Sadakat islami Forum

SADAKAT DİNLENME TESİSLERİ => KÖŞE YAZISI VE MAKALELER => BASINDAN => Mehmet Şevket Eygi Bey'in Günlük Yazıları => Konuyu başlatan: Mücteba - 21 Aralık 2011, 12:21:41

Başlık: Cumhuriyet mi, Mumhuriyet mi?
Gönderen: Mücteba - 21 Aralık 2011, 12:21:41
Cumhuriyet mi, Mumhuriyet mi?

Kuzey Kore Cumhuriyeti diktatörü öldü, yerine otomatik olarak oğlu geçti. Zaten müteveffa (vefat etmiş olan) babası da, kendi babasının yerine geçmişti.

Ya Rabbi!.. Şu dünyada ne acayip cumhuriyetler var!..

Suriye de bir cumhuriyet. Eski cumhurbaşkanının yerine oğlu geçmişti.

Mısır diktatörü alaşağı edilmeseydi, yerine oğullarından birinin geçeceği söyleniyordu.

Mübarek devrildi de ne oldu? Mısır'daki Memlûk cumhuriyeti taş gibi yerinde duruyor.

Fransa'daki gerçek cumhuriyet mi?.. Hayır!.. Fransa Yahudi Cumhuriyeti...

Osmanlı devleti tarihe karıştıktan sonra Türkiye'de bir İslam cumhuriyeti kurulmuştu. Anayasanın ikinci maddesinde "Devletin dini İslam dinidir" yazılıydı, kabinede Şer'iye (Şeriat İşleri) bakanlığı vardı. İstanbul'da Dolmabahçe sarayında Halife-i Müslimîn Abdülmecid bin Abdülaziz Han oturuyor ve her Cuma merasimle namaza gidiyordu. Hafta tatili cumaydı. Mecelle yürürlükteydi. Bütün Müslüman kadınlar tesettürlüydü. Medreseler ulema ve fukaha yetiştiriyordu. Tekkelerde zikrullah yapılıyordu.

Bu İslam cumhuriyetinin ömrü kısa oldu.

Yerine vesayet rejimi kuruldu.

Cumhuriyet denilince hatıra ilk gelen şeyin fazilet=erdem olması gerekir.

Bir cumhuriyet erdem üzerine kurulmamışsa gerçek ve doğru cumhuriyet değildir.

İsrail'i beğendiğimden dolayı yazmıyorum:

Eski cumhurbaşkanları tecavüzden yedi sene hapse mahkum oldu ve cezası kesinleşti.

Fransa'yı da beğenmiyorum ama onun eski cumhurbaşkanlarından Chirac yolsuzluktan hapse mahkum oldu.

Cumhuriyet nasıl bir rejimdir:

Yukarıda arz ettim, bir kere fazilet=erdem üzerine kurulu olacak.

İkincisi:
Millî kültür ve kimliğe bağlı ve saygılı olacak.

Üçüncüsü:
Hikmete (bilgeliğe) dayanacak ve hikmetle idare edilecek.

Dördüncüsü: Adaletli bir rejim olacak.

Beşincisi: Temel ve evrensel insan haklarına saygılı ve bağlı olacak.

Altıncısı: Yolsuzluğa, hırsızlığa, rüşvete, kara ve kirli servete asla izin ve fırsat vermeyecek.

Yedincisi: Bir sosyal barış ve mutabakat rejimi olacak.

Bugün Norveç krallık ama oradaki rejim bütün cumhuriyetlerden üstündür.

Sözde İslam cumhuriyeti ama bin türlü fitne, fesat, rezalet, soygun, hırsızlık, sömürü, yolsuzluk var. Ne yapayım ben böyle bir cumhuriyeti?

Rahmetli Peyami Safa, Sosyalizmin 360 çeşidi var derdi; cumhuriyetin de o kadar çeşidi var.

Arnavutluk'ta dini, imanı, ibadeti, Allah demeyi yasaklayan Enver Hoca rejiminin de adı cumhuriyetti.

