Diyalog Değil Davet ve Tebliğ
SUAL: Musevî dininin İslam dini hakkındaki inanç ve görüşleri nelerdir?
CEVAP: Musevîlik Hz. Muhammed'in (Salat ve selam olsun ona) Peygamber olduğunu kabul etmez... Kur'anın Allah kelamı olduğunu kabul etmez... İslam'ın ilahî hak din olduğunu kabul etmez. Hz. İsa'yı da Peygamber olarak kabul etmez.
SUAL: Hıristiyanların İslam hakkındaki görüş ve inançları nelerdir?
CEVAP: Onlar da Hz. Muhammed'in peygamberliğini, Kur'anın ilahî kitap olduğunu, İslam'ın hak dini olduğunu kabul etmezler. Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu ve tanrı olduğuna, Teslise inanırlar.
SUAL: Bu durumda Müslümanlar Yahudiler ve Hıristiyanlar ile diyalog yapabilir mi?
CEVAP: Biz Müslümanlar Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya iman ederiz. Tevrat ve İncil'in ilahî kitaplar olduğuna, lakin tarife uğradıklarına inanırız. Onlar bizim mutlak ve zarurî değerlerimizi reddettikleri, yalanladıkları için teolojik açıdan kendileriyle diyalog mümkün değildir.
SUAL: Bu devirde üç hak ibrahimî din vardır, bunların mensupları ehl-i necat ve ehl-i Cennettir demenin hükmü nedir?
CEVAP: Muhkem Kur'an ayetlerine, Sünnete ve icmâ-i ümmete aykırı bir inançtır ve inananı dinden çıkartır.
SUAL: Bu devirde İslam'dan başka hak din var mıdır?
CEVAP: Yoktur.
SUAL: Museviliğin ve Nasraniliğin şeriatları geçerli midir?
CEVAP: Nesh edilmişlerdir, geçerli değildirler.
SUAL: Tevhid inancı ile Teslis inancı bağdaşır ve uyuşur diyene ne lazım gelir?
CEVAP: Küfür lazım gelir.
SUAL: İslam'ın dışında necat (kurtuluş) ve ebedî saadet yolu var mıdır?
CEVAP: Yoktur.
SUAL: İslam'ın Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu tartışılabilir mi?
CEVAP: Kesinlikle tartışılamaz. Çünkü bu konuda muhkem ayetler, sahih hadisler ve çok kuvvetli icmâ-i ümmet bulunmaktadır. Bunları reddedenler kafir olur.
SUAL: Museviler ve Nasraniler İslam'ı reddederken, birtakım Müslümanların "Onların da dini de haktır" demelerinin hükmü redir?
CEVAP: On dört asırdır görülmemiş, duyulmamış bir bid'at ve sapkınlıktır. Bir Müslüman böyle konuşamaz ve inanamaz.
SUAL: İmanını ve ebedî saadetini kurtarmak ve korumak isteyen Müslüman bu konuda ne yapmalıdır?
CEVAP: Bu gibi bid'atlerden uzak durmalı ve İslam'ın tek hak din olduğu inancına sımsıkı sarılmalıdır.
SUAL: Öteki dinlere mensup olanlara karşı vazifelerimiz nedir?
CEVAP: Onları akıllarının ereceği en uygun ve etkili şekilde İslama çağırmak, davet ve tebliğ yapmaktır. Bunu yapmazsak vebal altında kalırız.
*Bugün Öğle ile İkindi Arası
Bugün öğle namazından sonra saat: 14'ten ikindi namazına kadar Beyazıt Meydanı Kitap Fuarındaki BEDİR YAYINEVİ standında bulunacak ve kitap imzalayacağım.
Mehmet Şevket EYGİ - 12 Ağustos 2012 Pazar
Din, diyalog, iftar
(Öncesi olmasına rağmen) Her şey “aciz kulun” Rabbine değil, papaya yazdığı mektupla başladı. İnsanlık, hoşgörü, diyalog vs. derken Hıristiyanlarla itikatta uyumluluk yakaladılar. Tabi bu gelişmeler bireysel değildi. Toplum önünde ve müthiş bir siyasi ve medya gücüyle gerçekleştiriliyordu.
Milletimiz gerek siyasi, gerek medya ve gerekse din adına öne çıkmış kimselerin “Dinler arası diyalog” olarak adlandırıp, ballandırdıkları ve dallandırdıkları projeyi ilk başlarda sahiplenmese de, tepki de vermedi. Haliyle bu tepkisizlik zamanla teslimiyete ve taata dönüştü. Öyle ki artık rüyalarda bile biatler yapılıyor, geçmişe gidiliyor, (rüyada) sorular soruluyor ve cevaplar alınıyor.
