Sadakat islami Forum

EĞİTİM, AİLE, KÜLTÜR-SANAT, SAĞLIK => KİŞİSEL GELİŞİM => Konuyu başlatan: Tuğra - 11 Eylül 2008, 23:15:30

Başlık: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: Tuğra - 11 Eylül 2008, 23:15:30

Gelen maillerde dikkatimi çekiyor. Okurlarımız kendileriyle ilgili sorular sorarlarken ya da birlikte yaşadıkları kişilerin sıkıntı ve zorluklarıyla ilgili bilgi almaya çalışırken şu ifadeyi kullanıyor;

“Mehtap Hanım... Eşimle (kardeşimle / annemle / babamla... vs) anlaşamıyoruz. Benim bazı huylarımı kabul etmiyorlar...”

Veya...

“Kızımın huyları yüzünden çocukları ve eşi kendisinden bıkmaya başladı. Ona nasıl yardım edebiliriz?”

Soruların devamını okuyunca, aslında bahsedilenlerin “Huy” olmaktan çıkmış ve “Takıntı”ya dönüşmüş karakter özellikleri olduğunu düşünüyorum. Ve gelen sorulara bu anlamda cevaplar vermeye çalışıyorum. Baktım sorular çoğaldı... En iyisi bilgiyi genel anlamda yazayım da herkes okusun istedim...

Huy, genel anlamda “Mizaç” kelimesiyle birbirini karşılıyor. Mizaç, huy dediğimizde; insanın doğuştan getirdiği temel özellikler aklımıza gelir. İslam literatüründe buna bir anlamda “Fıtrat” diyoruz. Yaratılıştan gelir ve neredeyse tamamen biyolojik kaynaklı durumları temsil eder.

Huy / mizaç / fıtrat kelimelerini kullanınca, günlük hayatta en fazla kafa karıştıran diğer yapı akla geliyor hemen değil mi? Yani “Karakter” ve “Kişilik” kelimeleri.

Karakter / kişilik, yapısal bütünümüzdeki sonradan kazandığımız özellikleri temsil eder. Hal böyle olunca da hiç birimizin kişilik / karakter özellikleri diğerine benzemez. Çünkü doğuştan gelen mizaç / huy / fıtratımız, zaman içinde bulunduğunuz ailenin sosyal yapısına, aldığımız eğitime, toplumsal özelliklerimize, kazandığımız kültürel yapılanmaya göre değişiklik gösterir.

Biraz karışık gibi dursa da aslında son derece kolay bir formülasyon... Huy / mizaç / fıtrat = doğuştan gelenler Karakter / kişilik = sonradan kazanılanlar

Tüm bu bilgileri aktarınca, insanlarda ortak huy ve yine ortak karakter özellikleri olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim. Dünyanın neresinde doğmuş olursak olalım, insan olmamız nedeniyle, doğuştan beri getirdiğimiz ortak huy ve karakter özelliklerimizin olduğu, yapılan pek çok araştırmayla sabitlenen bir bilgi haline gelmiştir sevgili okurlar!

Bu bilgi inançlarım doğrultusunda düşününce bana son derece doğru geliyor. Çünkü insanların ortak özellikleri ve ortak yapıları olmasaydı, Kur’an’ı Kerim hayatımıza yeterince hükmedemezdi. Oysa ortak ögeler, ortak yapılar sayesinde; hangi devir ve hangi yeryüzü toprağı olursak olalım aynı emir ve aynı ayetlerle muhatap olabiliyoruz.

Yaşadığımız dinin evrensel olabilmesi; yüzyıllar boyu insan yaşamına müdahale edebilmesi; insan yaşamını disipline edebilmesi ve yine insanlar için ciddi bir yaşam programı olabilmesi için, insanoğlunda çağlara ve dönemlere inat ortak yapısal bir bütünün olması gerekirdi zaten... Allah(cc), hiçbir ayrıntıyı unutmaksızın insanı yaratmış ve insandaki ortak fıtri özellikler gereği, emir ve yasaklarını bildirmiştir.

Demek ki huylarımız var... Bir de huy sandığımız takıntılarımız var. Yani doğuştan gelmeyen... Yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olmayan... İstersek ve çabalarsak kolaylıkla terk edebileceğimiz... Zamanla bünyemize yerleşen ve neredeyse psikolojik destek almamıza neden olacak kadar abarttığımız takıntılarımız!

Dilerseniz bu takıntılardan örnekler sıralayayım:

Her şey tam ve mükemmel olsun isterler. Eksiklikler ve noksanlıklar onları sürekli rahatsız eder. Zihinlerinde tasarladıkları işleri yaptıklarında kendilerini huzurlu / mutlu hissederler. Minicik bir eksiklikte, sanki dünyanın sonu gelmiş gibi sıkıntılı duygularla boğuşmak zorunda kalırlar.

Herkes için en iyi olanın, kendi düşünce ve fikirleri olduğunu zannedip dururlar. İnsanların düşüncelerini değiştirmek için çabalarlar. Değiştirecekler ama tabii ki bir şartla... Herkes onun söylediği noktaya gelecek!

Duygu kontrolü zordur bu kişilerde. Kolaylıkla tartışmaya girebilirler. Söylenen sözlerin kendilerine karşı söylendiğini düşünüp, hemen karşı saldırıya geçebilirler. Huyları tanımlama cümleleri ise son derece meşhurdur: “Haksızlığa tahammül edemiyorum!” oysa her insanın haksızlığa tahammül etmemesi gerekir. Ve zulme karşı başkaldırması gerekir. Bu özellikteki insanların bahsettiği haksızlıklar, günlük yaşama yayılmış ve kendilerinin ikinci plana itildiği kompleksini yaşamalarına vesile olan cinsten haksızlıklardır. Bu da önemli bir detay anlayacağınız üzere...

Yukarıdaki maddeye bağlı olarak, ergenlik döneminde insanın yapısına “Esneklik" özelliğinin yerleşmesi gerekir. Takıntıya dönen durumlarda bu esneklik devreye girmez. Kişi sıra dışı durumlarda, farklı bakış açıları geliştiremez... Derken takıntılı bir düşünme yapısı, inat, mükemmeliyetçi düşünmeye başlama gibi süreçler devreye girmeye başlar. Ve bunların takıntı olduğunu bilmediği için, yaşadıklarının tamamının “Huyu” olduğunu sanmaya başlar.

Etrafındaki insanlarla ilişkileri kontrol etmeye başlar. Hatta öyle çok kafa yorar ki beyni uyuşmaya başlar. Örneğin, kocası eve gelmeden önce, annesinin evine uğramasın... İş arkadaşlarıyla niye öyle değil de bu şartlarda konuşmuş gibi doğrudan kendisini ilgilendirmeyen meselelere bile takılmaya başlar. Bunları da düşünürken, en doğal hakkı olduğunu belirtmeyi de unutmaz!

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Asıl olan günlük yaşamda patolojik özellikler sergileyen ve aslında hastalığa dönüşmeye başlamış yapıların “Huy zannedilmemesi” gerçeği sevgili okurlar.

Evet... İnsanoğlunun yeryüzüne gelişinden beri ortak bazı huyları vardır. Bu huylar Afraka'dan Bosna'ya, Uruguay'dan Amerika'ya kadar değişmez. Her insan için ortak özellikler taşır. Ama yukarıda saydığım tarz durumlar huy olmayıp, aslında kişilik yapısına yerleşmeye başlayan takıntılı düşüncelerdir. Üzerinde durup çabaladığınızda da üstesinden kolaylıkla gelebileceğiniz takıntılar.

Konu uzun... Anlatılacaklar var ama fazla uzatmayayım... Devamını bir sonraki yazıda aktarayım...

mehtap.kayaoglu
Başlık: Hepimizde Varolan Ortak “Huy”larımız
Gönderen: Tuğra - 13 Eylül 2008, 21:23:28
Bir önceki yazıda huy sandığımız; ama aslında huyumuz olmayıp, yaşam içinde takıntılar şeklinde geliştirdiğimiz davranış kalıplarından bahsetmiştim. Bugün de sizlere yeryüzüne gelen her insanda olmazsa olmaz cinsinden var olan ortak huylar hakkında bilgi aktarayım dilerseniz.

Bir şeyin huy olup olmadığını anlamak zor değil. Çünkü insanlarda yaratılıştan gelen ortak bazı özellikler var. Fıtrattan gelen, mizaç da dediğimiz huylar. Daha önceki yazıda da söylediğim gibi bu huylar Hz.Adem’den bugüne, bugünden kıyamete kadar yaratılacak her insanda tespit edilebilir özellikler olarak varlığını sürdürecektir.

