Osmanlı İslam Devleti
İddiam şudur: Hulefa-i Râşidîn devrinden sonra Kur'ana ve Sünnete en fazla uymuş, en fazla yaklaşabilmiş İslamî uygulama Osmanlı devletidir.
Bunu ben söylemiyorum. On dokuzuncu asırda yaşamış Mekke-i Mükerreme Şâfiî Reisüluleması Ahmed Zeyni Dahlan hazretleri "Fütuhat-ı İslamiye" adlı eserinin Osmanlı devletini anlattığı bölümünde yazıyor.
İslam'ı dünyaya yüzde yüz doğru olarak en iyi uygulayan Resulullah Efendimizdir (Salat ve selam olsun ona).
Ondan sonra Hulefa-i Râşidîn radiyAllahu anhüm ecmâin efendilerimiz.
Ondan sonra Osmanlı devleti.
Osmanlıların hatâları ve günahları olmamış mıdır? Elbette olmuştur.
Tarihe bakalım: Emevî İslam uygulaması... Abbasî İslam uygulaması... Fâtimî/Şiî İslam uygulaması... Endülüs İslam uygulaması... Hindistan'da Babürî İslam uygulaması... Büveyhî İslam uygulaması... Büyük Selçuklu devleti uygulaması... İran'da Şah İsmail'in başlattığı Safevî uygulaması... Ve daha nice uygulama ve sistem.
Yakın tarihimize bakalım: Arabistan'da Vehhabî İslam uygulaması hâlâ devam ediyor... Pakistan İslam uygulaması... Moritanya İslam Cumhuriyeti...
Evet Hulefa-i Râşidîn devrinden sonraki bu uygulamalar içinde aslına en uygun uygulama Osmanlı'nın kuruluş ve yükseliş devrindeki İslam uygulamasıdır.
Osmanlı İslam'ı yüzde yüz ve aslına tamamen uygun şekilde uygulayabilmiş midir? Maalesef... Lakin uygulamış ve altı asırdan fazla ayakta durmuştur.
Padişahların nizam-ı âlem için kardeşlerini idam ettirmeleri siyaseten katildir ve bundan dolayı Ahkemülhâkimîn olan Allahü Teala'ya hesap vereceklerdir.
İdam ettirmelerinde zaruret var mıydı?
Bu soruyu gerçek ulema, gerçek fukaha, büyük tarihçiler, büyük fikir adamları, olgun Müslümanlar tartışabilir.
Siyaseten katil kurumu hakkında hukuk otoritelerinin kitapları, ilmî makaleleri vardır.
Bir uçağın baş pilotu, bir geminin kaptanı seyir esnasında uçağın veya geminin ve içindekilerin selameti için icabında silah kullanıp zarar verecek bir kimseyi öldürebilir. Osmanlı padişahlarının durumu da böyleydi.
Kanunî Sultan Süleyman Han iki oğlunu idam ettirmiştir. Birisi, Sünnî İslam halifeliğinin baş düşmanı olan İran Şahına iltica etmişti, diğerinin babasını gayr-i meşru bir şekilde tahttan indirmeye hazırlandığı iddia ediliyordu.
Cem Sultan gailesinin devletin ve Ümmetin başına ne belalar getirdiğini tarih yazıyor.
Öldürülen şehzadeler ve kardeşler içinde elbette mâsum olanları vardı ve bundan dolayı sultanlar Mahkeme-i Rûz-i Cezada Allaha hesap vereceklerdir.
Osmanlıların hatalı taraflarını savunmamak ve beğenmemek şartıyla bütün olarak, İslamî uygulama olarak Devlet-i Osmaniyeyi yüceltiyorum.
Onlar Kur'ana hizmet ettiler... Onlar Sünnet-i Resulullaha hizmet ettiler... Onlar Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye hizmet ettiler... Onlar Tevhid'i Avrupa içlerine kadar götürüp Budin'de, Eğri'de, Hotin'de Ezan-ı Muhammedî okuttular...
Osmanlıyı kötüleyen ve yerin dibine batıranların bir kısmı Vehhabî, bir kısmı ise Râfızîdir.... Bazıları da mezhepsiz ve reformcudur.
Vehhabîlerin İslam uygulamasını görüyoruz...
Bütün Ehl-i Sünnet Osmanlıyı tutmakta, övmekte, sevmekte ittifak halindedir. Daha yakın zamanlara kadar Kenya'da, İslam dünyasının bazı uzak ve hücra köylerinde Cuma hutbelerinde Osmanlı halifesinin ismi zikr ediliyordu.
Vehhabî devleti mi, Râfızî devleti mi daha iyi ve üstündür? Allah için âdilâne cevap veriniz.
Cenab-ı Hak Osmanlı ecdadımıza ve bütün mü'minlere rahmeti ile muamele buyursun ve onların taksiratını afveylesin.
Onları minnet ve şükranla anıyoruz.
Osmanlıların hatâları ve günahları oldu ama Kur'ana ve Sünnete uygun uzun süre devam eden bir dünya sistemi kurmakta
(Hulefa-i Râşidînden sonra) onlardan daha başarılısı görülmedi.
Nureddin Zengi, Selahaddin Eyyubî gibi âdil ve dindar sultanlar oldu ama devletleri devam etmedi, sistemleşmedi.
