Belki pek çoğumuz farkında değiliz ama “Kuralları olan, kurallarına uyulması gereken” bir yazı dilimiz var.
Yazıyorsunuz. İçinizden geldiği gibi yazmanız en güzelidir. Yazı dili kurallarına uygun yazmaya çalışmak içinizden geldiği gibi yazmanızı güçleştirebilir veya engelleyebilir.
Bu durumda önce istediğiniz gibi yazın, sonra yazdığınızı okuyarak gerekli düzeltmeleri yapın. Yazım kurallarını bilmiyorsanız öğrenin. Zor değil.
Bloglarda genellikle okuduğumu anlayamıyorum. Çünkü çok hatalar var. En küçük bir hatada takılıp kalıyorum. Bu benim elimde değil. Refleks halini almış. Bazen yazım hatalarından dolayı yarım bırakmak zorunda olduğum yazılar oluyor.
Yazı dilimizi kötü kullanmak, kuralları önemsememek kendi dilimize ve kültürümüze bir ihanettir. Birkaç kişiye değil kitlelere hitap etmek isteyen blogcular bunu iyi düşünsün. İslami konularda yazanların da iyi düşünmeleri gerekir.
Nasıl ki Yunus Emre şeyhinin dergâhına odunun bile eğrisini sokmazdı, siz de bloglarınıza o derecede saygı - sevgi gösterin, özen gösterin.
Bu sözlerimden ötürü kimse gücenmesin “benim tahsilim yok” demesin. Eleştiri yapmakta, doğru nedir yanlış nedir insanlara öğretmeye çalışmakta kendinize güveniyorsunuz ki internette web sayfaları edinmişsiniz ve yazıyorsunuz.
Bundan dolayı yazılarınıza ulaşabiliyoruz. Bu ayrıca sizin “ben düşünebilen anlayabilen bir insanım” diye düşündüğünüzü gösterir. O halde bir iki imlâ kuralını da kolaylıkla öğrenebilirsiniz. Sizden Türkçe dilbilgisi kurallarının tümüne çalışmanızı isteyen yok. Birkaç basit kural öğreneceksiniz hepsi bu.
Sadece noktalama işaretlerinde değil, ki / de bağlaçlarının ve soneklerinin kullanımında hatalar çok yaygın. Bazı kelimeleri “kendi konuştuğu aksandaki şekliyle” yazanlar çok. Bunlar en sık rastladığım hatalar arasında. Hatta bilinçli ve kasıtlı olarak yazı dilini hiçe sayanlar var. Öyle yazmaları şirin filan olmuyor. Samimiyet göstergesi de değildir. Bu sadece onların kendi yanılgısıdır.
Yazan: E. Ali/dilbilgisi.com
''Ben bir Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniyim. Staj için gittiğim bir okulda öğrencinin birisini tahtaya kaldırdım ve cümleyi göstererek "şunu yazar mısın?" dedim.
Çocuk sınıfın haytalarından birisiydi belki ama lise sona gelmeyi başarmıştı. Cümleyi şimdi hatırlamıyorum ama "....geliyorum." şeklinde bitiyordu.
Lakin son sınıfa gelebilen arkadaş "...geliorm" yazmıştı.
Ben bu arkadaşımıza "yanlış yazdığın yeri düzeltir misin? " dediğimde,
"hocam yanlış bir yer yok" cevabını aldım.
İyi bak dedim. Baktı baktı topu topu bir cümle olan yazıdaki hatasını algılayamadı ! ''
Erkan Hirik
Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan TBMM Araştırma Komisyonu, ``milli bir dil politikası geliştirilmesi, ancak dilde politika yapılmamasını`` önerdi.
Çalışmalarını tamamlayan Komisyon, raporunu TBMM Başkanlığına sundu. Raporda; Türkçede yaşanan sorunlar, ``yabancı kelime kullanma özentisi, müstehcen ve kaba sözlerin kullanılması, söyleyiş bozuklukları, deyim ve birleşik fiil, vurgu ve duraklama yanlışları, kelimeleri yanlış anlamda ve biçimde kullanma, anlatım bozuklukları, Türkçe öğretimindeki yetersizlikler, Türkçeyi özensiz kullanma, yabancı dille öğretim, bilim dili olarak Türkçenin tercih edilmemesi, kelime ve terim türetmedeki yetersizlikler, dil bilinci ve milli bir dil politikasının oluşturulamaması`` olarak sayılıyor.
Radyo ve televizyonlarda müstehcen sözlerle ``oha, be, lan, çüş oldum abi`` gibi kaba sözlerin yer almaması gerektiği belirtilerek, ``Bazı kaba sözlerle argoların film, dizi, skeç gibi programlarda yer alması tabiidir.
Kanuni yaptırımlarla dilde ve kültürdeki bu yozlaşma ve kabalaşmanın önüne geçmenin mümkün olamayacağı da görülmüştür. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun ceza uygulamalarına rağmen özel radyo ve televizyonların yayınlarında fark edilir bir değişme görülmemiştir`` denildi.
Argo, kaba ve müstehcen sözlerin çok kullanıldığı bir başka alanın futbol, basketbol, voleybol gibi kitle sporlarının yapıldığı stad ve sahalar olduğuna işaret edilen raporda, özellikle gençlerin büyük ilgi gösterdiği spor müsabakalarında kullanılan genel ahlak dışı sözler ve toplu tezahüratın televizyonlarda yer almasının tahribatı daha da arttırdığı ifade edildi.
Okul öncesi eğitim, ilk ve ortaöğretim, yükseköğretimde etkin bir Türkçe öğretimi yapılması gereğine işaret edilen raporda, yabancı dille öğretim yerine, yabancı dil öğretiminin özendirilmesi istendi.
Raporda, Türkçede yaşanan sorunların giderilmesi için kamu kurum ve kuruluşlarına düşen görevlere ayrıntılı olarak yer verilirken, dikkat çeken çözüm önerileri şöyle:
BASIN VE YAYIN KURULUŞLARI
Radyo ve televizyon kanalları, gazete ve dergiler, adlarından başlayarak kendilerini Türkçeleştirmelidir. Spiker, haber ve program sunucuları, seslendirme yapacak personel diksiyon konusunda TDK, RTÜK, TRT ve iletişim fakültelerinin işbirliğiyle açılacak kurslarda Türkçe yeterlilik belgesine sahip olmaları aranmalı. Yerli sermaye ile kurulan televizyon isimleri Türkçe değilse yayın izni verilmemelidir.
Tüm basın yayın kuruluşlarında dil denetleme kurulları kurulmalıdır.
Tirajı 10 bine kadar olan süreli yayınlarda bir, 10 bin-200 bin arasında olanlarda iki, 200 binden fazla olanlarda ise uzmanlık bürosu kurulması sağlanmalıdır.
Reklamlarda genel dil bilgisi kurullarına aykırı dil kullanılmamalı, yabancı kökenli kelime ve adlara yer verilmemeli, her türlü ilan ve tanıtım Türkçe yapılmalıdır.
Çocuk programları ve bu programlardaki kahraman adları Türkçeleştirilmelidir.
Radyo ve televizyon çalışanları arasında Türkçeyi halka yönelik olarak kullananlar en az iki yılda bir mecburi hizmetiçi eğitime alınmalıdır.
İş yerlerine ve ürünlerine ad vermede kurallar getirilmeli, Türkçe yazım kurularına aykırı yazılış biçimleriyle iş yeri, ürün, kurum kuruluş adlarına izin verilmemelidir.
Caddelerde yabancı ülkelerde olduğumuz izlenimi uyandıran tabelaların kaldırılması için yabancı tabelalara yüksek vergi getirilmeli, Türkçe tabelalara ise kolaylık sağlanmalıdır.
TÜRKÇE KISALTMALARIN ÖNÜNE GEÇİLMELİ``
Bilgisayar, İnternet ve cep telefonu dili, Türkçe olmalıdır. Her türlü bilgisayar yazılım ve donanımında Türkçe karakter zorunluluğu getirilmeli, cep telefonu mesajlarında ve internette ``merhaba`` yerine ``mrb``, ``selam`` yerine ``slm`` gibi dilin bozulmasına yol açan Türkçe kısaltmaların önüne geçilmelidir.
İnsan sesini yazıya çeviren yeni nesil bilgisayarlar yaygınlaşmadan Türk Alfabesine uygun serilerinin üretimi için gerekli önlemler alınmalıdır.
Q klavye yerine, Türkçeye uygun olan F klavyenin yaygınlaşması için ilgili düzenleme ve çalışmalar yapılmalıdır.
ÜLKE GENELİNDE DİL İZLEME KURULLARI...``
Kamu kurum ve kuruluşlarının telekomünikasyon ve akreditasyon gibi adları, viyadük ve ambulans gibi yer ve araç isimleri Türkçeleştirilmelidir.
Cumhurbaşkanlığından başlayarak bütün devlet kurumlarında dilin doğru kullanılması için bir Türk dili uzmanı bulunmalıdır. İhtiyaç durumunda ise Türk dili uzmanlarından oluşan bir denetleme kurulu oluşturulmalı ve yazışmalar bu kurulun denetiminden geçmelidir.
Başbakanlık ve TBMM Kanunlar ve Kararlar Dairesinde Türk dili uzmanı görev yapmalıdır.