O halde başlayayım doğuştan gelen ve tamamen biyolojik kaynaklı ortak özelliklerimizi sıralamaya:

Birinci özelliğimiz; yenilik arama. İnsanoğlunun doğasında düşünce ve davranışlarında hep yenilik isteme, yeniliği arama huyu vardır. Yenilik isteriz. Yenilik ararız.

İkinci özelliğimiz; zarardan kaçınma. İnsanoğlunun yaratılıştan getirdiği en önemli huylarından diğeridir bu madde. Kişi, nerede, kiminle, ne zaman yaşıyorsa yaşasın, temel işlevi zarardan kaçınmak şeklindedir. İntihar etmeyi ve artık yaşamdan bıktığını düşünen insanlar bile, en sıkıntılı anlarında dalgın dalgın yol kenarında yürürlerken, aniden üzerlerine gelen hızlı arabayı görünce, refleks olarak kendilerini yolun kenarına fırlatırlar.

Fırlatırlar diyorum çünkü düşünerek, uzun uzadıya karar vererek kendini kurtarma davranışı değildir. Sadece içgüdüsel olarak refleks tepkiyle yapar o kadar. Zarardan kaçınma huyumuz sayesinde hayatta kalmayı ve zarar görmemek için çabalamayı sürdürürüz.

Üçüncü ortak özelliğimiz; sebatkarlık. Çeşitli tarih ve dönemlerde, dünyanın herhangi bir yerinde varlığını sürdüren her insan için yaratılıştan gelen önemli bir huydur tuttuğu işi bırakmamak, işin devamı ve sürekliliği için çaba harcamak. Bu maddeyi okuyan tüm genç arkadaşlarımızın harekete geçmesini diliyorum.

Çünkü gelen birçok mailde “Mehtap ablacığım, ben başladığım işi yürütemiyorum, beceremiyorum.” Şeklindeki durumlar yaratılış gerçeğimizi yansıtmıyor. Allah insanların doğasına, bir işe başlamayı ve başladığı işi sürdürmeyi şifrelemiş. Yapamıyorum demek, beceremiyorum demek; en iyimser söylemle “Başarmak için ne yapacağımı bilmiyorum” anlamına gelir.

Hatta bana kızmasın genç arkadaşlarım ama; tembelliğin farkında olmadan kişiliğin bir parçası haline geldiği bireylerde “Başarmak istemiyorum, zor geliyor” gibi bir şekle bile dönüşmeye başlamış demektir. Bu durumu tersine çevirmek çok kolay. Zira yaratılıştan gelen biyolojik özelliklerimiz, her işin üstesinden gelmemizden yana sevgili genç okurlar!

Son ortak özelliğimiz; ödül bağımlılığı. Biz insanoğlunun ödülle, onaylanmayla ve onura edilmeyle yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği hiçbir durum yok. Hepimiz zaman zaman ödüllendirilmek, onaylanmak, tebrik edilmek isteriz. Kimi zaman tatlı bir kabul edici bakış ödüldür bizim için, kimi zaman tatlı bir söz! Ödülü maddeye bağlamanın verdiği zararlara dikkat ederek, duygusal ödüllerin hayatımızdaki önemini anlatmaya bile gerek yok sanırım.

Özetle söylemek gerekirse; bir şeyin huy olması için yaratılıştan gelmesi gerekir. Yaratılıştan gelenleri yukarıda sıraladığımıza göre, “Huyum bu! Vazgeçemiyorum!” söylemleriyle arkasına sığındığımız bazı davranışlarımızın, aslında bizim zaman içinde geliştirdiğimiz alışkanlıklarımız olduğunu bilmemiz gerekir.

...alışkanlıklar değiştirilebilir! Huylar değiştirilemez!

...evet... son olarak diyorum ki lütfen huylarımıza haksızlık yapmayalım!..

...huylarımız; insan olma zemininde, farklı kültür ve toplumlardaki insanların tümünü ortak bir parantezde toplama işlevini yürütüyor. Bu kadar önemli ve cici bir süreci, kendi oluşturduklarımızla ve değiştirmekten üşendiklerimizle zedelemeyelim!

En azından bu yazıyı okuyan herkes, bugünden itibaren söylem şeklini değiştirebilir.

“Huyum bu! Ne yapayım? Değiştiremiyorum ki... ama eşim de (annem/babam/kardeşim/nişanlım... vs.) beni anlamıyor” demeyeceğiz.

“Kendime böyle bir alışkanlık geliştirmişim… Nasıl olduysa! Sanırım onun isteklerini yerine getirme konusunda zorlanıyorum. Ama elimden geleni yapacağım!” diyebileceğiz.

Ne de olsa huylar ortak...

Alışkanlıklar çeşit çeşit...

Dn.Psikolog&Psikoterapist Mehtap KAYAOĞLU
Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: duha - 13 Eylül 2008, 21:28:04
Emeğine Sağlık : )
Başlık: Takıntım geldi, yenmem lazım
Gönderen: Tuğra - 16 Ekim 2008, 18:41:12
Kimi günde 25 kez ellerini yıkar, kimi evden her çıkışında 7 kez geri dönüp kapıyı kilitleyip kilitlemediğine bakar, kimi de evindeki koltukların simetrisinin ikide bir bozulmasından rahatsız olur. Bu anormal davranışlar ciddiye alınacak kadar önemli bir rahatsızlık.Çünkü takıntılar insan hayatını çekilmez bir hale getirebilir. Az ya da çok hemen hepimiz kafamıza birçok şeyi takar, sorun eder, saatlerce, hatta günlerce o konuyu düşünürüz. Sonra da “Hiçbir şey kafaya takmaya gelmez” der ve geçer gideriz. Peki ya geçip gidemeyenler…

Bilimsel araştırmalar obsesif kompülsif bozukluk denilen “takıntı” hastalığının beyindeki serotonin bozukluklarından kaynaklandığını ortaya çıkardı. Özellikle de çocuklukta beyne yazılmış yanlış senaryolar ileriki yaşamda takıntı haline gelebiliyor. Beynin bu davetsiz misafirleri olan takıntıda insanın aklına bir düşünce, bir hayal gelir, oturur ve bir türlü oradan kalkmaz. Kafa bozuk plak gibi takılır kalır aynı yerde.

“Takıntılar” kitabının yazarı Uzman Doktor Oğuz Tan’a göre, takıntı, depresyon gibi üzüntü ya da sıkıntı sonucu ortaya çıkabilecek bir hastalık değil. İnsanlar takıntılarının mantıksız olduğunun farkındalar; ama bir türlü kafalarından atamıyorlar. Hatta bazı takıntılar ters tepebiliyor. Sürekli elini yıkayan kişi temizlenmediğini düşünüyor ve hiç yıkamıyor ya da namazı yanlış kıldığını zanneden kişi namazı bırakabiliyor. Bazıları da ‘Kapıyı kilitledim mi?’ sorusunu düşünüp durmak yerine evinden hiç dışarı çıkamıyor.

Tikler, takıntıya akraba bir hastalık ve tamamen çocukluk çağında başlıyor. Tikler kaslardaki irade dışı hareketlerdir. Hareket ve ses tikleri olmak üzere ikiye ayrılır. Etrafımızdaki her 8 çocuktan birinde tik bulunuyor… Erkek çocuklarda kızlara oranla üç kat daha fazla tik görülür. Tikli çocuklar göz kırparlar, burun kıvırırlar, dudaklarını oynatırlar, kaşlarını kaldırırlar, yüz buruştururlar hatta aniden kafa atarlar.

Omuz silkme, parmaklarla oynama, ayakları da gayri ihtiyari sallayabilirler. Bunların yanında sürekli burun çeken, sürekli öksüren, boğaz temizleyen, ıslık çalan ve kuş sesi çıkaran çocuklar da bu gruba girer. Ergenlik sonunda tiklerin büyük kısmı geçebilir; ancak bu çocukların yarıya yakını bu kez takıntı hastası olur.

Kleptomani olarak bilinen bu kişiler çalma dürtüsüne engel olamazlar. Soygun planı yapmaz. Kişi çalar; ama maddi değeri olduğu için ya da intikam almak için çalmaz. Hatta bazı çaldıklarını sonradan götürüp yerine koyar. Nitekim çoğu sonunda utanç, suçluluk ve vicdan azabı duyar.