Mehmet Şevket EYGİ - 22 Mart 2012 Perşembe
Din devlet ve Siyaset
Konuya devam edelim. Şimdi Allahta Teala bir müslümandan içki içmesini, kumar oynamasını, zina yapmasını, adam öldürmesini, başkalarının malını çalma çırpma ve zulüm ile almasını, hile ve aldatma ile haksız yere yemesini haram kılarak yasaklıyor. Böyle yapanlara dünyada da bir ceza getiriyor.
Yine Müslümanlar'a yalan söylemeyi, dedikodu yapmayı, laf götürüp getirmeyi, kötü zannı, gizli kusurları araştırmayı, alay etmeyi, hakaret ve aşağılamayı haram kılarak yasaklıyor. Bunları yapanlar kınanmayı hak ederek günahkar oluyorlar. Ama fiîlî cezaları ahirettedir.
Yine Allah Teâlâ'nın bütün Müslümanlar'a bu kötülüklerle mücadele etmesi için emir verdiğini de biliyoruz. Fert ve topluma zarar veren bu tür haram ve kötü huyların küçük yaştan itibaren yeni nesillere öğretilmesini, bu bilgi ve terbiye ışığında yetiştirilmesini istiyor. Çünkü kötülükle mücadelenin en öncelikli ve en etkin yolu budur.
Bütün bu tedbirlere rağmen, bu tür haram ve kötü huylara duçar olmuş insanların usulü dairesinde tedip edilerek, caydırıcı cezalarla bu kötülüklerden alıkonmasını da istiyor Allah Teâlâ. Bunun yol yordamını, metot ve hukukunu da öğretiyor.
Müslüman olmak, önce Allah Teâlâ'nın Kur'an'da bildirdiği bu yasalara eksiksiz, artısız, sentezsiz, pazarlıksız ve içtenlikle iman etmeyi gerektirir. Bu iman konusunda taviz olamaz. Sonra da mümkün mertebe bu emir ve yasaklara uymayı gerektirir. Biz buna "salih amel işlemek" diyoruz. Bunda kusur olabilir. Bu kusurlar, inkar ve aşağılama olmadıkça, insanı günahkar yapsa da dinden çıkarmaz. Tövbe edeni Allah af eder ve sever. Hatta dilerse kötülüklerini iyiliğe çevirerek onu ödüllendirir bile.
Buraya kadar yazılanlara bir itiraz var mıdır?
"Hayır" dediğinizi duyar gibiyim.
Öyleyse hemen söyleyeyim, bundan sonra yazacaklarım da bunlar kadar itirazsız kabulü gereken dinin kesin gerçekleridir.
Elbette yeni nesillere İslam'ın bu ilkelerinin öğretilmesi gerekir. Peki, bir kişi veya cemaat bu büyük yükün altından kalkabilir mi?
Hayır, bu bir devlet işidir.
Elbette toplumu birlik, beraberlik, yardımlaşma, kanunlara uyma, adaletli ve insaflı olma, acıma ve merhamet gibi iyiliklere, faziletli ve faydalı işlere, namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetlere yönlendirmek gerekir.
Peki, bir kişi veya cemaat bu büyük yükün altından kalkabilir mi?
Hayır, bu bir devlet işidir.
Aynı zamanda fert ve toplumu kötülüklerden korumak, can, mal, ırz, şeref gibi değerleri saldırıdan emin kılmak için katillik, hırsızlık, zina, zina iftirası, uyuşturucu ve alkol gibi suçları önlemek, bu suçları işleyenleri yakalamak, yargılamak ve gerekli cezayı vermek gerekir.
Peki, bir kişi veya cemaat bu büyük yükün altından kalkabilir mi?
Hayır, bu bir devlet işidir.
Bu konularda vatandaşlar kendilerine düşeni yaparak elbette devlete yardımcı olacaklardır ama, sonuçta bunlar birer devlet işidirler.
Bu yüzden Müslümanlar'ın iman edip uyguladıkları İslam'ın ilkelerini, bir başka ifadeyle ilahi kanunları, Allah'ın şeriatını uygulayacak bir İslam devletine ihtiyaçları vardır. Çünkü bu işler devletsiz olmaz.
Devletin olmadığı yerde barış ve huzur olmaz. Devletin olmadığı yerde kaosu vardır, kargaşa ve karmaşa vardır, ihtilal vardır. Canların yok olması, kanların dökülmesi, yok yere malların zayi olması vardır. Fakirlik, yoksulluk, geri kalmışlık, ahlaksızlık ve erdemsizlik vardır. Bu yüzden atalarımız "ya devlet başa, ya kuzgun leşe" demişlerdir.
Sorun da burada başlıyor.
Nasıl mı?
Halk Müslüman, vatan da Müslüman.
Ya devlet?
O Müslüman değil. O Batılı kafirlerin kanunlarına ve laiklik, yani din dışı olma ilkelerine bağlı.
Ve arkasından gelen bir sürü sorular; neden, niçin, hangi gerekçe ile? Bu halka sorulmuş mu? Halkın isteği, rızası, iradesi böyle mi?
Bütün bunları incelememiz gerekmez mi?
Cemal Nar Habervaktim.com