Sadakat islami Forum

EĞİTİM, AİLE, KÜLTÜR-SANAT, SAĞLIK => EVLİLİK VE AİLE => ÇOCUK EĞİTİMİ => Konuyu başlatan: İsra - 26 Aralık 2009, 05:34:35

Başlık: Çocuklar doğal aşısını kaybetti
Gönderen: İsra - 26 Aralık 2009, 05:34:35
(http://medya.zaman.com.tr/2009/12/26/oyun.jpg)

Çocukluğumuzun vazgeçilmez oyunları arasında arkadaşlarımızla ayakkabılarımıza kum doldurup oynamak vardı. Kumdan evler, kaleler yapmaya bayılırdık.

Bu oyunları oynarken her yerimiz toz içinde kalır ve eve gittiğimizde annemizden güzel bir azar işitirdik. Bazen bu azarlamalar birkaç şefkat tokadıyla da süslenirdi! Ama yine de siz annenize teşekkür edin, iyi ki sizi eve hapsedip çocukluğunuzu yaşamanıza engel olmamış. Neden mi? Doğayla iç içe büyürken farkında olmadan bünyeniz de güçleniyor.

Sokakta birçok arkadaş ediniriz ancak bir de görmediğimiz arkadaşlar var ki, onlarla ilk tanışmamızda bizi yatağa bile düşürebilirler. Bu arkadaşlar ya kum oynarken elimizden tutarak vücudumuza girerler ya da terleriz, biz davet ederiz onları tanışmaya. Ancak ilerleyen zamanlarda anlarız ki o arkadaşımız sandığımız kadar kötü değilmiş. Bir kaç gün yatağa hapsolmaya da değermiş. Kim mi bunlar? Tabii ki virüs ve mikroplar. Çocukluğumuzda sokaklarda tanıştığımız virüsler sayesinde ilerleyen yaşlarda birçok hastalığı ayakta geçiririz. Çünkü onlar küçük yaşta vücudumuza girdiği için bağışıklık sistemimizi güçlendirmiştir.

Kış ortasında ayakları çıplak

Dikkatinizi çekmiştir muhakkak. Roman çocukları, kış aylarında bile çırılçıplak ayaklarla sokaklarda gezer, kısa kollu tişörtler giyerler. Ama yine de hasta olmazlar. Köyde yetişen çocukların da yanakları al aldır. Bütün bunların sebebi hep aynı; her türlü virüse karşı vücutlarının dirençli olması.

Günümüzde ise korumacı ebeveynler yüzünden çocuklar adeta akvaryum içinde büyütülüyor. Bu da ilerleyen yaşlarda kolay hastalanmalarına neden oluyor. Pedegog Sevil Gümüş'e göre 'çocuğumu koruyayım' diyerek kılı kırk yaran anne ve babalar, onlara iyilik değil, kötülük yapmış oluyor. Sokaktan uzak yetişen çocuk hem sosyal hem de biyolojik olarak gelişimini tamamlayamıyor. Çocuğun aklı ermeye başladığı yaşlarda muhakkak kuralsız ortamda yaşıtlarıyla bulunması gerekiyor.

Sevil Gümüş, ailelerin çocukları tek başına yetiştirmeye başladığına dikkat çekiyor. Hayatın yoğun temposuna artık çocukların da ayak uydurmak zorunda kaldığını aktaran Gümüş, "Okul, dershane derken çocuklar tüm gününü dört duvar arasında geçiriyor. Ebeveynler çalışıyorsa gün içinde çocuk anneanne veya babaannede kalıyor. Yani yine dört duvar arasına hapsediliyor. Çocuklar adeta sokağa hasret büyüyor." diyor. Çocukların 1,5 aylık olduktan sonra her gün muhakkak dışarı çıkartılması gerektiğini anlatan Gümüş, buna bebeğin biyolojik olarak ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Memorial Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Uzmanı Dr. Ercan Tutak, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek olan ülkelerde virüs hastalıkları ile alerjik hastalıkların ön plana çıktığını, geri kalmış ülkelerde ise bakteri ve parazit hastalıklarının yaygın görüldüğünü dile getiriyor. Gelişmiş ülkelerde dezenfektasyon olduğunu aktaran Tutak, bu yüzden çocukların aşırı derecede steril ortamda kaldığını ve ilerleyen yaşlarda alerjik hastalıkların çok görüldüğünü ifade ediyor.

