İran Niçin Suriye Rejimini Destekliyor?
Nusayrilik Şiiliğin en aşırı koludur. Suriyede Nusayri hâkimiyeti var. Onlar ülke halkının yüzde 10'un, bilemediniz 12'sini oluşturuyor. Kırk yıldan beri Suriye Sünnileri zulme, işkenceye, kıyıma, baskıya maruz. Orada temel insan hakları ayaklar altında. Orada çoğunluk kan kusuyor.
Peki, İran İslam Cumhuriyeti niçin bu haksızlığa karşı çıkmıyor, aksine oradaki Nusayri diktatörlüğünü destekliyor?
Maalesef mezhep asabiyeti, milliyetçilik İslam'ın üzerinde tutuluyor.
Bahreyn Şiilerine zulm edilince savunuyor.
Suriye Sünnilerine zulm edilince mazlumlardan (zulme uğrayanları) yana değil, zalimlerden yana oluyor.
İslam'ın temel prensiplerinden biri nedir?
Zulme karşı gelmek, zalimi zulm etmekten alıkoymak, bu uğurda gerekirse savaşmak değil midiri?
İran'da en az yirmi milyon Sünni vatandaş var ama onlar ikinci sınıf vatandaş. Sünnilik konusundaki anayasadaki ilkelerin çoğu lafta kalıyor, uygulanmıyor.
Başkent Tahran'da Sünnilerin cemaatle namaz kılabileceği bir tek cami yok. Yapılmasına izin verilmiyor.
"İran Analiz" internet sitesine bakın çok acı gerçekleri öğreneceksiniz.
Bendeniz Sünnilerle Şiilerin barış içinde yaşamasını samimi şekilde arzu eden bir Ehl-i Sünnet Müslümanıyım.
Tartışma taraftarı değilim.
Mezhep taassubuna karşıyım.
Adaletten, eşitlikten ve insaftan yanayım.
Suriye Sünnilerinin diktatörlükten, zulümden kurtulmalarını istiyorum. Bu isteğimde de son derece haklıyım.
Türkiye'deki bozuk düzenin/sisteme karşıyım.
İran'da Sünnilere yapılan baskıları, engellemeleri kınıyorum.
Sünnilikle Şiiliğin birbiriyle bağdaşmayan tarafları vardır. İhtilaflar teferruatta değil usulde, esasta ve temeldedir.
Şiilikte taqiyye yapmanın, namaz gibi farz olduğu, taqiyye ve kitmanı terk edenin dinini terk etmiş olacağına inanıldığı için iki taraf arasında müzakere yapılması imkansızdır. Yapılacak şey, barış içinde yaşamak savaşmamak, zulm etmemektir.
Sünnilikle Şiilik arasındaki dava ne zaman karara bağlanacaktır?..
Mahşerde Mahkeme-i Kübrada...
Tarih boyunca Sünnilerle Şiiler çok savaştılar, çok kan ve gözyaşı döküldü.
Adil ve insaflı olalım, Suriyedeki zulüm rejimini desteklemeyelim.
Suriyede Sünnî kültürü ve kimliği önceliklidir. Bunu kabul edelim. Şiilerin de hakları tanınsın, onlara da hürriyet verilsin...
İslamın adalet ve eşitlik presinbini göz ardı etmeyelim.
Mehmet Şevket EYGİ - 9 Aralık 2011 Cuma
İslam dünyasında şüpheli, tartışmalı, üzerinde tereddüt edilecek konular vardır ama Suriye'deki zulüm ve Sünnî kıyımı bunlardan değildir.
Şiî de olsan, Sünnî de olsan zulme, kıyıma, haksızlığa, çoluk çocuğun vahşice öldürülmesine, kendi halkına düşman muamelesi edilmesine, yüzde seksen çoğunluğun köle durumuna düşürülmesine karşı çıkmalısın
http://www.sadakat.net/forum/mehmet_sevket_eygi_beyin_gunluk_yazilari/suriye_ve_iran-t58809.0.html;msg262825;topicseen#msg262825
ABD Büyük Şeytan... Ya Suriye'deki katliama arka çıkan İran?
Son günlerde Türkiye ile doğu komşusu İran arasında soğuk rüzgarlar esiyor. İran, Türkiye'nin Suriye politikalarından rahatsız, tıpkı Rusya ve Çin gibi kayıtsız şartsız Suriye'yi destekliyor. Hatta İran'ın onlardan farklı olarak mezhebi taassubunun da bu destekte payı olduğu bir gerçek.