Halkının ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, Müslümanlar kendi inançlarına uygun bir hayat süremiyorsa, orada cumhuriyetin adı vardır, kendisi yoktur.

Uluslararası ahlak, temizlik, şeffaflık notu, 10 üzerinden 5'in altında olan bir ülkedeki cumhuriyet nasıl bir cumhuriyettir?

Orada cumhuriyet mi, mumhuriyet mi vardır?



Mehmet Şevket EYGİ - 21 Aralık 2011 Çarşamba
Başlık: Cumhuriyet, demokrasi ve CHP
Gönderen: mazhar - 30 Ekim 2012, 09:44:35
Cumhuriyet, demokrasi ve CHP

"Cumhuriyetimizi Atatürk'e, demokrasimizi İnönü'ye borçluyuz" derdi, Başöğretmenim Hikmet Bey...

Her cumhuriyet bayramında hepimizi karşısına dizer, kendisi merdiven başına çı­kar, bacaklarının üzerinde yaylana yaylana ve gerine gerine nutuk atardı:

"Vatanı biz kurtardık!"
"Cumhuriyeti biz kurduk!.."
"Demokrasiyi biz getirdik..."
"Memlekete en çok biz hizmet ettik!"
"Biz", yani CHP...

Başöğretmenim iflah olmaz bir CHP'liydi. O da fötrünü başına geçirir, güneş gözlük­lerini takar, ilçedeki "CHP'li önder"lerle birlikte şehir turu atardı.
Demokrat Parti'nin köyümüzü suya kavuşturduğu günlerde, dayanamayıp sordum: "Sizin partinin hiz­metlerini anlatır mısınız?"

Yine "vatan-millet-Cumhuriyet" demeye başlayınca, bütün cesaretimi toplayarak itiraz ettim:
"Köylere yol mu yaptınız, su mu getirdiniz, hastane mi inşa ettiniz, ne yaptınız?"
Ben somut şeyler istedikçe, o inadına soyuta kaçıyor, nutuk atıyordu. Duyan da CHP'nin Türkiye'yi ih­ya ettiğini zannederdi. Hâlbuki hiçbir tesisin, hiçbir hizmetin üstünde CHP imzası yoktu. Bunu babam­dan duymuştum.
Tabii çok kızdı... Teneffüste öğretmenler odasına çağırdı ve bir güzel haşladı.
Ama sualim hâlâ cevapsızdı. Hâlâ da cevapsız..

27 sene kesintisiz ve muhalefetsiz iktidar olan CHP'nin ülke kalkınmasına hiçbir katkısı yok! Bunun ken­disi de farkında olduğu için, "hizmet"leriyle değil ideolojisiyle gündem oluşturmaya çalışıyor: Dün "Cumhuriyet mitingi", bugün "cumhuriyet yürüyüşü" ve çelenk krizi...

"Yaşasın cumhuriyet!..
Yaşasın laiklik!.." çığlıkları.
CHP hâlâ sloganlarda varlık arıyor:
"Cumhuriyeti biz kurduk, demokrasiyi biz getirdik!.."

Daha neler! Demokrasiyi CHP'nin getirdiği iddiası, tamamen mesnetsiz bir iddia... CHP ne zaman de­mokrat olmuş ki, demokrasi getirsin?
27 Mayıs darbecilerine "Emrinizdeyim" diyerek hulus çeken CHP Genel Başkanı İsmet İnönü...
"İhtilâlin ne içindeyiz ne dışında" diyen de o...
İdam sehpalarından geçirilerek ikram edilen iktidarı içine sindirip teşehhüt miktarı başbakanlığa razı olan yine o...

CHP'nin hâkim olduğu yıllarda şehirlerde "Polis Devleti", köylerde "Jandarma Devleti" var... Vatandaş­lar "parya" muamelesi görüyor, sırtlarına her türlü "angarya" yükleniyor...

