Başlık çok anormal olabilir. Lakin gerçek bu sözcük haricinde bundan başka nasıl ifade edilebilir ki?
Evet, bu yıllardır bitmek bilmeyen Abdulhamid Han düşmanlığı, bitmeyen öfke, bitmeyen nefret vefatının üzerinden uzunca bir dönem geçmesine rağmen dinmemiş aksine artmıştır.
Osmanoğlu'nun saltanat dönemi içerisinde en uzun dönemli tahtta kalan ve ülkeyi nasıl olurda feraha erdiririm diye rahat bir gün yüzü görmeyen Padişahına söylenmedik hangi kelimeleri eksik ettiler ki?
Katil dediler, dinsiz dediler, zevk'e sefaya düşkün dediler...Dediler de dediler...
Kur'an-ı Kerime olan saygısından basım yapılan mekâna olur da Kur'an-ı Kerimin tozları diğer kirli su atıklarına karışır diye ikinci bir gider(kanal) yaptıran bir Padişaha nefret duyulmasının sebebi bu mu?
Saltanatına son vermek isteyen bir insanlık dışı paşayı idamdan kurtarıp sürgüne gönderirken cebine harçlık verdiği için mi?
Canına kasteden bir Ermeni Casusu affedip ülke menfaati için bir geri dönüşüme tabi tuttuğu için mi?
Bunlardan hangisi olabilir ya da hangileri? Atasından Abdulhamid Han'ın bir canavar oğlunu öğrenen nesil acaba hiç mi araştırmıyor?
Onu, sevenleri her iyi işte hayır ile anıyor kimse merak buyurmasın. Abdulhamid Han'ı anlamak dünyayı anlamaktır, Abdulhamid Han'ı anlamak her şeye vakıf olmak demektir. Onu görmediğimiz yer, onu yaşamadığımız bir an var mı acaba?
Vefatının üzerinden yıllar geçmesine rağmen halen onu anlayamadıysak, onu araştırıp tanımaya çalışmadıysak kimse kusura bakmasın Sultan hakkında bir kelime söylemek ne haddimizedir. Kızıl Sultan diyenler hangi amaca hizmet ediyor merak ediyorum.
Yüzlerce insanı idamdan alan bir padişah nasıl olur da "Kızıl Sultan" olur ben de merak ettim... Batılılaşma bu olsa gerek onlar söylüyor biz uyguluyoruz.
İlerleyen yazılarımda bizzat Abdulhamid Han'ı biz sevenlerine "Ulu Hakan", Sevmeyenlerine "Kızıl Sultan" yapan ayrıntılı bilgilere yer vereceğim.
Bakalım Cennet Mekân Kızıl Sultan mı? Ulu Hakan mı? Artık sizler karar verin. Ama başkalarının sözleri ile değil, kendi gördüklerinizle....
Adem İlhan
egazetehaber.com (http://www.egazetehaber.com/yazar.asp?yaziID=1104)
Alıntı yapılan: 33.yıldız - 10 Mart 2010, 12:03:52
İlerleyen yazılarımda bizzat Abdulhamid Han'ı biz sevenlerine "Ulu Hakan", Sevmeyenlerine "Kızıl Sultan" yapan ayrıntılı bilgilere yer vereceğim.
Ulu Hakan'ımızla ilgili yazılarınızın devamını bekliyoruz. Teşekkürler 33. Yıldız...
Ulu Hakan'ımızla ilgili yazılarınızı merakla bekliyoruz.şimdiden Allah razı olsun.
teşekkürler.
Ulu Hakan Sultan 2.Abdulhamid Han .mekanı cennet olsun.
İlginiz için teşekkürler.Küçük bir hatırlatma yazının altına kaynağını yazmadığım için yazı kendime aitmiş gibi algılanmış sanırım.Yönetici arkadaşların uyarısından dolayı farketttim ve şimdi düzelttim.
Uyarıda bulunan yönetici arkadaşlara da çok teşekkür ediyorum.Ben de Sadakat'in son derece titiz ve dikkatli bu ekibini seviyorum :)
bizde 33.yıldız kime bu kadar kızmışda bu yazıyı yazmış diye düşünmüştük.
Alıntı yapılan: 33.yıldız - 10 Mart 2010, 23:09:21
Küçük bir hatırlatma yazının altına kaynağını yazmadığım için yazı kendime aitmiş gibi algılanmış sanırım.
Bu konuda ben de tereddüt etmiştim, belirttiğiniz iyi olmuş... Ama kurtuluş yok, biz yine de devamını bekliyoruz... :)
Alıntı YapKatil dediler, dinsiz dediler, zevk'e sefaya düşkün dediler...Dediler de dediler...
Söyleyenler kendi sıfatlarını saymış..
EcdadI mı z Sanlı Dir.
Teşekkür ederiz.
ulu hakan,cennet mekan,Abulhamid han hazretleri,sadece kadere boyun bükmüş,bükerkende,müminlerin gönlüne yerleşmiş taht kurmuştur,.onlarca hakkında yazılan eserlerde.hainlik damgası yememiştir.ömrü boyunca yahudi,ermeni ve içimizdeki hainlerin hedefi durumunda kalmıştır...münafıklar'ın sevmesini beklemek beyhude.münafığın alemetlerinden biride mümini sevmemektir....
ellerinize sağlık ihvan kardeş.
Çanakkale muharebesi hız kesmeden devam ediyor. 1. Dünya savaşını önceden sezen Sultan Abdulhamid Han yine boş durmuyor ve bu seferde Çanakkale cephesi'nde evlatlarını yalnız bırakmıyor.
Ortalık kızışmıştı yeterince, etraf barut kokusundan geçilmiyor. Sadece bir çıngı bekliyor parlamak için. Akli melekelerinden yoksun olduğu iddia edilen bir Padişah Beylerbeyi sarayında son nefesini vereceği zamanı beklemek üzere hapis halinde. İçi kıpır kıpır evlatlarım ne yapıyor acaba?
Boş durmuyor yine, bıraksalar kılıcını kuşanacak ve erat'ın başında görevini en iyi şekilde icra edecek ama bırakmıyorlar.
Boş durmuyor yine, yıllarca mücadele ettiği ülkesini, memleketini, evlatlarını yalnız bırakmıyor. Elden gelecek bir şey yok yapabildiği kadarı ile yapmaya çalışıyor oturuyor ve açıyor ellerini Allah'a sürekli dua halinde, Sahih Buhari hatmi yapıp Rabbinden yardım talep ediyor evlatlarının muzaffer olması için.
Nesil farkında mı acaba Çanakkale Muharebesinin kahramanları nasıl yetişmişti? Nasıl hazırlanmıştı muharebeye?
Çanakkale'de çarpışan aslanlar Abdulhamid Han neslidir. Zamanın aydınlarının tüm muhalefetine rağmen(çoğu pişman olmuştur, olmayanlarda gururunun esiri olmuştur.) halk onu bir baba olarak görüyordu. Adeta önceden sezdiği savaşa hazırlamıştır ordususunu. Orduyu çağdaş silahlarla donatan da Sultan Abdulhamid Han'dır. Çanakkale'ye Krupp toplarını yerleşmesini sağlayan Abdulhamid Han'dır. Bu toplar 1915 te düşmana ölüm kusan toplardır...
Hain ilan edilen Sultan Abdulhamid Han'ı açılan her perdenin arkasında görmek mümkündür. Sadece Çanakkale'de ya da Balkanlarda değil, şu an günümüzde de bunu görmekten kendimizi alamayız. Bizim atalarımız Sultan Abdulkamid Han'ı layıkıyla anlayamadı, çünkü onlara anlatılan onun bir Kızıl Sultan, onun bir halk düşmanı olduğuydu. Şimdi siz karar verin elleri kolları bağlı iken bile evlatları için çırpınan Abdulhamid Han Kızıl Sultan mıdır? Ulu Hakan mıdır?
Çanakkele'e Şehid olan bütün ecdadımızı Rahmetle anıyoruz. Mevlam Şehadetlerini Kabul Eylesin.
Adem İlhan
egazetehaber.com (http://egazetehaber.com/yazar.asp?yaziID=1502)
Alıntı yapılan: iniz_hay - 10 Mart 2010, 19:53:47
Ulu Hakan Sultan Abdulhamid han ... çok sevdiğim bir mübarek zat. O´unla ilgili bir yazı görsem tekrar tekrar okurum. Ama çok hüzünlenirim. elindeki yetkileri niye kul....? teşekkürler 33.yıldız . geliyor diye mi,
O, Hareket Ordusu'na karsi hareketsiz kaldigi yolundaki tenkidlere cevâben buyurmustur ki:
´ 33 sene boyunca mücadele ettim. Yalnız milletin iflah olmayacığını anladım. Gelen Hareket Ordusuna manevi göz ile nazar ettiğimde, aralarında Hızır aleyhisselam´ ında olduğunu gördüm. Bunu görmemle birlikte, Allah´ ın yeni bir zuhuratı var edebilmesi için, çekilmem yönünde bir ilahi emir geldiğine kanaat getirdim´.
Son söz olarak su husûsu belirtmeliyiz ki, Sultân Abdülhamîd, O'nun mübârek sahsiyeti, siyâsetinin incelikleri ve zamaninin dâhilî ve hâricî gâileleri böyle makale hacimli yazilara sigmaz... O umûm milletin müstehak oldugu musîbetleri bertaraf için bir beser tâkatinden umulmayacak derecede gayret gösterdigi hâlde, netice serîrlerin galebesi sûretinde tahakkuk etmisse, bunu kader perspektifinden bakmadikça anlamak mümkün degildir. Böyle bir dirâyet içinse, kendisinin su sözünü okuyucularimiza yardimci olabilecegi düsüncesiyle zikrederek yazimiza nihâyet verelim:
O, Hareket Ordusu'na karsi hareketsiz kaldigi yolundaki tenkidlere cevâben buyurmustur ki:
"–O gürûhun önünde Hizir -aleyhisselâm-'i görmesem, böyle yapmazdim!.."
Abdülhamîd Han'in dindarligi, hizmetleri, merhameti, zekâsi ve kâbiliyeti destanliktir. O'nun ihlâsini su hâtira ne güzel ifâde eder:
Sultan Abdülhamîd Han, âcil bir is zuhûr edince, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandirilmasini ister, ertesi güne birakilmasina rizâ göstermezdi. Bu hususda mâbeyn baskâtibi Es'ad Bey, hâtirâtinda söyle demektedir:
"Bir gece yarisi, çok mühim bir haberin imzâsi için Sultân'in kapisini çaldim. Fakat açilmadi. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldim, yine açilmadi. diye endiselendim. Biraz sonra tekrar çaldim; bu sefer kapi açilarak Sultân, elinde bir havlu ile kapida göründü. Yüzünü kuruluyordu. Tebessüm etti:
"Evlâd! Bu vakitte çok mühim bir is için geldiginizi anladim. Kapiyi daha ilk vurusunuzda uyanmistim, ancak abdest aldigim için geciktim; kusura bakma!. Ben bu kadar zamandir milletimin hiçbir evrakina abdestsiz imzâ atmadim... Getir imzâliyayim!.." dedi.