İran'ın devrimin gerçekleştiği 1978'den beri, Türkiye de dahil, nüfuz edebileceği ülkelere kendi mezhebinin şemsiyesi altında bir İslam devrimi ihraç etmeyi düşündüğü ve bunu da gerçekleştirmeyi devlet politikası olarak benimsediği biliniyor. Bu yüzden de zaman zaman Türkiye'deki laik çevreler Müslüman halkı ehlileştirmek ve haklı taleplerinden vazgeçirebilmek için İran kartını ortaya sürerek zihinlere “Türkiye İran oluyor mu” korkusunu salıyorlardı. Oysa ehl-i sünnet bir Türkiye'nin asla İranlaşmayacağı, kendi çizgisinde bir yeniden doğuş yaşayacağı zaman içinde de anlaşılacaktı. Türkiye'deki bu felaket tellalları bu defa “Malezyalılaşıyor muyuz” teranesine sarılacaktı.
Şimdi 1978 yılına dönüyoruz. İran'da bir devrim gerçekleştiriliyor. İran İslam Devrimi olarak tarihe geçen ve Ayetullah Humeyni'nin önderliğinde batının kuklası bir şahlık rejiminin yerle bir edildiği günlerdeyiz. Sahibi olduğum Huzur Reklamcılık Cağaloğlu'nda faaliyette. Ve İran Konsolosluğu'na da 200 metre mesafede. Hepimizde müthiş bir İran sevgisi. O günlerde mezhebi ayrışmayı göz ardı ediyoruz hepimiz. Baktığımız pencere hep ABD'ye ve batıya karşı dik duran ülkenin var olabilmesi. Hep ezilen, horlanan, gizli batı sömürgesi olan İslam dünyasının bir ferdi olarak yaşamanın ruhlarımıza sindirdiği aşağılık kompleksinden bir anda kurtuluveriyoruz. Hedefimizde tek şey var, büyük şeytan ABD'ye karşı topyekûn mücadele. Milli Nizam ve devamı Milli Selamet Partisi de bizi düşmanımız ABD'ye karşı besleyen bir kaynak mesabesinde.
O noktada İran İslam Devrimi bize bitmez tükenmez bir enerji kaynağı oluyor. Milli Gazete'nin Yazı İşleri Müdürü Osman Tunç, İran'a giderek İran İslam Devrimi adı ile devrimi yücelten bir kitap yazıyor. Keza Ali Bulaç da İran'a gidip izlenimlerini anlatan bir kitap yayınlıyor. Mehmed Kerim müstear adıyla Düşünce Yayınları tarafından yayınlanan bu kitabın adı da İran İslam Devrimi. Yanılmıyorsam Cengiz Çandar da İran İslam Devrimi'ni öven bir kitap kaleme alıyor. Bunlar ilk anda hatırladıklarım. Bir de bugünün meşhur Beyaz hocası Zekeriya Beyaz'a devlet tarafından İran aleyhinde yazdırılan iki ciltlik kitap var. Ayetullah Humeyni ve Şiilik.
Zekeriya Beyaz, kitaba adını koymaktan çekinerek Mustafa Talip Güngörge takma adını tercih ediyor. Kitap, Türkiye çapında binlerce dağıtılacak ve yazarı da öldürülme korkusu ile uzunca bir süre ortalıktan kaybolacaktır. Bu sırada benim Cağaloğlu'ndaki reklam ajansım da devrim sonrası İran'ına gidecek olanların toplanma yeridir. Bir gece eşimle birlikte yüzlerce insan İran Konsolosluğu'nda kalıyor ve marşlar eşliğinde coşuyoruz.
