Sadakat islami Forum

DİNİ KATEGORİLER => CUMA SOHBET, HUTBE VE VAAZ ARŞİVİ => Konuyu başlatan: selcuklu - 14 Mayıs 2011, 23:39:33

Başlık: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: selcuklu - 14 Mayıs 2011, 23:39:33
Hutbe: Cuma Namazı,
10 Cemâziyelâhir 1432 (13 Mayıs 2011)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَـٰٓأَيُّہَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ إِذَا نُودِىَ لِلصَّلَوٰةِ مِن يَوۡمِ ٱلۡجُمُعَةِ فَٱسۡعَوۡاْ إِلَىٰ ذِكۡرِ ٱللَّهِ وَذَرُواْ ٱلۡبَيۡعَ‌ۚ ذَٲلِكُمۡ خَيۡرٌ۬ لَّكُمۡ إِن كُنتُمۡ تَعۡلَمُونَ

Muhterem Mü’minler,

İslâmın alâmetlerinden olan ve pek büyük bir ehemmiyeti olan Cuma Namazı, Cuma Günü eda edilen, faziletlerini saymakla bitiremeyeceğimiz bir ibadettir. Bu hususla alakalı olarak Cümu’a Suresi’nde şöyle buyuruluyor: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman, hemen Allâh’ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.”
Hadis-i Şeriflerinde Peygamberimiz (s.a.v): “Günlerin en faziletlisi Cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çokça salat-ü selam getiriniz; zira sizin selamlarınız bana arz olunur.” buyurulmaktadır (Sünen-i Ebî Dâvûd, Vitir 26, Sünen-i Nesâî, Cuma 5). Böylesine faziletli bir günde ifa edilen kıymetli bir ibadet için elbette ki çok titiz bir şekilde hazırlık yapmak icab etmektedir. Her hususta olduğu gibi bu hususta da Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizler için en güzel numunedir. Rasül-i Ekrem Efendimiz bir çok hadis-i şerifleriyle Cuma Namazı’na gelirken dikkat edilecek hususları ifade buyurmuşlardır.

Sahih-i Buhârî’de geçen bir hadis-i şerifte: “Bir kimse Cuma günü gusül abdesti alarak elinden geldiğince temizlenir, saçını sakalını yağlayıp tarar veya evindeki güzel kokudan süründükten sonra camiye gider, fakat orada yan yana oturan iki kimsenin arasını açmaz, sonra Allâhü Tealâ’nın kendisine takdir ettiği kadar namaz kılar, daha sonra sesini çıkarmadan imamı dinlerse, o cumadan öteki cumaya kadar olan günahları bağışlanır.” buyurulmaktadır (Sahih-i Buhârî, Cuma 6,19). Zaten sadece Cuma namazları için değil, cemaatle kılınan diğer namazlar için dahi mescide gidecek kimselerin, kokusu diğer insanları rahatsız eden soğan, sarımsak ve pırasa gibi yiyecekleri pişirmeden çiğ olarak yememeleri lazımdır. Zira bir hadis-i şerifte: “Kim sarımsak, soğan, pırasa yemişse, mescidimize yaklaşmasın. Çünkü insanoğlunun rahatsız olduğu şeyden melekler de rahatsız olur” buyurulmuştur (Sahih-i Müslim, Mesâcid 74).

Cuma günü camiye giden kimse başkalarına rahatsızlık verecekse veya hutbe başlamış ise bulabildiği yere oturur. Eğer yer bulamaz ve ileri saflarda da boş yer olursa zarureten boş yere kadar gidebilir. Hatip minbere çıkınca cemaatin konuşmayıp sükut etmesi, selam alıp vermemesi, nafile namaz kılmaması icabeder. Zira bir hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına sus desen hata yapmış olursun” buyurmuşlardır (Muhît-ı Serahsî’den naklen Elmalı). Hattâ hutbede Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in mübarek isimleri zikredilince cemaatin Salât-ü Selam’da bulunmaksızın yalnız dinlemekle iktifa etmesi daha faziletlidir. İmam-ı Ebû Yûsuf Hz.’den rivayet edilen bir kavle göre bu halde gizlice Salât-ü Selam okunur.

Muhterem Mü’minler,

Bir mühim husus ta şudur: Cuma’nın farzından sonra kılınan on rekat namaz kılınmadığı takdirde, bir noksanlıktan dolayı Cuma Namazı kabul olunmamışsa, öğle namazı üzerine borç olarak kalır. Bu sebeple Cumanın farzından sonra kılınan bu on rekati mümkün mertebe terk etmemelidir.
Din-i Celil-i İslam’ın en mühim alâmetlerinden biri ve Müslümanların Bayramı olan Cuma gününe âzamî derecede ehemmiyet vermek, ve Cuma vaktinde de mümkün olduğunca uyanık olmaya çalışmak lazımdır.
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 00:14:25
Hutbe: Mü´minler farklıdır, 19 Safer 1433 (13 Ocak 2012

 



 
استعيذ بالله : وَالَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَاماً

 
قال رسول الله {صلعم} : مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ


 

Muhterem Mü’minler,

Hz. Allah (c.c)’ın insanlar için koyduğu her sınır, dünya ve ahiret saadetine ulaştıran birer vasıtadır. Bu sebeple, Allah ve Rasülüne inanan, Kur’an-ı Kerim’i kendisine rehber olarak kabul eden her müslüman, birçok yönleriyle diğer insanlardan farklıdır. Söylediği bütün sözlerin, yaptığı bütün işlerin hesabını vereceğine inanan bir mü’min, elbette başkalarından farklı olacaktır.

Bu itibarla, söz ve davranışlarında ölçülü olmak, ciddi olmak, güvenilir olmak, inanan kimselere has özelliklerdir. Bunun içindir ki, ağzından yalan çıkmaz, söz getirip götürme olmaz. O, ya hayır söyler ya da susmasını bilir. Hakiki mü’min olmanın ve Cennet-ü Alaya aday olmanın yolu budur.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bize bu yolu nasıl tarif buyuruyorlar:

“ Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun”(1)

“ Koğuculuk yapan (söz getirip götüren) kimse Cennet’e giremez.”(2)

“ Kim bana iki sakalı (yani ağzını) ve iki ayağı arasını (namus ve iffetini)

koruyacağına söz verirse, ben de O’na Cennet için kefil olurum.(3)

 “ Hased’den sakının. Çünkü hased, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi bütün iyi ve güzel amelleri yiyip bitirir.”(4)

“ Sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirk yani riya (gösteriş) dır.”(5)

Aziz Mü’minler,

Görülüyor ki, müslüman, söz ve davranışlarında ölçülü olmalı, Allah ve Rasülünün hoş görmediği hiç bir işi yapmamalıdır. Yalan, dedikodu, kin, hased, alay ve riya gibi kötü sıfatları üzerinde taşımamalı, kötülüklerin ve haramların işlendiği mahallerde bulunmamalıdır.Yalan yere şahitlik yapmamalı, boş söz konuşanlara rast geldiği zaman, bulaşmadan vâkârla oradan geçip gitmelidir.(6)

Değerli Mü’minler,

Müslümanın yemesi, içmesi, giyinmesi, kazanması ve harcaması bile farklıdır. Hep helal kazanç peşinde koşar. “Kazanayım da nasıl olursa olsun” düşüncesi onun inancında yoktur. Şunu da hiç bir zaman aklından çıkarmaz: Müslümanlık, kendi arzu ve isteklerimize göre değil, Mevlâ-i Zülcelâl Hazretlerinin çizdiği sınırlar içinde ve O’nun istediği şekilde yaşamak suretiyle değer kazanır.

O halde, gelin şu ilahi fermana kulak verelim:

“ Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun. Ancak müslüman olarak can verin.”(7)                                                                         


(1)El Furkan,72; (2)Buhari, Müslim, Ebu Davud,Tirmizi,et Tac c.5 s.183; (3)Müslim, Müsned-i Ahmed et Tac c.5 s.24; (4)Buhari, Tirmizi, Müsned-i Ahmed, et Tac c.5 s.183;  (5)Ebu Davud, İbn-i Mace,et Tac c.5; (6)Müsned-i Ahmed, et Terğib ve’t Terhib, c.1 s.69; (7)Al-i İmran 10
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 00:15:52
Hutbe: Hidayet, 26 Safer 1433 (20 Ocak 2012)

 
استعيذ بالله إِنَّكَ لَا تَہۡدِى مَنۡ أَحۡبَبۡتَ وَلَـٰكِنَّ ٱللَّهَ يَہۡدِى مَن يَشَآءُ‌ۚ وَهُوَ أَعۡلَمُ بِٱلۡمُهۡتَدِينَ
 
قال رسول الله {صلعم} : أحب الناس إلى الله تعالى أنفعهم للناس

 

Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz İNSANLARIN HİDAYETİNE VESİLE OLMANIN KIYMETİ hakkındadır.

Bütün peygamberler insanların Allah’ın rızasını kazanıp ahirette azaba uğramamaları için gönderilmişler, bu uğurda birçok sıkıntılara maruz kalmalarına rağmen bu vazifelerini hiç bırakmamışlardır. Bu itibarla insanların hidayeti için gayret göstermek her zaman çok kıymetli bir haslet olmuş, bilhassa dinimiz bu mevzu üzerinde çok durmuştur. Dünyevi ve uhrevi saadet bu yüce dine tabi olmakla mümkün olduğu için, bir kişinin İslam’ı bulup yaşamasına vesile olmak çok kıymetli bir haslettir.

Hidayet Allah’tandır. Tüm dünya bir araya gelse,  Allah’ın hidayet vermediği kimsenin hidayeti elde etmesine imkân yoktur. “Doğrusu sen sevdiğine hidayet edemezsin. Ve lakin Allah kimi dilerse hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir.”  mealindeki Kasas Suresi’nin 56. Ayet-i Kerimesi bu hususu ifade etmektedir. Ancak bu hal, yani hidayetin ancak Allah’ın izni ile tahakkuk etmesi, insanların hidayeti için gayret gösterilmesine mâni değildir. Bu hususta en büyük gayret Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e aittir. Hayatı boyunca bu uğurda gayret göstermiş, kendisine vazgeçmesi karşılığında birçok dünyalıklar vaat edilmesine rağmen asla tereddüt etmeden vazifesine devam etmiştir.

Muhterem Müslümanlar,

Bir kişinin hidayetine vesile olmak, dünyanın en kıymetli malına sahip olmaktan daha hayırlıdır. Zaten bir hadis-i şerifte de “senin için üzerine güneşin doğup-battığı her şeyden hayırlıdır[1]” ifadesi konuyu çok güzel ifade etmektedir.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: “İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır”[2] Müslümanlara Allah’ın rızasına giden yolu gösterip İman-ı Hakiki’yi elde etmelerini temin etmekten daha güzel ne olabilir ki?

Ebu’l Faruk Silistrevi Hz.leri de bütün gücüyle Ümmet-i Muhammed’in hidayeti için gayret sarfetmişler ve şöyle buyurmuşlardır: “Vazifeniz batağa düşmüş olan ümmet-i Muhammed’in evladını bataklıktan kurtarmak, gaye rızâ-ı ilâhîdir.[3]


[1] Mu’cemu’l-Kebir, 1. Cild, 315

[2] Mu’cemu’l-Kebir, 12. Cild, 453

[3] Sunguroğlunun Notları,159
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 00:21:09
Hutbe: Islami Edep, 04 Rebîulevvel 1433, 27 Ocak 2012

 
استعيذ بالله:  لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً
قال رسول الله {صلعم} : يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا بَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا


 

Muhterem Müslümanlar,

Yüce İslam dininin iman ve salih amel ile yücelttiği Müslüman, her hususta edebe riayet etmek durumundadır. “Beni Rabbim terbiye etti, onun için de edebimi güzel yaptı” buyuran şânı yüce bir peygamberin ümmeti olarak, ferdî davranışlarımızda ve toplum içinde en güzel özelliklere sahip olmamız lazımdır. “Bu ahlâka nasıl sahip olacağız ve bu seviyeye nasıl ulaşacağız?” diye sormaya hiç gerek yoktur, çünkü Hz. Allah (c.c.), peygamberimizde “güzel bir örnek bulunduğunu”(1) âyetleriyle haber vermektedir. Allah’ın rızasını kazanmak ve âhiretin saâdetlerine erişmek isteyen kimsenin takip edeceği yol ve kendisine tatbik edeceği huy budur.

Kıymetli Mü’minler,

Ömür sermayesinin değerini bilen insan, mânâsız ve faydasız sözlerle vakit öldürmemelidir. Yapacağı işlerde tertipli ve prensipli olmalı, gelişi güzel ve düzensiz hareket etmemeli, tedbiri elden bırakmamalıdır. “Ağır başlı olmanın Allah’tan, acele etmenin şeytan’tan olduğunu”(2) unutmamalıdır.

Toplum içinde sevilen ve saygı duyulan bir insan olabilmek için hareketlerimize dikkat etmemiz, temizliğe riâyette kusur etmememiz gerekmektedir. İnsanların arasına çıkaca-ğımızda ve bilhassa büyük kalabalıkların arasına karıştığımızda güzel ve temiz elbiselerimizi giymemiz lazımdır. Tevazû sahibi olayım düşüncesiyle üstü başı dağınık ve perişan halde cemiyet içinde bulunmak, tevâzûu yanlış anlamak olur. Rasülullah Efendimizin şu hadis-i şerifleri ne kadar dikkat çekicidir: “Elbisenizi güzel yapın, vasıtalarınızı iyileştirin. O derece ki, insanlar arasında (ette) ben gibi olun.”(3)

Görgü kurallarına da son derece dikkat etmeli, esnerken ağzını kapamalı, yemek yerken ağzını şapırdatmamalı, su içerken üç nefeste içmeli ve nefes alıp verme esnasında bardağı ağzından uzaklaştırmalıdır. Bereketin hâsıl olması için sağ elimizle alıp vermeli, sağ elimizle yiyip içmeliyiz. Zirâ şeytan bu gibi işlerini sol eliyle yapar. Ona muhalefet, sünnete uymak olur. Misafirlerimize çay, kahve gibi içecek ikramında, oda kapısından girdiğimizde, sağımızda bulunan kimseden başlamalı, o istikâmetteki sırayı takip etmelidir.

Muhterem Cemaatimiz,

Dinimiz kolaylık dinidir. Müslüman da din kardeşlerine kolaylık gösteren ve zorluk çıkarmaktan sakınan kimse olmalıdır. Rasülullah (s.a.v.)’in “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”(4) hadis-i şerifini unutma-malıdır.

İman sahipleri kalblerinde taşıdıkları imanın tesiriyle, insanlara ve diğer canlılara merhamet ederler. Çünkü; “Sen, yerde olana acı ki, göktekiler de sana merhamet etsinler” (5) hadîsinin sırrına nâil olmaya çalışırlar.

