Sadakat islami Forum

EĞİTİM, AİLE, KÜLTÜR-SANAT, SAĞLIK => TARİHİ VE KÜLTÜREL DEĞERLERİMİZ => Konuyu başlatan: zaman_1453 - 31 Ekim 2005, 00:52:55

Başlık: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: zaman_1453 - 31 Ekim 2005, 00:52:55
Çağdaşlaşma Yolunda
l930'lu yılların Türkiye’sinin Urla gibi bir Ege şehrinde dahi açlıktan insanların öldüğünü...
Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu bu dönemde, çağdaşlaşma yolunda(!) 75 000 lira gibi büyük paralar ödeyerek heykel yaptırdığımızı (1)

Kendinizi Türklere Emanet Edin
16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi" ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde:
"Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rus'a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler" diyerek nasihat ettiğini …(2)

Talan Edilen Mirasımız
Şanlı Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazinin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç’teki türbesini ulu hakan Abdülhamid Han'ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile, döşettiğini . . .
Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasp edilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını... (3)
             
               
Ecdadımızın Silinmez İzleri
1976 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen'in bir ara söze: "Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisidir" diye başlaması üzerine
Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:"No... Sör... Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlılar'ın 1800.lü yılların sonunda yaptığıdır" diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini ,,(4)

Bitmeyen Osmanlı Sevgisi
Balkanlar'dan Orta Doğu'ya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hala büyük bir hasretle "Osmanlı, Osmanlı " diye sayıkladığını ..
Budapeşte'den gelen bir yazarımıza bir Boşnak,ın'. "Madem ki İstanbul'a gidiyorsun Allah aşkına o şehrin toprağını benim için öp Allah benim canımı İstanbul'u görmeden . alması!" dediğini Trablusgarp'daki ihtiyar Cezayirlilerin , boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktıklarını…(5)

Ağaca Asılan Zekat Parası
Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını
Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:
"Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını..
Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını.... Biliyormuydunuz??
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: EFSuN - 01 Aralık 2005, 19:00:56
Alıntı
Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını
Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:
"Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını..
Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını.... Biliyormuydunuz??


Ecdad halimizi görse.. :cry:
Eskiden camilerin kapısında sadaka taşları varmış. Herkes gücü yettiğince sadakasını buraya bırakırmış. Ama hiç kimse bunu fırsat bilip almazmış.. Belki benden daha çok ihtiyacı olan vardır diye..
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: TuLİP - 09 Şubat 2008, 16:10:29
Sultan II. Mehmed Han'ın İstanbulu fetih niyetini öğrenen Bizans imparatorunun, büyük bir korku ve telaşa kapılıp, buna mani olabilmke için elçiler gönderdiğini... Hz Fatih'in gelen elçilere yaptığı konuşmasında sonunu,

"Benim gücümün eriştiği yere, imparatrunuzun hayelleri bile yetişemez!" diyerek bağladığını
Biliyor muydunuz?

(21 mayıs 2001 fazilet takvimi)
Başlık: Tarihten Bir İbret Sayfası
Gönderen: turab - 29 Nisan 2008, 09:05:39
13 Ocak 1949 tarihli Son Posta gazetesinden ibret veren bir haber;

'İlçemize bağlı Kazmalı Köyünde oturan ve bu civarda Kazmalı Ahmet Efendi diye şöhret alan Bulgarsitan'ın Aydos göçmenlerinden-eski medrese müderrisi- yetmişlik bir zat geçenlerde Allah'ın rahmetine kavuşmuştur.

Gençliğinde talebesine yıllarca Arabi dersi okutan bu değerli zat,halkın okuyabileceği Türkçe kitaplarını,ölümünden önce tanıdıklarına hediye ettikten sonra,binlerce cilt Arapça kitaplarını-köy mezarlığında kendi eliyle kazdığı-derince çukura gömmüştür.
Hastalığında kendisini ziyarete gidenler,kitaplarını göremeyip sorduklarında 'artık onların dilinden anlayan kalmadı.Ölümümden sonra mirasçılarım onları bakkallara kilo ile satar.Tefsir ve hadise dair olan bu müdevvanatın bu suretle yad ellerde sürünmesine gönlüm razı olmadı.

Onun için onları -ayak altında olmayan- mezarlığa defnettim.Senelerce bana arkadaşlık eden bu kıymetli eserlere acımadım değil.Lakin onları büyük kütüphanelere götürecek param yoktu.Gözyaşları içinde onlara veda ettim'demiştir.

Fazilet Takvimi
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Mahi - 11 Mayıs 2008, 09:23:45
Bogaziçi'nde ilk Vapurlar

Şirketi hayriye, 1850 yılında beheri 3bin kuruştan 2 bin hisseli bir şirket olarak, boğaziçinde kayık devri kapanmış oldu. İngilterede Con Robert Vayt fabrikalarına  sipariş edilip ilk gelen 6 adet yandan çarklı vapurun adları şunlardı: Beşiktaş, Rumeli, Tophane, Tarabya, Göksu, Beylerbeyi. Güneş batıktan sonra vapur seferi yasaktı.

Târihî Hakîkatler-1 Çamlıca basım
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Mahi - 11 Mayıs 2008, 09:28:07
Osmanlı tarihinde en kısa zaman sadrazamlık yapan vezir, Sultan Dördüncü Mehmed Han (1648-1687) devrinde, Zurnacı Mustafa Paşa olmuştur. Sadrazamlığı ancak 1 saat sürebildi.

Târihî Hakîkatler-1 Çamlıca basım
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Tuğra - 11 Mayıs 2008, 12:41:17
Süleymaniye camii'nin bir minaresi elmaslı minaredir.Bu muazzam camii yapılırken İran şahı,Kanuni Sultan Süleyman'a bir çekmece dolusu elmas gönderdi.Prası biterse satıp camii tamalansın diye.Koca Sultan Süleyman,İran elçisinin gözü önünde elmasları bu minarenin yapı taşları arasına harcın içine koydurttu.

Bir rivayete göre de ayak yolu üzerindeki harcın içine kattırdı.

Tarihi Hakikatler-1 Çamlıca Basım Yayın
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ber-ceste - 12 Mayıs 2008, 21:06:33
Fatih Sultan Mehmed Han'ın hocası Akşemseddin Hz.'leri, hastalıkların sebeplerini araştıran hekimlerimizin başında gelmektedir. Hastalıklara sebep olan mikrobun varlığını dünyada ilk defa keşfeden odur. Ma-i Kibrit-i Şerif eserinde 33 hastalığa iyi gelen ilaçlardan bahsetmektedir.

Fatih Sultan Mehmed Han'ın kızı hasta olmuştu. Doktorlar tedaviden ümitlerini kesmişlerdi. Son çare olarak Akşemseddin Hz.'lerine müracat ettiler. Yaptığı ilaçtan Sultan'ın kızı şifa buldu. 1

1Enisi, Menakib-i Akşemseddin, Sül. Ktb. Hacı Mahmud Ks. nr. 4666

Târihî Hakîkatler-1 Çamlıca basım
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 12 Mayıs 2008, 21:19:31
         Tanzimat devrinin ileri gelenlerinden Ali Paşa Hariciye nazırı bulunduğu sırada Hidiv İsmail Paşa kendisine altın kınlı ve sapı değerli taşlarla süslü bir kılıç hediye etmişti. Ancak Gümrük Emini Kani Paşa, gümrüğü ödenmeden bunun yurda sokulamayacağını bildirdi. Ali Paşa birkaçkez pusula yazıp kılıcın gümrüksüz girmesini istediyse de Kani paşa bu ısrarlara aldırış etmeden kararında devam etti. Ali Paşa'nın ısrarına karşı Kani Paşa:

       "Efendim, eşyanın gümrükten çıkarılmasından evvel gümrük vergisinin verilmesi icap ettiğine dair talimatı ve ücret tarifelerini ben değil siz hazırladınız... Şimdi de kendi hazırladığınız talimatı kendiniz bozmak istersiniz... Madem ki riayet edilmeyecekti, zahmet edip niye hazırladınız ve tatbikata koydunuz?"

        Kani Paşa'nın bu haklı itirazı üzerine ali paşa gümrük vergisini ödedi ve böylece kılıca sahip oldu.

Târihî Hakîkatler-1 Çamlıca basım
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Mahi - 13 Mayıs 2008, 20:12:10
Haliç'te Defterdar Camii'ni Nazlı Mahmud efendi yaptırdı. Namlı bir hattat ve katip olan bu zât câminin minare külahı üzerine pirinçten bir hokka ve kalem koydurtmuştu. Kalemi düşmüş; fakat hokkası günümüze kadar gelmiştir.


Târihî Hakîkatler-1 Çamlıca basım
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 13 Mayıs 2008, 20:33:39


       Bir zamanlar büyük nüfuz kazanan meşhur Halet Efendi, Zalimliği ve insafsızlığı ile tanınmıştı. Bir ara şehirde tehlikeli dedikodular dolaşmaya başladı. Halet Efendi bunun çaresinin halka gözdağı vermek olduğunu ileri sürerek şöyle dedi.

        "Mesela Okçularbaşı'ndaki berberin başı kesilsin, herkese korku ve dehşet gelip dillerini tutarlar ve dedikodular kesilir!.

       Meclisinde hazır bulunanlardan biri:
         
         "Aman efendim, o benim berberimdir, diye itiraz edince Halet efendi soğukkanlılıkla şu cevabı verdi:
   
         "Canım, illede ona mahsus değil ya... O olmazsa öte baştaki berberin kafası kesilsin..."

        Halet Efendi, sonunda zalimlikleri neticesinde idam olunmuştur.
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Mahi - 15 Mayıs 2008, 13:08:09
Sultan İkinci Abdulhamid Han devrinde Haliç sandalcılarından Hasköylü Salih 15 defa deniz kazası geçirmişti. Bunlardan hepsinde ölümden güç de olsa kurtuşmuştu. Bir gün Eyüp'te kahvede su içerken boğuldu.


Târihî Hakîkatler-1 Çamlıca basım
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 15 Mayıs 2008, 13:16:53
                                               MİSYONERLERİN GAYESİ
         Osmanlı Devletinin yıkılmasında misyonerlerin rolü çok büyüktür. Yıkılış devrinde, misyonerler, faaliyetlerini iki noktada toplamışlar:
          Devletin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermeni, Rum, Bulgar vs. gayr-i Müslim unsurların çocuklarını, açtıkları mekteplerde okutmuşlar ve onlara kendi milliyetçiliklerini aşılayarak, Osmanlı Devleti’ne karşı isyanlar hazırlamalarına sebep olmuşlardı. Bir taraftan memleket içindeki çeşitli unsurların aralarına tefrika ve nifak tohumları ekerken; öte yandan Avrupa ve Amerika kamuoyunu, Türkiye’nin aleyhine kışkırtıyor; kendi tahrikleriyle kopan isyanların bastırılmasını, “Türkler Hıristiyan ahaliyi kesiyor!” şeklinde propaganda vesilesi yaparak, batı âlemini aleyhimize karar almak üzere harekete getirmeye çalışıyorlardı. Bundan bir asır öncesine kadar, Türk nüfusunun ekseriyette bulunduğu Tuna vilayetimizde, sakin bir hayat süren Bulgarların isyan etmelerine ve Avrupa Devletlerinin yardımıyla muhtariyet ve bilahare istiklal kazanmalarına en fazla hizmet eden müessese, İstanbul’da Protestan misyonerleri tarafından işletilen Robert Koleji isimli mektepti. Tuna Türklüğünün mahvına, Müslüman Rumeli’nin elimizden çıkmasına ve oradaki Müslümanların barbarca katledilmesine,  geride kalanların ise hala zulmedilmesine, Bulgar yapılmak için zorlanmalarına, hep misyonerlerin ektikleri zehirli nifak tohumları sebep olmuştur.
         Osmanlı Devletine bağlı Arap memleketlerinde yaşayan Hıristiyan Azap azınlıklara da Beyrut’taki Katolik – Fransız ve Protestan –  Amerikan üniversitelerindeki misyonerler, Arap milliyetçiliği aşılayarak, Araplar arasında ayrılma ve parçalanma temayüllerini körüklemişlerdi. Yemen’de 1905’de ve daha sonra çıkan isyan hareketlerinde de mühim bir rol oynamışlardı.
          Misyonerler ilk hamle de Müslüman Türkleri doğrudan doğruya Hıristiyan yapamayacaklarını bildiklerinden, onların genç nesillerini dinsiz olarak yetiştirmek, bu durumdan doğan maneviyat buhranına çare Hıristiyanlığı takdim etmek istiyorlar. Misyonerlerin bu siyasetini şu tabirle açıklamak yerinde olur: “Ağaç, sapı kendi dallarından yapılan bir baltayla kesilir.” Onların nazarında ideal Türk münevveri, Tevfik Fikret’in oğlu Haluk’tur. Bilindiği üzere, babasının fikirleriyle yetişen ve tahsilin bir misyoner mektebinde yapan Haluk, dinini ve tabiiyetini değiştirerek bir Protestan papazı olmuş Amerika’ya yerleşerek milletini ve vatanını inkâr etmiştir.   