Tan’a göre takıntının iki tür tedavisi var. İlaç ve psikoterapi tedavisi. Her iki yöntemi ayrı olarak deneyen hastaların yarıya yakınında belirgin bir düzelme görülüyor. Ancak her iki yöntemi birlikte uygulayan kişi yüzde doksan takıntısından kurtulabilir. Tedavisi yıllarca sürebilir ve çeşitli vesilelerle tekrar nüksedebilir. Psikoterapide bir takıntı hastasına söylenen tek şey “Sürekli takıntının üzerine git” uyarısıdır. Mesela yünlü bir beze dokunamayan bir kişinin bu takıntısından kaçmak yerine yavaş yavaş dokunmaya alışması gerekir.
-------------------------------------------------------------------------------
En sık görülen takıntı çeşitleriTemizlik takıntıları:
Pislik, mikrop, idrar gibi maddelerin bulaşmasından korkma.

Şüphe takıntıları:
Kapıyı kapattığından, fişi çektiğinden, namazı doğru kıldığından vs. emin olamama.

Hastalık takıntıları:
Ölümcül hastalıklara yakalandığı hissinden kurtulamama.

Düzen ve simetri takıntıları:
Eşyaların düzenli ve simetrik olmamasından aşırı rahatsızlık duyma. Eğrileri düzeltme, çizgileri eşitleme vs.

Saldırganlık takıntıları:
“Çocuğumu camdan atar mıyım? ” gibi çevredekilere zarar vermekten korkma.

Metafizik takıntılar: ‘
Ben ben miyim? Ruh nerede? İnsanlar hayal mi gerçek mi?’ gibi sorulardan kurtulamama.

Büyüsel takıntılar:
Tehlikeden kaçınmak için tahtaya vurmak, kurşun döktürmek gibi.

Biriktirme takıntıları:
Hiçbir eski eşyayı atamama, dışarıda ne bulursa değerli sayma ve eve alıp getirme. Bu kişilerin evleri adeta birer çöp ev olur.

Takıntıya akraba hastalıklar
Tikler, çirkinlik takıntısı, hastalık hastalığı, kıl koparma hastalığı, zayıflama hastalığı, kumarbazlık, hırsızlık hastalığı, kundakçılık hastalığı, alışveriş hastalığı.

DİLEK CİHAN

Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: Su - 16 Ekim 2008, 20:35:03
Doğru tespit ve teşisler teşekkür ettik  l5))
Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: dört mevsim - 16 Ekim 2008, 20:57:10
Tuğra kardeşim bütün emeklerin için sana toptan teşekkür etmek istiyorum,Allah razı olsun.
Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: Tuğra - 16 Ekim 2008, 21:09:44
Amin cümlemizden :)
Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: Fatihan - 17 Ekim 2008, 13:36:02
Tuğra kardeş sizi tebrik ederim paylaşımlarınız için.Ne zamandır dikkatimi çekiyor paylaşımlarınızın marjinal faydası çok yüksek :)
Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: Tuğra - 18 Ekim 2008, 10:41:29
Teşekkür Ederim.
Başlık: Çanlar ''Takıntılılar' İçin Çalıyor
Gönderen: Tuğra - 19 Aralık 2008, 18:29:37
Çanlar ‘takıntılar’ için çalıyor‘Benden Bu kadar’ filmini izleyenler bilir.

Takıntılı bir kişiyi canlandıran Jack Nicholson kaldırım çizgilerine basmaz, karo taşlarını sayar, bazı şeylere elini bile süremez vs. Bu görüntüler size aşina geliyorsa hiç ‘Aman canım o adam ortayaşlıydı ben daha çok gencim.’ gibi sözlerle avunmaya kalkmayın.Çünkü bu ciddi bir problem ve hiç merak etmeyin, sizin yaşınıza uyarlanmış versiyonları da mevcut: Sınav için eline aldığın kitabın önsüzünü okumadan çalışmaya başlayamamak ve bu işlemi kitabı her eline aldığında yapmak zorunda kalmak mesela.

Sağ elini değdirdiğin yere sol elini değdirmeden edememek mesela. Ütüyü fişte unutup unutmadığını 3 kere kontrol etmeden dışarı çıkamamak sözgelimi. Belli özel sayılara sahip olup her işi bunlarla yapmak zorunda hissetmek, duvardaki çerçeve eğikse düzeltilene kadar bir şey yapamamak, arabayla önünden geçtiği dükkan tabelalarını okumadan edememek, plakaların rakamlarını toplamaktan başka şey düşünmeye fırsat bulamamak gibi ‘sürümler’ de mevcut… Sahi, sizinki hangisi?

Yeni çağ, getirdiği modern yaşam tarzları ile beraber zamanı gelince paketten fırlayacak nur topu gibi hastalıklar üretiyor. Takıntılar dediğimiz bu yeni versiyon hastalığın bir numaralı figüranları da doğal olarak en korunmasız durumda olan gençler oluyor.

Zamanın kendisinden beklediği yoğun sorumluluklar, buna karşın birer uçurum misali içsel boşluklar; nereden geldiğini bilinmeyen bir ‘stres’le boğuşmalar ve hiçbir şekilde deşarj olamamalar…. İşte Obsesif kompülsif bozukluğun temel nedenleri. Kimlik bunalımları, anlam arayışları vb. şeylerin ortasında sıkışıp kalan genci dayanılmaz ve esir edici bir psikolojik köşe kapmacaya davet ediyorlar.

Psikoloji literatüründe obsesif-kompülsif bozukluk (OKB) olarak tanımlanan, içsel gerginliğin dışarıya farklı bir yansıma şeklidir takıntılar. Takıntı haline gelen bazı düşüncelerin sürekli zihinde canlanması, kişinin bu düşüncelerden -aynı beyin içinde- farklı bir köşeye kaçması, sonra düşüncenin farklı bir köşeden yeniden saldırması-yeniden kaçmak, yeniden saldırması-yeniden kaçmak, yeniden… Ve zihindeki bu tatsız ama vazgeçmesi de imkânsız kaçma-kovalamaca oyununun başka bir şey düşünemeyecek kadar kişinin hayatına el koyması!

Takıntıların davranışa değdiği nokta: Ritüeller

Zihin, obsesyon dediğimiz bu dayanılmaz takıntı oyununu dışa yansıtma şeklini ise oyunun kendisinden daha tatsız bir şekilde yapmaktadır. Belli davranış ritüellerini (kompülsiyon) yaparsa hayatında her şeyin yolunda gideceğine inandırmıştır kendini. Ve artık olay çığırından çıkmıştır. Söz konusu davranış ritüellerinin obsesyon (takılma) düşüncelerini kişide biraz daha yerleştirir, biraz daha, biraz daha… Elim kirli takıntısı-günde 30 defa el yıkama ritüeli, ya eve hırsız girerse takıntısı-kapının kilidini 7 defa kontrol etme ritüeli, ya bir şeyi unutursam endişesi-ajandaya günde 80 defa bakma ritüeli vb. (Rakamlar vurgu olsun diye abartılmamıştır, gerçektir.)

Üstelik bu ritüelleri yaptığı sürece hayatında bir problem çıkmamasını da (bunlarla kaybedilen saatleri, geç kalmaları, insanların anlamsız bakışlarını problem olarak saymazsanız tabii!) “işte bak ritüellerimi yapıyorum diye hayatımda bir sorun çıkmıyor!” gibi ilginç bir sebep-sonuç ilişkisini de bilinçaltı gizli gizli beyne enjekte etmektedir.

Zamanla olay o kadar trajikomik olur ki; beyin bu sebep-sonuç ilişkisini mikrop kapacağı endişesiyle günde 30 defa el yıkamak gibi nispeten daha “anlamlı” bir bağla bağlama ihtiyacı da duymaz. Kişi, bazen kaldırım çizgilerine basmadığı için kötü bir haber almadığına, bazen de çift sayılarla hareket ettiği için ailesinden birinin ölmediğine inanır hale gelir. Ya da bunları yapmadığı zaman tanımlayamadığı bir huzursuzluk yaşar.

Herkes biraz obsesiftir!

Vurgulanması gereken asıl nokta çoğu kimse; ama az ama çok bir şeylere takılmaktadır. Aşırı titizlik, en doğru karar verebilmek için sıklıkla kararsızlık duyguları içinde boğulma, esnemez katı kuralcılık, mükemmeliyetçilik, sorumluluklara aşırı düşkünlük, fazla detaycılık, eskimiş eşyaları atamamak, vb. Çoğaltabileceğimiz bu örnekler de yine OKB dediğimiz hastalığın zihnimizdeki mini görüntüleridir. Bu davranışlar bizim için kontrol edilemez düzeye varmışsa; artık bizim kişilik arşivimizde duran prensiplerden çok, bizi esir almış gardiyanlar (!) halini alacaklardır. Ve hayatımızı kelimenin tam anlamıyla “çekilmez” kılacaklardır.

