1785'den sonra) Anapa Muhafızlığı'na gönderilenler genel olarak onun kadar, başarılı olamamışlarsa da Çerkesler ile Osmanlı Devleti arasındaki manevi ve siyasi bağlar kuvvetlenmiştir. Ancak bir Kabardayları bundan hariç tutmak lazımdır. Çünkü bu kabile öteden beri Rusya ile iyi ilişkiler içerisinde idi(9).

XVIII. Yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti Rusya ile giriştiği savaşlarda Kafkasyalıları da dahil etmek istiyor ve her defasında onları Ruslara karşı tahrik etmeye çalışıyordu. Aslında aynı tarihler Rusya'nın Kafkasya'ya doğru yayılmaya (ve hatta Kafkasya'yı ele geçirmek amacıyla) harekete geçtiği tarihlerdi (bilhassa 1790'lardan başlayarak). Bu nedenle Kafkasyalılar (bilhassa da Çerkesler) zaten Ruslarla sık sık çatışmakta idiler. Bu nedenle Rusya'ya karşı sürekli bir işbirliği iki tarafında çıkarınaydı. Ancak Osmanlı Devleti, Rusya ile savaş sona erip barış antlaşmasını imzaladıktan sonra kenara çekiliyor ve Ruslar ile Kafkasyalıları karşı, karşıya bırakıyordu. 1787-1792, 1806-1812 ve 1827-1829 Osmanlı-Rus savaşlarında bilhassa Çerkeslerde Ruslara karşı çarpışmalara katılarak Osmanlıları desteklemişlerdi. Ancak bu savaşlar sona erdikten sonra dahi Rusların Kafkasya'daki harekatları durmadığı ve oradaki savaş sürdüğü halde Osmanlı Devleti'nin kendilerini desteklemeyişinden dolayı gittikçe hayal kırıklığına uğrayan ve soğuyan Çerkesler Osmanlı Devleti'ne karşı olan güvenlerini büyük ölçüde kaybetmişlerdi. Bunun etkileri Kırım Savaşı sırasında Çerkeslerin seyirci kalmalarında görülebilir.

Ancak burada Osmanlı Devleti'nin (bilhassa XIX.yy.da) Rusya'ya karşı gittikçe zayıfladığını ve her savaş da büyük kayıplara uğramak durumuna düştüğünü ve bunlardan kurtulmak için de olabildiğince Rusya ile iyi geçinmenin gerekli olduğu anlayışına varıldığını dikkate almak gerekir. Genellikle Osmanlı devlet adamları Rusya'yı (zaten genellikle aramakta olduğu) savaşa, tahrik etmemek için çok dikkatli davranmaya çalışıyorlardı. Kafkasyalıları desteklemek Rusya'ya savaş açma fırsatı vermek demek olurdu. Bu nedenle çıkarları Kafkasyalıları Rusya'ya karşı desteklemekte olmasına rağmen, devletin içinde bulunduğu durum buna elverişli değildi(10).

1829'daki Edirne Antlaşması ile Osmanlı Devleti Kafkasya ve Gürcistan üzerindeki her türlü hükümranlık haklarını Rusya'ya terk etmişti(11). Ancak Kafkasyalılar bu antlaşmayı kabul etmediklerinden Rusların zorlukları ortadan kalkmış olmadı. Ama hiç olmazsa Osmanlı Devleti'nin her türlü hukuki bağlarını koparmakla bu bölgeyi kendi başına bırakmış oluyordu. Böylece Osmanlılar bu bölgeye müdahale etme ve Kafkasyalılara yardım etmek için hukuken bir hakka sahip olmaktan çıkmışlardı.

Buna rağmen Osmanlılar ile Ruslar arasında savaş çıktığında yine de Kafkasyalılar Rusya'ya karşı mücadeleye çağırılıyorlardı. Mesela Kırım Savaşı patlak verdiğinde bu şekilde Kafkasya'ya (ve Şeyh Şamil'e) fermanlar gönderilmişti(12) Aynı şekilde Rusya ile "93 Harbi" başlayınca aynı yolda ferman ve fetvalarla savaşa davet edilmişlerdi(13).

Halbuki her iki savaş sona erdikten sonra Rusya ile mesele çıkartmamak düşüncesiyle Kafkasya ile ilişki yeniden kesildi. Hatta Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Rusya'nın düşmanı bazı Polonyalıların ve Kafkasya asıllı şahısların özel gayretleri Kafkasya'ya yardım etmeleri ve malzeme göndermelerinin dahi önüne geçilmeye çalışılıyordu(14). Ancak görüldüğü gibi pek çok devlet adamı (ki aralarında bir çok Kafkasya asıllı da vardı) aslında Kafkasya'nın Rusya'ya karşı mücadelesine derin bir sempati besliyordu. Hatta oraya yardım edilmesine dahi taraftar idi. Genel olarak Osmanlı Devleti ve kamuoyu Kafkasya'ya yakın duygularla dolu olmakla beraber Rusya'yla savaşa yol açmaktan kaçınma zorunluluğu yüzünden pek bir şey yapılmıyordu. Ancak yine de az da olsa şahısların gayretleri ile Kafkasya'ya yardım sağlanabilmiş olmalıdır.

