Sadakat islami Forum

DİNİ KATEGORİLER => İSLAMİ SORULARINIZ VE CEVAPLARI => Konuyu başlatan: emsile - 06 Haziran 2011, 02:20:23

Başlık: Aşere-i Mübeşşere
Gönderen: emsile - 06 Haziran 2011, 02:20:23
Değerli Yönetici kardeşelerimiz

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE hakında bilgi toplamak istiyorum
daha doğrusu
ne zeman?
nasıl?
hangi ammelerden veya sebeblerden dolayı cennetle müjdelendiller?
 bu incelikler hakkında yardımcı olurmusunuz.
Şimdiden hepinize teşşekür eder
Hayırlı Recebi şerifler dilerım
Başlık: Ynt: Aşere-i Mübeşşere
Gönderen: müteallim - 06 Haziran 2011, 03:26:40
Cok Genıs Bır Konu Arastırılması Lazım Gelen Bır Husus Beklıyelım
Başlık: Ynt: Aşere-i Mübeşşere
Gönderen: mazlum - 06 Haziran 2011, 17:45:59
Şerhi Akaid (Taftazani)  den aldıgımız bu bilgilerle size, sanırım ışık tutmuş oluruz inşAllah .

Müellif Ömer Nesefî kelâm ilminin maksadını, Allah'ın zatı, sıfatlan, fiilleri, âhiret günü, nübüvvet konusu ve imamet me­selesi gibi hususları İslâm kanunu ve esaslarına Ehl-i sünnet ve'l-cemaatm yoluna uygun bir tarzda inceleyip bitirdikten sonra, Ehl-i sünneti öbür mezheblerden ayıran mevzulara bir nebze işaret et­meye gayret etti. Bu gibi konularda Mutezile veya Şia veya felsefe veya mülhitler veyahut da diğer Ehl-i bid'at ve neva olan mezhepler Ehl-i sünnete muhalefet etmişlerdir. Bu gibi meselelerin furû-i fıkıh­tan veya itikatla ilgili diğer cüzî meselelerden olması müsavidir.

“Sahabenin sadece hayırla anılması müstesna, başka türlü ken­dilerinden bahsetmekten kaçınılır”

Zira sahabelerin menkıbeleriyle (yâni iyi hal ve hareket sahibi kimseler olmaları) ve kendilerine dil uzatmaktan sakınmanın vâcib oluşuyla ilgili olarak sahih hadisler rivayet edilmiştir. Meselâ Pey­gamber (s.a.)in şu hadisleri bunlardandır:

1. “Ashabıma sövmeyiniz, sizden biriniz şu Uhud dağı kadar altın sadaka verse, onların verdiği bir kilo hatta yanm kilo sada­kadan aldığı sevaba yetişemez, nail olamaz” [2],

2. “Sahabeme ikramda bulununuz, çünkü en hayırlınız onlar­dır...” [3].

3.  “Allah, Allah!  Ashabım konusunda Hakk Taâlâ'dan korku­nuz da onları benden sonra hakir görmeyiniz  (ve husumet okları­nın hedefi haline getirmeyiniz). Sahabeyi seven bir kimse, beni sev­diği için onları sevmiş olur. Onlardan nefret eden, benden nefret et­tiği için onlardan nefret etmiş olur. Onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Beni inciten Allah'ı incitmiş olur. Kim ki, Hakk Taâlâ'ya eza eder, Allah onu (cezalandırmak ve azab etmek için)  yakalayıverir” [4].

Bundan başka Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyn ve diğer büyük sahabelerden herbirinin menkıbeleri hakkında sahih hadisler vardır. Sahabelerin kendi aralarında vaki olan kavga ve sa­vaşları yorumlama ve değerlendirme (mehamil ve te'vilât) şekli vardır. Bunlardan dolayı, sahabeye sövmek ve onları kötüle­mek, şayet kesin delillere aykırı düşüyorsa, küfürdür. Aişe (r.a.)ye yapılan iftira gibi (Bk. Nur, 24/11). îfk hadisesi, Hz. Aişe'ye yapı­lan iffetsizlik iftirasının asılsız olduğu bu ayetle sabit bulunmakta­dır). Eğer (sahabeye sebb ve şetm) kesin delillere dayanmıyorsa, bu da bid'at ve fâsıklıktır.