Yazılı ve sözlü yayınlarda Türk dilinin imla, telaffuz ve gramer bakımından doğru kullanılıp kullanılmadığını; ilan, reklam ve tanıtımların Türkçe olup olmadığını izlemek üzere özerk ve tarafsız kamu tüzel kişiliği niteliğinde ülke çapında ``Dil İzleme Kurulu``, illerde ise ``Dil İzleme Alt Kurulları`` kurulmalıdır.
YER İSİMLERİ TÜRKÇE OLMALI
Turizm yörelerinin Türkçe isimleri özenle korunmalı, her türlü tabela bir standarta bağlanmalı, öncelik Türkçeye verilmelidir. Türkçesi önce, yabancı dildeki karşılığı sonra yazılmalı, tarihi kalıntılar kendi adları ile anılmalıdır. Turizm adına Ürgüp, Göreme, Nevşehir`e ``Kapadokya``, Selçuk`a ``Efes`` denilmemeli, Spil Dağı`nın adı değiştirilmelidir.
Mahalle, sokak, cadde, park, site ve binalara Türkçe ad verilmelidir.
Türk dilinin kullanıldığı bütün sanat dalları ve araştırmalarda üç yılda bir ``Cumhurbaşkanlığı Türk Diline Hizmet Büyük Ödülü`` verilmelidir.
TDK Kanunundaki eksiklikler giderilerek, 8 yıldan beri verilemeyen Türk Dil Kurumu Ödülleri yeniden verilmelidir.
MEMUR ALIMINDA TÜRKÇE SINAVI YAPILMALI``
Memur alımlarında Türkçe dil bilgisi ve becerisi ön planda tutulmalı ve memurluğa girişte Türkçe yeterlilik sınavında başarılı olma şartı aranmalıdır. Kamu Personeli Dil Sınavı(KPDS) gibi, kamu personeli Türkçe Sınavı yapılmalıdır.
Yurt dışında görevlendirilen kamu görevlileri, yılda bir kez Türkçe mülakatına tabi tutulmalıdır.
Dil elbette yasalarla ve yasaklarla korunamaz, ancak bir takım düzenlemeler olmadan sağlıklı şekilde gelişmesi de mümkün değildir. Bu nedenle acilen bazı yasal düzenlemelerin yapılması zorunluluktur. Ayrıca kanun ve yönetmeliklerin Türkçe ile ilgili hükümleri de uygulanmalıdır.
Milli dil politikası geliştirilmeli, fakat dilde politika yapılmamalıdır. Bunun için dil konusunda sorumlu kurumları bir araya getirip koordine edecek yapılanmaya gidilmelidir.
TÜRKÇEYE SAYGISIZLIKTA BULUNANLAR NOTA İLE UYARILMALI``
BM nezdinde Türkçenin resmi dil olarak kabulünün sağlanması için girişimlerde bulunulmalıdır.
Türklerin yoğun olarak yaşadığı Avrupa ülkelerinde her kademedeki okulda eğitimin Türkçe yapılmasını temin amacıyla girişimlerde bulunulmalı, bu konuda uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde ikili anlaşmalar yapılmalıdır.
Türkçeyi küçümseme, Türkçenin konuşulmasını yasaklama gibi, Türkçeye karşı saygısızlıkta bulunanlar Dışişleri Bakanlığı tarafından hemen bir nota ile uyarılmalıdır.
Türkçenin en çok bozulduğu ve yabancı kelimelerin kullanıldığı alanlardan biri olan sporda, terimler Türkçeleştirilmelidir.
AZINLIK VE YABANCI OKULLAR HER YIL DENETLENMELİ``
Milli Eğitim Bakanlığı, TDK ile sıkı bir işbirliğine gitmeli, kurumun önerilerine açık olmalı, bunların uygulanması için genelgeler yayınlamalıdır.
Ders kitaplarında kelime sayıları sınıf seviyelerine göre yükseltilmelidir.
Okullarda çoktan seçmeli sınavlar yerine, kompozisyon tipi sınavlara ağırlık verilmelidir.
Azınlıkların ve yabancı okullar, Hıristiyan vakıfların veya kuruluşların desteklediği okullar, 3 yılda bir değil her yıl denetlenmeli, bu okullarda Türkçenin ihmal edilmesine izin verilmemelidir.
İlk ve ortaöğretim için hazırlanan 100 temel eserin özel sözlüğü hazırlanmalı ve ortaöğretimi bitiren her öğrencinin bu sözlüğün ihtiva ettiği dil seviyesini kazanmış olduğu çeşitli şekillerde ölçülmelidir.``
tumgazeteler
Alıntı yapılan: Tuğra - 03 Aralık 2008, 21:33:12
Bloglarda genellikle okuduğumu anlayamıyorum. Çünkü çok hatalar var. En küçük bir hatada takılıp kalıyorum. Bu benim elimde değil. Refleks halini almış. Bazen yazım hatalarından dolayı yarım bırakmak zorunda olduğum yazılar oluyor.
Teşekkürler Tuğra, çok yerinde tespitler aktarmışsın... &))
Kesinlikle önemli bir konu saçma sapan konuşan bir nesil olmaya başladı...
Bir milletin dili herşeyidir... bir ulus ilk önce dili yozlaştırılarak köle yapılma yolunda aptallaştırılır...
Evet haklısınız bende bu genç neslin özendirildiğini ve yavaş yavaş türkçeyi unutmaya yüz tutmay başladığını düşünüyorum... İNŞAAllah bunlara dikkat ederiz .... saolunuz hatırlatma için..
Paylaşım için teşekkürler kardeşim..
"Manevi değerleri yok olan bir nesil çökmeye mahkumdur"
Çok ama çok önemli bir konu.İnsan sinir oluyor net ortamında o acayip yazıları görünce .
misal evet yazmak yerine ewet , çok güzel yerine, çok gusel, sağol yerine saol....bunlar sıkça karşılaştıklarımız.Uyarı yapıldığı zamandda garip tepkilerle karşılaşıyor insan.Sana ne , önemli olan ne anlatmak istediğimiz değil mi gibisinden... Hele özellikle genç neslin, okul çağındaki neslin bu şekilde yazması çok üzücü.
Fatihan sana katılıyorum. Ben bu türde bir dille yazılan yazıları okurken, daha doğrusu okumaya çalışırken acaip geriliyorum. Genelde okuduğumdan da birşey anlamıyorum zaten. Son derece laubali bir dil... h33))
Ama sizler site yöneticileri olarak asla vazgeçmeyin ve gerekli uyarıları yapın lütfen... &))
Maalesef popülist gençliğin böyle bir internet jargonu mevcut. Özellikle ingilizce yazmaya çalışıyor bazıları "tamam" yerine "ok" gibi "görüşürüz" yerine "see you" gibi. İşte batı imitasyonunun insanlarımızı madara edip bigane düşürdüğü başka bir vaziyet.
Hey moruk, Historia’nın önünde buluşalım. Sana uzak ise Eskidji’nin önünde buluşabiliriz. What?.. Okey…
Heey n’ber?
Dont worry be happy. Relax ol…
Hani bana mail forwardlayacaktın?
Pıraytamdaki filmlere takıldım. Aksiyon filmi number vandı.
Directörü kim?
………
Onun mu, backgraundu iyi değildir. Hayret bi şiii.
Cep telefonun ne kadar komplex.
Ipod.
Vaaooov.
Nano teknoloji production.
Seni motivesiz görüyorum. Hasta mısın? İstersen hospitallerden birine gidelim.
Sen de çok naturelsin hele kokun o kadar fresh ve cool ki bayıldım.
Üzerindekilerle karizma yapmışsın.
Eh olcek o kadar…
Herıld yani.
Haydi bu kadar konuşma inaf.
Brunch mı yapalım lanç mı?
Brunch brunch…
Okey no problem.
Konsensus oldu mu?
Bizim jenerasyon hep brunch diyo.
I’m de best alayına ve her şey rest.
Haydi lets go…
*
Bu sözler üzerine özellikle Cemil Meriç’in dil üzerine söylediği sözü hatırlatmayacağım. Ağır olacak… Onun yerine Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Ses bayrağım” dediği, o sancağı yere mi düşürdük a dostlar?
Dil siperlerimiz bir bir işgal mi edildi? (böyle misal alışkanlıktan dolayı hep savaş yazıyorum ya. Ondan…)
Şapkamızı önümüze alıp düşünme zamanı gelip geçti mi yoksa?..
İsmail Bilgin
tam bir çorba yani....
Dil Üstünde Kaydırmaca
Büyük bir alışveriş merkezinin asansöründe iki genç kız konuşuyordu. Biri ötekine dedi ki: “Bu akşam eventler ve supper partileri var.”
Önce, “Bu akşam Levent’lere gideceğiz, süper olacak” falan gibi bir şey söylediğini sandım ama anladım ki genç kızımız gerçekten böyle konuşuyor. Event ve supper diyor.
Giyimleri, halleri, tavırları pek de öyle bol paralı, yabancı okullarda okumuş bir hava yansıtmıyordu. Daha çok, küçük işlerde çalışan kızlara benziyorlardı. Bir iş çıkışı kendilerini “ event”lere , supper partilerine atmak için planlar yapıyorlardı.
Onları suçlamadım elbette, anlamaya çalıştım.
O yaştaki gençlerin sıkıntılarını, toplumda kendilerine yer bulma çabalarını, bekledikleri aşkı bulma özlemlerini düşündüm.