Ayrıca bir kimse, muhabbet gösterdiği bir kardeşine ona olan sevgisini söylemelidir. Sünnete uygun olan da budur. Allah’ın Rasülü (s.a.v.) “Sizden biriniz, (müslüman) kardeşini sevdiği zaman, onu sevdiğini kendisine açıklasın. Çünkü bu davranış, kaynaşmada daha hayırlı ve sevgide daha kalıcıdır.” (6)

İzaha çalıştığımız dini bazı edeplerle alâkadar olan Müslümanlar, bu esasları öğrenip yaşamaya çalışmalı, evlâdını da bu ölçülere göre terbiye etmelidir. Rasülullah Efendimiz (s.a.v.), “Evlâdınıza ikram ediniz, onların edeblerini güzelleştiriniz” (7) buyuruyorlar.


1.Ahzab,21 2.Terğib-Terhib c.3 s.418 3.Feyzül Kadir c.1 s.192 4.Terğib-Terhib c.3 s.417 5.Feyzül Kadir c.1 s.473 6.Feyzül Kadir c.1 s. 74 7.İbni Mâce, c.2 s.12
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 00:23:57
Hutbe: Mevlid Kandili.

 

11 Rebîulevvel 1433 (3 Şubat 2012)

 
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم: لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ
رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
قال رسول الله {صلعم}  : اِنَّمَا اَناَ رَحْمَةٌ مُهْدَاةٌ (1)


 

Muhterem Mü’minler,

Bu akşam yani Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in âlemleri şereflendirdiği, nurlu vücudunun dünyaya intikal ettiği mübarek Veladet Kandilidir.

Cenab-ı Hakk’ın biz kullarına maddi ikramları olduğu gibi, manevi ihsanları da vardır. Maddi-manevi lütuflar, ilahi ikramlar arasında böyle mübarek geceler de vardır.

Rasülullah Efendimiz, Rebiul Evvel ayının 12. gecesinde dünyayı şereflendir-mişlerdir. Bu itibarla bu ayın 12. gecesi Hicri senemizin ilk kandilidir.

Kâinât, varlıklar, ümmeti olduğumuz Peygamberimiz hürmetine yaratılmıştır. O’nun aşkına var edilmiştir. Kudsi Hadisinde Rabbimiz “Habibim, Sen olmamış olsaydın, alemleri yaratmazdım. Seni var ettiğim için mahlukatı halk eyledim” buyurmuşlardır.

Rasülullah Efendimizde: “Bana Cebrail geldi de şöyle söyledi; Hz. Allah şöyle buyuruyor: Şayet sen olmamış olsaydın, cenneti yaratmazdım, eğer sen olmasaydın cehennemi de yaratmazdım”. (2)

Böylece bütün varlıkların sebeb-i vücûdudur. Nâ mütenâhi hamd-ü senâlar olsun ki, böyle bir peygambere ümmet olduk. Bu şeref hepimize yeter, yeter de artar.

Cenab-ı Hak bütün peygamberlere Rasülullah Efendimizi haber veriyor. Hz. Adem başta olmak üzere hepsi haberdar ediliyor; O’nun ümmeti haber veriliyordu. Öyle ki Hz.Adem’e Allahımız; “Seni Muhammedin nurundan yarattım Ya Adem, senin vücudunda parlayan nur Habibimin nurudur” buyurmuştur. Hz. Adem’ de Peygamberimiz’in nuru parlarken melekler nereye gitse ardından geliyorlar, o nuru ziyaret ediyor, bakmaya doyamıyorlardı.

Miladi 571 yılı, mevsim ilkbahar, Nisan ayının 20. günü, yevmül Ehadi yevmül İsneyne bağlayan gece, Pazarı Pazartesiye bağlayan gece, Birinciyi İkinciye bağlayan gece…

Hz. Allah’a inanmadan, O’nu kabul etmeden, O’na itaat etmeden, tâbi olmadan, sevmeden, O’nunla olmadan, yani Hz.Allah olmadan hiç bir şey olmaz, olunamaz. Hâsılı, herşeyin yaratıcısı, sahibi, terbiye edeni, rızıklandıranı, yaşatanı Cenab-ı Hak olduğuna göre, herşeyin yaratılış sebebi de Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.

Bu vesileyle bu gün saat 18.30 itibariyle başlayıp, Mevlid-i Şerif, Vaaz-u Nasihat, Yatsı ve Tesbih Namazıyla ihya etmeye çalışacağımız Kandil Proğramımıza hepinizi dâvet ediyoruz.

Hutbemizin başında okuduğumuz ayeti kerimenin mealiyle mevzumuza nihayet verelim: “Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üzerinize çok düşkündür. Mü’minleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır.” (Sure-i Tevbe 128)

1.Feyz’ül-Kadir,c.2 s.572; 2.Siret-ün Nebeviyye c.1 s.6 (Siret-i Halebi kenarında)
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 00:26:00
18 Rebîulevvel 1433 (10 Şubat 2012)

 
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم: وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشاً
قال رسول الله {صلعم}  : اَلَّتاجِرُالْاَمِينُ الصَّدُوقُ المُسْلِمُ مَعَ النَّبِييِنَ وَالصِّدِّقِينَ وَالشُّهَداءِ يَوْمَ القِيامَةِ

 

 

Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz, Ticâret Ahlâkı hakkındadır.

Dünyada gâyemiz Âhireti, Mevlâmızın Rızâsını, Cennet ve Cemâl-i İlâhi’yi kazanmak, Allâh(cc)’a hakîki kul olmaya çalışmaktır. Ancak bunun yanında insanlar, yeme-içme, giyim-kuşam gibi zarûrî ihtiyaçları temin edebilmek için gayret etmek durumundadırlar. Bu maîşet yollarının en mühim olanlarından biri de ticaret’tir. Mensûbu olduğumuz İslam Dini’de, mensuplarını ticarete teşvik etmiştir. Nitekim Âyet-i kerîmesinde Cenâb-ı Hakk: “…Ve gündüzleri, geçiminize elverişli kıldık” (Nebe sûresi, 11) buyuruyor. Diğer bir Âyet-i kerîmede de: “Yerde sizin için maîşetler (geçim yolları) halkettik. Az şükrediyorsunuz” (Hicr sûresi, 20) buyuruluyor. Peygamber Efendimiz de hadîs-i şeriflerinde: “Ticârete devam edin. Çünkü rızkın onda dokuzu ticârette’dir” buyuruyorlar.

Ticaretin taşıdığı ehemmiyet, fazla bir îzâha hâcet bırakmayacak derecede açıktır. Ancak üzerinde durulması icab eden husus, Ticaret Ahlâkı’dır. Nitekim dinimiz dikkat edilmesi icab eden bazı ölçüler ortaya koymuştur. Aksi halde elde edilen maîşete, helâl olmayan şeylerin karışma ihtimali olur ki, bu da bir mü’min için felâkettir. Alan ya da satan bir tüccarın riâyet etmesi icab eden bazı hususları arz edecek olursak:

-Aldığı malda bir kusur yoksa o malı tenkîd etmemelidir.

-Ölçü ve tartılarda hîle yapmamalıdır. Bu hususta Rasûlüllah Efendimizin şu hadîs-i şerîfi çok dikkate şâyandır: “Kişinin namazına ve orucuna bakmayın. Onun dinar ve dirhemine bakın. (Yani bir kimsenin namaz kılması, oruç tutması sizi aldatmasın. Siz o kimsenin alışveriş-lerdeki doğruluğuna, dürüstlüğüne, kul hakkı hususundaki hassasiyetine bakın, ona göre değerlendirin)”

-Satışı yapılacak bir malın kusurlu tarafı varsa, onu gizlemeye çalışmamalıdır. Bu hususta Rasûlüllah (sav) Efendimiz: “Kim bir ayıbı (bulunan malı), o (kusuru)’nu açıklamadan satarsa, Allah’ın dâimî gadabı içinde kalır ve melekler durmadan ona la’net eder” (Feyz’ül-Kadir, c:6; s:92) buyuruyorlar.

-Mala sürüm sağlayıp iyi satış yapmak için yemin etmemelidir.

-Birde eğer iki kişi ortaklık yoluyla, beraberce ticaret yapıyorlarsa, birbirlerinin haklarını her zaman için gözetmeliler, birbirlerine asla ihânet etmemelidirler.

Bunların yanında şu maddelere de dikkat etmemiz işyerimizdeki başarımızda mühim rol oynayacaktır. İşyerinizde eğer:   

-Besmelesiz işe başlıyorsanız,

-Günlük çalışma planı yapmıyorsunuz,

-Acil işler yerine önemsizlerle ilgileniyorsanız,

-İşyerinin temizliğine dikkat etmiyorsanız,

-Aynı anda birden fazla işe sarılıyorsanız,

-Ekip çalışması ve iş aktarmayı bilmiyorsanız, -Şahsi sıkıntılarınızı işyerinizde de devam ettiriyorsanız,

-Hemen karar veriyor veya hemen reddediyorsanız,

-İşi, iş saatleri dışına, eve ve tatile taşıyorsanız,

-Tavsiye ve yeniliklere karşı çıkıyorsanız,

-Yorgunluğa karşı mola vermiyorsanız,

-Servetinizin şükrünü eda edemiyorsanız,   

“işiniz ne olursa olsun başınız ciddî biçimde dertte” demektir.

Muhterem Mü’minler!

Bu sebepledir ki, bir mü’min her işinde olduğu gibi, yaptığı ticârette de dinimizin koyduğu ölçüler istikâmetinde hareket etmelidir. Rasulullâh (s.a.v.) Efendimiz hadîs-i şeriflerinde buyuruyorlar ki: “Doğru, güven duyulan bir tâcir, (kıyâmet günü) peygamberlerle, sıddıklar ve şehidlerle beraber (haşr) olacaktır.” (Feyz’ül-Kadir, c:3  s:278)
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 00:28:36
Hutbe: Ehl-i Sünnet vel Cemaat, 25 Rebî`ul-evvel 1433 (17 Şubat  2012


 

 
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم : وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيماً فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
أن النبي صلى الله عليه وسلم قال:  وستفترق هذه الأمة على ثلاث وسبعين فرقة كلها في النار إلا واحدة، قيل: من هي يا رسول الله؟ قال: من كان على مثل ما أنا عليه وأصحابي. وفي بعض الروايات: هي الجماعة
.

 

Muhterem Mü’minler!

Bu haftaki hutbemiz, Ehl-i Sünnet vel Cemaat itikadına sahip olmanın ehemmiyeti hakkında olacaktır.

Ümmet ikiye ayrılır: Ümmet-i dâvet ve Ümmet-i icâbet. Peygamber Efendimiz ve

sonrası gelmiş ve gelecek bütün insanlığa ümmet-i davet; bunlar içinde Peygamber Efendimizin, Allah tarafından getirip tebliğ buyurduğu hususlara inanmış müslümanlara ise ümmet-i icabet denir. Ümmet-i icabet de ehl-i sünnet ve ehl-i bid’at olmak üzere ikiye ayrılır.

Ehl-i sünnet: Rasülüllah Efendimiz ve onun eshabının yoluna sımsıkı sarılan, dînî hükümleri kendi arzularına göre yorumlamaktan kaçınan, ehl-i islâm arasına tefrika sokmaktan sakınan, bid’atlerden uzak kimselere denir. Hadis-i şerifte fırka-i nâciye diye işaret edilen de bu cemaattir.[1]

            Din-i Celil-i İslamın hükümleri iki ana kola ayrılır: İnanç esasları ile ilgili hükümler; Amel ve ibadetle ilgili hükümler. Peygamber Efendimiz (s.a.v) zamanında, ashab-ı kiram ve tâbiîn devirlerinde Müslümanların inanç ve amelleri Rasülüllahın sohbetleri bereketiyle gâyet saf ve temizdi. Fakat aradan zaman geçtikçe Müslümanlar arasında meseleler, hâdiseler, problemler çoğaldı, fitneler ortaya çıktı.

            Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuşlardır: “Yakında ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri müstesna bu fırkaların hepsi Cehenneme gidecektir. Ya Rasülellah! O bir fırka kimlerdir” diye sorulunca: “Benim ve Ashâbımın yolu üzerine olanlardır.” şeklinde cevap vermişlerdir.[2]

            Hadis-i şerifte dikkat edilmesi icabeden bir husus vardır: Bu fırkaların hepsi İslâmî fırkalardır. O halde, “Biri hariç tamamı cehennemdedir” sözünün manası: “itikâdındaki bozukluk sebebiyle cehennemde cezâsını çektikten sonra, inancındaki bozukluğu küfre varmamışsa, cennete girecektir” demektir.

Muhterem Müminler!

Ehl-i sünnetin inanç ve iman ile alâkalı mevzularda selâhiyetli büyük âlimleri ve imamları vardır. Müslümanlar, İnanç hususunda iki imamdan birine tabi olmuşlardır. Birincisi İmam-ı Ebu Mansur Maturidî hazretleri, ikincisi ise İmam-ı Ebu’l- Hasen’il-Eş’ari hazretleridir. Bu iki imamın arasında esasa ait hiçbir farklılık yoktur. Sadece teferruata ait bazı inceliklerde, küçük mana ayrılıkları olmuştur. Bu iki İmama bağlı olan ehl-i sünnet Müslümanları, birbirlerini kardeş bilir, biri diğerini sapıklıkla veya bid’atle itham etmezler.

Amel ile alâkalı dini hükümlerde ise Müslümanlar, mutlak müctehid, Allah’ın Kitabından ve Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesinden hüküm çıkarmaya muktedir, dört imamdan birine tabi olmuşlardır. Bu dört büyük imam: İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şâfii, İmam-ı Ahmed bin Hanbel Hazeratıdır.

Muhterem Müminler!

Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve onun Ashabının yolunu ihya etmekte gösterilecek her türlü gayret, zamanımızın en kıymetli hizmetidir. Burada, ehl-i sünnet ve cemaat itikadı üzere devam edip, bunlar ile alakalı ilimleri tahsil eden, talebe ve muallimlerin ve bunların her türlü hizmetlerini üstlenmiş olan müesseselerin kıymet ve ehemmiyeti daha iyi anlaşılacaktır.

Bu nedenle Müslümanlar olarak birinci vazifemiz; neye nasıl inanacağımızı çok iyi bilmek ve Ehl-i sünnet ve cemaat çizgisinden ayrılmaktan şiddetle sakınmaktır. Bu hususta İmam-ı Rabbanî hazretleri şöyle buyururlar: “Mükellef olanlara vacip olan ilk zarûri vazife, akidelerini Ehl-i sünnet ve’l-cemaat alimlerinin görüşlerine münasip şekilde tashih etmeleridir.”[3]


[1] Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelâm Dersleri s.22-23, Derseadet Basın ve Dağıtım İstanbul

[2] Bağdâdi, El-fark beyne’l-fırak, s.7 Daru’l-Ma’rife Beyrut. Lübnan. (Diğer bir rivayetle mevcuttur.)