Bizim için onların kazandığı zafer, bizim de zaferimizdir. Asla mezhebi bir taassup içinde değiliz, ama kendimizin de farkındayız. Bu arada Yılmaz Yalçıner'in hakkının yenilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Usta gazeteci Yalçıner, İran devrimini Türkiye'ye tanıtan haftalık bir derginin de naşiridir. Şûra. Bu dergi, düştüğü mevzileri bir anda yakan kuvvetli bir ateş parçasıdır. “Şeriatçı bir gazete olabilir mi?” kapağı ile yayın hayatına atılan Şûra çölde su arayanlara pınar suyu veren derin bir kuyudur sanki. Bugünün pek çok yüreği yanık insanı ilk defa bu kaynaktan beslenmiştir. Sonra İran'da adeta ikinci bir devrim olur. Üniversite öğrencileri ABD elçiliğini basarak, bu elçiliğin Ortadoğu'daki bir casusluk şebekesinin ana karargahı olduğunu dünyaya gösterirler. Sonradan baskın sırasında kıyma makinelerinden geçirilen gizli belgeler ve bilgiler parça parça, kuyumcu titizliği ile birleştirilerek yayınlanacak ve CIA denilen bir cinayet şebekesi deşifre edilecektir. ABD İran'da ikinci defa yenilmiştir. Dünyanın baş belası bu ülke üçüncü yenilgisini de yine burada alacaktır. Elçilik baskınında tutuklanarak casuslukla suçlanan CIA ajanlarını kurtarmak için gizlice bir askeri operasyon yaparak Tahran'ın yakınlarına kadar sokulan ABD özel birliklerinin helikopterleri kum fırtınasına yakalanarak hezimete uğrarlar ve harekat iptal edilir. ABD dünya önünde tam anlamı ile rezil olmuştur.
Ayetullah Humeyni'nin bu ABD'nin helikopterlerinin bir kum fırtınası ile hezimete uğraması karşısında yayınladığı mesaj gönüllere inşirah vermiştir. Humeyni bu olayı darda kalan samimi Müslümanlara Allah'ın yardımı olarak açıklamaktadır. Tam bir teslimiyet ve Allah'a iman örneği. Sonraları Turgut Özal'ın başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı döneminde de İran'la ilişkilerimiz ABD'ye rağmen dostane bir çizgide devam etmiştir. Hatta Özal'ın devlet arşivlerinde varolan bir vasiyetinden de bahsedilmektedir “Bir gün sakın ola ki ABD'nin kışkırtması ile İran'la savaşmayınız. İran'la hep dost kalmalıyız. Menfaatlerimiz de bu yöndedir.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da hep bu çizgide berdevam olmuş, nükleer tesisleri yüzünden İsrail ve ABD'nin hedef tahtasına koyduğu İran'a daima koruyucu bir kalkan olarak taa Güney Amerika'dan Brezilya'yı da yanına alarak ABD ile ilişkilerini riske atmıştır.
Bugün ise İran mezhebi bir taassupla Suriye'de Müslüman kanı akıtan bir yönetime destek olmakta ve onları korumak adına Türkiye'yi tehdit etmektedir. İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi'nin yaptığı düşmanca açıklamalar Türkiye'deki İran sempatisini yerlerde sürünür hale getirmiştir. Demek ki İran mezhebi taassupla orada akan Müslüman kanını yok saymaktadır. Ne hazin bir durum. Hani biz kardeştik? Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da Müslüman kanı akıtan ABD büyük şeytandı? Ya Suriye'de oluk oluk akan Müslüman kanına seyirci kalan İran?
Bu soruya cevap ararken yüreğim kanıyor.
Fatih Uğurlu Haber Vaktim.com
Suriye Alevi hükümeti
Esed'in zulüm sistemi aylardır Tahrandaki medya organlarında Suriye alevi hükûmeti olarak ifade ediliyor. Kimsenin bu durumdan rahatsızlık olduğu yok.(*)
Türkiyeli bir kısım Müslümanlar tarafından bu hassas nokta ya görülmüyor veya görülmek istenmiyor. İnadına İran'ın mezhepçi bir tutum içinde olmadığı, direniş cephesi bahanesinin gürültüsünde göz ardı edilmek isteniyor.
İİC Suriye'ye verdiği tam destek Tahran'da politikacılar ve entelektüeller arasında ciddi olarak tartışılsa da Hükümete fazla tesir edemiyor. Ahmedinecad Hükümetinin pragmatist politikaları bildiğini okuyor.
Bir kısmı saf ve iyi niyetli müslümanlar gönüllerinin sesini gerçekmiş gibi görmeye çalışıyorlar. Bir kısmı Kraldan fazla kralcı, başka bir kısmı da neyin ne olduğunu çok iyi biliyor ve İran'ın geleneksel politikalarını sorgulamadan harfiyyen taklit ediyor.
Üçüncü grup için bu tutum akidevi bir sorumluluktur. Bu gurup imamete biat edenlerin duruşudur Yani gerçek her ne olursa olsun İran'ın bu politikalarını imamet onaylıyorsa doğrudur, taklit edilmek zorunludur anlamına geliyor.