Tarihi Hakikatler – 1 Çamlıca Basım s. 67–68–69
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Mahi - 16 Mayıs 2008, 11:56:37
Eskiden erkeğin yüzünde bıyığın da sakalın da ehemmiyeti büyüktü.Sakal yaşa başa göre bırakılırdı.Sakalı ağarmayan şeyhülislam olamazdı.
İlmiye sınıfına sakal kesmek yasaktı.
Sakalsız yalnızca 2 padişah vardı.Yavuz Sultan Selim han ile Sultan Mehmed Vahidüddin Han.
Şehzadeler padişah olana kadar sakal bırakamazlardı.Tahta geçince son bir sakal traşı olurlar ve bunu merasimle Bab-ı Ali’ye gönderirlerdi.

Sakalla ilgili deyimler de vardı:
- Ben bu sakalı değirmende ağartmadım.
-her gördüğün sakallıyı alim sanma.
-Bu iş kösenin sakalı bittiğinde olur.
-Sakalı ele verdik.
-Ak sakaldan yok sakala gelmek.
-Aşagı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.
-Yalanım varsa şu sakalımı keserim.

Çocukluk çağına atlatmışsa da daha bıyık tüyleri belirmemiş erkek çocuklara " Şab-ı emred" denilirdi. " Şab" genç, "emred" ise tüysüz demektir. Bir erkek çocuğunun, yapısına göre 16-17 yaşlarında, kiminde daha erken bıyık tüylerinin belirmesi " bıyığın terlemesi" denirdi. Böyle olan gençler "terbıyık" diye anılırdı.

"Bıyığını eline almak" gerçekten erkekliğin alametlerindendir.

(Tarihi Hakikatler-1, Çamlıca Basım-Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 16 Mayıs 2008, 14:03:52
Osmanlı padişahlarının 2. Orhan Gazi, sefere gitmediği zamanlar, yaptırdığı imaretde, yoksullara yemeği bizzat kendi eliyle dağıtırdı.

(Tarihi Hakikatler-1, Çamlıca Basım-Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Mahi - 17 Mayıs 2008, 22:04:08
Farsça bir kelime olan " kemankeş" "okçu, ok atmakta usta kişi " demektir. Mete han'ın havada uçarken ıslık çalan bir ok yaptığı tarihlerde kayıtlıdır. Osmanlı padişahları içinde ok atmakta mâhir üç padişah vardır: Sultan Dördüncü Murat Han, Sultan Üçüncü Selim Han, Sultan İkinci Mahmud Han.

(Tarihi Hakikatler-1, Çamlıca Basım-Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Eymen - 20 Mayıs 2008, 21:05:32
Osmanlı hükümdarlarının tuğralarını taşıyan mührün bir vezire verilmesi sadârete getirildiğinin işareti sayılır ve mührün geri alınıı ile de sadrazam azledilmiş olurdu.

(Tarihi Hakikatler-1, Çamlıca Basım-Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 20 Mayıs 2008, 22:22:13
Bir ak sakallı gerek
Sultan ikinci murat han, Varna savaşının ardından harp alanını yaya olarak dolaşmaya çıktı.Türk silahları önünde vurulup  ölenleri gözden geçirirken,bunların hep genç kimseler olduğunu görünce,hayretini saklayamadı.Peşi sıra gelmekte olan beylerden Azep'e dönüp: "Azep!Şol düşman ölüsü içinde hiçbir ak sakallıya raslamadım! Hepside gencecik,hepside taze..."dedi.
Azep şu cevabı verdi: " Beli sultanım!Eğer içlerinde bir ak sakallı olsaydı başlarına bu felaket gelirmiydi?"

(Tarihi Hakikatler-1, Çamlıca Basım-Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 20 Mayıs 2008, 22:24:42
I. Dünya Savaşının başlaması ve Osmanlı Devletinin 1 Kasım 1914'de İtilâf Devletlerine karşı Almanların yanında savaşa girmesi Ermenilerce büyük bir fırsat olarak görülmüştür.
Komitelerin I. Dünya Savaşında faaliyete geçmesinden kuşkulanan Osmanlı Hükümeti. savaş öncesinde, 1914 Ağustosunda Erzurum'da Taşnak yöneticileriyle bir toplantı yapmıştır. Taşnaklar bu toplantıda Osmanlıların savaşa girmesi halinde sadık vatandaşlar olarak Osmanlı orduları safında görevlerini yerine getirecekleri vaadinde bulunmuşlardır. Bu vaatlerini tutmamışlardır, zira bu toplantıdan önce Haziran ayında yine Erzurum da düzenlenen Taşnak Kongresinde Osmanlı Devletine karşı mücadelenin sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.

Taşnak Komitesi örgütüne de şu talimat vermiştir:
"Ruslar sınırı geçtiklerinde ve Osmanlı orduları geri çekilmeye başladıklarında her yerde isyanlar çıkarılmalı, Osmanlı orduları bu suretle iki ateş arasına alınmalıdır. Osmanlı ordularının ilerlemesi halinde ise Ermeni askerler silâhlarıyla birlikte kıtalarını terk edecek ve çeteler teşkil edip Ruslarla birleşeceklerdir."

Osmanlı Meclisinde Van mebusluğu yapan Papazyan ise bir bildiri yayınlayarak, "Ermeni alaylarının hazır bulundurulmasını, yaşadıkları bölgelerdeki kilit noktaları ele geçirmelerini" istemiştir.

Bütün bu emirler fazlasıyla yerine getirilmiş, Rus kuvvetlerinin Osmanlı ve Rus Ermenilerinden kurulmuş gönüllü alayları öncülüğünde Doğu'dan Osmanlı topraklarına girmesiyle birlikte Osmanlı ordularındaki Ermeniler (burada II. Meşrutiyet döneminde çıkarılan bir yasa ile Ermenilerin askere alınmalarının kabul edildiğini hatırlatalım) silahlarıyla firar ederek Rus kuvvetlerine katılmışlar ya da çeteler kurmuşlar, yıllardır Ermeni ve misyoner okul ve kiliselerinde saklanan silâhlar ortaya çıkarılmış, askerlik şubeleri basılarak yeni silahlar sağlanmıştır. Silâhlanan bu çeteler komitelerin “kurtulmak istiyorsan önce komşunu öldür" talimatı üzerine erkekler cephelerde olduğu için savunmasız kalan Türk şehir, kasaba ve köylerine saldırarak katliama girişmişler, Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmuşlar, Osmanlı birliklerinin harekâtını engellemişler, ikmâl yollarını kesmişler, yaralı konvoylarını pusuya düşürmüşler, köprü ve yolları imha etmişler, şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini kolaylaştırmışlardır.

Rus kuvvetleri saflarındaki Ermeni gönüllü alaylarının yaptıkları zulüm o kadar ağır olmuştur ki, Rus komutanlığı bazı Ermeni birliklerini cepheden uzaklaştırarak geri hatlara sevketmek zorunluluğunu hissetmiştir.
Ermeni katliamı yalnızca Türkleri hedef almamış, Trabzon dolaylarındaki Rumlar ve Hakkari dolaylarındaki Musevîler de Ermeni çetelerince katledilmişlerdir. Murad lâkabıyla bilinen Hamparsum Boyacıyan Ermeni çetelerinin başında cephe gerisinde Türk kasaba ve köylerine saldırmakta ve "Ermeni milleti için tehlike teşkil ettiklerinden Türk çocuklarının dahi öldürülmesini" emretmektedir.
Rus kuvvetlerinin Van yönünde harekâta geçmeleri üzerine Van'da geniş çapta bir Ermeni isyanı başlamış, bu isyan sonucu Van Rusların eline düşmüştür.

Osmanlı Hükümeti bu durum karşısında, önce Ermeni Patriği, mebusları ve önde gelenlerini çağırarak Ermenilerin Müslümanları katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını bildirmekle yetinmiş, bu sonuç vermeyince 24 Nisan 1915'de Ermeni komitelerini kapatmış ve yöneticilerinden 235 kişiyi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklamıştır. Dışarıdaki Ermeni toplantılarının her yıl "katliam" yıldönümü diye andıkları 24 Nisan işte bu 235 kişinin tutuklandığı tarihtir.

Osmanlı Hükümeti maruz kaldığı bu büyük iç ve dış tehlikeler nedeniyle benzer tehlikelerle karşılaşan tüm ülkelerin almakta tereddüt göstermeyeceği bir önleme başvurarak, savaş bölgeleri yakınlarındaki Ermenileri daha güneydeki Osmanlı topraklarına, Suriye'ye tehcir etmiştir. Üstelik tehcir bir cezaî işlem değil, güvenlik nedenleriyle belirli bir grubun belirli bir yerde ikamete mecbur edilmesidir. Bu tedbir II. Dünya Savaşında bile bütün devletlerce uygulanmıştır.

Kaldı ki, Osmanlı Hükûmeti Ermenilerin tehcir sırasında zarar görmelerini önlemek için somut bir gayret de göstermiştir. Bu amaçla yayınlanan emirler bunun belirgin kanıtıdır:
"Bahsi geçen kasaba ve köylerde yerleşik ve nakli gereken Ermenilerin yeni yerleşme bölgelerine hareket ettirilmeleri ve yolculukları sırasında rahatları sağlanmalı, canları ve malları korunmalıdır; varışlarından yeni yurtlarına tamamıyla yerleşmelerine kadar iaşeleri mülteci tahsisatlardan karşılanmalıdır: bunlara daha önceki mali durumları ve hali hazır ihtiyaçlarına göre mal ve toprak dağıtılmalıdır; ihtiyaç sahipleri için Hükümet evler yapmalı, alet, teçhizat temin etmelidir. Müslüman ve Ermeni gruplarının karşılıklı katliama girişimlerine yol açacak şekilde yerine getirilmesinden kaçınılmalıdır."

Ermenilerin Doğu Anadolu'daki çarpışmalar ve tehcir sırasında kayıplar verdikleri doğrudur, esasen bunu kimse inkâr etmemektedir. Bir dünya savaşı, bir ayaklanma ve isyan ve bunun sonucu bir tehcir söz konusudur. Savaştan kaynaklanan genel asayişsizlik ortamı ve şahsi kin ve intikam duygulan tehcir edilen kafilelerin birtakım saldırılara uğramasına neden olmuştur. Hükûmet bu durumu elinden geldiğince önlemeye çalışmış ve sorumlu gördüğü kimseleri de cezalandırmıştır.

Ermeni propaganda ve terör odaklarının bugün "XX yüzyılın ilk soykırımı" diye ilân ettikleri olayın aslı işte bundan ibarettir.

Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Mahi - 22 Mayıs 2008, 19:01:16
Sultan Üçüncü Osman Han 1754'te Leh kralına bir nâme göndermişti. Kral, nâmayi almış ve üç kere öperek başının üstüne koymuştu. O sırada kralın yanında bulunan devlet erkânıda derhâl başlarını açarak saygı duruşuna geçmişlerdi.

(Tarihi Hakikatler-1, Çamlıca Basım-Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Eymen - 14 Haziran 2008, 21:23:46

Bugun Ünüversite Kütüphanesi'nde bulunan Fatma Sultan'ın murassa ciltli Mushaf-ı şerif'i kağıt yerine gümüş varak üzerine yazılmıştır.

(Tarihi Hakikatler-1, Çamlıca Basım-Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Eymen - 14 Haziran 2008, 21:25:43
Civelek; tüysüz, genç yeni çerilere verilen isimdir. Bu yeni çeriler, yüzlerinde tüyler çoğalıncaya kadar yüzlerini gizlerlerdi. Tüysüzlük çoçuklukkabul edilirdi.

