Sadakat islami Forum

EĞİTİM, AİLE, KÜLTÜR-SANAT, SAĞLIK => EVLİLİK VE AİLE => ÇOCUK EĞİTİMİ => Konuyu başlatan: Kahraman - 12 Ocak 2009, 20:22:32

Başlık: Bebek Bakımı-Sağlığı
Gönderen: Kahraman - 12 Ocak 2009, 20:22:32
Hamilelikte beslenme tarzı bebeği etkiliyor

 
Hamilelik döneminde çiğ köfte gibi iyi pişirilmeyen et ürünlerinin tüketilmesi anne karnındaki bebeğe zarar verebiliyor. Uzmanlar hamilelik döneminde sucuk, salam, sosis, pastırma ve çiğ köfte gibi çiğ et ürünlerinin tüketilmesinden uzak durulması gerektiği uyarısında bulunuyor.

Hamilelik dönemi bir kadının hayatındaki en önemli dönemlerin başında geliyor. Hamile kadınların, bu dönemlerinde özellikle dikkat etmeleri gereken konuların başında sağlıklı beslenme geliyor.

Hamile kadının beslenme tarzı hem annenin hem de doğacak bebeğin sağlığı üzerinde doğrudan etkili oluyor. Bu nedenle anne adaylarının gebeliğin getirdiği ihtiyaçları karşılayacak biçimde ve dengeli beslenmesi gerekiyor.

Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Şefi Doç.Dr. Serhan Cevrioğlu, ortalama 60 kilogram ağırlığındaki ve günde 2 bin 300 kalori'lik gıda tüketen bir kadının gebelikte 300, emzirme döneminde ise 500 kalori ek enerji sağlayacak şekilde gıda alımını arttırması gerektiğini söyledi.

Tüm gebelik boyunca alınması önerilen ortalama vücut ağırlığı artışının 12-13 kilogram olduğunu anlatan Cevrioğlu, "Aşırı kilolu bayanlarda bu değer 8-9 kiloya kadar indirilebilir. Gebelik bulantı kusmalarının fazla olduğu ilk 3 ay içinde genellikle belirgin kilo artışı olmazken 4. aydan sonra ayda ortalama1,5-2 kiloluk bir artış beklenir." dedi.

BEBEĞİN GELİŞİMİ İÇİN HAFTADA İKİ PORSİYON BALIK TÜKETİN

Gebelik döneminde beslenme aralıklarının 3 ana ve 3 ara öğün (atıştırma) tarzında sıklaştırılması, aralarda daha çok mevsim meyvelerinin de birer adet tüketilmesi ve akşam öğünlerinde genellikle sebze yemeklerinin yenmesinin faydalı olacağına dikkati çeken Cevrioğlu, şunları söyledi; "Gebeliğin ikinci yarısında günlük kalsiyum ihtiyacı 1 gramdır. Bu miktar 2 bardak süt, 1 kase yoğurt ve 1 dilim kaşar peynirinden karşılanabilir. Artan kan hacmine bağlı oluşan kansızlığı önlemek için, gebeliğin ikinci yarısında özellikle kansızlık saptanan gebelerde ek demir desteği verilmesi önemlidir. Demir pekmezden ziyade siyah et ve maydanoz gibi yeşil yapraklı sebzelerde daha fazla bulunuyor. Gebenin artan protein ihtiyacını karşılamak için hayvansal ve bitkisel protein kaynaklarının benzer oranlarla tüketilmesini öneriyoruz. Bebeğin gelişimine katkıda bulunan omega türü yağlardan zengin olan balığın haftada 2 porsiyon tüketilmesi yararlıdır."

ÇİĞ ETTEN UZAK DURUN

Gebelikte oluşabilecek kabızlığı önlemek için kuru kayısı, yulaf ezmesi, kepekli ekmek gibi lifli gıdaların ve zeytinyağlı gıdaların tüketilmesi gerektiğini belirten Cevrioğlu, anne adaylarının çiğ köfte gibi pişirilmemiş et ürünlerinden, sigara ve alkolden kesinlikle uzak durması gerektiğine dikkati çekti.

Cevrioğlu, bu tür maddelerin tüketiminin anne karnındaki bebeğe zarar vereceği uyarısında bulundu.
 
Başlık: Bebek Bakımı-Sağlığı
Gönderen: Lika - 02 Nisan 2009, 04:00:11
Bebeğinizin odasını donatırken dikkat edin!

Medical Park Bursa Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Hüseyin Tatar; sağlıklı ve güzel bebek odasında metal malzemeden çok, ahşap mobilya tercih edilmesini tavsiye etti. İşte metal malzemelerin bebeğe zararları..

Tatar, "Yapılan araştırmalar; metal malzemelerin manyetik alan üreterek, insan organizmasını olumsuz yönde etkilediğini ortaya koymuştur.

Metal, bebeğin de kendisini yorgun hissetmesine ve buna bağlı olarak uyku düzensizliklerine neden olabiliyor. Bu nedenle bebeğin odasında büyük metal mobilyalar yerine ahşap tercih edilmeli." dedi.

Zaman
Başlık: Bebek Bakımı-Sağlığı
Gönderen: Lika - 04 Nisan 2009, 01:22:30
Bebek mamasında, roket yakıtında kullanılan kimyasal çıktı

ABD'de toz bebek mamasında, roket yakıtında kullanılan bir kimyasalın kalıntılarına rastlandı.

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerindeki bilim adamlarının yaptığı araştırma, farklı markalardaki toz bebek mamalarında rastlanan perklorat kimyasalının, mamanın karıştırıldığı suda da bu kimyasalın yer alması halinde yetişkinler için güvenli olan dozu aşabileceğini gösterdi.

Sonuçları geçen ay belli olan, ancak bugün Çevre Çalışma Örgütü tarafından yayımlanan araştırmada, inek sütünden elde edilen mamalarda bu kimyasalın yüksek miktarda bulunduğu belirtildi.

Bilim adamları, bu kimyasalın bulunduğu mama markalarını açıklamazken, sadece birkaç örneğin incelendiği, bu nedenle tüm mama kutularındaki perklorat seviyelerini bilmenin zor olduğu kaydedildi.

Bilim adamları, önemli ölçüde perkloratın, metabolizmanın ayarlanmasına yardımcı olan tiroid fonksiyonunu etkileyebileceğini belirtiyor. Tiroid fonksiyonlarındaki bozulmanın, ceninin ve bebeğin beyin gelişimi üzerinde etkisi olabileceği biliniyor.

Amerikan hükümetinin, mamaların perkloratın etkilerini geçersiz hale getiren iyot içermesini talep ettiği belirtildi.

Perkloratın, ABD'nin bazı kentlerinde içme suyunda ortaya çıktığı, bu kimyasalın suda doğal olarak bulunabileceği, ancak en fazla perklorat kirliliğinin, savunma ve uzay çalışmalarının yürütüldüğü bölgelerle bağlantılı olduğu bildirildi.

aa
Başlık: Demir eksikliğinin sonuçları...
Gönderen: Lika - 04 Nisan 2009, 01:38:55
Demir eksikliğinin sonuçları...

Çocuklarda iştahsızlığa, huzursuzluğa, uyku düzensizliğine, ilerlemiş haliyle zeka parametrelerinde düşüşe neden olan demir eksikliği, ilerleyen yaşlarda kalıcı hastalıkları da beraberinde getiriyor.


Çocuklarda özellikle 6 ay ve 1.5 yaş arasında demir eksikliğine rastlandığını ve demir eksikliğinin genellikle ek gıdalara başlanma döneminde görüldüğüne dikkat çeken uzmanlar, "Mutlaka beslenmede ebeveynler dikkatli olmalı" uyarısında bulunuyor.

Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. İsmail Özcan, çocuklarda ek gıdalara geçiş döneminde anne sütünün az verilmesi ve ek gıdaların da yeterli oranda tüketilmemesi dolayısıyla demir eksikliğinin ortaya çıktığını kaydetti. Uzm. Dr. Özcan, çocuğun ek gıdalara geçtikten sonra da bu gıdaları yeterince tüketmemesinin ve fazla oranda süt içmesinin demir eksikliğine neden olduğunu, çocuklara bu nedenle günde yarım litreden fazla süt verilmemesi gerektiğini dile getirdi. Özcan, "Demir eksikliği çocuklarda iştahsızlığa, huzursuzluğa, uyku düzensizliğine, ilerlemiş haliyle ise zeka parametrelerinde düşüşe neden olabilir. Demir eksikliği bulunan çocuğun zayıf olması gerekmiyor. Çocuk aldığı bazı gıdalardan dolayı kilolu olabilir ancak çocukta yine de demir eksikliği görülebilir. Doktor tarafından demir eksikliği olduğu tespit edilen çocuğa, bu ihtiyacını karşılaması için demir takviyesi yapılır. Ailelerin de çeşitli gıdalarla bu eksikliğin giderilmesine destek olabileceği unutulmamalı. 7 ve 8. aydan itibaren çocuklara demir eksikliğine karşı belirli oranda kırmızı et, mercimek ve pekmez verilebileceğini, bu yiyeceklerin çocuğun demir eksikliğini gidermesi açısından önemli olduğunu anneler iyi bilmeli." dedi.

(CİHAN)
Başlık: Gülümsemeyen bebekte körlük riski
Gönderen: Lika - 05 Nisan 2009, 09:14:12
(http://www.habervaktim.com/resim/resim65778_2.jpg)

Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından hazırlanan "Aile Eğitim Rehberi"nde, "anne-babanın yüzüne bakamayan ve gülümsemeyen 6-8 haftalık bebeklerde görme özründen şüphelenilmesi gerektiği" uyarısı yapıldı.
 

Bütün çocukların doğumda görme düzeyinin düşük olduğuna işaret edilen rehberde, görme işlevinin gelişimini doğumdan sonra sürdürdüğü, 6 yaşında olgun görme seviyesine ulaşıldığı anlatılıyor.

Bu süreçte, çocuğun görmesinin kullanılabilir düzeye gelmesi için sürekli ve kaliteli uyarılmaya ihtiyacı olduğu ifade edilen rehberde, görme için algılama yeteneklerinin de gelişmesi ve görüntülerin beyinde anlamlandırılmasının gerektiği kaydediliyor.

Rehberde, "Yeni doğan bebeğin göz bebeklerinin siyah olması gerekirken beyaz olması, gözün alışılmışın dışında küçük, çok büyük veya gelişmemiş olması, çocuğun yüzünü ışık kaynağına dönmemesi ve 6-8 haftalık bebeğin anne-babasının yüzüne bakamaması ve gülümsememesi" gibi durumlarda çocuklarda görme özründen şüphelenilmesi gerektiği bildiriliyor.
   
-GÖRME DUYUSUNUN GELİŞİM AŞAMALARI-
   
Görme duyusunun gelişim aşamaları rehberde şöyle sıralanıyor:

"Normal çocuklarda 0-1 ayda başını ve gözünü ışık kaynağına döndürme; 6-8 haftada gözün içine bakış "Sosyal Gülüşme"; 3-6 ayda kendi ellerini seyretme, ileri uzanma; 1-2 yaşında ise yüz ifadeleri ve vücut dili, sesli uyaranlara bağlanma, olayların akışına bağlantı kurma gibi bazı davranışların sergilenmesi gerekir.

Görme özürlü çocuklarda ise 0-3 ayda göz bebeğinin titreşmesi; 3-6 ayda şaşılık, göz tembelliği, başını tutamama, emekleyememe; 7-12 ayda görsel takip yapamama; 1-2 yaşında ise görsel haberleşme eksikliği gibi durumlar gözlenebilir."
   
-ERKEN TEŞHİS ÖNEMLİ-
   
Rehberde, çocuğun görme özrünün birçok nedeni olabileceğine işaret edilerek, ülkemizde genetik-kalıtım ve akraba evliliğinin göz hastalıklarının temel sebebi olduğu bilgisiyle, göz hastalıklarının erken teşhis edilerek tedavisine ve rehabilitasyonuna başlanması gerektiği vurgulanıyor.

Rehberde, "göz ve görme işlevleri", "ailenin görme özürlü bireye karşı tutum ve davranışları, karşılaştıkları sorunlarla baş etme yolları", "özürlü bireyin eğitimi, hakları ve ulaşabilecekleri kaynaklar" gibi konularda da bilgiler veriliyor.
AA

habervaktim
Başlık: Aman bebeğinizi öfkeyle sarsmayın!
Gönderen: Lika - 29 Nisan 2009, 05:24:44
Bebeğin bakımını üstlenene bireylerin öfkelendikleri zaman çocuğu serce sallaması hayati tehlikelere yol açabilir.

Adli Tıp Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Fatih Yağmur, “Sarsılmış bebek sendromu” konusunda Türkiye’de yeterli çalışma olmadığını, bu sebeple olayın çoğu zaman hekimler tarafından da teşhis edilemeyerek atlandığını söyledi.

Yrd. Doç. Dr. Yağmur, genellikle ebeveynlerin öfkeyle bebeklerini sallamaları sonucu oluşan “sarsılmış bebek sendromu” olgularının dörtte birinin öldüğünü, hayatta kalanların ise büyük çoğunluğunun nörolojik problemli olarak hayatlarını devam ettirmek zorunda kaldıklarını bildirdi.

Yağmur, söz konusu sendromun, anne, baba, bakıcı ya da bebeğin bakımını üstlenen bireylerin, bebeğin sürekli ağlaması sonucu çileden çıkarak, bebeği göğsün iki tarafından tutarak ileri, geri ve yana yaklaşık 240-260 derece sallaması sonucu ortaya çıktığını belirterek, şu bilgileri verdi:
“Sarsılmış bebek sendromu daha çok 1 yaş altı çocuklarda görülmektedir. Bir yaş altı çocuklarda beyin gelişimini henüz tamamlamamış ve kıvam olarak daha yumuşaktır. Aynı zamanda bebeğin boyun kasları yeterince güçlenmemiştir. Çocuğun bu özelliklerinden dolayı, meydana gelen bir sarsılmada beyin ciddi hasarlar görebilir.”

timeturk
Başlık: Erken sünnet faydalı mı?
Gönderen: devran - 01 Mayıs 2009, 15:26:46
Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Selami Sözübir, çocuğun erken sünnet edilmesinin idrar yolu enfeksiyonu geçirme riskini azalttığını bildirdi.