İstanbul’da bu dil geçerli olduğu için onlar da sürüden kopmamaya çalışıyor, kullandıkları yabancı kelimelerle bir statü sahibi olmaya uğraşıyorlardı.
***
Dil değişiyordu elbette. Bizim gençliğimizde de değişmişti.
Yeni yetmeliğimde “Kafam bozuk” sözünü ilk kez kullandığımda babamın gösterdiği tepkiyi hiç unutmuyorum.
“Ne demek bu oğlum?” diye sormuştu. “Kafa saat mi ki bozulsun? Yanlış bir kullanım.”
Ama biz bu yanlış deyimleri kullanmaya devam ettik. Çünkü bize ait ayrı bir dilin oluşması; daha yaşlı kuşaklardan ayrışmamızı ve bu dünyaya damga vurmaya hazır hale geldiğimizi vurguluyor, bir tatmin duygusu veriyordu.
***
Bugünün gençleri de böyle bir duygu içindeler sanıyorum.
Bir şeyin sahtesine “çakma” diyorlar, yakın dosta “kanka.”
“Ne oluyoruz abi falan oldum” diye konuşuyorlar.
Bir şeyleri reset ediyorlar, reboot ediyorlar, chat yapıyorlar, SMS gönderiyorlar, facebook’a giriyorlar, google’da search, internette surf yapıyorlar, skype kullanıyorlar, in ve out olan trendleri takip ediyorlar, copy/paste yöntemini kullanıyorlar, post-modern takılıyorlar, cool görünüyorlar, shopping center’lardaki sale dönemini bekliyorlar.
***
Oysa her sözcük kendi dilinde, kendi kültüründe bir anlam ifade ediyor.
Ünlü bir boğa örneği geliyor aklıma.
İngilizce’deki “bull” çayırlarda geviş getiren bir hayvanı, İspanyolca’daki “toro” kelimesi ise kan, ihtiras, aşk ve gözyaşını akla getiriyor.
Aynı hayvandan söz edilmesine rağmen, dilin kelimelere yüklediği anlam, her şeyi değiştiriyor.
Bizde de durum böyle.
Çocuklarımız Amerikanca konuştukları zaman Amerikalıya dönüşmüyor, bu dilden bazı kelimeleri ödünç alan Türk gençleri oluyorlar.
***
İhan Mimaroğlu, çok kullanılan bir Amerikan diyalogunu Türkçe’ye çevirmişti.
“What’s up man?”
“Cool man cool!”
Çevirisi şöyle oluyordu:
“Yukarıda ne var adam?”
“Serin adam serin!”
Sizce bunun Türkçe’de bir manası var mı?
***
Neyse bu kış gününde biz de ayağımızı sıcak tutalım başımızı serin.
Ve de düşünmeyelim derin.
Zülfü LİVANELİ / Vatan
Cemil Meriç'in Dil Üzerine Düşünceleri
Dile en fazla önem veren isimlerden birisidir Cemil Meriç. Hemen hemen bütün yazılarında, bütün röportajlarında konu bir yerde dile bağlanır.
Cemil Meriç’e göre dilsiz toplum olmaz. (KA-1, s. 453) Dil bir milletin hafızasıdır. Eğer bir toplum dilini kaybederse hafızasını kaybeder, bugünü düne bağlayan köprüler dinamitlenir.
O, tarihi seyir içerisinde düşmanlarımızın teslim alamadığı tek kalenin hafızamız yani dilimiz olduğunu savunur. (M, s. 21) Dil ki bir milletin değil belki bütün bir medeniyetin ifade vasıtasıdır. (M, s. 26)
Cemil Meriç, bir kişinin aydın olabilmesi için mutlak surette kendi dilini çok iyi bilmesi gerektiğini söyler. “Aydın olmak herkesin hakkıdır. Ancak bu da bir çok şartlara bağlıdır. Önce kendi dilini, tarihini bilmek, sonra bu çerçeve içinde kendi dilini ve tarihini öğrendikten sonra, bütün tarihi, bütün düşünceleri öğrenmek, bunun dışında birkaç yabancı dili mükemmel bir şeklide öğrenmek…”[8] Bu sözlerine ilaveten başka bir yerde, “yeter ki [aydın] ana dilini gerçekten bilsin. Kelimeleri şecereleriyle tanısın. Asıl olanları adilerinden ayırsın” (BÜ, s. 108) der.
Cemil Meriç’in aydın olmanın vazgeçilmezi olarak gördüğü dil yine aydınlar tarafından müdahalelere maruz kalmış, dilin tabii seyri değiştirilmeye çalışılmıştır. “Mustağripler, zaferin sarhoşluğuyla bedahetlere meydan okurlar. Hiç bir ülkenin eşine rastlamadığı bir Vandalizme inkılâp adı verilir: Dil inkılâbı. Bu aşırı tasfiyecilik çıkmaza saplanınca sahneye yeni bir nazariye çıkarılır: Güneş Dil Teorisi. Bu dâhiyane buluş, intelijansiyanın namusunu kurtarır. Türkçe bütün dillerin anası olduğuna göre özleştirmeğe ne lüzum var... Ama bir kere ok yaydan fırlamıştır. İntelijansiya ebedi şef'in ölümünden sonra büsbütün gemi azıya alır. Dil devrimi politikanın emrindedir artık. Ona dil uzatmak, devlete karşı koymaktır. Aydının tek hürriyeti vardır: dili tahrip. Mektepler, nesillerin hafızasını nesebi gayr-i sahih “tilcik”lerle doldurur. Güdümlü basın bu yıkıcılığa alkış tutar.” (M, s. 24) Cemil Meriç dil inkılâbına şiddetle karşı çıkar: “Dil’de inkılâp olmaz. İhtiyar tarih, dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir çılgınlığa şahit olmamıştır.”(M, s. 25) der. Zira “dünyanın iki büyük inkılâbı, yani 1789’la 1917, ne kadar sınırlı, ne kadar korkakmış. Bütün müesseseleri yerle bir etmiş ama dile dokunmamış ikisi de.” (M, s. 28)
Bizdeki dile müdahalelere öfkesini böyle dile getiren Cemil Meriç, aynı şekilde “uydurma dil” faaliyetine de tepki gösterir. Uydurma dil faaliyetini, “bu bir sakamettir. Bir imha hareketidir.” sözleriyle ifade eder ve uydurma dile karşı olduğunu, hayatı boyunca bununla mücadele ettiğini, etmekte olduğunu ve edeceğinin altını çizer.[9] Cemil Meriç’e göre uydurma dil, tarihten kaçanların, şuursuzluğun, hafızasını kaybeden bir neslin, ülkesizlerin dilidir. (BÜ, s. 84)
Harf inkılâbı da kütüphanelerimizi tuğla yığınına çevirmiş, irfanımızı düne bağlayan köprüleri uçurmuş, (M, s. 24) kütüphanelerimizi dilsizleştirmiştir. (M, s. 34)
Dilimizdeki tasfiye hareketi Cemil Meriç’in öfkesine hedef olan konulardan bir diğeridir. Dil, ona göre kendi seyrini takip eder. Tasfiyeyi devlet değil, zaman yapar. (M, s. 24) Bu yüzden yeni mefhumlara yeni karşılıklar elbette bulunacaktır. Ama dilin öz malı olmuş kelimeleri, kökleri Arapça veya Farsça’dır diye kovmamalıyız. Birincisi inşâ, ikincisi tahriptir. Cedlerimiz buldukları yeni kelimeleri devlet zoruyla kabul ettirmemişleridir. Her buluş sadece bir teklif olmuştur. Zira Osmanlı’nın “tilcik” üretmeğe memur ulemâ-yı rüsûmu yoktur. (M, s. 26)
Yabancı kaynaklı kelimelerin dilimize girmiş veya girecek olanları ve bunların kullanımları ile ilgili tespiti de şu şekildedir: “Batı dillerinden alınacak yeni mefhumlara gelince, bunlar ya beşerîdirler, o zaman yeni olamazlar ve mutlaka dilimizde karşılıkları vardır; ya Batı tarihine bağlı mefhumlardır: sosyalizm, anarşizm, demokrasi gibi…tercüme edilemezler, aynen alacağız; ya bir icadın yani bir fethin beratıdırlar, onları olduğu gibi almışız ve ya Türkçeleştirmişiz, kim ne diyebilir?” (M, s. 28)
Cemil Meriç’in dil konusunda yapılması gerekenlerle ilgili bir de teklifi vardır: “Yapılması gereken: lafızları sağlam mefhumlara bağlamak, dilin mazbut bir kamûsunu vücuda getirmektir. Başka bir deyişle olanı korumak, yeni ihtiyaçları karşılamak için yeni ıstılahlar yaratmaktır.” (M, s. 23) Burada hemen belirtelim Cemil Meriç kamûsu namus olarak görenlerdendir: “Kamûs, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamûsa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamûsa.” (BÜ, s. 86)
Cemil Meriç’in kavram ve konulara yaklaşımı hep kendine has bir tarzda olmuştur. Onun düşüncelerinin temelinde sağlam ve geniş kültür birikimi yer alır. Cemil Meriç’in ele aldığı konularda derinlemesine incelemelerini, tarafsız yorumlarını ve sağlam hükümlerini görürüz. Dil ve edebiyat hakkındaki düşünceleri de bu çerçevede olmuştur.