1- Gökçe: s.114, 248. Berkok: s.371. Her ne kadar 1569'daki Astarhan seferinin bir amacı da Kafkasya'ya doğru olan Rus ilerlemesine engel olmak gibi görünüyorsa da bu sefer başarısızlığa uğrayınca bu amaca ulaşılamadı (A. Nimet Kurat: Türkiye ve Idil Boyu.Ank. 1966,8.103)
2- Gökçe: s.39. Berkok: s.320-321. A. Cevdet Paşa: Tarih, C:3, s.161-165.
3- Gökçe: s.248-249. Berkok: s. yuk. yerde.
4- Kırzıoğlu (Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, 1451-1590, Ank. 1976) 1451 de birinci defa (s.4), 1454 de ikinci defa (s.6) Sohum'un Osmanlılar tarafından zaptedildiğini ve Kuban Çerkeslerinin Taman Beylerbeyliği'ne bağlandığını söylüyor (s.65-81). Ancak Sohum'un zaptı geçici olduğu gibi, ikinci tedbir de herhalde kağıt üzerinde kalmıştır.
5- Kuban Ovası Kırım Hanlığı'nın dahilinde idi. Ancak dağlık kesim üzerinde hanlığın herhangi bir hakimiyetinin söz konusu olmadığı anlaşılıyor. Aslında bir çok defa Kırımlılar ile Çerkesler arasında (herhalde Kuban'dakiler değil) bir çok savaş olmuştur. Ancak Kuban Ovası'ndakiler ile hanlık arasında özel bir ilişki vardı. Kırım'dan şehzadeler çok küçükken Kuban Çerkeslerine gönderiliyor, onlar da onları yetiştirip, eğitip geri gönderiyorlardı. Böylece bir nevi akrabalık bağları dahi kurulmuştu (Bu konu için bakz. A. Cevdet Paşa: Kınm ve Kafkas Tarihçesi, İst. 1307, s.6-8 ve Gökçe: s.40-41). Cevdet Paşa'nın "Tarih"inde (C:3, s.161) "...Çerkezistan iki üç yüz yıldan berü egerçü Devlet-i Aliye yeddinde idi. Lakin Kırım'ın mülhakatından olanmağla ne Devlet-i Aliye Çerkeslerin halini bilür ve ne de onlar doğrudan, doğruya Devlet-i Aliye'yi tanur idi..." diyor. Yine Cevdet Paşa (on birinci tezkirede) "...el-hasıl Cebel-i Kafkas ahalisinin ekseri Ehl-i İslam ve Sünni olmak hasebiyle selatin-i Osmaniye'nin makam-ı hilafetlerini i'tiraf ile ihtiram ede gelmişlerdir. Fakat bu dağın ahalisi bir tarafın hükümet-i maddiyesini kabul etmeyüb ötedenberü istiklal ve serbesti üzere kalmışlardır..." A. Nimet kurat'da (herhalde VIV.yy için söylüyor) "...Kuzey Kafkaslarda Çerkes uruğları arasındaki Osm. hakimiyetinin ancak sözden ibaret kaldığı gözönünde tutulursa..." (Türkiye ve İdil Boyu, s.54-56, 74) diyor. Aynı husus için bakz. M. Bala: Çerkesler, İslam Ans. C:3, s.379.
6- A.V. Minorsky: Kuban, İslam Ans. C:6, s.928 de kesin bir ifade ile Kırım Hanlığı'nın Çerkesler'in islamlaştırılmasını 1717 de tamamladığını belirtiyor.
7- M. Haşim Efendi, Ferah Ali Paşa'nın katibi idi. Kitabı: "Ahval-i Abaza ve Çerakise" adını taşır (Topkapı Sarayı, Hazine Kitapları, No:1564 de). Çevdet Paşa: Tarihinde (C:3, s.175-179) Ferah Ali Paşa'nın Kafkasya'daki faaliyetleri hakkında ondan naklen geniş bilgi veriyor. Ayrıca "Kırım ve Kafkas Tarihçesi"nde (s.49)de bahs ediyor.
8- lettres sur le Caucase'da da (s.122) "...Chez les Tcherkesses, le chariate a ete introduit pour la premiere fois par les pachas turcs d'Anapa au commencement de'ce siecle." diyor. P. 3 de de "Les Kabardiens et le Koumouks introduisirent chez les Tu-hetchenses L'İslamisme, au commencement XVIII'e siecle." demişti.
9- s.7-8'e bakz.
10- Bu konularda Gökçe'nin kitabında da geniş bilgi var.
11- Dördüncü Madde ile...Bakz. Muahedat Mecmuası, İst. 1294-1298, C:IV, s.70-80.
12- Şeyh Şamil'e gönderilen fermanın nüshası; Cev. Hariciye, 5454 dedir.
13- 3. Bölüm'de Not:49'a bakz.
14- İstanbui'daki Rus elçisinin isteği üzerine, Çerkeslere silah ve mühimmat götürmek üzere hazırlanan bir geminin sağlanması ve techiz edilmesine katıldıkları için iki paşayı sürgüne göndermiş, Polonyalı milliyetçileri de Tırhala'ya sürmüştür. Ayrıca Trabzon Valisi ve Diğer ilgili memurlara emirname gönderilerek Kafkasya'ya hiç bir silah ve mühimmatın sevk edilmemesi istenmiştir (Bu konulardaki belgeler: ira. Hariciye, 7327 (18 C 1273 tarihli), İra. M.M. 384 (18 Ş 1273 tarihli) ve C. Havadis (9 L 1273 tarihli sayı).
93 Harbi'nin öncesinde Dağıstan'dan İstanbul'a bir heyet Rusya'ya karşı ayaklanma ve savaş için "ruhsat" istemiş olduğu halde o zaman Rusya ile barış halinde bulunulduğu için kabul edilmediği bir belgede (İra. Dah. 61133/3. Aslında savaş çıktıkdan sonra Dağıstanlılar'ı Rusya'ya karşı ayaklanmaya çağırmak için gönderilecek bir fermana dairdi) belirtilmektedir.