1982 devriminden bu yana yakından izlediğimiz, emperyalizm ve Siyonist saldırganlara karşı sahiplendiğimiz ve yine yeri gelince sahipleneceğimiz İran İslam Cumhuriyeti'nin nasıl ve kimlerin İslam Cumhuriyeti olduğu Suriye olaylarıyla tam olarak meydana çıktı.
İran'ın Hama olaylarından bu yana bilinen anlaşılmaz, tarafgir, mezhepçi tutumu İİC üzerindeki o masum bulutları kaldırarak gerçeği apaçık ümmetin gözü önüne serdi. Bu durum İran entelektüelleri arasında bile ciddi ciddi tartışılıyor.
Ziya Paşa'nın dediği gibi;
''Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz,
Görünür şahsın rütbeyi aklı eserinde'' (Kişinin aynası yaptığı işidir, özüne bakılmaz)
Mezhep şovenizmiyle hiçbir millet, hiçbir siyasi parti ve hareket ümmeti kuşatamaz. Ancak ümmeti siyasi, diplomatik ve stratejik hedefleri için paravan olarak bir müddet kullanabilir. Bu da bir gün fiyaskoyla neticelenir.
Suriye dersimiz
Yıllardır komşularıyla kavgalı olan bir Türkiye'yi dünyaya açmak isteyen Erdoğan Hükümeti ilk olarak Suriye ile olan küslüğü sona erdirdi, İran ile aramızdaki buz dağlarını eritti.
Suriye kapısıyla Ortadoğu'ya, İran kapısıyla Orta Asya'ya açılmayı hedefleyen Türkiye'nin sıfır politikası İran'ın ikircikli tavırlarıyla sıfırlanmak istendiği Suriye olayı ile apaçık ortaya çıktı.
Türkiye'nin bölgede oynadığı ve oynamak istediği rol İran politikalarıyla kesişmeye başlayınca ortaya bu günkü manzara çıktı.
Mursi'nin dediği gibi; 'Bu bahar, (İran ve taraftarlarının iddia ettiği gibi) yabancı güçlerinin baharı değil, Arapların kendi baharıdır''.
Arapların dikta rejimlerini devirmesiyle ortaya çıkan manzara Halit Meşal'in ifadesiyle "Türkiye baharından sonra meydana gelmiştir''.
Aynı medeniyet havzalarını paylaşan bu iki milletin çıkarları geçmişlerinde olduğu gibi geleceklerinde de ortak olacaktır. Dolayısıyla bu bahar sadece Arapların değil, Türkiye'nin de baharıdır.
Daha da ileri Ortadoğu'nun, Kuzey Afrika'nın, Orta Asya'nın inşAllah ümmetin baharı olacaktır.
İran, katil Esed rejimine sahip çıkmakla bu baharı engelleyemeyecektir. Er veya geç bu bahar gelecek, ümmetin çiçekleri insanlığın huzurunda cennet gülleri gibi açacaktır.
Ne AB ve Amerika, ne İsrail ve Rusya, ne Çin ve İran bu baharın gelişine karşı duramayacaktır. Sancılı ve maalesef acılı oluyor ama yakında hep birlikte göreceğiz…
Arif Altunbaş - Haber 7
‘' İran, Suriye rejimini savunmaktaki ısrarını o noktaya vardırmıştır ki, İran medyasının stratejik yorumlarıyla ünlü organlarında son günlerde, Suriye Hükûmeti için, ilk olarak, ‘Suriye alevî hükûmeti' gibi nitelemelere bile ağırlık verdiği görülmektedir.'' www.yorum/.-online.de, http://www...haksozhaber-net -/Neron Çılgınlığının kapısı aralanırken… Selahaddin Çakırgil
ABD büyük şeytan ise iranda onun orta bacağıdır.
İran izin vermeden Esed istese de bırakamaz
Suriye’nin “müslüman halk”ı sadece “zalim Esed yönetimi” ile değil, ondan daha çok, “İran” ve “Şia fanatizmi” ile savaşıyor. Esed, koltuğunda İran’ın sadece desteğiyle değil, ondan daha çok İran’ın baskı ve zoruyla oturuyor. Suriye “Şia fanatizmi”nin işgali altında ve Esed’in ipleri de İran’ın elinde. O yüzden İran izin vermeden Esed bırakamaz.