Ve "besmele" çekerek evrâki imzâladi."
Hattâ zevcesi, Abdülhamîd Han'in bu husûsiyetiyle alâkali olarak, O'nun yataginin basinda dâimâ temiz bir tugla bulundurdugunu ve bununla yataktan kalktiginda çesme mahalline kadar abdestsiz yere basmamak için teyemmüm aldigini, sebebini sordugunda da kendisine:
"Bunca müslümanlarin halîfesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!.." dedigini nakleder.
ABDÜLHAMİD HAN'A SUİKAST DOSYASI
Tarihler o kara günü, 21 Temmuz 1905'i gösteriyordu. Abdülhamit Han'ı ortadan kaldırmak isteyen hainler; aylarca bu suikastı planlayarak tatbikat yapmışlar, nihayet Padişah'ı ve maiyetini Yıldız Camii çıkışında katletmeyi kararlaştırmışlardı.
Abdülhamid Han ortadan kaldırılırsa, Osmanlı İmparatorluğu tahtı boş kalacak ve Osmanlı Devlet'i kısa süre içersinde tarih sahnesinden silinecekti. Siyasi dehası ve bilgisiyle; batılılara ve özellikle de Siyonistlere kök söktüren Abdülhamid Han, onlara göre, ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırılmalıydı. Ancak, suikastı planlayan şeytanilerin bu planı başarıya ulaşmadı. Hevesleri kursaklarında kaldı.
Melâmi İstihbaratçıları ve Yıldız İstihbarat Teşkilatı, olası suikastın hazırlıklarını biliyor ve takip ediyorlardı. Sadece suikastın günü ve tarihi konusunda kesin bilgileri yoktu. suikast mekânı konusunda da şüpheleri vardı. Abdülhamid Han'a, bu konu ile ilgili devamlı raporlar sunuluyordu. Fakat netice itibarıyla, suikast olacağı bilgisinin dışında; yer, zaman ve mekân ile ilgili olarak elde kesin bir bilgi yoktu.
Suikastı gerçekleştirecek olan kişiler, profesyonel bir plancının maiyetinde çalışmalarını sürdürüyorlardı.
Suikasttan bir gece evvel...Gece saat 12'ye geliyordu.
Derviş, Yıldız Sarayı'na hızlı bir şekilde giriş yapmıştı. Hemen Sultan Abdülhamid Han'a haber verildi. Koca Sultan, zaten uyumuyordu. Her Cuma gecesi yaptığı gibi Hatmi Şerifi'ne devam ediyordu. Fatihayla noktaladığı Kur'an–ı Kerim'i, usulca kapattı, öptü ve yerine kaldırdı.
Sultan, Derviş'i kabul etti. Derviş, Hakan'ı selamladıktan sonra:
-Sultan'ım, yarınki Cuma Namaz'ından sonra her zamanki adetinizi bozunuz. Daha evvel yaptığınız gibi bazı adetleri yaptıktan sonra hemen kapıya yönelmeyiniz. Mümkün mertebe içeride oyalanınız. Fakat bu oyalanmanızdan hiç kimse şüphe etmemeli. Bütün hareketleriniz, adetleriniz, davranışlarınız önceden bilinmektedir. Hepsi kayda geçirilmiştir.
Sultan Abdülhamid Han Derviş'e sorar:
- Bildiğin bir şey mi var?
Derviş tefekküre dalmış bir vaziyette, gözleri sanki çok uzakları seyreder bir halde, büyük bir tevazu ve saygı içersinde, Hakan'a cevap verir:
-Hakkın bildirdiği kadar Sultanım...
Sultan da teferruatını sormaz. Çünkü bilir ki, Derviş'in bir bildiği vardır.
O gece ikisi arasında daha neler konuşuldu bilinmez....
Nihayet sabah olmuş ve Cuma vakti gelmişti. Sultan Abdülhamid Han, okunan ezanın arkasından cemaat ile birlikte namazını kıldı. Namazını eda ettikten sonra, adet üzerine her zaman yaptığı gibi, cemaatin sağ tarafındaki en yaşlı kişinin elini sıktı. Bu yaptığı musahafadır. Dolayısıyla bu hareket, tüm cemaatin elini sıkmış anlamına gelirdi.
Herkes Sultan'ı ayakta beklemektedir. Sultan'ın yanındaki Paşa, safları yararak Sultan'ın dışarı çıkması için yol açmaya başlar...
Paşa'nın arkasından koruma askerler yürümeye başlar, onları Şeyhülislam (Cemaleddin Efendi) takip eder. Bu heyetin ardından da Sultan Abdülhamid Han, kapıya doğru ağır adımlarla ilerler. Kapıya yaklaşırlar, Paşa kapının dışına adım atmıştır, tam o esnada Şeyhülislam kapıdan dışarı adımını atacakken, Sultan Abdülhamid Han Şeyhülislam'a seslenir:
-Efendi, sen benim yanımda saf tutuyordun. Tespihimi namaz kılmış olduğum yerde düşürmüş olacağım, gördün mü? Der .
Şeyhülislam Efendi, hemen geri dönerek namaz kıldıkları yere yönelir, gider bakar. Tespihi orada arar. Tabii ki bulamaz. Çünkü Sultan Abdülhamid Han, Derviş'in tavsiyesi ile böyle davranmış, yani camii içerisinde oyalanmıştır.
Şeyhülislam (Cemaleddin Efendi), mahcup bir tavır içersinde Sultan'ın yanına gelir.
-Sultan'ım tespihinizi bulamadık,der.
Bunun üzerine Abdülhamid Han, Şeyhülislam Efendi'ye:
-Üzülme, tespihim yanımdaymış,der. Ve devam eder:
-Bu üzülmen sebebiyle tespihimi sana hediye ediyorum,diyerek tespihi verir.
Şeyhülislam Efendi hem mahcup olmuş, hem de Sultan'dan hediye aldığı için sevinçli bir şekilde, tespihi alır, öper başına koyar ve Sultan'a:
-Allah ömrünüzü daim etsin Sultan'ım, der.
Sultan'da Şeyhülislam Cemaleddin Efendi'ye:
-Mukadderat, der ve devam eder:
-Ömrümüz uzun mu kısa mı, birazdan belli olur, diyerek birlikte kapıya doğru yönelirler.
Camii dışına çıkan Paşa ve halk Sultan'ı beklemektedirler. Sultan dışarı çıkmakta gecikmiştir.
Sultan Besmeleyle kapı dışına yönelmiştir ki, büyük bir patlama duyulur. Art arda patlamalar... Herkes yere yatmış, bağırış çağırış ve feryatlar etrafı kaplamıştır. Ayakta duran tek kişi kalmıştır, o da: Sultan Abdülhamid Han !
Abdülhamid Han, büyük bir soğuk kanlılık içersinde herkesi sükûnete davet etmiştir. Elini uzatarak yerden Şeyhülislam Efendi'yi kaldırır.
Manzara korkunçtur. Patlamanın etkisiyle bir çok insan parçalanmış, ceset parçaları etrafa savrulmuştur.Aynı şekilde atlarda parçalanmış bir vaziyette etrafa parçaları saçılmıştır. Her taraf kan gölüne dönmüştür. (Bu saldırı neticesinde; 26 kişi ölmüş, 58 kişi de yaralanmıştı.)
Patlamanın etkisiyle; Sultan'ın Yaverlerinden Miralay Sadık Bey, korku ve telâştan kılıcını yere düşürmüştü. Miralay Süleyman Şefik Bey de apoletini kaybetmişti. Bu manzara Sultan II. Abdülhamid Han 'ı çok kızdırmış ve olaydan sonra yaveri için :
"Kılıcını düşüren yaveri maiyetimde görmek istemem, yurt dışına sürgün gidecek!.." emrini vermişti.
Hemen Sultan'a binmesi için at arabası getirilmiş, Sultan, arabacıların Saray'a götürme tekliflerini kabul etmemiş ve atların dizginlerini eline alarak kendi kullandığı araba ile Yıldız Sarayı'na gelmiştir.
Bu korkunç olaya sebep olanlar derhal yakalanmış, bu kişiler daha sonra Sultan ile yüzleştirilmiştir. Sultan, kendi elleriyle suikastçıların fotoğraflarını çekmiştir. Ayrıca, patlamamış bombaların da resimlerini çektirip, belgelemiş ve kitap haline getirtmiştir. Bu çalışmaları, suikastı tezgahlayanlara, başta İngiltere olmak üzere; dönemin Yahudi kanaat önderlerine ve işte şimdi sıkı durun: DEVRİN PAPASI'NA, bu belge- kitapları göndermiştir.
Yakalanan kişiler arasında Ermeni olan kişiyi, bizzat Papa yönlendirmiştir. Hatta Papa, bu Ermeni suikastçıya, Abdülhamid Han'a düzenlenecek saldırının planlarını, bir kardinal aracılığıyla iletmiştir.
Daha sonra, Sultan Abdülhamid Han, maiyeti önünde bu Ermeni suikastçıyı tören düzenleyerek affetmiştir.
Sultan Abdülhamid Han'ın, tören tertip ederek, bu suikastçıyı affetmesi, Papa'nın çok zoruna gitmiştir. Çünkü işin arka planında kendisinin de olduğu belgelerle ortaya çıkmış ve deşifre olmuştur.Vatikan bu olayı "mimleyerek" unutmadığını göstermek istemiştir.(TIPKI KİN KAPISI GİBİ.)
Şimdi yakın tarihe not düşelim:
Papa II. John Paul suikastında yer alan M.Ali Ağca'ya, yıllar sonra Abdülhamid Han'ın yaptığı tören gibi bir tören düzenlenerek, Papa tarafından affedilmiştir. Ağca'nın affedilmesi bu işin rövanşıdır. Vatikan 'mim' koyduğu bu olayı unutmadığını göstermiştir.
Sultan Abdülhamid Han, Yıldız suikastı ile ilgili olarak, devrin önemli gazetelerine; bilgi, belge ve fotoğrafları vererek yayınlatmıştır.
Bu suikastla ilgili olarak, ilk defa bu kadar teferruatlı – kullanılan mühimmatlara kadar- fotoğraflar yayınlanıyor:
(Patlamamış bir bomba)
(Suikastta kullanılan malzemeler)
(Abdülhamid Han'ın kendi elleriyle çektiği suikastçıların fotoğrafları)
(Suikastta kullanılan patlamamış bombalar)
(Suikastçılar ve suç aletleri)
Abdülhamid Han'a yapılan suikast girişimi ile ilgili olarak çok detaylı bilgiler vardı. Bir gece SIRDAŞ, Kara Kaplı'ya bu notları düşmüştü....
