Sadakat islami Forum

EDEBİYAT KÖŞESİ => EDEBİYAT => Konuyu başlatan: Aslıhal - 30 Eylül 2008, 19:49:08

Başlık: İstanbul Muhafızı
Gönderen: Aslıhal - 30 Eylül 2008, 19:49:08

Yedi Tepe, yedi âh, lâlelerin renginde,
Gönül bahara erer Boğazın âhenginde

Üsküdarın gözüyle seyrederim bu şehri,
Hatıra ikliminde kabarır zaman nehri

Fethin kutlu günleri canlanırken ân be ân,
Top sesleri yükselir, düşümde titrer her yan

Sarayburnu nurlanır okunan ilk ezanla,
Sabah rüzgarı inler, içimdeki bu zanla

Böyledir Üftâdem bencileyin seraba turâb olmuşun hâl-i pür melâli Derdimin konuşulduğu mahfillerde, ar eden hayalimin kızıl gölgesine düşen bir nûr iken o aziz belde, hülyasından öte ne kaldı ki elde? İstanbul salınır her dem, kucağımda inleyen sazın mızrabında, hem telde Bîvefâ da olsan ey yâr İstanbul hatırına bir daha gel de! Firâkın ilan edicisi dudaklara bir pişmanlık ilişmiş ne çıkar? Yine de sen bilirsin amma İstanbul bu defâ kaşını pek fena yıkar

Kanatlanırken ruhum, bir asırdan bir asra,
Kosovada hüzün var, bâde hârâb-ül Basra!

İstanbulda görürüm üç kıtanın izini,
Hayal sandalım aşar esrarın denizini

Hisarların nöbeti zamana meydan okur,
Güzelce mahzun bakar, Boğazkesen pek vâkur!

Çığlık çığlık doldurur martıların semâhı,
Ulvî bir esintiyle şenlenen bu sabahı

Boğazkesen Hisârını üç ayda inşa ettiren kudretin eliyle, gönül çölüme mayalanan sevdâ rahmetiyle, yüklü bulutlara dönen gözlerimdedir Âsitâne Ömrümün şah beyitini, her gece bağrına basan o Şehr-i şâha seslenirim her seher Biri biterken biri başlayan sabah ezanlarının eden ele götürdüğü bir selâm olur aşkım Nihâyet Fatih Camiinin yiğit minârelerinde güneşin endâmını seyre dalar Endâmıyla güneş olanın ışığını beklerken şafak vaktinin mânâ girdabı, Bâkînin ruhâniyetine eşlik eder serçeler Bir Hûmâ salınırken bin bir hatırâ sahibi kaldırımlarda, şuurun aldırmazlık makamında şu divâne gönlü çeler


Haliçe kanat çırpar gönül kuşum bin şevkle,
Aşk peşimden haykırır: Ne olur beni bekle!

Titreyerek konarım bir servinin dalına,
Eyüpte gölgelenen Nedimin masalına

Şadırvanda yıkanan uhrevî güvercinler,
Şu kanayan ruhuma nice devâ perçinler

Gözyaşım buhar olur duaların fevkinde,
İstanbulu sevmenin anlatılmaz zevkinde

Gözyaşım buhar olur da, sisten dokunmuş bir ipek şal misali sarılır Ona Bu sarılış, nefsi dürtülerin ötesinde, suni yamalarla zedelenmiş hazineleri, âğyârın gözünden sakınmaktır âşıklığın töresince Bu devr-i gârâbette aşık mı kaldı, aşıklık mı kaldı âh Üftâdem? Masal diyârından firâr etmişlerin türküsünü söyler şimdi lâleler Kerevetine çıkılmamış masal mı olur Azizem? Hayal fırçasıyla masalları yeniden yazmak için çocuk olmak gerek değil mi? Çocukluk da firâr etmiş ömür diyârından Yazık! İstanbul da el çekmesin şimdi bu vurgun yemiş hasret ihtiyârından

Zebûn ederken gönlü, feleğin bildik sesi,
Bin vefâyla karşılar Yavuz Selim türbesi

Gül aşığı sultanın mânevi huzurunda,
Tâyy-ı zaman eylerim hakikatin nurunda

Kırkıncı hâfız için okuduğum Fâtiha,
Sıcacık bir hâz verir, ruhum kalkınca şaha!