Sözübir, yaptığı yazılı açıklamada, sünnetin hem cerrahi, hem de psikolojik yönüyle üzerinde önemle durulması gereken bir işlem olduğunu, bu nedenle operasyonun uzman ellerde yapılması gerektiğini kaydetti.

Sünnet işlemine gerekli cerrahi itinanın gösterilmemesi halinde kanama, enfeksiyon, idrar yolları ve penise kalıcı hasarların verilmesi gibi önemli komplikasyonların ortaya çıkabileceğini belirten Sözübir, Türkiye'de her yıl yüzlerce çocuğun sünnet sonrası komplikasyonlarla hastanelere getirildiğini vurguladı.

Sözübir, sterilizasyonun tam uygulanmaması, aynı aletlerin kullanılması ve özellikle toplu sünnetlerin bu komplikasyonların görülme oranını arttığını bildirdi.

Sünnetin çocuk psikolojisi üzerinde çok önemli etkileri olduğunu işaret eden Sözübir, psikolojik açıdan olumsuz etkilenen çocuğun, ilerideki cinsel hayatına yansıyabilecek birtakım sorunların olabileceğini kaydetti.

Sözübir, gerek cerrahi işlem olarak, gerekse psikolojik etkiler açısından sünnette lokal anestezinin bir an önce terk edilmesi gerektiğini, genel kanının tersine lokal anestezinin daha riskli olduğunu savundu.

Cerrahi işlemin ve bakımın kolaylığı, yara iyileşmesinin çabuk olması ve psikolojik travma oluşturmaması gibi avantajları nedeniyle yeni doğan sünnetinin son zamanlarda daha sık uygulanır hale geldiğini ifade eden Sözübir, prematüre, ailesinde hemofili veya diğer kan hastalığı öyküsü bulunan doğuştan ''pipi anomalisi'' olan bebeklerin yeni doğan dönemde sünnet edilmemesi gerektiğini bildirdi.

Sözübir, 2–4 yaş arası çocukların zorunlu olmadıkça sünnet ettirilmemesi, 1 yaşını da geçmiş çocukların ise sünnet ettirilmesi için 6-7 yaşının beklenmesi gerektiğini ifade ederek, açıklamasında şu görüşlere yer verdi:

''Çocuğun erken sünnet edilmesi idrar yolu enfeksiyonu geçirme riskini azaltıyor. Sünnetsiz çocukların idrar yolu enfeksiyonuna sünnetli olan gruba oranla 8 ile 15 kat fazla yakalandığı gösterilmiştir. 400 bin erkek bebek üzerinde yapılan çalışmalarda idrar yolu enfeksiyonu oranı sünnetsiz çocuklarda yüzde 7, sünnet olan bebeklerde ise yüzde 0,7 olarak bulunmuştur.''

AA
Başlık: Yeni doğan bebeklerle devamlı konuşun
Gönderen: devran - 01 Mayıs 2009, 15:34:42

Bebeğin annenin konuşmalarını dinlediğini, cevap vermesini bile anlamaya çalıştığını aktaran uzmanlar, bunun bebeğin kendisini güvende hissetmesi ve gelişimi açısından çok önemli olduğunu ifade ediyor.

Bursa Zübeydehanım Doğumevi'nden Psikolog Deniz Özcan, anne ile bebek arasındaki ilişkinin çok erken başladığını, bebeğin 16. haftadan itibaren duyduğu seslere hareket ve kalp atışlarındaki değişiklik ile tepki verdiğini söyledi. Bebeğe en güçlü ulaşan sesin anne sesi olduğunu aktaran Özcan, anne karnındaki bebeğin 26. haftadan itibaren annenin sesinin ritmini, iniş çıkışlarını ayırt edebildiğini kaydetti.

Annenin sakin bir sesle yavaşça ve basit cümleler kurduğunda bebeğin sakinleştiğini, hamileliğin son 3 ayında ise müzik ya da gürültü duyduğunda tekme atıp duyduğu sese göre tepki verdiğini belirten Özcan, doğum sonrası iletişim konusunda ise şu bilgiler verdi:

"Doğum sonrası iletişim: Doğumundan sonraki ilk haftalar ve aylarda bebekler iletişim kurmayla ilgili yeni şeyler keşfederler. Doğum sonrasında da anne sesi ve annenin kalp atışına benzeyen sesler bebeği çok rahatlatır. Bebekler zamanla göz teması kurmaya, anne sesini dinlemeye, anneyi gözlemlemeye ve annenin yüz ifadesindeki değişiklikleri fark edebilmeye başlarlar; böylece anne-bebek iletişimi yeni bir boyut kazanır. Annenin mimikleri, canlılığı, değişken ses tonu bebeğin ilgisini çekmeye başlar ve bebek gülümseyerek, ayaklarını ve kollarını oynatarak tepki gösterir. Doğumdan sonraki ilk sekiz ayda bebekler çevrelerindeki kişileri incelemeye ve onlarla sosyal iletişim kurabilmeye başlarlar. Bu sosyal ve duyusal gelişimler bebeğin iletişim kurma becerisinin ilk adımlarıdır."

Bebekle konuşmanın çok önemli olduğunu dile getiren Özcan, onlara yapılan şeylerin anlatılması ve sorular sorulmasının önemine değindi. Özcan, şöyle devam etti: "Belki ne dediğinizi şimdi anlamıyor olabilir, sizi cevaplayamayabilir, ancak dinleyecektir.

Kendinizden bahsederken anne kelimesini kullanın, babasından bahsederken baba. O, bu gibi zamirleri anlamaz. Bebeklerle konuşurken sık sık tekrarlar yapmak, bebeğin konuşmanızı anlamasını daha da kolay hale getirecektir.

Özellikle müzik ve şarkı söylenmesi bebekleri sakinleştirir ve rahatlatır. Bebekle iletişim kurarken bebeğe dokunmak anne ve bebek arasındaki iletişimi güçlendirmekte çok etkilidir. Bebeğinizle oyunlar oynayarak onun iletişim kurma becerilerinin gelişmesine yardımcı olabilirsiniz.

Bebeğinizle iletişim kurmaya çalışırken her bebeğin farklı olduğunu unutmayın. Bir bebeği sakinleştiren şeyler başka bir bebeği heyecanlandırabilir. Kendinize, içgüdülerinize ve en önemlisi bebeğinizin yönlendirmesine güvenin. Paylaşacağınız bu keyifli deneyimler bebeğinizin kendini güvende hissetmesini sağlayacak, onu motive edecek ve gelişimini destekleyecektir."


(CİHAN)
Başlık: Kundak kalça çıkığına neden olabilir
Gönderen: devran - 07 Mayıs 2009, 11:43:04
Ortapedi ve Travmatoloji uzmanı Op. Dr. Akın Uğraş, bebeklerin kundaklamanın kalça çıkıklarına neden olabileceğini söyledi.


Radyo 7’nin sevilen programcılarından Eda Çelebi’nin hazırlayıp sunduğu Eda’yla Gün Ortası programının dünkü konuğu Ortopedi ve Travmatoloji uzmanı Op. Dr. Akın Uğraş oldu. Kalça çıkıklarının genetik olduğunu söyleyen Akın Uğraş bebekleri kundaklamanın da kalça çıkıklarına neden olduğuna dair bilgiler aktardı.

EDA: Ortopedik hastalıklar nelerdir?
AKIN UĞRAŞ: Ortopedi kırıklar, çıkıklar, başımıza gelen kazalar sonucu oluşan travma dediğimiz bölümdür. Birde halk arasında yaygın olarak bilinen dizde, kalçada kireçlenmeler var. Doğumsal dediğimiz çocukluktan itibaren gelişen, kollarda, bacaklarda olan eksikliklerle ilgili branşlarda var.

EDA: Vücudun dik durmasını sağlayanlar omurgalardır. Omurganın şekil bozukluklarının sebebi var mıdır?
AKIN UĞRAŞ: Omurga şekil bozuklukları daha çok çocukluğun bittiği 10–14 yaş aralığında ki gençlerde görülen ve nedeni bilinmeyen eğriliklerden oluşur. Ülkemizde de önemli bir sağlık problemidir.

EDA: Omurgada eğrelti olduğunda bu durum kalıcı olabiliyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Genelde duruş bozukluğundan kaynaklanıyor. Özellikle çağımızda ekran karşısında uzun süre kalıpta spor yapmamakla oluşuyor. Biraz spor yaptıklarında görünüş hemen değişiyor, duruş düzeliyor. Bir de bizim cerrahi olarak düzeltmek zorunda kaldığımız hastalık grubu var.

EDA: Ülkemizde maalesef trafik kazalarından, düşmelerden oluşan kırıklar var. Peki, bu kırıklar fiziksel engelliliğe yol açabiliyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Eskiden büyük oranda yol açıyordu. Ama artık günümüzde hem sağlık hizmetlerinin her yerde erişilebilir olması hem ortopedistlerin olaylara hemen müdahale etmesi sonucu düzeltebileceklerimizin çoğunu düzeltebiliyoruz. Çıkıklarda bunlara dâhil. Eklem içi kırık dediğimiz kireçlenmeye yol açan kırıkların sonuçları bizi daha fazla üzüyor.

EDA: Kırıkların ya da çıkıkların tedavi şekli nasıl oluyor?
AKIN UĞRAŞ: Genelde biz kırıkları ya da çıkıkları vücudu eski haline getirmeye çalışarak tespit ediyoruz. Bunu ya ameliyatla yapıyoruz ya da alçı tedavisiyle, bandaj tedavisiyle düzeltmeye çalışıyoruz. Çıkıklar için genelde 3–4 hafta bandaj tedavisi yapıyoruz. Kırıklar içinde kırığına göre değişen tedavi şekilleri var.

EDA: Kısa süreli olupta 2–3 hafta arasında değişen de oluyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Bir insan kemiğinin kaynaması en erken 3 haftayı buluyor.

EDA: Bu durum gençlerde ve yaşlılarda değişiyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Tabi değişiyor. Çocuklarda, bebeklerde bandaja bile almadan 1 haftada kaynattığımız kırıklar var. Aynı kırık yetişkin birinde ameliyat gerektiriyor veya kaynaması uzun sürüyor.

EDA: Özellikle kalça çıkıklarında yaşlılarda yatağa bağlanma durumu oluyor. Bu durum daha sonradan düzelmeme gibi ciddi sorunlara yol açıyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Yaşlılarda vücut kemiği kullanmayınca aynı zamanda hormonal farklılıklar nedeniylede kemik erimesi oluşuyor. Bu durum hem kırığa yol açıyor hem iyileşmemeye yol açıyor, hastaları yatalak bırakıyor. Kalça çıkıklarında çok yatalak kalma durumu olmuyor.

EDA: Doğuştan olan şekil bozukluklarına doğuştan kalça çıkıkları diyebilir miyiz?
AKIN UĞRAŞ: Evet bu durumu eskiden herkes doğuştan kalça çıkığı diye adlandırıyordu.

EDA: Bunun belirgin bir nedeni saptanmış mıdır?
AKIN UĞRAŞ: En başta etkili olan genetik özelliğidir. Ailelerin bebekleri kundak yapması var. Ailelerin bebeklerini kundak yapmaması lazım. Bebekleri kundan yapınca çıkma ihtimali olan kalçalar yerinden çıkıyor. Onun yerine ara bezi kullanmaları gerekiyor. Özellikle ailelerinde çıkık ihtimali varsa bu kişilerin kesinlikle ortopedi doktoruna gitmeleri gerekiyor.

EDA: Eskiyle yeniyi karşılaştırınca şu an doğanlar daha şanslı. Yeni doğan bebeklerde ultrasonla olan çıkıkları belirlemek çok daha kolay. Eskiden bu teknoloji mi yoktu yoksa anne-babalar bilinçli mi değildi?
AKIN UĞRAŞ: Ultrasonun bu alanda yaygın kullanılması daha yeni bir durum. Ama biz röntgenle üçüncü ayda kişileri takip ediyorduk veya bazı fizik muayene testleri vardı. Fakat ultrason ülkemizde yaygın olarak son 4-5 yılda kullanılmaya başlandı. Çok başarılı sonuçları var. Bebek bir aylıkken tanı koyabiliyoruz, tedavisine hemen başlayabiliyoruz. Çoğu hasta bu sayede ameliyatsız iyileşebiliyor.

EDA: Bu çıkıklar nasıl fark ediliyor?
AKIN UĞRAŞ: Aileler eğer hiç doktora gitmemişse ne yazık ki bize çocuk 1 yaşında yürümeye başlayınca geliyorlar. Tek taraflı kalça çıkığında çocuk aksayarak yürüyor ve bu sayede fark ediyorlar. İki taraflı kalça çıkığı olunca onu fark etmeleri 2 yaşı buluyor. Çocuk biraz paytak paytak, salına salına yürüyor, bu durum sevimli olduğu için ailelerin hoşuna gidiyor. Çıkık olabileceği hiç akıllarına gelmiyor.

EDA: Bunların düzelme ihtimali yüksek mi?
AKIN UĞRAŞ: 6 yaşına kadar kalça çıkıklarını cerrahi olarak iyileştirebiliyoruz. Yaş ilerledikçe başarı şansımız düşüyor. Ama tedavisi var.

EDA: Önem verilmediği takdirde ciddi problemlere yol açıyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Kalça çıkığı insanların yürüyüşünü bozuyor. erken kireçlenmeye yol açıyor. Artık ileri dönemde de tedavi ediyoruz. Protez dediğimiz tedavi yöntemleri var. Protez ameliyatının belli bir ömrü var. Protezi koyduğunuz zaman bir 20 sene sonra değiştirmeniz gerekiyor. Hasta ağrıdan şikâyet edince, bu durum kalçada ki kireçlenmelere bağlı o zaman ameliyat kararı alıyoruz.