Vatikan, Ağca ile rövanşı almıştı. Ya bu suikastın içinde olan diğer Batılı Devletler, özellikle de İngilizler?
Onların da rövanşı; Türk düşmanı Papa'nın heykeli altında, Türk Başbakanı'na imza attırmaları mıydı?
Bu da onların rövanşı mıydı?
Suikast ile ilgili şu notları düşmek de fayda var:
Suikastta yer ve zamanın bilinmemesi ilahi bir kader olarak düşünülmelidir. O gün, suikast başarıya ulaşmış olsaydı, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleri atılamayabilirdi.
Suikastta gizlenen önemli bir nokta da; Suikastçılara, içerden bilgi veren "Hoca Kisvesi" adı altında birisinin olmasıdır. Abdülhamid Han, kendine yakışır bir şekilde, "bu kişiyi" deşifre etmemiştir. Bunu da sadece Müslümanların şerefini düşündüğü için yapmıştır.
Abdülhamid Han suikastçılardan bazılarını affetmiştir...
Suikast ve ajanlık faaliyetleri elbette bitmiş değil. Meselâ 1922 yılında ajanlık yaptıkları belge ile sabit olan İngiliz casusları, elçilikteki görevlerinden istifa etmek zorunda kalmışlardı.(Aşağıdaki resim)
Alıntıdır: resimler ile görmek için tıklayınız...http://netpano.com/haber/3753/Abdülhamid/Hana/Suikast/Dosyası
*******************************************************
Ayrıca küçük bir not: Kadir Mısırlıoğlu geçen gün Sultanımıza suikast eden bu adamların aslen yahudi olduklarını ve güncel mevzuu olan ermeni techirinin de tamnamen yahudi dönmelerinin tezgahı olduğunu açıkladı. Bu tarafta techiri yaptıran dönme paşalar ile karşıda halkı kışkırtan pakraduni (yahudi dönmesi) ermenilerinin bu işi tezgahladığını, Kızıl diyenlerinde bu adamlar olduğunu beyan etmiştir.
JAPONYA İSLAMIN EŞİĞİNDEN DÖNDÜ, KRALİÇE VİCTORİANIN PSİKONALİZİ
(SULTAN YAPTIRIYOR BU ANALİZİ) Ve OSMANLININ KIRMIZI DEFTERLERİ
Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi; Japon İmparatoru Meiji, 1889 yılında İstanbul'a özel elçiler ve bu elçilerle birlikte; Sultan Abdülhamid Han'a hediyeler bir de 'özel bir mektup' göndermişti. Özel mektupta ise Japon İmparatoru, Abdülhamid Han'dan; "İslâm dini, İslâm tarihi, İslâmın içeriği, ilim ve teknolojik gelişmeler, vakıflar, hayır kurumlar vs. konuları ile ilgili olarak kendilerine Japonca veya Fransızca olarak bilgiler," gönderilmesini rica etmişti.
Japon İmparatoru'nun İslâm Dini ile ilgili bilgileri isteyen mektubu ve diğer bilgi ve belgeler inkâr edilemeyecek şekilde delilleriyle birlikte arşivlerde bulunmaktadır.
Abdülhamid Han, Japon İmparatoru Meiji'nin isteklerini Şeyhülislam Cemâleddin Efendi'ye açmış ve ilk etapta; tezhipli bir Kuran-ı Kerim daha bir çok hediye elçilerle Japon İmparatoru'na gönderilmiş, diğer istediği bilgiler için de süre istenmişti.
Daha sonra Japon İmparatoru Meiji'nin, İslam Dini ile ilgili istediği bilgiler, Şeyhülislam Cemâleddin Efendi'nin başkanlığında bir heyet tarafından hazırlanır ve gönderilir.
Japon İmparatoru Meiji
Peki, bu konularla ilgili bugüne kadar bilinmeyen gerçekler nelerdir? Japon İmparatoru neden İslâm Dini hakkında böylesine teferruatlı bilgiler istemiştir? Ve Kimden istemiştir? Sultan II. Abdülhamid Han'dan istemiştir. II. Abdülhamid Han kimdir? İşte işin en can alıcı noktalarından biri de budur: Sultan II. Abdülhamid Han aynı zamanda İslâm Halifesi'dir. İslâmi makamın en tepesindeki kişidir yani, 'emir-ül mümin'dir. II. Abdülhamid Han'ın padişahlığı yanında aynı zamanda 'halife' olduğu çoğu zaman gözden kaçmaktadır.
II. Abdülhamid Han'ın ile ilgili yapılan değerlendirmelerde çoğu zaman, O'nun, Osmanlı Padişahlığı vasfına yönelik analizler yer almaktadır. Bu politik tahliller doğru veya yanlış olabilir. Ancak, üzerinden yaklaşık bir asır geçmiş olmasına rağmen Sultan II. Abdulhamid ile ilgili gizlenen bilgiler nelerdir? II.Abdülhamid Han ile ilgili asıl hiç bilinmeyen sır'lar nelerdir?
İşte Sultan II. Abdülhamid Han ile bilinmeyen gerçekler:
Abdülhamid Han Osmanlı İmparatorluğunun çökeceğini tespit etmiştir. Osmanlı adeta harabe bir ev gibidir. Evin içinde bulunanlar; 'evi tamir edelim, şunu yapalım bunu yapalım, yenileyelim' diyerek; yenilikçi ve gelenekçi ekiplerin doğmasına neden olmuşlardır. Oysa Abdülhamid Han çoktan başını evden dışarı çıkarmıştı.Dışarıda gördüğü gerçeklerle hareket eden Abdülhamid Han, bir kere daha dehasını ispat edecekti.
II.Abdülhamid Han evden dışarı baktığında neler görmüştü? Dışarıda, temsilen söylemek gerekirse; yükselen gökdelenleri, batının bilimini, teknoloji ve sanayi alanındaki gelişmesini, Hristiyan Batı'nın yayılmacı emellerin vs...
Oysa Abdülhamid Han biliyordu ki, evin içini ne kadar yenilese, süslese de gökdelenlerle istila edilmiş bir şehirde; kendi evi , onların arasında gecekondu bir ev gibi duracaktı.
Osmanlı içersindeki aydınlar, ileri gelenler; yenilikçiler ve gelenekçiler olarak aralarında tartışa dursunlar, kendisi bir şeyler yapmalıydı...
Batı adeta korkunç bir canavar haline gelmişti. Dizginlenemeyen, terbiye edilemeyen bir canavar.Osmanlı'nın Batı'yı terbiye edecek eski gücü yoktu.Gerçek buydu.
Asya Planı
Sultan II.Abdülhamid Han, Sırdaş ve Hazirun ile bir gece YILDIZ'da toplanarak tarihi bir planın ilk adımlarını attılar. Batı'ya ve Avrupa'ya karşı Asya Planı. Bu planın içersinde; Asya'ya çok önem verilmesi, Batı'yı uyandırmadan, gizli olarak Asya'ya maddi manevi yardımlar yapılması gibi unsurlar vardı. Bu plan çerçevesinde; Asya'ya birçok görevli gönderildi. Bunlardan en dikkat çekeni ise Çin'e gönderilenlerdi. Çin Budizm ve çeşitli putperest inançlara sahip, nüfus olarak kalabalık bir ülkeydi.Üstelik Türk kavmiyle tarihten gelen bazı husumetleri vardı.
Sultan Abdülhamid Han Çin'de mektepler açtırdı. Müslüman öğrencilerin sayılarını çoğalttı. Para ve malzeme yardımları ile onları destekledi. Tüm bunları 'İslam Halifesi' vasfı ile yapıyordu. Zira Batı ve özellikle Yahudiler, İngilizler ve Vatikan Sultan'ın faaliyetlerini sıkı bir şekilde takip etme gayretindeydiler.
Saray'ın bastırdığı özel EŞREF GAZETESİ. Çin Mektebindeki gelişmeler, öğrenciler ve hocaları görülüyor.Gazete'de Abdülhamid Han'ın talimatlarıyla Çin'deki yardımları açıkça yazıyor. Türkistan coğrafyasının, merkezi her noktasında buna benzer ciddi faaliyetler sürdürülüyordu.
Peki bu Japonya meselesinin aslı neydi? Çin'de yapılan faaliyetler Japonya'da da yapılıyordu. Kültürel alış veriş faaliyetleri adı altında İstanbul'dan Japonya'ya giden devrin 'Erenleri', orada Japon halkı ile iyi ilişkiler tesis ediyorlar, İslâm dinini ve Türk kültürünü aşılıyorlardı. Bu durum üstü kapalı bir şekilde de olsa, Japon Sarayı'na ve üst düzeydeki insanlara kadar sirayet etmişti.
Japonlar'da da Budist ve değişik inanç sistemleri olmasına rağmen Çinliler gibi değillerdi.Geleneklerine son derece bağlı, asil bir millettiler. Erenlerin faaliyetleri öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, Japon İmparatoru Meiji İslâm Dini ile çok yakından ilgilenmeye başladı.
İşte bu sebeple II.Abdülhamid Han'a özel mektup yazarak, İsâm Dini ile ilgili çok ama çok teferruatlı bilgiler istemişti. Daha önce değindiğimiz gibi İmparator Meiji, II.Abdulhamid'e Osmanlı Padişahı vasfı dolayısıyla değil, İslâm Halifesi olması nedeniyle özel mektup yazmıştı. Sultan Abdülhamid Han'da İmparator'un İslâm Dini ile ilgili istediği bilgileri göndermiş ve O'nu İslâm'a davet etmişti. Bu mektup Japonya'da arşivlerde gizli olarak saklanmaktadır
İslâm Halifesi olan Abdülhamid Han, Batı'nın üzerimize çullanmak için fırsat kolladığını ve İslâm ülkelerini büyük felaketlere sürükleyeceğini anlamıştı. Bu plana karşı plan yapmalıydı.Ve hedef; doğunun kendi aralarında batıya karşı oluşturacağı birliğe ve dayanışmaya ulaşmak olmalıydı.
Japon İmparatoru Meiji ve Ailesi
Japon İmparator'u ve tebaası İslâmı seçme noktasına gelmişlerdi. İngiliz casusları Ruslarla işbirliğine girerek, Osmanlı'nın bu girişimini engellemeye başladılar. Japon-Rus savaşını tarihçiler bir de bu açıdan tekrar incelemelidirler...
Japon Rus Savaşı ile ilgili askeri matbaada Osmanlıca olarak bastırılan ayrıntılı kitaplar
Bilindiği gibi, II. Abdülhamid'in talimatıyla Japonya'ya hareket eden Ertuğrul Fırkateyni, Temmuz 1889'da İstanbul'dan yola çıkmış ve 1890 tarihinde Japonya'nın Yokohama Limanı'na varmıştı.