(Tarihi Hakikatler-1, Çamlıca Basım-Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Mahi - 27 Haziran 2008, 01:01:40
Osmanlılar her sahada dünyaya nümûne olmuşlardır. Binaların yüksekçe bir yerine yağtırılan, taştan, zarif, minyatür köşkler bulunurdu. bunalr kuş ebleri idiler. Hayvana karşı gösterilen himâyenin en güzel misalidir ve bir medeni rûhun eseridir bu kuş evleri...

(Tarihi Hakikatler-1, Çamlıca Basım-Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Mahi - 30 Haziran 2008, 20:13:45
İstanbul'un fethi sırasında esir düşen Bizans askerleri sonradan şehrin tamirinde çalıştırıldılar. Bunlara 6 akçe gündelik verildi. Tamir işlerinin bitiminde, esir askerler, bitirdikleri paralarla hürriyetlerini satın aldılar.

(Tarihi Hakikatler-1, Çamlıca Basım-Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ferzin - 16 Temmuz 2008, 12:28:39
Topkapı sarayı müzesinin silah galerisinde 10412 numarada kayıtlı mermerden bir siklet taşı ve bu taşın üzerinde 4 satırlık manzum bir tarih kitabesi vardır. Bu kitabeden öğrendiğimize göre, sayılı pehlivanlardan olan 4. Sultan Murad Han, bu (80 okka) 102 kilo ağırlığındaki siklet taşını serçe parmağı ile kaldırı, hüner gösterirmiş. Taş üzerindeki kitabe şöyledir;

"Seksen okka bu taşu çün sırça parmağıyla kaldırdı
Kuvvet gösterip Sultan Murad'ı cem gulam
Hak kuvvetin efzun edüp ömrün ziyade eyleye
(Kaldırdı seksen okkayı parmakla) tarihi temam."

Son mısranın parantez içine alınan cümleleri ebced hesabına vurulunca hicri(1042) tarihi çıkar ki, 102 kilo ağırlığındaki bu taşın o vakit padişahın kırdığı bir rekoru gösterdiği için hazineye konduğu anlaşılmaktadır.

F.T.
10-Ocak-1982
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ferzin - 17 Temmuz 2008, 00:37:32
Sultan Abdülaziz'in Fransa'yı ziyaretinde 3. Napolyon, bir adıda "Hanya" olan girit adasının Yunanistana bırakılmasını fütürsuzca teklif etmişti. Sultan Abdülaziz Han, bu esnada derhal ayağa kalkmış ve şunları söylemişti;

"Memeleketimin şu andaki zayıf durumuna bakıp benim taviz vereceğimi zannetmeyin. Ben 49 krallığın Hakanı Kanuni'nin torunuyum. Sende Kanuni'den yardım isteyen Fransova'nın gayri meşru vekilisin.

Girit 27 sene muharebe edilerek Osmanlı mülküne katılmıştır. Teklifinizi duymamış kabul ediyor, böyle bir tasavvurunuz halinde Osmanlıdan bir tek nefer kalıncaya, donanmayı hümayundan bir sandal kalıncaya kadar cidale devam edeceğimin bilinmesini istiyorum.

Benim için ha Hanya, ha Konya, farksızdır. Konyaya girmeden Hanya'yı göremezsiniz!"

Bu sözler karşısında 3. Napolyon'un rengi değişmiş;

"Emredersiniz şevketlüm, Hanya'yı da Konya'yı da düşünmüyoruz" demiştir.

Girit 17 Ağustor 1645'de feth edilmiş, 275 yıl sonra 12 adalarla birlikte Lozan da Yunanistana bırakılmıştır.


F.T.
18-Ağustos-1976
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 17 Temmuz 2008, 13:30:13
19. asra kadar Avrupa’da akıl hastaları şeytanın uşağı kabul edilip ateşlerde yakılırken, Osmanlı Daruşşifalarında bundan 5 asır önce, akıl hastaları tedavi ediliyordu.

13. asır başlarında Papa 3. Honorius hekimliği kötü ve fena gördüğü için papazların ve kilise mensuplarının bu mesleğe girmelerini yasak etmiştir.

Würzburg ruhani meclisi 1298 senesinde yalnız papazların cerrahlık yapmalarını menetmekle kalmamış, bunların bir cerrahi ameliyata hazır bulunmalarını bile kati suret de yasak etmiştir. Bu yüzden cerrahlık mesleği uzun zaman kötü addedilerek Avrupa’da yer bulamamıştır.
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 17 Temmuz 2008, 13:30:59
İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’dan bahsederken diyor ki:

“Allah’ın kullarının hayatıyla ve rızkıyla uğraşmak çeşitli musibetleri davet eder. Tarih, bunun birçok misallerini ibret gözüne sermiştir.
 
Keçecizade Sadrazam Fuat Paşa Şam vakasında nice canların yanmasına, nice ocakların sönmesine sebep olduktan sonra iki yetişmiş oğlu birdenbire öldü. Zavallı adam yandı, yıkıldı. Birkaç kerede yangın belasına uğradı; kalan ömrünü acılar ve hastalıklar içinde geçirdi. Sonunda gurbet diyarında öldü. Hüseyin Hilmi Paşa’da mebusların  ve söz erlerinin arzusuna uyarak birtakım memurların açıkta kalmasına, geçim derdine düşmelerine ve ne yapacaklarını şaşırmalarına alet oldu. Birbiri ardından iki genç oğlunu kaybederek sonsuz acılar ve kederler içinde hayata veda etti.”
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 17 Temmuz 2008, 18:03:51
ÇOBANLAR PROFESÖR OLDU

       Orta çağ boyunca Balkanlar ve Orta Avrupa iki gücün arasındaydı. Ya Avrupalı devletlerin, yahut da Osmanlı’nın hakimiyetine gireceklerdi. Avrupalılar ele geçirdikleri yerlerde, ne kendilerinden başka mezhebe ne de halkların dilini muhafazaya hayat hakkı tanıyorlardı. Almanlar doksan sene hakim oldukları  Çekistan’da  (Çekoslovakya) şehirlerde ve büyük meskün alanlarda Çekçe bilen bir kişi bırakmamışlardı. 1918 yılında Almanlar Çekistan’dan çekilmek zorunda kalınca Çek hükümeti dağlardan çobanları getirtip, Prag Üniversitesi’nde Çek dili profesörü yaparak, tekrar Çekçe’yi ihya etmek zorunda kaldı. Almanlar Çekistan’da doksan yıl kaldıkları için dağlardaki çobanlara ulaşamadılar; Eğer Osmanlı’nın Sırbistan’da kaldığı gibi, dört yüz yıl Çekistan’da kalsalardı, Almanlar dağlarda da bir tane çoban bırakmazlardı. Bugünde Çek dilinin ve Çekmilletinin yerinde yeller eserdi. Halbuki Osmanlı hiç kimsenin diline ve dinine dokunmadı.
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ferzin - 17 Temmuz 2008, 18:04:43
Ecdadımız yazıya büyük hürmet beslerdi ve yazılı kağıtların yere atılmasına,yazılı kağıtlara paket sarılmasına tahammül edemezlerdi.Yazıda da ismi Celalin baş harfi olduğu için ''e=Elif'' harfinin kudsiyetini kabul etmişlerdi.Elife çok saygı duyarlardı.

17.asır ortasında 4.Mehmed,henüz 7 yaşında iken bir askeri ihtilalde padişah olmuştu.Tahta oturtulacağı sırada,ihtilalci askerlere heybetli görünmesi için iki kaşının ortasında alnına mürekkep ile elif yazılmıştı.

F.T. 16-Mart-1976
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 17 Temmuz 2008, 18:19:17
            ATINI HAVADA TUTAN OKÇU

        Onaltıncı asrın ünlü ok atıcı pehlivanlarından Ahmet Ağa yaşlanmış, 75 yaşına varmıştı. Birgün okçular başına gidip ok ısmarladı. Esnaftan bir delikanlı;

   -   Pehlivan sen kocadın, yaşlandın. Kolunda yay çekecek güç kaldı mıki ok ısmarlarsın? Diye alaylı bir sual sordu.

    Ahmet Pehlivan bir şey demeden atını çarşının kapısına sürdü. Kapıdaki zincirlere kollarıyla asıldı. Bacaklarını da atının karnına doladı. Kollarını şöyle bir kısınca, kendisiyle birlikte koca atı da yerden kaldırıp havalandırdı. Gülerek:

   - Oğlum! Bazularım da azıcık bir şey kalmış gibi… dedi .  
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ankebut-57 - 17 Temmuz 2008, 18:57:06


F.T. 16-Mart-1976

Kusuruma bakmayın bu neyin kısaltmasıydı?

Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ferzin - 17 Temmuz 2008, 19:14:11
Fazilet Takvimi kardeşim.:)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ankebut-57 - 17 Temmuz 2008, 20:05:14

:)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ferzin - 19 Temmuz 2008, 12:39:11
Bizans'ı feth ederek ehli salibin son kal'asını yıkıpı HŞ. sırrına mazhar olan Fatih Sultan Mehmed Han'ı yok edebilmek için venediklilerin tertiplediği 14 suikast bir netice vermemiş, 15. suikastle büyük ZTürk hakanı bir yahudiye zehirlettirilip, öldürülmüştir!

Maestro Jacapo adlı venedikli bir yahudi sözde müslüman olarak "yakup" adını almış, bilahere paşa ünvanını da kazanarak "yakup paşa" olan bu dönme, Hz. Fatih'in hususi hekimliğine kadar yükselebilmiştir!. Venediklilerin bu dönme hekimle yaptığı anlaşmaya göre, şayet yakup paşa padişahı zehirleyip öldürebilirse, kendisine 250 bin duka altını verilecek ve hem kendisi, hem de neslinden gelecek bütün ahfadı her çeşit vergi ve mükellefiyetten muaf tutulacaktır!

Fatih Sultan Mehmed Han muhtemelen İtalya üzerine yapılacak sefer için 300bin kişilik ordusu başında İstanbuldan Üsküdara geçmiş ve işte o gün, yakup paşa adlı yahudi dönmesi hekim Hz. Fatih'i zehirlemiştir.

Hz. Fatih bu zehirlenme neticesi, tarihçi aşık paşazadenin kayd ettiğine göre, üsküdarla gebze arasındaki hünkar çayırı mevkiinde vefat etmiştir. Padişaha'a suikast yapıldığı duyurulduğunda yakup paşa adlı yahudi dönmesi,oracıkta asker tarafından parça parça edilmiştir.

F.T
30-Mart-1976


Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ferzin - 21 Temmuz 2008, 18:39:07
32. Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz Han, 15 sen 4ay ve ondokuz gün süren padişahlığı müddetince, memleketin içinde de bir çok ilerleme kaydetmiş, islah yapmıştır. Şuray-i Devlet-i kurmuş, san'at okulları açmış, orduyu yeni silahlarla teçhiz etmiş; isyanlar bastırdığı gibi, Arabistan yarımadasında Yemen'in bir kısmı gibi Bahreyn taraflarını da fethetmiş ve Osmanlı ülkesine katmıştır. Sultan ikinci Mahmud'un oğlu olan Abdülaziz, önce azledilerek Topkapı Sarayına hapsedildi. Aradan bir kaç ay geçtikten sonra ittihatçı Mithat Paşa ve arkadaşları tarafından 4 Haziran 1876'da Kur'anı Kerim okurken bilekleri kesilerek şehid edildi.

F.T. 4-Haziran-1976
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: müteallim - 22 Temmuz 2008, 00:15:57
Belgrad şehidi Karaca Paşa ve Hasan Ağa
 
Fâtih Sultan Mehmed Han, Avrupa’nın kapısı olan Belgrad’ı fethetmek için 13 Haziran 1456 günü kusatmıştı. Muhasara sâdece kara tarafından baslamıstı. Bu yeterli değildi, zîrâ kalenin nehir yolu ile irtibâtı devam ediyordu. Macarların “millî kahraman”ı Hunyadi Yanoş gelmeden önce kaleye girmek lâzımdı...

