”İnsanın sahip olduğu bir şeyi sevmesi alışıldık bir durum değildir.”
Niçin? Neden insan sahip olduğu bir şeyi sevemez ya da az sever? Niye onundeğerini farkedemez? Niye unutur önemini? İnsanın hayatında olan şeylerindeğerini bilememesi, değerlendirememesi, sahip olduğu şeyleri sevememesigibi hallerin oluşmasında neler etkili? Kim elindekini yeterince
değerlendirdiğini düşünmektedir? O kızı niçin istiyorsun ? o işi neden
istiyorsun? O gömleği niçin istiyorsun?
İnsanlar iki türlü muhatap oluyor eşyaya, insanlara ve şeylere. Batı
dünyası ve onun kavramları içinde seslendirmek gerekirse birinci yol
marksist yol yani ben kelimesi olmayan insanlar. Kendilerini layık
görmeyerek uzaktan seviyorlar. Ve bir gün onu elde ettiklerinde de hayal
kırıklığı yaşıyorlar, şüpheye düşüyorlar. Ben onu elde ettiğime göre demek
ki basitmiş, benim gibi basitmiş, mükemmel değilmiş.
Ben kelimesi olmayan, kendini layık görmeyen bir insanın yaşayacağı hali bir aşk örneğinde (“Aşk Üzerine” isimli kitaptan alınmıştır.) incelersek, bir marksist nasıl muhatap olur eşyaya, şeylere yani dünyaya; "katıksız sevgi ile birine
bakıp onunla cennette birlikte olmanın verebileceği zevki düşlerken önemli
bir tehlikeyi gözden kaçırmamız olası, sevgimize karşılık verdiğinde ona
duyduğumuz ilginin ne kadar çabuk söneceği" Yani bir şeyi çok yoğun
arzularla istediğimizde önemli bir tehlikeyi gözden kaçırabiliriz o da şu,
sevgimize karşılık verdiğinde ona duyduğumuz ilginin ne kadar çabuk
söneceği. " ne kadar çirkin, aptal ve sıkıcıysak en az o kadar güzel, zeki
ve esprili birine kendimizden kaçmak için aşık oluruz.
Ama bu kadar mükemmel bir yaratık, kalkıp bir gün bizi severse ne olacak? Şaşkına
dönebiliriz . Bizim gibi birini sevebilecek kadar zevkten yoksunsa nasıl
umduğumuz kadar harika olabilir? Aşık olmak için sevgilinin bizi bir
şekilde aştığına inanmamız gerekiyorsa, o zaman aşkımıza karşılık
vermeleri durumunda zorlu bir ikilem ortaya çıkmış olmuyor mu, kendimize şöyle bir soru sormak durumunda kalıyoruz: Eğer o kadar harika bir insansa, nasıl oluyor da benim gibi birine aşık olabiliyor?"
İyi şeyler istiyorsunuz ama kendinizi layık görmüyorsunuz. Birini
istiyorsunuz ya da bir iş istiyorsunuz, bir eşyayı istiyorsunuz ve bu
isteğiniz gerçekleşiyor. Uzaktan sevdiğiniz, yandığınız insan 'evet' diyor
size. O gözünüzde büyüttüğünüz iş sizin oluyor, size veriliyor. Her gün
keşke bu evde ben yaşasaydım diyerek önünden geçtiğiniz ev sizin oluyor ve burada ikilem başlıyor. "Sevgimize karşılık verdiğinde ona duyduğumuz
ilginin ne kadar çabuk söneceği" Çünkü kendimizi layık görmüyoruz. Benini
ön plana çıkarmayan birinin yok edemediği arzularını yaşama imkanı
bulduğunda, sevdiği kişi ona “evet” dediğinde, istekleri yerine gelmeye
başladığında düşeceği kuyu budur.
O kadar güzel biri nasıl benim gibi bir
zavallıyı sevebilir. O iş önemliyse, nasıl bana verirler. Demek ki o kadar
önemli değilmiş... Demek ki ben yanlış yanılmışım, onu abartmışım..
Baştaki cümleye dönersek "insanın sahip olduğu bir şeyi sevmesi alışıldık
bir durum değildir.” Genelleme yaparsak insanların bir çoğu marksisttir ve
marksistler sevemezler yani sadece uzaktan severler. Kendilerini ne bir
sevgiliye, ne bir işe, ne de verilen nimetlere layık görürler.
İkinci yol ise; Her şeye hakları oldugunu düşünen, daha fazlasini isteyen,
doymak bilmeyen insanlar yani bireyciler. Her şeyi hak ettiklerini
düşünüyorlar ve haklarını almak için yürüyorlar. İstedikleri şeyleri elde
etmek için her türlü yolu mubah görüyorlar. Sen daha iyisini hak
ediyorsun, çünkü sen mükemmelsin. Mükemmel; her şeyiyle tamam. İnsan her şeyin efendisi değil mi? Her şeyin tek sahibi. İstedigi gibi davranabilir,
istedigi gibi yaşayabilir.
Onu sınırlandırmaya kimin hakkı olabilir ki.
"Benim hayatıma ne karışıyorsun, ben istediğim gibi yaşayabilirim. Ben
çağdaş bir insanım." Dünyaya bir kere geliyoruz deyip bir çok insan çok
yemeye, çok alış-veriş yapmaya, çalışmıyor mu? "Daha çok... Daha çok... " Cola reklamlarında bile " daha fazlasını iste!.. "
denmiyor mu? Sanki daha fazla olursa, nicelik olarak daha fazla olursa,
insan daha fazla zevk alacak, daha çok mutlu olacakmış gibi... Çok yemek
yediğinizde mutlu oluyor musunuz? Bu insanlar herşeyi elde ediyorlar ama
bir müddet sonra ellerindekinden tat almamaya başlıyorlar ve yeni şeyler
arıyorlar.
Baştaki cümleye tekrar dönersek "İnsanın sahip olduğu bir şeyi sevmesi,
alışıldık bir durum değildir.” Neticede bu iki tip insanın sonu aynı
oluyor. Ama üçüncü bir insan tipinden bahsedebiliriz...
İbrahim Paşalı
Alıntı Yap
Onu sınırlandırmaya kimin hakkı olabilir ki.
:x :x :x :x