2002’den sonra bu anlayış, siyasi olarak da hız kazandı. Milletimiz yine tepkisizdi. Ne oluyor, ne yapıyorsunuz gibi hakkı olan sorgulamayı yapmak yerine, hikmet arayışına girdi. Ama bu arayış öyle karanlık odalarda ve öyle dipsiz kuyularda yapılıyordu ki, insanın bırak aradığını bulması geri dönüşünü bile imkânsızlaştırıyordu.
Kısaca hatırlarsak; Kimliklerden din hanesi çıkarıldı. Ne olacak canım! Rabbim benim hangi dine mensup olduğumu bilmiyor mu, dedik.
Kanunlardan “cami” ibaresi kaldırılarak “ibadethane” ibaresi konuldu. “İbadethane daha geniş kapsama alanına sahip”, mantığı kabul ettirilerek hayata geçirildi. 40 küsur bin kilise ev açıldı.
Aynı siyasi mantık, ilköğretim kitaplarına da el attı. Senin, benim evlatlarıma İslam’dan başka hak dinlerin olduğu öğretildi. Daha kendi dininden habersiz o taze beyinlere Yahudi ve Hıristiyanlığın da hak din olduğu aşılanmaya çalışıldı.
Sonra başında “milli” kelimesi olan örgüt ve yapılanmalar, Avrupa’da “hilal, haç ve mason yıldızını” aynı karede birleştirip, “Dfener” alayları düzenlediler. Sonra bir papazla, Müslüman olduğu söylenen bir kadını da evlendirdiler ve erdiler muratlarına. Artı birileri de çıkar kerevetlerine!
Ramazana dönersek; Papazlarla, hahamlarla iftar yemeği yemek artık sıradanlaşmanın ötesinde gelenek haline geldi. Hükümeti, muhalefeti bir papazla, bir hahamla iftar açmayı adeta bir “onur” olarak milletin önüne koydu. Bu anlayışların çizgisindeki dernek ve vakıfları da, papa ve hahamlara yedirip, içirmede kusur etmedi. Daha geçen haftaydı, bir kilisede iftar programı düzenleniyor. Yazık oldu!
İftar nedir? Kulun, Rabbine sadakatinin karşılığında, Rabbiyle (adeta) buluşmasının anıdır. O kul iftar vakti; “Ey Rabbim! Senin emrin gereği, elimle çalışıp, kazandığım helal lokmayı yemedim. Helal olan arzularıma gem vurdum. Gözümü, kulağımı, dilimi, kalbimi korumaya çalıştım. Zikrimle, namazımla, orucumla, dostlarınla sana yaklaşmaya çalıştım. Günahkâr olsam da ben, Senin kulunum. Sana ortak koşmaktan, Sana karşı gelmekten, imansız ölmekten Sana sığınırım. Bizi affet ve hakiki kullarından eyle ya Rabbi” der.
Sen bu iftara kalkıyor Yahudi, Hıristiyan’ı ortak ediyorsun. Ben kabul etmiyorum bu mantığı. Çünkü Rabbime ortak koşanları ben iftarıma, imanıma ortak etmem, edemem. Çünkü Rabbim yasaklıyor.
Bu noktada milletimizden gizlenen en önemli şey Yahudi ve Hıristiyanların itikat anlayışı ve Rab inancıdır.
Ulaşabildiğim kadarı ile Yahudi ve Hıristiyanların kendi elleri ile yazdıkları kitaplardan bir iki örnekle itikatlarını anlatayım…
“Allah’ın oğulları, insan kızlarının güzel olduklarını gördüler! Seçtiklerinden, kendilerine karılar aldılar! Allah’ın oğulları, insan kızlarına yaklaştılar ve onlar da onlara çocuklar doğurdular.” (Tevrat, Tekvin, 6/2–4)
“Rab dedi ki; İsrail, ilk oğlumdur!” (Tevrat, Çıkış, 4/42)
“Rab, bana dedi ki; Sen, benim oğlumsun! Ben, seni bugün doğurdum!” (Tevrat, Mezmurlar, 2/7)
“Ben de, ilk oğlumu (Süleyman’ı) dünya krallarının en yükseği yapacağım!” (Tevrat, Mezmurlar, 89/26)
“Göklerden bir ses geldi ki; Sen, benim sevgili oğlumsun! Senden hoşnudum!” (İncil, Markos, 1/11; Luka, 3/22; Matta, 3/17)
“…Babanın kucağında olan biricik oğul, kendisi onu bildirdi!” (İncil, Yuhanna, 1/18)
“Çünkü Allah dünyayı öyle sevdi ki, ona inanan her adam, helak olmayıp sonsuza kadar yaşaması için biricik oğlunu verdi!” (İncil, Yuhanna, 3/16)
Akın Aydın Yeni Mesaj.