Not: Kafkasya'dan Anadolu'ya Göçler (Bedri Habiçoğlu. Nart Yayıncılık. İst.1993) kitabından alınmıştır.
Başlık: Ynt: Kafkasya'da nüfuz savaşları(GÜNCEL)
Gönderen: müteallim - 10 Ağustos 2008, 02:11:47
Bir toplumun sosyo-kültürel tarihini mütâlaa ederken incelenmesi gereken mühim mevzulardan biri de komşu ülke ve toplumlarla, kendi dışındaki dünya ile kurduğu münâsebetlerdir. Zira, o toplumun muvaffakiyet ve hüsranları, dış ilişkilerinin mahiyetiyle doğru orantılıdır. Bu hipotezden hareketle, Rus yayılmacılığı ve vahşeti karşısında Çerkesya'da dört asra varan şanlı bir direniş sergileyen Adıge (Çerkes) toplumunun elim bir mağlubiyete dûçar oluşunun müsebbiplerine ışık tutması umuduyla, dış ilişkilerini irdelemeye çalışacağız.

Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun 700. yıl dönümü etkinliklerine mütevazı bir katkı olması dileğiyle Adıge-Osmanlı münâsebetleri ile konuya girmeyi uygun gördük. Daha sonraki sayılarımızda -imkânlar dahilinde- Adıge-Rus, Adıge-Avrupa ilişkileri ve nihayet Adıgelerin sair Kafkas halklarıyla ve Trans-Kafkas ülkeleriyle münâsebetleri incelenecektir.

Adıge - Osmanlı İlişkilerinin Mahiyeti

Adıgelerin Osmanlı Devleti ile kurduğu münâsebet ağında en büyük yeri, işgalci Çarlık Rusyası tarafından yurtlarından sürüldükleri zaman Osmanlı'dan gördükleri büyük hoşgörü örneği tutmaktadır.
'1850'li yılların ilk yarısında bazı Kafkasyalı ailelerin gönüllü olarak Osmanlı topraklarına göç ettiği bilinmektedir. Kırım Savaşı sırasında mecburi bir hareket haline gelen göç olayı, 1862-1865 yılları arasındaki üç yılda zirveye ulaşmış ve 1877-1878, 1890-1908 yılları arasında yoğunlaşarak 1920'lere kadar süregelmiştir. Kafkasya'dan yola çıkan göç kafilelerinin hareketlenme zamanları Osmanlı-Rus ilişkilerindeki değişiklikleri yakından takip etmiştir. Kafkasya'dan Osmanlı ülkesine doğru gelişen tarihi bir mecburiyetin doğurduğu bu kitle göçleri, Osmanlı Devleti'nin sosyal, etnik, ve dini kompozisyonunu radikal olarak etkileyen bir nüfus hareketidir. Bu göç üzerine oluşmuş zengin literatürde, kaynakların çoğunda Çerkes ve Türk kökenli boylar -varlıkları bilinmesine rağmen- herhangi bir ayrıma tabi tutulmadan 'Kafkasyalı' veya daha çok 'Çerkes' genel adı ile adlandırılmışlardır.' (Bice, 1991: 45).