“TUNA’NIN ÖTESİNE GEÇEYİM!”
Rumeli Beylerbeyi Karaca Paşa;
“Pâdişâhım, destur veriniz. Tuna’nın öte yakasına geçeyim. Hisar karşısında durarak, gelecek küffârın önüne çıkayım” dedi. Rumeli akıncıları ve sancak beyleri bu fikre katılmadılar.
13 Haziran ile 20 Temmuz arasında devam eden muharebeler çok kanlı olmuştu. Hunyad’ın kumandayı ele alması ile morali düzelen düşman, inatla bütün hücumlara karşı koyuyordu. Sultan 20 Temmuz günü Karaca Paşa’yı huzuruna kabul ederek, ertesi gün için umûmî bir taarruzun yapılacağını, kendisinin de ordunun başında bulunacağını söyledikten sonra;
“Karaca, senden her zamankinden fazla gayret beklerim. Mâruzâtın sem’i itibâra alınmadı diye neden gam çekersin?” diye sordu. Karaca gözleri dolu olarak;
“Pâdişâhım! Sen hemen emret, billah Allah yolunda şehîd olmaktan gayri düsüncem yoktur. Canın ne kıymeti vardır devletlüm!” cevâbını verdi.
Ertesi gün, sabahın erken saatlerinde umûmî hücum başladı. Karaca Paşa en öndeydi. Yanında da Yeniçeri Ağası Hasan Ağa vardı...
Muharebe bütün şiddeti ile devam ediyordu. Ancak; önce Karaca, arkasından Hasan Ağa şehîd düştü. Osmanlı ordusundan beş bin kişi kaleye girmişti. Hunyad, karşı taarruza geçti. Şehre girenleri çıkarttıktan sonra, bütün gücüyle ordugâha saldırdı. Bunun üzerine Sultan, ordugâha giren düşmanı karşıladı ve bir nara ile ileri atıldı. Bu durumu gören yeniçeri, yeniden parlamış ve bir alev olmuştu...

PADİŞAHIN GÖZYAŞLARI...
Akşam olduğu zaman, düşman on binden fazla ölü bırakarak Belgrad’a geri çekildi.
Fâtih Sultan Mehmed Han, Karaca Paşa ve Hasan Ağa’nın niçin huzuruna gelmediğini sorunca, paşalardan biri; ikisinin de kaleye girerken şehîd düştükleri haberini getirdi. Karaca Paşa son nefesini verirken; “Pâdişâhıma söyleyin! Allahü teâlânın emrine uyarak bu canı devletim ve onun için veriyorum” demişti.
Koca Fâtih, hiçbir zor karşısında eğilmeyen başını elleri arasına alarak;
“Vah Karaca Paşam! Vah Hasan’ım!” diye gözyaşı dökmüştü...
 
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ferzin - 22 Temmuz 2008, 10:57:22
Fatih Devrinin en büyük ulemasından biride şüphesiz, Kadı Zade Hızır Beydir. Hızır Bey Anadolu Selçuklü Devleti vezirlerinden olup bilahare inzivaya çekildiği, Akşehir'de Nasreddin Hoca diye meşhur olan Hace Nasirüddin Mustavfi'nin kızının oğludur. Babası Sivrihisar'da kadı bulunurken orada dünyaya gelmiştir.

Hızır Bey, evvela babasından ders görmüş ve Molla Fenari'nin talebelerinden Molla Yeğen'den icazet almış ve Sivrihisar'a müderris olmuştur.

Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul'u aldığı zaman İstanbul'a ilk defa kadı olarak onu tayin etti. Kendisi 1549 yılına, yani vefatına kadar bu vazifede kaldı. Oğlu 'Sinan Paşa' devrin büyük ulemasından olup Sultan Fatih'şn hocalarındandır ve Hoca Paşa diye meşhurdur. Diğer oğulları Ahmet ve Yakup Paşalar da şöhretli alimlerdendir.

Hızır Bey ilim dağarcığı diye anılmış olup, oğullarından maada pek çok değerli talebe yetiştirmiştir.

F.T.
5-Ocak-1982

 
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ferzin - 28 Temmuz 2008, 21:29:50
Hz. Halid'e Bizans hükümdarı şöyle dedi;

-Bizim hükümdarımız, yeryüzündeki bütün hükümdarların hükümdarıdır.

Hz. Halid de şu cevabı verdi;

-Sizin hükümdarınız böyle olabilir.Fakat sizin hükümdarınız bir an için aklından bize tasallut etmeyi geçirirse,onu hemen hükümdarlık makanından indiririz.
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Tuğra - 14 Ağustos 2008, 23:25:01
Du Lair şöyle der:''Küfürbazlık,öfke ve intikam hislerinin müşterek mahsülüdür.Bu hıristiyan memleketlerinde pek yaygın bir şekilde tamamıyla mevcuttur.Ancak Osmanlıların sokaklarında da evlerinde de hiç küfür sözü işitilmez.Bunun yüzümüzü kızartacak ve bizi hayrete düşürecek tarafı da,Osmanlıların lisanlarında küfür kelimelerinin bulunmayışıdır.Onlar yalnız ''VAllahi'' şeklinde Allah'a yemin ederler''

Nitekim o devre şahit olan insanlar naklederler ki,bir şahsın kendisini kızdıran bir meselede muhatabı için kullandığı cümleler: ''La Havle'' ''La Havle vela kuvvete illa billah'' ''Hay derdini alsın'' ''FesübhanAllah'' ''HasbünAllahü ve ni'me'l- vekil'' ''Ya sabur'' gibi güzel ve teskin edici ifadelerden ibarettir. Tekke ve zaviyelerde'de duvarlara asılı levhalarda teselli için;''Bu da geçer'' ''Vazgeç'' "Hoş gör Ya Hu'' sözleri meşhurdur.
           
Osmanlıların edep, nezaket ve terbiye hususunda kaydettikleri seviye hiç bir milletle kabil-i kıyas değildir.Onların muaşeret adabı, bir mükemmellik ve incelik arz eder.Bunlar millet ve mezhep ayrımı yapılmaksızın bütün insanlara karşı aynen riayet edilen ruhi ve vicdani bir kanun mesabesindedir.Dolayısıyla Osmanlı demek,imrenilecek edep ve nezaket timsali demektir.
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ASUDE - 15 Ağustos 2008, 00:33:58
Ber-ceste,Mahi, Tuğra, Ferzin, MÜteallim, Ruy-ı zemin,Eymen hepinizden Allah razı olsun paylaşımlşarınızdan dolayı... &)) &))
o güzel yüreklerinize sağlık  o1)) o1))
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Kahraman - 15 Ağustos 2008, 00:55:29
Ber-ceste,Mahi, Tuğra, Ferzin, MÜteallim, Ruy-ı zemin,Eymen hepinizden Allah razı olsun paylaşımlşarınızdan dolayı... &)) &))
o güzel yüreklerinize sağlık  o1)) o1))
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 15 Ağustos 2008, 12:19:46
    Arslanla Dolaşan Paşa

    On sekizinci asrın namlı vezirlerinden Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın hayatı maceralarla doludur. On beş yaşında iken bir korsan gemisine atlayarak Cezayir'e giden, harikulade cesaretiyle pek çabuk sivrilen, gemi sahibi olan ve nihayet devletin kaptanpaşalığına ve sadrazamlığına yükselen Hasan Paşanın türlü garipliklerinden biri de şehir içinde terbiyeli bir arslan ile dolaşması idi. O geçerken herkes arslanın dehşetinden ter dökerdi.

Tarihi hakikatler-1  (Çamlıca Basım Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ruy-ı zemin - 15 Ağustos 2008, 12:25:59
      190 Yaşında Ölan Zaro Ağa

      Türkiye'de uzun ömür rekoru kırmış olan Hamalbaşı Zaro Ağa'dır. Kabri Eyüp'te, Piyer Loti kahvesine çıkan yolun az üstündedir. Mezar kitabesinde şunlar yazılıdır: "Bitlisli Şemsi Ağa oğlu 190 yaşında ölen Zaro Ağa'nın ruhuna".



Tarihi hakikatler-1  (Çamlıca Basım Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ferzin - 19 Ağustos 2008, 19:23:47
Dar-üs-seade ağası iken emekli olan Sünbül ağa, Mısır'a giderken, gemisi Rodos açıklarında, Malta korsanları tarafından basılıp, ağa şehit edildi. Venedik gemileri Mora'ya asker çıkarıp çocuk ve kadın demeden, binlerce Müslümanı öldürdü.

On sekizinci padişah Sultan İbrahim, çok merhametli idi. Hıristiyanların bu katliamını işitince pek üzüldü. 1646 senesinde bunlara karşılık olarak Osmanlı idaresinde misafir olarak bulunan Hıristiyanların kısas olarak, öldürülmelerini istedi.

O zamanda Şeyh-ül-islam olan Ebüs-Said efendi, yanına Bostancı başıyı alarak padişahın huzuruna çıktı. Padişaha, her ne kadar suçsuz Müslümanları katledenler hıristiyan iseler de, verilecek cezanın, aynı dinden de olsa herhangi bir hıristiyana değil, bizzat bu fiili işleyenlere verilebileceğini ve suçsuz yere insan öldürmenin İslam dinine aykırı olduğunu bildirdi.

Sultan İbrahim, bütün Osmanlı sultanları gibi, İslam dinine ve Allahü teâlânın kitabına çok bağlı olduğu için, Şeyh-ül-islamın sözünü dinleyip, fikrinden vazgeçti. [Fezleke-i tarih-i Osmanı ve Tarih-i devlet-i Osmaniyye]
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Tuğra - 20 Ağustos 2008, 01:07:05
Eyyup Sabri Paşa Mirat-ül Haremeyn kitabında diyor ki:

''Sultan Abdülmecid Han, Mustafa Reşit Paşanın mason olduğunu, İslamiyet'e aykırı bir yol tuttuğunu anlayınca, üzüntüsünden hastalandı. Yatakta oturamıyor, hep yatıyordu. Yalnız, mühim şeyler okunup irade-i şahane alınıyordu. Sıradaki bir yazı için, Medine halkının bir dilekçesi okunacak denildi. (Durun, okumayın, beni oturtun) buyurdu. Arkasına yastık konup, oturtuldu. (Onlar, Resulullah efendimizin komşularıdır. O mübarek insanların dilekçesini yatarak dinlemekten haya ederim. Ne istiyorlarsa, hemen yapınız! Fakat, okuyunuz da, kulaklarım bereketlensin!) buyurdu. Ertesi gün vefat etti.''
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Nefer - 20 Ağustos 2008, 04:24:33
Londra'da bir İngiliz kızı ile evlenen Ali Süavi, Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra İstanbul'a geri döndü. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın mabeyn feriki olan Said Paşanın yardımı ile Galatasaray Sultanisine müdür tayin edildi. Kötü idaresi ile mektebi karıştırması, perişan tavırları ve Türk halkının örf ve âdetlerine uymayan davranışları yüzünden kısa zaman sonra bu görevden azledildi.

Bu olaydan sonra Sultan Abdülhamid Hana ve idaresine düşman kesilen Ali Süavi, İngilizlerin arzusu üzerine Sultanı tahttan indirmeye ve yerine 5.Muradı padişah yapmaya karar verdi. İngilizler de gerekli desteği verdi. Gizli olarak çalışmaya başladı.

Etrafına topladığı 500 kişi ile 20 Mayısta Çırağan Sarayını basarak, 5. Muradı dışarı çıkardı. Bu sırada yetişen Beşiktaş muhafızı Hasan Paşanın vurduğu bir sopa darbesiyle Ali Süavi olay yerinde öldü (1878).

İngiliz olan karısı Mary, olay gecesi yalıda bulunan belgeleri yaktıktan sonra, derhal kendisini bekleyen gemi ile Londra'ya kaçtı.
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Nefer - 20 Ağustos 2008, 04:26:58
Ali Süavi daima ön safta bulunmak isteyen, övülmeyi seven, yalan söylemekten çekinmeyen ve güvenilmeyen bir kişiliğe sahipti. Onun bu şahsiyetini iyi değerlendiren İngilizler, kendisini istedikleri biçimde yetiştirmişler ve kullanmışlardır. Nitekim o, rejim meselesinde İngiliz parlamenterizmine benzeyen bir meşrutiyet arzusunu daimi olarak dile getiriyordu.

Diğer taraftan klasik medrese tahsili bile görmeyen Süavi, belli çevrelerce muhaddis ve hatta müctehid gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Süavi, dinde reform yapmak gerektiğini, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını ısrarla savunmuştur. Süavi'nin bu fikirleri daha sonra Efgani adlı başka bir İngiliz ajanı tarafından geliştirilmiştir. (Y.Rehber Ansiklopedisi)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ber-ceste - 22 Ağustos 2008, 01:28:04
Sultan 1. Ahmed (1590-1617), kalbi hayatının derinliği olan oldukça müttaki bir Osmanlı Padişahıdır.
Bahti mahlasıyla Peygamber Efendimiz (sav) sevgisini ve bağlılığını ifade eden çok içli şiirleri vardır:

Nola tacım gibi başımda götürsem daim
Kadem-i resmini ol bazret-i şab-i Resül'ün.