Japon İmparatoru, Türk amiralini ve heyetini görkemli bir şekilde karşılamış ve II. Abdülhamid'in gönderdiği hediyeleri kabul etmişti.
Ertuğrul Fırkateyni 15 Eylül 1890 tarihinde Yokohama Limanı'ndan ayrılmış ve Kuşimoto açıklarında 16 Eylül 1890'da kayalara çarparak batmıştı.
Ertuğrul Firkateyni'nin batışı ile ilgili kuşkular bugün de devam etmektedir.Acaba gemi şiddetli tayfun yüzünden mi battı yoksa bir sabotaj mı vardı?
Ertuğrul Firkateyni'nin batığını çıkaran ekip başının ifadesine göre; 'yaptığımız araştırmalarda geminin kazan dairesinde, gemi batmadan önce büyük sorun yaşanmış ve belki de geminin batmasına kazan dairesindeki ısınmanın neden olabileceğini' söylemesi ve 'çıkan bulguların çok tartışılacağını' söylemesi oldukça dikkat çekicidir.
Japon medyası yapılan bu çalışmaları yakından takip etmekte ve aynı ilgiyi Türkiye'den de beklediklerini sık sık açıklamaktadırlar.
Tekrar konumuza dönecek olursak; düşünün o gün İslâm'ı seçmiş Japonya (din konusunda Japon halkı İmparator'a büyük oranda uyacak, Müslüman olmuş İmparatorları'nın dinine girmelerinde halk bir sakınca görmeyecekti. Burada kısa bir not düşmek gerekirse; bugünkü istatistiklere göre, Japonlar hızla din değiştirip, Hristiyan olmaktadırlar.Japonya Hristiyanlaşmaktadır.)
Bugün Doğu'da Japonya bir İslâm ülkesi olsaydı acaba Batı'nın ve Dünyanın kaderi ne olurdu? Olası ihtimallerden birkaçını sıralayalım:
Çin abluka altına alınacak, Asya'nın diğer kavimleri de hızla Müslümanlaşacaktı. Teknolojiye öncülük etmiş bir Müslüman Japonya, İslâm'ı hedef alan Batı'ya karşı aman tanımayacaktı. Üstelik Osmanlı'ya bağlı bir birlik olarak Asya Birliği kurulacak, bu durumda Asya İslâm Birliği'nin önünü açacaktı.Bugün Avrupa Birliği kriterleri değil, Asya Birliği kriterleri konuşulacaktı.Avrupa bu birliğe girmek için; örfünden, dininden, kültüründen tavizler verecekti. Kısaca Dünya tarihinin kaderi değişebilirdi.
İngiliz ajanları, gizli raporlarında o günkü Japonya-Osmanlı yakınlaşmasını oldukça tehlikeli bulduklarını belirtiyorlardı.Sadece bu konu ile ilgili olarak bile bir kitap yazılabilir.
Kuşkusuz II. Abdülhamid Han İngilizleri çok yakından tanıyordu. İngilizlerin özel Devlet kitaplarını çevirtip,okuyor ve notlar alıyordu. Bu kitaplar öyle herkesin ulaşabileceği sıradan kitaplar değildi.
Kraliçe Victoria'nın Özel Mektupları
İngiliz Kraliyet ailesi için özel olarak basılan ve sadece belirli kişilere verilen,İngiliz Saray'ına has bu kitapların üzerinde İngiliz Kraliyet Arması bulunurdu. Örneğin Kraliçe Victoria'nın 1837-1861 arası yazdığı özel mektupları ve gizli yazışmaları olan kitap, II. Abdulhamid'in çevirttiği kitaplardan bir tanesiydi.
RESİM 1901 tarihli Osmanlıca mühürlü orijinal kitap
Kendilerini uyanık sanan İngiliz Ajanları, Abdülhamid'in dehası karşınında bir şey yapamamışlar bu çok gizli belge kitapları Yıldız İstihbaratına kaptırmışlardı.
Abdülhamid Han bu tip kitaplarla; İngiliz Kraliçesi'nin psikolojisine kadar analizler yaptırıyordu.
Tabii ki diğerlerinin de...
Tekrar konuya dönecek olursak, İngilizlerin ve Rusların girişimleri ile Japonya İslâm'ın eşiğinden dönmüştü.Şimdi
1- Acaba Amerika Hiroşima ve Nagazaki'ye İngiliz raporlarının etkisi ile atom bombası atmış olmasın? Asil Japon Milletine yapılan bu saldırıyı, asil ve büyük Türk Milleti hâlâ nefretle kınamaktadır.
2-Bugün Vatikan Papa aracılığı ile ne demişti? 'Üçüncü bin yılda Asya'yı Hristiyanlaştıracağız.' Bu projenin ve hedefin deklare edilmesinin bu bilgilerle bir ilişkisi var mı?
3-Enver Paşa hakkında ahkâm kesenler, Asya'da Türkistan'da ne işi vardı diyenler acaba şunu hiç düşündüler mi? Enver Paşa Abdülhamid Han'ın doktrini ile hareket etmiş olamaz mı? Yeni bir şuur ve atılım için, Asya Birliği ve Asya'da Türk İslam Birliği için orada bulunmasını bilemezler tabii ki... Çünkü Yıldız Gizli Kırmızı Kitapları'ndan haberleri yok!
(Kırmızı Kitabın iç ve dış orjinal hali)
(Kırmızı ipek ay yıldız.Maliye Nazırı Ziya Paşa emri ile el yazması örtülü ödenek bir hakim kod adlının,1908 tarihli ve çeşitli mühürler..)
Bugünkü Kırmızı Kitabın aslı Osmanlı'dan gelir. Yani Yıldız'dan II.Abdülhamid'den gelir.Yıldız Teşkilatı'nda bu defterler, seçilen özel kişilere verilir.Yapacakları görevler, o görevlerle ilgili tarihi belgeler, arşiv bilgileri vs. her şey yazılırdı.
Bu kitapçıklar; kırmızı ipek kaplı olup, üzerinde Ay-Yıldız vardır. İçi el yazmasıdır. Başkasının ele geçirme ihtimaline karşı, kolay yansın yok edilsin diye kap kısmı barutla doldurulmuştur.
Bu kitaplar görev tamamlandığında içersine rapor ve bilgiler eklenerek Sultan'a teslim edilirdi.
Sırdaş, bilgileri Sultan II.Abdülhamid Han'a okudu, Sultan, 'Olur' verince bilgiler Kara Kaplı'ya işlendi.
Asya Projesi II.Abdülhamid Han doktrinidir.Doğu Projesi gerçekleşmedi ama başka bir dahi olan Gazi Paşa, Batı projesini yürürlüğe koydu. Muasır Medeniyetler Projesi. Fakat bu projenin iyi anlaşılmadığı ve rafa kalktığı görülmektedir.Gazi Paşa, Batı'yı fen ve teknolojiyi yakalama adına kullanıp, 'Büyük Türkiye' inşasını planladı. Şimdikiler ise Batı'nın ahlaksızlığını, inançsızlığını, kültürünü alma adına yarışıyorlar. Vatikan'a boyun eğiyorlar.Yazık.
Artık Güneş yeniden Asya'dan, ASYA BİRLİĞİNDEN DOĞACAK....
ALINTIDIR. Orjinali resimler ile http://netpano.com/haber/3612/Japonya/İslamın/Eşiğinden/Döndü
DÜNYANINİLK ROBOTUNU YAPTIRAN SULTANIMIZ...
Abdülhamid Han'ın yaptırmış olduğu 'ALÂMET' isimli robot; dünyada ezan okuyan ilk saat olma özelliğine sahiptir. Sultan, bu muhteşem özelliklere sahip saati Japonya'ya göndermiştir. Muhtemel ki Japonlar, bugünkü robot teknolojilerini, semâ yapan, ezan okuyan bu saatten almışlardır.
1887 yılında Japon İmparatoru'nun yeğeni Prens Komatsu bir savaş gemisiyle İstanbul'a gelir. Abdülhamid Han'a birtakım hediyeler takdim eder ve Sultan ile görüşmelerde bulunur.
1889 yılında ise; Japon İmparatoru Meiji, İstanbul'a özel elçiler gönderir. Bu elçilerle birlikte; Sultan Abdülhamid Han'a özel hediyeler ve bir de özel bir mektup gönderir. Gönderilen bu hediyeler içersinde; Japonya'nın en büyük nişanı olan, Büyük Krizantem Nişanı'nı da vardır. Bu Nişan, Sultan Abdülhamid Han'a takdim edilir. Özel mektupta ise Japon İmparatoru, Abdülhamid Han'dan; "İslâm dini, ilim ve teknolojik gelişmeler, vakıflar, hayır kurumlar vs. konuları ile ilgili olarak kendilerine Japonca veya Fransızca olarak bilgiler," gönderilmesini rica eder.
Abdülhamid Han, konuyu Şeyhülislam Cemâleddin Efendi'ye açar. Osmanlı'nın bilgi ve teknolojisi hakkında bilgi isteyen, deniz aşırı bir ülkeye, eli boş elçiler gönderilemezdi. İlk etapta; tezhipli bir Kuran-ı Kerim ve daha bir çok hediye, elçilerle Japon İmparatoru'na gönderilir. Diğer bilgiler için de süre istenir.
Bu süre zarfında Sultan Abdülhamid Han, Yeni Kapı Mevlihânesi saat sanatkârı, Musa Dede'yi Huzur'a çağırır. Musa Dede saat mekaniğini çok iyi bilen zattı. Sultan, Musa Dede'den; "çok iyi bir ekip kurarak, daha önce hiç yapılmamış, eşi benzeri olmayan, teknolojik bir saat yapmasını," ferman buyurur. Bunun üzerine Musa Dede, yedi kişilik bir ekip kurarak çalışmalara başlar. " Daha önce hiç yapılmamış, dengi olmayan nasıl bir saat yapmalı ?" Diye derin düşüncelere dalar.
Birkaç gün sonra, Sultan Abdülhamid Han, çalışmalar hakkında bilgi almak için Musa Dede'yi Huzur'a çağırır. Musa Dede ve ekibinin çizdikleri projeleri inceler, ancak bunlardan tatmin olmaz. Çünkü Musa Dede'nin getirdiği çizimler, klasik saat örneklerinin değişik versiyonlarıdır. Huzur'da bulunan Derviş Dede'ye fikri sorulur. Derviş, kağıttaki çizimleri inceler ve şöyle der: "Bu saat Semâzen şeklinde olsun. Her saat başı, kollarını açıp semâ etsin ve gong çalsın." Sultan Abdülhamid Han projeyi eline alır, dikkatlice inceler, tefekküre dalar ve dahiyane şu fikri söyler: "Hayır gong çalmasın! Ezan okusun. Öyle bir tertip yapın ki, saat başı ezan okusun," der. Kağıda birkaç ayrıntı çizerek Musa Dede'ye verir. Musa Dede, "Ferman Sultanımındır," diyerek düşünceli bir şekilde huzurdan ayrılır.