Özet olarak, Selef müctehidlerinden ve takva sahibi âlimlerden Muaviye ve avanesinin lanetlenmesinin caiz olduğu konusunda bize bir şey nakledilmiş değildir. Bunların davranışları hakkında verile­cek en ağır ve en son "hüküm şudur: “Hadlerini tecavüz etmişler (bâğî ve âsi olmuşlar, meşru) imama karşı ayaklanmışlardır”. Bu hareket ise, kendilerine la'net okunmasını gerektirmez.

Alimler, sadece Muaviye'nin oğlu Yezid hakkında ihtilaf etmiş­lerdir. Hatta el-Hulasa'da ve diğer eserlerde şöyle dahi denilmiştir: “Yezid'e ve Haccac'a lanet etmek uygun değildir. Zira Peygamber (s.a.), 'Namaz kılanların ve Ehl-i kıblenin lanetlenmesini yasakla­mıştır' [5]. Peygamber (s.a.) den, kıble ehlini lanetlediğine dair riva­yet edilen hadisleri, 'O, başkalarının bilemedikleri - insanlara ait - halleri bilmekte idi (Onun için de tel'in edilmeyi hak edenleri lanet-lemekte idi) tarzında izah etmek gerekmektedir” [6].

Diğer bazı âlimler, Yezid'e lanet etmenin mutlak olarak caiz ol­duğunu söylemişler, Hz. Hüseyin'in katledilmesini emretmekle Ye-zid'in kâfir olduğunu buna gerekçe olarak göstermişler ve bunlar Hz. Hüseyin'i katleden veya katledilmesini emreden veya bunu caiz gören veyahut da buna razı olan kişilerin lanetlenmesinin caiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. İşin doğrusu şudur: Yezid, Hü­seyin (r.a.)in öldürülmesine razı olmuş, katledilmesi haberini alınca neşelenmiş ve Resûlüllah (s.a.) ın Ehl-i beytini aşağılamıştır. Bu gibi hadiselerin tafsilatı âhâd olsa da manâsı mütevatir olan haberler hükmündedir. Onun için biz, onun durumunu tayin ve tesbitte tered­düt etmeyiz, hatta imansızlığı konusunda bile böyle hareket ederiz, Yezid'e de, yardımcılarına da, yoldaşlarına da Allah lanet eylesin [7].”Peygamber (s.a.) 'Cennetliktir’, diye müjdelediği aşare-i mübeşşere (Cennetle müjdelenen 10 kişi)nin Cennetlik oldukları­na şahadette bulunuruz”

Peygamber (s.a.)  “Ebu Bekir Cennetliktir,    Ömer Cennetliktir, Osman   Cennetliktir,   Ali Cennetliktir,   Talha Cennetliktir,  Zübeyr Cennetliktir, Abdurrahman b. Avf Cennetliktir, Sa'd b. Ebu Vakkâs Cennetliktir, Sa'd b. Zeyd Cennetliktir, Ebu Ubeyde b. Cerrah Cen­netliktir” [8], buyurmuşlardır, Fatıma, Hasan ve Hüseyn (r.a.)ın Cennetlik olduklarına dair şehadette bulunmak ta böyledir. Sahih bir hadiste, “Cennetteki hanımların reisi Fatma'dır, Cennetteki genç­lerin beyi Hasan ve Hüseyn'riir” [9], buyrulmuştur. Öbür sahabeler de sadece hayırla yad edilirler. Cennetlik olan öbür müminler için ümid edilenden çok (hayır ve mükâfat) onlar için ümit edilir. Bun­ların dışında muayyen ve belli bir şahsın Cennetlik olduğuna dair şe­hadette bulunulamaz. Umumî bir şekilde, “Müminler Cennetliktir, kâfirler Cehennemliktir”, diye şehadette bulunulur.