Millet yokluğun, kıtlığın, yoksulluğun yanında bir de ezansızlıktan dolayı acı çekiyor... Bu yüzden eline geçen ilk fırsatta (14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde) CHP'yi yerle bir ediyor. Öyle bir sille yiyor ki, bir daha ayağa kalkamıyor, iktidara gelemiyor. Bu gidişle de gelemeyecek: Çünkü hâlâ milletin tersine gidi­yor.

Milletin tersine gittikçe de, "alternatif" olmaktan çıkıyor.
Ne talihsizlik: Türkiye'nin en eski partisinin ülke kalkınmasına ilişkin hiçbir projesi yok...
Teröre ilişkin hiçbir teklifi yok...
Hiçbir ekonomik modeli yok...

Koskoca CHP, marjinal partilerin koluna girmiş, onlarla birlikte bağırıyor, yürüyor, eleştiriyor.
Genel Başkanı, Cumhurbaşkanlığı resepsiyonuna katılmayarak gündem oluşturmaya çalışıyor.
Gerçekten de hem CHP, hem de Türkiye için büyük talihsizlik!
Yavuz Bahadıroğlu.Habervaktim.com
Başlık: Cumhuriyet ve mecburiyet
Gönderen: mazhar - 31 Ekim 2013, 09:13:09
Cumhuriyet ve mecburiyet

"Cumhuriyeti ve demokrasiyi CHP'ye borçluyuz" diyorlar ya, üç sebepten dolayı tepem atıyor!..
1. Borçlu yaşamayı sevmiyorum...
2. Bu iddia doğru değil...
3. Cumhuriyetle demokrasiyi CHP'ye borçlu olsak bile çoktan o borcu ödemiş bulunuyoruz.
Nasıl mı ödedik?..
Cumhuriyeti kuran Atatürk'e ömür boyu cumhurbaşkanlığı, İnönü'ye ise tüm başarısızlığına, milleti açlığa, yokluğa, yoksulluğu, ezansızlığa, Kur'ansızlığa mahkum etmesine rağmen, 20 yıldan fazla (çoğu da muhalefetsiz) başbakanlık vererek ödedik...
Borç-alacak kalmadı!.. Söylemiştim: Kimseye borçlu kalmak istemem.
Bu iddia (2. madde) zaten doğru da değil... Çünkü cumhuriyet (daha doğrusu demokrasi) arayışı Sultan II. Abdülhamid'den beri var. Bu çerçevede seçimler yapılmış, parlamento kurulmuş, meşrutiyet denenmiş, yumuşak bir geçiş amaçlanmıştı.
O gidişin "demokratik cumhuriyet" çizgisine geleceği aşikârdı. Belki İngiltere gibi "demokratik monarşi" olurduk. Ancak hilâfet devam ederdi. Hilafetin devam etmesi, özellikle İslam ülkelerine (ve petrol yataklarına) hâkimiyet hesapları yapan İngiltere'nin işine gelmiyordu. Başkentimizi işgal etti. Ama bizimle savaşmadı, yapabilecek durumdayken, işgali Anadolu'ya yaymadı. Bunun yerine bir maşa kullandı ve Yunanistan'ın Batı Anadolu'yu işgal etmesini sağladı.
Yunanistan, tanımadığı denizaşırı topraklarda, yetersiz bir kuvvetle, yirmi yıl aralıksız savaşarak deneyim kazanmış Osmanlı ordusunu yenemezdi. Zaten Yunanistan da İngiliz desteğine güvenip İzmir'i işgal etmiş, yine İngiltere'nin destek taahhüdüne güvenerek işgali Aydın ve Bursa havalisine yaymıştı.
Fakat ne hikmetse, beklediği desteği İngiltere'den alamadı. Osmanlı ordusuyla baş başa bırakıldı. Milis alayları tarafından iyice yıpratıldıktan sonra, son darbeyi Sakarya'da yedi, perişan halde kaçtı.
Böylece Ankara önemli bir "zafer" kazanmış oluyordu. Bu "zafer" sonucu Atatürk'le İsmet Paşa'nın yıldızı parlarken, rakip olabileceği düşünülen isimler (en başta da Çerkez Edhem Bey, sonra Karabekir Paşa) bir bir ayıklanacaktı.
Sonra Lozan Konferansı başladı. İngiltere "galip" tarafta, Yunanistan ise "mağlup" tarafta oturuyordu. Yunanistan Başbakanı Venizelos bu işe çok şaşırmış, Türk Murahhas Heyeti Başkanı İsmet Paşa'ya, "İngiltere masanın galip tarafında otururken, ben İngiltere'nin müttefiki olarak neden mağlup taraftayım?.." diye yakınmaktan kendini alamamıştı.
Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923'de imzalandı. 29 Ekim 1923'te de Cumhuriyet ilân edildi. Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı, İsmet Paşa ise Başbakan oldu.
Saltanat 16 Mart 1920 tarihinden geçerli olmak üzere zaten kaldırılmış, Sultan Vahideddin "sade vatandaş"a dönüşmüş, nihayet aldığı tehditlerin de etkisiyle ülke dışına kaçmak zorunda kalmıştı (17 Kasım 1920).
Saltanatın ve hilafetin devam etmesi demek, Mustafa Kemal Paşa'nın en fazla genelkurmay başkanlığına, İsmet Paşa'nın da kuvvet komutanlığına razı olması demekti. Ama sistem değişir, meşrutiyet yerine cumhuriyet ilân edilirse, Kemal Paşa padişah yetkilerini aşan yetkilerle donatılmış kurucu cumhurbaşkanı, İsmet Paşa ise Başbakan olabilirdi.
Nitekim de öyle oldu. Bu da son derece normaldir: Zira politikada, "Ben çalıştım sen ye" mantığı yoktur.
Göstermelik hilafet de 3 Mart 1924'de kaldırıldı (hilafet kaldırılmadan İngiltere'nin Lozan Andlaşması'nı imzalamadığını hatırlayalım lütfen)...
Takip eden günlerde de İngiltere Ortadoğu'ya, yani petrol yataklarına hâkim oldu. Öyle bir tahripkâr zekâ kullandı ki, bölge bir türlü toparlanamıyor.