Psikiyatrik hastalıklar arasında yer alan ve bazı uzmanlara göre, ‘en acı veren psikiyatrik rahatsızlık’ olarak da ifade edilen takıntı rahatsızlıklarının büyük kısmının sebebi duygusal gerginliklerimizdir. Hayattaki olaylarla bir taraftan dolan bilinçaltı sinir küvetimiz saçma diyebileceğimiz bu tip davranışlarla dışarıya boşalır. “Birikim” adındaki şifreli sözcük, bu psikolojik rahatsızlık için de kaçınılmaz olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu nedenle sorunun kaynağını bilinçte değil, bilinçaltında aramak gerekir. Yaşadığımız her olay çeşitli duyguları sonuç verir ve beynimiz sadece olaylara ait görüntüleri ve sesleri değil, olaylara ait duyguları da kaydeder. Görüntü ve ses kayıtları hafızamızda bir yerde durur; ama duygu kayıtları durmaz, onların yapısı durağan değildir. Eğer duygu negatifse ve yoğunluğu belli bir eşik düzeyini aşmışsa bilinçaltı bu yükten kurtulmaya yönelik bir çaba içine girer; OKB gibi.

Siz istediğiniz kadar “ama bu çok saçma!” diye kendi kendinize telkinler uygulayın, ya da arkadaşınıza çizgilere basmamakla huzursuzluğun ne ilgisi var diye “mantıklı” sorular sorun, bir sonuca varamazsınız. Bunlar sonuçsuz kalmaya mahkûm tedavi adına bir anlam ifade etmeyen çabalardır. Çünkü hasta da saçma olduğunu bilmektedir. Ancak sorun bilinçaltındadır.

Duygusal temizlik gerekli

Bu tip durumlarda yapılması gereken en temel çözüm, sorunun kaynağı olan yaşadığımız olumsuz yaşam olaylarıyla birlikte gelen duygusal birikimi; “saçma” dediğimiz davranışlara yol açmadan dışarıya çıkarabilmektir. Kişinin iç dünyasında var olan bu duygusal birikim ortadan kaldırılmadan sadece obsesyonu kesmek adına uygulanacak yöntemler tatmin edici olmayacaktır. Hastanın bir takıntısı gidecek belki; ama yerine yenileri gelecektir.

İleri düzeye varmamış OKB belirtilerinde psikoterapi desteği almadan kendi başınıza uygulayabileceğiniz mini tedavi yöntemleri de mevcuttur.

Erhan ÖZDEN

Kaynak:Gençlik/Zaman
Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: Ferzin - 19 Aralık 2008, 20:25:04
Ruh ve sinir hastalıkları uzmanı Dr. Kemal Şahin, “Hastalar, zaten bu düşünce ve davranışın saçma olduğunu biliyor. Davranış tedavisinde amaç takıntılı düşünceleri ortadan kaldırmak değil, hastanın bu düşüncelerine barışık yaşamasını sağlamak.” diyor. Şahin, bir de örnek veriyor: “Çöp bidonunun yanından geçerken eline kir bulaştığını düşünerek defalarca elini yıkayan bir hastaya ‘hayır kir bulaşmadı’ demek yerine ‘eline kir bulaşıp bulaşmadığına karar vermek için çaba harcamalısın, kir bulaştığını kabul etsen bile elini tekrar tekrar yıkamamak için direnmelisin’ düşüncesinin aşılanması gerekir.”

Prof. Dr. M. Orhan Öztürk ise bu hastalığın kişiye acı veren inatçı, zor bir rahatsızlık olduğunu belirtiyor. Tedavisi için uzun ve sürekli bir mücadele gerektiğinin altını çizerken de ekliyor: “Yalnızca ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılırsa çok da olumlu sonuç vermeyebilir. İlaçlarla birlikte hastanın psikoterapi görmesi gerekiyor. İlacı bıraktıktan sonra hastalık yineleyebilir; o yüzden psikoterapi bu hastalık için oldukça önem taşıyor.” Yine, Öztürk’e göre, tedavide iyi gelen şeylerden biri de “meşgul olmak” çünkü bu tür takıntılar boş zamanlarında daha çok geliyor. Kişi, meşgul olduğunda bu takıntılar daha da azalıyor.
Başlık: Takıntılı Kişilik
Gönderen: Tuğra - 14 Şubat 2009, 00:23:15
1) Takıntılı kişilik özeliklerini taşıyan kişiler; hem kendi üzerlerinde hem de çevrelerinde denetimi sağlamak üzere önlemler alınır.

2) Yaklaşımlarında ölçülüdürler.

3) İlişkilerde ihtiyatlı,düşünceleri mantıklıdır. Bu özeliklerinde aşırıya kaçarlarsa sert görünüşlü ve bilgiçlik taslayan kişiler olur.

4) Duygular ve sezgiler yerine, nedensellik ve mantıksal olma üzerine dururlar. Nesnel olmak için ellerinden geleni yaparlar.

5) Taşkınlık yapmaktan kaçınırlar.

6) İlişkilerde ölçülü ve duygusal olarak mesafeli görünürler, aynı zamanda dengeli, güvenilirlik ve dürüstlük niteliklerine sahiptirler.

7) İlişkilerinde kendilerini tutma duygularını frenlemelerine ek olarak çevrelerinde egemenlik kurmayı severler.


 Takıntılı, saplantılı kişiler için her şeyin bir yeri vardır. Her şey yerli yerinde olmalıdır.

9) Temizliğe düşkün ve düzenlidirler.

10) her şeyi tam zamanda yapan dakik kişilerdir.

11) Çevresindeki kişilerin ve ilişkilerin önceden belirlendiği gibi davranmasını, daha çok kendi istekleri doğrultusunda davranmasını isterler.

12) Takıntılı insanların düşünce ve davranışlarına karşı gelindiğinde, şaşırtıcı, dikkafalı ve inatçı olabilirler.

13) Doğruluğa ve dürüstlüğe çok önem verirler.

14) Mülkiyet hukuku duyguları çok güçlüdür.

15 Çok tutumlu davranırlar ve sahip oldukları şeyleri çok zor paylaşırlar.

Bir kişide takıntılı, saplantılı kişilik özelikleri olmazsa, anormal bir durumun olduğunu gösteremez. Tam tersine bu niteliklere sahip olmak kişiler çok şey kazandırabileceği gibi, toplumların verimliliklerini önemli ölçüde obsesyonel üyelerine borçludurlar. Bu özellikler aşırıya kaçarsa denge bozulur, sorunlar yaşamaya başlar.

fatihbasaran.com
Başlık: Takıntılar Ve Saplantıları Olan Kişilerde Yaygın Davranış Biçimi
Gönderen: Tuğra - 05 Mayıs 2009, 23:18:27
Takıntıları, saplantıları olan kişiler düşünce veya eylemle bunlar etkisiz hale getirilme çalışırlar.

Örnek: Tüp gazı kapatıp kapatmadığı ile ilgili takıntıları olan bir kişi, tüpü kapattığına ilişkin güvence duymak için tüpü tekrar tekrar kontrol eder. Bu takıntılı düşüncelerini etkisizleştirmeye çalışır.

Örnek: Tekrarlayan davranışları olan bir kişi(sürekli el yıkayan, sıraya koyan) ya da zihinsel eylemleri olan (sayı saymak, çeşitli kelimeleri aklında geçirmek gibi.) Bu tarz davranışların anlamı huzursuzluk ve gerginliği azaltmak, sıkıntıdan kurtarmaktır. Kişi bu davranışları doğrultusunda haz almaz, doyum sağlamaz.

Örnek: Küfür etme takıntısı olan kişi düşünmek istemediği sövme işinden kurtulmak için 100 kez 10’dan 100’e kadar sayı saya bilir.

Takıntılı ve saplantılı kişiler, neden yaptıklarını bilmeden kendilerinin oluşturduğu ayrıntılı kurallara göre katı bir biçimde uyulan ya da basma kalıp olan bir takım eylem ve davranışları yerine getirirler.

En sık gördüğümüz davranışlar yıkama, temizleme, sayma, kontrol etme, sıraya koymadır. Kişiler davranışlarının mantıklı olup olmadığı konusunda kararsızlık içindedir. Kişi takıntı ve saplantılarının mantıksız olduğunu kabul ettiği zamanlarda bunlara karşı koymak için çaba gösterir. Ancak kişi gösterdiği bu çaba sırasında sıkıntısı artıp, istemediği davranışları yapmasına yol açar.