Alıntı Sadakat Kütüphanesi .Şerhi Akaid (Taftazani)
Başlık: Ynt: Aşere-i Mübeşşere
Gönderen: emsile - 07 Haziran 2011, 02:11:12
mektubunuz icin tesekkürler
benim arzu ettigim mesele
daha hayattayken cennnetle müjdelenen on sahabeyi kiramin
bu dereceye hangi ammellerinden dolayi cennetle müjdelenmesini idi
Sahabeyi kiramin  güzel ammellerini saymakla bitmez elbette
yanliz bazi icelikler sayesinde cennetle müjdelenmislerdir.
ögrenmek istedigim bu meseledir.
yinede Allah razi olsun zahmet edip cevap yollamissiniz
Başlık: Ynt: Aşere-i Mübeşşere
Gönderen: müteallim - 07 Haziran 2011, 03:10:31
 1.
Talhâ Bin Ubeydullah - Cennetle Müjdelenen Sahabe
Hz.Talhâ bin Ubeydullah, Resûlullah efendimizin;

"Talhâ ve Zübeyr, Cennette komşularımdır" hadîs-i şerifiyle medhedilen sahâbidir. Hz. Talhâ, ticâretle uğraştığı için sık sık Mekke dışına çıkardı.
Bu seyâhatlerinden birinde Şam yakınlarında Busra kasabasında bir panayıra gelmişti.
Burada bir râhip;

- Panayıra gelenlere sorun; içlerinde Mekke'den gelen var mı? diye seslendi.

Talhâ bin Ubeydullah;

- Evet, ben Mekkeliyim, dedi.
- Ahmed zuhûr etti mi?
– Ahmed kimdir?
- Abdullah bin Abdülmuttalib'in oğludur. Orası O'nun zuhûr edeceği şehirdir. O, peygamberlerin sonuncusudur.

Kendisi Harem-i şeriften çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret edecektir.

Olan Bir şey Var Mı? Râhibin sözleri Hz. Talhâ'nın kalbine yer etti. Acele Mekke'ye geldi ve;

– Olan biten bir şey var mı? diye sordu.
- Evet var. Abdullah'ın oğlu Muhammed-ül-emin, peygamberliğini ilân etti. Ebû Bekir de ona uydu, dediler.

Bunun üzerine doğruca Hz. Ebû Bekir'in yanına gitti. Ona;

– Sen Muhammed aleyhisselâma tâbi' mi oldun? diye sordu.
Hz. Ebû Bekir;

- Evet, tâbi oldum. Sen de hemen O'na git, huzûruna gir, kendisine tâbi ol! Çünkü O, Hak ve gerçeğe da'vet ediyor, dedi.
Bunun üzerine Talha bin Ubeydullah, râhibin söylediklerini anlattı. Sonra birlikte Resûlullaha gidip, Müslüman oldu. Râhibin sözlerini Peygamber Efendimize de anlattı. Resûlullah Efendimiz tebessüm ettiler.Talhâ bin Ubeydullah, Müslüman olduğu zaman, en yakın akrabâları dâhil olmak üzere, Mekke müşriklerinden çok işkence gördü.

Evine hapsedildiği gibi, aç ve susuz bırakıldı. Kardeşi Osman da, onun vâsıtasıyla îmân etmiş, bu işkencelere o da tâbi tutulmuştu. Hele namazlarını edâ edecekleri zaman çektikleri sıkıntı ve kendileri revâ görülen işkence, tahammülü mümkün olmayan cinstendi.Nevfel bin Huveylid bin Adeviyye, adamları ile birlikte Hz.Ebû Bekir ve Hz.Talhâ'yı yakalayarak iple bağladılar ve işkence yaptılar.

Teymoğulları da onlara sâhip çıkmadı. Bu hâdiseden dolayı Ebû Bekir ve Talhâ'ya bitişikler mânâsına gelen karînân dendi. Dînimden Dönmem
Hz. Me'sûd bin Hırâş, gördüğü bir hâdiseyi şöyle nakleder;

Safâ ile Merve arasında dolaşırken, elleri boynuna bağlı ve kalabalık bir grup tarafından tâkib edilen bir delikanlı gördüm. Etrâfındakilere dedim ki;
- Bu kimdir, hangi suçu işledi de böyle bağladınız?
– Bu Talhâ bin Ubeydullah'dır. Atalarının yolundan saptı.
- Ya şu kadın kim ?
- Onun annesi Sa'ba binti Hadramî'dir.

Talhâ bin Ubeydullah, bütün bu akıl almaz sıkıntılara göğüs geriyor:

- Beni öldürseniz de dinimden asla dönmem, diye karşılık veriyordu. Peygamber Efendimiz, Hz.Ebû Bekir'le, Medine-i münevvereye hicret buyurduğu zaman, Hz. Talhâ ticâret için Şam'a gitmiş ve dönerken Medîne'ye uğramıştı. Peygamber Efendimizin orada olduğunu öğrenince, kervandaki mallardan vazgeçip Medîne'de kaldı. Âilesini de getirterek muhâcirînden oldu.