Guguklu, gonglu ve değişik melodili saatler mevcuttu. Bunlar; körük ve mekanik düzenlerle halledilebilirdi. Ama ezan sesi, insan sesiydi. Bu nasıl yapabilirdi? Sultan'a, ' Efendim bu nasıl olur?' Demeden Huzur'dan çıkmıştı. Musa Dede, bu düşüncelerde sahafları dolaşırken, Fakir Dede'ye rastlar. Fakir Dede Melâmi Mevlevî Meşreb bir zattı. Musa Dede, konuyu gizlice Fakir Dede'ye açar. Fakir Dede, Musa Dede'yi neşeye boğan şu bilgileri vermişti: Frenk icadı Gramofondan ilham alınabilir. Edison 1877 yılında fonograf cihazını bulmuştu. Ses kaydı yapan bu cihazı önerir. Gramofonun 1887 yılının 20 Eylülü'nde Emil Berliner tarafından patenti alınmıştı. Yani ezan okuyan saat yapmak mümkündü.
Hemen çalışmalara başlandı. Kısa bir süre sonra, Semâzen şeklinde, normal bir insan boyuna yakın, saatli bir robot yapıldı. Robotun özellikleri şu şekilde idi: Kaideye oturtulmuş gövdesi; saat başı semâ ediyor, bu esnada kollarını açıyor, gümüş levhalardan yapılmış etekleri açılıyor ve aynı anda ezan okuyordu. Etek kısmının üstündeki mazgallardan ezan sesi geliyordu. Öyle bir mekanizma kurulmuştu ki, tüm bunları yaparken yarım metre yürüyor, hem dönüyor ve ezan bitince de tekrar yarım metre geri giderek yerine dönüyor; kollarını ve eteklerini indiriyordu. Robot'un tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robot'un arka kısmında kurma yeri mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu.
Robot'u Sultan Abdülhamid Han'a gösterdiklerinde, Sultan çok beğenmiş ve biraz da şaşkınlıkla; " bunun ismi ALÂMET olsun. Bu tam bir ALÂMET," demişti.
Alâmet'in, gövdesinin boyun kısmına yakın yerinde; altın işlemeli ay-yıldız, eteğindeki mazgalların altında ise, Osmanlı Devlet Arma'sı bulunuyordu. Sağ kolunun altında ise, bu projede yer alan ustaların baş harfleri yer almıştı.
Sultan Abdülhamid Han; asrın harikası, sanat ve teknoloji eseri olan, ezan okuyan bu robotu, Ertuğrul Firkateyni ile Japon İmparatoru'na, özel bir mektup, başka hediyeler ve nişanlar ile beraber göndermişti.
Firkateynin, kafile Başkanı Albay Osman Bey, gemi komutanı da Yarbay Ali Bey'di. Temmuz 1889 yılında İstanbul'dan yola çıkan gemi, 7 Haziran 1890 tarihinde Japonya'nın Yokohoma limanına varmış ve Japon Hanedanınca görkemli bir tören ile karşılanmıştır.
Şimdi, bu Alâmet isimli ezan okuyan saatin varlığı bugüne kadar niye bilinmedi? Biraz bu konuyu irdeyelim: Japon elçiler İstanbul'a gelip, Sultan Abdülhamid Han'a Japonya'nın en büyük nişanı olan Krizantem'i verdiklerinde, mukabiliyet esasına göre, kendilerine Abdülhamid Han'ın da, Osmanlı Devlet'i adına Japon İmparatoru'na bir nişan verip vermeyeceği sorulur. Bunun üzerine Ertuğrul Firkateyni ile ; Osmanlı Özel Nişanı ve yanında diğer hediye ve nişanlar, Osman Bey tarafından Japon İmparatoru'na takdim edilir.
Tarih kitapları ve Osmanlı arşivlerinde bu olaylar belgelerle sabittir. Fakat bilinmeyen konu şudur: Peki Alâmet isimli, ezan okuyan, saatli robottan neden hiç söz edilmez! Bu işin sırrı da şudur: Belgeler de şöyle der: "Osmanlı nişanları, hediyelerle beraber Japon İmparatoru'na takdim edilmiştir." Bu kısımlar Japonlara ait belgelerde ise şu şekilde mevcuttur: " Osmanlı Devleti adına, Sultan Abdülhamid Han'ın elçileri, Osmanlı nişan ve hediyelerini Japon İmparatoru'na sunmuşlardır." İşin püf noktası, Alamet'ten bahsedilmemesinin sırrı burada saklıdır. Şimdi lütfen dikkat buyurun: Osmanlıca, Alâmet demek, nişan, işaret demektir.Yani ALÂMET kelimesinin Osmanlıca lügat karşılığı NİŞAN'dır. İşte sır budur. ALÂMETTEN; NİŞANLAR VE HEDİYELER olarak kayıtlarda bahsedildiğinden, Alâmet adeta kamufle olmuştur. Yani bilerek bir saklama yoktur. Bugüne kadar tarihin tozlu sayfalarında saklı kalmış bir hakikat böylece ilk defa gün yüzüne çıkmış oldu.
Fakat yine de akıllara bazı soru işaretleri gelebilir? Meselâ, Japonlar niye bu robot (Alâmet) gerçeğini ifşa etmemişlerdir? Bu soruya şöyle yanıt bulunabilir: O dönemlerde Japon Hanedanlığı karışıklıklar yaşıyordu. Saraylar ve bazı özel hediye mekânları yağmalandı, soyuldu. Alâmet o karışık dönemde, bu soygunlar esnasında birinin eline geçmiş olabilir. Bir başka soru işareti ise; O dönemlerdeki saat firmaları acaba Alâmet'ten ilham almış olabilirler mi? Mesela, Seikosha saat fabrikası 1892 yılında kurulmuş, 1899 yılında ilk alarmlı saati piyasaya sürmüştür. 1881 yılında Kintaro Hattori tarafından Seiko Co limitet şirketi kurulmuştur. Soru şudur: Acaba Alâmet bu saatlere ilham olmuş mudur? Acaba Alâmet'in üzerinde bulunan 7 ustanın baş harfleri bir şeyler ifade ediyor mudur? Ezan okuyan saatlerin menşeinin Japonya olmasında acaba ne kadar Alâmet'in etkisi vardır? Bilinmez ama bilinen bir şey varsa; ilk ezan okuyan ve robot sayılabilecek saati dünyada ilk defa Sultan Abdülhamid Han sahneye çıkarmıştır.
SIRDAŞ, Alâmetle ilgili olarak Sultan Abdülhamid Han'a tarihi bilgileri okur, ve Kara Kaplı'ya kaydeder. Sultan Abdülhamid Han'da; "bu teknolojinin daha da geliştirilmesi gerektiğini vurgular."
Alâmet'in tek resmi; muhtemelen YILDIZ yağmasında yanmış olup, deforme olmuş haliyle geride kalkan parçasına baktığımızda; bu projede görev alan ustalardan biri elinde kurma kolu ile görülmekte, yanında ise Alâmet bulunmaktadır.Resmin üzerinde, silinmiş Osmanlıca yazılar ve bir köşesinde silinmiş Japonca harfler yer almaktadır.
Şunun bilinmesinde fayda vardır; robot teknolojisi çoğunun bildiği gibi, yeni bir teknoloji değildir. 1900 yılların başında yayınlanan Osmanlıca gazetelerin birinde: Robotları kullanarak dünyayı ele geçirilmeye çalışılacağı ve bu yönde çalışmaların olduğu yazılmaktadır.
İslâm bilginleri, robot diye tabir edilen çalışmaları asırlar önce yapmıştır. Fakat bilinen ve işlevi olan ilk robot ALÂMETTİR. Robot terimi, önceden programlanmış komutları yerine getiren mekanik vs. cihaz demektir.Çok azı insana benzer.
Bu vesile ile Ertuğrul Firkateyni şehitlerinin aziz ruhlarına El-Fatihaa
ALINTIDIR... RESİMLER İLE ORJİNALİ ----http://netpano.com/haber/3437/Abdülhamid/Han/Ve/Robot/Teknolojisi
***********************************************************************
Son İmparatorun bilinmeyen istihbaratçıları....
II.Abdülhamid Han, kendine has istihbarat anlayışıyla kurduğu -emsali olmayan- istihbarat teşkilatı, bu konuda ihtisas yapmış çevreleri bile adeta yaya bırakmıştır. Hakan'ın istihbarat anlayışı, zahirî ve batinî olarak ikiye ayrılır. Hakan'ın istihbarat çalışmalarında, birçok usul ve teknikler kullanılırdı. Her iki koldan toplanan istihbaratlar; dikkatle süzgeçten geçirilir, doğruluk payı risk edilmez, adeta matematik işlemindeki doğruluğun sağlaması gibi işlem yapılır; gelen istihbarat ya kabul görür ya da reddedilirdi.
Alıntıdır....devamı için http://netpano.com/haber/3394/II/Abdülhamidin/Bilinmeyen/İstihbaratçıları
İstihbaratçıları ve Dezenfarmasyonu devam...
Sırdaş Kara Kaplı Defter'den bir kağıt daha çıkararak okumaya başladı:
Alınan kesin istihbarata göre; gizli mason cemiyetleri İngiltere'den İstanbul'a Benjamin Roce isimli Yahudi ipnotizmacıyı özel olarak getirmişlerdir. Bu ipnotizmacı yanında kendisi gibi ipnotizmacı, ispritizmacı ve sihirbaz talebelerde birlikte İstanbul'a gelmiştir. Bunların hepsi Müslümanların bulunduğu kıraathanelerde, sohbet yerlerinde, kendilerini doktor (hekim) olarak tanıtarak bir çok kişinin hastalığından ve zaafından yararlanarak; tedavi ediyoruz diyerek, hipnoz ettikleri ve bu usulle İslami Osmanlı Ahalisi'nin zihinlerini yıkadıkları, Padişah Efendimize ve yüce Devletimize karşı isyana teşvik ettikleri tespit olunmuştur.