Çocukların mikroba da ihtiyacı var

Virüsler bize sadece zarar vermiyor. Vücudumuz için gerekli mikroplar da var. Çocuklar da biyolojik olarak bu mikroplara ihtiyaç duyuyor. Bu sayede vücudun direnci artıyor ve bağışıklık sistemleri güçleniyor. Ancak gereksiz yere ve fazla alınan antibiyotikler bu mikropları öldürüyor.


Avrupa'da aile uyarılıyor

Avrupa ülkeleri, bebeklerin ve çocukların sokağa çıkartılmasına büyük özen gösteriyor. Bu nedenle aileleri, çocukları her gün gezmeye götürülmesi konusunda uyarıyor. Bunun hem çocuğun gelişimi hem de sosyalleşmesi açısından önemli olduğu vurgusu yapılıyor. Dışarıya çıkarmadığı tespit edilirse aileye ihtar çekiliyor. Uyarılar yine dikkate alınmazsa devlet çocuğa el koyabiliyor.

Çocuk parklarında toprak yok

Belediyelerin yapmış olduğu çocuk parklarında yeterli derecede yeşil alan ve kum sahaları bulunması gerekiyor. Türkiye'de ise parklar sadece oyun alanları ile sınırlı. Bu alanlar son dönemlerde kauçukla kaplandığı için çocuklar kum havuzlarından ve doğal ortamdan uzak kalıyor. Avrupa'da çocuklar için oyun parklarının yanı sıra yeşil alanlar ve kum havuzları var.

Evdeki çocuklar obez oluyor

Anasultan Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Sabahat Uçar, evde yetişen ve bilgisayar başında olan çocukların obez olduğunu belirtiyor. Bunun ilerleyen yaşlarda kalp ve şeker hastalıklarına neden olduğunu vurgulayan Uçar, "Evde oturan çocuk daha az enfeksiyöz ajanla karşılaşıyor. Kreş ya da okul gibi toplu ortama çıkan çocuk burada bulunan virüslerden daha çabuk etkilenip hastalanıyor." diyor.

Zaman
Başlık: Ynt: Çocuklar doğal aşısını kaybetti
Gönderen: mazhar - 26 Aralık 2014, 08:22:37
Hazır Çorba Gibi Yetişen Çocuklar
Gıdaların genetiğiyle mi oynandı yoksa yeni neslin genetiğiyle mi oynandı bilmem ama anne babalar, çocuk eğitiminin genetiğiyle oynadığı bir gerçek.



Eskiden çocuklarını doğal yollarla (anne sütü, ev yapımı yoğurdu, tere yağı,…) beslemeye çalışan  anne abalar, günümüzde ise çocukları hazır gıdalarla (hazır mama, hazır çorba, hazır yoğurt, çikolata, cipsi, kola…) beslenmeye çalışmaktadırlar.



Her şeyleri hazır olacak olan bu çocukların doğumları da hazır olacaktır. Doktor tarafından anne adayına ağır kaldırmayacaksın deniyor o da bunu en küçük bir iş yapmayacak diye algılıyor ve her şeyi ayağına bekliyor. Sonuçta anne adayı hareketsiz kalınca ister istemez doğumda zor olacaktır. Doğumun zorluğundan korkan anne adayı, normal doğum yerine farklı bir seçeneği düşünecektir.



Anne ile çocuk arsındaki duyusal bağları güçlendirecek normal doğum yerine, bugün birçok anne tarafından sıkıntısız olmasından dolayı sezaryen tercih edilmektedir. Oysa normal doğumun hem anne için hem de çocuk için birçok faydası olduğu doktorlar tarafından ifade edilmektedir.



Normal doğum yerine sezaryenle hiçbir emek harcamadan dünyaya gelen çocuklar, beslenmeleri de anneyi emerek (ekmek için mücadele) değil de biberonla (hazırlığı alıştırma ve hazır mama) yapılınca çocukların fiziksel gelişimlerinin yanı sıra kişilik gelişimleri açısından da bazı sıkıntıları beraberinde getirecektir.



Evet, birçok anne değişik mazeretler aldı altında bebeğini emme davranıştan mahrum bırakmaktadır. Anne ile çocuk arasındaki sevgiyi bağlarını güçlendirecek anne sütü yerine, daha çocuk doğar doğmaz biberon ve yalancı emzikle tanıştırılıyor.