EDA: Protez ne kadar süre kalıyor? Kaç yılda bir değiştiriliyor?
AKIN UĞRAŞ: Protez çıkartılmıyor. Biz olmayan kalçanın yerine suni bir eklem yapıp protezi koyuyoruz. Bu hayatının sonuna kadar öyle gidiyor. Hastanın yaşı genç olunca protezi yıpranması daha hızlı oluyor. Hasta daha hareketli oluyor. Tekrar ameliyat gerekiyor. Ama bu ameliyatı olabildiğince ileri yaşlarda yapabilirsek pek sorun kalmıyor.

EDA: Kalça kireçlenmesi nedir?
AKIN UĞRAŞ: Kireçlenme günümüzde neredeyse şeker hastalığı kadar insanları etkileyen bir hastalık. Bunun genetik temeli de var. Çok çalışanlarda, eklemini uzun süre kullananlarda da oluşan bir hastalık. Nedeni tam olarak hala günümüzde de bilinmiş değil. Fakat bu durum eklemde ki kıkırdak yüzeylerinin erimesidir.


EDA: Belirti olarak kıkırdak yüzeylerinin erimesi midir?
AKIN UĞRAŞ: Belirti olarak eklemler de ağrı yapar. Özellikle batma tarzında olur. İlerleyen bir hastalıktır. Kireçlenme başladıktan sonra yavaş yavaş ilerler. Bunu durduracak bazı ilaçlarımız var ama kesin bir tedavimiz yok.

EDA: Bu tarz hastalara fizik tedavi öneriyor musunuz?
AKIN UĞRAŞ: Fizik tedaviyle eklemi koruyacak kasların güçlenmesini sağlıyor, eklem hareketlerinin yeniden kazanılmasına yardımcı olur. Fizik tedavi kireçlenme olan hastalarımıza tavsiye ettiğimiz bir tedavi şeklidir.

EDA: Aslında bu ağrılara yakalanmadan da sağlıklı olmak için bu yöntemleri kullansak sorun olmaz diyebilir miyiz?
AKIN UĞRAŞ: Esasında olacaksa oluyor. Engellemeye yönelik elimizde çok koz yok. Ama kalçanız ya da diziniz ağrıdığı halde üzerine gitmemeniz, dinlenmeniz, çok ağır olmayacak şekilde spor yapmanız hastalığı engellemeye yardımcı oluyor.

EDA: Ortopedi alanında ki ilerlemeler nelerdir? Yeni olarak neler yapılıyor?
AKIN UĞRAŞ: Dünyada hangi tedaviler varsa hemen hemen hepsi Türkiye’de de kullanılıyor. Kesinliği daha bilinmeyen tedaviler hariç diğerleri ülkemizde uygulanıyor.

EDA: Alçılı olan bir yağı ya da kolu askıda tutmak sağlıklı bir yöntem midir? Ne için bu yönteme başvurulur?
AKIN UĞRAŞ: Bu yöntem şu anda da kullanılıyor ama eskiden hasta sadece bu yöntemle tedavi ediliyordu. Şimdi bunu kesin tedavi öncesi yardımcı tedavi olarak kullanıyoruz. Daha sonra hastayı ameliyat ediyoruz ya da alçıya alıyoruz. Yatakta sürekli o şekilde hareketsiz yatırmak değil, hastayı hareket ettirmeye çalışıyoruz.

EDA: Sporcu hastalığı olarak bilinen menüsküs hastalığında kimler risk altında?
AKIN UĞRAŞ: Öncelikli grup sporculardır, dizini aşırı derecede zorlayan gruplardır. Bu hastalık grubundan çok bizim daha çok rastladığımız kireçlenmeli dizi olan hastalarımız var. Bu kişilerin dizlerinde eklem kıkırdağının azalması nedeniyle dizde dengesiz hareketler daha fazla oluyor. Bu durum da menüsküsü yırtıyor. Bu iki hasta grubunda da menüsküsün tedavi edilmesi gerekiyor.

EDA: Yaşlılarda ne sıklıkta görülüyor?
AKIN UĞRAŞ: Kireçlenme dizlerin çoğunda var. Bize o şekilde gelen hastalarda genellikle emarla menüsküs olup olmadığına bakıyoruz. Çünkü menüsküste yırtıkta varsa bu kireçlenmeyi hızlandırıyor. Bu nedenle kesinlikle tedavi etmemiz gerekiyor, ameliyat yapılması gerekiyor.

EDA: Kemik erimesinde bayanlarda tehdit altında. Bundan nasıl korunmamızı önerirsiniz? Hangi yaş itibariyle risk oluyor?
AKIN UĞRAŞ: Korunmanın en etkili taze sebze, meyve yemek, her gün en azından yarım saat yürüyüş yapmak, sigaradan, kafeinden, çaydan mümkün olduğuca uzak durmak ve süt ve süt ürünlerini tüketmek gerekiyor. bunları yiyemeyen hastalarımız için bazı ek ilaçlarımız var. Bunları kullanmaları gerekiyor ve tabi ki güneş ışığı çok önemli.

EDA: Yeni yürümeye başlayan çocuklarda özellikle içe basma durumu var. Bu normal midir?
AKIN UĞRAŞ: Yürüme başlı başına hem bir mucize hem de doğal bir süreçtir. Bu süreçte çocuk önce emekler sonra tutunur ve en son yürür. Çocuğun yürümeyi öğrenmesi esasında bir yaşında tamamlanmıyor. 2–3 yaşına kadar kaslar geliştikçe devam ediyor. Ayağın tabanının gelişmesi de 6 yaşına kadar devam ediyor ve tam bir düztaban teşhisi koymamız her zaman kolay olmuyor.

EDA: İleriki yaşlarda da devam eden içe basmaların tedavisi var mı?
AKIN UĞRAŞ: Bu bizim düztabanlık dediğimiz bir mesele. İnsanların neredeyse dörtte birinde görülen, oldukça sık görülen bir şikâyet. Bu durumu hastalık diye bile düşünmeyebilirsiniz. Bu insanların da %99 u kendi işini kendi yapabilen, erkeklerde askerlik dahi yapabilen ve hayatlarında bu durumdan dolayı çok az muzdarip olan insanlardır. Bunun için bir tedavi de genelde gerekmiyor. Çok ileri vakalarda, topuğu içeri çeviren, mecbur ameliyat etmemiz gereken vakalara müdahale ediyoruz.

EDA: Çocuklar ortopedik ayakkabı giymeli mi?
AKIN UĞRAŞ: Bu konuda baya bir araştırma var. Ortopedik ayakkabı giyenlerle giymeyenler arasında aslında bir fark görülmedi. Bundan bir yirmi sene önce herkese ortopedik ayakkabı mecbur tutuluyormuş. Herkes giyiyormuş fakat biz kişilere günümüzde ortopedik olan rahat ayakkabılar giymelerini tavsiye ediyoruz. İlla ortopedik olması gerekmiyor.

EDA: Tabanlık kullanmak gerekiyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Özel bir tabanlığımız var. Bunu da ileri vakalarda kullanıyoruz. Onun dışında ailelere biraz daha pahalı ayakkabılar seçmelerini, içi daha ortopedik olan ayakkabıları kullanmalarını öneriyoruz.

EDA: Bir ayakkabının ortopedik olduğunu nasıl anlayacağız?
AKIN UĞRAŞ: İçten taban desteği olan, topuğu sıkı tutan ayakkabılar oluyor. Hasta zaten giyince rahat ediyor. Özellikle bayanlar için en ortopedik olabilecek ayakkabı koşu ayakkabısı türleridir.
 
 



(Haber 7)
Başlık: Çocuklarımıza 10 sağlıklı atıştırma..
Gönderen: Nev Bahar - 20 Haziran 2009, 21:02:59
(http://kadinca.moralhaber.net/resimler/haberler/5098.jpg)

Mayo Clinic'te yer alan haberde, bu atıştırmalıkların sağlıklı olmasının önemi üzerinde duruluyor ve işinize yarayacak 10 öneri yer alıyor.

1. İçindekiler ve hazırlanış şeklinden ötürü yüksek kalorili ama düşük besin değerli yiyecekleri evinize almayın. Eğer bisküvi ya da şekerleri el altında bırakmazsanız çocuğunuz bu gıdalar için yaygara koparmaz. Bunun yerine, kendiniz sağlıklı atıştırmalıklar yiyerek çocuğunuza örnek olun.

2. Evde tahıllı yiyecekler bulundurun. Fiyonk krakerler, pideler, lifli gıdalar gibi tam tahıllı atıştırmalıklar çocuğunuza enerji verir.

3. Küçük havuçları ya da diğer çiğ sebzeleri yağsız soslarla süsleyin. Yağsız yoğurda taze meyveler doğrayın.

4. Menüyü genişletin. Ananas, kızılcık, kırmızı ya da sarı biber, mango gibi gelenekselin dışında yiyecekler sunun.

5. Kahvaltıyı tekrarlayın. Az yağlı tahıl gevreği, tost gibi kahvaltıda yenen birçok yiyecek harika bir öğleden sonrası atıştırmalığı olabilir.

6. Atıştırmalıkları çekici hale getirin. Çocuğunuzun dişlerini korumak için şeker yerine yağsız puding, donmuş yoğurt ya da donmuş meyve çubukları verebilirsiniz. Ya da kendi tatlınızı yapmak için kaymaksız süt, yağsız yoğurt ve taze meyve kullanın.

7. Yağsız peynir dilimlerinden, tahıllı ekmek ya da pidelerden şekiller yapmak için bıçak kullanın. Yemek çubuklarıyla zar şeklinde meyveler ya da meyve kebapları yapın. Tahıllı krakerlerle kule yapın, harf krakerlerden kelimeler yazın ya da farklı meyveleri kullanarak tabakta komik yüzler yapın.

8. Yemeye hazır sebzeleri buzdolabında bir seçenek olarak tutun. Buna karşılık taze meyveleri bir kasede çocuğunuzun göreceği bir yere bırakın.

9. Az yağlı ya da yağsız olarak piyasaya sürülen yiyecekler, yüksek oranda kalori içerebiliyor. Aynı şekilde kolesterolsüz olan yiyecekler de yüksek oranda doymuş yağ ve şeker içeriyor. Bu nedenle almadan önce yiyeceklerin etiketlerini kontrol edin.

10. Atıştırma bölgesi belirleyin ve atıştırmalıkları sadece mutfakla sınırlayın. Televizyon önünde çocuklar yediklerinin farkında olmadan çok fazla kalori alıyorlar. Eğer çocuğunuz hareket halindeyken atıştırmalık isterse parça peynir, yoğurt çubukları, tahıllı barlar ya da diğer damlamayan yiyecekler verebilirsiniz.

kadincakararinca
Başlık: Kablosuz modem bebeklere zararlı mı?
Gönderen: Nev Bahar - 20 Haziran 2009, 21:19:54
Cep telefonu baz istasyonlarının insan sağlığına zararlı olup olmadığı tartışmalarından sonra yeni bir polemik daha başladı. Bu kez de Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, kablosuz modemin yaydığı manyetik dalgaların hamile ve 2 yaş altındaki bebekler için zararlı olduğunu iddia etti.

Müftüoğlu, beslenme şartlarının yanı sıra çevrede kullanımı artan manyetik kirlenmeyle ilgili olarak çok ciddi tehlikelerin olduğunu söyledi. Cep telefonu kullanımının ilerleyen zamanlarda sigara gibi yasaklanacağını belirten Müftüoğlu, kablosuz internet ortamının da özellikle küçük yaştaki çocuklar ve hamile kadınlar üzerinde zararlı etkilerinin olduğu yönünde ciddi bulguların olduğunu kaydetti.

Uzmanlar, kablosuz internet ağı olan yerlerde 1,5-2 yaşından küçük çocukları, hamileleri etkilediği konusunda hemfikir. Memorial Suadiye Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları bölümünden Uzman Dr. Murat Yıldırım'a göre teknolojik gelişmelerin yol açabileceği sağlık sorunlarını tam olarak öngörmek imkânsız. Ancak radyo, televizyon, telsiz verici istasyonları, uydu iletişim sistemleri ve GSM cihazları gibi günlük hayatta sık karşılaştığımız elektromanyetik dalga yayan aletlerin insan sağlığını olumsuz yönde etkilediği konusunda herkes hemfikir. Dr. Yıldırım, "Yapılan araştırmalarda yüksek gerilim hatlarına yakınlık arttıkça çocuklarda lösemi sıklığında artış olduğu görülmüştür." diyor. Başka çalışmalarda da diğer çocukluk çağı kanserlerinde artış olabileceğine dair veriler elde edilmiş olsa bile bu konunun kesinlik kazanmadığını söyleyen Yıldırım, "Yapılan çalışmalar günlük hayatta kullandığımız televizyon, bilgisayar ve cep telefonları başta olmak üzere birçok elektronik aletin yaydığı radyasyonun boğazda kuruluk, gözlerde ağrı ve görme bozukluğu, baş ağrısı, alerji, uykusuzluk, seslere karşı hassasiyet, işitme zorluğu ve yorgunluk haline yol açabildiğini göstermektedir." şeklinde konuşuyor. Yıldırım, özellikle telekomünikasyon alanındaki hızlı gelişmelerin çocukların cep telefonları ile tanışma yaşını düşürdüğü, bu nedenle de mobil telefonların beyin dalgalarında değişikliklere yol açtığı, zihinsel faaliyetleri azalttığı, uyku düzenini bozduğu yönündeki iddiaların kanıtlanmamış bile olsa ciddiye alınması gerektiğini düşünüyor.