[3] İmam-ı Rabbani, Mektubat c.1 mektup 193
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 00:32:03
HUTBE: ISLAM TERÖR VE ŞİDDETİ YASAKLAR,

2 Rebî`ul-âhir 1433 (24 Şubat 2012)

 
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم : يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
أن النبي صلى الله عليه وسلم قال: اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ


 

Muhterem Müslümanlar,

İnsanoğlunu en güzel şekilde yaratan[1], şan ve şeref sahibi kılan[2] Hz. Allah(c.c), sayamayacağımız nice nimetleri[3] kendisinin emrine vermiştir. Gerçekten iyi bir eğitim ve terbiye görmüş, yaratılış gâyesine uygun yetiştirilmiş bir insan, seven, sevilen, merhamet eden, kendisiyle, âilesiyle, içinde yaşadığı toplumla ve bütün insanlıkla barışık olandır.

Esasında barış, karşılıklı anlayış, hoşgörüye dayanan ve ismini de bu manalara gelen “İslâm” kelimesinden alan yüce dinimiz, birlik ve beraberliği, sevgi ve kardeşliği emrederken, zulmü, azgınlık ve fenalığı yasaklamış, zulmün en dehşet verici şekillerinden biri olan terörü ise şiddetle men etmiştir. Rasülullah (s.a.v) Efendimiz, müslümanı tarif ederken “Elinden ve dilinden başkalarının kendisinden emin olduğu”[4] ifadelerini kullanırken, insanlara zarar vermeyi ve zulmetmeyi yasaklayıp, merhametli olmayı emretmiş: “İnsanlara merhamet etmeyene Allah’ta merhamet etmez”[5] buyurmuşlardır.

Değerli Mü’minler,

Hz.Allah (c.c), Kur’an-ı Kerim’de haksız yere cana kıymayı haram kılmış, cezasının ebedi kalınacak cehennem olduğunu[6]bildirmiş, haksız yere bir kişiyi öldürmeyi bütün insanlığı öldürmek, bu kişiyi kurtarmayı da bütün insanlara hayat vermek olarak kabul etmiştir.[7] Fahr-i Kâinâtımız (s.a.v), bırakın bir müslümanın kanını akıtmayı savaş zamanında bile müslümanlarla savaşmayan gayri müslim kadınların, çocukların, yaşlıların öldürülmesini, hatta ibâdethânelerinin yıkılmasını, ağaçların kesilmesini, hayvanların öldürülmesini dahî yasaklamıştır. Şu halde ismi ne olursa olsun, terör, şiddet ve anarşinin İslâm’la uzaktan-yakından ilgisi yoktur. Terör ve şiddeti, eziyet ve işkenceyi, fesad ve bozgunculuğu haram kılan İslâm dininin mensuplarının bunu tasvip etmesi asla düşünülemez.

Kıymetli Müslümanlar,

Hepimiz, terör hâdiselerini duyduğumuzda elbette büyük üzüntü duyuyoruz. Duygulanıyor, derin bir acı hissediyor, öfkeleniyoruz.  İşte tam bu esnada aklımızla ve basîretimizle hareket etmek zorundayız. Irka dayalı kin’in ve nefretin din-i celil-i islamda yeri olmadığının bilincinde olarak haklı tepkilerimizi gösterirken, yıllardır nîce emeklerle kurduğumuz ve koruduğumuz kardeşlik ve komşuluk bağlarımızı zayıflatacak tutum ve davranışlardan kesinlikle kaçınmalıyız. Dinimizin emirlerine sarılarak, insanlığın huzur ve selâmeti için dua ve niyazda bulunarak Rabbimize sığınmalıyız. Hz.Allah(c.c): “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır”[8] buyuruyor. Bu nedenle bugün; Almanya’da son yıllarda ırkçı terörün kurbanı olan insanlarımızı yad ediyor Allâhtan kendilerine rahmet, kalanlarına da sabır diliyoruz.

1.Tin,4; 2.İsra,70; 3.İbrahim,34; 4.Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8; 5.Riyazüssalihin,1/272 H.No.225; 6.Nisa,93; 7.Maide,32; 8.Bakara,208
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 00:34:39
Hutbe: DUA’NIN EHEMMİYETİ VE ÂDÂBI, 9 Rebî’ulâhır 1433

(2 Mart 2012)

 
استعيذ بالله : وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ 

 
قال رسول الله صلى الله عليه و سلم :  الدُّعَاءُ مُخُّ الْعِبَادَةِ

 

Muhterem Müslümanlar!

Bu haftaki hutbemiz DUA’NIN EHEMMİYETİ VE ÂDÂBI hakkındadır.

Bir mü’minin Cenab-ı Hakk’ın kudret ve rahmetine sığınarak kendi acizliğini kabul ettiği ve Allah’a kul olduğunu ızhar ettiği en mühim kulluk vazifelerinden biri de duadır. Dua esasen davet gibi çağırmak manasına masdardır. Sonra küçükten büyüğe ve aşağıdan yukarıya doğru vaki taleb ve niyaz için isim olmuştur. Duanın hakikati kulun Rabbi’nden imdad dilemesi, yardım talep etmesidir.[1]

Mü’min Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır:

“Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, karşılık vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler, aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir”[2] Peygamber Efendimiz (s.a.v.);  “Dua ibadettir” buyurduktan sonra bu Ayet-i Kerime’yi okumuşlardır.[3] Başka bir Hadis-i Şerîf’te de  “Dua ibadetin özüdür”[4] buyurarak dua ve ibadet arasındaki bu alakayı göstermişlerdir.

Muhterem Mü’minler,

Âdâbına riayet ederek yapılan duaların kabul olunacağını Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizlere şöyle ifade buyurmuşlardır:  “Allah-ü Teâlâ’ya, duanızın kabul olunacağına yakinen inanarak dua edin. Çünkü Allah (c.c.), gafil ve Allah’tan başkasıyla meşgul olan bir kalbden sadır olan duaya icabet etmez”[5]

Duanın Âdabı mevzusunun başında, helal lokma ve helal elbise hususu kaydedilmektedir.[6] Kişinin midesinde haram lokma varsa, elbiseleri haramdan elde edilmiş ise onun duasının kabul olunmayacağı bildirilmektedir.

Dua için,  faziletli vakitleri ve halleri tercih etmelidir. Duaya Allah-ü Teâlâ’ya hamd ve Rasülullâh (s.a.v.)’e salâvat okuyarak başlamalı, dua ederken duasının kabul olunacağına kat’î olarak inanmalı, şüpheye düşmemelidir. Duasında uyanık olmalı ve ne istediğini bilerek dua etmeli; ısrarlı olmalı ve büyük şeylere rağbet etmelidir. Ebu’l Faruk Silistrevi Hz.leri bu mevzu ile alakalı olarak “Uluvv-i himmet (hedefin büyük olması) muktezay-ı imandandır (imanın gereğidir). Her şeyin en âli ve azîmini istemek lazımdır. Allah büyüktür. Böyle büyükten, beşer ne kadar büyük bir şey isterse O’nun indinde bir zerre teşkil etmez”[7] buyurmuşlardır.

Hutbemize mevzunun başında okuduğumuz ayetin mealiyle nihayet verelim: “Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, dua ettiği zaman, dua edenin, duasına icabet ederim. Şu halde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulalar.”[8], buyrulmaktadır.
[1] Elmalılı, Bakara Suresi 186. Ayet-i Kerime’nin tefsiri

[2] Mü’min 60

[3] Sünen-i Tirmizi; Taberânî, ed-Duâ, el-Mektebetü’ş-Şamile

[4] Sünen-i Tirmizi, el-Mektebetü’ş-Şamile

[5] Sünen-i Tirmizi, el-Mektebetü’ş-Şamile

[6] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.163

[7] Mektuplar Risalesi, s.78

[8] Bakara 186
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 00:36:34
Hutbe: “Hayatı değerlendirmek”

16 Rebî’ulâhir 1433

(09 Mart 2012)

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ{1}

 

قال رسول الله صلى الله عليه و سلم

اِغْتَنِمْ خَمْسًا قَبْلَ خَمْسٍ حَيَاتَكَ قَبْلَ مَوْتِكَ وَ صِحَتَكَ قَبْلَ سَقَمِكَ وَ فَرَاغَكَ قَبْلَ شٌغْلِكَ وَ شَبَابَكَ قَبْلَ هَرَمِكَ وَ غِنَاكَ قَبْلَ فَقْرِكَ
{2}

Muhterem Mü’minler,

Hepimizin gâyesi, hedefi, Hz. Allah’ın rızasını, Cenab-ı Hakk’ın yaratmış olduğu, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, aklımızın, havsalamızın alamayacağı kadar güzel olan yerleri kazanabilmek, oralarda ebedî kalabilmektir. Böylesine güzel yerleri kazanabilmek, güzel işler yapmaya, hayırlı ameller ile meşgul olmaya bağlıdır.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir hadîs-i şerîflerinde “Nefsini, Allah’ın emirlerine itaatkar kılan ve ölümden sonrası için çalışan kimse akıllı kimsedir. Nefsine hizmet eden ve amelsiz (Allah affeder diyerek) oyalanan ve fuzuli işlere bağlanan cahil kimsedir.” (3) buyuruyor. Bütün mükâfât ve cezâlar amel ile tesbit edileceğine göre bir mü’minin aklını çok iyi kullanması icab eder.

Değerli Mü’minler,

Cennet-ü Âlâya kavuşabilmek, dahası, Hz. Allah’ın cemâlini seyredebilmek bize verilecek en büyük nimetlerdir. Ömrünün kıymetini bilen kimse, zamanını israf etmeden, her dakikasını değerlendirmelidir. Hayatını güzelliklerle, hayır ve hasenât ile süslemelidir. Allah’ın Rasülü (s.a.v) hadis-i şeriflerinde buna işaretle şöyle buyururlar: “Beş şeyden evvel beş şeyin kıymetini bil. Ölümden evvel hayatının, hastalığından önce sağlığının, meşguliyetten önce müsait zamanın, ihtiyarlığından önce gençliğinin, fakirliğinden önce zenginliğinin.”

Aziz Müslümanlar,

Zaman su misali akıp gidiyor. Lüzumsuz şeyleri bırakıp, bize yarayacak amellerle meşgul olmak bize fayda sağlayacaktır. Rasülullah Efendimiz (s.a.v) istikametimizi belirlememiz için “Bir kimse kırk yaşını geçer, hayrı şerrine galip gelmezse durumunu gözden geçirsin” buyurmuşlardır. “Şu yaştayım, yapamam. Vazgeçemem, mümkün değil, bu zamanda bu olmaz” gibi sözler sarfetmek,  pek doğru değildir.

İbadetlerimizi yaparken inanarak, ecrini Cenab-ı Hak’tan bekleyerek, şuurlu bir şekilde yapmalıyız. Rabbimiz ile kendimiz arasında olan proğrama önem vermeliyiz.

Her hareketimizin bir şahidi yok mu? Gün, gece, Melâike-i kirâm, canlı-cansız bütün varlıklar ve bilhassa bütün işleri, planları, projeleri bilen HZ. Allah var.

Mü’mine yakışan, âhiret amelini dünya ameli üzerine tercih etmesidir. Zîra âhiret hayırlı ve ebedî’dir, dünya ise fâni ve geçicidir.



1) Al-i İmran 133

2) Feyz’ül-Kadir, c.2 s.16

3)Feyz’ül –Kadir, c.5 s.67
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 00:38:43
Hutbe: Namazda huşû ve ta’dil-i erkân, 23 Rebî’ulâhir 1433 (16 Mart 2012)


استعيذ بالله : قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ  الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ  وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ

 
وقال رسول الله صلى الله عليه و سلم : أسوء الناس سرقة الذى يسرق من صلاته


 

Muhterem Mü’minler,

Hutbemiz, Namazı Huşû ve Ta’dil-i Erkân’a riâyet hakkındadır.

Huşû; sükûnet içerisinde olmak, sağa-sola iltifat etmemek, alçak gönüllülük, tevâzû hâli üzere olmak manalarına gelir. Namazda kalb ve bedenin beraberce muhafaza edilmesi, kontrol altında tutulması îcab eder.

Kalbin son derece saygı hissi duyması, bedenimizin bu hissin tezâhürü ile uzuvlarımızda bir sükûnet meydana gelmesi ve secde mahalline bakıp, Hz. Allah’ın huzurunda olduğunu düşünerek, sağa-sola, şuna-buna iltifat etmemek yolu ile huşû’un namaz esnasında hâsıl olması için gayret göstermek gerekir.

Rasûlüllah(sav) Efendimiz, namazda sakalıyla oynayan bir kimseyi görünce: “Eğer şu kimsenin kalbinde huşû olsaydı uzuvlarında da olurdu.” buyurdular.

Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimesinde Cenâb-ı Hakk: “Muhakkak mü’minler felah buldular. O mü’minler ki namazlarında huşû içersindedirler. Onlar ki faydasız işe, boş lafa bakmazlar.” buyurmaktadır. Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığı üzere namazda huşûun oluşması diğer zamanlarda faydasız işlerle, boş laflarla meşgul olmamaya bağlıdır. (Mü’minün,1-2-3)

Ta’dîl-i erkân ise; Rükû ve secdede itmi’nan, Rükû ile secde arasındaki kıyâmı (yani ayakta durmayı) tamamlama ve iki secde arasında ki kuûdu (yani oturmayı) tam yapmaktır. Yani ta’dil-i erkân; namazın kıyam, rükû ve secde gibi her rüknünü sükûnetle yerine getirmek ve bu rükünleri yaparken her uzvun yatışıp, kalbin huzur bulmasıdır.  Meselâ; rükû’den  kıyâm’a kalkarken vücut dimdik bir hale gelmeli, en az bir kerre “sübhânellâh” diyecek kadar ayakta durup, ondan sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında da böylece bir tesbih miktarı durmalıdır.

Ta’dîl-i Erkânın hükmü bir kavle göre farz, diğer bir kavle göre ise vaciptir. Her hâlukârda riâyet etmek zarûrîdir. Namazda manevî haz duyanlar, ta’dîl-i erkâna riâyet ederler, acele etmekten sakınırlar. Acele etmeyi hürmete ve edebe muhalif görürler.