Özellikle 1864 zorunlu göçünün nasıl başlayıp ne şekilde geliştiği 'Çerkes Tehciri' başlığı altında ayrı bir makalede teferruatıyla işlenme ihtiyacı gösterdiği için bu makalede kısa geçilecektir. Ancak, burada Kafkasya'dan Anadolu'ya yönelen bu devasa nüfus hareketinin karakteri hususunda önem arz eden iki husus belirtilmelidir ki, bunlardan birincisi; Sovyet araştırmalarının kahir ekseriyetinde gösterilmeye çalışıldığı gibi söz konusu nüfus hareketi gönül rızasıyla tabii olarak, dahası Osmanlı'nın özendirmesi, din adamlarının da teşvikiyle vukû bulmuş değildir. İkincisi; Kafkas muhacirleri, zor günlerinde kendilerine kucak açıp yer yurt veren Osmanlı Devleti'ne ve toplumuna çok kısa zamanda uyum sağlamış, Türk toplumuyla -kız alıp verme gibi kalıcı ilişkiler yoluyla- bütünleşerek etle tırnak gibi ayrılmaz bir yapı kazanmışlardır. Osmanlı Devleti'nde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti'nde de toplumun ve devletin her kademesinde önemli görevler icra etmişler ve halen de icra etmektedirler.

İlk Temaslar

Tarih boyunca bir çok kavmin geçiş ve karşılaşma noktası olarak görülen Kafkasya ile Türklerin ilişkisi M.Ö. 4. yüzyıla kadar gitmektedir. Bölge, önceleri Kırım Hanları vasıtasıyla ve 16. yüzyıldan itibaren de doğrudan Osmanlı Devleti ile ilişki içerisine girmiştir. Bu ilişki bazen kötüleşerek 20. yüzyıla kadar süregelmiştir. (Bice, 1991: 45).

"Ulu Kafkas Dağlarının kuzeyinde yer alması hasebiyle Avrupa kıt'asına dahil olan ırklar ve diller meşheri Kuzey Kafkasya ile Osmanlı Devleti'nin ilk teması, 1451'de Fâtih'in Abhazistan (Sohumkale) üzerine donanmasını göndermesiyle başladı. Taman yarımadasından Soçi'ye kadar Çerkesistan sahilleri de, 1479'dan 1810 Rus istilasına kadar Osmanlı (nüfuzu altın)da kaldı." (Öztuna, 198: 2 / 331-332).
Kırım'ın elden çıkmasından sonra Osmanlı Devleti, Kafkasya ile ilgili eski politikasını hatalı ve yetersiz bulduğundan, doğu hudutları için büyük önem taşıyan Kafkasya'da dikkatini yoğunlaştırdı. Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'nin Asya'daki topraklarını muhafaza etmek üzere, Çerkesistan'ın bir serhat ülkesi haline konulması düşünüldü. Bunda, Küçük Kaynarca Anlaşması'ndan sonra Çerkesistan sahillerini gezen Kaptan-ı Derya Gazi Hasan Paşa ile Canikli Ali Paşa'nın verdikleri rapor etkili olmuştur (Saydam, 1997: 36).
Kuban'daki Adıge Kalubatyiko gurubunun Çerkeslere yönelik Osmanlı yardımının Rus müdahalesine yol açacağı endişesiyle geri çevrilmesini savunmasına karşın, esenliği Osmanlı yardım ve desteğinde arayan Zaniko Muhammed Geriy gurubunun görüşünün benimsenmesi sonucu M. Geriy 1781 yılında İstanbul'da bir antlaşma yapmış ve Ferah Ali Paşa yönetimindeki askeri kurul Batı Kafkasya'ya gelmiş, böylece ilk büyük ve etkili Osmanlı müdahalesini gerçekleştirmiş, 1781 yılında da Anapa, Soğucak ve Tsemez kaleleri yeniden yapılmış ve pekiştirilmiştir (Aydemir, 1988: 15).

'Paşa İstanbul'dan din adamları getirerek bunları Çerkesler arasında misyoner olarak kullanma becerisini gösterebilmiştir. Öyle ki, din adamlarının Kafkasya'ya geldiği seneye "İmam yılı" adı verilmiş, bu tarihten sonra Çerkes isimleri bırakılarak Ahmet, Mehmet gibi Osmanlıca isimler alınmaya, çocukların sünneti için sünnetçiler getirilmeye başlanmıştır. Ferah Ali Paşa'nın ölümünden sonra eskiden olduğu gibi ılımlı politikanın yerini baskı aldığından İslamiyetin yaygınlaşması hızını yitirmiştir.'(Aydemir, 1988: 18).
Siyasi ve Askeri İlişkiler Kırım'ın Ruslara geçmesini müteakip, Osmanlı Devleti'nin Çerkesistan'a alakası hızla artmıştır. Ahmet Cevdet Paşa, bu durumu veciz ifadeleriyle şöyle özetler: 'Kırım Hanlığı istiklâl sûretiyle Devlet-i Aliyye'den munfasıl oldukta lede'l-îcâb tevâif-i Çerâkise'den asker celb ve istihdam etmek üzere Devlet-i Aliyye nazar-ı ihtimâmını Çerkesistan'a ihâle etmeğe mecbur olduğundan ahâlîsine dîn-i İslâm telkîn olunup refte refte bu tarafların kâffe-i ahâlîsi putperestlikten geçerek kavî Müslüman olmuşlardır.'(Ahmet Cevdet Paşa, 1986: 95).