Devamı için tıklayınız... http://netpano.com/haber/3320/Abdülhamid/Han/Hareme/Sızma/Çabalarını/Nasıl/Engelledi
*************************************************************************
Osmanlı Devlet Armasını ingiliz kraliçesi viktorya çizdirdi idyenlere tokat gibi cevap,
Abdülhamid Han, Sırdaş'a devam etmesi anlamında başını hafifçe öne eğdi. Sırdaş, Kara Kaplı Defter'den bir sayfa daha çıkararak okumaya başladı:
" Yapılan istihbarat çalışmaları neticesinde; Osmanlı Toprakları'nda -bilhassa İstanbul'da-gizli ayin ve toplantıların yapıldığı tespit edilmiştir. Bu toplantılara katılanların bir dinin ibadeti için bir araya gelmiş masum insanlar olmadığı çok açık. Bunların Siyonist Yahudiler olduğu tespit edilmiştir. Bu toplantıların birine katılan Yahudi asıllı zatın, faaliyetlerini sürdürdüğü gizli yeri belirlenmiş ve bu yerde yapılan araştırmada; birtakım materyaller ele geçirilmiştir. Bunların incelenmesi emir buyrulmuş, yapılan tahkikatta; Devlet-i âli aleyhinde bir faaliyet olduğu; bunun da ele geçen nesnelerin, zat-ı âlinizin emirleri doğrultusunda sırlarının çözülmesi ferman olunmuştur.
Neticede, ele geçen iki nesneden biri 'Osmanlı Devlet Arması' diye son günlerde ortalıkta gezinen resimlerin pirinçten dökülme sureti, ikincisi ise; Mısır piramitlerinden en büyüğünün, üzerinde Güneş sembolü, (hiyeroglif) yazılar ve Firavun resmine yer veren sarı pirinçten dökme arma."
devamı için....http://netpano.com/haber/3241/Osmanli/Devlet/Armasinin/Sirri
Biraz da Sultanımızın Sporcu yönü... (FBliler kızmasın)
İngilizlerin kurduğu fitbol takımına karşı, Sultanımızın kurduğu fitbol takımı PORTSMOUTH FC.. http://www.portsmouthfc.co.uk/
Yer Yıldız Saray'ı. Saat gece biri gösteriyor. Saray'ın koridor ve bir odası hariç, diğer her tarafı karanlık. Koridor ve tek odada yanan gaz lambaları ve mumlardan sızan ışık, zifiri karanlığı ve kasvetli havayı adeta deliyor. Dışarıda hafif bir lodos var. Rüzgarın ıslığı bahçedeki ağaçların dallarını neşelendiriyor. Her yerde sessizlik hüküm sürüyor. Çıt çıkmıyor!
Bu derin sessizliği iki kişinin ayak sesleri bozuyor. Ayak sesleri ışığı yayan tek odaya doğru yöneliyor. Ve nihayet odanın kapısına bir el iki kere vuruyor: Tak!Tak!
İçerinden ise kendinden emin ve gelenleri bekler bir tavırla, gür bir ses tonu yankılanıyor: "Gir!" Kapı hafifçe aralanıyor ve gelen iki kişiden biri olan Yaver Ali Rıza Efendi odaya giriyor. Diğer kişi kapı dışında bekliyor. "Gir" sesinin sahibi ise 2. Abdülhamid Han! Ali Rıza Efendi kısık bir ses tonuyla; "Hakanım, beklediğiniz DERVİŞ geldi" diyor. Abdülhamid Han bunun üzerine: "Bekletme hemen içeri al misafirimizi" karşılığını veriyor. Yaver Ali Rıza, Derviş'i içeri buyur ediyor. Derviş, "Destur Sultanım" diyerek sağ ayağını kapıdan içeri atarak odaya giriyor. "Selamünaleyküm geceniz hayır olsun Sultanım" diyor.
Abdülhamid Han karşılık veriyor: "İnşAllah hayır gecemize sizinle teşrif etmiştir." Derviş, "İnşAllah" diyerek sağ elini kalbine götürerek Mevlevi usulü baş kesiyor ( baş eğiyor)" Abdülhamid Han oturduğu yerden doğrulur gibi yapıp, Derviş'e eliyle yanındaki koltuğu oturmasını işaret ederek; "Buyurun" diyor. Derviş; 75-80 yaşlarında, ak saçlı, kalın ak kaşlı, pos bıyıklı ve seyrek bir parmak uzun ak sakallı, kırmızı yüzlü, bodur sayılabilecek orta boylu fiziksel özelliklere sahip bir şahsiyet.
Derviş, Hakan'ın işaret ettiği koltuğa, "Bismillah" diyerek oturuyor. Sultan Abdülhamid Han, Yaveri Ali Rıza Efendi'ye sesleniyor: "SIRDAŞ gelsin!" ve ekliyor; "Yaver, tez hazırlığını yap, yarın sabah Rumeli'ye, Selanik'e hareket edeceksin!"
Yaver Ali Rıza tebessüm ve hüzünle karışık bir ses tonuyla: "Ferman Devletlimindir," diyerek geri adımlarla büyük bir edep içerisinde dışarı çıkıyor.
Kapı tekrar iki kere vuruluyor: "Tak!Tak!" İçeriden yine aynı sesin sahibi: "Gir!" diyor. Kapı açılıyor; uzun boylu, siyah uzun paltolu, 60 yaşlarında, pala bıyıklı, bir dinç ihtiyar içeri giriyor.
Yıl 1912.
Yer Beylerbeyi Saray'ı. Saat gece bir. Ulu Hakan, üç yılı biraz aşkın bir zamandır kaldığı Selanik'teki Alatini Köşk'ünden İstanbul'a dönmüştü.Yıldız Sarayı'ndaki buluşma sanki tekrarlanıyordu. Yıldız Sarayı'ndaki o gecenin tablosu, bir kez daha oradakilerin gözleri önünde canlandı. Ama aradan geçen zaman süresince bir çok farklılıklar da olmuştu. Derviş artık iyice yaşlanmıştı. Sırdaşta; o 60 yaşlarındaki uzun boylu, siyah uzun paltolu, pala bıyıklı, dinç ihtiyar değildi. Abdülhamid Han da belki o gür sesini kaybetmişti ama hüzünlü mağruriyetini hala muhafaza ediyordu. Derviş ve Sırdaş, Sultan'ın gösterdiği koltuklara oturmuşlardı. Sultan Abdülhamid Han, Sırdaş'a dönerek; "Aç bakalım Kara Kaplı Defteri" dedi. Sırdaş; "Ferman Sultanımındır" diye cevap verdi. Abdülhamid Han göz ucuyla Derviş'e baktı. Bu bakışı fark eden Derviş'te baş eğerek saygıyla; "Ferman Padişahımındır" diyerek elini kalbine götürdü. Abdülhamid Han, sanki bilerek göz ucuyla bakmış gibi karşılık verdi: "Koca Derviş, yıllar önce bana ; seni tahta padişah olarak oturtmuyoruz. Seni buraya yeni kurulacak Cihan Devleti'nin temellerini atman, Osmanlı'nın yıkılışını uzatman ve dünyayı oyalaman için Hakan olarak oturtuyoruz, demiştiniz. Şimdi ise; padişahım diyorsunuz, diyerek sanki yıllar öncesinin içinde kalan ukdesini; biraz sitem biraz içine sindirmiş biraz da Koca Derviş'in hafif edepli tebessümünden anlaşılan; latifeli, bir anlamla Abdülhamid Han'ın bu kelimeleri sarf ettiği gözlerden kaçmamıştı.
Hakan kafasını sallayarak, Sırdaş'a : "Sıradaki nedir?" diye sordu. Sırdaş elindeki siyah deriden yapılmış, altın kaplama sırma ile Ay Yıldızlı işlemeli, kenarlarında dört adet yine sırma Hilal işlemeli, Kara Kaplı denilen defteri açtı. Bir çok kağıttan birini çekerek okumaya başladı:
(Kara kaplı Ortadaki Büyük Osmanlı Ayyıldızı Osmanlı Devleti'ni,dört hilal de dünyanın dört köşesinin sembolü)
� Hakanım, 1890�lar�İngiliz sinsiliğine karşı taarruz planı�� Hakan�ın �Oku!� talimatı üzerine, Sırdaş devam etti: �İngilizlerin gizli teşkilat grubu, İstanbul�da Spor Fitbol Takımı kurup, fiili ( operasyonel) ve bilgi toplama istihbarat çalışmaları yaptıkları tespit edildi. Rum ve Ermeni gençlerden oluşan bu takım; İstanbul ve Ali Osmaniye�de bir çok zarara (karanlık olaya ve faaliyete) imza attılar.� Yüce Hakan emir buyurdu: �Derhal İngiltere�de bir Fitbol Takımı kurulsun, �Gök Ordu� denile ismine. Teşekkülü için masraflar Devlet-i Aliye�nin hazinesinden icra edile.� Bu konuşmadan üç gün sonra Sırdaş; � Takımın arması uygun mu Hakan�ım?� diyerek avucunda; kırmızı düğmeye benzer, Hilal ve Yıldızdan oluşan, kehribarımsı bir maddeden, küçük bir akçe büyüklüğünde parçaları göstermiş��(aşağıdaki resim)
Hakan ise; � Osmanlı Ayyıldızı�na (biraz ek yapsanız, dört iklim,dört diyarı remzeden bir şekle soksanız), bu yıldızı 8 köşeli yapsanız, daha iyi olmaz mı?� demiş, �Ferman Sultanımındır� denilerek çalışmalar başlatılmıştı�
Yıl 2009�
�İngiltere�de araştırdım. Abdülhamid Han'ın kararını verdiği Futbol Kulübünü andıran takım vardı İngiltere'de... Arması ve renkleri tıpkı Sırdaşın kayıtlarındaki gibi�
Tabi bu takım hakkında bir çok rivayetler bulunuyor. Ama anlaşılan bu takım belki de hem Osmanlı�nın (İngiltere'ye uzanan büyük hedeflerinin bir işareti) ama en önemlisi, Ulu Hakan�ın (İngiliz istihbaratına) karşı deklarasyon operasyonuydu,� düşüncesi bende kuvvetli bir kanaate dönüştü. İngilizler, casuslarıyla İstanbul�da �oyun� oynarken kendi anavatanlarında mukabele-i bilmisil faaliyeti ruhları bile duymamıştı. Başka bir deyişle, İngilizler, casuslarıyla İstanbul�da �aşık� atarken, kendi ülkesinde �kaşık� atanları ıskalamışlardı.
Şu anda İngiltere'de bulunan Futbol kulüplerinden birinin amblemi aşağıda görülmektedir. 1. Ligde bulunan Portsmouth FC; Ay-yıldızlı amblemi ile dikkati çekmektedir�
Alıntıdır kaynak...http://www.netpano.com/haber/3152/Portsmouth/Futbol/Kulub%C3%BCn%C3%BC/IIAbd%C3%BClhamid/mi/Kurdu
********************************************************************************************
Son Söz;
Yukarıdaki aktardıklarım hepsi aynı siteden ve Abdulhamid Han hayranı bir site. Sağolsunlar ilginç bilgiler paylaşıyorlar. Aslında Abdulhamid Han yani SON İMPARATOR, bu ümmet için bir fırsattı. Gardan hareket eden son trendi tabiri caiz ise. Velakin o zamanki birçoğu allleme, din erbabı, siyasetçi, tüccar, devlet adamı bu fırsatı anlayamadılar ve tren kalktı gitti. Bu sebeble abartmıyorum SON FIRSATTI diyebiliyorum. Onun trenine binebilselerdi, Onu anlasalardı işler çok değişmiş olurdu. İmtihandan kahir ekseriyet SIFIR çekip çıktı.