Fahr-i Kâinât Efendimiz diğer bir Hadîs-i Şeriflerinde: “İnsanların, hırsızlık bakımından en kötüsü, namazından çalandır.” buyurdular. Eshâb-ı Kirâm: “Yâ Resûlellah! Bir insan namazından nasıl hırsızlık yapar?” dediklerinde Efendimiz: “Namazın rükû ve secdelerini tam yapmamak suretiyle (hırsızlık yapar)” diye cevab verdiler.

 

Muhterem Mü’minler!

Görüldüğü üzere; namazda huşû ve ta’dîl-i erkâna riâyet, çok mühim bir husustur. Maalesef birçok müslüman gaflete düşüp bu mühim husûsa riâyet edememektedir. Mü’minlerin bu noktada îkaz ve bilgilendirilmeye ihtiyaçları vardır. Bu da bu hususları bilenler üzerine mühim bir vazîfedir.

Nitekim İmâm-ı Rabbânî (ks) Hz.leri Mektûbât-ı Şerîfesinde şöyle buyuruyor: “İnsanlara bu hususta bildiklerimizi öğretip yardımcı olmak, onları bu amele teşvik etmek lazımdır. İnsanların çoğu bu nimetten mahrumdurlar ve ta’dîl-i erkân ile namazı kılmak, tamamıyla terk edilmiştir. Binâen aleyh bu ameli ihya etmek İslâm’ın en mühim hususlarındandır.”
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 22:41:00
Hutbe: Allâh yolunda nöbet tutmak, 1 Cemâziyelevvel 1433 (23 Mart 2012)

 
استعيذ بالله : يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

قال رسول الله {صلعم} : رباط يوم في سبيل الله خير من الدنيا وما عليه
ا

 

Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz Allah YOLUNDA NÖBET TUTMAK hakkındadır.

Cenab-ı Hak, insanların küfür ve cehalet karanlıklarında boğulduğu, Hak ve adaletten uzaklaştığı bir zamanda Hatemü’l-Enbiya olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i Âlemlere Rahmet olarak göndermiş; O Rahmet Peygamberi (s.a.v.) Efendimiz de, Cenab-ı Hakk’ın izn-ü inayetiyle insanlık için bir üsve-i hasene olarak, kızlarını dahi diri diri toprağa gömebilen insanları, Allah yolunda canla başla mücadele edecek bir iman ve ahlak seviyesine taşımıştır. Fakat Din-i Celil-i İslam’ın tesis ve tebliği esnasında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve O’na tabi olan Eshab-ı Kirâm (r.anhüm) Hazerâtı akla hayale gelmeyecek baskı, sıkıntı ve saldırılara maruz kalmışlardır.  Ancak bu durum onların imanlarına zerre kadar zarar vermemiş; neticede Mekke’nin Fethi ile İslam’ın ve Müslümanların mutlak galibiyeti tahakkuk etmiştir. Bununla birlikte Din-i Celil-i İslam’ı kabul edemeyenlerin İslam’a karşı hücumları, zaman içerisinde değişik şekiller alarak, günümüze kadar her devirde devam etmiştir.

İşte bu sebeple, yani Din-i Celil-i İslam’a karşı yapılan saldırıların hep devam etmesi ve çok farklı şekillere bürünmesi sebebiyle, daima uyanık olunması, başka bir ifade ile Allah yolunda nöbet tutulması icap etmektedir. Allah Yolunda Nöbet Tutmak ayet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde “Rabıta ve Ribat” kelimeleriyle ifade edilmektedir. Bu hususla alakalı olarak Al-i İmran Suresi’nin 200. ayet-i kerimesinde meâlen şöyle buyruluyor: “Ey İman edenler, sabredin, sabır yarışında düşmanlarınızı geçin, hazır ve rabıtalı bulunun ve Allah’tan korkun. Umulur ki felah bulasınız.”

Bu ayet-i kerimede geçen ورابطوا  kelimesi şu şekilde tefsir ediliyor: “Ey iman edenler, murabata ediniz, ribat yapınız. İmam arkasında cemaatle namaz gibi birbirinize bağlanıp vazifeye mukayyed olunuz… Bu kelime esasen “rabt-ı hayl” tabirinden alınmıştır. Rabt-ı hayl at bağlamak demektir ki düşmana karşı atını bağlayıp gözetleme halinde olmak manasınadır.”1 Ancak bunun şekli, hiç şüphesiz zamanın şartlarına göre değişiklik arz eder.

Ribat yani Allah yolunda nöbet tutmanın faziletini ifade eden birçok hadis-i şerif vardır.  Sahih-i Müslim’de geçen bir hadis-i şerifte  “Allah yolunda bir gün ve bir gece nöbet tutmak bir ay (nafile) namazdan ve oruçtan hayırlıdır. Allah yolunda nöbet tutarken vefat eden kişi, yaptığı amelin sevabını almaya devam eder, Allah katında merzuk olur ve şeytanın fitnesinden emin olur.”2 buyuruluyor. Yine bu mevzuda “Allah yolunda nöbet beklerken kılınan namaz iki milyon namaza muadildir” şeklinde başka bir hadis-i şerif de rivayet edilmiştir.”3

Aynı ayet-i kerimenin tasavvuf nokta-i nazarından tefsiri de şöyledir. Malum bu ayet-i celilede Allah düşmanlarına karşı nöbet beklemek emrediliyor. Burada iki türlü düşman vardır. Biri yukarda bahsettiğimiz tarz düşmanlardır. Diğeri ise nefs-i emmare denilen düşmandır ki insanın düşmanlarının en şiddetlisi işte bu nefs-i emmaredir. Hem de nefis karşısında mağlup duruma düşülürse –hafizanAllah- ahireti kaybetme korkusu vardır. O halde dünyevi hayata kasdeden düşmanın karşısında nöbet beklemek vacip olunca, uhrevi hayata kasdeden o en büyük düşman karşısında nöbet beklemek evleviyetle vaciptir. Nefis karşısında nöbet beklemek ise ehlince malum olduğu üzere rabıta-i şerife’dir.

 

Muhterem Mü’minler,

Görüldüğü üzere tehlike ve bununla birlikte gelen vazifemiz büyüktür. Bu gün Allah yolunda nöbet tutmak, Rasül-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’e gönülden bağlanıp Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesini ve İslamî Hükümleri öğrenip-öğretmek, mukaddesatına ve selefine saygılı, İslam’a hizmet şuurunu kazanmış, aynı zamanda nefis mücadelesini ihmal etmeyen ahlak-ı hamide sahibi nesiller yetiştirmektir.

1Elmalılı, alakalı ayetin tefsiri; 2 Sahih-i Müslim, cild 3, sayfa 1520; 3 Elmalılı
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 22:44:14
Hutbe: Allâhın yardımına mazhar olan topluluk, 8 Cemâziyelevvel 1433 (30 Mart 2012)
استعيذ بالله : يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
قال رسول الله {صلعم} : لَا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي عَلَى الْحَقِّ مَنْصُورِينَ لَا يَضُرُّهُمْ مَنْ خَالَفَهُمْ حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللهِ عَزَّ
وَجَلَّ
 


Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz Allah-Ü TEÂLÂ’NIN YARDIMINA MAZHAR OLAN TOPLULUK hakkındadır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde meâlen şöyle buyuruyorlar: “Allah’ın emri (yani kıyamet) gelinceye kadar, ümmetimden bir topluluk Allah’ın yardımına mazhar oldukları halde hak üzere olmaya devam edeceklerdir. Onlara muhalefet edenler asla onlara zarar veremeyecektir.”[1] Bu ve buna benzer başka hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki Hak yolda yürüyüp Hakk’ın temsilcisi olan ve Allah’ın yardım ve inayetine mazhar olan bir topluluk kıyamete kadar daima bulunacak; bununla beraber Hakk’ın karşısında olup da bâtılı temsil edenler, Hakk’ı temsil eden o toplulukla mücadeleye kalkışacak ancak asla onlara zarar veremeyecektir.

Hadis-i şerifte geçen  “Allah’ın yardımına mazhar oldukları halde” ifadesinden de anlıyoruz ki; bu topluluğun kıyamete kadar devam edecek olan muvaffakiyeti Allah’ın yardım ve inâyeti sayesinde olacak, bu topluluğu Allah muvaffak ve muzaffer kılacaktır. Bu husus çok ince bir noktadır. Şöyle ki: Allah’ın yardımına mazhar olabilmek için Allah’a yardım etmek icab etmektedir. Nitekim bu hususla alakalı olarak Muhammed Suresi’nin 7. Ayet-i Kerimesi’nde meâlen şöyle buyruluyor: “Ey iman edenler, eğer siz Allah’a yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sâbit kılar” Ancak, mealini verdiğimiz ayet-i kerimede ve daha başka ayet-i kerimelerde geçen “Allah’a yardım etmek” tâbiri, “Allah’ın emrini tutmak, onun dinine ve Rasülü’ne yardım etmek” manasına mecâzdır.[2]  Zira Allah (c.c.) başkasının yardımına muhtaç olmaktan münezzehtir. Yani; Allah’ın yardımıyla Hak üzere olmaya devam eden bu topluluğun en mühim hususiyeti, Allah’ın emirlerini yerine getirip O’nun dinine ve Rasülüllah’ın sünnet-i seniyyesine hizmet etmesidir. Bu hizmeti neticesinde de Allah’ın yardımına mazhar olup kıyamete kadar hep muvaffak olmasıdır.

Allah’ın Dinine ve Rasülü’nün sünnetine hizmetin en temel noktası ise Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesine mensub olup, bu akîdenin ayakta kalması için icab eden ne ise onu yapmaktır. Zira Ehl-i Sünnet vel-Cemaat Mezhebi’nden başka hiçbir mezheb kurtuluşa eremeyecektir. Bu husus mâlum olduğu üzere hadis-i şerif ile de sabittir.

Muhterem Mü’minler,

Allâhu Teâlâ’nın yardımına mazhar olan o topluluğun önemli bir hususiyetini zikrederek hutbemize nihayet verelim. Hz. Ömer (r.a.) Efendimiz tarafından rivayet edilen bu hadis-i şerifte meâlen şöyle buyruluyor:  “Allah’ın kullarından öyle insanlar vardır ki, onlar peygamber de değildirler şehid de değildirler. Kıyamet günü, Allah indindeki kıymetleri sebebi ile peygamberler ve şehidler onlara gıpta ederler.” Sahabe-i Kirâm “Ey Allah’ın Rasülü, onlar kimlerdir, bize haber verseniz.” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Onlar öyle bir topluluktur ki, aralarında akrabalık bağı ve mal alış-verişi olmamasına rağmen, birbirlerini Allah için severler. Allah-ü Teâlâ’ya yemin olsun ki onların yüzleri nurdur ve onlar nur üzeredirler. İnsanlar korktuğu zaman, onlar korkmazlar. İnsanlar üzüldüğü zaman onlar üzülmezler.” Ve şu meâldeki ayet-i kerime’yi okudular: “Muhakkak ki Allah’ın dostları için hiçbir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmazlar.”[3]
[1] Sünen-i İbn-i Mace, cild 1, sayfa 5

[2] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili

[3] Sünen-i Ebî Davud, Kitabü’l-Büyu’, 306
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 22:46:31
Hutbe: Iyilik ve takvada yardımlaşmak, 15 Cemâziyelevvel 1433 (6 Nisan 2012)

 
استعيذ بالله : وَسَارِعُوٓاْ إِلَىٰ مَغۡفِرَةٍ۬ مِّن رَّبِّڪُمۡ وَجَنَّةٍ عَرۡضُهَا ٱلسَّمَـٰوَٲتُ وَٱلۡأَرۡضُ أُعِدَّتۡ لِلۡمُتَّقِينَ (١٣٣(
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: بَادِرُوا بِالْأَعْمَالِ فِتَنًا كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظْلِمِ يُصْبِحُ الرَّجُلُ مُؤْمِنًا وَيُمْسِي كَافِرًا أَوْ
يُمْسِي مُؤْمِنًا وَيُصْبِحُ كَافِرًا يَبِيعُ دِينَهُ بِعَرَضٍ مِنْ الدُّنْيَا*)صحيح مسلم(

 

Muhterem Mü’minler,

 

            Bu haftaki hutbemiz İYİLİK VE TAKVADA YARDIMLAŞMAK VE HAYIRDA ACELE ETMEK hakkındadır.

            Cenab-ı Hakk’ın insanlık için en büyük ihsanı ve ikramı, Din-i Celil-i İslam’dır. Bu dünyada en büyük nimet İslam ile müşerref olup onun bize bildirdiği hususlara iman etmek, emirlerini yerine getirmek, nehiylerinden sakınmak; İslam’ı bize tebliğ eden Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetine tam manasıyla sarılmak; Kur’an-ı Azîmü’ş-Şân’ı öğrenmek, yaşamak, başkalarının öğrenmesine ve yaşamasına vesile olmaktır. Yani Allah’ın rızasına muvafık bir hayat yaşayıp, öbür âleme iman-ı hakîkî ile gidebilmektir.

            Din-i Celil-i İslam mü’minlere bu hususlarda birbirleriyle yardımlaşmalarını daima tavsiye etmektedir. Mâide Suresi’nde mealen şöyle buyuruluyor: “İyilik ve takvada birbirinizle yardımlaşınız”

            Ayet-i kerime’de geçen ve “iyilik” diye tercüme olunan “el-birr” kelimesi, ihsan, hayrın ve iyiliğin en mükemmeli, Allah’ın rahmeti, rızası ve cenneti gibi manalara gelmektedir (1)

Takvâ ise tefsir kitaplarımızda şu şekilde izah edilmiştir: “Takvâ,   Kur’an-ı Kerim’de üç mertebe üzerine zikr olunmuştur. Birincisi ebedî azaptan korunmak için şirkten uzak durarak ehl-i imandan olmaktır. İkincisi büyük günahları işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekten uzak durup farzları ifa etmektir. Üçüncüsü de kalbini meşgul eden ve Hakk’ı unutturan her şeyden yüz çevirip, bütün mevcudiyeti ile Hak Teâlâ’ya yönelmektir. “Ey İman edenler Allah’tan hakkıyla korkun” (2) mealindeki ayet-i kerime’de geçen  ( حق تقاته ) ifadesinden maksat da bu üçüncü mertebedir.” (3)

            Âl-i İmran Suresi’nde ise şöyle buyrulmaktadır: “Rabbinizin mağfiretine ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun. O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah (c.c.) da iyilik sahibi olanları sever.”

