Siyasetin Üzerinde Kalmak
Ulema, fukaha, meşayih, maneviyat önderleri politikanın içinde değil, üzerinde olmalıdır. Dikkat buyurunuz, politikanın dışında demedim, üzerinde dedim.
Yine İslamî tarikatlar, cemaatler de böyle olmalıdır.
Politika kirli bir iştir, içine girenleri kirletir.
Şu husus da unutulmasın:
Siyasetin üzerinde kalmak da bir tür siyasettir.
Siyaset yapmamak da bir siyasettir.
Ulema, fukaha ve meşayihin birinci vazifesi iman, İslam, Kur'an, Şeriat nurlarını ve hakikatlerini halka duyurmaktır. Bu hizmet siyasetle birlikte doğru dürüst yapılamaz.
İslam'da din ve dünya ayırımı yoktur ama din büyükleri, kirleten politikanın üzerinde kalarak hizmet etmelidir.
Türkiye'deki siyaset Norveç veya İsveç'teki siyasete benzemez. Bizim siyasetimiz Latin, Akdeniz Bizans siyasetidir.
Hiçbir Kur'an, iman, İslam, Sünnet hizmetkârı, İslam'ın kabul etmediği yeminleri edemez.
Aktif politika yapmadan da hizmet edilebilir mi? Elbette edilebilir. Yakın tarihimizde Bediüzzaman Said Nursî hazretleri, "Euzübillahi mineşşeytan vessiyase" diyerek çok büyük hizmetler etmiş, muazzam fütuhata nail olmuştur.
Ulema, fukaha, meşayih parasal işlerin içinde değil, dışında olmalıdır. Çünkü para da, politika gibi kirletir.
Tarikatlar, cemaatler de para kirlerine bulaşmamalıdır.
Bir Müslüman için en büyük alçaklık, din ve mukaddesatı alet ederek zengin olmaktır.
Böyle bir servet cehennemî ve kirli bir servettir.
Gerçek ulema, fukaha ve meşayih bir ucu Resullerin Seyyidine (Salat ve selam olsun ona) ulaşan silsilelere sahiptir ve bu bağ onların Resulululah efendimizin yolundan gitmelerini gerektirir.
Efendimiz imana, İslam'a hizmet ederken dünya malı edinmemiş, zengin olmamıştır. Evet, bazen eline büyük mal ve para geçmiştir ama, onları nezdinde bekletmeden dağıtmış, harcamıştır.
Onun şu hadîsi bütün Müslümanların, hele hizmet erbabının kulağına küpe olmalıdır:
"Nezdimde Uhud dağı kadar altın olsa, borç ödemek için saklayacağım birkaç dinar dışında bunların bir gece bile yanımda kalmasını istemem, hepsini sadaka olarak dağıtırım."
Müctehid imamların piri, fıkhın babası İmam-ı Âzam Ebu Hanife hazretleri zengindi ama o bu zenginliği din ve mukaddesat ile değil, kumaş ticareti yaparak elde etmişti ve servetine rağmen zühd, takva ve istiğna ile yaşamıştı.
Bendeniz, Osmanlı Hilafeti zamanında gerçek İslam medreselerinde okumuş ve icazet almış ulemanın ve fukahanın bazısına ve yine Osmanlı devleti zamanında icazet almış bazı şeyhlere yetiştim. Onların hiç biri lüks ve israflı bir hayat sürmemiştir. Onların hiçbiri Allahın ayetlerini ucuza veya pahalıya satmamıştır.
Gerçek ulema, fukaha ve meşayih zalim veya adil sultanlara, devlet adamlarına yağcılık ve yalakalık yapmaz ve bu yolla dünyalık edinmez.
Onlar, zaruret olmadıkça sultanların huzuruna gitmez.
İmam-ı Âzam Ebû Hanife hazretleri zindana atılmış ve kırbaçlanarak öldürülmüştür. İmam Ahmed bin Hanbel hazretleri kırbaçlanmıştır.
Abbasî halifelerinden biri büyük imamlardan birini sarayına davet etmiş, o şu cevabı vermiştir: İlim sultanların ayağına gitmez, Halife hazretleri arzu ederlerse medresemize gelebilirler.
Allahın inzal ettiği ahkâmla hükm edilmeyen bir yerde ulema, fukaha ve meşayihin yeri saraylar değil, gerekirse zindanlardır.
Selam olsun İskilipli idam edilen Âtıf efendiye.
Selam olsun Menemen'de şehid edilen Erbilli Esad Efendiye.
Selam olsun ömrü eziyet içinde geçen Bediüzzaman Said Nursîye.
Selam olsun sürgünde vefat eden Abdülhakim Arvasîye.
Selam olsun Muhammedî emaneti yüceltenlere.
Selam olsun din için, iman için, Kur'an, Sünnet ve Şeriat-ı Garra için idam sehpalarında sallananlara, zindanlarda ömür tüketenlere, sürgünlerde çile çekenlere.
Selam olsun, Din-i Mübin uğrunda hakarete ve zulme uğrayanlara.
Selam, bayrağı yere düşürmeyenlere...
Mehmet Şevket EYGİ - 15 Mart 2012 Perşembe