Yani cumhuriyet, mecburiyetin eseridir.
 
Yavuz Bahadıroğlu / Yeni Akit.Habrvaktim.com30 Ekim 2013 Çarşamba 08:55
Başlık: Mustafa Kemal Paşa nasıl Cumhurbaşkanı seçildi?
Gönderen: mazhar - 21 Nisan 2014, 23:03:48
    Mustafa Kemal Paşa nasıl Cumhurbaşkanı seçildi?

     Hariciye Vekili İsmet Paşa Lozan’dan dönmüş, ilk Meclis’in vatansever milletvekillerine Lozan görüşmelerini anlatmış, ancak vatansever vicdanları tatmin edememişti.

Başta Rauf Orbay ve Kazım Karabekir olmak üzere, İstiklâl Savaşı’mızın ünlü komutanları masaları yumruklayarak bağırıyorlar, kâh Mustafa Kemal’i, kâh İsmet Paşa’yı suçluyorlardı: “Verilmemesi gereken her şeyi verdiniz, Misak-ı Milli’yi (milli yemin) çiğnediniz!” diyorlardı.

Meclis’teki çoğunluk,savaş meydanlarında kazanılan başarının barış masasında heba edildiğini düşünüyor, İsmet Paşa’yı gensoru ile düşürmeye hazırlanıyorlardı.

Bu arada Trabzon (daha doğrusu “Lazistan”) Milletvekili Ali Şükrü Bey, hem etkili, hem de öfkeli konuşmalarıyla Meclis’teki çoğunluğa hâkim olmuş, hükümetin arkasında Fevzi Çakmak ve Fethi Okyar gibi birkaç isim dışında neredeyse kimse kalmamıştı.

Ali Şükrü Bey Lozan Konferansı’ndaki başarısızlıkları sayıp döktüğü bir konuşmasında, “Savaşta kazanılan masada kaybediliyor” deyince, ortalık karıştı. Mustafa Kemal Paşa silahına davrandı. O davranınca Ali Şükrü Bey de silahını çekti. Bereket versin ki, araya girip tarafları yatıştırdılar. Yoksa alimAllah Meclis kan gölüne dönebilirdi.