Oğuzhan KARABURGU
Pamukkale Üniv. Fen-Edeb. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Karamanoglu Mehmet bey
Bazı kaynaklara göre 1261, bazı kaynaklara göre de 1263 yılında Kerimüddin oğlu 1. Mehmet Bey, beyliğin başına geçti. Karaman Bey’in en büyük oğlu idi. Babasının yolunda mücadeleye devam etmiştir.
‘’ Karamanoğlu Mehmet Bey mert ve bilgili bir devlet adamı idi, devrinin bütün bilgilerini öğrenmişti. Bilim ve sanat adamlarını çevresine toplamış ve onlara büyük bir değer vermiştir. Bu kahraman başbuğ millet olarak yaşayabilmek için her şeyden önce dil birliğinin sağlanması gerektiğine inanmıştı. Türkçe devlet dili olmalıydı.
Bunun üzerine Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277 tarihinde fermanında şöyle diyordu:
‘’ Bugünden sonra, divanda, dergâhta, barigâhta, mecliste, meydanda, Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır.
’’Mehmet Bey Konya’yı zaptettikten sonra, ilk iş olarak Türk Tarihine altın sahifelerle geçecek olan bu fermanla 1276 veya 1277 yılında Türkçe’nin zaferini de almıştır.
Mehmet Bey bu fermanla ‘’ Bu günden sonra divanda , dergâhta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil
kullanılmayacak’ diyerek Türkçe’nin diğer dillerden üstünlüğünü ilan etmiştir.’’
(Durmuş Ali ÖZBEK'e ait "BİR TÜRKÜDÜR KÖYÜM" adlı çalışmasından)
Kalin saglicakla...garsli36
Televizyon denen aletten nefret ediyorum. Dilin yozlaşmasının kanıtını insanın yüzüne tokat gibi -hem de Osmanlı tokatı- vuruyor. Umudu kaybetmek korkusu bir yana, dilin yozlaşması için verdiğim -ve katkıda bulunan herkes- çabaları kendimce yeterli bulmayıp daha ne yapabilir de toplumun acısını bile hissetmediği bu kan ağlayan yarayı nasıl iyileştirebilirim diye çılgınca düşünüyorum. Umutla umutsuzluğa doğru mu yoksa, umutla ufka doğru mu ilerliyorum bilmiyorum...
İnsanları etkilemenin en kısa ve en etkili yolu televizyon. Bunun bilincini taşıdığını söyleyen(!) televizyon insanları "dil bilinci"ni kavrayamadığı sürece, bir yandan bir şeyleri iyileştirdiklerini düşünürken, diğer yandan açtıkları "kalıcı" yaraların farkına asla varamayacaklardır.
Madem toplumdaki insanların çoğu başka insanları "örnek" alma eğilimindeler; öyleyse her yerde ve her zaman kişisel değil, genel verimlilik örneği oluşturulmalıdır.
Edebiyatçıların, dil bilimcilerin çoğu zaten "dil bilinci"ni kavramış insanlardır. Ama bu kesimin dışında kalan insanlarda bu bilinci oluşturmanın en etkili ve kısa yolu basın, yayın, ve televizyon kuruluşlarından geçmektedir. Bu alanlarda görev alan "örnek kişilerin" bu konuya her şeyden daha önem vermeleri ve bu işin bilincini kavramış insanlardan yararlanmaları gerekir.
Görkem BAKKALOĞLU
YAZIM YANLIŞLARI
Yazım Kuralları ve Türkçe’nin Doğru Kullanımı
Bir yazı ile okuyucuya mesajı doğru iletmede kaynağın önemli bir rolü ve sorumluluğu bulunmaktadır. Bu yüzden mesajı ileten kişi mesajını yazılı olarak iletirken birtakım yazım kurallarına uyması gereklidir. Özellikle öğrencilerin yazı yazarken yaptıkları en önemli hata, noktalama işaretlerine uymamalarıdır.
Yazılarda noktalama işaretleri bazen hiç kullanılmamakta bazen de yerinde kullanılmamaktadır. İfadelerin doğru anlaşılması için bu kurallara özenle uyulmalıdır.
Bir bilgisayar programı kullanılarak yazılan yazılarda ise boşluk konusuna dikkat edilmelidir. Örneğin,
-Noktadan ve virgülden önce boşluk bırakılmamalıdır.
-Noktadan ve virgülden sonra boşluk bırakılmalıdır. Boşluk bırakılması unutulduğunda noktanın öncesinde ve sonrasındaki sözcükler tek bir sözcük olarak algılanmaktadır. Bu da yazıların kağıt üzerindeki düzenlemesini olumsuz etkilemektedir.
-Parantezler açılırken parantez öncesinde boşluk bırakılmalı, açılan parantezle metin arasında boşluk olmamalıdır. Parantezler kapatılırken parantez öncesinde boşluk olmamalı, sonrasında ise olmalıdır.
Diğer bir hata türü yazım yanlışlarıdır. Sözcükler Türk Dil Kurumu’nun belirlediği kurallar göz önünde bulundurularak yazılmalıdır.
Yaygın olarak yapılan bir başka hata da sözcüklerin yanlış kullanımlarıdır. Örneğin “neden olmak”, “yol açmak” ve “sağlamak” gibi sözcükler çok farklı anlamları verebiliyorken aynı anlamda kullanılmaktadırlar.
Ayrıca bazı sözcüklerin Türkçe karşılıkları varken (genelde) farkında olunmadan yabancı karşılığı kullanılmaktadır.
Genel Yazım Yanlışları
Yanlış (!)
Doğru (!)
hergün
her gün
heryer
her yer
herşey
her şey
harhangibiri
herhangi biri
herbiri
her biri
birgün
bir gün
birşey
bir şey
bir çok şey
birçok şey
bir kaç şey
birkaç şey
hiç bir şey
hiçbir şey
pekçok
pek çok
pekaz
pek az
arasıra
ara sıra
yanısıra
yanı sıra
peşisıra
peşi sıra
ardısıra
ardı sıra
akşam üstü
akşamüstü
suç üstü
suçüstü
ayak üstü
ayaküstü
terketmek
terk etmek
ayırdetmek
ayırt etmek
farketmek
fark etmek
arzetmek
arz etmek
vaadetmek
vaat etmek
haketmek
hak etmek
muhtacolmak
muhtaç olmak
şehidolmak
şehit olmak
vaz geçmek
vazgeçmek
baş vurma
başvurmak
ön görmek
öngörmek
var saymak
varsaymak
ya hut
yahut
ve ya
veya
yada
ya da
laboratuar
laboratuvar
antreman
antrenman
eşortman
eşofman
orjinal
orijinal
yalnış
yanlış
yanlız
yalnız
kiprik
kirpik
kirbit
kibrit
anbar
ambar
canbaz
cambaz
çenber
çember
makina
makine
meyva
meyve
zatüre
zatürree
matba
matbaa
deynek
değnek
süpriz
sürpriz
poaça
poğaça
kordalye
kurdele
sandoviç
sandviç
eksoz
egzoz
pardesü
pardösü
ayidat
aidat
pilaj
plaj
tazik
tazyik
traş
tıraş
metod
metot
arasöz
ara söz
arayön
ara yön
Türkçe Karşılığı Varken Kullanılan Sözcükler ve Yanlış Kullanımlar
Sözcüğün yanlış kullanımı
Doğrusu (!)
Türkçesi
çok mersi
merci beaucoup
Çok teşekkür ederim.
Teşekkür ederim.
detay
detail
ayrıntı
fonksiyon
function
işlev
fonksiyonel
functional
işlevsel
avantaj
advantage
üstünlük
kriter
criterion
ölçüt
kriterler
criteria
ölçütler
test sınavı
???
çoktan seçmeli sınav
layt (light)
light
hafif
fest fud
fast food
hazır yiyecek
hard disk
hard disc
sabit disk
imeyıl (e-mail)
e-mail
e-posta, elmek
meyil (mail)
mail
e-posta mesajı, ileti
meyil çekmek
sending a mail
e-posta mesajı yollamak
maus (mouse)
mause
fare
ran etmek (run etmek)
running
çalıştırmak
Hazırlayan: Dr.S.Sadi SEFEROĞLU
Katkı Sunan: Muharrem AYICI
Çok yararlı bilgiler, çok ilgimi çekti. Teşekkürler...
Yazı yazarken doğru olup olmadığından şüphelendiğim bazı şeyler vardı:
birgün-bir gün, birşey-bir şey, akşam üstü-akşamüstü.
Şunlar da şaşırttı beni, yanlış olanları doğru sanıyordum:
vaadetmek-vaat etmek, traş-tıraş, metod-metot. Özellikle "metod,traş ve vaad" yanlışmış. :icomsupr: Bunların yanlış olanlarının doğru olduğundan çok emindim. :dgnk
Yeni kelimelerin Türkçeye kazandırılmaları, yazarların beğendikleri veya türettikleri kelimeleri yazıları ve eserleri içinde kullanmaları ile olurdu. Okurlar tarafından beğenilen, benimsenen kelimeler ise günlük konuşma ve yazışmalarda revaç bulurdu.
Türkçenin zarafetini husule getiren üdebanın serbest çalışmasının önüne, bir takım kurum ve kuruluşlarla geçilip, adeta emir ve komuta zinciri içinde zart ve zurt la yazım ve yazıtların, sözcük ve tümcelerin ön pılana çıkarılmalarıyla irticai bir yazım tarzı meydana getirildi.