16. yüzyılın başlarında Osmanlıların ve Kırım hanlarının tesiriyle İslam Adıge toprağında yayılmaya başladı. 1822'de toplanan kabileler meclisinde kararların şeriate göre alınması kabul edildi; ancak mahalli adetlerin kuvvetli tesiri devam etti (Akiner, 1995: 184).

1578-1579'daki Özdemir Oğlu Osman Paşa'nın Kafkasya seferinden sonra uzun bir müddet, Osmanlı Devleti Kafkasya ile fazla ilgilenmedi. Ancak 1774'den sonra Rusya'nın Kırım'ı ele geçirmek istediği anlaşılınca Kafkasya ile daha yakından ilgilenme ihtiyacı hissedildi. Çünkü burası Rusya'nın güneye doğru inmesini engelleyebilecek tabii bir set gibi idi. Bu bölgede Osmanlı nüfuzunu kurmak veya güçlendirmek için, devleti temsilen Ferah Ali Paşa Anapa'ya gönderildi ve oradaki kalenin inşası görevi ona verildi. Anapa muhafızı olarak Ferah Ali Paşa'dan beklenen Çerkes kabileleri ile ilişki kurarak onları Osmanlı Devleti'nin nüfuzu altına sokmak idi. Kafkasya'da, Dağıstan öteden beri siyasi olmaktan çok dini ve manevi bakımlardan Osmanlı Devleti ile sıkı ilişkilere sahip idi. Ancak Osmanlı Devleti'nin Batı Kafkasya'daki nüfuzu daha da zayıf idi. Osmanlı Devleti hiç bir zaman bu bölgeyi doğrudan doğruya hakimiyeti altına almaya çalışmamıştır. Bilhassa dağlardaki kabileler üzerinde ciddi bir tesiri yok gibi görünmektedir. Kuban boylarında ve ovada oturan Kabileler ile ilişki kurma ve sürdürme görevi Kırım Hanlığı'na bırakılmıştır. İslamiyet'in dahi Kuban Çerkesleri arasında yayılmasında yine Kırım Hanlığı'nın en önemli rolü oynadığı ileri sürülmektedir. Ancak onların İslamiyet'e girişlerinde en önemli katkıda bulunanın Ferah Ali Paşa olduğunu Mehmet Haşim Efendi ve ondan naklen A. Cevdet Paşa ile Lettres'in yazarı ileri sürmüşlerdir. Böylece Çerkesler'in Osmanlı Devleti ile fazla ilişkilerinin olmayışı (Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Çerkes asıllılar hariç), İslamiyet'in geçmişinin burada oldukça yakın oluşu ve dolayısıyla halifenin otoritesini henüz ciddi olarak kabul etmeyişleri ve bin yıllardan beri özgürce yaşamaya alışkın olmalarından dolayı olmalı, bu bölgede Osmanlı Devleti'nin etkisi fazla değildi ( Habiçoğlu, 1993: 99).

'Osmanlı Devleti-Kafkasya ilişkilerinin kilit adamı olan Ferah Ali Paşa 1780'de Soğucak'ta göreve başladıktan sonra ilk olarak Rus istilasından kaçarak Kafkasya'ya gelmiş olan Kırım ve Tamanlı göçmenleri Soğucak'ta iskân etmiştir. Öte yandan paşanın isteği üzerine Sivas, Amasya, Tokat, Gerze ve Sinop civarından 10.000 asker gönderilmiş, bunların bir çoğu Kafkasyalı kızlarla evlenerek orada kalmışlardır. Ferah Ali Paşa'ya elçi gönderen Nogaylardan 2000 kişi Hacılar kalesinde, 10.000'i Hatukay yöresinde ve geri kalan 10.000'i ise o sırada metruk ve harap bir halde bulunan Anapa kalesinde yerleştirilmişlerdir.'(Gökçe, 1979: 30).
Rusya, Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kafkasya'nın merkezi bölgelerini işgal etmek için kendisine hukuki bir mesnet oluşturma fırsatını yakalamıştı. Anlaşmanın 21. Maddesinde şöyle denmektedir: 'İki Kabartalar yani Büyük Kabarta ve Küçük Kabarta Tatar taifesiyle vaki civariyetlerinden nâşi Kırım hanlarıyla taallukları olmağla Rusya Devleti'ne tahsis olunmaları maddesi Kırım hanlarının ve meşveretinin ve Tatarbaşılarının idaresine ihale oluna.'(Muâhedât Mecmûası, 1294: 3/1/267). Kırım'ın ilhakıyla birlikte Çarlık yönetimi Kafkasyalıları dünya kamuoyuna, kanuni iktidara baş kaldıran 'âsiler' olarak tanıtmaya başladı. Üstelik Kabardey'e tabi olduğunu iddia ettiği diğer kabileleri de aynı gerekçeyle işgale yelteniyordu. Hakikatte bu uygulamanın kocaman bir yalandan başka bir şey olmadığını haykıran Çerkes beylerinin sesini hür (!) dünyadan duyan ülke olmamıştır. Ancak insaflı bazı şahıslar hararetle bu tarihi hatanın ve mesnetsiz yalanın dünya kamuoyuna duyurulması için üstün gayret sarf etmişlerdir (Söz konusu anlaşmanın Kafkasya'yı alakadar eden maddesinin bir yalana istinad edişi ve bunun Çerkesya'da ve Avrupa'daki yankıları için bkz.; Bell, 1998: 473 ve devamındaki ekler; keza, Longworth: 1996: 1-7).

18. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti, Rusya ile giriştiği savaşlarda Kafkasyalıları da dahil etmek istiyor ve her defasında onları Ruslara karşı tahrik etmeye çalışıyordu. Aslında aynı tarihler Rusya'nın Kafkasya'ya doğru yayılmaya başladığı (ve hatta Kafkasya'yı ele geçirme amacıyla) harekete geçtiği tarihlerdi. Çerkesler zaten Ruslarla sık sık çatışmakta idiler. Bu nedenle Rusya'ya karşı sürekli bir işbirliği iki tarafın da çıkarınaydı. Ancak Osmanlı Devleti, Rusya ile savaş sona erip barış antlaşmasını imzaladıktan sonra kenara çekiliyor ve Ruslar ile Kafkasyalıları karşı karşıya bırakıyordu. Oysa Çerkesler 1787-1792, 1806-1812 ve 1827-1829 Osmanlı Rus savaşlarında bilhassa Ruslara karşı çarpışmalara katılarak Osmanlıları desteklemişlerdi (Habiçoğlu, 101).

İstanbul'un beklenen alakası, Dağıstan, Kabardey ve Çerkesleri Ruslar aleyhine ayaklandırmıştı. 11 Ekim 1787 tarihinde Anapa'ya gelen beylerbeyi (Köse Mustafa Paşa) görülmemiş bir tezâhüratla karşılanmıştı (Kutay, 1957: 789).

Uzun savaşlar neticesinde yorgun ve zayıf düşen Çerkesler, Osmanlılarla aralarında teessüs etmiş olan münâsebetin daha fiili ve müessir bir şekilde tatbikini temin etmek gayesiyle, Osmanlılardan kuvvet istemişler; bu müracaat kabul edilerek Battal Paşa kumandasında 30.000 kişilik bir Osmanlı kuvveti Karadeniz sahillerinden Tsemez mıntıkasına çıkarılmıştı. Böylece Kafkasya'da ilk defa olmak üzere fiili bir Osmanlı yardımı tahakkuk etmişti. Rusları Kafkasya'dan çıkarmak, Kırım'ı istirdat etmek ve eski Altınordu Hükümetini ihya etmek gibi büyük hedeflerle 1789'da gerçekleştirilen Battal Paşa harekâtı, General Herman'ın taarruzları karşısında başarısızlıkla neticelendi. Fakat Çerkesler yine mukavemet ve taarruzlarına devam ederek Rus kuvvetlerini yerlerinde tuttular. Anapa istikametinde ric'at eden Battal Paşa'yı takip etmelerine imkân vermediler (Berkok, 1958: 393-394).
Daha sonra Rus tarafına geçen Battal Paşa'nın, bu ihanetinin ödülü olarak aldığı en büyük armağan, adının bir şehre verilerek hizmetinin ebediyen tebcili olmuştur! (Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'nde kâin Batalpaşinsk kenti ve Batalpaşinsk gölü hakkında geniş bilgi için bkz.; Gorkin, 1998).

Osmanlı Devleti'nin Kafkasya Politikası
Abdülmecit'ten sonraki tüm Osmanlı sultanları gibi annesi bir Çerkes kadını olan Abdülhamit, Kafkas göçmenlerinin saray çevresinde önemli sayıda bulunmaları hasebiyle, çevresindeki olaylardan haberdar olmak isteğiyle Çerkes dilini de öğrenmişti. Gurur, sadakat, yiğitlik gibi meziyetlerini çok iyi bildiği Kafkasyalıları yanında tutmak maksadıyla bir dizi tedbir almıştı (Berzeg, S., 1991: 36).
Bir çoğu Kafkasya asıllı pek çok devlet adamı, aslında Kafkasya'nın Rusya'ya karşı mücadelesine derin bir sempati besliyordu. Hatta oraya yardım edilmesine dahi taraftar idi. Genel olarak Osmanlı Devleti ve kamuoyu Kafkasya'ya yakın duygularla dolu olmakla beraber Rusya ile savaşa yol açmaktan kaçınma zorunluluğu yüzünden pek bir şey yapılmıyordu. Ancak yine de, az da olsa şahısların gayretleri ile Kafkasya'ya yardım sağlanabilmiştir (Habiçoğlu, 102).

Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu zor şartlara ilave olarak yeni sıkıntıları beraberinde getirse de göç akını; -devletin göçleri kontrol altına alarak uygunsuzlukları önlemeye çalıştığı görülmekle birlikte- kesin bir şekilde yasaklanma yoluna gidilmemiştir. Çünkü böyle davranmak; insanlığa, devletin şanına ve halifenin bütün Müslümanların koruyucusu olduğu prensibine ters düşerdi (Habiçoğlu, 106).

Osmanlıları Kafkasya'ya yönelten uzun vadeli siyasi hedefler:

1) Orta Asya Türkleriyle birleşebilmek için, Kırım-Kuzey Kafkasya-Astrahan-Kazan hattına sahip olmak.
2) Hızla gelişerek güneye inmekte olan Rusya'nın Kuzey Kafkasya'yı işgalini önlemek.
3) Rusya ile dini yakınlığı olan Gürcistan'ın Rusya ile coğrafi birleşmesini önlemek.
4) Uzak-Doğu ticaretinin önemli noktaları durumundaki Karadeniz'in doğu limanları ve Astrahan'ı elde etmek (Berzeg, N., 1996: 61).

Çerkezistan'a silah ve cephane sevk edildiği hususunda Rus Elçiliği'nin şikayeti üzerine 21 B (Receb) 1273 (20 Mart 1857) tarihinde oluşturulan komisyonun, eski Bosna Nâzırı İsmail Paşa ile Livâ Ferhat Paşa'yı suçlu bularak ilkini Bursa'ya, ikincisini Kütahya'ya sürgüne göndermesi; sonucun elçiliğe bildirilmekle beraber Rusya ile dostluğu zedeleyen bu tür olayların tekerrür etmemesi için olayın gerek resmi yazılarla memurlara, gerekse Takvîm-i Vekâyi'de yayınlanarak kamuoyuna duyurulması Osmanlı Hükümeti'nin o zamanki Kafkasya politikasını yansıtan bir tutum olmuştur (Reşid Paşa, 1899: 51-53).

1739'da Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Belgrat muahedesinde her iki taraf ta Kabardey bölgesinin bağımsızlığını itiraf ettiği halde (Muâhedât, 1877: 3/1/247), 1740, 41 ve 42 senelerinde Rus Çarı'nın Sultan I. Mahmut'a yazdığı yazılarda 'Çerkeslerin ve Kabardeylerin varisi ve hakimi' unvanı kullanıldığı ve Osmanlıların da III. Ivan'a cevaben yazdıkları yazılarda aynı unvanın kullanılması (Muâhedât, 1877: 3/1/247), bölgedeki Rus hakimiyetinin tanındığı anlamına geliyordu.

Rusları müşkil duruma düşürmek maksadıyla sinirin öte tarafında yasayan Çerkesleri ve Abazaları ayaklandırmak yolunda ilgili Türk makamları tarafından bazı faaliyetler yapıldığı bilinmektedir. Bu hususta Kafkaslardan Türkiye'ye gelen ve vaktiyle Rus ordusunda general olan Musa Kunduk(ov)'un büyük bir rol oynadığı malumdur. Osmanlı hududuna yakın sahadaki Çerkesler ayaklandığı takdirde Rusların müşkül bir duruma düşecekleri ve cepheden bir çok kuvvetin bu sahaya gönderileceği muhakkak idi.

Nitekim 1877 yılı Mayıs ortalarında Türk harp gemileri Kafkas sahilindeki Suhum Kalesi'ni bombardıman etmişler ve Musa Kunduk(ov) tarafından teşkil edilen 'muhacir' Çerkes kıt'aları sahile çıktıktan sonra, oradaki Abazalar da harekete katılmışlardı. Bunun üzerine Ruslar Suhum kalesini ve civarını boşaltmak ve ayaklanmayı bastırmak için bir miktar muntazam Rus askerini sevk etmek zorunda kalmışlardı. Kafkaslardaki Müslümanların Ruslara karşı ayaklandıkları takdirde, Ruslar için mühim bir durum meydana gelebileceği kanaatini teyit etmişti (Kurat, 1990: 94-95).

Enver Paşa tarafından Kafkaslarda, Türkiye ile Rusya arasında büyük bir tampon devlet kurulması görüşü ortaya atılmıştı. Fakat Türk ordusunun Rusya karşısında mütemadi mağlubiyetleri, böyle bir projenin gerçekleşmesini geciktirmekte idi.