Bu olaydan kısa bir süre sonra, Ali Şükrü Bey, öldürülmüş olarak bulundu. Cinayet ihalesi Mustafa Kemal’in Muhafız Alayı Komutanı Giresunlu Topal Osman Ağa’ya kaldı. Önce kurşunlandı, ardından başı kesildi ve başsız cesedi, bacaklarından TBMM’nin önüne asıldı.

Diğer “Lazistan” Milletvekili Rizeli hemşehrim Ziya Hurşit, Osman Ağa’nın, susturulmak için öldürüldüğünü iddia etti ve her iki ölümden de Mustafa Kemal’i sorumlu tuttu (Ziya Hurşit, İzmir suikastı münasebetiyle idam edilecektir).

Mustafa Kemal Paşa, işi yine kestirmeden halletti: Halk Fırkası’nı kurup (bugünkü CHP) Genel Başkanı oldu. Ardından, üyelerinin çoğu son Osmanlı Meclisinden (Meclis-i Meb’usan) gelen Birinci Meclis’i dağıttı. Kendi partisiyle seçime girip (28 Haziran 1923) tek tek belirlediği isimlerden oluşan İkinci Meclis’i topladı. 23 Temmuz 1923’te de Lozan Anlaşması imzalandı. 29 Ekim’de de cumhuriyet ilan edildi. Ama cumhuriyetin ilan edildiği oturuma, Meclis’in yüzde 52.7’si katılmamıştı.

Sıra cumhurbaşkanı seçimindeydi. Tabii Mustafa Kemal tek adaydı. Tek parti, tek meclis, tek aday! Bu oylamaya 281 milletvekilinden 158’i katıldı.

Önemli değildi! Mustafa Kemal artık hem Cumhurbaşkanı, hem Meclis Başkanı, hem de iktidar partisinin (zaten başka parti yoktur) Genel Başkanıydı. Ayrıca da başkomutandı: Yani her şeydi!

Ölene kadar öyle kaldı. Her dört yılda bir yenilenen cumhurbaşkanlığı seçimine daima “tek aday” olarak girdi ve hepsini kazandı! Ancak hiçbir seçimde ittifak olmadı.

Meselâ, 1927’de 335 üyeden 288’inin, 1931’de 351 üyeden 289’unun, 1935’de 444 üyeden 386’sının oyunu aldı.

“Peki ya İsmet Paşa nasıl cumhurbaşkanlığına seçildi?” diyeceksiniz…

“Atatürk’ün vasiyeti gereği seçildi” diyenler yalan söylüyor. Çünkü Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nda öldüğünde İsmet İnönü Başbakan bile değildi…

Bizzat Atatürk tarafından Başbakanlıktan uzaklaştırılmış, yerine Celal Bayar getirilmişti (kimilerine göre öldürülmesini bile emretmiş, öldürüldüğü söylendiği için, oğullarına “eğitim maaşı” bağlamıştı).

O tarihten sonra İsmet İnönü, Atatürk’ün gözüne batmamak için inzivaya çekilip kendini unutturmaya çalışmıştı.

Ağır seyreden hastalığı müddetince, zahmet buyurup eski arkadaşını (Atatürk’ü) ziyaret etmemesi, söylentileri güçlendiren bir durum olsa gerektir.

Kısa bir bilgi notu aktarayım: 8 Ağustos 1938 tarihli Tan Gazetesi’nde, Ahmet Emin Yalman, “Atatürk hasta” başlıklı bir yazı yazdığı için, gazete üç ay kapatılmıştı. Bu kararı veren hâkimler, acaba Atatürk’ün “ölümsüz” olduğuna mı inanıyorlardı?

Neyse: İnönü’nün nasıl Cumhurbaşkanı seçildiğine, hatıralar ışığında yarın bakalım...
Yavuz Bahadıroğlu. Habervaktim.com