Dile yapılan bu sabotaj, esasen Tevfik Fikret’çe ye, Mehmed Akif’çe ye, Yakub Kadri, Falih Rıfkı, Hüseyin Cahid, Halide Edip, Ahmed Haşim, Yahya Kemal’ce ye dir. Daha nicelerinedir. Fuzuli’yi, Nabi’yi, Nefi’yi, Nedim’i ve diğerlerini saymaya kalkarsak içimizdeki tahribatın vüsatinin daha da cesim olduğunu görürüz.
Dabulyu (W) edebiyatıyla yetişen neslin, Türkün birikmiş bedii zevklerinden tad alması mümkün deyildir. O zevklerden ve hazlardan ve de bilgiden mahrum yaşayacaklardır. Kılasik zevkleri olamayacaktır.
Onun içindir ki, İstanbul un tarihi surlarını tamir ediyoruz derlerken, tahrib ve tadil ederek tarihin ve zamanın ruhunu yok ediyorlar. Patrona Halil Hamamı restorasyonu, Türkçesi çobanlık ve çoraklıkla ölçülebilecek olanların yapacakları düzeydedir.
Üniversitelerin tarihi binalarını kondu eklerle, kelime bilgileri kadar düşünebildiklerinden bezeme yerine “benzetmektedirler”. Netice itibariyle bugün Dabulyu (W) edebiyatı ile adeta varoş ve gecekondu “yazını” genişleyerek Türkçeyi ablukaya almaktadır.
Bin yıldır işlene işlene, fetih edile edile muazzam bir mana ve ifade zenginliğine ve müzikalitesine yükseltilen babamın Türkçesi; bu gün kendilerini muhafazakâr addeden şaşkınların dilinde bile “Tarzan” Türkçesine inkılab ederek tereddi etmektedir.
Bozkır ve çoban lisanını, ilericilik modası ve ruhi pisikozları içinde toy dimağlara tahmil ederek, bilerek veyahut bilmeyerek, onları bırakınız dedelerini, ebeveynlerini anlayamaz hale getiriyorlar. Dilin tarih içindeki birikimine, zenginliğine, tasarrufuna vakıf ve sahib olamayan bir neslin Türk tarih ve sanatına ve mimarisine; ne anlayıp ne hissedecek de sahip çıkarak onları korumaya müstenid tavır alacak?
Benim değer ifade etmeyen bir tavsiyem olacaksa şunu demek isterim:
Genç arkadaşlarımın öğrenme kabiliyeti yaşlarını geçirmeden, Türk ediplerinin külliyatlarına ulaşmaları keyif alacakları hususlarda derinleşmeye çalışmalarıdır.
Alaman üdebasından Göte “Devamlı değişen bir dile değerli ve esaslı eserler emanet edilemez” demiş. Ona göre…
Abdurrahman Çelebi
Bu bölümde, bu kadar yazım yanlışı olan bir yazı... :S
Bahçeşehir Lisesi öğrencileri, Türkçe'nin yabancı dillerin etkisi altında kalmasına "Dur" dedi. Sokakta dolaşırken ya da televizyon izlerken karşılaştıkları yabancı kelimelerin fotoğraflarını çeken duyarlı öğrenciler, Türkçe'deki bozulmaya dikkat çekti.
Gün geçmiyor ki kelime dağarcığımıza yabancı bir kelime eklenmesin. Sokağa çıktığımızda ya da televizyonu açtığımız anda hemen göze çarpıyor, anlamsız kelimeler içeren konuşmalar, İngilizce ile Türkçe'nin karışımından oluşan mağaza isimleri, dizilerden kopup gençlerin kelime dağarcığına yerleşen değişik kalıplar.
Türkçe'nin özünden uzaklaşmış haline, artık herkes alıştı ve kimse düzeltmek için bir çaba göstermiyor. Ancak bu gidişe Bahçeşehir Lisesi öğrencileri "Dur" dedi. Anadilimizin önemini kavrayan öğrenciler, Türkçe'deki bozulmayı fotoğrafladı.
Bahçeşehir Lisesi 10. sınıf öğrencileri, sokakta dolaşırken, televizyon izlerken ya da radyo dinlerken karşılaştıkları yabancılaşmış kelimeleri fotoğraf karelerine taşıyarak dilimizin önemini vurguladı.
Türkçe'nin kullanımına ilişkin sorunlara duyarlı bir birey sorumluluğuyla sokak sokak dolaşan 50 lise öğrencisi, dil kirliliğinden duydukları rahatsızlığı 'Agh Dilim, Wah Dilim' isimli sergiyle ortaya koydu. İki ay boyunca gördükleri tüm bozuk Türkçe örneklerini fotoğraflayan öğrenciler, artık daha bilinçli. Binden fazla fotoğraf çeken gençler, bu çalışmalarıyla herkese örnek oluyor.
Güzelim Türkçe'mizin bozulmasına 'Dur!' demek isteyen gençlerin sloganı ise, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın dizelerinden: "Türkçem benim ses bayrağım." Tarih dersi öğretmeni İlhan Gülek önderliğinde başlayan proje için Gülek "Türkçe'miz ancak gençlerin çabasıyla kurtulabilir. Bu çalışmayla kültürel yozlaşmanın boyutları da ortaya çıkmış oldu" diyor.
Seda ÇAKIR / HABER MERKEZİ/Sabah
Kuralcilik her dönemde gencleri sıkmıstır. Kurallarin disina cikarak, icinde bulunduklari sıkıcı durumu eglenceli hale getirmeye calisirlar. Istim birakirlar...
Genclerin kendileri icin kurduklari, aslinda öyle olmamasi gerektigini de bildikleri, kendileri icin eglenceli olan dünyalarina müdahale etmek...
D I L I K U R T A R M A K D E G I L D I R
...
Sokaktaki argo kullanimi ile bir dil bozulmaz...
...
Milli dil,
akademik calismalarla, edebi eserlerle, kitablarla, yazili, görsel ve elektronik medyadaki ürünlerle yasar, gelisir, büyür...
...
Senin basininda, üniversitelerinde, kitab dünyanda adam gibi eser yoksa,
sokaktaki dile "zabita" dikerek dilini kurtaramazsin...
...
Bizim dilimiz,
ben bildim bileli hep bozuluyor..
Birileri hep bundan sikayetci...
Ama dillerde dolasan, ellerde oksanan, toplu tasima araclarinda delice okunan kac eserimiz var?
..
Macta 4 gol ye, hic pozisyona girme,
hakem hatalarina, rüzgara, seyirciye oraya buraya bahane bul..
gibi bir sey...
Konfüçyüs'e
-“Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, ilk iş olarak ne yapardınız?”diye sormuşlar, Konfüçyüs şöyle cevap vermiş:
-“Önce dili düzeltirdim. Dil düzgün olmazsa kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa yapılması gereken şeyler iyi yapılamaz.
Gereken yapılamazsa ahlak ve kültür bozulur. Ahlâk ve kültür bozulursa adalet yolunu şaşırır. Adalet yanlış yola saparsa, halk güçsüzlük ve şaşkınlık içine düşer. Ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bu sebeple söylenilen sözü doğru söylemelidir.
Hiçbir şey dil kadar mühim değildir.”
İlginç bir yorum olmuş Racül,siz ne yapmamızı önerirsiniz ülkenin belirli mevkilerinde,düzgün konuşmayı bilmeyen,sadece kavga edebilen,okullarda hiçlik eğitimi veren insanlar kara cahil diye bizlerde mücadele etmeyelim mi? e52))
Alıntı YapSokaktaki argo kullanimi ile bir dil bozulmaz...
İnsan nasıl alışırsa o şekilde devam eder ve tabi onlardan gelen nesilde aynı şekilde....elbette olağan üstü bir durum olup da,kıvrak zekalı,duyarlı yeni bir nesil olursa durum değişebilir.
Bu durumda oturup bunumu beklememiz gerekiyor ? e52))
Yalnız bahsi geçen argo ile şimdiki neslin kullandığı dil arasında epey fark var.Argo kullansalar ona da eyvAllah diyeceğiz ama o da değil yani tamamen uyduruk, saçmasapan birşey...
Alt kültür grublarinin kendilerine ait bir uyduruk dil kullanmalari, bizim gibi "dili ve kültürü kayb olmak üzere ;)" olan ülkelere has bir durum degildir.
Dünyanin tüm ülkelerinde bu böyledir..
Cühelanin yanlislariyla bir dil bozulmaz.
Yazili kültürde iyi bir durumda degilseniz, adam gibi eserler veremiyorsaniz,
e
haliyle korkmaniz lazim...
Okumuslarin münbit olamamalari, eser vermede kisir kalmalari gibi gercek problemlerin sorumlulugunu, agzindaki dille, cebindeki bozuk parayla oynar gibi oynayan
üc bes haylaz velede yüklenmez...
Dili besleyecek, genel seviyeye katki yapacak, ise yarayacak eserlerin mebzul mikdarda bulundugu ülkelerde,
bu tarz alt kültür ürünü diller,
üniversite arastirma konusu olur sadece..
Bizim gibi isini yapamayan okumuslarin eline kalmis ülkelerde ise,
okumuslar tarafindan günah kecisi ilan ediliyor,
okumuslarin alarma gecmelerine yol aciyor...