 ZAMAN

Başlık: Manyetik dalgalardan nasıl korunabiliriz?
Gönderen: Nev Bahar - 20 Haziran 2009, 21:20:41
Dr. Murat Yıldırım:

Binalar trafolardan en az 100 m. uzakta inşa edilmeli.

Televizyondan en az 1 m. uzakta oturulmalı.

Düşük radyasyonlu bilgisayar ekranı kullanılmalı, LCD ekran tercih edilmeli.

Çocuklar oyun amaçlı bilgisayar kullanmamalı, açık hava alanlarına özendirilmeli.

Halojen ve floresan lambalar okuma lambaları olarak kullanılmamalı.

Çocuk odalarında TV ya da bilgisayar bulundurulmamalı. Bu tür araçların yer aldığı odalarda ve duvarların arkasında çocuk yatağı olmamalı.

On altı yaşın altındaki çocuklara cep telefonu kullandırılmamalı.

Telsiz ev telefonları ve kablosuz modemler yatak odası dışına yerleştirilmeli.

Op. Dr. Ferhan Kulu:

Günlük hayatımızda kullandığımız teknolojik cihazların sağlığımızı ne ölçüde etkilediğini tam olarak bilmiyoruz. Bilim adamları elektromanyetik kirlenmenin sağlığımız üzerindeki olumsuz etkileri ile ilgili çalışmalar yapıyor. Kablosuz internet (wireless) ortamının özellikle küçük yaştaki çocuklarda ve hamile kadınlarda zararlı etkilerinin olabileceği düşünülüyor. Düşük frekanslı elektromanyetik dalgalar iyonize edici etki göstermez. Bu tip elektromanyetik dalgalar dokuya çarptıklarında moleküler hareketlerde artışa sebep olur, bu da ısı olarak ortaya çıkar. Non iyonize elektromanyetik etkilere yönelik deneysel veriler oldukça az. Yapılan hayvan deneylerinde bu konudaki çalışmalar devam ediyor. Tedbirli olmak için hamile kadınlar özellikle yatak odalarında bu tür cihazları bulundurmamalı, cep telefonunu kulaklıkla kullanmalı.
Başlık: Bebeğinin sağlığını merak edenlere
Gönderen: Nev Bahar - 02 Temmuz 2009, 02:20:40
Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Sağlığı Bölümü’nden Dr. Alper Mumcu annelerin bu merakını giderecek basit yöntemleri anlattı...

Karın duvarında rahimin içini gösteren bir pencere olabilseydi bu endişelerin çoğu yersiz olurdu ancak ne yazık ki böyle bir olanak yok. Ancak bebeğin içeride keyfinin yerinde olup olmadığı konusunda fikir verebilecek son derece basit bir yöntem var. Onun hareketlerini takip etmek ve saymak...

SAYMA İŞLEMİ YAPIN

Bu yöntem hem çok kolay hem herkes tarafından her yerde yapılabilir hem de bedavadır. Gerçekten de gebeliğin son 3 aylık dönemine girdiğinizde, gün içinde bebeğinizin hareketlerini takip etmek ve saymak, onun karnınızda iyi olduğunu göstermesi açısından önemli ipucu verebilir.

Bunun için ideal olan genelde en çok aktif olduğunu bildiğiniz günün hemen hemen aynı saatlerinde sayma işlemini yapmaktır. Bu işlemi yemek sonrasında yapmak daha avantajlıdır. 28-30. haftadan önce bebek hareketlerini saymaya çalışmanın pek bir anlamı yoktur.

KUŞKU DUYARSANIZ

Bebek hareketi saymada değişik yöntemler vardır. En sık kullanılan yöntem oturur ya da sol yana yatmış pozisyonda iken hareketleri saymaktır. Vücut hareketi, seyirme, tekme gibi tüm hissedilebilen hareketler geçerlidir. Eğer bebeğiniz bu şekilde saatte 4-5 hareket yapıyorsa ya da 2 saat içinde fark edebildiğiniz hareket sayısı 10 civarındaysa sorun yoktur.

Eğer bebeğinizin hareketleri azalmış gibi görünüyorsa kalkıp 5-10 dakika yürüyün, meyve suyu, tatlı, çikolata gibi bir şeyler atıştırın, 2-3 bardak su için ve yeniden deneyin. Eğer hareketler hâlâ düzelmemiş ise doktorunuza bilgi verin.

Başlık: Katı gıdalar bebekte zeka geriliğine yol açıyor
Gönderen: Lika - 10 Temmuz 2009, 07:53:45
(http://www.habervaktim.com/resim/resim78441_2.jpg)

Katı gıdalara erken başlama, bebeklerde büyüme geriliğine yol açıyor
 

Bebeklerde ek besinlere erken geçilmesi ishal, inek sütü alerjisi, aşırı böbrek yükü, büyüme geriliği ve obezite gibi sorunlara neden olabiliyor.

Fatih Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Polat, bu dönemin 4-6. aylarda başlatılması gerektiğine dikkat çekerek, "Katı gıdalara erken başlama anne sütü alımını azaltarak büyümeyi bozar." dedi.

Prof. Dr. Aziz Polat, Dünya Sağlık Örgütü'nün bebeklerin doğumundan itibaren ilk 4-6 ay sadece anne sütü almalarını önerdiğini belirtti.

İnek sütü, mama veya ek gıdaların erken dönemde verilmesinin anne sütünün azalması veya kesilmesine yol açtığı uyarısında bulunan Polat, "Anne sütüne 2 yaşına kadar devam edilmesi önerilmekte, Türkiye'de ise ortalama emzirme süresi 1 yıl." diye konuştu.

Ek gıdalara, 4-6. aylarda geçilmeye başlanması gerektiğini kaydeden Polat, şöyle devam etti: "Katı gıdalara erken başlama anne sütü alımını azaltarak büyümeyi bozar. Ek besinlere erken başlamak alerjik hastalıkların özellikle besin alerjilerinin görülme sıklığını artırır. Ayrıca ishal, inek sütü alerjisi, aşırı böbrek yükü, büyüme gelişme geriliği ve bazen de obezite görülebilir."

Polat, ek besinlere geçerken dikkat edilmesi gerekenleri şu şekilde sıraladı:

"İlk kez verilecek besinler haftada bir çeşit olacak şekilde verilmelidir. Bu sayede hem bebek daha kolay alışır hem de alerji gelişirse hangi besinden olduğu anlaşılabilir.

Ek besinler tek öğün olarak ve çok az miktarda verilmelidir. Bebeğin alımına göre miktar ve öğün sayısı artırılır.

İlk kez verilecek besinler bebek açken denenmelidir.

Bebek zorlanmamalı, bir süre sonra tekrar denenmelidir.

Tüm besinler kaşık ile verilmelidir.

Taze ve doğal ürünler kullanılmalı, konserve, dondurulmuş yiyecekler, katkı maddeli yiyecekler verilmemeli. Hazırlanan besinler uzun süre oda ısısında bekletilmemeli.

Besinler hazırlanırken hijyene uyulmalı ve eller mutlaka yıkanmalı."

(CİHAN)
Başlık: Bebeği uyuturken hızlı sallamak zararlı
Gönderen: _sukut_ - 27 Temmuz 2009, 13:56:51
Bebeği sallayarak uyutmak Türk kültürünün değişmez parçası. Hemen hemen tüm anneler, bebeğini ayağında ya da beşikte sallayarak uyutuyor.

Oldukça masum görünen bu yöntem, dikkat edilmediğinde bebeğin henüz yeni gelişen beyninde ciddi hasarlara sebep olabiliyor. Uzun süre ve hızla sallanan bebeklerde ileri yaşlarda körlük ve felç riskinin arttığı belirtiliyor. Uzmanların bu konuda uyarısı şöyle: “Bebeği sallayarak uyutmaya alıştırmayın, ağladığında bırakın kendi kendine sussun. Eğer kendi başına uyumuyorsa çok hafif ve kısa süreli sallayın.” 2001 yılında İskoçya’da Çocuk Nöroloğu Dr. Robert Minns tarafından yapılan bir araştırmada hızla sallanan bebeklerin ileri yaşlarda kör ve felç olma riski taşıdıkları ortaya çıkarılmıştı.

Acıbadem Bursa Hastanesi Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Bülent Öztürk, bebek sallama yöntemiyle ilgili uyarılarda bulunuyor. Beşikte, ayakta ya da başka araçlarla yapılan sallamanın şiddetine çok dikkat edilmesini isteyen Öztürk, “Anneler ve babalar özellikle geceleri uyku sersemliğiyle bebekleri hemen uyusun diye aşırı şekilde sallıyor. Her gece bu şekilde sallanan bebeklerin beyninde zamanla sarsıntılar meydana gelebiliyor.” diyor. Şiddetli sallamalarda iç kulak sıvısının çevresindeki dokulara hızla çarptığını ve bebekte sersemlik haline sebep olduğunu vurgulayarak, uzun vadede bu durumun beyne zarar verebileceğini aktarıyor.

Bebekleri uyutmak için binlerce yıldır kullanılan sallama yöntemi aslında beynin uyarılması esasına dayanıyor. Sallama sırasında iç kulakta dengeyi sağlayan vestibular labirentinden ve sabit noktaya bakan gözlerden beyne iki farklı sinyal gidiyor. Bu sinyaller arasındaki fark, baş dönmesi ve sersemlik hissi doğurarak uyku getiriyor. Çocuk Hastalıkları Uzmanı Bülent Öztürk, sallanan bebeğin ihtiyaç duyduğundan ya da yorulduğundan değil, beyni uyarıldığı için uykuya daldığını kaydediyor. Sallanırken başka şeylerle ilgilenen ve bakışlarını sürekli hareket ettiren bebeklerde beyin uyarımının gerçekleşmediğini, bu nedenle de uyumadıklarını bildiriyor.

Doktor Bülent Öztürk, ailelere bebeklerini uyutmak için sallamaya alıştırmamaları tavsiyesinde bulunuyor. Öztürk, çok ağlayan ya da sallamaya alışan bebeklerin ise hafifçe ve kısa süreyle sallanabileceğini, bunun bebeğe herhangi bir zararı olmayacağını aktarıyor.
Başlık: Ynt: Bebeği uyuturken hızlı sallamak zararlı
Gönderen: Kabristan - 27 Temmuz 2009, 14:00:27
biz sallamaıyoruz çalışan arabanın motor sesi uyku getirmeye birebir  :(
Başlık: Ynt: Bebeği uyuturken hızlı sallamak zararlı
Gönderen: nirvana - 27 Temmuz 2009, 15:59:08
o doktorlarda aynı yöntemle büyümüştür sanırım :)
başlarda her anne baba sallamıyor ama zamanla   yada hastalandıkça bebeklerin düzeni bozuluyor  doğal olarakda babadan anadan kalma yöntemlere müracaat ediliyor
araba güzel yöntem de kendiniz uykusuz kalacaksınız:)
Başlık: Bebeğinizi nasıl mışıl mışıl uyutursunuz?
Gönderen: İsra - 15 Ağustos 2009, 05:31:16
Bebeğiniz doğduğundan beri iyi bir gece uykusu uyumadıysanız, yalnız değilsiniz.

Uykusuz geceler birçok yeni anne-baba için geçiş dönemidir. Umutsuzluğa düşmeyin, uykuya dalması için bebeğinize yardımcı olmaya çalışın. Mayo Clinic'in web sitesinde yer alan habere göre, bebeğinizin gece boyunca uyumasına yardımcı olmak için şunlara dikkat etmelisiniz:

Düzen oluşturun: Yeni doğan bebekler gün boyunca 16 saatten fazla uyurlar. Ancak, her iki saatte bir karınları acıktığı için uyanırlar. Bu durum başlangıçta düzensiz olmasına rağmen, bebeğinizin sinir sistemi geliştikçe ve beslenme aralarındaki süre uzadıkça daha tutarlı bir uyku programı aniden ortaya çıkacaktır. 3 aya kadar, birçok bebek, geceleri her seferinde en az 5 saat uyurken, 6 aylık olduğunda ise gece uykusu aralıksız 9 ile 12 saate kadar çıkabilir.

Uyku alışkanlığı kazandırın: İlk birkaç ay için, gece yarısı beslenmeleri ailelerin ve bebeklerin uykusunu bölüyor. Fakat bebeğinize iyi bir uyku alışkanlığı kazandırarak buna yardımcı olabilirsiniz.

Gün boyu çocuğunuzun hareket halinde olmasını sağlayın. Bebeğiniz uyanıkken bebeğinizle konuşarak, şarkı söyleyerek ve oyun oynayarak oyalanmasını sağlayın. Bebeğinizin yanında ışık açın ve evde gürültü olmasına özen gösterin. Bebeğinizi kendi odasında soyutlamayın. Gün boyunca süren uyarımlar bebeğinizin gece daha rahat uyumasını sağlar.

Bebeğinizin uyukladığı zamanları gözlemleyin. Düzenli uyuklamalar önemlidir, fakat gün boyunca uzun süren uykular bebeğinizin gece uyanık kalmasına neden olur.

Tutarlı uyku rutini izleyin. Banyo, şarkı söylemek, kitap okumak ya da sarılmak gibi rahatlatıcı yöntemler deneyin. Yakında bebeğiniz bu yöntemlerle uyumaya alışacaktır. Eğer bebeğinizi uyuturken müzik çalacaksanız, bebeğinizi beşiğine koyun ve her seferinde aynı müziği çalın.

Bebeğinizi mayıştığında uyanıkken yatağına koyun. Bu bebeğinizin uykuya dalma süreciyle yatak arasında ilişki kurmasına yardımcı olacaktır. Bebeğinizi sırt üstü, başı yana gelecek şekilde yatırın ve yatağında boğulmasına neden olacak battaniye, tülbent gibi yumuşak nesneler bulundurmayın.

Bebeğinize yatışması için biraz zaman verin. Bebeğiniz uykuya dalmak için en rahat pozisyonu bulmadan önce sızlanabilir ya da ağlayabilir. Ağlaması durmazsa, bebeğinizle sakin sakin konuşun ve sırtını sıvazlayın.