Arkadaş demişki Ona nasıl Kı..Su.. diyorlar. Onu diyenler mümin müslüman olmayanlar. Bunu anlamak kolay. Peki deve dişi gibi allemeler, din adamları nasıl böle der? Mahkemede idamını afv ettiği molla, mahkemeden çıkarken avanesi ile nümayiş yapıp, Abdulhamid için "Yaşasın Zalimler için Cehhenem" diyebilmesini veya hal fetvasını imzalayan Alimlerin imzasını, Şeriat istiyoruz diye 31 Martta İstanbulu basan yağmacıların önünde yürüyen allemaleri hatta ona ağır hakaretler eden M.Akifi hiiiç anlayamıyorum.
Teşekkürler hakikidost kardeşim.
Hakikaten Ulu Hakan II.Abdülhamid han ile ilgili bu bilgiler çok güzel.Ne diyelim teşbihte hata olmaz; altının kıymetini sarraf bilir.Eh,bilmeyenler de öğrenmeye ve anlamaya çalışsın değil mi efendim. "Ecdadımız şanlıdır başı çeken ´Osmanlı´dır. alıntı
Tekrar: osmanlı hakikidost 33.yıldız ve bi de ihvan kardeşlerime bu kıymetli paylaşımdan dolayı teşekkürler Allah (c.c) razı olsun.
Sultan Abdulhamid Han'ı anlamak bütün her şeye vakıf olmaktır demiştim bir önceki yazımda. Çanakkale Muharebesi bütün hızıyla devam etmektedir. Memleketi kurtarma vazifesini eline almış İttidhad ve Terakki gelişmekte olan olayları yönlendirememekte ve çözüm yoluda bulamamaktadır.
Akıllarına gelen tek bir çare vardır. Padişahı(Sultan Mehmed Reşad) Dolmabahçe sarayından ve Esir Sultan'ı(Sultan Abdulhamid Han) Beylerbeyi Sarayından kaldırıp, bunların düşman eline geçmeyecek şekilde Anadolu'nun güvenlik yönünden sağlam şehirlerine götürülmesi İttihatçıların en büyük tasarıları arasındaydı. Sultan Mehmed Reşad hükümetin her dediğine boyun eğecek yumuşaklıkta bir insandı. Lakin işin asıl çözülmesi gereken mühim kısmı Sultan Abdulhamid Han'ı razı etmekti ki bu çetin mesele kolay hallolacak bir mesele değildi. Sultan ile bir görüşme yapılmalıydı fakat bu görüşme gizli olmalıydı. Hatta o kadar gizli tutulmalıydı ki bu görüşmede aracı bile kullanmak son derece tehlikeliydi.
Sultan Abdulhamid ile teması Sadrâzam Talât Paşa ile Başkumandan vekili Enver Paşa tarafından yapılacaktı. Bakın bu ziyareti Sultan Abdulhamid Han'ın en küçük oğlu Şehzade Hacı Mehmed Âbid Efendi'nin (17.05.1905 Yıldız – 08.12.1973 Beyrut) hayatının son yıllarında Beyrut'ta Taha TOROS'a anlattıklarından nakledeyim:
"Paşalar babamı, gece kimsenin göremeyeceği saatte ziyaret ettiler. Annemle diğer hanımları ve hizmetkârları, böylesine âni ve gece karanlığında yapılan ziyaretten fazlası ile endişelendiler!.. Hatta babama su'i-kast yapacağı şüphesine düştüler, korku içerisinde titreşip durdular. Ben yanlarındaydım. Sahilden gelen paşaların babamın odasına girmelerini, bütün şiddetiyle çarpan kalbimle izledim. Talat Paşa ile Enver Paşa babamın bulunduğu odaya girdiler. Her ikisi de, eski bir Padişah olan babama –sanki günün hükümdarı imiş gibi- yerlere kadar temennalarla ilerledi. Tarifi ancak görülmekle mümkün olabilecek aşırı bir saygıyla, hattâ riya dolu bir saygıyla elini öptüler. Kapı aralığından iyice gözetleyebildim. Babam onları ayakta, fakat hiç yerinden ilerlemeyerek karşıladı.
O gün devleti parmaklarında ve dudaklarında tutan bu iki ünlü paşanın beklenmedik ziyaretleri, hele önceden tahmini mümkün olmayan protokol kaidelerinin üstünde aşırı hürmetleri karşısında, babamın zerre kadar şaşırmadığını ve ziyaretçilerine karşısındaki koltuklara oturmaları için eliyle yapmış olduğu işareti bugün olmuş gibi hatırlıyorum.
Ben o anda, bu ziyaretin sebebini bilmeden, merak içinde olan annemle ve hanımefendilerinin bulunduğu odaya koştum. Onlara endişe etmemelerini söyleyerek gördüklerimi çarçabuk anlattım. Paşaların jestini ve saygılarını öylesine heyecanla anlatmış olacağım ki, bundan kendine göre bir mânâ çıkartan annem Naciye Sultan(1887-1923) " Allah Büyüktür. İnşAllah Sultanımı tekrar tahta davet ediyorlar" dedi.
Bir gün sonra öğrendik ki, Talât Paşa ve Enver Paşa, Çanakkale'deki savaşın muhtemel kötü neticesinden bahsetmişler. Planlarını açıklamışlar. Eski hükümdardan tecrübeleri nedeniyle mütealasını sormuşlar. Aşağı yukarı babamdan dinlemiş olduğum şu sözlerle şahsi görüşünü ve tavsiyesini bildirmiştir:"
"Ben yerimden bir adım bile kıpırdamam ve bir yere gitmem. Biraderim (Sultan Mehmed Reşad) için de tavsiyem, saraydan asla ayrılmamasıdır. Allah göstermesin bir ayrılık hem ordunun, hem milletin maneviyatını bozar. Yenilmek mukadderse bu ayrılık onu çabuklaştırır.
Ben büyük ceddim Fâtih Sultan Mehmed Han Hazretleri'nin zaptedip milletimizin gözbebeği haline gelen ve devletimizin merkezi olan İstanbul'u düşman işgali altında görmektense, toprağın altına girmeyi ve onların kurşunları ile bu sarayda ölmeyi tercih ederim. Biraderimin İstanbul'u terk etmesi yolundaki tavsiyenize gelinc, bu husus tarihimize büyük bir leke olarak geçer. Bundan kat'i olarak vazgeçilmesini tavsiye ederim."
Şimdi siz söyleyin; vatanını milletini teb'asını bırakmayan esir halinde iken bile bırakmayan Mahzun Padaşahı Cennet Mekân Sultan Abdulhamid Han Ulu Hakan mı? Kızıl Sultan mı?
Adem İlhan
Ona kı...su.. diyenleri Allah bana bağışlasın. Görecekler kırmızıyı, maviyi....veldi zaniler.
Rabbim onlardan razı olsun
Alıntı Yap[/Ona kı...su.. diyenleri Allah bana bağışlasın. Görecekler kırmızıyı, maviyi....veldi zaniquote]
Osmanlı imp´un gerçek sahipleri, verasetçileri bu şekilde teb´asına değil düşmalarına bile hitap etmemiştir.
Kendimizi fuzuli yere kandırmayalım.onlar alnının akıyla bu alemden göçmüşlerdir.senin onları övecek veya övünecek dilin bile yok bu "Ona kı...su.. diyenleri Allah bana bağışlasın. Görecekler kırmızıyı, maviyi....veldi zaniler" cümlene bakılırsa.... siz bu söyleminizle bir meydanda birçok kutup oluşturuyorsunuz. o tarihte, doğru olan her zaman doğrudur. Birilerinin yalanlamasıyla doğru, ortadan kalamış olmaz. Hem sen sütten çıkmış ak kaşıkmısın ki Allah sana bağışlayacak..? Lütfen her zaman için kem söz sahibinin,alçalmayalım. fg20)) selam ve saygılar.
Sırdaş Kara Kaplı Defter'den bir kağıt daha çıkararak okumaya başladı:
Alınan kesin istihbarata göre; gizli mason cemiyetleri İngiltere'den İstanbul'a Benjamin Roce isimli Yahudi ipnotizmacıyı özel olarak getirmişlerdir. Bu ipnotizmacı yanında kendisi gibi ipnotizmacı, ispritizmacı ve sihirbaz talebelerde birlikte İstanbul'a gelmiştir. Bunların hepsi Müslümanların bulunduğu kıraathanelerde, sohbet yerlerinde, kendilerini doktor (hekim) olarak tanıtarak bir çok kişinin hastalığından ve zaafından yararlanarak; tedavi ediyoruz diyerek, hipnoz ettikleri ve bu usulle İslami Osmanlı Ahalisi'nin zihinlerini yıkadıkları, Padişah Efendimize ve yüce Devletimize karşı isyana teşvik ettikleri tespit olunmuştur.
Hipnoza maruz kalan kişiler üzerinde yapılan tecrübeler bize şunu göstermiştir: Hipnoz o kadar etkili olmuştur ki, zavallı kurbanlarda sorgu halinde bile 'Hasan Sabah' etkisi izlenmiştir. Bu hipnoza maruz kalan şahıslar, sorguda bile Padişah Efendimiz ve Devletimiz aleyhinde korkmadan ileri geri laflar etmişler, olumsuz propagandalar yapmışlardır.
Olayın daha vahimi ise; bu Yahudi hipnozcu ekibin, Devlet içine sızma ve Devlet kademelerindeki bazı üst düzey memur ve ileri gelenlerle bir bahaneyle temasa geçmeleridir. Dahası halkın teveccüh gösterdiği ileri gelen bu eşraflarla ipnotizmacı ekibin aynı usul ve metotlarla korkusuz bir şekilde temasa geçmeleri düşündürücüdür.
Bu vahim hadiselerin, yaklaşık altı aydır devam ettiği anlaşılmıştır. Gelişen bu yeni hadiseler üzerine, İstanbul Mevlevi Haneleri'nden Yeni Kapı Mevlevi'si bir derviş, uzman olarak Yıldız'a çağrılmış, bu gelişen olaylar hakkında istişarelerde bulunulmuştur. Bu dervişin lâkabı ve ismi; Neyzen Nayi Ömer'dir.