Enver Paşa'nın Kafkaslardaki Çerkeslerin ayaklandırılması işi ile yakından ilgilendiği bilinmektedir. Daha 1914 yılı Ağustosunda, Enver Paşa'nın teşviki ile (Çerkes) Müşir Fuat Pasa, Çerkesleri Ruslara karşı ayaklandırabileceğini ümit etmişti. Müşir Fuat Pasa, harp başladıktan sonra Türkiye'de yaşayan Kafkas ve Dağıstanlı bazı mümtaz kişilerden 'Türk Sıhhi Misyonu' adı altında bir Kafkas komitesi kurmuştu. Bu komite Kafkaslarda, birkaç muhtar ülkeden müteşekkil bir devlet teşkilini ve bunun başına da bir Osmanlı prensinin geçirilmesini dahi tasarlamıştı. Bir de Doğu Kafkaslarda Ruslara karşı bir isyan çıkarılması da düşünülmüştü (Kurat, 500).

Osmanlı hükümet mahfillerinde ve Osmanlı ordusunda Kafkaslara ilgi daima mevcuttu; çünkü Çerkes menşeli memur ve subaylar hiçbir zaman eksik değildi.

Enver Paşa Kafkaslarda bir 'İslam Devleti' kurmak ve Türkiye ile Rusya arasına bir set çekme siyaseti güdüyordu.

Sovyet hükümetinin protestosu tabiatıyla dikkat nazarına alınmadı ve cevap dahi verilmedi. Babiâli kendi menfaatine uygun gördüğü siyaseti devam ettirdi. Şimali Kafkas murahhasları ile Batum'da 8 Haziran 1918 tarihinde bir de 'dostluk' antlaşması imzalandı. Bu anlaşma gereğince Türk Hükümeti 'Şimali Kafkas Cumhuriyeti'ne askeri yardımda bulunmayı ve dostunu dış tehlikelerden (yani Rus Kazakları ve Bolşeviklerden) korumayı üzerine almıştı. Nitekim Şimali Kafkas Cumhuriyeti, teşekkülünden hemen sonra, Kazaklar ve Bolşeviklerin hücumuna uğramıştır (Kurat, 488). Yeni kurulmuş bu cumhuriyete her türlü desteği vermek gerektiğini savunan aydınların basında gelen A. Ağaoğlu, bunun gerekçesini su şekilde açıklıyordu:

'…Kafkas Müslümanlarıyla aramızdaki dini, lisani ve ırki münâsebetler bizi Kafkas Müslümanlarının mukadderatına lakayt bırakamaz. Biz ister istemez bunların halini ve maruz kalacakları tehlikeleri nazar-ı dikkate almak mecburiyetindeyiz…

Kafkasya'nın zaafından bilistifade Ruslar yeniden bizimle hem-hudut olan bu memleketi yine ellerine geçirmeye teşebbüs edebilirler. Bizim için bu mühim bir mesele olur. Biz Kafkasya'yı kuvvetli ve bizimle Rusya arasında muhkem bir hâil olarak görmek isteriz...' (Ağaoğlu, 1918: 4).


KAYNAKÇA


- Ağaoğlu, A., 'Kafkas Hükümetinin Beyannamesi', Tercümân-ı Hakîkat, 25 Mart 1334/1918, No: 13323.
- Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir I, hazırlayan; C. Baysun, Ankara, 1986.
- Akiner, S., Sovyet Müslümanları, çeviren; T. Bozpınar, İnsan Yayınları, İstanbul 1995.
- Aydemir, İ., Göç, Ankara, 1988.
- Bell, J.S., Çerkesya'dan Savaş Mektupları, Kafkas Vakfı Yayınları, çeviren; S. Özden, İstanbul 1998.
- Berkok, İ., Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958.
- Berzeg, N., Çerkes Sürgünü, Ankara, 1996.
- Berzeg, S. E., 'Osmanlı İmparatorluğunda Demokratikleşme Savaşımı ve Kuzey Kafkasyalılar', Kafkasya Gerçeği, sayı; 4, Samsun, Nisan 1991.
- Bice, H., Kafkasya'dan Anadolu'ya Göçler, TDV Yayınları, Ankara, 1991.
- BOA. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi), Nâme-i Humâyun no: 8.
- Gorkin, A. P. vd., Geografiya Rossii Entsiklopediya, BRE, Moskva, 1998.
- Gökçe, C., Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Kafkasya Siyaseti, İstanbul, 1979.
- Habiçoğlu, B., Kafkasya'dan Anadolu'ya Göçler, İstanbul, 1993.
- Kurat, A. N., Türkiye ve Rusya, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990.
- Kutay, C., Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, İstanbul, 1957.
- Longworth, J., Kafkas Halklarının Özgürlük Savaşı, çeviren; S. Özden, Rey Yayınları, Kayseri, 1996.
- Muâhedât Mecmûası, Dersaadet, 1294 (İstanbul, 1879).
- Öztuna, Y., Osmanlı Devleti Tarihi, FFK yayını, İstanbul, 1986.
- Reşid Paşa, Âsâr-ı Siyâsiyye, Dersaadet, 1315 (İstanbul, 1899).
- Saydam, A., Kırım ve Kafkas Göçleri (1856 - 1876), TTK Yayınları, Ankara, 1997.