Emzik vermeyi deneyebilirsiniz. Eğer bebeğiniz sakinleşmekte zorluk çekiyorsa, emzik bebeğinizi oyalayabilir. Gerçekte, uyku boyunca emzik kullanmak ani bebek ölümü riskini azaltabiliyor. Fakat, burada gizli tehlikeler de var. Eğer bebeğiniz uyumak için emzik kullanıyorsa, gece yarısı emzik ağzından düştüğünde ağlayabilir.

Bebekler uykusunda sık sık sallanabilir, kıvranabilir ve bacaklarını karnına çekebilir. Bunlar gürültülü de olabilir. Bazen mızıklama ya da ağlama yatışma belirtisi olabilir. Bebeğinizin aç ya da rahatsız olmadığından eminseniz, birkaç dakika ne olacağını bekleyin.

Bebeğinizin gece boyunca ilgiye ve beslenmeye ihtiyacı olduğunda, loş bir ışıkta, yumuşak bir ses tonuyla ve sakin hareketlerle bunu yapın. Bu şekilde davranmanız, çocuğunuza oyun değil, uyku zamanı olduğunu anlatır.

Bebeğinizi uyurken asla yatağınıza almayın. Bu bebeğinizin kendi kendine uykuya dalmasını zorlaştırır ve ani bebek ölümü riskini artırabilir.

Bazı bebekler, uzun süre aralıksız uyuyabilir, sadece karınları acıkınca uyanırlar. Diğerleri ise tekrar uykuya dalmakta zorluk çeker. Bebeğinizin uyku düzenini ve iletişim şeklini anlamak biraz zaman alabilir.

Eğer bebeğinizin uyku alışkanlığı hakkında endişeleniyorsanız, bir çocuk doktorunun önerilerini dinleyebilirsiniz. Bebeğinizin gece boyunca uyuması, anne-babanın yeteneklerini göstermez. Bu sizin çalışarak, farklı yöntemleri deneyerek öğreneceğiniz basit bir süreçtir. Her şey yoluna girdiğinde herkes için iyi bir gece uykusu olacaktır.
Başlık: Bebeğe karşı anne-baba rekabeti...
Gönderen: Ay Işığı - 21 Ağustos 2009, 13:24:14

(http://www.malesef.com/resimler/Resim/Bebek/bebek5.jpg)

Değişen babalık yaklaşımı ile birlikte, annelerin babalara bebek bakımına ne zaman dahil olacaklarını söyleme işi sona ermiştir. Artık babaların çoğu, bebek bakımına katılmayı kendiliklerinden istemekte ve yoğun yaşamları içinde çocuklarına vakit ayırmak için kendiliklerinden güçlü bir motivasyon hissetmektedir.

Bu dönemde ailelerde yaşanan sorun daha çok ebeveynler arası rekabetten ve hatta bazen de annenin bebeği babadan uzak tutma çabasından kaynaklanmaktadır.  Bunlar, bir çocuğa bakan tüm yetişkinlerde görülen evrensel duygulardır.  Bir çocuğa ne kadar çok bakarsanız onun o kadar çok size ait olmasını istersiniz. Çok doğal olan bu sahiplenme duygusu ebeveynleri bilinçaltından birbirine rakip haline getirebilir. Her bir ebeveyn yeni rolünü öğrenmeye çalışırken diğerinin yaptığı hataları görür.

Ebeveyn olmayı öğrenmek genelde başarılarımızdan çok hatalarımızdan ders çıkarmayı gerektirmektedir. Bu zorlu işte, ebeveynler birbirleriyle özdeşlemeyi ve birbirlerini desteklemeyi benimsediklerinde çocuk için pek çok kazanım gerçekleşir. Kişinin kendi hatalarını kabul etmesi diğer ebeveynin yaptığı hatalara toleranslı olabilmeyi kolaylaştırır.

Çocukların her konuda anlaşan ve her şeyi aynı şekilde yapan ebeveynlere ihtiyacı yoktur. Bebekler çok erken dönemlerden itibaren anneden ve babadan farklı şeyler beklemeyi öğrenirler.  Yine de eğer ebeveynler bilinçli şekilde birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalışıyorsa bu durum çocuklar için kafa karıştırıcı olur.   

Bebeklerin ihtiyacı olan şey her iki ebeveynin de kendini adaması ve etrafta sakinliğin hüküm sürmesidir. Bebekle ilgili konularda rekabete girmek, derin bir anlaşamazlığın değil yoğun bir bakım verme duygusunun işaretidir.

Bu rekabet hislerinin aranızda kızgınlığa yol açmasına izin vermeyin. Aksine, bu rekabet duygusunu kimin hangi işi yapacağını netleştirmek için kullanın. Her iki tarafın da yapacağı fazlaca iş bulunmaktadır. Rekabet, her iki ebeveynin de elinden gelenin en iyisini yapması konusunda güçlü bir motivasyon oluşturabilir.

Benim tavsiyem bu rekabeti hissettiğinizde birlikte oturup bu konuyu tartışmanız. Böylece rekabetin ve anlaşmazlığın gücü zayıflayacaktır.


Psikolog Sinem Olcay 
 
Başlık: Ynt: Bebeğe karşı anne-baba rekabeti...
Gönderen: Himmet - 21 Ağustos 2009, 14:17:59
Babaların rekabeti daha bebekleri dünyaya gelmeden önce başlıyor."O benim bebeğim sen aradan çekil, "bana arkanı dönme, çocuğumla irtibatımız kesiliyor", "çocuğumla aramıza girme" gibi komik hadiseler yaşıyorlar.Hanımı su istese "eyvah! çocuğumu hararet bastı" diye mutfağa koşarken ortalığı devirirler.

Fazla kapılıp kırıcı olunmadığı sürece bunlar olması gereken hoş rekabetler.
hz.Allah herkeze hayırlı, sağlıklı ve uzun ömürlü evlatlar nasib eylesin.
Başlık: İşte C vitamini eksikliğinin bebeğinizin üzerindeki etkisi
Gönderen: Lika - 24 Eylül 2009, 21:24:35
C vitamini eksikliğinin yeni doğan bebeklerin zihinsel gelişimini etkilediğini ortaya çıkarıldı.

American Journal of Clinical Nutrition isimli tıp dergisinde yayınlanan ve Kopenhag Üniversitesi Yaşam Bilimleri Fakültesi'nde gerçekleştirilen çalışma, C vitamini eksikliği olan kobayların hipokampüsle ilgili nöronlarının yüzde 30 daha az olduğunu ve hafızalarının daha kötü olduğunu gösterdi.

Kobaylar gibi insanların da beslenmelerinde C vitamini almak zorunda olduklarını söyleyen araştırmacılar, hamilelikte ya da emziren annedeki C vitamini eksikliğinin anne karnındaki ve yeni doğan bebeğin zihinsel gelişimini etkilediğini belirtiyorlar. C vitamini nakli olmayan fetüslerde ciddi beyin hasarı oluştuğunu açıkladılar.

C vitaminin beyin aktivitesinde oldukça önemli olduğunu ve dünyada bazı bölgelerde, C vitamini eksikliğinin oldukça yaygın olduğunu belirten araştırmacılar, Brezilya ve Meksika'daki nüfus araştırmaları hamile kadınların yüzde 30-40'ının C vitamini seviyelerinin düşük olduğunu ve aynı şekilde fetüslerde, yeni doğan bebeklerde de düşük seviyede olduğunu ortaya çıkardı.

Kaynak: Zaman
Başlık: Bebeğe televizyon karşısında zorla yemek yedirmek, obeziteye sebep oluyor
Gönderen: İsra - 02 Kasım 2009, 05:04:32

Küçük bebeği olan kadınların en çok sorun yaşadığı zamanlardan biri beslenme saatleridir. Bebeğini hem sağlıklı hem lezzetli gıdalarla beslemek için uğraşan anne, yemek konusunu sadece bebeğin keyfine ve beğenisine bırakmak istemez.

Acıktığını düşündüğü veya fark ettiği her an onu beslemeye çalışır. Hele bir de bebek iştahsız ise annenin işi daha da zorlaşır. Bebeğin dikkatini yemeğe toplamak ve etrafı döküp saçmadan karnını doyurabilmek için birçok anne televizyonda çizgi film ve reklamları izletiyor. Televizyona odaklanan bebek ise doyduğunu fark etmeden verilen her şeyi kabul ediyor.

Bebeğini beslemede sorun yaşayan Neslihan Genç de televizyonu kurtuluş olarak gören annelerden biri. Bir buçuk yaşındaki kızına özellikle misafirliğe gittiğinde yemek yedirirken çok zorlandığını söyleyen Neslihan Hanım, bu yüzden ancak reklamlara daldığında onu doyurabildiğini söylüyor. Bebeğinin iştahsız olduğunu belirten Genç, "Sağlıklı bir yol olmadığını biliyorum ama başka türlü kızıma yemek yediremiyorum, kilosunun düşmesinden korkuyorum." diyor.

Bu uygulamanın çocukta beslenme kültürünün oluşması açısından zararlı olduğunu vurgulayan Beslenme ve Diyet Uzmanı Nil Şahin Gürhan, sonunun obeziteye varabileceğini belirtiyor. Ayrıca Gürhan, bebek yemeği dalarak yediği için, özellikle bir buçuk yaşından önce kusma ve boğazına takılma gibi tehlikeler doğurabileceğini dile getiriyor. Gürhan, "O yüzden hep püre yediriyor anneler, sağlıklı bir beslenme alışkanlığı oluşmuyor." diyor.

Abur cubur yedirip iştahını kapatmayın

İki yaşından önce televizyonun önerilmediğinin altını çizen Gürhan, dikkat eksikliği ve gelişme problemi gibi başka birtakım sorunların da oluşabileceğini belirtiyor. Annelere tavsiyesi ise, bebek bu alışkanlığında vazgeçene kadar soğukkanlı olmaları, bebeği aile sofrasına alıştırmaya çalışmaları ve yemek yemiyor diye endişelenmemeleri. Pedagog Sevil Gümüş de, sürekli bir şeylerle oyalayıp yemeği sadece bir eğlence haline dönüştürmenin bebeğin sağlıklı bir beslenme alışkanlığı kazanmasına engel olacağını vurguluyor.

Gümüş, "Bebek her yemek yediğinde bir şeylerle oyalanmak istiyor. Sanki yemek sevimsiz bir şeymiş gibi onu sevimli hale getirmeye çalışıyor." diyor. Çocuğun yavaş yavaş her yemeği tatması gerektiğini dile getiren Gümüş, avuçlayarak ya da döke saça olsa da kendi başına yemeği öğrenmesi gerektiğini söylüyor.

Ailelere tutarlı olmaları, bebeğin iştahı yoksa yediği kadarla kalmaları tavsiyesinde bulunan Sevil Gümüş, "Bizim toplumumuzda sağlıklı olmasının kilolu olmasına bağlı olduğu düşünülüyor. Bebek azıcık kilo verdiğinde anneler telaş yapıyor ve zorla yemek yedirmeye çalışıyor." diyor: "Yemek istemiyorsa bu şekilde zorla yedirmemek gerek. Gelmiyorsa da tamam sen bilirsin demeli. Arada abur cubur veriliyor. Bakkal dükkanı gibi dolaplar oluyor. Çocuk orada bisküvi çikolatanın olduğunu biliyor ve acıktığında yemek saatini beklemeden oradan yiyor ve iştahı kesiliyor."

zaman
Başlık: Yeni doğan bebeği annesinin yanında mı tutmalı? Yoksa bebek odalarına mı götürm
Gönderen: Lika - 09 Aralık 2009, 02:19:31
Anne-Baba: Yeni doğan bebeği annesinin yanında mı tutmalı? Yoksa bebek odalarına mı götürmeli?

Dr. Sefa Saygılı: Bazı doğumevlerinde bebekler, hastalık kapmasınlar diye, annelerinden uzak, bebek odalarında tutulurlar. Oysa bunun tam tersi doğrudur. Bebek, annesinden aldığı antikorlarla dışarıdan gelecek mikroplara karşı savaşmanın yanında, bebek odalarında bulamayacağı özel ilgi ve sevgiyi annesinden görür.

Annesinin yanında yatan bebek, vücut ısısını, metabolizmasını, hormon ve enzim seviyesini, kalp ritmini ve nefes alış verişini dengeler. Anne ve bebeğin birbirinden ayrılması fiziksel yoksunluklara ve duygusal boşluğa sebep olur.

Çünkü anne-bebek ilişkisi karşılıklı, iç içe ve büyülüdür. Bebeğin ağlaması, yeryüzünde bebekler için en iyi besin olan anne sütünü tetikler. Doğumdan sonra emzirmek, plasentanın atılmasına yardımcı olur. Ayrıca bebeğin bakışları ve dokunuşu annelik için gerekli duygu ve melekelerin oluşmasını sağlar.

Bebekler, annelerinin sesini duymalı, kokusunu hissetmeli, uyku düzenini ve yüz ifadelerini öğrenmelidir. Annelerinin iyi ve sağlıklı olduğunu, yanında bulunduğunu görünce kendine güvenleri artar, daha huzurlu ve mutlu olurlar.

Gülistan Dergisi
Başlık: Ynt: Bebek Bakımı-Sağlığı
Gönderen: Lika - 09 Aralık 2009, 02:23:16
Anne-Baba: 3 yaşındaki oğlum yeni doğan kardeşine vurmaya kalktı. Nasıl davranmalıyım?

Dr. Sefa Saygılı: Bebeğe vurmasının, asla izin verilmeyerek bir davranış olduğunu ısrarla ona anlatalım. Bebeğin canını acıttığını, ailede başka hiç kimsenin böyle yapmadığını söyleyelim. Çok ciddi olduğumuzu belli edelim, fakat sakinliği elden bırakmayalım. Ancak böyle kararlı, sert bir tavır takınırsak şiddet olayları sona erer.

