Laikçi Yobazlar
Onlar kendilerine laik diyorlar ama aslında laikçidirler.
Laiklikçilik çok katı, çok fanatik, çok acımasız ve amansız bâtıl bir dindir.
Bu laikçiler dindar ve koyu Müslümanları yobazlıkla suçluyor. Asıl yobaz, yobaz oğlu yobaz onlardır.
Müslümanlar, Ümmet olarak Ehl-i Kitaba, Hıristiyanlara, Yahudilere var olma, yaşama, kimlik ve kültürlerini, dinlerini, lisanlarını, örf ve adetlerini koruma hürriyeti vermiştir.
Laikçiler Müslümanlara bu hakları tanımadılar.
Müslümanların camilerine karıştılar, karanlık devirlerde on binden fazla vakıf cami, mescid, medrese, taşmektep, imaret binasını yıktılar, sattılar, kiraya verdiler, harap ettiler.
Binlerce tarihî İslam kabristanını düzlediler.
Müslümanların kılık kıyafetini karıştılar.
Şapkayı protesto eden nice Müslümanı astılar, zindanlarda çürüttüler.
Müslüman kadın ve kızların tesettür kıyafetlerine saldırdılar.
Müslümanların lisanına, yazısına, takvimine, hafta tatiline karıştılar.
Onlar, şapka devrimini kötüleyen zavallı bohçacı kadın Şalcı Bacıyı bile astılar.
Müslümanların Ezan-ı Muhammedîsini yasakladılar, okuyanlara işkence ve zulm ettiler.
Müslümanların temel hak ve hürriyetlerini çiğnediler.
Müslümanları uyduruk mahkemelerde idama, zindana mahkum ettiler.
Müslümanların medreselerini ve tekkelerini kapattılar.
Müslümanların başlarına bir İmam-ı Kebir seçmesini engelleyip durdular.
Müslümanları, daha kolay idare edip sömürmek için böldüler, parçaladılar.
Bütün bu zulümleri ve daha nicesini irtikâb ettiler ve sonra Müslümanlara siz yobazsınız, siz gericisiniz, siz çağ dışınız diye haykırdılar.
Evet her din içinde fanatikler olabilir ama bizdeki laikçiler kadar yobaz, fanatik, militan, agresif, vandal, barbar, yamyam, acımasız dünyada görülmemiştir.
Onlar engizisyon mahkemeleri kuran Katoliklerden de aşırıdır.
Onlar Michel Servet'i diri diri yaktıran Calvin'den de merhametsizdir.
Sömürgeciler, onlar kadar İslam'a ve Müslümanlara düşmanlık ve eziyet etmemiştir.
Yobazlar!..
09.02.2012
Gök yamansa kapatmaz sizdeki yırtıkları;
Verilen emek boştur, akıtılan ter boşa.
Ey daha geleceğin er doğmuş artıkları:
Bu katır hana sığmaz, yapılan semer boşa.
A.Karakoç
1815-1871 yılları arasında yaşamış olup, bir çok devlet hizmeti yanında, dokuz yıl kadar da sadrazamlık yapmış bulunan Mehmet Emin Ali Paşa: “Benim dış siyasetteki hocam İstanbul`daki Rus büyükelçisidir.” demişti. Bu düşünceyi yanlış bulup: “Nasıl?” diye soranlara: “Avrupa`da, hakkında bilgi sahibi olmadığım yeni bir durum çıkınca, büyükelçiye bakıyorum. O, bu meseleye sahip çıkacak olursa, ben tersini yapıyorum. Bu da her zaman memleketimizin hayrına oluyor.” demişti. Aynı hususta Hz. Ali`nin de veciz bir sözü vardır: “Ben, ahlâkı ahlâksızdan öğrendim.” buyurur. Sebebini izah ederken de: “Ahlâksızın durumuna, halk içinde düştüğü seviyeye bakıp, ibret alıyor ve onun tersini yapıyorum.” der.
Böyle tersini yapıp doğrusunu bulmak güzel bir yoldur da, dişi ağrıyan dişini çektirip ağrıdan kurtuldu, diye, gözü ağrıyan da ağrıdan kurtulmak için gözünü aldırmaya kalkarsa felâket olur. Yukarıdaki misallerde, yapılanlar yanlış olduğu için tersini yapan doğrusunu bulmuş olduğundan netice hayırlı oluyor. Ancak yapılanlar doğru ise, onu yapanı sevmiyorum, diye tersini yapmak akıl kârı değildir. Nitekim İttihatçılar, Sultan Abdulhamid`i sevmediklerinden onun her yaptığının tersini yaparak imparatorluğun yıkılmasına sebep oldular. Osmanlı`nın yerine yeni bir idare tesis edenler de, o ne yapmışsa yıkıp, bazen keyiflerine göre, bazen Avrupa`da gördüklerini taklit ederek, tam tersini yapmaya kalkıştıkları için o gün bu gündür iki yakamız bir araya gelmiyor. Yetmiş beş yıldır inançları dışında bir hayata zorlanan insanlar, kendi dışındaki dünya ile içlerindeki dünya arasında bocalayıp durmakta, ömürleri, içinden çıkamayacakları bir mücadele ile geçmekte ve maalesef, daima da huzursuz olmaktadırlar.
Kum saatini her iktidar değişikliğinde tersine çevirmek artık bizim kaderimiz oldu; bu zihniyet bugünden yarına değişmez. Bu yapılanları da bundan sonra gelenler tersine çevirecek. Bu böyle geldi, böyle gidiyor. Biz şimdi yapılan şeyin ne olup, ne olmadığını; milletimizin hayrına mı, şerrine mi netice vereceğini anlamaya çalışalım. Bunu için Ali Paşa`nın usulünü tatbik etmekte fayda var. Bakalım kimler bu ”kesintisiz”i alkışlıyor?