İşte bu ince ruhlu Osmanlı sultanının vefat etmeden bir gün önce huzurunda bulunan mabeynci Mustafa, Ahmed Han'ın odada muhatabını göremediği kimselere karşı dört defa; "Ve aleyküm selam" dediğine şahit oldu.

Mabeynci, bir mânâ veremediği bu garip davranışların sebebini Sultanına sorduğunda, Sultan Ahmed Han şu cevabı verdi:

"O anda Hazreti Ebu Bekir-i Sıddık, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali efendilerimiz geldiler ve bana; 'Sen, dünya ve ahiretin sultanlığını kendine toplamışsın. Yarın Resulullah (sav) Efendimiz'in yanında olacaksın', buyurdular."


Gerçekten de bu Hak dostu, denildiği gibi ertesi gün vefat ederek sevdiklerine kavuştu.
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: hüsnülhatime - 22 Ağustos 2008, 01:36:19
Rabbim şefâatlerinden mahrum eylemesin ve cümlemize böye ölümler nasip etsin.sizdende Allah razı olsun.Elinize sağlık.
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: kolivistera - 23 Ağustos 2008, 23:15:01
Allah razı olsn kardeşler guzeldı yazdıklarınız
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ber-ceste - 02 Eylül 2008, 20:28:39
1826 yılında çıkarılmış olan İhtisap (belediye) nizamnamesine göre İstanbul'a gelecek olan ve hala şehirde bulunan bekarlar için minasip semptler de İstanbul'da üç dört, Üsküdar, Galata ve Eyüp'de birer ikişer han tahsis olunur ve bekarlar, misliman ve ayri müslüm karışık olarak bu hanlarda yatıp kalkarlardı.

Bir sanata, işe girinceye kadar hemşehrilerinden kefil alındıktan sonra doğru o hanlara sevk edilirler, oradan İhtisap ağalığına (yani o devrin belediye reisliğine) götürülür, silahı var ise, silah kendisinde bırakılır, fakat fişekleri alınırdı.

Kendisinden hangi dükkana gideceği yahut hangi iskeleye hammal olacağı yahut hanği hamamda işleyeceği sorularak ismi, o işler için tahsis edilmiş deftere yazılır, eğer defterde kafi miktarda isim var ise adı yazılmayıp geldiği yere dönmek üzere derhal çıkarılırdı.

Fazilet Takvimi
18 Haziran 1982
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Nakkaş - 14 Eylül 2008, 19:40:25
Sultan Abdülhamid Han'a Suikast

21 Temmuz 1905'de anarşistlerin yardımı ile Sultan II. Abdülhamid Han öldürülmek istenmişse de muvaffak olunamamıştır. Türk efkarı umumiyesinin yakından tanıdığı iki tip bakın neler yazmıştı bu hususta:

Tevfik Fikret'in "Bir lahza-i taahhür" adlı eserinde ünlü manzümesi bu vesile ile yazılmıştır ve II.Abdülhamid bu olayda ölmediği için şairin teessürlerini ve hıncını terennüm eder.

"Ey şanlı avcı, dâmını bihûda kurmadın,
Atdın, fakat yazık ki, yazıklar ki, vermadın!"  şeklinde Ermeni Komitacılarının şanını tebcil eder ve DoğuAnadolu'yu Ermenilere vermediği için başına bu haller gelen II.Abdülhamid'e küfürler eder.

Müverrih diye anılan ve gençliğinde bir ittihadcı subay olan Ahmed Refik Altınay da bu eserde şöyle der:

"Nihayet hakikat tamamıyla meydana çıkarıldı: Osmanlı milletini Abdülhamid'in zulmünden kurtarmak için Bu hareket-i kahramanenin, Ermeni vatandaşlarımız tarafından icra olduğu anlaşıldı."

İşte sizlere tarihimizin dönüm nottasından iki kara sahife ve iki hasta tip..

21-Temmuz-1979
Fazilet Takvimi
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: adilcevaz - 14 Eylül 2008, 21:15:15
MİSLİ İLE MUKABELE....
Ahmet Vefik Paşa'nın Paris elçiligisırasında,imparator3.Napalyon çok tantanalı bir araba ile dolaşırmış.Bir gün Paris sokaklarında bu arabanın bir eşi daha görülmüştür.Bu, Türk elçisinin arabasıdır.Fransız dış işleri Bakanlıgı,Osmanlı dış işlerine yazarak halkın bu yüzden hükümdarla elçiyi karıştırdıgını bildirmiş.Türk elçisinin bu araba ile dolaşmamasını istemiştir.
  İstabul Hükumeti,Paris elçimize bu araba ile çıkmamasını ısrarla bildirmiştir.
  Paris elçimiz Ahmet Vefik Paşa:
''İstanbul'daki Fransız sefiri,Padişaha mahsus saltanat kayıgının tıpkısını yaptırdı.Fransa Hariciye Nazırı(Fransız dış işleri bakanı) kendi sefirlerinin Bogaziçi'nde bindigi kayıgı görmüyorda,Osmanlı sefirnir Paris'te gezdigi arabayı mı görüyor?Sefir o kayıgı ortadan kaldırırsa,bu arabakendiliginden kalkar.''deyince,Fransız elçisi kayıgı kaldırmaya mecbur kalmıştır...
(fazilet takvimi 12 ekim pazar 2008)
ne ecdadımız var degilmi.çok yamanlarmış....
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ihvan - 23 Eylül 2008, 11:33:55
Osmanlı padişahları ibadete dikkat eder ve kendi idareleri altında bulunanların da dikkat etmelerini isterlerdi. Eğer bu mev’zuda bir gevşeklik görecek olurlarsa hemen müdahale ederlerdi. Bu müdaheleler de icap eden tedbirin alınması için vilayetlere. Kadılara fermanlar yazılırdı.

Bu sebepten Fatih Sultan Mehmet Han da namaz kılınmasına dikkat edilmesi hususunda Rum vilayetlerine bir ferman göndermişti. Bu ferman hülasa olarak şöyledir:

“Allahü Teala, emirlerinin yerine getirilmesini bize nasib ve müyesser eylesin. Bu hükümde bildirmek istediğim husus şudur. Rum diyarındaki şehir ve kasabalarda ve buraların köylerinde yaşayan Müslüman ahali, İslam dininin emir buyurduğu farzları yapıp, sünnetlerine riayet etmekte, Kelam-ı Kadime, Furkan-ı Mecid’e Kuran-ı Kerim’e hadisi şeriflere uymakta gevşeklik gösterip muhalefet ederler imiş. Allahü Teala’nın “Namazı ikame ediniz” emrini çiğneyip; “Namaz dinin direğidir. Onu dosdoğru kılan dinini ikame etmiş olur. Terk eden dinini yıkmış olur.” Hadis-i Şerif’ine uymayıp tuğyan yoluna saparlar ve böylece mescid ve camileri viraneye ve harabeye döndürüp fısk ve fücür, yani günah işlenen yerleri ma’mür ederler imiş. Bu ve buna benzer haberler bize ulaşıyor. Eğer bunlar doğru ise. Emr-i bil-ma’ruf ve nehy-i anil-münker eylemek üzerime vacib olduğundan, bir adamımı bu iş için vazifelendirdim. O bu meseleyi takib edecek. Şöyle emreyledim ki:

Her kim namazı terk ederse, dövülmek ve mali cezaya çarptırılarak tazir eylemek meşru olduğundan, İslam dininin emri gereği artık Rum diyarında namazını geçirenler tesbit edilip, haklarından gelinsin. Halka namaz kılmaları tenbih edilip. Kılmayanlar hakarete uğratılıp teşhir edilsin. Hiç kimse ne olursa olsun bu icraata mani olmaya! Rum sancağı beyleri ve kadıları ve subaşıları ve bunların emrindeki dığer memurlar, gönderdiğim vazifeliye bu hususta elbirlik edip yardımcı olalar. Böylece İslamiyetin yüce ahkamı, emri ve yasaklarını yerine getirmekte gevşeklik ve tembelliğe asla meydan verilmeye. Öyle ki. mescider dolacak. medreseler ma’mur edilecek ve din-i İslam kuvvetlenmiş olacaktır. Böylece Müslümanlar refah, huzur ve saadet içinde olup, padişahın devam-ı devletine ve kudretinin artmasına duacı olacaktır. Bunu böyle bilesiniz. Alatmet-i şerifeme (tuğrama) itimad kılasınız
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ihvan - 03 Ekim 2008, 18:20:44
Niçin savaşırız


Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi’nden başarılı dönmüştü. Bütün halk toplanmış
onu şehre girerken alkışlamak için sabırsızlanıyordu. Ama Padişah, gece olmadan şehre girmek istemiyordu. Bunun sebebini herkes merak ettiği halde hiç kimse sormaya cesaret edemiyordu.
Sonunda büyük alimlerden olan İbni Kemal:
“Padişahım, bir maruzatım var,” dedi.
Padişahın:
“Efendi, ne istediğin varsa hiç çekinmeden söyle,” demesi üzerine
İbni Kemal cevabı merak edilen soruyu şöyle sordu:
“Askerler merakta, bütün halk sokağa dökülmüş, sizi alkışlamayı beklerken siz hala şehre girmezsiniz. Bunun sebebi hikmeti nedir?”
Yavuz şu şahane cevabı verdi:
“Efendi, sen bizi hala tanıyamadın mı? Biz; şan, şöhret ve alkış toplamak için değil,
Allah rızasını kazanmak için savaşırız.”
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ber-ceste - 06 Ekim 2008, 16:07:42
Emir Sultan Mehmed Şemseddin, Sultan Yıldırım Beyazıd'ın kızı Hundi Hatunla evlenmek istediği zaman Sadrazam Çandarlı Ali Paşa'ya  müracaat ederek tavassutunu istemişti.Sadrazam,,

- Sen fakir bir dervişsin. Soyunuzu ve haddinizi neden bilmezsiniz. Sultan senin nene? diye Alimi terslemişti. Hadiseyi Yıldırım işitince Sadrazamı huzuruna çağırarak: 

- Lala, Şarkın en büyük Alimine ziyade ayıb etmişsiz. Lala biz de asalete ehemmiyet veririz; Ancak ilmin de, Aliminde bir asaleti ve itibarı olsa gerek. Eğer bu zat vaktiyle Medreseye değil de askerliğe intisab etmiş olsa idi, bugünkü zekası ile yükselecek biz de ona vezirlik verecektik. Kaldı ki askerlik tahsili kolay, ilim tahsili zordur. Askerllkte muvakkatlık ilimde daimilik vardır. Bu sebeble biz daimaa ilim sahibi, şarkın tanınmış Alimini kendimize damat edinmeği münasib buluruz» dedi ve kızını verdi.

Onlar ilme verdikleri önem dolayısıyle 600 yıl yaşayacak bir imparatorluk kurdular, Karadeniz, Ege ve Akdeniz'i bir Türk gölü halilie getirdiler, yeni teknolojlerle uyguladıkları askeri harekatlarının karşısında hiç bir ordu dayanamadı. 
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Mahi - 08 Ekim 2008, 12:56:31
Fâtih Sultan Mehmed Han, Sadrazam Mahmûd Paşa ile bir gün tebdîl-i kıyafetle Karaman çarşısında dolaşırken, bir yeniçeri aşçısının avaz avaz bağırdığını, sağa sola sözler savurduğunu duydu. Aşçı şöyle bağırıyordu:
"Behey âdemler! Bu âna dek gezerim. Bir okka et bulup koğuştakilere yemek pişiremedim. Şimdi odaya dönünce ne diyeceğim? Bu haltı kim işliyor? Pâdişâhın memleketine bakan yok. Eğer, beni iş başına getirecek olsalar, İstanbul'u erzağa boğarım."
Pâdişâh saraya dönünce, yeniçeri aşçısını huzuruna çağırttı. Onu imtihan etti ve bu mesele ile alâkalı düşündüğü çâreler dinledi. Ve derhâl ihtisap işlerini, yani belediye başkanlığını ora verdi.
Bu aşçıbaşı, sonralan birçok hizmetlerde bulunan meşhur vezir ve serdâr Gedik Ahmed Paşa idi.