Çocuğumuzun bu şiddet dolu davranışlarındaki amacı dikkatimizi çekmektir. Bu sebeple “Tamam, seni anlıyorum, sinirlendin demek. Gel, seninle oynayalım” şeklinde bir tepki gösterirsek, bu tip davranışlarını teşvik etmiş oluruz.

Ona sevgi ve özen gösterelim, ama daha sonra.

Gülistan Dergisi
Başlık: Bebeğiniz çok ağlıyor ve gaz sancısı çekiyorsa süt alerjisi olabilir
Gönderen: İsra - 03 Ocak 2010, 03:16:04
Yenidoğan bebeğiniz sürekli ağlıyor, gaz sancısı nedeniyle sıkıntılı anlar yaşıyor ve kilo alamıyorsa onun bu durumunu durup değerlendirmeniz gerekiyor.

Çünkü bebeklerin hemen hemen hepsinde görülebilen bu belirtiler bazen süt alerjisinin göstergesi olabiliyor. Memorial Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları bölümünden Uz. Dr. Gökçe Günbey, anne sütü alan bebeklerde de inek sütü alerjisi görülebileceğini söyledi.

Gökçe Günbey alerjinin, anne sütü ile beslenen bebeklerde annenin tükettiği süt ve süt ürünlerinin emzirme yolu ile bebeğe geçerek alerjiye yol açtığını belirtti. Ayrıca çoğu hazır mamanın inek sütü proteinlerini içermesi de alerjiye yol açabilir.

Anne, sütlü gıdalardan uzak durmalı

Annelerin bebeklerinin bu rahatsızlıkları sırasında anne sütünü vermeye devam etmeleri gerektiğini ifade eden Günbey, yalnız annelerin süt ve sütlü ürünlerle beslenmeyi kesmelerini istedi. Bu durumda anne, kalsiyum eksikliğinden korunmak için medikal destek almalı.

İnek sütü alerjisi olan bebeklerde soya proteini ve keçi sütü alerjisi de birlikte olabileceğinden annenin diyetinden bu grup ürünler de çıkarılmalı. Süt birçok hazır gıda maddesinde bulunduğundan satın alınırken ürün etiketi dikkatlice okunmalı. İçinde kazein, kazeinat, sodyum ve/veya kalsiyum kazeinat ve laktalbumin olan gıdalardan uzak durulmalı.

Belirtiler bazen daha geç çıkabilir

Süt alerjisinin belirtileri bebeğe ve alerjinin ağırlık derecesine göre değişkenlik gösterir. Klinik bulgular genellikle ilk 6 ayda başlamakla birlikte, bazen daha geç yaşlarda da ortaya çıkabilmekte. Belli başlı belirtiler şunlardır:

İlk aylarda aşırı ağlama ve ciddi gaz sancısı.

Beslenme sonrası kusmalar ve buna bağlı olarak kilo alamama.

Kanlı ve sümüksü dışkılama ve bazen de kabızlık.

Ciltte egzama tarzında kızarık ve kaşıntılı deri döküntüleri.

Geçmeyen bir hırıltı, öksürük, burun tıkanıklığı.

Tekrar eden bronşit ve/veya bronşiolit atakları.

Anafilaksi (çok nadirdir, inek sütü proteini alımından hemen sonra (en geç ilk 1 saat içinde) gelişir. Deri döküntüsü, yüzde, dil ve ağızda şişme, solunum yollarında gelişen ödeme bağlı olarak ortaya çıkan nefes almada güçlük ve tansiyonda düşme ile birlikte görülen bir şok tablosudur. Tedavi edilmediğinde ölümcüldür.)

zaman
Başlık: Bebeğiniz üstün zekalı olabilir!
Gönderen: Lika - 20 Şubat 2010, 19:48:25
Eğer bebeğiniz atak, az uyuyor ise endişe etmeyin. Çünkü bebeğiniz üstün zekalı olabilir...

Atatürk Üniversitesi‘nden Doç. Dr. Hüseyin Kotaman zeka testlerinden 120- 130 ve yukarı puan alan çocuklara üstün zekalı denildiğini ifade ederek, "Bu çocuklar bebeklik döneminde alışılmışın dışında duyarlı, atak, uykuya az ihtiyaç duyan ve hızlı öğrenen özelliklere sahip oluyor" dedi. Bu çocukların gözlem, anne-baba bilgileri, görüşmeler, akran bilgileri ve standart testler ile belirlendiğini anlatan Kotaman, "Bu çocuklar yüksek amaç ve ideallere sahipler. Eğitilmedikleri takdirde zararlı hale de gelebilirler" şeklinde konuştu.

Kaynak: Bugün
Başlık: Bebeğinize bu işkenceleri yapmayın
Gönderen: İsra - 12 Mart 2010, 20:35:36
İleride teri kokmasın diye yeni doğan bebeği tuzlu su ile yıkamak, sarılık olmasın diye sarı giydirmek, göbek kordonunu evde saklamak, gözü tok olsun diye yarı kırkında yumurta ve soğan dağıtmak, çocuğun ilk tırnağının baba tarafından kesilmesi ve nazar değmesin diye türlü şeyler yapmak... Bir kısmı kültür tarihinin güzel birer unsuru olsa da birçok gelenek bebeklerin sağlığını tehlikeye atıyor.

Bebeklere dair o kadar çok geleneğimiz var ki...Kültür tarihinin birer öğesi olan bu geleneklerin birçoğu bebek sağlığını olumsuz etkiliyor. Çoğunluğu din ile bağdaştırılan bu geleneklere ilahiyatçılar temkinli yaklaşıyor. Prof. Dr. Nebi Bozkurt, çocuklar için nazar değmesin, ömrü uzun olsun, zeki olsun, bahtı açık olsun diye yapılan birçok davranışın İslam diniyle ilgisi olmadığını söylüyor. Prof. Dr. Nejat Narlı ise birçok âdetin bebek sağlığını olumsuz etkilediğini vurguluyor. Çukurova Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı bölümü hocası Narlı, bu konudan oldukça muzdarip. Çünkü "ileride kokmasın" diye tuzlandığı için birçok bebeğin ölümüne tanık olmuş. Tuzlama, bebeklerin sıvı kaybetmesine ve hatta beyin kanaması geçirmesine sebep oluyormuş.

Bir başka yaygın inanış ise sarı giydirilirse çocukların sarılık olmayacağı. Sarı giydirmekten medet umulduğu için bebekler doktora geç götürülüyor. Geç kalınması çoğu zaman tedavisi imkansız kalıcı hasarlara sebep oluyor. Narlı, bu yanlış kabulün değişmesi gerektiğini söylüyor.

Narlı bu duruma şöyle bir açıklama getiriyor: "Eskiden çocukların önemli bir kısmı yenidoğan döneminde daha bir ayına gelmeden kaybediliyordu. İşte insanlar ölümlere ve yenidoğan dönemindeki hastalıklara karşı yüzyıllardır kendilerine göre mücadele yöntemleri geliştirmiş, şifa aramış. Ama artık tıbbî yöntemler gelişti. Bebek ölümleri azaldı. Bu batıl inanışları bırakmaları gerekiyor." Sanıldığının aksine bu gelenekler sırf Anadolu'da uygulanmıyor. Şehirde yaşayanlar, üst gelir seviyesindekiler, hatta üniversite bitirmiş olanlar bile adettendir deyip batıl inançlardan medet umuyor.

Dinle bir alakası yok

Bebeğin göbeğini toprağa gömmemek, sırtı sağlam olsun, ömrü uzun olsun diye sırtını un çuvalına dayamak ve saçını unlamak, gözü tok olsun diye yarı kırkında yumurta ve soğan dağıtmak, çocuğun ilk tırnağının baba tarafından kesilmesi, bebeğe atleti ters giydirilirse nazar değmeyeceğini düşünmek, bebek beşiğini boşken sallamamak gibi inanışların birçoğu İslam diniyle ilişkilendiriliyor. Hadis bilimci Prof. Dr. Nebi Bozkurt, bunların dinle ilgisinin olmadığını söylüyor. Bozkurt, böyle düşünülmesinin sebebinin Müslüman toplumlarda tüm referanslarını İslam'dan almak isteği olduğunu düşünüyor.

Yaygın olan geleneklerden biri olan tahnik (Yenidoğan bebeğin damağına tatlı bir şeyler, özellikle hurma sürmek) aslında bir sünnet. İmam Malik'in El-Muvatta eserinde Hz. Peygamber'in yeni doğan bir bebeğin ağzına hurma sürdüğünü yazıyor. Bozkurt sahih kaynaklarda geçmeyen ve İslam dinine atfedilen birçok geleneğin hurafeden ibaret olduğunu söylüyor. Bebeğin başına soğan koymak, doğumun 20. gününde soğan dağıtmak gibi. Bunların ayırımının iyi yapılması gerektiğini belirtiyor.

Din psikoloğu Prof. Dr. Ali Köse ise birçok geleneği bir kalemde silmenin çok doğru olmadığını düşünüyor. Çünkü rasyonellik adına reddettiğimiz birçok şeyin sonradan doğru olduğunun fark edildiğini vurguluyor. Köse, birçok geleneğin ise yanlış algılama ve aktarma sebebiyle farklı şekiller aldığını ifade ediyor.

Gülizar Baki
Başlık: Ynt: Bebek Bakımı-Sağlığı
Gönderen: fediş - 12 Mart 2010, 22:04:27
minik mi minik  elleri var
Tatlı mı tatlı çehresi var
Güzel mi güzel gözleri var
Minik kuşum benim Bebeğim
Dünyaya bir geldin
Benim minik Bebeğim
Heyecandan uçtum
Nasıl uçtuğumu bilemezsin

Benim Minik Bebeğim Canımın Bir Parçasısın.
Başlık: 'Uykusu gelince zaten yatar' demeyin
Gönderen: İsra - 05 Nisan 2010, 23:47:50
Vakit gece yarısı, ancak çocuğunuz hâlâ zinde. Yaramazlığını da yapıyor, oyununu da oynuyor. Bu gece uyumayacağı konusunda ısrarlı.

Onun yatağa gitmesini sağlayıcı yöntemler denemek yerine 'Uykusu gelince yatar.' diyen anne babalardansanız yanılıyorsunuz demektir.

Unutmayın ki, uykusuz çocuk mutsuz çocuktur. Anne-baba olarak çocuğunuzu uykuya ikna edecek yöntemleri denemeniz ve bu konuda sabırlı olmanız gerekir. Uyku yalnızca bir dinlenme aracı değildir. Beyin başta olmak üzere tüm organların faaliyetlerini sürdürmesi için çok önemlidir. Uyku esnasında stres hormonları azalırken, büyüme hormonu salınımı artar. Bu sayede uyku sırasında vücut kendini onarır, yeniden yapılandırır, protein sentezi artar ve vücut kendini yeni güne hazırlar.

Düzenli uyuyan çocuğun hafızası güçlenir: Uyku zamanı, sizin dört gözle beklediğiniz soluklanma zamanı olurken, çocuklar için çok daha büyük bir öneme sahiptir. Çocuk uyku sırasında büyümektedir. Ne kadar küçükse, büyüme o kadar hızlı, uyku ihtiyacı da o kadar fazladır. Düzenli uyuyan çocukta büyüme daha hızlıdır. Yine bu çocuklarda öğrenmenin daha net, hafızanın daha güçlü olduğu ortaya konmuştur. Yetersiz uyuyan çocuklarda durum tam tersidir. Yeterince uyuyamayan çocuklarda obezitenin daha sık olduğu saptanmıştır. Bu çocuklarda abur cubur yeme, fazla kalorili içecekler içme ve televizyon ya da bilgisayar karşısında geçirilen süre daha fazladır.

Hiperaktivite ve depresyon riski de en aza iniyor: Bilimsel araştırmalar, okulöncesi çocuklarda düzenli uykunun hiperaktivite, anksiyete ve depresyonu azalttığını göstermiştir. Yine bir haftalık süre içinde 3-4 gün ve fazlası uykunun (bu da gün başına en az 11-12 saat uyku demektir) çocuklar için gerekli olduğunu göstermiştir.

Ergenlik döneminde uyku zamanı genellikle gece yarısından sonraya sarkar ve çocuk az uykuyla yetinmeye başlar. Günlük 7-7,5 saat uykuyla yetinen çocuklarda depresyon eğiliminin daha fazla olduğu kanıtlanmıştır. Bu çocuklarda depresyon sıklığının gece 22.00'den önce yatağa giren çocuklara göre yüzde 42 daha fazla olduğu belirlenmiştir. Ergenlik döneminde ideal uyku zamanı 9 saattir.

Çocuğunuz kendi kendine uykuya dalmayı öğrenmeli: Çocuk; temasla, anne göğsünde beslenerek ya da sallanarak uykuya dalmaya alışmışsa şartlı refleks oluşacaktır. Her uyandığında uyumak için zorunlu hale gelen bu şartların varlığını isteyecektir. Böylece anne ya da bakıcı için uykusuz geceler başlayacaktır. Bu nedenle bebeklik döneminde geliştirilen uyku alışkanlığı konusunda ailenin, çocukları ve kendi çıkarları açısından çocukların bağımsız uykuya dalabilme alışkanlığını oturtmaları gerekir. Çocuklarda genellikle ayrılık anksiyetesi söz konusudur. Çocuklar gece uyandıklarında gerçek ile rüya arasındaki ayrımı kavrayabilmek için daha uzun süreye ihtiyaç duyar.

Beslenme alışkanlığı uyku düzenini etkiler: Uyku üzerinde beslenme ile ilgili bazı etkenler de söz konusudur. Gece yarısı kan şekerinin düşmesi uyanmaya yol açacaktır. Bu açıdan uyku saatine yakın karbonhidrattan zengin gıdalardan (unlu ve şekerli) kaçınmak gerekir. Gıda alerjileri de kaşıntı, astım ve sindirim problemlerine yol açarak uyku kalitesini bozacaktır. İnek sütü alerjisi olan çocukta inek sütünün diyetten çıkarılması uyku kalitesinde düzelmeler sağlamaktadır.