Sorun ve eleştiri de zaten yazılı dile yoksa konuşma diline değil.
Bugün bazı öğretmenler dahi bu sınıfa dahil.İki kelimeyi bir araya getirip yazamıyorlarsa sorun var.Bunlar talebe yetiştiriyor o talebeler de öğretmen olacak kısaca yeni nesil olacak ama daha da yozlaşmış bir biçimde....
Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşaması gelişip zenginleşmesi için şunlar önerilebilir:
1. "Önce Türkçe!" sloganı kafalara ve gönüllere yerleştirilmeli herkesi güzel Türkçe öğrenmeye ve kullanmaya özendirmeliyiz.
2. "Önce Türkçe!" konusunda bireysel ve toplumsal duyarlık dil duygusu ve ana dili bilinci oluşturulmalıdır. Bu konuda herkese görev düşer. Asıl sorumluluk ise örgün ve yaygın eğitim kurumlarına; yazılı sözlü ve görüntülü kitle iletişim araçlarına sanatçılara yazarlara aydın kesime düşmektedir.
3. Özellikle aydın kesim yabancı hayranlığı ile yabancı sözcük düşkünlüğünden kurtarılmalıdır.
4. Yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde öğretimin çok farklı şeyler olduğu kafalara iyice yerleştirilmelidir. Okullarımızda hâlen yürütülmekte olan yabancı dil öğretiminin çok verimsiz olduğu göz önüne alınarak verimli ve etkili yabancı dil öğretimi için gerekli önlemler hiç zaman geçirmeden alınmalı yabancı dilde öğretime ise son verilmelidir.
5. Verimli bir yabancı dil öğretimi için yüksek öğretim kurumlarında ilk yıl küçük gruplar hâlinde ve nitelikli okutmanlarla etkili bir "yabancı dil hazırlık sınıfı" uygulaması daha sonraki yıllarda "meslekî yabancı dil" dersleri önemli bir çözüm yoludur. Ankara Üniversitesinin TÖMER kanalıyla yürütmekte olduğu hazırlık sınıfı uygulaması esas alınabilir.
6. Bütün öğretim kademelerinde Türkçe eğitiminin yeterince etkili verimli yapılabilmesi için gerekli duyarlık ve özen gösterilmelidir. Bu önemli konu gelip geçici olan bakan ya da hükümet politikası olarak değil sıkı ve değişmez bir devlet politikası olarak görülmelidir. İşin özü etkili ve bilinçli ana dili eğitiminde yatmaktadır. Şunu hiç unutmayalım ki iyi bir yabancı dil öğretimi için de iyi bir ana dili eğitimi ön koşuldur.
7. Çok kolay olmamakla birlikte dil gümrüğü uygulamasına bir an önce geçilmeli baskın dile/dillere karşı koyabilmek için sözcük ve terim üretimine yeterince önem verilmeli çeşitli dallardan uzmanları da devreye sokarak bu konuda yoğun çalışmalar yapılmalıdır.
8. Dil alanında en etkili kesimlerin başında eğitimciler öğretmenler geldiğini göz önünde tutarak öncelikle Türkçe ve edebiyat öğretmenleri olmak üzere bütün öğretmenlerin ana dili duyarlığı ve bilinci ile yetiştirilmelerine büyük önem verilmelidir.
9. 1930'lardan 1980'lere kadar yürürlükte olan 5237 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu'nun 21. maddesi çeşitli işyerlerinin kapılarına asılacak levha ve tabelaların Türkçe olmasını şart koşuyordu. Bu yasanın uygulamadan kaldırılmış olması ve değişen şartlar durumu tersine çevirmiştir. Adı geçen yasaya yeniden işlerlik kazandırılması uygun olur.
10. Türkçenin yozlaşmaktan korunması ve kurtarılması için genel ve yasal bir düzenleme amacıyla hazırlanan "Türk Dilinin Kullanılmasına İlişkin Kanun" tasarısı dil-anlatım ve konuya yaklaşım bakımından gerekli düzeltme ve düzenlemeler de yapılarak bir an önce yasalaşmalıdır.
11. Bir ülkenin kültürü ve dili tek başına ele alınamaz. Dil ülkenin sosyal ekonomik kültürel ve teknolojik yapısı ve özellikleri ile iç içedir ve onlardan ayrı düşünülemez. Eğer bir malı veya aracı kendimiz üretmiyor da dışarıdan alıyorsak sadece onu değil onun adını ve onunla ilgili terimleri de almak zorundayız demektir.
O hâlde ekonomi ve teknoloji başta olmak üzere her alanda üretmeden tüketmek çılgınlığına karşı çıkmak da ulusal bir görev ve sorumluluktur. Çünkü üretimi bir yana bırakarak sadece tüketim toplumu olmakla hiçbir yere varılamaz. Bu şekilde olup da tarihten silinen toplum ve ülke sayısı az değildir.
Görüldüğü gibi en çarpıcı ve can alıcı noktalardan biri dili bir bütünün parçası olarak görmek önce o bütünü geliştirmektir
Prof.Dr.Cahit Kavcar
çok kafa yorulur bı konu hakkında öneriler çok olur ama bu yanlışı genelde genç kitleyi çekmek isteyen işletmeciler...Ve bu hedefteki gençler yapıyor önce bunları bir düzeltmek lazım. mesela msn den yazarken ayyhhh asqim biytanem janimsin zen ...gibi saçma saçma okunması bile zor olan şeyleri yazmamalarını söyleyelim ki mouse un fare olduğunu sonradan öğrenir :)
(http://img211.imageshack.us/img211/594/dddcw6ft5.jpg)
Son yüzyılda İngilizcenin istilası altında Türkçe. Yabancı hayranlığının hat safhaya ulaştığı günümüzde kendi dilinden utananların akıllara zarar tabelaları ile dolu sağımız solumuz. Cep telefonu mesajlarında Türkçenin sesli harflerinden tasarruf ediliyor, yabancı adlarla iş yerleri açılıyor, televizyon ve radyolar yayına giriyor, pek çok süreli dergi piyasaya çıkıyor. V'nin yerine W, ks'nin yerine X kullanılıyor. Birileri bizi yabancılaştırıyorken, birileri de fena halde TURKCHE konuşuyor. Peki, Yahya Kemal BEYATLI'nın "ağzımızda anamızın sütü gibi helâl ve güzel olmalıdır." dediği güzel Türkçemiz nereye sürükleniyor?
Teknolojinin ve basının yardımıyla Türkçemiz, Türkilizce'ye doğru yol alırken, övüne övüne bir hal olduğumuz bilgisayar kelimesi bile artık yeni neslin diline PC olarak yerleşmeye başlıyor.
Yeni nesil Türkler artık mail atıyor, feedback istiyor, cwp yazıyor, sms yolluyor, slm verip, a.s alıyor, bye deyip, tşk ederek sohbetini bitiriyor. Yeni doğmakta olan bu uyduruk dille öyle iyi iletişim kurabiliyorlar ki anlaştıklarını O.K'layarak kısaca belirtiyorlar.
Büyük bir kesim, aralarında çoğumuzun anlayamadığı yeni bir dille konuşuyor. V F'ye, Z S'ye, C J'ye dönüşüyor ve efet, güsel, abijim diyerek Türkçemiz daha da şirin bir dil olma yolunda ilerliyor(!) İki mesaj uzunluğundaki duygu ve düşünceleri 160 karaktere sığdırılabilmek, kontörden tasarruf edebilmek için Türkçenin sesli harflerinden de tasarruf etmekte hiçbir sakınca görülmüyor.
Artk bz trklr trkcyi sessz harflrle yazblmyi, konsblmyi hatta sesli hrflr olmdn anlsblmyi becrblyrz.
Artık "dahi anlamına gelen de'nin, ki bağlacının ayrı yazılması gerekirken birleşik yazılmasına bile razı olduk, Adnan Menderes Bulvarında sağdan sola uzanan Türkçe İngilizce karşımı mağaza isimleri arasında yürürken. Emlak'ı MLUCK, Karizma'yı Carizma yazan zihniyet, ileride çocuklarına isim olarak "Ayshe, Shakir, Chaglar" koyar, "chaylarını da kesme sugur'la icherlerse" hiç şaşmamak gerekir!
Biz İngilizceyi aşmışız, hatta ana dilimiz gibi konuşur olmuşuz. Şimdi sıra yabancı dil eğitimi veren bir kursta Türkçe öğrenmekte!
"Kâmusa uzanan el namusa uzanmıştır." diyor Cemil MERİÇ. Sözlüğümüz, gün geçtikçe "sozluc"leşirken artık dilimize sahip çıkmanın vakti geldi de geçmedi mi? Türkçe giderse Türkiye de gitmez mi?
-THE SON!-
Fransız generaL,Nene Hatuna Türkçe oLarak : ''Tebrik ederim'' diyor.. Biz ''Thans you''..
Rus komutan,Kazım Paşaya Türkçe oLarak : ''Türkiye'niz çok cesur..'' diyor ..Biz ''Turkey'' yada ''heart'' keLimeLerini kuLLanıyoruz..
UNUTMAYIN! DİLİ OLMAYAN BİR ÜLKE , ÜLKE DEĞİLDİR!