Çocuğu hazırcılığa alıştırmak biberonla başlıyor. Çünkü çocuk biberonla beslenirken emek harcamıyor. Biberonla beslenmek eskilerin tabiriyle  “Armut piş, ağzıma düş!” oluyor.



Anneyi emmek; başlangıçta çocuklar için çok zordur ve emek gerektirir. Oysa emmek bebeklerin birçok duygusal ihtiyaçlarını (bedensel temasa bağlı olarak sevgi bağı oluşturma) karşılamaktadır. Zekâ gelişimlerinin yanı sıra çene kaslarının gelişmesi, damak yapısının düzgün olması, diş ve gaz çıkarma gibi birçok faydası vardır. Anneyi emmenin birçok ruhsal ve sağlık faydasını bir yana bıraksak da çocuk emme davranışıyla ekmek için hayatla mücadeleyi öğrenmektedir.

Hayatı öğrenmeyi ve hayatla mücadeleyi birçok çocuk, biberon yüzünden öğrenememektedir.  Hazırcılığa alıştırma sadece biberonla beslenmekle de kalınmıyor. Birçok çocuk bebeklikten çıkıp kocaman olmalarına rağmen yemeğini kendisi yemiyor ya da yiyemiyor. Karnını iyice doyuramaz ya da üst başını kirletir diye eline kaşık verilmeyen bu çocuklar, dökmeden yemesini de öğrenemeyeceklerdir.  Yemekleri anne babaları tarafından yedirilen bu çocuklar, kendilerine güvenmedikleri içinde kendi kararlarını veremeyeceklerdir. Bu yüzden çocuğun ekmek için hayatla mücadeleyi öğrenmesinin önüne bir kez daha geçilmiş olacaktır.

Kendi yemeğini yiyemeyen, üstünü giyemeyen, okul çantasını anne babasına taşıtan çocukların hallerini gördükçe bir eğitimci olarak bu çocuklara üzülürken kendimi de şanslı olarak hissediyorum.

Köyde büyüyenler bilir. Bağ bahçe zamanında genelde herkes bağ bahçeye gittiğinden evde kimse olmaz. Bizlerde okul zamanında öğle tatilinde yemek için eve geldiğimizde yemeğimiz kendimiz hazırlardık. Günümüzdeki ocaklar gibi ocağımız otomatik değildi. Ocağı çakmakla yakar çayı ocağa koyardık. Çayla birlikte sofraya koyduğumuz zeytin, peynir, yoğurt ve kümesten getirip yağda pişirdiğimiz yumurtaları da yer okula tekrar geri dönerdik.

İkindi okuldan geldiğimizde rahmetli anneme nazlanmak adına acıktığımızı söylediğimizde; “Oğlum mutfağı sırtımda bahçeye götürmedim. Canı ne çektiyse alıp yeseydin.” diyerek mutfağı bana bırakan annem, bugünün annelerine sanki bir mesaj yollar gibiydi.

Çocuğun mutfağa girmesini mutfağı karıştırmak olarak algılayan günümüzün titiz anneleri, çocuklara bırakın mutfakta bir şey hazırlamalarına müsaade etmek, sen git dersine çalış diyerek de mutfağa sokulmamaktadır. Bugün üniversite okuyan birçok kız öğrenci yemek yapmasını, lise öğrencisi de çay yapmasını bilmemektedir. Erkek çocuklarının da kız çocuklarından kalır tarafı yok. Birçok erkek çocuğu her şeyi otomatik olan ocağı kullanması dahi bilmemektedir.

Çocukları hazırcılığa alıştırma konusunda yürümeyi öğrenirken de devam etik. Çocuklar doğru dürüst emekleme davranışını kazanmadan bu seferde düşmeden yürümesini öğrenmeleri için örümceklere bindirdik.

Yürümesini örümceklerde öğrenen çocuklar, yolları düşe kalka yürümek yerine ya ana kucaklarında ya da çocuk arabalarında geçmektedirler. Yürürken de kendi başına yürümek isteyip elimizden tutmak istemeyen çocuklara da düşer diye her şeye rağmen izin vermedik. Başka bir ifadeyle düştükten sonra kalkma davranışını öğrenmemeleri için elimizden geleni fazlasıyla yaptık.