Ayrıca gıda alerjileri çocuklarda bademcik ve geniz etinin büyümesine yol açarak uyku problemlerine neden olur. Kalsiyum, magnezyum ve B vitaminlerinin (özellikle B6) az alınması gece uyanmalarını artırır. Yatmadan önce alınan kafeinli gıdalar (birçok içecek ve çikolatada boldur) uyarıcı etkisi sebebiyle uykusuzluğa neden olabilir.

Masal ve masaj rahatlatıcı etki yapar: Düzenli bir uyku saati, uyku öncesi masal ve rahatlatıcı bir müzik, gün içerisinde bedensel aktivite için fırsat sağlanması, uyandığında onu bekleyen cazip aktivite ve sürprizler listesi sunmak, çocuğu güven objesi ile baş başa bırakmak (seveceği bir battaniye ya da oyuncağı), badem yağı, papatya ya da lavanta yağı ile masaj yapmak uykuyu çocuk için sevimli hale getirilebilir. Uyumaya gitme zamanı hakkında aile ile çocuk arasında savaş değil barış ortamı yaratmak belki de problemlerin çözümünü sağlayacaktır.

Yatma vakti: 22.00: Tüm çocukluk boyunca uykuya yatma zamanının mutlaka gece 22.00'den önce olması sağlanmalıdır. Bunu sağlamak her zaman çok kolay olmayabilir. Sağlıklı uyku alışkanlığının oturtulması erken bebeklik döneminden itibaren başlatılmalıdır.

zaman
Başlık: Ağlayan bebekleri bekleyen büyük tehlike
Gönderen: İsra - 27 Nisan 2010, 03:06:08
Çocuk bakım uzmanı, çok fazla ağlayan sıkıntılı bebeklerin ilerleyen yıllarda daha çok problemle karşılaşma riski bulunduğunu söyledi.

The Telegraph'ta yayınlanan habere göre, "Your Baby And Child: From Birth To Age Five" isimli kitabın yazarı Dr. Penelope Leach, uzun süren ağlama periyotlarının bebeğin gelişen beynine zarar verebileceğini ve ileride çocuğun öğrenme problemleriyle karşılaşacağını belirtti.

Doktorun teorisi bebeklerin 20 dakikaya kadar ağlamasına izin veren popüler çocuk yetiştirme inancına zıt bir düşüncedir. Uzun süre ağlamaya bırakılan bebeğin en sonunda uyuyacağını söyleyen Leach, "Bebek tek başına mutlu bir şekilde uyumayı öğrenmeyecek. Ağlamaktan bitkin düştüğü ve yardım geleceği umudunu kaybettiği için uyuyacak" dedi.

Ayrıca, uzun süren ağlamanın stres hormonu olan kortizolun üretimini artıracağını belirten Dr. Leach, fazla kortizolun bebeğin beynine zarar verebileceğini kaydetti.

Leach, bunun bebeğin asla ağlamayacağı anlamına gelmediğini ifade ederek, "Tüm bebekler ağlar, hatta bazen diğer bebeklerden daha fazla ağlar. Ancak bebeğiniz ağladığında onun yanına gidin, tepkisiz kalmayın" diye konuştu.

zaman
Başlık: Bebeklerde D vitamini önemi
Gönderen: Lika - 10 Mayıs 2010, 18:12:27
Hayatın ilk haftasından itibaren beslenme tarzı ne olursa olsun (formüla veya anne sütü fark etmez) tüm bebeklere en az bir yaşına kadar, tercihen 3 yaşına kadar günde 3 damla D vitamini uygulanmalıdır.

D vitamini eksikliği ülkemiz açısından önemli bir problem. Bu eksikliğin oluşmaması için kampanyaların düzenleniyor. Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ahmet Özen, “Hayatın ilk haftasından itibaren beslenme tarzı ne olursa olsun (Formüla veya anne sütü fark etmez) tüm bebeklere en az bir yaşına kadar, tercihen 3 yaşına kadar 400 ünite/gün D vitamini (günde 3 damla D vitamini) uygulanmalıdır.” diyerek D vitamininin önemini vurguluyor.

Bebeklere hangi aydan itibaren D vitamini verilmelidir?

Ülkemizde maternal D vitamini eksikliği önemli bir problemdir. Bu nedenle hayatın ilk haftasından itibaren beslenme tarzı ne olursa olsun (Formüla veya anne sütü fark etmez) tüm bebeklere en az bir yaşına kadar, tercihen 3 yaşına kadar 400 ünite/gün D vitamini (günde 3 damla D vitamini) uygulanmalıdır. Bu dozdaki D vitamini günde bir kez 3 damla olmak üzere yıl boyunca sürekli verilmelidir.

Neden D vitamini vermek gerekmektedir?

Sütçocuğu döneminde bebeklerin ana besin kaynağı anne sütüdür. anne sütünün 1 litresinde 12-60 IU D vitamini bulunmakta ve bu miktar bebeklerin günlük 400 IU olan gereksiniminı karşılamamaktadır. Benzer şekilde bu dönemdeki bebeklerin aldığı diğer besinlerde de D vitamini yetersizdir. Bu durumda bebeklik döneminden itibaren güneş ışınları yoluyla D vitamin sentezi veya dışarıdan D vitamini desteği en önemli D vitamini kaynağı olmaktadır.

D Vitamini eksikliği neden olur?

Bebeklerde D vitamini kaynakları plasental geçiş, anne sütü ve güneş ışığı yoluyla derideki sentezdir. Yaşamın ilk sekiz haftasında bebeklerin D vitamini düzeyleri annelerinki ile paralellik göstermekte, sonraki aylarda ise güneş ışığı daha belirleyici olmaktadır. Erken bebeklik dönemindeki D vitamini yetersizliği açısından en önemli risk faktörü annede D vitamini yetersizliği olmasıdır. Bebeklerin bir diğer D vitamini kaynağı olan anne sütünde bulunan D vitamini miktarı bebeklerin günlük gereksinimini karşılamamaktadır.

Bu durumda bebeklik döneminden itibaren güneş ışınları yoluyla vücutta D vitamini sentezi veya dışarıdan D vitamini desteği verilmesi en önemli D vitamini kaynağı olmaktadır. Ülkemizdeki gözlemler de ailelerin özellikle kışın çocuklarını ev dışına çıkarmaması ve kundak gibi güneş ışıklarıyla karşılaşmayı önleyen giyim şeklini tercih ettiğini ve bunun da D vitamini eksikliği riskini artırdığını göstermektedir. Güneş ışığıyla yetersiz karşılaşmanın yanında, beslenme yetersizliği, prematürite (miadından önce doğum), çok uzun süre anne sütü verilmesi, beslenme desteğinin yetersiz olması, düşük sosyoekonomik düzey ve annenin eğitim yetersizliği bebeklik döneminde D vitamini yetersizliği için risk oluşturmaktadır.

D vitamini eksikliğinin yol açtığı komplikasyonlar nelerdir?

Aktif D vitaminin temel görevi barsaklardan kalsiyum ve fosfor emilimini sağlayarak vücudun kalsiyum/fosfor dengesini korumaktır. D Vitamini yetersizliği çocuklarda raşitizme erişkinlerde ise osteomalaziye yol açmaktadır. Raşitizme yol açacak kadar şiddetli olmayan D vitamini yetersizliğinde aktif raşitizm bulguları olmasa bile bu yetersizliğin olumsuz sonuçları oluşmaktadır. Bu durumda kemik yapım-yıkım hızında artma, osteoporoz, hafif osteomalazi ve kalça veya diğer kemiklerdeki kırık olasılığında artma gibi bulgular gözlenebilmektedir. Bütün bunların yanı sıra, son yıllarda D vitamini yetersizliğinin şeker hastalığı, koroner kalp hastalığı ve tüberküloz için hazırlayıcı risk faktörü olabileceği ileri sürülmektedir.

Dışarıdan D vitamini almaksızın sadece güneş ışığından faydalanmak mümkün müdür?

Hiç kuşku yok ki D vitamini yetersizliğini önlemenin en fizyolojik yolu anne ve bebeklerin yeterli güneş görmesidir. Bununla birlikte dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır. Örneğin güneş koruyucu kremlerin D vitamini sentezini %97 oranında azalttığı ve camdan geçerek gelen güneş ışınlarının sentez için uygun olmadığı bilinmektedir. Düşük D vitamini düzeyine sahip annelerin yaşam şekilleri (ev içinde daha çok zaman geçirmek, kültürel nedenlerle çocukların ev dışına çıkarılmaması, evlerin balkonsuz olması veya güneş ışınlarını engelleyen sık apartmanlı mahallelerde yaşamak gibi) bebeklerinin de yetersiz güneş görmesine neden olmaktadır. Bu faktörlere kentsel hava kirliliği nedeniyle yeryüzüne ulaşan ultraviyole ışınlarının D vitamini sentezini sağlayacak dalga boyunda olmaması eklenmektedir.

Ülkemizdeki gözlemler de ailelerin özellikle kışın çocuklarını ev dışına çıkarmaması ve güneş ışınlarıyla karşılaşmayı önleyen giyim şeklini tercih etmesinin rikets riskini artırdığını göstermektedir.Bu nedenle bütün bebeklere yaşamın ilk haftasından itibaren D vitamini verilmelidir. Ayrıca yeterli güneş görmeyen veya D vitamini yetersizliği bakımından riskli bir yaşam şekli olan annelere gebeliklerinin son üç ayında D vitamini verilmelidir.

Güneşten en iyi faydayı sağlamak için ne yapmak gerekir?

Bütün hamile kadınların ve bebeklerin günde 10-15 dakika süre ile öğle saatleri dışında güneşe çıkartılması desteklenmelidir. Çocuklar güneşlendirilirken doğrudan güneş ışınlarına temas etmesi gereklidir ve camdan geçerek gelen ışığın D vitamini sentezi bakımından bir yararı olmadığı bilinmektedir. Güneşlendirme sırasında çocuğun başında şapka olması ve kol-bacakların çıplak olması gereklidir.


Prof.Dr.Tanju YILDÖN
İç Hastalıkları Uzmanı

haber7
Başlık: Ynt: Bebek Bakımı-Sağlığı
Gönderen: gülçiçek - 10 Mayıs 2010, 18:53:21
teşekkürler
Başlık: Bebeğin ilk 6 yılı hayatını belirler
Gönderen: İsra - 12 Haziran 2010, 04:16:34
0-6 yaş arası, çocuk gelişiminin hızla yönlendiği kritik yıllardır. Bu dönemde anne-babaya düşen ilk görev, çocuğu kendine özgü dünyası olan bir birey olarak kabul edebilmektir.

Çocuğunuzla günde 4 kere her biri 20 dakika sürecek şekilde bire bir iletişim kurmanız gelişimi açısından çok önemlidir.

Çocukların ilk 6 yılı çok önemlidir. Temel bilgi ve becerileri bu yıllarda kazanırlar, birey olarak gelişmeye bu dönemde başlarlar. Böyle bir dönemde anne-babaya düşen ilk görev, çocuğu kendine özgü dünyası olan ve kendine ait gelişim basamaklarına sahip bir birey olarak kabul edebilmektir.

Özellikle çocuklar yaşamlarının ilk 2 yılında çok hızlı büyürler. Motor gelişim, kaba ve ince motor olarak ikiye ayrılır. Kaba motor gelişim, vücudun gövde, kol ve bacak hareketlerini kontrol eden büyük kaslarının işlevsellik kazanması anlamına gelir. İnce motor gelişimi ise el ve parmak hareketleri gibi daha küçük ve ince hareketleri içerir. Kaba motor gelişiminde ilk kontrol etmeye başladıkları organ başları olur ve gelişim ayaklara doğru devam eder. Bu sıralama asla değişmese de kaba motor gelişiminin başlangıcı çocuktan çocuğa farklılık gösterir.

Bebeğiniz büyürken dikkat etmeniz gerekenler

Yenidoğan bebek, görme alanındaki parlak cisimleri fark eder, gözleri ışığa duyarlıdır, sesleri duyar.

1 aylık bir bebeğin yüze odaklanması, göz teması kurması önemlidir.

1-2 ay arasında gülümseyecek ve agulayacaktır.

3 aylık bir bebeğin artık baş kontrolü tam olmalıdır, yüzükoyun pozisyonda iken başını 90 derecelik açı oluşturacak şekilde kaldırabilir, mutlu bir şekilde gözlerinin içi parlayarak gülümsemeye ve onu kucakladığınızda cıvıldamaya benzer sesler çıkarmaya başlar.

Göz hizasında 15 cm uzaklıkta ve hareket halindeki objeyi takip etmesi gerekir.

4-6 ay arasında çıngırak tutacak, sonra elden ele aktarabilecek ve dönmeye başlayacaktır.

6. ayında destekli, 7. ayında ise desteksiz oturmalıdır. Zamanında doğan bir bebek 3. ayda başını tutamıyor ya da 9. ayda desteksiz oturamıyorsa ayrıntılı değerlendirme gerektirir.

Motor gelişim çocuktan çocuğa farklı zamanlarda ve farklı biçimlerde görülebilir. Birçok bebek elleri ve dizlerini sırayla hareket ettirerek emeklerken, bazı çocuklar sadece kollarını kullanarak, bazıları yarı oturur pozisyonda ilerler. Hatta bazı çocuklar hiç emeklemeden doğrudan sıralamaya başlarlar.

Yardımsız yürüme 10-18. aylarda olmaktadır. Eğer 18. ayda çocuğunuz hâlâ yürümüyorsa değerlendirilmesi gerekir. Dil gelişimi bilişsel gelişiminin bir parçasıdır.