Bu derviş, ömrünün bir bölümünü, Efendimiz Abdülhamid Han'ın emri ve mali desteğiyle Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, özellikle de İngiltere'de; hipnoz, manyetizma ve mistik ilimleri öğrenmek için geçirmişti. Kendisiyle istişare sonunda hadisenin vahameti ortaya çıkınca Hakanımızın Fermanı ile tedbir almak üzere bir ekip kurulmuş ve bu hadisedeki unsurlar etkisiz hale getirilmiştir.
Fakat gizli mason cemiyetleri yılmıyor faaliyetlerine devam ediyorlar. Mevlevi Nayi Ömer Derviş başkanlığındaki özel ekibimiz, sorunla ilgili olarak çalışıyor ve gelişmelerden bizzat Sultan Abdülhamid'i haberdar kılıyorlardı.
Yapılan bu mücadele Osmanlı Devleti için çok önemliydi. Karşımızdaki sorun İstanbul başta olmak üzere; Balkanlar, Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasındaki ahalinin ipnotizma ile beyinlerini yıkamayı amaçlayan yeni bir faaliyet alanıydı. Bu faaliyetler sonucunda mülk-ü Osmanide hurafeler yayılıyordu ki; bunlar, ahalinin İslami inancında derin şüphelere neden olabiliyordu. İşte Abdülhamid Han'ın gazetelere sansür uygulamasının nedenlerinden biri bu hurafe haberleriydi.
Şimdi bu anlatılanlar çerçevesinde bazı belge niteliğinde bilgiler sunacağız. Aslında bu gizli mason cemiyetlerinin faaliyetleri gizli değildi. Osmanlı arşivlerinde belgesi bulunan bir örnek, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Devir Abdülmecit devri. Tıbbiyeye ilk getirilen manyetizmacı, hipnotizmacı ve anatomi (teşrih) hocası Avusturyalı Yahudi asıllı Dr. Spitzer, Padişahın tüm güvenini kazanmış, özel hekimliğine kadar yükselmişti. Bu güven kaynaklarda şöyle anlatılmaktadır: "Abdülmecit bu hekime çok güveniyordu. Öyle ki, güya Abdülmecit'e suikast tertip etmek isteyenler öncelikle Dr. Spitzer'i Saray'dan uzaklaştırıp, emellerini sonra gerçekleştireceklerdi."
Tanzimat sonrası Dr.Spitzer anılarını yazmış ve kitap olarak yayınlamıştır. Bu kitapta, "Spitzer'in Padişahın huzurunda manyetizma tecrübeleri yaptığı, Padişahın hasta olan eşini muayene için Harem'e girdiği vs." anlatılmaktadır.
Burada Dr.Spitzer Harem'e giren ilk yabancı doktor unvanını alacaktı. Spitzer, anılarının devamında; "Nasıl Harem'e girdiğini, hasta olan Sultan'ın ne kadar güzel bir hanım olduğunu, Sultan'ın elini tutup tedavi yapmaya başladığını" en ince ayrıntılarına kadar anlatmaktadır.
Dr. Spitzer, Enderunlu Arif ve Mabeyinci Mehmet Bey hakkında da şunları anlatmaktadır: " Padişahın huyunu çok iyi öğrenmiştim. Manyetizma ile ilgili anlattıklarım Padişahı oldukça etkilemişti. Bir gün, Padişaha; ' Size medyumluk vazifesini yapabilecek birisini tespit ettim' diyerek Enderunlu Arif'i çağırtmış ve Onun yaptığı hipnozu ve medyumluğu Padişah hayretler içersinde izlemişti."
Dr. Spitzer'in bu anıları; Aylık Tarih Mecmuası olan 'Tarih Konuşuyor' isimli derginin Şubat 1965 tarihli 13. sayısında başlayıp daha sonraki sayılarında devam eden yazı dizisi olarak yayınlanmıştır.
Öyle ki, anılarda; Padişahın yapılan bu gösterilerden çok etkilendiğini ve şöyle dediği anlatılmaktadır: "İnsanların kalbinden geçeni ve olayların iç yüzünü bu metotlarla bilmek ne saadet" diyordu. Ayrıca Fransa Kralı Lui Filip'inde bu ipnotizmacıları kullandığı bu anılarda yer almaktadır.
....
Tekrar hipnotizma meselesine dönecek olursak; Şöyle düşünün, Harem'e sızmış art niyetli bu hipnozcular, tedavi amacı güttüklerini öne sürerek, cariyeleri veya Padişah eşlerini hipnoz ederek onlara telkinde bulunuyorlar: " Padişahı öldür, Padişahın sırlarını ver vs." Dahası Devlet Kurumları'ndaki ileri gelen bürokratlara da aynı yönde telkinler yapılıyordu.
Bu meseleyi hafife almayan Sultan Abdülhamid Han, o günlerde tedbir almak için büyük bir mücadele vermiş, bu mücadelelerden biri de bu hipnozcuların propagandalarını sansürlemek olmuştur. Batıdan destek aldıkları için kendilerini tedip etmek kolay değildi. Batılı hamileri yaygara koparıp devleti sorumlu tutacakları için yapılabilecek en kestirme iş sansür uygulamaktı. Ancak II. Abdülhamid'i önyargılarla eleştirmek isteyenler bu sansürü bir despotun özgürlükleri kısıtlanması olarak millete sunmuşlardır. Oysa Abdülhamid Han için maksat Devlet'i ayakta tutmaksa gerisi teferruat olmalıydı.
Harem ile ilgili kitap yazan batılı yazarların çoğu, işi dönüp dolaştırıp cinselliğe getiririler. Ancak Harem'in bilinmeyen bir özelliği ise; buranın bir kültür ve eğitim yuvası olmasıdır. Şimdi lütfen bu söyleyeceğime dikkat buyurun, çünkü bu ilk defa ifşa ediliyor: II. Abdülhamid Han zamanında Harem'in namahremliğinin bir başka nedeni ise, Devletin gizli belgeleri Harem'de saklanmıştır. Abdülhamid Han'ın dahiyane zekası, düşmanlar her yere girebilirdi ama Harem'e asla! O halde devletin önemli ve gizli belgeleri için en emin yer Harem'di.
Abdülhamid Han, Abdülmecid Han'ın hatasına düşmemiş, Onun döneminde Harem'e sızmaya çalışan Hekim Roce'yi İngiltere'ye bir gemiyle geri göndermişti. Gemi İngiltere'de limana yanaştığında Hekim Roce'nin elleri kolları bağlı olduğu halde eşeğe ters bindirildiği görülmüştür.
Evet, SIRDAŞ devlet-i aliyede fitne fesat mihrakları ile ilgili tedbirlere ilişkin notları okuduktan sonra Ulu Hakan Abdülhamid Han'dan onay almış, Hakan odada bulunan Hazirun'a dönerek:
-Belirtilecek bir husus var mıdır? Diye sormuş:
Derviş ve Sırdaş :
-Ferman Padişahımızındır, diyerek ipnotizmacılarla ilgili alınan tedbirlerin uygulanmasına karar vermişlerdi.
Oktan KELEŞ
oktankeles@gmail.com/ Netpano.com
Sultanımıza çirkin iftiraları atanlar siyonistler ve uşaklarıdır. Kütübü Sitte lerde kitabül fiten kısmında bahsedilen Hadisi Şerifleri okursanız kıyamet öncesi büyük savaşlardan bahsedilir. Yahudi ve hristiyanların kaynaklarında da vardır bu savaş (Armageddon = Hermeciddun)... Eğer o günlere kavuşursak ve yaşarsak Allah o günleri bize bağışlarsa , siyonistlerin yahudilerin bağışlandığı gün olacaktır. O zaman ak kaşık, kara kaşık, alçaklık, yükseklik ortaya çıkacaktır. Büyük konuşmaya lüzum yok. Amma şahsen o günlere ulaşmak için dua ediyorum. Allah sanada nasip etsin. Hepimize yeterler.
forum okuyucularından biri olarak şu sözlerinizi anlaymadım efendim (affınıza sığınarak tabiki);
Alıntı yapılan: osmanlı - 25 Nisan 2010, 01:51:23
....Eğer o günlere kavuşursak ve yaşarsak Allah o günleri bize bağışlarsa , siyonistlerin yahudilerin bağışlandığı gün olacaktır. O zaman ak kaşık, kara kaşık, alçaklık, yükseklik ortaya çıkacaktır. Büyük konuşmaya lüzum yok. Amma şahsen o günlere ulaşmak için dua ediyorum. Allah sanada nasip etsin. Hepimize yeterler.
onlardan birkaçı bu siteye yazı mı yazmış yoksa?
ben acizane zaten Fatih Sultan Mehmet hanın torunuyum. :)
es-selamü aleyküm,
Durdum ve düşündüm en son şöyle yapmaya karar verdim kendi kendime:
Admin hocam kusura bakma, üç mesaj yukarıda yada aşağıda osmanlı adlı üye kardeşimden alıntı olmuş, o mesajı niye yayınlıyorsunuz anlamadım.
o mesajda devleti ali osmaniyeyi en ufak bir kötüleme,karalama, töhmet altında bırakma gibi manalar anlaşılıyorsa özür diliyor silmenizi rica ediyorum. haassaten osmanlı adlı üye kardeşimeden de. o zatı şerife kızıl sultan diyenler her türlü belayı hak ediyor. selam ve hürmetler efendim.
Osmanlıyı, ecdadımızı aynen bende çok seviyorum ama layık mıyım değil miyim bilemiyorum, olmaya çalışıyorum.
Belki de o kardeşimiz günahsızdır muhakkak, olabilir. Bu niye olmasın zaten onlar yüzü suyu hürmetine biz de yaşayıp gidiyoruz. " El elden üstündür ta arş-ı a´la´ ya kadar" derler. Oysa siz daha leb demeden leblebiyi anlıyorsunuz. Çok yüksek kaletede insanlar var bu sitede.
Allah yolunuzu açık eylesin başarılar diler sizden de düa beklerim efendim.
◄███▓▒۞۩۩Allah Razı Olsın Selam Ve Dua İle ۩۞░▒▓███►
◄ █ █ █ ▓ ▒[۩ Amin.Amin. Amin. ۩]░ ▒ ▓ █ █ █ ►
Kur-ba kardeş;
Dedem (osmanlı) sana zaten çatmamış veya yanlış anlamamış. Ayrıca sonunda dikkat edersen sana peşinen dua etmiş zaten. Sana da nasip etsin diye. Yanlış anlaşılma yok. Dede diye hitap ettiğim osmanlı nickli kullanıcıyı bizzat tanırım. Osmanlıyı manyaklık derecesinde sever. Özellikle '.ABdulhamid Han'ı.( Yıllar evvel üniversite son sınıfta Osmanlı'ya iftira atan eğitim görevlisi ile tartıştığı için ceza bile almıştı. ) Bizden de dualar.
Ayrıca; Torun'dan, Dede ye de hürmetler...