“Şia fanatizmi”nin müslümanlara karşı zalim Esed’in yanında saf tutması, “Kerbela’da Yezid’i desteklemek”le aynı şey. Ancak Şia fanatizmi bunu kirli ve ilkesiz bir “kara propaganda”yla gizlemeye, kendi çirkinliklerini ve çirkefliklerini başkalarının üzerine atmaya çalışıyor. Örneğin, “İran ve Şia propagandası” yaparak İran’ın ve Şia fanatizminin bütün pisliklerine “meşruiyet kılıfı” uyduran bir internet sitesindeki iddia çok manidar: “Hamas İsrail’i bıraktı, Esad’a saldırıyor!”
Hamas’ın İsrail’i bırakıp Esed’e saldırdığı falan yok da, adı “Hizbullah” olan, ama Dünya Alimler Birliği Başkanı Kardavi’nin “Hizbuşşeytan” olarak tanımladığı, “İran’ın Lübnan’daki ileri ordusu” niteliğindeki örgütün, İsrail’i bırakıp Suriyeli müslümanlara saldırdığı gerçek. Hem de Hz. Hüseyin adına!... Suriye müslümanlarını Yezid yerine koyan Şia fanatizmi, “hak ve özgürlük mücadelesi” veren müslümanlara karşı Yezid’in yönetim mantığının kötü ve daha kirli bir kopyasını sürdüren Esed’i destekliyor! Bunu yaparken mazlum müslümanlara “Yezid” yaftası yapıştırırken, kendi kirli emellerinin üzerini Hz. Hüseyin’in adıyla örtüyor.
Oysa Hz. Hüseyin hayatta olsaydı, Yezid’e karşı nasıl kıyam ettiyse, Esed’e karşı da kıyam ederdi. O zaman şöyle bir sonuç çıkıyor: Bütün pisliklerinin üzerini Hz. Hüseyin’in temiz ismiyle örterek kendilerine meşruiyet kazandırmaya çalışan Şia fanatizmi, eğer Hz. Hüseyin hayatta olsaydı ona karşı da savaşırdı. Çünkü Hz. Hüseyin zalime ve zulme taraftar olmazdı ve Ümmet-i Muhammed, “müslüman gözüken zalimlere karşı kıyam”ı Hz. Hüseyin’in Kerbela’da icra ettiği şanlı kıyamı ile öğrenmişti.
Bugünkü “Şia fanatizmi”nin, Hz. Hüseyin’in tertemiz adının ve şanlı kıyamının ardına saklanarak Ehl-i Sünnet müslümanlara karşı en kirli ve en vahşi saldırılarını yapan mümessilleri, eğer Hz. Hüseyin zamanında yaşasalardı, Kerbela’da Yezid’in yanında Hz. Hüseyin’e saldırırlardı. Çünkü bugün Esed’i destekleyen mantığın, o gün destekleyebileceği tek otorite Yezid’di. Esed’i destekleyenin Hz. Hüseyin’le hiçbir ilgisi olamaz. Kendi pisliklerini Hz. Hüseyin’e yamamaya son versinler artık!
Tekrar Şia fanatizmine kılıf üreten web sitesindeki habere dönelim. Deniyor ki: “İsrail’in Gazze’ye dönük hava saldırılarına cevap vermeyen Hamas, Suriye’ye saldırıyor.” İşte size kara propaganda... Hamas İsrail’in saldırılarına cevap vermiyormuş... Peki, bu zamana kadar Gazze’yi savunan kimdi? “Liderlerini ilah edinen Nusayri rejimi”nin başı olan zalim Esed’i destekleyen “Hizbullah adlı Hizbuşşeytan ordusu” mu? Ya da İran mı? İran Ehl-i Sünnet’e karşı savaşmaktan başka ne yapıyor? Dünyanın her yanında, hiçbir gayrimüslime İslam’ı tebliğ etmeyen İran, sadece ve sadece ince bir siyasetle dinini bilmeyen Ehl-i Sünnet toplumları, Şia yapmaya çalışmıyor mu? Yanıbaşındaki Afganistan’ı bu hale getiren ABD’den önce İran değil mi?
Zalime destek için mazlum müslümanlara kara çalmaya çalışan Şia fanatizmi, bunu Hz. Hüseyin’in hangi sözüne veya ameline dayandırdığını gösterebilir mi?