Obsesyonlara örnekler (saplantı ve takıntılara örnekler)

Birsini yaralama ya da birisine zara verme dürtüsü.

Geçmişteki bir yaşantıyla ilişkili olarak birisine karşı yoğun öfke duymayla ilgili düşünceler.

Sevdiği birinin başına bir kaza geleceği düşüncesi.

Birisine açık saçık şeyler söyleme yada sövme dürtüsü.

Yakın arkadaşının yada ailesinden birinin yaralanacağı, öleceği düşüncesi

Sağlığıyla ilgili olarak bir şeylerin yolunda gitmediği düşüncesi.

Birisine fizikse ya da sözlü olarak saldırıda bulunma dürtüsü.

Çocuklarının başına bir şey geleceği, özellikle kaza geçirecekleri düşüncesi.

Karısının zarar görmüş olup olmadığı düşüncesi.

Birisine bağırıp çağırma dürtüsü.

Çocuklarına zarar verme ya da onlara karşı şiddet kullanma dürtüsü.

Araba kullanırken arabaya çarpa dürtüsü.

Birisine saldırma ve şiddetle cezalandırma dürtüsü.(örnek: çocuğunu otobüsten dışarı atma)

İnsanlara kaba saba şeyler söyleme dürtüsü.

Olası kazaları ya da aksilikleri düşünme(genellikle bir geziye çıkmak üzereyken)

Kalabalıkta bir kişiyi itme dürtüsü.(örnek: kuyrukta beklerken)

Belirli birtakım kişilere saldırma dürtüsü.

Uygunsuz bir takım şeyler söyleme dürtüsü.

Birisinin yeryüzünden yok olmasını isteme dürtüsü.

Utanç duyduğu, küçük düştüğü, rezil olduğu geçmişteki yaşantılarını düşünme.

Birisine saldırıda bulunma ve öldürme dürtüsü.

Bir bankayı soyma gibi çok sıra dışı bir olay gerçekleştirmiş olabileceği düşüncesi.

Binanın tepesinden atlama dürtüsü

Trenin yaklaştığı bir sırada demir yoluna atlama dürtüsü.

Sevdiği birine fiziksel olarak zarar verme düşüncesi.

fatıhbasaran.com

Başlık: "Takıntı" hayatı cehenneme çeviriyor
Gönderen: Tuğra - 22 Mayıs 2009, 00:59:50
Halk arasında 'takıntı' olarak bilinen 'Obsesif Kompulsif' bozukluklar günlük hayatı cehenneme çevirebiliyor.

Uzmanlar, araba plakalarını ezberlemek, merdiven basamaklarını saymak, yerdeki çizgilere basmamak, ya da "bu hareketi 20 kere yapmazsam işlerim ters gider" gibi, bu tür takıntılarınız varsa ve saçma olduğunu bildiğiniz halde sürekli olarak tekrarlıyorsanız, obsesif kompulsif bozukluğunuz olduğunu belirtiyorlar.

Takıntı hastalığı, aslında beyin kimyasındaki bir bozukluktan kaynaklanıyor ama çevresel faktörler de hastalıkta rol oynuyor.

Sorumluluk duygusu yüksek, çabuk endişeye kapılan, gergin, karamsar, içe dönük, ayrıntıcı kişilik yapısına sahip insanlar hastalığa daha yatkın oluyor.

Çocuklarını çok sık eleştiren, suçlayan, onlardan kusursuz olmalarını isteyen ailelerde de takıntı hastalığına sık rastlanıyor.

Her sağlıklı bireyin çeşitli takıntılarının olabileceğini belirten uzmanlar, bunların günlük hayatı aksatacak yoğunlukta yapılması sonucunda hastalığa dönüşeceğine dikkat çekiyor.

Hastalıkta teşhis, hasta ile yapılan psikiyatrik bir görüşme sonucu konulabiliyor.

Tedavi için ise ilaç ve çeşitli davranış terapileri uygulanıyor.

Tıme Turk
Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: ihvan - 14 Ekim 2009, 10:40:14
takıntım ÇAY da  var.su kaynayacak.bardak sıcak suyla çalkalanacak.demlik yanımda olacak.
Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: Günbatımı - 14 Ekim 2009, 11:37:48
Halk arasında 'takıntı' olarak bilinen 'Obsesif Kompulsif' bozukluklar günlük hayatı cehenneme çevirebiliyor.

Örnekleri okudum da:  e56)) Çevirmez mi hiç?  Psikolojik hastalıklardan hep ürkmüşümdür. Tedavileri çok uzun süreli oluyor, her zaman olumlu sonuç vermeyebiliyor. Üstelik çevreyi, yakınları da çok çok etkiliyor. Örneklerdeki takıntılara sahip biriyle yaşadığımızı düşündüğümüzde (ki, hepimizde az-çok vardır bu tarz takıntılar), hayat gerçekten cehennem benzeri olur.

Fiziksel rahatsızlıklar öyle mi ama? İlacını, merhemini vs. kullanırsın, biraz da moral... İyileşirsin Allah'ın izniyle. Kötünün iyisi gibi birşey...

Teşekkürler, favorilerime ekledim bu konuyu...

Başlık: Evham Kadınlar da Daha Fazla Olur
Gönderen: Tuğra - 20 Ekim 2009, 09:48:28
 
Psikolog Tülay Durlanık Evham hastalığı hakkında sunduğu bilgilendirem toplantısında, Evham özellikle bayanların mustarip olduğu bir hastalık ve titizlik ile şüphe hastalığın en belirgin özellikleri dedi.

Hamburg`da düzenlenen Evham konulu etkinlikte Psikolog Tülay Durlanık, Takıntı ve takıntının hastalık boyutu olan Evham hastalığını ele aldı. Hamburg Türk Kadınları Kültür Derneği binasında düzenlenen toplantıda konuşan Dr. Durlanık, Evham hastalığı özellikle bayanların yakalandığı ve kişilere hayatı zehir eden bir hastalıktır.

Tedavi edilmemesi durumunda kronik bir hastalığa da dönüşebilir dedi.

Hastalığın genelde takıntı boyutuyla başladığına dikkat çeken Dr. Durlanık, Aşırı titizlik, şüphe ve vesvese hastalığın en çok görülen belirtileri.

Toplumun baskısı sonucu sürekli `çok temzi ve titiz` olması gerektiğini düşünen kadın zamanla ne kadar temizlik yapsa da yeterli olmadığını düşünüyor. Kadının başka sorunları da varsa bu düşünceler evham boyutuyla kişiyi hasta ediyor dedi.

Evhamlı insanın ailesini de huzursuz ettiğini ifade eden Dr. Durlanık, Kişi evde düzenin bozulacağından ya da her yerin kirleneceğinden korkarak aile bireylerinin hareketlerini kısıtlıyor. Kişi ocağın altını açık bıraktığı ya da kapıyı kilitlemediği kuruntularıyla evden çıkamıyor. Çocuklarının yardımı olmadan evden çıkamayanlar da var dedi.

HERŞEYİN AŞIRISI ZARARDIR

Hastalığın şüphe boyutunda hastanın sürekli aile fertlerine bir şey olmasından korktuğunu belirten Dr. Durlanık, Kişi sürekli çocuğunu, akrabalarını arayarak iyi olup olmadığını sorar, sürekli bir korku içinde yaşar. Bu da ailevi ilişkilerini zedeleyebilir.

Davranışların dozunu iyi ayarlamak gerekiyor. Zira her şeyin aşırısı zararlıdır dedi. Dindar insanların arasında da evham hastalığının yaygın olduğunu belirten Dr. Durlanık, Dini gereklerini yerine getirirken kuralları yeterince uygulamadığını düşünen kişi sürekli hocalara ve din adamlarına kuralların uygulanması hakkında sorular sorarak şüphelerini gidermek ihtiyacı hissediyorlar dedi.

Dr. Durlanık, domuz gribi hastalığının evham hastalarının sayısını artırdığını belirterek, Kişi ellerini yıkamayı hastalık boyuna taşıyabiliyor dedi.

Dr. Durlanık hastalığa daha az yakalanma riski olan erkeklerde belirtilerin daha farklı olduğunu ifade ederek, Türkler arasında bu hastalığa yakalananların oranı yüzde 3 civarında.

Takıntı tedavi edilmezse 7-8 yıl içinde kronikleşerek evham hastalığına dönüşebiliyor. Evham hastalığı psikiyatrik ilaç tedavisi ve psikoterapi ile tedavi edilmesi gerekir dedi.