 

            Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Salih ameller yapmakta acele ediniz. Zira yakın bir zamanda karanlık geceler gibi bir takım fitneler meydana çıkacaktır. O zamanda insan, mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak akşamı eder. Mü’min olarak akşama kavuşur, kâfir olarak sabahlar. Dinini az bir dünyalığa satar.” (4)

 

            Muhterem Mü’minler,

Görülüyor ki ayet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde mü’minlere hayırlı işlerde acele etmeleri, salih ameller için koşuşturmaları tavsiye edilmektedir. Bu sebeple mü’minler hayırlı işlerde ve hizmetlerde gözü açık davranmalı, fırsatları kaçırmayıp anında değerlendirmelidir. Allah’ın rızasına götürecek ameller ve hizmetler hususunda mü’minler birbirleriyle yardımlaşmalı ve adeta yarışırcasına gayret göstermelidirler. 

            Unutulmamalıdır ki hayra delâlet eden ve güzel bir hizmet yaparak insanların salih ameller işlemesine sebep olanlar, o hayrı yapan tüm insanların elde ettiği sevaplara nail olurlar. Zira bir hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyorlar: “Bir hayra vesile olan kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır” (5)

 

1- Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, cild 2, sayfa 1145; Riyâzü’s-Sâlihîn Terceme ve Şerhi, cild 3, sayfa 422; 2- Al-i Imran Suresi, Ayet 102; 3- Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, cild 2, sayfa 1153; 4- Sahih-i Müslim, İman 186, Sünen-i Tirmizî, Fiten 30, İbn-i Mâce, İkâme 78; 5- Sahih-i Müslim, İmare 133
1 Star2 Stars3 Stars4 Stars5 Stars (No Ratings Yet)
Geri Dön yorumYorumlar: 0 okunmaOkunma: 71 views
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 22:49:28
Hutbe: Allah yolunda hizmet etmenin fazileti, 22 Cemâziyelevvel 1433 (13 Nisan 2012)

 
استعيذ بالله : لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُولِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فَضَّلَ
اللَّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللَّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْرًا
عَظِيمًا
 
 قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا يَجْتَمِعُ غُبَارٌ فِي سَبِيلِ اللهِ وَدُخَانُ جَهَنَّمَ فِي جَوْفِ عَبْدٍ أَبَدًا*سنن النسا
ئ

Kıymetli Müslümanlar!

            Hutbemiz Allah YOLUNDA HİZMET ETMENİN VE GAYRET GÖSTERMENİN FAZİLETİ hakkındadır.

Allah-ü Zül-Celal, insanoğluna akıl nimetini bahşederek onu muhatap ve mükellef tutmştur; Peygamberleri vasıtası ile Hakk yolu göstermiştir. Bütün peygamberler insanoğluna hakkı öğretmek ve onu dünya ve ahirette saadet ve selamete kavuşturmak vazifesi ile gönderilmişler ve bu uğurda pek çetin meşakkatlere sabır ve sebat göstererek bu vazifelerini yerine getirmişlerdir. Hatemü’l-Enbiyâ Efendimiz (s.a.v.), Allah yolunda hiç kimsenin karşılaşmadığı sıkıntılarla karşılaşmış, pek çok eziyetler çekmiştir. Sahabe-i Kiram ve daha sonra gelen İslam Alimleri, Allah Dostları da insanlığın hidayete ermesi; İslamiyet’le şereflenip kurtuluşları için çok büyük gayretler göstermişler; bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak Allah´a dua ve iltica ile milyarlarca insanın hidayetine vesile olmuşlardır.

            Allah yolunda yapılan bu hizmetlerin Allah ve Resulü katındaki kıymeti elbette çok büyüktür. Cenab-ı Hak, birçok ayet-i kerimede, Allah yolunda gayret edilmesini ve bu uğurda sabır ve sebat gösterilmesini tavsiye buyurmuş; mükafat olarak ta hem dünyada hem de ahirette bir çok nimetler va’d etmiştir. Nisa Suresi’nde meâlen şöyle buyuruluyor: “Mü’minlerden –mazereti olmadan- hizmetten geri kalıp oturanlarla, Allah yolunda malları ve canlarıyla hizmet edenler bir olmaz. Allah, malları ve canlarıyla hizmet edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik vaat etmiştir; ama hizmet edenleri çok büyük bir ecirle oturanlardan üstün kılmıştır. Kendi tarafından dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.”

            Hâkezâ Saff Sûresi’nde “Ey iman edenler! Sizi elim bir azaptan kurtaracak olan ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasülüne iman edip, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda hizmet etmenizdir. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde Allah (c.c.), sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere yerleştirir. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan büyük bir yardım ve yakın bir fetih. Mü’minleri bunlarla müjdele” buyurulmaktadır.

             Hayr´ül-beşer Efendimiz (s.a.v.), birçok hadis-i şerifleriyle  “fii sebilillah”  hizmetin faziletlerini; infak edenlerin kazanacakları dereceleri şöyle müjdelemişlerdir: “Kim Allah yolu’nda az bir miktar infak ederse, bundan dolayı kendisine yedi yüz kat sevap yazılır.”[1]

Ebû Hureyre (r.a.) Hazretlerinin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise Allah yolu’nda bedenen yapılan hizmetlerin mükâfatı bizlere şöyle bildirilmiştir:  “Allah yolunda isabet eden toz ve cehennem ateşi, bir mü’minin üzerinde, bir araya gelmez.”[2]

 
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Temmuz 2012, 22:52:09
Hutbe: Emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker, 29 Cemaziye’l-Evvel 1433 (20 Nisan 2012)

استعيذ بالله : وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 قال رسول الله (صلعم) مَنْ اَمَرَ بِالْمَعْرُوفِ وَ نَهَى عَنِ الْمُنْكَرِ فَهُوَ خَلِيفَةُ اللهِ فِى اَرْضِهِ وَ خَلِيفَةُ رَسُولِهِ وَ خَلِيفَةُ كِتَابِهِ


Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz EMR-İ Bİ’L-MÂRUF NEHY-İ ANİ’L-MÜNKER VAZİFESİ hakkındadır.

Cenab-ı Hak Ali İmrân Suresi’nde[1] meâlen şöyle buyuruyor “Sizden hayra davet eden, iyiliği emreden kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erecekler onlardır.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde; “Kim ki ma’rufu emreder, münkerden nehyederse, o kimse, yeryüzünde Cenab-ı Hakk’ın, Rasülüllah’ın ve Kitabullah’ın halifesidir”[2] buyurmuşlardır.

Ayet-i kerime ve Hadis-i Şerif’te geçen ve “iyiliği emretmek, kötülükten menetmek” şeklinde tercüme edilen  “emr- bi’l-maruf nehy- ani’l-münker” ise hayra davetin en mühim kısmını teşkil eder. Maruf, İslam’ın iyi olarak kabul ettiği ve Allah’a taat saydığı her şeydir.[3] Münker ise; bunun tam zıddı olarak, İslâm’ın iyi saymadığı, dinin emirlerine aykırı bulduğu ve Allah’a karşı ma’siyet kabul ettiği; şeylerdir.[4]

İyiliği emir, kötülükten nehiy vazifesinin farziyyeti Kitap ve Sünnet ile sabittir. Aynı zamanda bu farz, İslam’ın en büyük farzlarından biri ve dinin temelidir. Çünkü Müslümanlar bu sayede kemale erer, dünya ve ahiret saadetine kavuşur. Ancak; bu vazifeyi yapacak bir topluluğun bulunması farz-ı kifayedir. Yani; İslâmî bir topluluğun bunu yapması ile bütün müslümanlar, biiznillah bu ´büyük mükellefiyetten´  kurtulmuş olacaklardır.

Bu hususla alakalı olarak Tevbe Suresi’nde[5] şöyle buyruluyor: “Bununla beraber, mü’minlerin tamamı birden seferber olacak değillerdir. Fakat her fırkadan bir taife toplansalar da dini ilimleri tahsil etseler ve döndükleri zaman kavimlerini inzar etseler, umulur ki onlar sakınırlar.”

Görüldüğü üzere İyiliği emir, kötülükten nehiy vazifesini yerine getirecek olan kimseler, İslam Ümmeti içerisinde, İslamî İlimleri öğrenip bunları diğer müslümanlara öğretecek olan ve bunu da onlara tahakküm veya dünyevi maksatlar için değil, sırf Allah Rızası için, inzar ve irşad maksadıyla yapacak olan, maneviyat sahibi ehl-i ilimdir. Çünkü ilimsiz ve ihlâssız yapılacak faaliyetler, fayda değil zarar verecektir.

Ancak burada dikkat edilmesi icab eden mühim bir husus vardır. İslamî İlimleri Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat akidesi müvacehesinde doğru ve sağlam bir şekilde öğrenmek icab eder. İslam Dini’nin itikâdî ve amelî olmak üzere iki ciheti vardır. İşte her iki hususta da, Allah’ın razı olduğu fırka olan ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “fırka-i naciye” olarak vasıflandırdığı Ehl-i Sünnet İtikadına tabi olmak; ilmi, Ehl-i Sünnet’e mensub âlimlerden almak icab etmektedir.

Muhterem Müslümanlar,

Büyük İslam alimi ve mutasavvıf İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (k.s.) Hazretleri bu hususla alakalı olarak Mektûbât-ı Şerifesinde şöyle buyuruyorlar:

“Mükellefler üzerine ilk vacip olanlar İ’tikâdi Hükümler’dir. Yani evvela akaidin tashih edilmesi icab etmektedir. Bu tashih de Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Âlimlerinin görüşlerine muvafık olarak yapılmalıdır. Muhakkak ki uhrevî kurtuluş Ehl-i Sünnet büyüklerinin görüşlerine tabi olmaya bağlıdır. Çünkü onlar ve onlara tabi olanlar, Fırka-i nâciye’dir yani kurtuluşa erecek olan topluluktur.

Bu topluluk Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve O’nun Eshabı’nın yolu üzerine olan topluluktur. Kitap ve Sünnet’den elde edilen ilimler içerisinde muteber olanlar, Ehl-i Sünnet Büyüklerinin Kitap ve Sünnet’den aldıkları ilimlerdir.”[6]

İmam-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri başka bir mektubunda şu ifadelere yer vermişlerdir: “Bil-hassa şeâir-i İslam’ın garip kaldığı zamanlarda, İslami Hükümlerin öğretilmesi, hayırların en büyüğüdür. Öyle ki, başka niyetlerle milyonları infak etmek, dini hükümlerden bir hükmün öğretilmesine müsavi olamaz… Ancak infak, Dinî Hükümlerin takviyesi için olursa onun için büyük derece vardır.”[7]
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 03 Ağustos 2012, 01:05:24
Hutbe: Taharet ve Abdestte Sünnet-i Seniyyeye uymak, 6 Cemaziye’l-Ahir 1433 (27.  April 2012)

 
استعيذ بالله : فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَن يَتَطَهَّرُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ (سورة التوبة)
قال رسول الله (صلعم): اِسْتَنْزِهُوا عَنِ الْبَوْلِ فَإِنَّ عَامَّةَ عَذَابِ الْقَبْرِ مِنْه ( الكتاب : سنن الدارقطني)


 

Muhterem Mü’minler!

                Hutbemiz, TAHÂRET VE ABDESTTE SÜNNET-İ SENİYYEYE UYMAK hakkındadır. Cenâb-ı Hakk âyet-i kerîmesinde meâlen: “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.” buyurmaktadır. Bundan dolayı yüce dînimizin hükümlerine göre, üzerimize düşen vazîfeleri, her türlü ibâdetleri elimizden geldiği, gücümüzün yettiği nisbette yerine getirmeye çalışmamız gerekmektedir.

                Allahü Zülcelâl, birçok ibadet için temizlik şartını koymuş, yani ancak temiz olan kullarını huzuruna kabul etmiştir. Bu hakikate rağmen maalesef birçok insanımız temizliğin ehemmiyetine vâkıf değil ve incelikleriyle de hiç ilgilenmemektedirler. Fıkıh kitaplarında uzun uzadıya bahsedilen bu hususları, mümkün olduğu nisbette kısa ve anlaşılır şekilde izah etmeye çalışacağım.

TAHARET, kişinin bedeninde, elbisesinde veya ibadet edeceği mahaldeki necasetten temizlenmesini ifade eder. Bu temizlik; gusül ve namaz abdesti almak, aynı zamanda da necaseti gidermektir.

Taharetin en mühim kısmı tuvaletten başlar. Tuvalete girilmeden önce çoraplar çıkarılıp pantolonun paçaları sıvanır ve tuvalete sol ayakla girilir. Girmeden önce “Maddî ve mânevî pisliklerden Allah’a sığınırım” anlamında olan şu dua okunur: “Eûzü billâhi minel hubsi ve-l habâis.”

Büyük ve küçük abdestte son derece dikkatli olmalı, herhangi bir şekilde bedenine veya elbisesine necasetin bulaşmamasına dikkat etmelidir. Bundan dolayıdır ki İslam Dini, –bir mazeret olmadıkça- erkeklerin ayakta küçük abdest bozmalarını mekruh görmüştür. Hatta Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “İdrar sıçrantısından sakınınız. Çünkü kabir azâbının ekserîsi ondandır.” buyurmuşlardır.

Büyük ve küçük abdestten sonra necasetten temizlenmeye istinca, Erkeklerin küçük abdestten sonra idrar artığının kesilmesini bekleyip temizlenmelerine istibra, her iki temizlikte hassas davranılmasına da İstinka adı verilir.

Büyük abdestten sonra necaset mahalli kâğıt ile silindikten sonra mutlaka su ile yıkanarak temizlenmeli, daha sonra kalbi kanaat getirinceye dek tuvalet kâğıdı ile kurulanmalıdır. Küçük abdestten sonra necaset mahalli yine su ile temizlenmeli, hemen abdeste başlamayıp bir müddet beklenilmelidir. Kişinin bünyesine göre bir miktar yürümek, öksürmek gibi hareketlerle idrarın tamamen boşaldığı kanaati hâsıl olduktan sonra tekrar su ile temizlik yapılıp abdeste başlanır.

Bu temizlikler yapılırken mutlaka sol el kullanılmalıdır. Çıkmadan önce kullanılan tuvalet de temizlenip öyle çıkılmalıdır. Tuvaletten çıktıktan sonra da “Bana ezâdan âfiyet veren ve benden ezâyı gideren Allâh(cc)’a hamd olsun.” anlamında olan şu duâ okunur: “Elhamdü lillâhillezi ezhebe annil ezâ ve âfânî min zêlik.”

Tuvalette konuşulmaz, selam verilip alınmaz, tuvalete tükürülmez, burun temizliği yapılmaz, mazeretsiz necasete ve avret mahalline bakılmaz, birşey yenilip içilmez, kitap, dua ve benzeri şeyler okunmaz. Zaruri ihtiyaç bittikten sonra beklenmeden dışarı çıkılır. Tuvalete çıplak ayakla veya çorapla girmemek gerektiği gibi, tuvalete mahsus terliklerle dışarıya çıkmamak gerekir.