Uhud Savaşı Uhud'da; Eshâbı kirâm, Peygamberimizin etrâfında toplanmışlar, canlarını siper edip O'nu muhâfazaya çalışıyorlardı. Hz. Talhâ bin Ubeydullah da bunlar arasında olup, Resûlulahın yanından ayrılmamıştı.Uhudda Müslümanlar birara şaşkınlık içinde bulunup dağıldıkları zaman, sevgili

Peygamberimiz;
– Ey Allahın kulları bana doğru geliniz! Ey Allah'ın kulları bana doğru geliniz! buyurarak seslenince ancak otuz sahâbî gelebilmişti ve Peygamber Efendimiz müşrikler tarafından tamâmen kuşatılmıştı. Müşriklerin iyice yaklaştıkları bir sırada, Peygamberimiz;

- Şunları kim karşılar, kim durdurur? buyurdu.

Herkesten Önce...Talhâ bin Ubeydullah hazretleri;

– Ben Yâ ResûlAllah! deyip ileri atılmak istedi.

Peygamber Efendimiz;

- Senin gibi daha kim var? buyurdular. Medîneli sahâbîlerden biri;
- Yâ ResûlAllah! Ben! diyerek izin istedi.

Sevgili Peygamberimiz;

- Haydi, sen karşıla! buyurunca Medîneli Sahâbî ileri fırladı ve müşriklerin üzerine atıldı. Eşine rastlanmadık kahramanlıklar gösterdi ve sonra şehâdet şerbetini içti. Resûl-i ekrem efendimiz, yine;

- Şunları kim karşılar, kim durdurur? buyurdular.

Herkesten önce yine Talhâ hazretleri:

- Ben Yâ ResûlAllah! diyerek ileri çıktı.
Peygamber efendimiz;

- Senin gibi daha kim var? diye sorunca, Ensardan bir mübârek;

- Ben karşılarım yâ ResûlAllah! dedi. – Haydi onları sen karşıla!O da müşriklerle çarpışa çarpışa şehid oldu.Bu şekilde Peygamber efendimizin o anda yanında bulunan bütün sahâbîler vuruşa vuruşa şehâdete erdiler. Kâinâtın sultânı efendimizin o anda yanında Talhâ bin Ubeydullah hazretlerinden başka kimse kalmamıştı.

Hz. Talhâ, Resûlullaha bir zarar erişir diye endişe ediyor, dört bir tarafa koşuyor, kâfirlerle kıyasıya çarpışıyordu. Onun bu kadar seri kılıç sallaması, bir anda Resûlulahın her tarafındaki düşmana karşılık vermesi, ok, kılıç darbelerine vücûdunu kalkan yapması, eşine rastlanmayacak bir hâdiseydi.
Hz.Talhâ, pervâne gibi dönüyor, kendisine değen kılıç darbelerine hiç aldırmıyordu. Dileği, Kâinâtın sultânını korumak, bu uğurda diğer kardeşleri gibi şehîd olmaktı.

Vücûdunda yara almayan yer kalmamıştı, elbisesinde kandan başka bir şey görünmez olmuştu. Fakat o, buna rağmen dört bir tarafa yetişiyordu.

Sevginin işâreti

Müşriklerden çok keskin nişancı, attığını vuran Mâlik bin Zübeyr adlı bir okçu vardı. Bu müşrik Peygamber efendimize nişan alıp bir ok attı. Resûlullaha doğru gelen bu ok a, başka başka hiç bir şekilde karşı koyamıyacağını anlayan Hz. Talhâ, elini açarak oka karşı tuttu. Ok elini parçaladı.
Hz. Talhâ'nın atılan oka karşı elini tutması, candan çok ötelere yükselmiş aşkın, kemâle gelmiş bir îmânın, muhabbet ile dolu bir kalbin,
anlatılamıyan bir sevginin fiili olarak ortaya çıkmasıdır.

Uhud savaşında müşriklerin saldırdığı ve Resûlullah Efendimiz ve Talha bin Ubeydullah'ın yanında kimse kalmadığı anda, Hz.Ebû Bekir ve Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Resûl-i ekrem efendimizin yanına yetiştiler.Yiğitlerin efendisi Hz.Talhâ da bu arada kan kaybından sıcak toprağa düşüp bayıldı.
Her yeri kılıç, mızrak ve ok darbeleriyle delik deşikti. Altmış altı büyük yarası sayılamayacak kadar da küçük yarası vardı.