Tarihi hakikatler-1  (Çamlıca Basım Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Nakkaş - 10 Ekim 2008, 00:48:20
Evliya çelibi Seyahatnamesinde,  kervansaraylardan bahsederken şöyle der;

"Akşama dek kervansarayların kapıları açık dururdu. Gün karardıkta kapıları kapanır, kapıcılar kapıların arkasında yatarlardı. Gece bir yolcu geldikte kapıları açarlar, yolcuları içeri alırlar, vakıftan hayvanlarına yem, kendilerine yemek çıkarırlar; amma zinhar içeriden dışarıya kimseyi çıkarmazlardı. Sabah olunca kervansaray'ın kendine mahsus mehteri çalınarak kapıları açılır, yolcular hazırlanırlardı. Bu sırada dolaşan bir müdani;

Ey Ümmeti Muhammed! Maldan candan bir eksiği olan var mı? diye bağırır yolcular;

Allah hayır sahibine hayatta ise selamet, ölmüş ise rahmet eylesin. Bir eksiğimiz yoktur, derlerse kapılar açılır;

Öyle ise buyurun! Allah gidenlere selamet, kalanlara rahatlık versin. Ey yolcu karındaşım! Yolunda durma, herkes ile yoldaş olma, yüzüne güleni dos sanma! Haydi Allah yardımcın olsun. Uğurlar ola.. derlerdi."

F.T.
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ber-ceste - 14 Ekim 2008, 20:42:44
Sultan Abdülaziz Han devrinin Sadrazam ve Hariciye Nazırı Keçecizade Fuad Paşa, Avrupa'da bir diplomatlar toplantısında bulunuyordu. Söz arasında ortaya latife yollu bir sual atıldı:

"Zamanımızın en kuvvetli devleti hangisidir? denildi. Keçecizade Fuad Paşa bu suale, tereddüdsüz şu cevabı verdi:

"Osmanlı Devleti!"
"Nasıl olur?" dediler.
"Çünkü, dedi, siz dışardan, biz içerden yıkmaya çalıştığımız halde o hala ayakta dururyor."

Mehmed Vehbi
Yedikıta Dergisi
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ihvan - 21 Ekim 2008, 13:19:37
19.yüzyılda Almanya'nın Mülhaym şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu.

Fransızlar, her sene nehrin Almanlardaki kısmına geçip mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı.
O sıralar, birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna fazla ses çıkaramıyorlardı tabi. Her sene böyle olunca çareyi Osmanlı Sultanına durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar.

Mektupta söyle demektedir:
Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı,İslamiyetin de halifesisiniz. Bizi bu zulümden kurtarın.

Askergönderin.Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkanı sağlayın." Çöküş faslına girildiği bir zamana denk gelen yardım isteğini inceleyen padişah asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kafi bulur ve cevabi bir mektupla beraber içi askeri elbise dolu üç çuval yollanır.

Şaşkına dönen Almanlar, çuvalı alıp mektubu okurlar: "Fransızlarkorkak adamlardır. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur.Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kafidir. Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin.Mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerinde dolaştırın.Karşıdan gören Fransızlar için bu kafidir."

Bağ bahçe sahipleri hemen Osmanlı askerinin kıyafetini kapışırlar.Hasat vakti büyük bir heyecanla yeniçeri kıyafetinde, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar.

Ertesi gün, karşıdan gelen haber,Almanların sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur:
Osmanlılardan imdat geldiğini düşünen Fransızlar, korkudan köylerini de terkederek iç kısımlara doğru kaçmaktalar.

Mahsulünüzü rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona ermiştir."Bu olay, Mülhaymlıların gönüllerinde taht kurmuştur.

Giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym'a bağlı Karlsruhe müzesine koyup ziyarete açarlar. Şehrin en yüksek binasına da Osmanlı bayrağı asarlar.Ayrıca, halen olayın yıldönümünde de şehirde bir karnaval düzenleyip hadiseyi temsilen kutlarlar. Bu olay Osmanlı'nın sadece bir yeniçeri kıyafetiyle Almanları Fransızların elinden ve talanından nasıl kurtardığını gösteren maziden elmas bir tablo olarak kalmaktadır.
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Eymen - 23 Ekim 2008, 22:25:41
Keçecizâde İzzet Mollanın oğlu Fuad Paşa, babasından aldığı şâir tabiatı ve laubali davranışlarıyla Bâb-ı Âli terbiyesini nefsinde birleştirmiş kimselerdendi. Nüktedan, hazırcevaptı. Fransızcayı ana dili gibi bilirdi. Herkesle çok serbest konuşurdu. Hatta birtakım halli zor meseleleri, müşkil durumlan, şakaya getirip, hoşa gidecek sözlerle istediği şekilde bitirmesiyle de meşhurdu.

Nafiz Paşa, bir gün Sultan Abdülmecîd Han'a Fuad Paşanın frenk sahtiyanından (bir çeşit deri) yüz elli kuruşa potin giydiğini anlatarak, müsrif davranışından dolayı şikâyet etmiş. Pâdişâh da, sonradan bu sözleri, yerini getirip Fuad Paşaya anlatmış. Fuad Paşa pâdişâhın sözlerine şu cevabı vermiş: "Evet efendimiz! Kullarınızın izzet-i nefsi olduğundan frenk sahtiyanından yüz elli kuruşa potin giyerim. Nafiz Paşa kulunuz ise, izzet-i nefisten mahrum olduğu için Kayseri sahtiyanından otuz kuruşa mest giyer. Fakat saye-i şahanenizde ikimiz de aynı maaşı alıyoruz. Nafiz Paşa kulunuz otuz kuruşluk mes giydiği için, aldığı maaşın yarısını olsun devlet hazinesine bırakıp, bağışlamıyor!"





Tarihi hakikatler-1  (Çamlıca Basım Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ay Işığı - 15 Ocak 2009, 21:52:48
Sultan İkinci Abdülhamid Hân rahmetullâhi aleyh hâtıralarında şöyle anlatır:

“Amcam Sultan Abdülaziz’in Ziver Bey isimli, kendisine çok sâdık görünen ve böylece büyük ölçüde itimâdını kazanmış olan bir başmâbeyincisi vardı.

Ziver Bey, Sultan Abdülaziz’den hesapsız iyilik ve ihsan görmüştü. Böyle iken bir gece Veliahd Murad Efendi’nin Kurbağalıdere’deki köşküne geldi. Biz de orada idik ve onun hünkâr tarafından bir iş için gönderilmiş olduğunu sandık. Bunun için de odadan çıkmak istedik.

Murad Efendi, bizden gizli bir şey olmadığını söyleyerek Ziver Bey’i içeri aldı ve,

— Anlat bakalım Ziver Bey... Ne var ne yok!?.. Bizim amca bugün neler yaptı? diye sordu.

Ziver Bey bunun üzerine velînimeti aleyhine bizleri çok üzen şeyler anlattı. Onun bu nankörlüğü ibret verici idi. Çok yazık ki sarayımızda ve dünyada böyle insanlar vardır. Bundan ibret almalı ve kimseye itimat etmemeli...”

(Hayat Tarih Mecmuas›, Ekim 1974. c. II, sayı: 10, s. 87)

Sultan Abdülhamid Hân’ın bahsettiği Ziver Bey’in adı, bugün İstanbul’un Anadolu yakasında bir semtte... Ama benzerleri, her yerde yaşamaktadır.
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ay Işığı - 17 Ocak 2009, 22:36:25
Yer: Paris ve Alman işgali altındaki Fransa... Yıl: 1940...

Ayşe Hanımefendi Paris’te küçük bir apartman dairesinde ömür tüketmektedir. Bir Alman subayı apartman dairesine gelir ve oranın sâkinlerinin hüviyetlerini kontrol eder.

Subay pasoporta bakar:
— Siz Sultan Abdülhamid’in kızı mısınız? sualini sorar.
— Evet, cevabını alınca, esas duruşa geçer ve şunları söyler:
— Merhum pederiniz Kayzerimiz’in en yakın dostu idi. Emirlerinizi bekliyorum.

Muhâtabın hiç bir ricası olmayınca, Alman subayı cebinden fazladan çıkarttığı yiyecek karnelerini verir. Ayşe Hanımefendi, ertesi gün karneleri komşulara dağıtır.

(Kendi hâtıratından)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Eymen - 31 Ocak 2009, 11:53:51
Sultan İkinci Mahmûd Han'ın  (1808-1839) elmaslarla süslü bir şemsiyesi vardı. Bir deniz seyahati sırasında slivri açıklarında denize düşmüştü. Bu şemsiyenin hâlâ silivri açıklarında denizin dibinde olduğu söylenir.

Tarihi hakikatler-1  (Çamlıca Basım Yayın)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ay Işığı - 01 Mart 2009, 13:31:16
Pek mühim bir mevkie sahip olan Silistre şehrimiz 1854'de Ruslar tarafından muhasara edilmişti. Kale kumandanı Musa Paşa büyük bir cesaretle, yüzbinlik Rus ordusuna onbeşbin kişilik kuvvetiyle Allah'a tevekkül ederek bir huruc harekatı yapmış ve Rus kuvvetlerini perişan etmiş, bu zafer üzerine Padişah kendisine müşirlik rütbesi vermişti. Fakat Musa Paşa;

- Ben müşirlik rütbesi değil, şehidlik rütbesi isterim, demiş ve şehid oluncaya kadar Allah yolunda cihad etmiştir.

Fazilet
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ihvan - 09 Nisan 2009, 16:21:26
En güçsüz ve buhranlı zamanlardan bir dönem yaşanmaktadır.
Allah (cc) Rasulü nü (asv) tahkir ve tezyif eden bir tiyatro Fransa da sahnelenmek istenmektedir.
Sultan Abdulhamid devletler platformunda son derece tepki gösterir..
Volter’in “Muhammed yahut Taassub” adlı piyesin sahneye konmamasını,aksi halde bunun bir siyasi mesele yapılacağını elçilik vasıtasıyla  Fransız hükümetine bildirir.
Fransa piyesi kaldırır.   
Ancak aynı  oyun İngiltere de sahnelenmek istenir.
Sultan Abdulhamid han hz leri   aynı şekilde ,İngiltere’ye de ültimatom gönderir.
İngiltere hükümeti biletlerin satıldığını,müdahalenin fikir hürriyetini  kısıtlayacağını bildirir.
Ne var ki Sultan ABDULHAMİD HAN HZ.leri.ikinci bir ültimatom gönderir.
“MÜSLÜMANLARIN HALİFESİ OLARAK ,İNGİLİZLER  PEYGAMBERİMİZİ AŞAĞILAYICI BİR HAREKET İÇİNDEDİR.”Diye İslam  Alemine bildiri göndereceğim ve “Büyük CİHAD ilan edeceğim”der. 
İngilizler çaresiz tiyatroyu kaldırırlar.




Kaynak;Osmanlıda peygamber sevgisi.ziya demirel
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ihvan - 10 Nisan 2009, 13:08:05
II.BAYEZİD’İN Allah (cc) RESULÜNE HEDİYESİ (asv)


Osmanlı’ veli padişahlarındandır
Sultan Fatih’in oğlu
Yavuz sultan selim’in babasıdır.

“kapının gedası duru ADLİ onu reddetme
Kona muhabbeti âlin delil-i a deldir.”
Kapının dilencisi olan adli durur.onu reddetme diye hat yazmıştır.
        II.BAYEZİD kendisiyle çok iyi dost olan hak dostu Baba Yusuf’u Hacc’a uğurlamak için ayağına kadar gider.ona bir miktar altın teslim eder.
“Bu,elimle çalışarak kazandığım helal  kazançtır.bu altınları Ravza-i Tahire’nin kandilleri için harca”der ve ekler Allah Resülü’nun huzuruna varınca”Ey Allah’ın Resulü ,günahkar kul Beyazid’in  sana selamı var…bu altınları türbenin kandillerine  yağ alınması için gönderdi.Kabul  buyurursanız.”der
   Baba Yusuf göz yaşları içinde Allah (cc)Resülü’ne  arzı iletir.”günahkar kulun Bayezıd’in  sana selamı var..bu altınları türbenin kandillerine yağ alınması için gönderdi.kabul buyurursanız.der
   Mescid-i Nebevi’nin kandillerinin  yağı uzunca bir müddet bu altınlarla alınır.II.Bayezid kendi eli ile yaptığı el işlemelerini pazarda gizlice sattırarak biriktirmiştir
KAYNAK:Osmanlıda peygamber sevgisi(asv)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Ay Işığı - 13 Nisan 2009, 17:28:56
Sultan İkinci Mehmed Han, yedinci Osmanlı padişahıdır. Dünya tarihinin en büyük devlet adamlarından olan Fatih Sultan Mehmed Han, Sultan ikinci Murad Han'ın oğlu olup, Hüma Hatun'dan, 1429 senesinde Edirne'deki Eski Saray'da dünyaya geldi.