Anlatılan temel temizlik yapıldıktan sonra sünnet vechi üzere abdest şöyle alınır:

Besmele çekilip abdest almaya kalben niyet edilir. İlmihal kitaplarında anlatıldığı şekliyle abdest alınır. Eller yıkanırken, önce sağ elin içiyle sol elin üstü, daha sonra da sol elin içiyle sağ elin üstü; parmaklar birbirinin arasına geçirilmek suretiyle hilallenir. Ağıza su verilirken mümkünse misvakla, değilse sağ elin baş ve şahadet parmakları ile dişler temizlenir. Buruna su verilirken ihtiyaç varsa sol el ile burun temizliği yapılır. Başa meshederken kaplama mesh yapmak efdaldir. Ayaklar yıkanırken de ayak parmaklarının arası hılallenir ve her iki ayak sol el ile yıkanır.

İsrafa kaçmamak için gereğinden fazla su kullanmamalıdır. Zira israf haramdır. Bilhassa vakıf sularını kullanırken bu hususa daha fazla dikkat edilmelidir.

Kuba mescidinin müdavimi olan müslümanlar, hutbemin başında okuduğum ayet-i Kerime ile „O mescidde çok temizlenmeyi seven er kullar var“ diye medhedilince Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kuba ahalisine: -Sizin ne gibi bir ameliniz var ki Allah sizi ayetiyle övüyor, diye sorduklarında onlar: -Ya rasulAllah, biz taharetimize çok dikkat ederiz; onun için olsa gerektir, diye cevap verdiler. Temizlik imandandır ve müslüman, içiyle dışıyla temiz insandır.

İçinin temizliği beden aynasında görünenlere ne mutlu!
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 03 Ağustos 2012, 01:08:27
Hutbe: Islâmî ilimleri öğrenip öğretmek, 13 Cemaziye’l-Âhir 1433 (4 Mayıs 2012)

 
استعيذ بالله :  قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ ( زمر سوره سي ، ايت ۹)

 
قال رسول الله (صلعم):  وَمَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَلْتَمِسُ فِيهِ عِلْمًا سَهَّلَ اللهُ لَهُ طَرِيقًا اِليَ الْجَنَّةِ  
           

Muhterem Mü’minler,

Hutbemiz İSLAMİ İLİMLERİ ÖĞRENİP ÖĞRETMENİN FAZİLETİ hakkındadır.

İslam Dini ilim öğrenmeye çok büyük ehemmiyet vermiş, bilhassa dini ilimlerin öğrenilmesi hususunda müminleri hep teşvik etmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Eshab-ı Suffe’yi yetiştirerek İslamiyeti seçen yeni beldelere gönderdiği İslam Muallimleri vasıtasıyla, İslami ilimlerin tervîci hususunda ümmetine numune olmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in varisleri olan hakiki alimler de ehl-i imanın istifadesi için gecelerini gündüzlerine katarak gayret göstermiş ve İslami İlimler’in öğrenilmesi, yaşanması ve başkalarına öğretilmesi hususunda büyük çalışmalar yapmışlardır.

Cenab-ı Hak Zümer Suresi’nin 9. Ayet-i Kerimesi’nde, ilim ehlinin faziletinden ve dolayısıyla da ilmin kıymet ve ehemmiyetinden şöyle bahsediyor: “Habibim; de ki: hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Dünya ve onun içindeki şeyler değersizdir. Sadece Allah’ı zikretmek ve O’na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten alim ve öğrenen talebe bundan müstesnadır”[1]

            Bu dünyada en büyük şeref ve en büyük nimet İslamî ilimleri öğrenmek ve öğretmektir. Başka hiçbir ilim, bilim ne ondan daha büyük ne de ona eşittir. Zira dinin ayakta kalması bu ilimlerle mümkündür. Kendisine bu nimetin nasip olduğu insanlar elde ettikleri bu nimeti kaybetmemek ve gün-be-gün ziyadeleştirmek için gayret göstermelidirler. Evvela kendileri bildikleri ile amel etmelidir. Çünkü ilim amelden önce lazımdır; ancak, tek başına ilim yeterli olmadığı gibi amele çevrilmediği için de sahibinin aleyhine delil olur.

            Yine ilim tahsili esnasında da bu ilimlerle amel ederken de ihlastan asla ayrılmamalıdır. Amelsiz ilim nasıl menfaat vermiyorsa, ihlassız yapılan ameller de sahibine fayda vermez, bil-akis çok zarar verir. Yapılan ameller ancak ihlas ile, yani sadece Allah Rızası gözetilerek yapılırsa değer kazanır. İhlasın, Allah ve Rasülünün arzu ettiği manada meydana gelmesi ise ancak ve ancak maneviyat ve kalbî zikir ile mümkün olur. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Azîz ve Celîl olan Allah’ın rızasını kazanmaya yarayan bir ilmi, sırf dünyalık elde etmek için öğrenen kimse, kıyamet günü cennetin kokusunu bile alamaz”[3] buyurmuşlardır.

          

Muhterem Mü’minler,

          

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hadîs-i şerîflerinde ilimle meşgul olan kimselerin kazanacakları dereceleri şöyle ifade buyurmuşlardır: “Bir kimse ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse Allâh-ü Teâlâ o kişiye Cennet’in yolunu kolaylaştırır. Muhakkak melekler yaptığından memnun oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını indirirler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar dahi âlim kişiye Allah’tan mağfiret dilerler. Âlim’in ibadet eden üzerine üstünlüğü, ayın diğer yıldızlar üzerine üstünlüğü gibidir. Âlimler Peygamberlerin vârisleridir. Çünkü peygamberler ne bir dinar, ne bir dirhem mîras bırakmadılar. Ancak ilmi mîras bıraktılar. O halde kim onu alırsa çok nasîb almış demektir.”                


[1] Sünen-i Tirmizî, Zühd 14



[3] Sünen-i Ebî Dâvud, İlim 12; Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 23
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 03 Ağustos 2012, 01:10:32
Hutbe: Gözlerimizi haramdan korumak, 20 Cemâziye’l-Âhir 1433 (11 Mayıs 2012)

 

استعيذ بالله : قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ

قال رسول الله (صلعم):

     النَّظرَ زنِاَهمُاَ العْيَنْاَن


Muhterem Mü’minler,

            Hutbemiz GÖZLERİMİZİ HARAMDAN MUHAFAZA ETMEK hakkındadır.

Cenâb-ı Hak, peygamberleri ve kitapları vâsıtasıyla insanın bu dünyaya başıboş ve gayesiz gönderilmediğini beyan etmiş, her şeyi en ince teferruâtına varıncaya kadar bir nizama, bir sisteme bağlamıştır. Bu itibarla akl-ı selim sahibi her mü’minin, Allah’ın kendisine bahşettiği bütün nimetleri, Allah’ın razı olacağı şekilde kullanması icab etmektedir.

Rabbimizin bizlere bahşettiği en büyük nimetlerden biri de göz nimetidir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Allah-ü Teala buyuruyor ki; Kulumu iki gözünü kör etmekle imtihan ettiğim zaman sabrederse, o kuluma gözlerine karşılık olarak cenneti veririm”[1] Başka bir hadis-i şerifte de “Hiçbir kul, dininden dönmesi hariç, gözlerini kaybetmekten daha ağır bir belaya uğramış değildir.”[2] buyurulmaktadır.

Böylesine değerli olan bu uzvumuzu ve sair uzuvlarımızı, onları bize ihsan eden Hz. Allah’ın rızasına uygun olarak kullanmalıyız. Gözlerimizi nasıl kullanacağımızı bize öğreten birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif vardır.  Cenab-ı Hak Nur Suresi’nin otuzuncu ayeti-i Kerimesi’nde “Habibim, Mümin erkeklere söyle gözlerini indirsinler, ırzlarını da muhafaza etsinler. Çünkü bu kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz ki Hz. Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.” Yani “Gerek dışarıda, gerek içeride ve gerek başkalarının evlerine girerken-çıkarken, otururken-kalkarken gözlerini dikmesinler, harama bakmaktan, ayıp bir şey görmekten sakınsınlar.”[3] buyurmaktadır.

Bu sebeple, eğer bizim isteğimiz ve kasdımız olmadan münasip olmayan bir manzara karşımıza çıkarsa hemen gözümüzü çevirmeliyiz. Bu, mes’ûliyeti olmayan ve bize sevap kazandıran doğru bir hareket olur. Ancak bu bakışı devam ettirir veya tekrarlarsak işte o zaman günaha dalmış oluruz. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hz. Ali (r.a.) Efendimiz’e “Bir bakışı diğer bir bakış takip etmesin. Çünkü birinci bakış lehine, ikincisi aleyhine olur.”[4] buyurmuşlardır. Yine, harama bakmanın nasıl bir günah olduğunu “Gözlerin zinası bakmaktır”[5] hadis-i şerifi ile ifade etmişlerdir.

Bilhâssa her türlü kötülüğün teşvik edildiği ve rağbet gördüğü bu asırda gönüllerimizi kirletmemek ve manevi hayatımızı mahvetmemek için çok daha fazla dikkat etmemiz icab etmektedir. Ebu’l Faruk Silistrevi Hz.leri bu hususu vaazlarında hep dile getirmiş ve üzerine basa basa şu tavsiyede bulunmuşlardır:

 Evinizden çıktığınız zaman unutmayın çok reca ederim. La ilahe illAllahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-Mülkü ve lehü’l-Hamdü… okuyun. Bunu okuyan kimse için bir milyon sevap, bir milyon günahtan af vardır. Acaba Rasülullah (s.a.v) bunu niye böyle buyurdu diye bütün hadis alimleri dehşete düşmüşler, hayran kalmışlar. Nihayet şuna kail olmuşlar: İnsanlar evinden çıktığı zaman çarşı ve  pazarda çok fena halleri müşahede edecek ve günaha düçar olacaklar. Şefaat-ı azim olarak, o gün akşama kadar işlediği günahların hepsini, bu duayı okumaları sebebiyle Hz. Allah affedecektir. Bunu ezberleyin, çoluğunuza çocuğunuza öğretiniz efendiler!

 



[2] Tuhfetü’l-Ahvezî, cild 7, sayfa 81

[3] Hak Dini, Kur’ân Dili, cil 5, sayfa 3502

[4] El-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, Cild 2, Hadis 2788

[5] Sahih-i Buharî, İsti’zan 12, Kader  9
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 03 Ağustos 2012, 01:13:35
Hutbe: Recep ve Regâib Gecesi, 27 Cemâziye’l-Âhir 1433 (18 Mayıs 2012)

 
استعيذ بالله : وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

 
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ: صَوْمُ أَوَّلِ يَوْمٍ مِنْ رَجَبٍ كَفَّارَةُ ثَلَاثِ سِنِينَ،  وَ الثَّانِى كَفَّارَةُ سَنَتَيْنِ،  وَ الثَّالِثُ
كَفَّارَةُ سَنَةٍ، ثُمَّ كُلُّ يَوْمٍ شَهْرًا

 

Muhterem Müslümanlar,

Affı ve merhameti hududsuz olan Hz. Allah(c.c), kitabımız Kur’an-ı Mübin’de buyurdu ki “(Habibim), kullarım beni sana sordukları vakit de ki; muhakkak ben yakınım. Dua edenin duasını, bana dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm. O halde, kullarım da benim davetime uysunlar ve bana iman(da devam) etsinler. Umulur ki doğru yolu bulurlar.”(1) Böylece Allâhu zülcelal, biz kullarına, duaların kabul edileceği, fazilet ve bereketi büyük olan ay, gün ve geceler ihsan etmiştir. Bunlar mü’minler için mânevi bir sevinç, canlılık ve iltica zamanlarıdır.

İşte, Allah’ın rahmet ve mağfiretinin mü’minleri kuşattığı mübarek aylarımızın gölgesi üzerimize düşmüş bulunuyor. Bu ayların ilki, önümüzdeki Salı günü idrak edeceğimiz, kendisinde Regâib ve Miraç gibi iki önemli gece bulunan, Peygamberimizin (s.a.v) hadis-i şeriflerinde “Allahın ayıdır” buyurdukları Receb-i Şeriftir.

Bu ay Cenab-ı Hakka mahsus bir ay olduğu için Ihlas suresini çokça okumak lazımdır. Tutulacak oruçlara, kılınacak namazlara dikkat ederek, bu aylarda Ramazan-ı Şerife hazırlık yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki Receb-i Şerif ve Şaban-ı Şerifte kalp makinelerini çalıştıramayan, Ramazan-ı Şeriften hakkıyla istifade edemez. (2)

Bu ayda tutulan oruçla iligili Ashâb-ı kiram’dan Hazret-i Sevban (r.a.)’ın rivayet ettiği hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: „Resülüllah (s.a.v) ile yürüyorduk. Bir kabristana uğradık. Orada Allah Resulü (a.s) biraz durdu ve şiddetli bir şekilde ağlayıp, bana dönerek şöyle dedi: “Ey Sevban! Burada yatanlar azap görmekte idiler. Allah’a dua ettim de, onların azaplarını hafifletti. Ey Sevban! Eğer bunlar Recep ayında bir gün oruç tutsalar ve onun bir gecesini ihya etselerdi, kabirlerinde azap görmeyeceklerdi.” “Ey Allah’ın Resülü! Bir gün oruç ve bir gecenin ihya edilmesi ile mi, onlardan bu kabir azabı önlenecekti? “Evet, ya Sevban! Beni Hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, kadın erkek herhangi bir müslüman, Recep ayında bir gün oruç tutar veya bir gecesini ihya eder, sırf bunu Allah rızası için yaparsa, Allah ona gündüzü oruçlu, gecesi kıyamlı geçen bir senelik ibadet sevabı ihsan eder.”

Aziz Mü’minler,   

Regâib gecesi, Recep ayının ilk Cuma gecesidir ve önümüzdeki hafta Perşembeyi Cumaya bağlayan gecedir. Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Recep ayının ilk Cuma gecesinden gafil olmayın. Muhakkak o öyle bir gecedir ki; melekler onu reğaib gecesi diye isimlendirirler.” Gecenin üçte biri geçtikten sonra arz ve semavatta bulunan bütün melekler Ka’be-i Muazzama ve çevresinde toplanırlar. Bunun üzerine Cenab-ı Hak: “Ey meleklerim! Dileyin benden, ne dilerseniz, yerine getireceğim”, buyurur. Bütün melekler:  “Ya Rab! Senden Recep ayında çok oruç tutanları affetmeni istiyoruz.”, diye niyaz ederler. Cenab-ı Hak: “İsteğinizi kabul ettim. Onları affettim” buyururlar.”(3) Bu itibarla, Allah’ın rahmetinin, bereketinin âlemleri kuşattığı bu büyük gecede, siz cemaatimizi, camilerimize bekliyor, gereken önemi vererek, bütün insanlığın hidayet ve kurtuluşu için beraberce kalbî dualar etmeye davet ediyoruz.