Her durumdan “kara propaganda malzemesi” çıkarmakta çok mahir olan Şia fanatizmi, dezenformasyonuna devam ediyor. İddialarına göre, Özgür Suriye Ordusu, “İsrail ile birlikte Hizbullah’a, Amerika ile birlikte İran’a karşı savaşacağız” demiş.
Peki, hani Hamas İsrail’i bırakıp Esed’e saldırmaya başlamıştı... Özgür Suriye Ordusu, yardıma ve desteğe en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda, bütün müslümanların desteğini kesecek bir riski göze alıp İsrail ile birlik olarak, Esed’e karşı kendini destekleyen Hamas’la savaşacaklarını ilan edecek kadar aptal mı? Sadece “savaş stratejisi” ve “çıkar ilişkisi” bakımından bile olsa, bunun akıl kârı olmadığı belli değil mi?
Bir de, Özgür Suriye Ordusu “Amerikan üniforması” giyiyormuş!... İyi de, siz Esed zalimi ile bir olup çocuk-büyük demeden müslümanları katlederken, Özgür Suriye Ordusu’na, Amerika’ya sığınmaktan başka yol mu bıraktınız? Esed’e karşı müslümanların yanında olsaydınız da, “İran üniforması” giyselerdi ya...
İşte “Şia fanatizmi” böyle bir şey. Kara çalmada üstüne yok ve işine geldiğinde, işine geldiği gibi her doğruyu tersine çevirebiliyor. Sadece müslümanlara karşı savaşmayı cihad sayacak ve bunu “Hz. Hüseyin ve tertemiz kıyamı”na dayandıracak kadar da yüzsüzler!
Faruk Köse / Yeni Akit.Habervaktim.com30 Haziran 2013 Pazar 00:10
farukkose@yeniakit.com
*****************************************
İKİNCİ YAZISI
Dünkü yazıda “Şia fanatizmi”ne dikkat çekmiş, “Hz. Hüseyin’in temiz adı ve şanlı kıyamı”nı kirli emellerine alet etmeye haklarının olmadığını vurgulamıştım. Bugün konuya farklı bir açıdan devam etmek istiyorum.
Türkiye Şiilerinin lideri Selahattin Özgündüz’ün “Mehdi’nin 1179. doğum yıldönümü” etkinliğindeki sözleri, hakikatlerin anlaşılması için akla bazı sualleri getiriyor. Şöyle ki:
“Hilafet”in tekrar kurulmasını istiyor musunuz?
Hilafet kurulur da bir “Ehl-i Sünnet alimi Halife olursa”, itaat eder misiniz?
Kendinize “Ehl-i Sünnet”i mi daha yakın görüyorsunuz, “Şia” içindeki “gulat” fırkaları mı? Sizce, mesela “Nusayri inancı”na sahip olanlar Müslüman mı?
“Ehl-i Sünnet üzere bir devlet” sizi rahatsız eder mi? Afganistan’da ve Suriye’de Ehl-i Sünnet Müslümanların İslam devleti kurmasına niçin yardımcı olmuyor da köstek oluyorsunuz?
“Ehl-i Sünnet Müslümanlara karşı savaşmak” sizin için “cihad” mı, “strateji” mi, yoksa “gaflet ve dalalet” mi?
Cihad ise, küfür güçlerine karşı cihad etmezken, Ehl-i Sünnet kâfir mi ki Şiiler cihada çıksın?
Strateji ise, Müslümanı öldürmeye varan bir strateji Kur’an’a uygun mu?
Gaflet ve dalalet ise, derhal vazgeçmeli değil mi? “Vazgeçtik” deniyorsa, Hizbullah militanlarının ve İran’ın ajanları ile özel kuvvetlerinin Esed’in yanında savaşmaya son vermesi, Şia unsurlarının Esed’e desteğini çekmesi gerekmez mi?
Afganistan’da ve Irak’ta yürütülen “kirli oyunlar”a son verilmeli değil mi?
Hz. Ebubekir’e ve Hz. Ömer’e niçin düşmansınız?
Bu düşmanlıktan vazgeçtiğinizi ilan eder misiniz?
Eğer düşman değilseniz, Şia kitaplarındaki bu iki sahabeyi “put” olarak tanımlayan ifadeleri açıkça reddedebilir, kitaplarınızdan çıkarabilir misiniz?