Yüzüne Su Serptiler Sevgili Peygamberimiz, Hz.Ebû Bekir'e, hemen Hz.Talhâ'ya yardıma koşmasını emrettiler. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hz.Talhâ'nın ayılması için mübârek yüzüne su serpti.

Talhâ bin Ubeydullah hazretleri ayılır ayılmaz;

- Yâ Ebâ Bekir! Resûlullah nasıl?
- Resululah iyidir. Beni O gönderdi
- Allah´ü Teâlâya sonsuz şükürler olsun. O sağ olduktan sona her musîbet hiçtir.

O sırada bir kaç sahâbi daha yetişti. Âlemlerin efendisi, Hz.Talhâ'nın yanına teşrîf ettiler. Yaralı mücâhid, sevincinden ağladı. Peygamber Efendimiz, onun vücûdunu mesh ettikten sonra, ellerin açıp;

- Allahım! Ona şifâ ver, kuvvet ihsân eyle! diye duâ buyurdular.

Resûl-i ekrem efendimizin bir mu'cizesi olarak, Hz.Talhâ sapa sağlam ayağa kalktı ve tekrar düşmanla harbetmeye başladı.
Sevgili Peygamberimiz onun için buyurdu ki;

– Uhud günü, yer yüzünde sağımda Cebrâil'den, solumda Talhâ bin Ubeydullah'dan başka bana yakın bir kimsenin bulunmadığını gördüm. Yeryüzünde gezen Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talhâ bin Ubeydullah'a baksın!

Yine Uhud'da İbni Kâmia kâfiri Peygamberimizi öldürmeye yemin etmiş idi. Heryerde Resûlullahı arıyordu. Peygamberimizin üzerinde iki zırh vardı. Başında da miğfer bulunuyordu. İbni Kâmia Resulullaha kılıcı ile saldırdı.Kılıç darbesi ile Resûlullahın mübârek omuzları yaralandı.

Diğer bir saldırı neticesinde Resûlullah Efendimiz, Ebû Âmir tarafından kazılan çukura düştü. Miğferinin iki halkası mübârek yüzüne battı. İlk yetişen Ali bin Ebî Tâlib oldu. Talha bin Ubeydullah ile birlikte çukurdan çıkardılar. Peygamber Efendimiz bundan sonra Uhud dağındaki kayalığa çıkıp dinlenmek istediler.
Fakat çok yorgun idiler. Hz.Talha;

- Yâ ResûlAllah! Ben sizi çıkartayım, diyerek, hemen yere çöktü.
Peygamber Efendimizi sırtına alıp kayalığa kadar çıkardı. O zaman Resûl-i ekrem efendimiz buyurdu ki;

- Talha Resûlullaha yardım ettiği zaman Cennet ona vâcib oldu.

Talhâ bin Ubeydullah, Uhud Harbi'nden Mekkenin fethine kadar geçen süre içinde yapılan bütün savaşlara katıldı. Ayrıca Hudeybiye'de Bî'ât-ı Rıdvân'da ve Huneyn savaşlarında bulundu.

Feyyâz Lakabını Aldı Tebük gazvesinden herkes elinden gelen gayretle orduyu techiz etmek, (donatmak) için uğraşırkan, o da, herkesle yarışırcasına, varını yoğunu nesi varsa sarfetmiş, bundan dolayı, Feyyâz lakabını almışıtır. Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti zamânında da bütün savaşlara katıldı. Hz. Ebû Bekir hastalandığında, yerine kimin halîfe olacağını Hz.Talhâ ile istişâre etmiş ve o da;

- Hz. Ömer bu makâma en çok lâyık olan zâttır.
Cenâb-ı Hak sana; "Müslümanların işini kime terk ettin?" derse, açık bir alınla ve müsterih olarak;
"Hz. Ömer'e bıraktım" dersin, diye tavsiyede bulunmuştu.