1.Bakara:186; 2.Nüzhetül Mecalis c.1 s.155
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Eylül 2012, 09:13:14
Hutbe: Nafile İbadetler, 4 Receb 1433 (25 Mayıs 2012)

استعيذ بالله : وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَاماً مَّحْمُودا {سورة الإسراء }

 

 قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ:  أَحَبُّ ا لاَعْماَلِ إليَ اللهِ تَعاَليَ أَدْوَمُهاَ وَإِنْ قَلَّ {بخاري و مسلم}


Hutbemiz, nafile ibadetlerin ehemmiyeti hakkındadır.

Allah-ü Teâlâ’nın farz kıldığı ibadetler, kulluk vazifelerimizin başında gelir. Hiçbir ibadet, farzlardan üstün olamaz. Bunları eda etmekle Rabbımızın emrini yerine getirmiş oluruz. Farz ve vacib olmayan kulluk vazifelerine, nafile ibadetler adı verilir. Bir mü’min nafile ibadetlere devam ederse hem Peygamber Efendimizin sünnetlerini yerine getirmiş hem de Allah-ü Teâlâ’nın rızasını kazanmış olur. Bu sebeple, Peygamber Efendimiz nafile ibadetlere çok ehemmiyet verirlerdi.

Muhterem Mü’minler!

 

Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimesinde Cenab-ı Hakk: “Gecenin bir kısmında da uyanıp, sırf sana mahsus fazladan bir ibadet olmak üzere, onunla (yani Kur’an okuyarak) gece namazı kıl”[1] buyurmuştur. Mevlamız bu ayeti kerimeden evvel beş vakit namazı emredip, peşinden gece namazına teşvik eden beyanını getirmiştir. Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) de hadis-i şeriflerinde: “Ey insanlar! Selamlaşmayı yayınız, yemek yediriniz, gece halk uyurken (kalkıp) namaz kılınız ki, selametle cennete giresiniz”[2] buyuruyorlar.

Farz namazlarla beraber kılınan ilk ve son sünnetler, duha, evvabin ve teheccüd namazları, tesbih namazı; nafile namazların başlıcalarıdır. Ayrıca mübarek gün ve gecelerde yapılması tavsiye olunan ibadetler, hacet namazları da mü’minlere az zamanda çok şeyler kazandıran mühim nafilelerdir. Bunlar Peygamber Efendimizin de farzlardan sonra devamlı ifa buyurdukları, üzerinde hassasiyetle durdukları ibadetlerdendir. Fahr-i Kâinat Efendimiz bu ibadetlere hem kendileri devam eder hem de aile efradını ve ashabını teşvik ederlerdi.

Muhterem Mü’minler!

Arz etmeye çalıştığımız, nafile ibadetlerin fazilet ve ehemmiyeti ile alakalı başka söze hacet olmasa gerek. Ancak burada üzerinde durulması ve uyanık olunması icab eden mühim iki husus vardır:

Birincisi, bazı sapık fikirli kimselerin -“Kişi sadece farzları yapmakla mükelleftir. Farzdan başkasını yapmaya lüzum ve ihtiyaç yoktur. Nafileler yapılmasa da olur” şeklindeki görüşleridir. Ki burada asıl maksat, sünnet müessesesini tahrif etmek, onu hâşâ lüzumsuz göstermek ve bu suretle de imanın farz ve vacibden sonra üçüncü koruyucu kal’ası olan sünnet ve nafile kal’asını yok etmektir. İkinci husus ise, nafile ibadetlere gösterilen bu ihtimamın, farzların kıymetine asla gölge düşürmediğidir. Farzlar terk edilirse nafilelerin hiçbir kıymeti kalmaz. Farzları ihmal etmemekle beraber, nafileleri eda etmek en doğru yoldur.

Kıymetli Mü’minler!

İzah etmeye çalıştığımız hususlar müvacehesinde şuurlu bir mü’mine düşen vazife, her zaman için, bilhassa mübarek üç aylarda gücünün yettiği nisbette farz ve vaciblerle beraber nafile ibadetlerine de ehemmiyet vermek, bu yolla Mevlamızın rızasına, Rasülüllah Efendimizin Şefaat-i uzmasına nail olmaya gayret etmektir. Cenab-ı Hakk Hadis-i Kudsi de buyuruyor ki: “Farzlarla kulum benim gadabımdan kurtulur. Nafilelerle bana (benim rızama) yaklaşır.”
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Eylül 2012, 09:18:38
Hutbe: Rahmet-i Ilâhi, 11 Recep 1433  (1 Hazîran 2012)

استعيذ بالله: قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ


     

 

 

Muhterem Mü’minler!

Bugünkü hutbemiz, Rahmet-i İlâhiye hakkındadır.

Hiç şübhesiz Allah-ü Teâlâ’nın rahmet ve merhameti hudutsuzdur. İnsan O’nun esirgemesi ve rahmeti ile, dünya ve âhirette pek çok felâketlerden uzak kalmakta ve ilâhî ikrâma kavuşmakta, yine insan bu geniş rahmet kapısına elini açarsa, eli boş dönmeyip ilâhî mağfirete nâil olmaktadır. Eğer Mevlâmız’ın rahmet ve merhameti olmasaydı maddî ve ma’nevî sâhada hüsrâna uğrar, felâketlerden uzak kalamaz ve hidâyete yol bulamazdık. Halbuki; Rabbimizin rahmetinin genişliği sebebiyle en günahkâr insanlar hatâlı yollardan doğru yola dönmekte ve mağfiret-i ilâhiyeye mazhar olmaktadırlar. Bu hususla alâkalı olarak Cenâb-ı Hakk: “De ki; Ey kendilerinin aleyhine (günahda) haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyin. Çünki Allah bütün günahları bağışlar. Şübhesiz ki O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” buyurmaktadır. (Zümer,53)

Aziz Mü´minler,

Dünyevi ve uhrevi sahib olduğumuz ve olacağımız bütün nimetler de yine Mevlamızın Rahmetinin bir tecellisidir. Peygamber Efendimiz (sav)`in şefaât-ı uzmâsı, Allah Dostlarının himmet ve teveccühleri ve duaları, hep Hz. Allah (cc)’nün Rahmet-i İlahiyesinin neticesidir. İç âleminde nefis ve şeytanla, dışarıda da şeytanlaşmış ve nefsinin esiri  olmuş kötü kimselerin tesîri altında bulunan insan, eğer kendisi ile başbaşa bırakılmış olsaydı, Allah-ü Teâlâ rahmeti ile muâmele etmeseydi birtek günahkâr bile temize çıkamaz, azâbdan kurtulması ve Cennet’e girmesi mümkün olmazdı. Yüce Rabbimiz âyet-i kerîmesinde: “Ya sizin üzerinizde Allah’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı, ya hakîkaten Allah Raûf ve Rahîm olmasaydı?(Haliniz nice olurdu?)” (Nur,20) buyurmaktadır.

Bu sebeble Cenâb-ı Hak’kın rahmetine ve rızâsına nâil olabilmenin yollarını öğrenmeli, Mevlamızın rahmetinin büyüklüğü neticesi biz kullarına bahşettiği maddi ve manevi fırsatları iyi değerlendirmeli ve her zaman için, “Ey rahmet isteyen kullarını hüsrâna uğratmayan Rabbimizin! Bizi rahmetinin içine koy. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.” diye duâ etmeliyiz.

Muhterem Mü’minler!

 

Her mü’min sağlam bir inanca sâhib olduktan sonra Kur’ân-ı Kerîmden ve Peygamberimizin sünnetinden ayrı bir yol takîb etmemeli, amelî bakımdan üzerine düşen vazîfeleri zamanında ve eksiksiz yapmaya gayret göstermeli ve bunları yaparken de ihlas ve samimiyetle sırf Cenab-ı Hak’kın rızâsını kazanmak için yapmalıdır. Allah-ü Teâlâ’nın gadabından korkmakla beraber rahmetinden de ümîdi kesmemelidir. Mevlâmızın rahmetinden ümîd kesmek ve insanlarıda bu istikâmette düşünmeye sevketmek i’tikâdî ve amelî yönden hatalı olub Rahmet-i İlâhiye’den mahrum kalmaya sebep olur. Bu hususla alakalı olarak, bir rivayete göre Hz. Ömer (r.a.) Efendimize atfolunan şu veciz söz dikkate şâyandır: “Cennet’e dünyada tek bir insan girecek olsa, Rabbimin inayetinden ümid ederim ki, o ben olayım…. Yine cehennem’e tek bir insan girecek olsa, korkarım ki o ben olurum.”
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Eylül 2012, 09:21:38
Hutbe: İ’LÂ-İ KELİMETULLAH, 18 Recep 1433  (8 Hazîran 2012)

 
استعيذ بالله : اِنْفِرُوا خِفَافًا وَثِقَالًا وَجَاهِدُوا بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنْفُسِكُمْ فِي سَبِيلِ اللهِ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
وقال رسول الله صلى الله عليه و سلم : مَا اغْبَرَّتْ قَدَمَا عَبْدٍ فِي سَبِيلِ اللهِ فَتَمَسَّهُ النَّارُ


 

 

            Muhterem Müslümanlar,

Hutbemiz İ’LÂ-İ KELİMETULLAH – Allah’IN KELİMESİNİ YÜCELTMEK ve Allah YOLUNDA HİZMET hakkındadır.

Dîn-i İslam’ın yayılması ve insanların iman ile müşerref olabilmeleri için, yapılan tüm fedakârlıklar, çekilen zahmetler,  gösterilen gayret ve ifa edilen hizmetler İ’lây-ı Kelimetullah tabiriyle ifade edilir.

Bu tabir lügat olarak “Allah’ın kelimesi’nin yüceltilmesi” yani “Allah-ü Teâlâ’nın dininin ve tevhid akidesinin yüceltilmesi” manasına gelir. Aslında İslam ve tevhid akidesi bizzat Allah (c.c.)’nun muhafazası altındadır ve zaten yücedir. Bu hususla alakalı olarak Sûre-i Tevbe’nin 40. ayetindeki “…Allah’ın kelimesi ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir” (1) ifadesi şu şekilde tefsir olunmuştur: “Allah (c.c.)’nun kelimesi en âlî ve en yüksek kelimedir ve Allah azîz ve hakîmdir. Onun hükmüne karşı gelinmez. Koruduğu kahredilmez, kahrettiği kurtarılmaz. Esbab ona değil, O esbâba hâkimdir. Hükmü ayn-ı hikmettir. Onun izzet ve celâli başkalarının yardımına muhtaç olmaktan münezzehtir.”(2)

Bir diğer Ayet-i Kerimede ise mealen; “(Ey mü’minler) Gerek hafif, gerek ağır olarak nefer olun; mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda hizmet edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”(3), buyruluyor. Âyet-i Kerîmede geçen “gerek hafif gerek ağır olarak” ifadesi; ister genç olun ister ihtiyar olun; ister fakir olun ister zengin olun; ister binekli ister yaya; vel-hâsıl her ne halde olursanız olun Allah Yolu’nda hizmet edin, manasına gelir. (4)

Allah’ın kelimesi zaten yüce olduğu halde ve Allah (c.c.) başkalarının yardımından münezzeh olduğu halde, neden Allah yolunda hizmet etmek, gayret göstermek, başkalarının iman ve hidâyetine vesile olmaya çalışmak, hulasa İ’lâ-i Kelimetullah için mücadele etmek bu kadar mühimdir ve neden emredilmiştir?

Bu süâlin cevabı şudur: Çünkü İslâm’a yardım etmek ve İ’lâ-i Kelimetullah için nefer olmak, hem yardım edip nefer olanlar hem de bu vesileyle iman ve hidayete nail olanlar için menfaat ve maslahatı temin eder.(5)

            Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir Hadîs-i Şerîflerinde: “Sizden birinizin Allah yolunda çalışıp gayret sarf etmesi, evinde oturup yetmiş sene namaz kılmasından daha faziletlidir. Allah’ın sizi bağışlamasını ve cennete koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda hizmet ediniz. Kim devenin sağılacağı bir vakit kadar Allah yolunda hizmet ederse, cennet ona vacip olur.”(6), buyurmuşlardır. Yine başka bir Hadîs-i Şerîfte “Allah yolunda ayakları tozlanan bir kula cehennem ateşi dokunmaz”(7), buyrulmuştur.

           

Muhterem Mü’minler,

            Görüldüğü üzere Allah yolunda hizmet etmek, sırf Allah’ın lütfu ile kullara bahşedilen büyük bir nimettir. Ebu’l Faruk Silistrevî (k.s.) Hazretleri bu hususu talebelerine şöyle ifade buyurmuşlardır:

“…Sizi tebrik ederim çocuklar… Sizler Hazret-i Mevlâ’nın zatının nuru ile alakadar ve sıfatının eseri olan İlm-i Kur’an ile meşgul oluyorsunuz. Burada öğrendiklerinizle Ümmet-i Muhammed’in evladını bataklıktan kurtarmaya hazırlanıyorsunuz. Bu ne yüce bir vazifedir…”(8)

            Bu itibarla, kendilerine Allah yolunda hizmet edebilme nimeti bahşedilmiş olanlar; bu fırsatı ganimet bilerek, dünyanın neresinde olursa olsun, hangi şartlar altında bulunursa bulunsun, Allah rızasından bir an bile ayrılmadan, en güzel şekilde hizmet etmeye gayret göstermelidirler. Bu büyük nimetin şükrü, bir nebze de olsa, ancak bu şekilde eda edilebilir.


1 Tevbe Suresi, 40; 2 Elmalılı, Hak Dîni, Kur’ân Dili, cild 4, sayfa 2548; 3 Tevbe Suresi, 41; 4 Elmalılı, aynı sayfa; 5 Elmalılı, aynı sayfa; 6 Sünen-i Tirmizî, hadis no: 1650; 7 Sahîh-i Buhârî, cihâd 16; Sünen-i Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 17; 8 Z. Sunguroğlu’nun Notları, s.30-31
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Eylül 2012, 09:24:41
Hutbe: Mi’rac Gecesi, 25 Recep 1433 (15 Haziran 2012)

 

استعيذ بالله : سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

 

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

لَمَّا كَذَّبَتْنِي قُرَيْشٌ قُمْتُ فِي الْحِجْرِ فَجَلَا اللَّهُ لِي بَيْتَ الْمَقْدِسِ فَطَفِقْتُ أُخْبِرُهُمْ عَنْ آيَاتِهِ وَأَنَا أَنْظُرُ إِلَيْهِ


Muhterem Mü’minler!