Post Gazetesi 
Başlık: 'Takıntılı' bir halimiz var!
Gönderen: İsra - 01 Kasım 2009, 04:21:51
Kimi tırnaklarını yer, kimi evden çıktığında defalarca geri dönüp kapıyı kilitleyip kilitlemediğini kontrol eder, kimi ikide bir koltukları düzeltir, kimi sürekli ellerini yıkar, kimi saçlarını koparır, kimi kopardığı saçlarını yer...

Anormal bu davranışlar, insan hayatını mahvetmenin yanı sıra ciddi rahatsızlıklara yol açabiliyor. Nasıl yanlış beslenmeden dolayı midemiz ve iç organlarımız hasta oluyorsa, yanlış düşünce sebebiyle de beynimiz hastalanıyor. Bizim 'takıntı' olarak bildiğimiz bu hastalığın psikoloji bilimindeki adı obsesif kompülsif bozukluk. Ülkemizde takıntılı insanların oranı yüzde 2,5-3 civarında.

İnsanlar en çok temizliği takıntı haline getiriyor. Pek çoğumuzun çevresinde ikide bir elini yıkayan insanlar buna en bariz örnek. 'Kapıyı bacayı kapattım mı? Cebimden para mı düşürdüm? Ütünün fişini çektim mi?' tarzı şüpheli takıntılar, ikinci sırada. Hastalık takıntıları hemen akabinde geliyor ki, kişi sürekli hasta olduğundan yakınıp doktor doktor geziyor. Eşyaların düzenli ve simetrik olmamasından rahatsız olma, eğrileri düzeltme ve çizgileri eşitleme düzen ve simetri takıntıları arasına giriyor. 'Eşimi yemek yerken bıçaklar mıyım? Çocuğumu balkondan atar mıyım?' gibi saldırganlık takıntılarının yanı sıra, olmadık zamanlarda akla erotik takıntıların gelmesi gibi cinsel takıntılar da oluyor maalesef.

'Takıntı' konusunda uzun süre çalışan psikiyatrist Oğuz Tan bizim yine takıntı olarak bildiğimiz 'Takıntıya Akraba hastalıklar'ı da 'Dürtü kontrol bozukluğu' olarak adlandırıyor. Bu takıntılar ise düşünceden ziyade fizikî olarak gerçekleştiriliyor.

Toplumumuzda yaygın olan tırnak yeme bu gruba giriyor. Saç ve kıl koparma, kıl yutma, dudak koparma, 30-40 kiloya düştüğü halde hâlâ kendini şişman görme (anorexia) ve zayıflama isteği, iflasın eşiğine gelecek kadar alışveriş yapma, çirkin olmadığı halde dış görünüşünün anormal şekilde kötü olduğunu düşünme dürtü kontrol bozukluğu hastalıklarından sadece birkaçı.

Ne enteresandır ki bu gruba girenlerin yüzde 90'ını kadınlar oluşturuyor. Erkeklerin çoğu ise vicdan azabı ve suçluluk duygusu hissetmelerine rağmen seks bağımlısı ya da hayattaki her şeylerini kaybetmelerine rağmen kumarbaz olabiliyor. İhtiyaç duymadıkları ve kâr maksadı olmadığı halde hırsızlık yapma hastalığı da yine bu grubun içine giriyor.

Bir kişide birden fazla takıntı olabiliyor

Oğuz Tan'a göre bu hastalıklardan herhangi biri ailede bir kişide varsa diğerlerinde de olma olasılığı yüksek. (Aynı takıntı veya değişik bir takıntı oluşuyor). Genelde ergenlik döneminde başlayıp 20 yaş civarında belirginleşiyor ve bir kişinin birden fazla takıntısı aynı anda baş gösterebiliyor.

Birçok psikolojik rahatsızlık gibi takıntıların da tedavisi uzun sürüyor. İlaç ve psikoterapi şeklinde iki tür tedavi uygulanıyor. Özellikle obsesif kompülsif bozukluk grubuna giren takıntılarda ilaç oldukça etkili ve hastaların en az yarısında iyileşme gözleniyor. Dürtü kontrol bozukluklarında ise psikoterapi daha iyi sonuçlar veriyor. Ama Tan'a göre en etkin tedavi ikisini bir arada uygulamak. Şayet bir kişinin takıntısı uzun yıllar tedavi edilmezse kronikleşebiliyor ve ömrünün sonuna kadar devam edebiliyor.

Tırnaklar apandisit, saçlar mide taşı oluşturuyor

Cem Yılmaz'ın da senelerdir engel olamadığı bu dürtü kontrol bozukluğu, daha çok çocukluk döneminde başlıyor. Memorial Etiler Tıp Merkezi Dahiliye Uzmanı Dr. Murat Görgülü, tırnak yemenin pek çok zararı olduğunu vurguluyor. En başta da tırnağın içinde ve arkasındaki kirler ile mikroorganizmaları yemek bağırsak parazitlerine yol açıyor.

Zaman
Başlık: Şüphe Takıntısı
Gönderen: Tuğra - 17 Kasım 2010, 22:49:52
Şüphe Takıntısı

Bu takıntı türü sağlıklı insanların birçoğunda hafif düzeyde görülür. Şüphe takıntısı hastalığı olan kişi, yaptığı bir eylemi yapıp yapmadığından bir türlü emin olamaz. Hatırlamaya çalışır, ama içinde bir ses yapmadığını ve gidip kontrol etmesi gerektiğini söyler. O da içindeki sese kulak verir ve gidip kontrol eder.

Boşuna kaygılandığını görüp içi rahat eder ve geri döner. “Ya iyi bakamadıysam” diye yeniden içine bir kurt düşer. Tekrar kontrol eder, yanıldığını anlayarak geri döner ama içindeki şüphe tekrar geri gelir ve huzursuzlaşır. Bir kez daha kontrol eder. Bu durum defalarca tekrarlanır.

Şüphe takıntısı olan birey, çeşmeleri kapatıp kapatmadığını, lambaları söndürüp söndürmediğini, ütü fişini prizden çekip çekmediğini, kapıyı ve pencereleri iyice kapatıp kapatmadığını defalarca kontrol eder ve buna rağmen içini kemiren şüphelerden kendini alıkoyamaz. Uzun bir süreliğine bir yere gidecekse, saatlerce evden çıkamaz;

çünkü her şeyi tekrar tekrar kontrol eder. Gittiği yerde içi yine rahat etmez; “acaba kapıyı iyice kilitledim mi, pencereleri sıkıca kapattım mı, ütü fişini prizden çektim mi, muslukları sıkıca kapattım mı? Ya eve hırsız girmişse, ya yağmur yağıp içeri suyla dolduysa, ya ütüden dolayı evde yangın çıkarsa...” vb. düşünceler yüzünden ya daha yolda, ya gittiği yerde ya da planlanan zamandan önce geri döner. Eve varır varmaz kuşkularının gerçek olmadığını görünce içi rahat eder, derin bir oh çeker.

Para sayma ile ilgili bir işte çalışan takıntı hastası, parayı defalarca sayar ve saydırır, yine de içinde bir kuşku kalır. Para üstünü veren veznedar/kasiyer, para üstünü tekrar tekrar saydığı halde, “ya para üstünü fazla verdiysem,” diye kaygılanır. Kimi cebindeki parayı eliyle sımsıkı tutar, iki de bir çıkarıp sayar, cebine koyunca, “cebime koyarken ya içinde birkaç banknot düştüyse,” diye düşünerek parayı yeniden çıkarıp sayar.

Yazı ve hesap-kitap işiyle uğraşan takıntı hastası, yaptığı hesabı yüzlerce kez kontrol eder, rakamları tek tek sayar. Bu tür hastalar işlerinde gerekli performansı gösteremediklerinden dolayı işlerini kaybetmeyle daha çok karşı karşıya kalırlar.

Kimi de bir şeyi defalarca tekrar eder; arkadaşıyla saat sekizde buluşacak olan biri, buluşma saatini defalarca tekrar eder, eve geldiğinde bu defa arkadaşını telefonla arar ve randevu saatini hatırlatır, yine olmaz bir süre sonra tekrar arar ve saati tekrar söyler.

Şüphe takıntısı olan öğrenci, sınavlarda bazı şeyleri devamlı kontrol etmekten dolayı daha iki soruyu cevaplamadan sınav süresi biter. Üniversite ve işe alınma gibi sınavlara katılan takıntı hastası, sınavda soruların tümünü cevapladığı ve bütün sıralamaları onlarca kez kontrol ettiği halde, sınav sonucu açıklanıncaya kadar içini kemiren yüzlerce düşünce aklından geçer:

 “Soru kitapçığından doğru cevap şıklarını cevap anahtarına aktarırken mutlaka kaydırma yaptım”, “adım gibi eminim ki, soru kitapçığının türünü yanlış işaretledim,” “şıkları iyice karalamadığım için sıfır alacağım” vb.