Nerede bir ”68” artığı, nerede bir devşirme çocuğu, nerede bir din -tabiî İslam dini- yılgını, nerede kene gibi milletin sırtından beslenen varsa onların ağzı kulaklarına varıyor. Bu ölçü kâfi...
Son çeyrek asırda, insanımızın iç ve dış dünyası arasında bir denklik vücuda gelmiş, hatta bu iki kefeden, inançlar dünyası ağır basmaya, bu sebeple de gönüller biraz huzura kavuşmaya başlamıştı. Siyasetçiler işe karışıp, parsa toplamaya ve işin mecraını değiştirmeye kalkmasalar durum daha da iyi olacaktı. Bunların şamataları İslam aleyhtarlarını uyandırdı; onlar da yeniçeri ocağını... Ve, kabak tadı veren doksan yıllık senaryo “İrtica hortladı” tekrar sahnelendi.
Bu irtica diye horlanan şeyin, insanın, en tabiî hakkı olan yaşayışını, inancına uydurma arzusundan başka bir şey olmadığı da herkesin malûmu. Rahmetli Cemil Meriç, Bu Ülke ismini verdiği kitabında irticaı -diğer adı yobazlık- şu güzel tarif içine alıyor:
“Yobazlık, Şark´ın nefis müdafaası. Yobaz samîmiyet, yobaz kendini bir nass`a, yani sonsuza habseden idrâk. Yobaza düşmanlık, tarihe düşmanlık. Yobaz biziz, en güzel tarafımızla biz.”
Ne mutlu bizlere ki, o kervan içerisindeyiz.
Kelimenin sözlüklerdeki mânâsını önlerine, gayritürk ve gayrimüslim unsurları da arkalarına alarak, asıl maksatlarını gizleyip: “İmam-Hatip Okulları bir partinin ocağı haline geldi. Kur`an kurslarında rejim düşmanlığı yapılıyor.” yollu ifadeler, derenin aşağısından içen kuzuyu yemeye karar veren çakalın: “Suyumu bulandırıyorsun” demesi gibi bir şey... Bunlar bahane; asıl korku, Batılılar`ın paketleyip kafalarına koydukları İslam`dan. Gerçek İslam`ı tanısalar korkmaları için hiçbir sebep kalmazdı. (Ancak, yem olarak seçilen partinin de, hatalı siyasetle derenin yukarısından su içenlerin işini kolaylaştırdığı bir gerçek.)
Az önce de işaret edildiği gibi, parti, vakıf, şirket vs. işin kılıfı; onlar İslam`dan ve Müslüman’dan rahatsız oluyorlar. Böyle değilse, bütün bu olup bitenleri, hele son çılgınlıklarını, yani minarelerin sesini kısarak okunan ezan sayısını azaltmayı ne ile izah edeceğiz? Yurdumuzun üstünde gürül gürül okunan ve onun Müslümanlığına şahadet eden ezanlardan ne isteniyor? Onlar kimin hanesine “OY” kazandırıyor, rejimin neresine zararı dokunuyor? Onlardan rahatsız olmanın mânâsı ne? Memleketimiz işgale mi uğradı ki, ezanlar susturulmak isteniyor? Bakın, demokrat sayılan şu Firenk memleketlerinde bizler, milyonlar ödeyerek cami yaptırıyoruz da, ezan okutamıyoruz. Çocuklarımız o mübârek sedadan mahrum büyüyor. Cuma ezanı gibi, her ezanımız içeride, kendimiz okuyup, kendimiz dinliyoruz. Minareli cami için ruhsat talebinde bulunanlara mahallî idareler: “Şimdi minare, yarın ezan, diyeceksiniz” diye izin vermek istemiyorlar, verseler bile ezan okutmamak şartını koştukları görülüyor. Heyhat, burası Firenk yurdu, orası İslam yurdu, ama yapılan aynı.
Bizce bu yasaklar tutmaz; çok kısa zamanda geri teper, tepmesine de, yumaklanmış derdlerine dermen bekleyen garip halkın yıllarına yazık olur. Şu, 1908 `den beri milleti sürü zanneden zihniyet biraz sosyoloji okusa da böyle fuzulî işlerle vakit öldürmese olmaz mı? Belki aralarında bu dersi okutan insanlar da var ama, okutuyorlar da okumuyorlar... Okumuş olsalar şu hususu düşünür, adımlarını boylarına göre atarlardı:
“Neyi alıp, neyi atacağımıza karar verebilmek için, önce bu konuda bizim irademizin ne kadar geçerli olduğunu bilmemiz gerekir. Hangi tip değişmeye ne ölçüde müdahale edebiliriz? Bu soruya objektif bir cevap verebilirsek, en azındanbir çok noktalarda neticesiz gayretlerden ve boş ümitlerden kurtulmuş, daha gerçekçi işler yapmış oluruz.” (İkaz Erol Güngör`e aittir.)
Ayrıca şu husus da mühimdir: Dine ve dindara baskı yapıldıkça, onu müdafaa iddiası taşıyanlar da -samîmi veya gayrisamîmi- her zaman bulunacaktır. Dolayısı ile, şimdi yapmak istediklerinizle işi temelli halletmiş olmuyor, meseleyi biraz tehir ediyorsunuz. Başka bir ifade ile: Kökün güçlenmesine yarayacak dalları buduyorsunuz.
(Yumak/14’den iktibas)alıntı