Bir gün baba ile oğlu kırlarda gezerken kelebeklerin kozadan çıkışlarına şahit olurlar. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşan çocuk, babasıyla birlikte kelebeğin kozadan çıkışını seyretmeye başlar.

Çocuk, kelebeklerin kozadan sıkıntı ve emek harcayarak çıktıklarını ve ardından da hemen uçtuklarını görür. Çocuk bu ya; kelebeklerin kozadan çıkarken çırpınmalarına ve sıkıntı çekmelerine acır.

Bizim çocuklara iyilik olsun düşüncesiyle yaptıklarımızı çocukta kelebeklere iyilik olsun diye yapar. Elindeki değnekle onların yollarını açar. Hatta ağlarının önünü de açarak kelebeklerin kolayca kozadan çıkmalarını sağlar.

Çocuk, kozadan kolayca çıkan kelebeklerin havada uçmaya başlamalarının ardından 2-3 saniye sonra düşerek öldüklerini görür. Çocuk, garibine giden bu durumu öğrenmek için babasına sorar. Baba da oğluna:

“Kelebekler, uzun ve yorucu bir mücadeleden sonra kendi çabalarıyla kozadan çıkarlar. Bunun nedeni olarak da Allah, onların uçmalarını sağlayacak kanat ve bacak kaslarının gelişmesi için bu evreyi yaratmıştır. Kozadan kanat ve bacak kaslarını güçlendirerek çıkan kelebekler, uçmayı da kolayca öğrenmektedirler.

Oysa senin onlara iyilik adına yapmış olduğun şey, onların sonu oluyor. Senin yardım ettiğin kelebekler, bacak ve kanat kaslarını geliştiremedikleri için yani sana göre bu sıkıntılı evreyi yaşamadıkları için uçamadan ölmektedir.”

Düşmek bana çocukluğumda çok şey hatırlatır: Bisikletten düştük, eşekten düştük, ağaçtan düştük, merdivenden düştük, dereye düştük, oyun oynarken düştük ve en önemlisi bu hayat oyununda kalkıp tekrar oyuna devam edebilmek için düştük. Düştük çünkü toprağa düşen tohum gibi yeniden dirilmek için düştük. Bu anlamda düşmek (yerinde ve zamanında) demek tekrar ayağa kalkabilmeyi ve tek başına da olsa yoluna devam edebilmeyi öğrenebilmek demektir.

Almanya I.Dünya Savaşı’nda, Japonya ise II. Dünya Savaşı’nda ekonomileri büyük yara almalarına rağmen bugün ekonomik olarak adlarından söz ettiriyorlarsa düştükten sonra kalkmasını öğrendikleri içindir. Biz I.Dünya Savaşı’nda aldığımız yarayla II. Dünya Savaşı’na katılmamamıza rağmen bugün Almanya ve Japonya gibi güçlü ekonomimiz yoksa bu, düştükten sonra kalkmasını öğrenemediğimizden kaynaklanmaktadır.

Bugün çocuklara, düştükten sonra da kalkmasını öğretmiş olsaydık çocukların ne sınavlarını ne de işlerini düşünür olurduk. Çocukları o kadar düşündük ki onların düşünmelerine bile gerek bırakmadık. Bir zamanlar Metin Akpınar’ın oynadığı bir aşı reklâmı vardı: “…bu çocuk niye hastalandı anlamadım gitti. …canı acımasın diye onun aşısını dahi kendime yaptırdığım halde…”

Çocukları o kadar düşündük ki dün tek başına yürüyemez diye yürümesine yardım ettiğimiz çocuğa bugünde tek başına yiyemez diye yemek yemesine yardım ediyoruz. Okulda ödevlerine, lise ve üniversite de tercihlerine sonra iş bulmasına ve evlenmesine en sonunda da boşanmasına yardım ediyoruz.

Sonuç olarak; yardım etmek niyetiyle yaptığımız birçok durumlarda çocuklara kötülük yapıyoruz. Sonrasında da kendi ayakları üzerinde duramayıp kendi kararlarını veremeyen çocuklara “Kocaman oldun hala bensiz bir iş yapamıyorsun!” sitemini yapıyoruz.

M. Emin Karabacak / Habervaktim.com