Nal sesleri çınlayan sokaklardan geçerek,
Kan ter içinde kalıp, Fatih Camiine dek

Yavuzun bir âhu elinde, âleme nizâm verirken âciz kalmasını, aşk ehli gönlünün aşk rüzgârıyla itirafını düşünüp de; aşk elinden âmân dilemekte ısrar etmek yakışmaz âşıklık iddiama! Bunu ben bilirim de, dermanımı vermekten imtinâ eden, yâr namıyla andığım, her nefeste yâ sabır çeken nefeslerle andığım ve bir Emirgân ikindisinde gözyaşlarına kandığım bilmez Tecâhül-ü arif sultanına, ârâftan teessüfler sökün ederken başlar gece Yedi Tepe semalarında süzülen gümüş kanatlı kuğuları omzuna kondurunca o ece

Yürüdüm öksüz gibi içimdeki sızıyla,
İstanbulu bölüştüm, yârin vefâsızıyla

Bir fincan acı kahve, Zeyrekte hatır idi,
Gülen gülün kokusu, gülü ağlatır idi

Yalnızlıkla seyrettim Sinanın dehâsını,
Mermerde yankılanan şiirlerin hasını

Gözlerimden yaş olup aktı Süleymaniye,
Kendine dön der gibi baktı Süleymaniye

Dönülmez akşamın ufkunda kanayan bir cân için dile kolaydır! Âh zaman Seni arzuların örsünde, gözyaşımla çifte su vererek dövüp, gönlümdeki şekle sokmak dilek olaydır Dil, şâd olmayacak bilirim Lâkin yine de ümit denen sefilin parmak uçları gezinir dudaklarımda Hasret ve firâk acısı izimi bulur o zât-ı şâhânenin uzaklarında Esaretimin cesaretimi perdelediği bir manzumeye dönen bekleyişimin, murâdın açıklarında demirlemiş bulunduğunu seyreden Haliç içlenir ansızın


Başı dik minareler göğe mühür vurmakta,
Rüzgar, Yahya Kemalden bir mısra savurmakta

Beyazıt Meydanında sohbet eden çınarlar,
Nice bin âllâmeyi hayır ile anarlar

Anılarda yaşayan o şâşâlı devirler,
Gitti gelmez nâfile! Dün elinde esirler

Bunu anlamış gibi donuktur Çemberlitaş,
İnsanların yüzünde yine o bildik telaş

Denizi fark etmeyen balıklar gibi hissiz!
İstanbulun içinde, İstanbuldan habersiz!

Kalabalıklar akar, yazık! Görmeden bakar!
Bu sebepten İstanbul keder tâcını takar

İstanbulun kederi benim de kederimdir!
Sanırım ki İstanbul gülmeyen kaderimdir

Bu şehri yaşamayı bilen kaç fâni var aceb Üftâdem? Mevtâların yekunu dahi Der Saadetin bağrında, ruhlarını onun göklerine ışık bayramı yaparcasına katarken, kulağı sağır işgalcilerin elinde inleyen şehir şikâyetkâr olmasında ne yapsın? Sen ki henüz okumaya başladığım bir kitapsın Dile gel ey tezhibinde şirâzeler ağlatan! Çârkûşe midir, zerduva mı, yekşah mı yoksa zilbahar mı ruhuma iliştirdiğin bu ulu ruh? İşte Yedi Tepe Azizeliğinin farkında her seher Her seher mahzun, mütevekkil, nâzende ve şûh

Harap halde vardığım Sultanahmet Meydanı,
Nefes nefese bekler kadir bilir rindânı

Kabul etmez rindlerin nihayet öldüğünü,
Yenilmenin zamanı ikiye böldüğünü

Tesellisiz bu hâli maziden istikbâle,
Taşımakla övünür şimdi açan her lâle!

Ayasofya al giymiş, kızıl ufka dalarken,
Kadife bir karanlık duvarları yalarken

Gecenin atlıları sökün eder semâdan,
Mehtâbın saltanatı, sıyrılır her imâdan

Bir güne sığmaz yine Yedi Tepe sevdâsı!
Gün doğana kadarmış sevenlerin vedası

Bayâtînin yegâne yâri sensin İstanbul!
Tâ ezelden ebede sevilensin İstanbul

Yazarı: Güçer KAFA