İbadet eden birinde şüphe takıntısı olduğunda günün büyük bir bölümünü abdest almakla ve ibadet etmekle geçirir. Abdest aldıktan sonra aklına ilk şüphe gelir: “Acaba kollarımı yıkadım mı?” Kollarına bakar, ıslak olduğunu görür; ama aklına ikinci şüphe takılır: “İki defa mı, yoksa üç defa mı yıkadım?” biraz düşünür tatmin olmaz yeniden abdest almaya başlar.

 Ağzına ve burnuna su alırken ve diğer uzuvlarını yıkarken çok dikkatlice sayar, tam abdesti bitirirken yeni bir vesvese yüreğine saplanır. Yüzümü yıkarken ya belirtilen yerlere kadar ıslatmadıysam...” tekrar başa döner. Namazın kılınma vakti biter; ama takıntılının abdesti bitmez ve üstü başı sırılsıklam olur.

Kimi abdestinden emin olmak için başkasının kendisini takip etmesini ister. Abdest aldığından emin olduktan sonra namaz kılacağı yere geldiğinde aklına başka bir kuşku gelir: “Acaba yolda abdestim bozuldu mu?”Aynı tekrarlar namaz kılarken devam eder. Aslında İslam dininde bu durumlar için kolaylıklar getirilmiş ve kişinin bu takıntısını kolayca kurtulmasını sağlar.

Çetin Özbey
Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: s_e_v_a - 13 Nisan 2011, 18:39:12
Merhaba acaba yemek yiyenlerden rahatsız olanlar şapur şapur yeme gibi yaklaşımlarda olan insanlarda mı takıntı grubuna giriyor mesela bir insan  şapur şapur yemesi rahatsız edicidir ama istemedende yese hoş karşılanması gerekmez mi o insanın karşıdaki kişiyi rahatsız etmemek için ya yanından uzaklaşıyor yada rahatsız etmemek için yemiyor seyrediyor bu gibi sorunlarda ailenin kopukluğuna sebep oluyor yani bu gibi durumlara ne gibi önerileriniz var
Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: Tuğra - 13 Nisan 2011, 20:14:23
Sofra ve yemek yeme adabını öğrenmesini tavsiye ederiz, düzelmeyecek bir durum değil fiziksel bir engel yoksa.
Başlık: Arabayı Vurma Takıntısı
Gönderen: Tuğra - 23 Ekim 2011, 23:10:17
Arabayı Vurma Takıntısı
 
Yine başka saplantılar zarar verme veya zarar görme şeklinde görülebilir. Araba ile birine vurursam saplantısı bir süre sonra ya vurduysama dönüşür. Ve kişi araba kullandığı yola dönüp birine vurup vurmadığını kontrol eder. Bir süre sonra bu kontroller de kendisine yetmez, hatta hastaneleri de kontrol etmeye başlar.

Bir süre sonra arabasını kullanamaz, bir süre sonra arabalara binemez, bir süre sonra evinden çıkamaz, bir süre sonra odasından, yatağından çıkamaz hale gelir. Çünkü kaçındığı durumla karşı karşıya gelmemek ister.

Böyle bir durumla karşı karşıya gelmemenin en iyi yolu ise hiçbir şey yapmamaktır. Hiçbir şey yapmamak onu hem depresyona iter hem de daha fazla mutsuz ve izole eder.

Tedavisi Kolay
 
Obsesif bozukluklar, devamlılığı olan ve inatçı hastalıklardır. Bu durumlar kişinin kontrolü dışında artar. Bu artışlar kişiyi işini yapamaz hale getirir.

Bu rahatsızlık sıklık olarak depresyon ve panik ataktan sonra üçüncü sırada görülür. Bu rahatsızlık genellikle kadınlarda daha sık görülmektedir.

Tedavide psikoterapi ile ilaç tedavisi birlikte kullanılır. Bu tür hastalıklar tedaviden oldukça yarar görmektedirler.

sağlıkveyaşam dergisi
Başlık: Ynt: 'Huy' Sandığımız 'Takıntı'larımız
Gönderen: tk1978 - 24 Ekim 2011, 00:25:11
Merhaba acaba yemek yiyenlerden rahatsız olanlar şapur şapur yeme gibi yaklaşımlarda olan insanlarda mı takıntı grubuna giriyor mesela bir insan  şapur şapur yemesi rahatsız edicidir ama istemedende yese hoş karşılanması gerekmez mi o insanın karşıdaki kişiyi rahatsız etmemek için ya yanından uzaklaşıyor yada rahatsız etmemek için yemiyor seyrediyor bu gibi sorunlarda ailenin kopukluğuna sebep oluyor yani bu gibi durumlara ne gibi önerileriniz var

Ortodontiste(Almancasi=Kieferorthopäde) gitmeniz´de fayda var. Yemek yeme adaplari elbette önemli, ancak bu gibi durumlar Cene yapisi veya dis yapisindan geliyor. Sayet burda bir sorun yoksa, cene, agiz ve dis kullanimini gelistirme teknikleri var. Mutlaka cözülür bir durum. Hele hele yasi ufaksa, aman cocukdur dememek lazim. Agir hasara yol acabilir bu durum. Dis hekimlerimiz malesef bu konu´da az bilgi veriyorlar.
Başlık: Takıntılar Hayatınızı Kabusa Çevirmesin!
Gönderen: Tuğra - 07 Mayıs 2012, 02:28:12
‘’Ellerimi yıkamadan duramam, kıyafetlerimi temiz olduğuna inana kadar yıkıyorum, bulaşık makinesi benden iyi temizleyemez, kapı kollarına dokunamam, başkasının evinde tuvalete giremem’’ gibi takıntılarınız mı var?

Dikkat, aşırı temizlik düşkünlüğü hastalık belirtisi… Halk arasında temizlik hastalığı olarak bilinen Obsesif Kompulsif kişilik bozukluğu hem kişiyi hem de çevresindekileri hasta ediyor.
 
Temizlik Hastalığı Nedir?
 
Temizlik hastalığı olarak adlandırılan bu hastalık aslında Obsesif Kompulsif bozukluklardan bir tanesidir. Takıntılı şekilde temizlik tutkunluğu, her şeyin kirli olduğu hissine inanma ve her şeyi sürekli yıkama silme gibi eylemlerin sürekli tekrarlanması temizlik hastalığı olarak adlandırılır.

Bunun altında yatan sebep anksiyete bozukluğu, şüphecilik ve emin olamama hissi, saplantılı düşüncelerdir. Diğer tüm takıntılarda olduğu gibi aynı süreci izler. Kişi bu bozuklukların mantık dışı olduğunu bildiği halde kendi davranışlarını engelleyemez. İstem dışı davranışlarını sürekli tekrarlayarak engellemeye çalışır.

Saplantılı düşünceden kurtulmaya ve unutmaya çaba gösterir. Fakat başarılı olamaz. Örneğin elini yıkadığı halde emin olamadığı için tekrar yıkayabilir. Bu hastalık tedavi edilebilir bir hastalıktır. Fakat tedavi edilmediğinde ciddi sağlık problemleri ortaya çıkabilir.
 
Temizlik hastalığının belirtileri nelerdir?
 
— Kişi sürekli ellerini yıkar,
 
— Evi temizler,
 
— Eve gelen bir misafirin ardından kullandığı her şeyi temizleyebilir.
 
— Zamanın çoğunu temizlik yaparak harcar.
 
— Kirli olduğunu düşündüğü her nesneyi yıkar ve temizlemeden kullanamaz.
 
Temizlik hastalığına etki eden faktörler nelerdir?
 
Aslında takıntılara sebep olabilecek pek çok neden öne sürülmekteyse de kesin olarak nedeni bilinmemektedir. Biyolojik, psikolojik, çevresel faktörler neden olabilir.

Ailesi çok düzenli ve titiz ya da aşırı kuralcı olan bir çocukta bu tür saplantılı düşünceler ve buna bağlı olarak saplantılı davranış biçimleri gelişebilir. Örneğin annesi çok titiz olan bir çocuk ileride temizlik hastalığına yakalanabilir.

Aynı zamanda yakın bir dönemde yaşadığı acı bir olay da takıntılara sebep verebilir. Örneğin vefat, iflas, boşanma gibi yaşanan zor süreçlerden sonra Obsesif Kompulsif düşünceler ve eylemler görülebilir.
 