Talhâ bin Ubeydullah, Hz. Ömer zamânında şûra meclisi üyesi idi. Halife Ömer her hususta onun re'yine mürâcaat ederdi. Hz.Ömer'in vefât etmeden önce halîfe seçilmek üzere aday gösterdiği altı zâttan birisi de Talhâ bin Ubeydullah'dır. Talhâ bin Ubeydullah, Cemel vak'asında şehid oldu. Hz.Ali harp meydanı gezerken, Hz. Talhâ'yı ölenler arasında görünce, üzüldü ve çok ağladı. Kucağına aldı. Yüzündeki toprakları sildi ve;

- Ey Talhâ! Semânın yıldızları altında seni toprağın üzerinde serili görmek bana pek ağır geldi ve beni kalbimden vurdu. Keşke yirmi yıl önce ölseydim, buyurdu. Namazını kendi kıldırdı.

Bana Eziyet Veriyor Vefâtından yirmi yıl sonra kızı Âişe, bir gece rü'yâsında babasını gördüğünde;

- Yâ Âişe! Kabrimin bir tarafından sızan su bana eziyet veriyor, beni buradan çıkar da başka yere defnet, diye tenbih buyurdu. Bunun üzerine kızı Âişe çok üzüldü ve akrabâlarından bâzılarını alarak kabr-i şerifini açtılar. Sızan sudan dolayı vücûdunun bir tarafı hafif yeşillenmiş, diğer yerleri yeni defnedilmiş ve bir kılına dahi zarar gelmemiş buldular ve bir başka kabre naklettiler.

Hz.Talhâ, Eshâb-ı kirâmın en üstünlerinden olup kavuşamadığı fazilet sâdece Hulefâ-î râşidin derecesi olmuştur.

Peygamber Efendimiz buyurdu ki:;
- Yeryüzünde Cennet'lik bir kimse görmek isteyen, Talhâ bin Ubeydullah'a baksın!

Hz. Âişe anlatır Bir gün Ebû Bekir-i Sıddîk Resûlulahın yanına girmişti. Resûlulah ona;

– Yâ Ebâ Bekir! Sen, Atîk ya'nî Allah´ü Teâlânın Cehennem'den âzâd ettiği kişisin, buyurdu. Ondan önce önce kimseye böyle Atîk ismi verilmemişti.
Sonra Talhâ bin Ubeydullah içeri girdi. Resûlullah Efendimiz ona da buyurdu ki;

- Ey Talhâ! Sen de şehîd olmayı bekliyenlerdensin.

Hz.Talha, Zi'l-Karâde gazvesinde mücâhidlerin susuz kalmaması için kuyu satın alıp onu mü'minlere vakfetmiş idi. O zaman kuyu satın almak ve vakfetmek çok büyük çömertlikti. Zü'l-Usra gazvesinde ise savaşa katılanları tek başına doyurmuştur. Günlük geliri bin altın idi. Öksüzleri gözetir, fakirlerin ihtiyaçlarını görür, biçârelere yardım eder. Muhtâç olanlara para verirdi. Teymoğulları'nın bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi.

Hz.Talhâ, bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi. Bir gün bir Bedevî, Hz.Talhâ'ya gelip, akrabâlık iddiasında bulunarak yardım istedi.
Hz.Talhâ akrabâlık bağının çok önemli olduğunu söyleyerek, bir arâzisi bulunduğunu istediği takdirde onu almasını, veya satıp parasını vermeyi teklif etti.
Bedevî, parasını almak isteyince, arâziyi Hz.Osman'a satıp parasını Bedevîye verdi.

Ahlâkını Bilirim

Eshâb-ı kirâmdan bir çok zât, Ümmi Ebân hâtunla evlenmek için teklifte bulunmuşlardı. Fakat o hiç birisini kabûl etmedi. Talhâ bin Ubeydullah, teklifte bulununca kabûl etti.  Sebebi sorulduğu zaman;

- Onun ahlâkını bilirim. Evine girerken güler yüzle girer, evinden çıkarken mütebessim çıkar. Kendisinden istenildiğinde verir, kendisine bir iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder. Bir kusûr görünce affeder, diye cevap vermiş ve onunla evlenmişti.

Hz.Talhâ ticâretle ve zirâatle meşgûl olup, büyük çiftlik sâhibi idi. Kendisinin Hayber'de ve Irak'ta çok arâzileri vardı. Böyle büyük bir zenginliğin içinde bulunmasına rağmen, gâyet az yer, israf etmez ve isrâf edenleri sevmezdi.