Fatih Sultan Mehmed Han'ın doğduğu sene yeryüzünde fevkalade haller meydana gelmişti. Büyük bir kuyruklu yıldız doğdu ve istanbul'un bir ucundan diğer bir ucuna kadar uzanmış gibi seyredildi. Hayvanlar ikiz yavruladılar. Tarlalardaki hububat taneleri çok iri, bağ ve bahçeler meyve bolluğuna gark oldu.

(Osmanlı Tarihi)
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ihvan - 15 Nisan 2009, 15:47:36
İstanbul kuşatmasından bir yıl önce Fatih Sultan Mehmed ,Boğaziçi kıyılarında bir keşif yaptırdı.
   Boğazın en dar yerini tespit ettirdikten sonra hisarın yapılacağı yeri bizzat işaret etti.Hassa mimarlarıyla birlikte yapının ana planlarını bizzat hazırladı.   15 Nisan 1452 Günü( bugün) hisarın inşaatına başlandı.İlk baharda inşaatına başlanan hisar,yaz bitmeden 31 Ağustos günü ,yani 4 ay 16 günde tamamlanmıştı.
   Bu kadar kısa sürede meydana gelen büyük eser karşısında dost ve düşman hayranlığını gizleyememiş,Bizans ise başına nelerin geleceğini iyice anlamıştı.
   Asıl dikkat çeken nokta ise hisarın planında gizliydi.Hisar,yukarıdan bütünüyle seyredildiği zaman  Arapça MUHAMMED  isminin okunuşu veriliyordu.Fatih hz leri  İstanbul’a ilk mührünü Peygamber efendimize (s.a.v)Hürmeten onun adını KALE ile yazmak suretiyle vermiştir.   Ecdada layık olan kullarından eylesin Mevlamız.(ihvan)    KAYNAK:Osmanlıda peygamber sevgisi(asv)[/b]
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Fatihan - 15 Nisan 2009, 15:55:38
Alıntı
Ecdada layık olan kullarından eylesin Mevlamız
amin
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ene dost - 15 Nisan 2009, 15:57:44
Ne kadar incelikli bi düşüncedir bu böyle...
Hak teala rahmet eylesin mekanları cennet olsun.
Güzel bi bilgiydi emeğinize sağlık...
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: duanur - 15 Nisan 2009, 16:12:18
Alıntı
Ecdada layık olan kullarından eylesin Mevlamız
Amin
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ihvan - 15 Nisan 2009, 16:49:47
teşekkür ederim
Başlık: Yavuz Sultan Selim'in Tevazuu
Gönderen: Ay Işığı - 19 Mayıs 2009, 18:34:04
Büyük cihangir Yavuz Sultan Selim'in günde üç saat uyku uyuyup tahta kaşıkla tek çeşit yemek yediğini; herhangi bir saray halkından ayırt edilemeyecek kadar sade giyindiğini ve bunun sebebini soranlara:

"Vezirlerin ve beylerin süslü giyinmeleri padişahlarına saygıdan gelir. Biz kime şirin görünmek için süslü giyinelim ki? Bizim padişahımız (Allah'ü Teala) vücudun dışına değil, içindeki cevhere (imana) bakar" diye veciz bir cevap verdiğini biliyor musunuz?

Hilmi Aygün
Yedikıta Dergisi
Başlık: Sultan Ahmed Camii'nin İbadete Açılması
Gönderen: Ay Işığı - 12 Haziran 2009, 11:28:39
Sultanahmed Camii istanbul'da, Osmanlı devrinin altı minareli tek camiidir. Osmanlı Devleti'nin ihtişamını, kudretini, o devrin sanattaki inceliğini, zarafetini ve tezyinatını gösteren muhteşem bir abidedir.

Osmanlı mimarisinin şaheserlerinden olan bu cami, 9 Haziran 1617'de merasimle ibadete açıldı.

Sultanahmed Camii'nin açılışı için Aziz Mahmud Hüdayı Hazretleri davet edildi. Fakat o gün fırtınadan denizde şiddetli dalga vardı. Kayıkçılar denize açılmaya cesaret edemiyorlardı.

Aziz Mahmud Hüdayı Hazretleri, Üsküdar iskelesine geldi. Birkaç talebesi ve hususi kayıkçısı ile birlikte Sarayburnu'na doğru açıldı. Allahü Teaia'nın izniyle kayıığın dört yanında bir kayık mesafesinde deniz süt liman oluyor, dalgalar kayığa hiç tesir etmiyordu.

Üsküdar ile Sarayburnu arasındaki bu yola Hüdayı yolu dendi. Cami merasimle açıldı. Cuma hutbesini Aziz Mahmud Hüdayı Hazretleri (k.s.) okudu.
Başlık: İnsanlığın En Muhteşem Harikası
Gönderen: Ay Işığı - 16 Ağustos 2009, 23:10:31
Osmanlı sosyal yapısı üzerine uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden Hutterroht'a:

"Osmanlı Devleti, bu kadar geniş toprakları ve üzerindeki çeşitli kavimleri, Topkapı Sarayı'ndan mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray ise Batıdaki en mütevazı bir derebeyinin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl bir iştir?" diye sorulduğunda, Profesör Hutterroht şu cevabı verdi:

"Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistin'in sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini planlamıştı. Herhalde Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır ... "


Hilmi AYGÜN
YEDİKITA

Başlık: Avrupa İçin Hayaldi Halkını
Gönderen: Ay Işığı - 18 Ağustos 2009, 11:37:38
"Emanetullah (Allah'ın emaneti) " olarak gören Osmanlı Devleti' nde, akıl hastalarına bımarhanelerde son derece şefkatle muamele edilir, hastalar ceviz ağacından mamul karyolalarda, ipekli çarşaflarda yatırılıp tedavi edilirdi.

O sırada Avrupa'da ise akıl hastaları, ruhuna şeytan girmiş diye diri diri yakılıyordu ...

İstanbul'daki bımarhaneleri gören Mongeri Pere: "Burası Avrupa'nın asırlar sonra tahayyül edeceği bir hayal müessesesidir." demekten kendini alamamıştı.

Hilmi AYGÜN
YEDİKITA
Başlık: Tarihten Paradokslar
Gönderen: tarihman - 27 Ağustos 2009, 05:48:13
Fatih Sultan Mehmet'ten:

Bilindiği gibi Fatih, genç yaşta padişah olmuştur. Yaşı gençtir ama zekası ve inançları çok kuvvetlidir. Yeni sultan olduğu yıllardır. Birgün bir sefere gidilecekken ordunun başında babasının olmasını ister. Ancak babası bu teklifi kabul etmez. Fatih'in maksadı babasının ilminden ve tecrübesinden yararlanmaktır.

-"Eğer sen padişahsan geç ordunun başına. Yok eğer ben padişahsam emrediyorum ordunun başına geçeceksin!"

Babası Sultan Murat, başka çare bulamaz ve orduya komutanlık yapar.
Başlık: Ynt: Tarihten Paradokslar
Gönderen: tarihman - 27 Ağustos 2009, 05:48:40
Osman Yüksel Serdengeçti'den:

Osma Yüksel'in milletvekili olduğu yıllardır. Birgün meclis kürsüsünde kendisine laf atan vekillere dayanamaz ve:

-"Bu meclistekilerin yarısı eşektir!" der ve iner kürsüden.

Bunun üzerine meclis karışır ve herkes kendisinden sözünü geri almasını ister. Arkadaşlarının da ricası ile tekrar kürsüye çıkar ve zekasını gösteren ve vekilleri rahatlatan şu sözleri söyler:

-"Bu meclistekilerin yarısı eşek değildir!"
Başlık: Ynt: Tarihten Paradokslar
Gönderen: tarihman - 27 Ağustos 2009, 05:49:00
Yaşanmış bir olay:

1974'teki Kıbrıs çıkarmasına katılan bir asker anlatıyor:

"Çok şiddetli bir taarruz vardı. Mermiler kulağımızın dibinden geçiyordu. Siperde daha önce hiç görmediğim bir asker yanıma yaklaştı. Belli ki bizim birlikten değildi. Bir zarf çıkardı ve:
-"Memlekete dönünce bu zarfı, üzerindeki adrese bırakır mısın?"
-"İkimiz de döneriz inşAllah" dedim.

Israrla kendisinin dönemeyeceğini, benim ise memleketime ve aileme kavuşacağımı söylüyordu. Biraz isteksiz de olsa zarfı aldım. Ancak o çatışma sırasında birbirimizi kaybettik. Taarruz bitip memlekete döndüğümden bir-iki yıl sonra eski eşyaları karıştırırken o zarfı buldum. Unuttuğum görevi, geç te olsa yerine getirmek için İstanbul'a gittim. Üzerindeki adres, Aksaray'da eski bir eve götürdü beni. Kapıyı yaşlı bir amca açtı.

-"Merhaba amca. Ben Kıbrıs'ta savaşan oğlunuzdan bir mektup getirdim. Belki kendisi de gelmiştir."
-"Bizim Kıbrıs'ta savaşan bir oğlumuz yoktu"

Beni içeri davet ettiler. Eşi, bir fotoğraf albümü ile geldi. Fotoğrafları gösterip:

-"Sana zarfı bu genç mi verdi?"
-"Evet. Çok iyi hatırlıyorum. Buydu." ve işte o an beni şok eden ve hala aklımı başımdan alan şu cevabı verdi:

-"Bu çocuk benim oğlumdu. Fakat onu 15 sene önce Kore harbinde şehit verdik..." "
Başlık: Ynt: Tarihten Paradokslar
Gönderen: tarihman - 27 Ağustos 2009, 05:49:19
Kanuni Sultan Süleyman'dan:

Süleymaniye Camiinin inşaası sırasında bir ermeni usta, yanlış duvar yapması sonucu, Kanuni tarafından cezalandırılır. Ermeni usta, sultandan şikayetçi olur. Kadı, ikisini de huzuruna çağırır. Kanuni ve usta, kadının karşısında ayakta beklemektedirler. Karar açıklanır: "Kısas!" yani Kanuni de aynı şekilde cezalandırılacaktır. Ermeni usta, adalete hayret eder ve:
-"Madem dininiz bu kadar adil, hem davamdan vazgeçiyorum hem de müslüman oluyorum"

Davadan sonra Kanuni, kadıya:
-"Eğer ben padişahım diye benim lehimde bir karar verseydin, seni bu kılıcımla öldürürdüm"

Kadı, oturduğu minderin altından bir hançer çıkarır ve :
-"Sultanım siz de eğer 'ben padişahım' diye kararıma itiraz etseydiniz ben de bu hançeri sizin kalbinize saplardım...
Başlık: Ynt: Tarihten Paradokslar
Gönderen: tarihman - 27 Ağustos 2009, 05:49:36
Bir Derviş:

Garip dervişin biri büyük bir köşkün önünden geçerken evin 'av meraklısı ve zalim' olan beyi, yardımcıları ile ava gitmek için evden çıkıyorlardır. Dervişle selamlaşırlar. Aksilik bu ya o gün hiç birşey vuramadan dönerler. Bey çok sinirlidir:

-"Sabah ava giderken karşılaştığımız o dervişi bulun çabuk! Onun yüzünden işlerim ters gitti. Uğursuzu getirin bana!"
Yardımcıları hemen dervişi bulup beyin huzuruna çıkarırlar. Bey kükrer:

-"Bre uğursuz adam! Senin yüzünden elimiz boş geldik! Hiçbir şey vuramadık! Tiz vurun kellesini!"