Temizlik hastalığı gibi takıntılı kişilik durumları bireyin yaşamını nasıl etkiler?
 
Öncelikle kişinin sosyal ve iş yaşantısı bozulur. Aşırı temizlik tutkusundan ötürü çevresindeki arkadaşları evine gelmek istemeyebilir. Kendisini bu durum karşısında mutsuz hisseder. Aynı zamanda bu tarz hastalıklarda kişi en çok kendisine zarar verir. Zamanın çoğunu temizliğe ayırdığı için zaman kaybı yaşar diğer yapması gereken hiçbir şeye konsantre olamaz.

Gerek ev ve sosyal çevresiyle gerekse iş ortamı ile ilişkileri bozulur. İş performansı önemli derecede olumsuz etkilenir. Evli ise eşi ve çocuğu ile iletişim bozukluğu yaşar. Kendisini temizlik yaparak sürekli hırpalar, günün sonunda yorgun ve bitkin düşer.

Bir dönem sonra kişi bedensel olarak da belirli rahatsızlıklara zemin hazırlamış olur. Örneğin bel, kas eklem ağrıları bu dönemde ortaya çıkabilir. Aynı şekilde zamanında tedavi olunmazsa bireyde depresyon gibi psikolojik birçok rahatsızlık da ortaya çıkabilir.”
 
Diğer Obsesif Kompulsif bozukluklar nelerdir?
 
“Sürekli kontrol etme “ütünün fişini çekmiş miydim, kapıyı kilitlemiş miydim, ocağı kapatmış mıydım” gibi sorular sürekli sorulur. Kişide emin olamama durumu, simetrik olarak nesnelerin düzenli durmasını istemek, ihtiyaç olur düşüncesi ile eşya ve giysileri biriktirmek..
 
Obsesif-Kompulsif kişilik ile takıntılı kişilik arasındaki farklar nelerdir?
 
Toplum arasında Obsesif olarak adlandırılan her kişi takıntılı kişilik bozukluğu yaşıyor olarak değerlendirilmez. Takıntılı kişilikte birey tutucu, titiz, garantici, sorgulayıcı tavırlar gösterebilir fakat bu durumdan şikâyetçi değildir.

Bunu diğer kişilerden daha üstün bir özellik olarak adlandırabilir. Hatta bu kişiler çalıştıkları iş yerlerinde denetleyici özellikleri iyi olduğu için şef, müdür gibi konumlara getirilirler. Onlar davranışlarından şikâyet etmeyebilir fakat çevresindekiler bu özelliklerinden dolayı onlardan rahatsız olabilir.
 
Obsesif Kompulsif bozukluklarda ise tam tersi bir durum söz konusudur. Kişi kendisinde oluşan aşırı şüphecilik ve saplantılı davranışlarından rahatsız ve mutsuzdur.
 
Nasıl tedavi edilir?
 
Bazı araştırmacılar bu hastalarda beynin ön kısmı olan frontal kortex ile içyapılardan bazal ganglionlar arasında iletişim kopukluğu olduğunu ileri sürmektedir.  Tedavide amaç öncelikle var olan hastalığı tedavi etmek sonra da hastalığın tekrarlamasını önlemektir. Bu amaçla üç tedavi yöntemi kullanılmaktadır.

Seçici serotonin geri alım inhibitörleri kullanmak. (Antidepresan ilaçlar)Bilişsel davranışçı terapi uygulamalarıTMS (Transkranial Manyetik Stimülasyon) tedavide kullanılabilir.
 
OKB’ de tedavi oldukça zor ve uzun solukludur. Genellikle ilaçlar nispeten daha yüksek dozda ya da birkaç ilaç kombine şeklinde uygulanır. OKB, tedavisi zor olan bir süreçtir. Ancak yine de üstesinden gelinemeyecek bir hastalık değildir.

Son zamanlarda ilaç tedavisi ile birlikte uygulanan, TMS tedavisinin oldukça etkili olduğu görülmektedir. TMS, sağladığı manyetik vurular ile bir nevi resetleme yaparak, frontal korteks ile bazal ganglionlar arasında ki uyumsuzluğu ortadan kaldırabilir ve böylece çok etkili ve çarpıcı sonuçlar verebilir.
 
Ayrıca, Obsesif Kompulsif bozukluklar kaygı hastalığı olduğu için “Davranışçı Tedavi” olarak adlandırılan eğitimsel terapi yöntemleri fayda sağlayabilir. Hastanın kirli olduğunu düşündüğü nesne ile temas etmesi sağlanır.
 
Obsesif Kompulsif bozukluklar inatçı hastalıklardır. Yenilemeler ve gerilemeler görülebilir. Terapi, ilaç tedavisi birlikte uygulandığında daha iyi sonuçlar verebilir. Ailenin davranış şekli bu konuda çok önemlidir. Aile takıntılarından dolayı kişiyi suçlamamalı, bunun bir hastalık olduğunun bilincine vararak, kişiyi en kısa zamanda tedavi ettirmelidir.

Dr. Mehmet Yavuz
 Nöroloji Uzm.
Başlık: ‘Takıntı Hastalığı’na Dikkat!
Gönderen: Tuğra - 22 Eylül 2012, 15:21:55
‘Takıntı Hastalığı’na Dikkat!

Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) hastalığının az tanınan ve bilinen bir hastalıktır. Türkçe’ye “Saplantı Zorlantı Bozukluğu” diye tercüme edilen hastalığın halk arasında “takıntı hastalığı” “titizlik hastalığı” veya “evham hastalığı” terimleri ile adlandırılır.
 
Obsesif Kompulsif Bozukluğu’nun (OKB) en iyi tedavisinin genel olarak bilişsel davranışçı terapidir. “Antidepresanlar da zaman zaman terapi ile birlikte kullanılır, ancak ilaçlar, OKB belirtilerini azaltmada tek başına çok etkili değildir.
 
Çünkü hafif derecede belirtileri olan hastaların çoğu doktora başvurmamakta ve bir kısmı da hastalığını gizlemektedir. Ayrıca toplumumuzda bu davranışlar, ‘ne kadar titiz kadın’, ‘evini bal dök yala’ ‘ne kadar düzenli ve tertipli çocuk’ ‘ne kadar dikkatli adam’ diye desteklenmekte ve onaylanmaktadır.

Halbuki evine bal döküp yalamaya niyetlendiği kadının hemen her gün bütün gününü evini temizlemekle geçirdiğini, daha insanlar kapıdan girmeden alarma geçtiğini, çocuklarını her gün baştan ayağa temizlediğini, ellerini saatlerce sabunla yıkadığını bilmemekte; ızdıraplı hayatından haberdar olmamaktadır.

Ancak çocukluk dahil her yaşta başlayabilir. Fakat hastalığın tanınmasına ve psikiyatriste başvurusuna kadar geçen süre bayağı uzun olmakta, ortalama 7 yılı bulmaktadır. Hastalık cinsiyet ayırmamakta, kadın ve erkeklerde hemen hemen eşit oranda görülmektedir.

Bunlara kuram diyoruz çünkü henüz kesin bir tek neden ya da nedenler bulunamamıştır. Psikolojik olanlar psikanalitik kuram ve öğrenme kuramlarıdır. Beyinde hücreler arası iletiyi sağlayan serotonin ve dopamin gibi maddeler ve bunlardan oluşan sistemler de sorumlu tutulmaktadır. Ayrıca OKB hastalarının birinci derece akrabalarında yüzde 20-25 sıklığında hastalığın görülmesi biyolojik nedenin etkin olduğunu düşündürmektedir.
 
Hastalığın klinik özelliklerini ise obsesyonlar, yani takıntılı düşünceler; kompulsiyonlar yani obsesyonları ortadan kaldırmak için yapılan eylemler ve kaçma/kaçınmalardır.
 
Tedavisi

Tek başına ilaç, tek başına terapi ya da ikisinin kombinasyonu… Terapide üç unsur üzerinde durulmaktadır. Bilişsel terapi ile düşünce sistematiği ve bilgi işleme sürecine müdahale edilmekte (obsesyonlar), davranışçı terapi ile hastanın aşırı biçimde yaptığı davranışlar (kompulsiyonlar) azaltılmakta ve kaçma/kaçınma davranışı önlenerek hastanın kısıtladığı fonksiyonlar artırılmaya çalışılmaktadır. Unutulmaması gereken bu işlemlerin hastanın aktif katılımı ile yapıldığıdır. Yani terapi hastaya uygulanan değil hastayla birlikte uygulanan bir işlemdir.
 
sağlık ve yaşam dergisi- Doç. Dr. Erhan Kurt