Yeni doğan bebeğin başlıca sesli iletişimi ağlamadır. Agulamadan sonra 4-8. aylarda basit heceler söylemeye başlarlar: ma, de, bo gibi heceler... 6. ayda aynı heceyi tekrar ederek anlamsız sesler çıkarırlar: dedede gibi. Çocuğunuz 1 yaşında iken ilk adımlarını atmaya başladığında ilk sözcüklerini de söyleyecektir.

2 yaşında 2 kelimeli cümle kurması beklenir, 2,5-3 yaşında konuşmuyorsa mutlaka tetkik edilmelidir.

Doğumdan itibaren çocuğunuzla günde 4 kere her biri 20 dakika sürecek şekilde bire bir iletişim kurmanız gelişimi açısından çok önemlidir.

Yenidoğan, nesneleri içgüdüsel olarak parmaklarıyla kavrasa da 4. aya kadar istemli bir şekilde nesneleri tutması neredeyse imkânsızdır.

Emeklemeyi öğrenen çocuğunuzun ince motor becerileri de gelişir ve pekişir.

Bebeğiniz zamanla eşyaları parmaklarını kullanarak kavrar. 1. yaşındaki bir bebek parmağıyla işaret edebilir, nesneleri tutup kaldırabilir, kendi isteğiyle bırakabilir.

1 yaşındaki bir çocuğun işaret dilini kullanmaması ayrıntılı değerlendirme gerektirir. Bu yaştaki bir çocuk nesneleri birbirine vurmaktan ve kapların içine koyup çıkarmaktan hoşlanır. 2 yaşındaki çocuklar elleriyle bir şeyler yaratmaktan hoşlanırlar, bir yerleri karalarlar, oyuncaklarla kule yaparlar.

Oyuncaklar çocukların yeni beceriler öğrenmesine ve geliştirmesine yardımcı olur, ama gelişimin diğer bağlantılarını da unutmamak gerekir. Bir oyuncak tek başına çocuğunuzu geliştirmez. Hiçbir oyuncak, çocuklarla ebeveynlerin birlikte kaliteli zaman geçirmelerinin yerini tutamaz.
 
Memorial Hastanesi

Uz.Dr. Dicle İnanç
Başlık: Anne şefkati, hayata bedel
Gönderen: İsra - 28 Temmuz 2010, 00:39:51
Annenin doğumdan sonraki ilk aylarda bebeğine gösterdiği şefkat, bebeğin yetişkin hale geldiğinde sorunlarla daha iyi başa çıkmasını sağlıyor, stres ve hastalıklardan koruyor.

ABD'nin Rhode Island eyaletinde bilim adamları 482 anne ve 8 aylık bebekleri arasındaki bağı araştırdı ve bebekken araştırmaya katılanlar 34 yaşına geldiğinde testlerle bu bağın etkilerini inceledi.

Anne ve 8 aylık bebek arasındaki bağın niteliği psikolog tarafından "olumsuz-aşırı" ölçeğinde değerlendirildi.

10 anne-bebek çiftinden yaklaşık birinde psikolog, annenin bebeğine gösterdiği şefkati "az", çiftlerin yüzde 85'inde "normal", yüzde 6'sında "fazla" buldu.

Bebekken araştırmaya katılanlar, 34 yaşına geldiğinde tekrar teste tabi tutuldu. 8 aylıkken annesinin fazla şefkat gösterdiği kişilerin kaygı, stres ve saldırganlık düzeyinin diğerlerinden az olduğu görüldü. Ayrıca bu kişilerin kalp-damar hastalıklarına daha az yakalandığı ve hayatla daha iyi mücadele edebildiği belirlendi.

Hayattaki ilk deneyimlerin bile yetişkinlik dönemini etkileyebildiğini doğrulayan bilim adamları, hatırlanmayan bebeklik anılarının ileride kişiyi hayata karşı daha dayanıklı ya da hassas hale getirebildiğini vurguladı.

Bilim adamları, bu konuda yapılan diğer araştırmalardan farklı olarak, araştırmanın çocukluk anılarını değil, bebeğin hayattaki ilk anlarını temel aldığına dikkati çekti.

aa
Başlık: Bebeklerle bebekçe konuşmayın!
Gönderen: İsra - 16 Ekim 2010, 03:28:36
Bazı çocuklar çok geç konuşmaya başlar, bazıları erkenden bülbül gibi şakır. Bu dönemlerde kelimeleri tam çıkaramadıkları için bebekçe bir şeyler anlatmaya gayret ederler.

Ebeveynler ise bebeklerine karşı hissettikleri sevgiyi ifade ederken onlarla bebek gibi konuşmayı yeğler. Ancak uzmanlar, bunun doğru olmadığını söylüyor.

Ebeveynler bebeklerine karşı hissettikleri sevgiyi ifade ederken bazen bebeksi konuşmayı yeğlerler. Çocuğunuzla bebeksi konuşmak yerine onunla doğal şekilde konuşmaya özen gösterin.

Onun çıkardığı sesleri taklit edin. Bebeğinizin söylediği "ba ba" "de de" gibi sesleri içeren cümleler kurun; "Ba-ba seni seviyor", "De-de geldi" gibi. Çocuğunuzun "anne" yerine "ani", "baba" yerine "papa" gibi eksik söylediği kelimeleri aynen tekrarlamak yerine, bu temel kelimeleri doğru telaffuz ederek ona model olun.

Bazı çocuklar iletişim kurarken konuşmak yerine beden dilini kullanmayı tercih ederler. Örneğin su içmek isteyen bir çocuk "su" demek yerine parmağınla bardağı işaret eder. Anne-babalar ise onların beden dilini ustaca çözerek isteklerini yerine getirirler. Bu durumda çocuk konuşmak için çaba göstermekten vazgeçer.

0-2 yaş arasındaki çocuğun dil gelişimini desteklemek için neler yapılmalı?

Bebeğinizin gözlerinin içine bakarak ve gülümseyerek onunla konuşun. Onu ismi ile çağırın. Yatağın üzerine bebeğin göz teması kurabileceği, renkli, farklı sesler çıkaran hareketli oyuncaklar asın. Seslere yönelmesi, hareketleri izlemesi için yönlendirin. Dördüncü aydan sonra oyuncağa uzanması ve dokunması için destekleyin. 3-4. aydan itibaren bebeğinizi kucağınıza alarak ayna karşısına geçin.

Ona ismi ile seslenin, çıkardığı sesleri tekrar ederek sizinle iletişim kurmasına fırsat verin. Bebeğinizi olabildiğince çok aile görüşmelerine dahil edin. Akşam yemeğinde masada diğerlerinin konuşmalarını dinleyerek çok sayıda kelime öğrenir. 12. aydan itibaren çocuğunuzun eline orta büyüklükte kırılmayan çelik ayna vererek, "Bak benim burnum burada, senin burnun nerede?" şeklinde oyun oynayabilirsiniz.

İlk 2 yıl çocuğunuzu televizyondan uzak tutun. Yapılan araştırmalar 2 yaş öncesinde televizyon izleyen çocukların bilişsel gelişimlerinin olumsuz olarak etkilendiğini, dil gelişimlerinin geciktiğini gösteriyor. Bu dönemde aşırı televizyon izleme ile dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve otizm arasında ilişki olduğunu gösteren pek çok araştırma bulunuyor. Bu nedenle Amerikan Pediatri Akademisi önlem olarak 0-2 yaş çocuklarının televizyon ekranlarından uzak durmaları gerektiğini vurguluyor. Resimli kitaplar okuyun. Sayfaları çevirmesi için fırsat yaratın.

Okuduğunuz hikâyeler hakkında basit sorular sorun. Resim göstererek "Bu ne?" diye sorun. Masal, çocuk şarkıları, ninni dinletin. Radyonuzu açın ve programları değiştirin. Müzik ve haberler bebeğinizin değişik tonlu sesler duymasını sağlayacak, duyduklarına tepki verecektir. Altını değiştirirken yumuşak sesle şarkılar söyleyin. Günlük hayatınızda neler yaptığınız hakkında, bebeğinizin hayatında olan kişiler; abla, abi, büyükanne ve/ veya ev hayvanlarına ilişkin şarkılar yaratarak söylemeyi deneyebilirsiniz.

Bir yaşından itibaren bebeğinize çevresini keşfetmesi için fırsat tanıyın. Etrafındaki insanlara, çocuklara tepki göstermesi için onu cesaretlendirin; gülümsemek, baş baş yapmak gibi... Yaşıtlarıyla zaman geçireceği ortamlarda bulunmasını sağlayın, örneğin oyun alanları gibi. 1,5 yaşından itibaren bebeğinize resim kâğıdı ve boyalar vererek resim yapması için destekleyin. 2 yaşından itibaren bebekler gözledikleri olayları taklit etmeye başlarlar. Bu dönemde çocuğunuzla birlikte günlük yaşantıyla ilgili oyunlar oynayabilirsiniz. Örneğin bebeği yıkama, uyutma, yemek yedirme vb.

Bebekler ilk aylarda doğal sesler çıkarır

Dil gelişimi doğumla başlayan ve yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Çocuklar dünyaya geldikleri günden itibaren çevrelerindeki sesleri algılamaya, sesler çıkarmaya ve anadilin temel yapısını kazanmaya başlar. Bebek ilk bir ayda ağlama, öksürme, hapşırma gibi doğal sesler çıkarır. Birinci ayın sonunda ağlamaları çeşitli durumlara göre farklılaşır. İkinci ve üçüncü aylarda güler, "k" ve "g" gibi ünsüz ve "a", "e", "o" gibi ünsüz harfleri çıkarır. 4-6 aylar arasında ünlü ve ünsüz seslerin sayısında artış gözlenir, altıncı ayın sonuna doğru ünsüz ile ünlü sesleri birleştirir.

Örneğin; -ba, -da, -ma vb. 7-12 aylar arasında ma-ma gibi hece tekrarları gözlenir. Yetişkin konuşmasına benzeyen ancak anlaşılmayan diziler meydana getirir. 11. aydan itibaren anlaşılmayan sesler arasına tek heceli sözcükler yerleştirir. İlk anlamlı sözcükleri telaffuz etmeye başlar. 12-18 aylarda sözcükleri amaçlı olarak kullanır. 3-50 sözcükten oluşan sözcük dağarcığı vardır. Nesneleri ve vücut bölümlerini gösterir. 18-24 aylar arasında basit yönergeleri yerine getirir, nesneleri ve resimleri isimlendirir. Sözcük dağarcığı 50-70 sözcük içerir.

İki yaş sorgu çağıdır

İki yaş çocuğun yürümeye, konuşmaya, kendi benliğini fark etmeye başladığı bir dönemdir. Yaşamın ikinci yılındaki hızlı gelişim çocuğu pek çok açıdan bağımsız hale getirir. Motor yeteneklerle dil becerisinin kazanılmasının çocuğun bağımsızlığındaki etkisi büyüktür. Koşar, tutunarak merdivenleri inip, çıkar. Bu dönemde bildiği 70 veya daha fazla sözcüğü kullanır, iki sözcükten oluşan basit cümleler kurar. Bu evrede çocuk nasıl ve niçin sorularını ısrarla sorar.

Dr. Melda Alantar
Başlık: Ynt: Bebek Bakımı-Sağlığı
Gönderen: Mahi - 31 Ekim 2010, 02:54:51
Faideli paylaşımlar teşekkürler...
Başlık: Ynt: Bebek Bakımı-Sağlığı
Gönderen: mazhar - 23 Temmuz 2012, 18:55:44
Milupa bakterili bebek mamasını toplatıyor

Almanya'nın en büyük bebek maması üreticilerinden Milupa rutin kontroller sırasında içinde bakteri olduğu belirlenen bir mamasını toplatma kararı aldı.
Şirketten yapılan açıklamada son kullanma tarihi "11.01.2014" olan "Aptamil pre" adlı bebek sütü serisinde "Cronbacter sakazakii" bakterisine rastlandığı belirtildi. Bakteriye bu mamaların "02.14-05.00" saatleri arasında üretilen bölümünde rastlandığını belirten şirket yetkilileri, ellerindeki verilere göre söz konusu seriden şu ana kadar sadece iki kutu satıldığını belirlediklerini ifade etti.

Milupa'dan yapılan açıklamanın devamında ise halen satışı süren serideki mamaların talimatnameye uygun olarak hazırlanması halinde bebeklerin sağlığına zarar vermeyeceği belirtildi. Ancak pişirme talimatnamesine uymadan hazırlanan mamaların dört ila sekiz haftalık bebeklerde çeşitli enfeksiyon ve iltihaplanmalara yol açabileceğine dikkat çekildi. Bu nedenle serideki bütün kutuların toplatılacağını duyuran Milupa yetkilileri, elinde bu mamalardan bulunan ailelerin ürünü aldıkları yere iade etmeleri halinde satış bedelini geri alabileceğini kaydetti.

Fransız gıda devi Danone bünyesinde yer alan Milupa son olarak bu yılın başında bir ürününü toplatmak zorunda kalmıştı. Toplatılan mamaların ambalajında aksi belirtildiği halde, içeriğinde nişasta ve hububat proteini (gluten) tespit edilmişti. Gluten içeren gıda ürünleri bu maddeye karşı hassasiyeti olan bebeklerde, bir tür sindirim sistemi rahatsızlığı olan çölyak hastalığına sebep olabiliyor.

CİHAN.Haber Vaktim.com
Başlık: Ynt: Bebek Bakımı-Sağlığı
Gönderen: dvrzener - 31 Mart 2023, 23:51:16
Hamilelikte D vitamini eksikliği belirtileri verilmiştir. En kesin çözüm için lütfen doktorunuzdan kan tahlili isteyin.

Vücutta ağrılar yaşanması
Yürümede zorluk
Kemik ağrıması ve sızlaması
Baş ağrısı ve baş dönmesi
Gözaltı morluklarının artması
Halsizlik hissiyatı
Kilo vermede zorlanma
Sürekli üşümek
Aşırı sinir hali ve depresyon belirtileri göstermeye başlama
Kaynak: https://bebegimbuyuyor.com.tr/ (https://bebegimbuyuyor.com.tr/)