Derviş, beye şöyle der:
-"Beyim sabah selamlaştık. Siz hiçbir şey vuramadınız. Ben ise kellemi kaybediyorum. Siz söyleyin, hangimiz daha uğursuzuz?"
Başlık: Ynt: Tarihten Paradokslar
Gönderen: tarihman - 27 Ağustos 2009, 05:49:52
Kanuni Sultan Süleyman'dan:

Kanuni, şehzadelerini muhteşem bir törenle sünnet ettirir. Kısa bir süre sonra da veziri İbrahim Paşa'nın oğlu sünnet olur. Törene Kanuni de davetlidir. Birara Kanuni, vezirine der ki:

-"Söyle bakalım İbrahim Paşa. Senin tören mi daha muhteşem, benimki mi?"
-"Elbette benimki sultanım"

Kanuni şaşırır. Sebebini sorar. Vezir:
-"Benim oğlanın düğününe koskoca cihan padişahı davetliydi ve geldi. Sizinkinde böyle bir davetli var mıydı?"
Başlık: Ynt: Tarihten Paradokslar
Gönderen: tarihman - 27 Ağustos 2009, 05:51:08
Nasreddin Hoca:                                     

     Nasreddin Hoca bir gün heybe almak için pazara gider. Güzel bir heybe görüp pazarcı ile pazarlık yapar ve 1 akçeye anlaşırlar. Tam oradan ayrılacaktır ki daha güzel bir heybe dikkatini çeker:

     - Kaç akçe şu heybe muhterem?
     - 2 akçe hocam.
     - Aldım gitti, diyen hoca elindekini bırakır ve onu alıp tam gidecekken pazarcı seslenir:

     - Hocam. Bu heybe 2 akçe. Sen 1 akçe verdin.

Hoca sinirlenir:
     - Bre cahil adam! Sana önce 1 akçe verdim. Sonra da 1 akçelik heybe bıraktım! İkisi eder 2 akçe. Daha benden neyin parasını istersin!
Başlık: Ynt: Tarihten Paradokslar
Gönderen: tarihman - 27 Ağustos 2009, 05:58:15
Aganin atlari:
Zengin bir köy agasi vefat eder. Vasiyeti açilir. Mallarinin yarisini(1/2) büyük ogluna, dörtte birini(1/4) ortanca ogluna ve beste birini(1/5) küçük ogluna birakmistir. Bütün mallar paylasilir ancak Ortada 19 tane de "at" vardir. 19'u ne ikiye, ne dörde, ne de bese bölmek mümkündür. Köyün en akilli adamina gidip akil danisirlar. Adam da onlara yardimci olabilecegini söyler. Der ki:
-"Benim de bir atim var. Alin bunu size veriyorum. Oldu mu 20 at? Yarisini sen al bakalim (10). Dörtte birini de (5) ortanca kardesin alsin. Beste birini de (4) en küçügünüze verelim. On, bes daha onbes. Dört daha ondokuz. Verin bakalim su bizim geriye kalan düldülü...!
Başlık: Ynt: Tarihten Paradokslar
Gönderen: tarihman - 27 Ağustos 2009, 06:04:00
Zamanında İmam-ı Azam ile herhangi bir konuda tartışmaya girip de galip çıkan görülmemiştir. Hem derya gibi ilmi, hem de herkese nasip olmayan zeka ve mantığı sayesinde hepsinden kendisi galip çıkıyordu. Abbasi Halifesi Me'mun İmam-ı Azam'ı Kufe'ye kadı yapmak istiyordu. İmamı çağırdı ve bu niyetini açıkladı. İmam-ı Azam yönetimin yanlışlıklarına alet olmamak için bu teklifi kabul etmedi.
- Ben kadılık yapamam, dedi. Halife de herkes de kabul ederdi ki ondan iyi kadılık yapacak bulunamazdı. Bu nedenle Halife sert çıktı:
- Yalan söylüyorsun, sen kadılık yaparsın! İmam-ı Azam akan suları durduracak şu cevabı verdi:
- Eğer ben yalan söylüyorsam, yalan söylediğim için kadılık yapamam, çünkü yalancıdan kadı olmaz. Eğer "yapamam" dediğim zaman doğru söylüyorsam, sözümün gereği olarak kadılık yapamam. O halde her iki halde de kadılık yapamam,
Başlık: Ynt: Tarihten Paradokslar
Gönderen: mardin - 27 Ağustos 2009, 10:42:09
dürüstlük her zaman sönmeyen meşale
Başlık: Târihî Hakîkatler-1
Gönderen: sehle - 04 Nisan 2010, 12:37:33
Elmaslı Minare

Süleymâniye Camii'nin bir minaresi elmaslı minaredir.Bu
muazzam câmi yapılırken İran Şahı,Kânûnî Sultan Süleyman'a
bir çekmece dolusu elmas gönderdi.Parası biterse satıp câmii
tamamlansın diye.KocaSultan Süleyman,İran elçisinin gözü
önünde elmasları bu minarenin yapı taşları arasına harcın içine koydurttu.
Bir rivâyete göre de ayak yolu üzerindeki harcın içine kattırdı.

Hükümdâr Toprak Vermez

Yavuz Sultan Selim Han,Kırım'da bulunduğu sırada Mengli
Giray'ın oğlu Mehmed Giray Yavuz'a:

"Sultanım, ihtimal ki yakında tahta çıkarsınız.O zaman Kefe
vilâyetini bize terk edermisiniz?"diye sordu.

Yavuz Sultan Selim ona şu ibretli cevabı verdi:

"Hükümdarlar,yalnız vilâyet fetheder,ama vilâyet bahşetmez.
size istediğiniz kadar altın gümüş veririm,lâkin benden
memleket istemeyin."

Su İçerken Boğuldu

Sultan İkinci Abdülhamîd Han devrinde Haliç sandalcılarından
Hasköylü Salih 15 defa deniz kazası geçirmişti.Bunların
hepsinde ölümden güç de olsa kurtulmuşdur.
Bir gün Eyüp'te kahvede su içerken boğuldu.

Güldüğü Başına Geldi

Şâir siyâhî Ahmed Efendi Trabzon'a giderken bindiği gemi
bir fırtınaya tutuldu.Bir dere ağzına sığındılar.O ıssız yerde
iki mezar gören Şâir güldü:"Adam cağızlar dişlerini sıkıp şenlikli
bir yere düşememişler!"dedi.Fakat gemiye döner dönmez şâir
öldü ve kendisini de bu ıssız yere gömdüler.


(Sadakat net'den hediye olarak kazandığım çamlıca yayından bana ulaşan kitapdandır.)
Başlık: Ynt: Târihî Hakîkatler-1
Gönderen: Günbatımı - 05 Nisan 2010, 10:12:43
Teşekkürler, güzel paylaşım...
Başlık: Devleti Batıracak Üç Şey
Gönderen: sehle - 14 Nisan 2010, 11:39:03
Devleti Batıracak Üç Şey


Yavuz Sultan Selim.Mısır seferi dönüşünde Veziriazam Pirî Paşa'ya derki:
 
Hâdimü'l-Haremeyni'ş-erifeyn olduk.Allah'ın yardımı ile muhalif olan kimse
kalmadı.Böyle olunca devlet için çökme tehlikesi var mıdır?"
Paşa cevaben:

"İnşaAllah bu devlet böyle giderse batmaz;yalnız sizden olmayan üç şey
meydana çıkarsadevlet çöker."der.
Yavuz:

"Bu üç nesne ne ola ki,Devleti Aliyye'nin zevaline sebep ola?diye sorar.
 Piri Paşa da şöyle cevap verir:

"Devlet,ahmak bir vezirin eline düşerse;
rüşvet yolları açılır ve bu sebepten mevki ve makamlar
ehil olmayana verilir ise;devleti idare edenler
hanımlarının istekleri üzerine hareket ederse o zaman
bu devletin çözülmesi ve çökmesi kaçınılmaz olur."
 

Yumurtanın Fiyatı

Krallardan biri memeleketi içinde bir
seyehat esnasında bir köyde otelinde kalmış.Ertesi
gün,otelden ayrılırken hesap isteyince sabah yediği
yumurtanın fiyatını fazla bularak sormuş;
"Sizin köyde yumurtalar bu kadar nadirmidir"demiş.

Köylü düşünmeden cevaplamış:

"Hayır efendim,yumurta boldur fakat
kral nadirdir..."

Yedikıta Dergisi
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Günbatımı - 16 Nisan 2010, 21:07:10
Aganin atlari:
Zengin bir köy agasi vefat eder. Vasiyeti açilir. Mallarinin yarisini(1/2) büyük ogluna, dörtte birini(1/4) ortanca ogluna ve beste birini(1/5) küçük ogluna birakmistir. Bütün mallar paylasilir ancak Ortada 19 tane de "at" vardir. 19'u ne ikiye, ne dörde, ne de bese bölmek mümkündür. Köyün en akilli adamina gidip akil danisirlar. Adam da onlara yardimci olabilecegini söyler. Der ki:
-"Benim de bir atim var. Alin bunu size veriyorum. Oldu mu 20 at? Yarisini sen al bakalim (10). Dörtte birini de (5) ortanca kardesin alsin. Beste birini de (4) en küçügünüze verelim. On, bes daha onbes. Dört daha ondokuz. Verin bakalim su bizim geriye kalan düldülü...!

Süper bir hesap!  &))
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: omur - 17 Nisan 2010, 03:24:28
Fatih Sultan Mehmet'ten:

Bilindiği gibi Fatih, genç yaşta padişah olmuştur. Yaşı gençtir ama zekası ve inançları çok kuvvetlidir. Yeni sultan olduğu yıllardır. Birgün bir sefere gidilecekken ordunun başında babasının olmasını ister. Ancak babası bu teklifi kabul etmez. Fatih'in maksadı babasının ilminden ve tecrübesinden yararlanmaktır.

-"Eğer sen padişahsan geç ordunun başına. Yok eğer ben padişahsam emrediyorum ordunun başına geçeceksin!"

Babası Sultan Murat, başka çare bulamaz ve orduya komutanlık yapar.

Her okudugumda bayiliyorum.

Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: omur - 31 Temmuz 2010, 01:41:07
    Yavuz’un Sırrı

 

Yavuz Sultan Selim de, dedesi Fatih ve daha birçok Osmanlı padişahı gibi tedbir için, sefer hazırlıklarını gizli tutarmış. İşte böyle bir hazırlık sırasında, vezirlerden biri ısrarla, ordunun nereye gideceğini sorunca, Yavuz ona doğru hafifçe eğilerek:

– Sen sır saklamasını bilir misin? diye sormuş.

Vezir, sorduğu soruya cevap alacağı düşüncesiyle:

– Bilirim sultanım! deyince de Padişah şöyle demiş:

 Bende bilirim...
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: omur - 31 Temmuz 2010, 01:54:17
 Alparslan'ın Elçisi


 Büyük Selçuklu hükümdarı Alpaslan, Malazgirt Meydan Savaşı’ndan önce, dökülecek kanlardan sorumlu olmamak için, Bizans İmparatoru Diyojen’e elçi gönderip barış teklifinde bulunur. Fakat mağrur imparator:

– Ben ve ordum İsfehan’da, atlarımız ise Hemedan’da konaklayacak, diyerek teklifi reddeder.

Elçinin cevabı şu olur:

 Atlarınız büyük bir ihtimalle Hemedan’da kışlayacaklar ama, sizin nerede kışlayacağınızı Allah bilir!
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: omur - 31 Temmuz 2010, 01:56:08
Çanakkale Savaşı


 

İngiliz garson Türk müşterisine:

– Çanakkale’de çok askerimizi öldürdüğünüz için sizi pek sevmeyiz, deyince ondan şu cevabı almış:

 Orada ne işiniz vardı?
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Eymen - 25 Kasım 2010, 01:14:33
Teşekkürler...
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: ıssızada - 06 Nisan 2012, 15:36:10
      
SULTAN ABDÜLHAMİD BÜTÜN MECLİSE DENK

Osmanlı şeyhülislâmı ve büyük âlim Mustafa Sabri Efendi, Sultan İkinci Abdülhamîd Hân'ın tahttan indirilmesinde İttihatçıların entrikalarına aldanmıştı. Fakat altı ay sonra bu heyetin içinde bulunmaktan pişman olmuştu.

Sabri Efendi, sürgün gittiği Mısır'da bu gerçeği talebelerine ders verirken şöyle ifâde etmişti:

"Sultan İkinci Abdülhamîd Hân'ın hal' edilmesi kararını destekledim. Ancak, altı ay sonra anladım ki Sultan İkinci Abdülhamîd'in siyâsetteki ağırlığı bütün meclise denk ve hattâ meclisten fazla imiş."

Fazilet Takvimi
Başlık: Ynt: Târihten Hakîkatler ve İbretli Sahifeler
Gönderen: Mücteba - 06 Nisan 2012, 15:47:56

"Sultan İkinci Abdülhamîd Hân'ın hal' edilmesi kararını destekledim. Ancak, altı ay sonra anladım ki Sultan İkinci Abdülhamîd'in siyâsetteki ağırlığı bütün meclise denk ve hattâ meclisten fazla imiş."

Fazilet Takvimi

Teşekkür ederiz.