Kaynak : Evren Günlüğü
:) e44))
Trajikomik! Ama gerçekten çok dağıttı yeni nesil bu konuda! Nasıl toparlayacağız bilmem! a25))
Birde Avrupali Türkler var bu arada.
Bizler okullarda Türkçe egitimi almiyoruz. (verilmiyor!)
Bunun için bir çok avrupali genç gülünç duruma düsmemek için türkçe yazilan
sitelere katilmiyor. Türkiyeye geldigimiz de acaba yanlis bir cümle mi kurduk? veya
bu kelimenin türkçesi ne idi acaba? diye az düsünmüyoruz. Benim de mutlaka çok yazi hatalarim
oluyordur. Bu yüzden asagi daki Türkçe yazanlar için hatirlatmalar bölümü benim için çok iyi oldu.
Tesekkürler Tugra. fg20))
Alıntı yapılan: omur - 13 Nisan 2010, 09:29:17
Bunun için bir çok avrupali genç gülünç duruma düsmemek için türkçe yazilan
sitelere katilmiyor. Türkiyeye geldigimiz de acaba yanlis bir cümle mi kurduk? veya
bu kelimenin türkçesi ne idi acaba? diye az düsünmüyoruz.
Yabancı olup da, veya yabancı memleketlerde yetişip de bozuk Türkçe konuşanlar çok sevimli bence... :) Gülüyorsak da dalga geçmek için değil, şirin bulduğumuz içindir...
Tesekkürler Günbatimi, herkes sizin gibi hosgörülü degil maalesef.
Millet ne bilsin bu kisi avrupali mi degil mi? Yüzümüz ara sira kizariyor. :sas
Ege Üniversitesi (EÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gürer Gülsevin, Türkçe'deki yozlaşmanın giderek arttığını belirterek, "Türk dilinin yozlaşmasının asıl sebebi dildeki değişiklikler değil, insanların beyinlerindeki değişikliklerdir" dedi.
EÜ Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü'nde düzenlenen "Türkçe'nin Yozlaşması" konulu konferansta konuşan Prof. Dr. Gürer Gülsevin, yeryüzündeki bütün dillerin diğer dillerle iletişim halinde olduğunu ifade ederek, "Türkiye tarih boyunca birçok farklı kültürü bünyesinde barındırdı, ancak günümüzdeki 'dil yozlaşması' hiçbir dönemde yaşanmadı" dedi.
21. yüzyılda "Amerikanlaşma" sorunuyla karşı karşıya olunduğunu söyleyen Gülsevin, "Öz Türkçe olan kelimelerimiz, tümcelerimiz Amerikanlaştırılıyor. Bilerek ya da bilmeyerek yabancı kelimeler dilimize yerleştiriliyor, buna dur diyemiyoruz" diye konuştu.
Yozlaşmaya karşı en önemli görevin basın yayın kuruluşlarına düştüğünü vurgulayan Gülsevin, "Farklı dillerle iletişim halinde olmak güzel bir şeydir. Ancak kantarın topuzu kaçarsa benliğimizi kaybetmiş oluruz" dedi.
Türk toplumunun kültürel açıdan Amerika'nın kat kat üstünde olduğunu ifade eden Gülsevin, "Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan emperyalizmine karşı duramadık. Amerika özentisi her yanı sardı. Son yıllarda değişim gösteren ve yozlaşan Türk dili değil, bazı insanların beyinlerinin içidir" şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Gürer Gülsevin
BİR FIKRA
Sabun da mı bulamadın?
Çocuk İstanbul'a okumaya geliyor. Sonra köyüne dönüyor. Üstü başı kirli bir şekilde.
Babası 'oğlum niye yıkanmadın hiç?' diyor.
Oğlu cevap veriyor:
"baba olanak bulamadım"
Babası : "Olanak bulamadıysan sabun da mı bulamadın"
m2)) Güzelmis Tugra. Tesekkürler.
Kuzum siz bu konuştuğumuz, yazdığımız lisana Türkçe mi diyorsunuz? Böyle sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Evet bizim konuştuğumuz dil de Türkçedir ama sokak, çarşı pazar günlük iletişim Türkçesidir o. Asıl Türkçe bu Türkçe değildir. Başka bir Türkçe, yazılı, edebî, zengin Kültür Türkçesi vardır ki asıl "lisan-ı 'azbü'l-beyan-ı Türkî" odur, "şîrin zeban-ı Türkî" odur ve heyhat ki heyhat, biz o güzel Türkçeyi yitirmişizdir.
Üç beş yüz kelime ve ünlemle kullanılan bugünkü kaba dil ne kadar zavallı, fakir, yavan ise; yüzbinlerce kelime ve tâbirden müteşekkil zengin Türkçe o kadar ince, o kadar medenî, o kadar latiftir.
Yitirdiğimiz o güzelim Türkçeyi tekrar ele geçirebilir miyiz?.. Heyhat, bu, belki muhal ve mümteni değildir ama çok zordur.
Bin yılda oluşan harika bir lisan kırk elli senelik bir tahribat sonunda işte bugünkü kuş diline dönüştürülmüştür.
Türkiye Müslümanlarının dilini kestiler, yüksek enderun ve divan kültürünü katl ettiler...
1940, 50, 60 yıllarında halk bunun farkında idi. Artık lisan kırımının fecaatini ve felaketini idrak eden çok az kişi kaldı.
Bir millet sadece topla tüfekle, bomba ile mağlub edilip yere serilmez. Lisanını tahrip ederseniz onu yine yıkmış, zelil ve esir etmiş olursunuz.
Türkiye Müslümanları Arapça bilmediği için bizden din kültürü dili Türkçedir. Hangi Türkçe? Elbette zengin yazılı edebî Türkçe. İşte o Türkçe elden giderse tereddi, tefessüh, yozlaşma, zillet, esaret başlar.
Müslüman halk o hale düştü ki, Ömer Seyfeddin hikayelerini bile yüzde yüz anlayamıyor. Piyasadaki Ömer Seyfeddin kitaplarının zengin ve güzel Türkçeden, fakir ve sade suya tirit Türkçeye tercüme edilerek yayınlandığını bilmiyor musunuz?
Müslümanların kaçta kaçının gündeminde Türkçe meselesi yer almaktadır.
Zaman zaman bendenize "Çok ağır yazıyorsun, kullandığın bazı kelimeleri anlayamıyoruz" mealinde mesajlar geliyor. Ağlayayım mı, güleyim mi bunlara? Benim yazdığım Türkçe, bilmecburiye, sâdenin sâdesi, basitin basiti bir Türkçedir. Bu anlaşılmazsa ben nelere gideyim?
Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda Türk Dil Kurumu Başkanıyla ayak üstü konuştuk. İki yüz bin kelimeyi aşan bir sözlük bastırmışlar. Yazık ki bunların kısm-ı âzamı kullanılmayan, ölü kelime ve tabirlerdir. Başkan beyefendi, beş yüz bin kelime ve deyim ihtiva eden çok büyük bir sözlük daha hazırladıklarını, lakin bunun henüz basılmadığı söyledi.
Zengin Türkçenin yaşayıp yaşamadığının ölçüsü şudur:
Otuz kişilik lise son sınıfta en az beş öğrenci
• Osmanlı (İslâm/Kur'ân) alfabesiyle 1928'den önce basılmış Fuzulî divanını kolayca, hiç takılmadan okuyabilecek.
• Herhangi bir kaside veya gazeli şerh edebilecek.
• Bu kıraatten zevk alacak, haz duyacak.
• Fuzulî'den, Baki'den, Şeyh Galib'ten, Koca Ragıb Paşa'dan, Ziya Paşa'dan ve emsali şuara-i Osmaniye'den yüzlerce mısra, beyit, kıt'a ve rubaiyi ezbere bilecek ki, bu memlekette zengin ve edebî Türkçe yaşıyor diyebilelim. Zengin, edebî, yazılı, medenî (tersi bedevîdir!) Türkçenin canına okuyanlar Türkiye'ye, Türkiyelilere en büyük düşmanlığı yapmıştır. Japonlar'ın başına böyle bir dil ve yazı felaketi gelmiş olsaydı kalkınamazlardı.
Mehmet Şevket Eygi
Güzel bir konu teşekkürler. Mehmet Şevket Eygi yazısında Fuzuli'nin Baki'nin eserlerinin okunup anlaşılmasından bahsetmiş. Onları bırakın şimdi genç ve hatta orta yaş grubundakiler İstiklal Marşı'mızı bile anlamıyorlar. Hatta ve hatta bunu da bırakın şimdiki çocuklar benim günlük hayatta konuştuğum kelimeleri bile anlamıyorlar.
TDK’nin, kerameti kendinden menkul ve kendince makbul lügatleri meğer yıllardan beri sapır sapır dökülüyormuş...
Öyle ki “atasözü” maddesini bile tecrübe tahtasına çevirmiş. Hadi açıklama noksanlarını görmedik diyelim; peki, yanlış izahlarını da görmeyelim mi?
Mesela bütün atasözleri öğüt mü veriyor?
TDK öyle diyor:
“Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz...”
TDK tabii ki yine hata ediyor...
Hatasını anlatayım:
Evet, birçok atasöz(darbımesel)lerimiz bal gibi ve pek hoş öğüt(nasihat)ler verir:
Çalma elin kapısını, çalarlar kapını.
Çirkefe taş atma, üstüne sıçrar.
Ayağını yorganına göre uzat.
Bugünkü işini yarına bırakma.