Biz çocuklarımıza seve seve “Hasan”, “Hüseyin”, “Ali” isimlerini veriyoruz. Herhangi biriniz oğluna “Ömer” adını verir mi?
Bu olumsuz tavırla “Müslümanların vahdeti”ni nasıl sağlayacaksınız?
Sahi, Müslümanların vahdetini sağlama derdiniz var mı? Varsa, bunu herkesi Şiileştirerek mi sağlayacaksınız?
“İran yayılmacılık yapıyor” diyenlere seslenerek, “İran hangi ülkenin toprağına girdi? Hangi ülkeye yayılmacılık yaptı?” diye soruyorsunuz. Peki, İran’ın Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de yaptıklarına ne demeli? Afrika’da İslam adı altında “Şia propagandası” yapmak da neyin nesi? Mezhebini anlatacağına İslam’ı anlatsana?
Asker gönderip Esed zaliminin yanında Müslümanlara karşı savaşmak, üstelik de sanki onlar Müslüman değilmiş gibi Hz. Hüseyin’in adını kullanarak ele geçirdiğin bölgelerde Müslümanların mallarını talan etmek yayılmacılık değil mi? Yayılacaksan, git gayrimüslim beldelerde İslam’ı tebliğ ederek yayıl ve bari onların da İslamlaşmasına vesile ol!
Türkiye’de ne kadar Şii nüfus var da, “en büyük Şii havzalarından biri”ni kurmak için yoğun bir faaliyet içindesiniz? Alevi dedelerini İran’a götürüp Hamaney’le görüştürmek ne anlama geliyor? Bunlar, “Şah İsmail’in yayılma politikası”nı diriltmek anlamına gelmiyor mu?
“Şii camileri” açarak cemaatinizi ve ibadethanenizi Müslümanlardan ayırıyorsunuz. Buna son vermeyi düşünüyor musunuz? Ehl-i Sünnet bir imamın ardında namaz kılar mısınız? Tahran’a Ehl-i Sünnet Müslümanlar için cami yapılmasına taraftar mısınız?
İslam’ı anarken bile abdest gerekmezken, Şiilik İslam’dan daha mı üstün ki “Şiilik, abdestsiz ağızların telaffuz edeceği bir kelime değil” diyorsunuz? “Şiilik”in Türkçesi’nin “Alevilik” olduğunu söylerken, nazarınızda “Kemalist”, “demokrat”, “Laik”, “bînamaz”, “Şeriat düşmanı” ve bilumum “İslam karşıtı inanç, söylem ve eylem”lerin taraftarı olan bir kısım Aleviler de Müslüman mı? Müslümansa, nasıl ve neye göre?
Sizde Müslümanlara karşı bile kullandığınız “takıyye” imanın şartları arasındayken, “İran benim ülkeme göz dikmişse, yayılmacı, emperyalist emeller besliyorsa, ülkeme saldırıyorsa.... biz İran’la savaşacağız” sözünüze nasıl inanacağız?
İnanmamızı istiyorsanız, İran’ın “Şia yayılmacılığı”na, Ehl-i sünnet Müslümanları Şiileştirme faaliyetlerine karşı çıkın; bunu yapabilir misiniz?
Sadece “Müslüman” olmak yetmiyor mu da, “Ben Müslümanım, ben Aleviyim, ben Caferiyim, ben Mehdeviyim” diyerek bunları birlikte söyleme gereğini hissettiniz? Yoksa bu sözler, İslam’ı “Alevilik, Caferilik, Mehdevilik”ten ibaret görme anlayışının bir ürünü mü? Bugünkü biçimiyle “Şiilik”, iddia ettiğiniz gibi, Rasulullah’ın hangi sözünde, Kur’an’ın hangi ayetinde yer alıyor? Bildiğimizin dışında başka bir Kur’an mı var? Allah’tan gelen, Rasulullah’ın tebliğ edip yaşadığı “İslam” mı, yoksa “Şiilik” mi? Yoksa bu ifadeleriniz, içinizde taşıdığınız bir “ideal”in dışavurumu niteliğindeki “Bütün alemin kralıdır Şiilik” sözünüzün gereği mi? Bütün alemin kralı olmaya çalışan, “yayılmacı” olmaz da ne yapar?
Şimdilik bu kadar... Bu suallerin cevapları, aramızdaki “güven sorunu”nu gidermek için de önemli. Cevap bekliyorum.
Faruk Köse / Yeni Akit.HABER VAKTİM.COM