Yoldan kal, yoldaştan kalma.
Güvenme varlığa, düşersin darlığa.
Bir kısım atasözleri aslında apaçık bir gerçeği söyler, bir taraftan da ima yoluyla bize nasihat eder:
Taşıma su ile değirmen dönmez. (İşini başarmak için başkasından yardım bekleme.)
Bakarsan bağ, bakmazsan dağ. (Faydalandığın şeyin bakım ve tamirini ihmal etme.)
Keskin sirke küpüne zarar. (Öfkene hâkim ol.)
Çobansız koyunu kurt kapar. (Kendine mutlaka bir idareci, hami, reis bul.)
Ak akça kara gün içindir. (Paranı çarçur etme.)
Verirsen veresiye, batarsın karasuya. (Veresiye verme.)
Ağlamayan çocuğa meme vermezler. (Talebinin karşılanmasını istiyorsan bunu ifade et.)
Fakat aşağıdaki atasözlerimizin öğüt verir gibi bir hâli yok:
Ananın bahtı kızına.
Alet işler, el övünür.
Aç esner, âşık gerinir.
Acı patlıcanı kırağı çalmaz.
Açılan solar, ağlayan güler.
Denize düşen, yılana sarılır.
Yabancı koyun kenara yatar.
Elti eltiden kaçar, görümceler bayrak açar.
Velhasıl, atasözlerinin hepsinde nasihat bulunmaz. Bunların bazılarında sosyal ve psikolojik gerçekler, bir kısmında bazı tabiat kanunları, kimilerinde halkın çeşitli fikir ve inançları ve millî değerler dile getirilmiştir.
Peki, TDK atasözlerimizin bu farklı yönlerini kuşatan bir bakışla görebilmiş mi, güzel bir tarifini bize verebilmiş mi?
TDK Lügatlerinden Türlü Türlü Atasözü Tarifleri
TDK 1945 yılında çıkarttığı Türkçe Sözlük’te “atasözü”nü şöyle tarif etmiş:
“Az kelime ile anlatılmış ve halka mal olmuş hikmetli söz.”
Fena bir tarif sayılmaz fakat bir kusuru var: “Az kelime ile anlatılmış...” sözü, bellisiz bir vasıf veya şartı bildiriyor. Öyle ya, sadece iki kelimeden ibaret atasözleri olduğu gibi 10 – 15 kelimeyle kurulmuş olanlar da vardır:
Vakit nakittir.
Dağ başına harman yapma, savurursun yel için; sel önüne değirmen yapma, öğütürsün sel için.
***
TDK’nin 1948’de bastırdığı Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü çok tuhaf bir tarif yapmış. Bu kitaba göre “atalar sözü” tabirinden şunu anlamalıymışız:
“İfade sanatlarına bürünmüş eski söz...”
Demek “eski söz” ha? Bu vasıflandırma ile neyi kastediyorlar, “eskiden kullanılan fakat günümüzde unutulmuş olan söz”leri mi?
Böyle atasözü olur mu? Onu bir yana koyalım.
Peki, “ifade sanatlarına bürünmüş” olan ne kadar “eski söz” varsa hepsi atasözü mü oluyor? O takdirde bütün divan şairlerinin her mısrasını birer atasözü yaptınız demektir.
Kitabı hazırlayanlar böylesine eksik ve yanlış bir tarifle nasıl yetindiler acaba? Hadi bu güdük ve abidik gubidik tarifi kendilerine yakıştırdılar diyelim; peki, bunu atalarımıza, onların güzel sözlerine ve milletimize nasıl layık görebildiler?
***
TDK, 1972 baskılı Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü’nde, atasözünü 1948’deki – ne idiği belirsiz, kadük ve güdük – tariften nispeten kurtarmış görünüyor:
“Eski kuşakların denemelerinden kalma yol gösterici, akıl verici yargı ve öğüt...”
***
Atasözünü 1948 model o anlaşılmaz tarifinden 1972’de çekip çıkaran TDK, ataların “yol gösterici, akıl verici yargı”larını bir güzel karıştırıp öğütür ve hepsini “öğüt” kalıbına doldurur. Evet, onun 1974 model Yazın Terimleri Sözlüğü’ndeki atasözü tarifi 72 modelin bile gerisine düşer:
“Ataların uzun denemelerine dayanan yargılarını öğüt olarak kurallaştıran özsöz.”
***
1978’deki Halkbilim Terimleri Sözlüğü’ndeki tarifteyse atasözlerinin bu sefer “öğüt” kalıbından tamamen çıkıp başka şekillere girdiği görülür:
“Halkın, doğal ve toplumsal olaylarla ilgili kanıtlarını belirleyen özlü, kısa, geleneksel halk anlatımı.”
(TDK bu sözlükleri İnternet’teki Büyük Türkçe Sözlük’e aktarırken sürekli hatalar yapıyor: Buradaki “kanıtlarını” kelimesi aslında “kanılarını” olacak...)
***
Atasözlerimiz TDK sahnelerinde kılıktan kılığa sokulmakta, sireti ve suratı sürekli değiştirilmektedir. Fakat – TDK’nin hakkını yemeyelim – atasözleri arada sırada siretine az çok uygun bir surete kavuşmaktadır. Nitekim 2003’te çıkan Gramer Terimleri Sözlüğü’nde TDK’nin “atasözü” tarifi epey olgunlaşmış görünüyor:
“Anonim özellik taşıyan, atalardan kaldığı kabul edilen ve toplumun yüzyıllar boyunca geçirdiği gözlem ve denemelerden, ortak düşünce, tutum ve davranışlarıyla dünya görüşünden oluşan, genel kural niteliğindeki kısa, özlü, kalıplaşmış söz.”
(Aslında burada ifade kusuru var: “Deneme= tecrübe” geçirilir fakat “gözlem= müşahede” geçirilmez; yapılır, edilir.)
Gene tuhaftır ki bu uzun ve detaylı tarifte atasözlerinin “öğüt verici” olduğundan hiç bahsedilmemiş...
***
Görüldüğü gibi, atasözlerinin hepsinin öğüt vermediğini TDK’nin kendisi de daha evvel birçok yerde ifade etmiştir. Ne var ki iş Güncel Türkçe Sözlük’e gelince – karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar misali – ifadeyi tekrar bozmuştur.
Zihni mi bulanıyor acaba? Hâlbuki halkımızın TDK ile irtibata geçtiği birinci adres Güncel Türkçe Sözlük’tür. Yani TDK tarafından “Türkçenin en güvenilir, en gelişmiş ve en güncel sözlüğü, 1945’ten beri yayımlanan Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’ünün Genel Ağ'daki sürümü...” diye överek tanıttığı lügat... Bu lügatin “Türkçenin en güvenilir” lügati olduğundan bendeniz emin değilim. Çünkü “atasözü” nedir, ne değildir; doğru dürüst tarif edemiyor...
TDK, Güncel Türkçe Sözlük’ü hakkında şunu da söylüyor: “Türkçe Sözlük dilimizde yaşanan gelişmelere bağlı olarak sürekli güncellenmektedir. Şu anda sözlükte 121.509 anlam bulunmaktadır...”
TDK’ye derim ki:
– Sen asırlardan beri kullandığımız – “atasözü” gibi – kelimeler için yaptığın izahları önce tek tek ve adamakıllı bir gözden geçir. Gözünde, sözünde ve özünde ne hatalar varmış; iyi bak da gör... Lügatinde 120 bin mana olduğunu söylüyorsun; onda kaç bin manasızlık ve itinasızlık bulunduğunu da gör ve onları da iyi hesap et.
TDK – bırakalım “atasözü” gibi çok mühim bir tabiri – bütün kelimeler için “efrâdını câmi, ağyârını mâni” tarifler yapmak zorundadır.
Eğer Türkçenin resmî lügatini hazırlama vazifesi ondaysa...
***
Bakın, resmen böyle bir mesuliyeti olmayan D. Mehmet Doğan Bey “atasözü” için ne güzel bir tarif yapmış:
“Uzun gözlem ve tecrübelerden sonra varılmış hükümleri hikmetli tarzda kısa olarak ifade eden, eskilerden kalma söz, atalar sözü, eskiler sözü, darbımesel.”
Kubbealtı Misalli Büyük Türkçe Sözlük’ün “atasözü” tarifi de güzel: “Bir düşünceyi, gerçek ve hikmeti veciz şekilde anlatan, atalardan bugüne gelmiş ve halka mal olmuş kısa söz, darbımesel.”
Dil Derneği kendi Türkçe Sözlük’ünde TDK’nin Güncel Türkçe Sözlük’ündeki atasözü tarifini tekrarlamış ama “öğüt verici nitelikte” kısmını çıkarıp onun yerine “özlü” demeyi seçmiş ve TDK’nin bir puan önüne geçmiş:
“Uzun deneme ve gözlemlere dayanarak kısaca söylenmiş ve halka mal olmuş özlü söz, °darbımesel.”
***
TDK’nin “atasözü” faslında yalpa vuran bu zikzaklı tarifleri benim kafamı çok yordu.
Bu satırları okuyana atasözleri hakkında diyeceğim sözün özü şu:
Levnî’nin “Tut atalar sözün...” tavsiyesini dinle, eyvAllah.
Fakat TDK’nin “atasözü” faslında bekleme, yAllah!..
Yazar: C.Yakup Şimşek