            Receb-i Şerif ayının yirmiyedinci gecesi yani yarın Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece, mübârek Mi’rac gecesidir. Mi’rac İslâmî ifâdeyle; Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in hem rûhen hem de bedenen, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da yedi kat göklere, Hz.Allah’ın dilediği yerlere kadar olan seyahatine ve ayrıca bu gecede meydana gelen  hâdiselerin tamamına birden verilen isimdir.

Mi’rac, hüzün senesi olarak isimlendirilen devrede yani Resûlüllah Efendimiz’in en büyük hâmisi, amcaları Ebû Tâlib ile, maddeten ve manen her zaman yanlarında bulunan zevce-i tâhireleri Hadîcetü’l Kübrâ validemizin vefatlarıyla sıkılan, çok üzülen Peygamberimizin huzur-u ilâhîde teselli edilmesidir. Mekke-i Mükerreme’de inanmayanların üç yıldır devam eden ablukası ve on yıla yakın zamandır devam edegelen sıkıntıların sonunda Rasûlüllah Efendimiz’in rahatlaması, bunlara gösterilen sabrın mükâfatlan-dırılmasıdır.

Allâh-ü Teâlâ, lütuf ve ihsanıyla şereflendireceği kullarını çeşitli imtihanlardan geçirmiştir. En büyük ihsan ve mükâfâtlara nâil olan peygamberler de herkesten daha çok sıkıntı-ızdırap ve meşakkatlerle karşılaş-mışlardır. Cenâb-ı Hakk tebliğ esnasında karşılaştığı her sıkıntıya göğüs geren  ve İslâm’ın yayılması uğrunda her fedâkarlığa katlanan sevgili habîbini Mi’rac’la mükâfatlandırmıştır. Velhasıl Mi’rac, gerek Peygamberimiz ve gerekse ashâbı için, o hüzün senesinde, büyük bir teselli kaynağı olmuştur.

Kıymetli Mü’minler,

            Mi’rac hadisesinin safhalarının tafsilâtı Kandil Gecesi Proğramlarında izah edilecektir. Mü’minler olarak Şefâat-i Rasûlüllah’a mazhar olabilmek için Peygamberimizden işitildiği şekliyle inanıp îman etmek îcab eder. Cenab-ı Hakkın Peygamberimiz’e ikram ettiği bu azîm mucizeye o gün inanmayanlar olduğu gibi, ilim, fen ve teknolojinin çok ileride olduğu; hattâ bir takım bilim adamlarının ışınlama denilen, insanın cesedini enerjiye çevirmek suretiyle bir anda bir yerden başka bir yere nakletmenin çalışmalarını yaptığı şu zamanımızda dahi maalesef inan-mayanlar mevcuttur.

Değerli Mü’minler!

            Bu mübarek geceyi, Ümmet-i Muhammed olarak gücümüzün yettiği nisbette ihyâ etmeye çalışmalı, anne-babamızı, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı arayarak kandillerini tebrik etmeli, büyüklerin duasını almalı, geçmiş-lerimizin ruhlarına hediyeler göndermeli, mümkün olduğu kadar çokca nafile ibâdet yapmaya gayret etmeliyiz.

Bununla berâber Pirânımızın ve Allah dostlarının bu gecede yapılmasını ehemmiyetle tavsiye buyurdukları bazı husûsî ibâdetler de mevcuttur. Şöyle ki; o gece yatsı namazından sonra 12 rek’at hâcet namazı kılınır. Mi’rac gecesinden sonraki gün oruçlu olunmalıdır. Yine o gün öğle ile ikindi arasında 4 rek’at namaz kılınır. Bu namazların kılınış şekli takvim yapraklarında ve duâ kitaplarında mevcuttur.
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Eylül 2012, 09:27:02
Hutbe: Şaban-ı Şerif, 2 Recep 1433 (22 Haziran 2012)

 

استعيذ بالله :اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ  {سورة الشورى}

 

قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ: ذَلِكَ شَهْرٌ يَغْفُلُ النَّاسُ عَنْهُ بَيْنَ رَجَبٍ وَرَمَضَانَ وَهُوَ شَهْرٌ تُرْفَعُ فِيهِ الْأَعْمَالُ إِلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ فَأُحِبُّ أَنْ يُرْفَعَ عَمَلِي وَأَنَا صَائِمٌ


Muhterem Müminler!

Hutbemiz, Şaban-ı Şerif ayının fazileti hakkında olacaktır.

Günler; geçip gitmiş olan dün, amel günü olan bugün ve ona erişebilir miyiz, bunu dahi bilemediğimiz yarından ibarettir. Aylar da böyledir. Birisi Receb-i şeriftir ki, geçip gitmiştir. Birisi Ramazan-ı Şeriftir, o da beklenmektedir. Ona erişip erişemeyeceğimiz mâlum değildir. Diğeri ise dün idrak etmiş olduğumuz Şaban ayıdır ki, ganimet bilmemiz icabeden, amel meydanıdır.

Şaban lügatte; ayrılan, dağıtılan şey manasına gelir.  Peygamber Efendimiz (s.a.v)  ashabına sorar: “Bu aya Şaban isminin verilmesinin sebebini bileniniz var mı?” Ashab-ı kiram: “Allah ve Rasülü daha iyi bilir.” derler. Bunun üzerine Rasülüllah S.AV: “Bu aya Şaban denilmesinin sebebi, dağıtılan hayrın çokluğundandır.”buyururlar.[1]

Yine bir hadis-i şerifte, Şaban-ı şerifin bereket ve hayırlarından şöyle bahsedilir: “ Kim ki Şaban-ı Şerife hürmet eder, Allah’tan korkar ve Allah’a itaat edip nefsini günah işlemekten korursa, Hz. Allah  günahlarını mağfiret eder. O sene içinde gelecek  bela ve musibetlerden emin kılar ”[2]

Muhterem Müslümanlar!

 

“Receb-i şerif, Allah’ın; Şaban-ı Şerif benim, Ramazan-ı Şerif de ümmetimin ayıdır.”[3] buyrulduğu üzere, Şaban-ı Şerif Rasülüllah Efendimize mahsus bir aydır. Bu itibarla bu ayda çokça salevât-ı şerife okunmalıdır.

Şaban-ı şerif ayı amellerin Cenab-ı Hakk’a arzedildiği bir aydır. Peygamber Efendimizin, Ramazan-ı şeriften sonra oruç tutmaya en fazla ehemmiyet verdiği ay, bu aydır. Peygamber Efendimiz S.A.V hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Şaban, Recep ve Ramazan arasında bir aydır. İnsanlar ise ondan gâfildir. Halbuki Şabanda, kulların amelleri Rabbül aleminin dergahına yükseltilir. Şabanda, ben oruçlu olduğum halde amelimin yükselmesini arzu ediyorum.”4

Öyleyse Aziz Müminler!

 

İdrak ve şuur sahibi her mü’mine düşen vazife, ibadetlerimize biraz daha hız vererek, salevât-ı şerifeyi çoğaltarak, bu ayın feyzinden, bereketinden istifade ederek Rasülullah(sav) Efendimiz’in “benim ayım” diye övdüğü bu ayı en iyi şekilde değerlendirmeye gayret etmektir.

Ne mutlu Şaban-ı Şerif’i ihyâya çalışıp, şükür vazifesini îfâ eden mü’minlere…
[1] Nüzhetül Mecalis c.1 s.156

[2]Zübdetül Vaizin    Sh.206

[3] Nüzhetül Mecalis c.1 s.156

4 Terğib ve’t Terhib  C.2 s.467
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 02 Eylül 2012, 09:29:32
Hutbe: Beraet kandili ve Sıla-i Rahim, 9 Şaban 1433 (29 Haziran 2012)

استعيذ بالله : حَم  وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ  إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُّبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ  فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ  أَمْراً مِّنْ عِندِنَا إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ  رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ:  إِنَّ

    اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَنْزِلُ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا لَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ ، فَيَغْفِرُ لأَكْثَرَ مِنْ عَدَدِ شَعْرِ غَنَمِ كَلْبٍ


Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz, BERAT GECESİ’NİN FAZÎLETİ hakkındadır.

Cenâb-ı Hakkın yarattığı müstesnâ vakitlerden birisi de, Berat Gecesi’dir ki Şa’bân-ı Şerîf’in onbeşinci gecesidir. Yani gelecek hafta Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece ihya etmeye çalışacağımız fazîleti pek büyük bir gecedir. Şöyle ki; Kur’ân-ı Kerîm’in indirilişinin birinci safhası olan Levh-i Mahfuz’dan Dünya semâsına indirilmesi bu gecede meydana gelmiştir. Hutbemin başında okuduğum Âyet-i Kerîmesinde Cenâb-ı Hakk: “Hâ- mîm. (Helâl ile harâmı vesâir hükümleri) açıkca bildiren (bu) kitâba yemîn ederim ki, hakîkat, biz onu mübârek bir gecede indirdik. Gerçek biz (onunla kâfirlerin uğrayacakları azâbı) haber vericileriz. (O, bir gecedir ki) her hikmetli iş, nezdimizden sâdır olan bir emirle, o zaman ayrılır.”(Sure-i Duhan,1-6) buyurmaktadır.

Değerli Mü’minler!

Berat Gecemizin tafsilâtı Kandil Gecesi Proğramında izah edilecektir. Ancak bu mübarek geceyi, Ümmet-i Muhammed olarak gücümüzün yettiği nisbette ihyâ etmeye çalışmalı, anne-babamızı, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı arayarak kandillerini tebrik etmeli, büyüklerin duasını almalı, geçmişlerimizin ruhlarına hediyeler göndermeli, mümkün olduğu kadar çokca nafile ibâdet yapmaya gayret etmeli, tevbe ve istiğfar edip, Kur’ân-ı Kerîm okumalıdır. Ayrıca bu geceye mahsus ve kılınması ehemmiyetle tavsiye olunan yüz rek’atlik  HAYIR NAMAZI vardır ki, vaziyeti müsait olupta bu namazı kılan kimsenin, o sene içerisinde ölürse şehidlik mertebesine nâil olacağı İslam Büyükleri tarafından beyan edilmektedir. Mevzû ile alâkalı bir hadîs-i şeriflerinde Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyorlar: “Şa’bânın yarı (onbeşinci) gecesi olduğu vakit, gecesinde (ibâdet için) kalkınız. Gündüzünde oruç tutunuz. Zirâ Allâh-ü Teâlâ güneşin batışı ile (beraber) dünyâ semâsına rahmetiyle tecelli eder de (şöyle) buyurur: Bir mağfiret dileyen yok mu onu bağışlayayım! bir rızık isteyecek yok mu ona rızık vereyim! bir dertli yok mu (istesin de) âfiyet vereyim! Bu (dâvet) tanyeri ağarıncaya kadar devam eder.”( İbn-i Mâce,c.1,s.444)

 

Muhterem Müminler!

Dikkatlerinizi başka mühim bir hususa çekmek istiyorum: Sıla-i rahim dinî bir vecibedir. Akrabalar arası bir çok problemin halledilmesinde çok önemli bir husustur. Sıla-i rahim en azından akrabalarımıza karşı tatlı sözlü, güler yüzlü olmak, karşılaştığımız zaman selamlaşmayı, hal hatır sormayı ihmal etmemek, daima kendileri hakkında iyi şeyler düşünmek ve hayır dilemek, ziyaretlerine gitmek ve ihtiyaç durumunda yardımlarına koşmaktır. Rasülullah Efendimiz (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve Ahiret gününe iman eden sıla-i rahimde bulunsun.“ (Buhari, Edeb, 35,85.) “Rızkının bol ve ömrünün uzun olmasını isteyen kimse yakınlarıyla ilgilensin.” (Et-Terğib vet-Terhib,5/143) “İyi bilin ki, toplum içinde yakınlarıyla ilişkisini kesen kimseler bulundukça o topluma rahmet inmez.” (Et-Terğib vet-terhib,5/164)

Aziz Müslümanlar,

Bu hususta, Avrupa’da izin zamanı olan şu günlerde (iznin  yaklaştığı şu günlerde) izine gidecek, yani ‘Sıla-i Rahim’ yapacak kardeşlerimize şu hatırlatmada bulunmak isteriz:  İzninizi sıla-i rahim olarak belirleyiniz ki, harcadığınız her nefes, attığınız her adım ibâdet olsun.

“Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardımı emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. Allah, düşünüp yerine getiresiniz diye size öğüt verir.” (Nahl Suresi 16/90)
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 25 Eylül 2012, 23:47:26
Hutbe: Yaz kursları, 16 Şaban 1433 (06 Temmuz 2012)

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ:  اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ

 

قال النبي عليه السلام:  اَدِّبوُ اَوْلاَدَكُمْ عَليَ ثَلاَثِ خِصاَلٍ حُبِّ نَبِيِّكُمْ وَحُبِّ اَهْلِ بَيْتِهِ وَقِرَائَةِ الْقُرْأَنِ


 

Muhterem Müslümanlar,

Hz. Allah (c.c), anne ve babalara evlatları hakkında bir takım mesuliyetler yüklemiştir.

Evlatlarımızın en güzel şekilde yetişmesi, bizlerin gayretine ve sorumluluk anlayışına bağlıdır. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz devirde, aileleri ve çocukları etkisi altına alan birçok olumsuz sebeplerden dolayı anne ve babalar, çocuklarını İslamın üstün ve güzel ahlakı ile yetiştirmekte güçlük çekmektedirler. Bu zorlukların üstesinden gelebilmek için çocuklarımızı ciddiye almak gerekiyor. Bununla beraber büyük bir sevgi ve şefkatle onların sorunlarına eğilmek ve iyi yetişmelerine zemin hazırlamak şiârımız olmalıdır.

Bize yüklenen mesuliyetlerin en mühimi, onlara gerekli dini bilgilerini, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimi öğretmektir ve bu vazifenin çocukluk devresinde yapılması en münasip olanıdır. Sevgili Peygamberimiz, “Evlatlarınızı şu üç hasletle terbiye ediniz. Rasülünüzün sevgisi, O’nun Ehl-i Beytinin sevgisi ve Kur’an-ı Kerim okumasıyla” ( Feyzül Kadir c.1 s.225) buyurarak evlat terbiyesinde Kur’an-ı Kerim öğretmenin ehemmiyetine işaret etmişlerdir.

Değerli Mü’minler,

Avrupa genelinde başlayan veya başlayacak olan tatil sezonu münasebetiyle bir kısım aileler yurt dışına çıkacaklardır. İzine gitmeyenler ise tatil dönemini çocukları ile birlikte yaşadığı yerde değerlendirecektir. Çocuklarımızın boş zamanlarını değerlendirebilmek için her sene olduğu gibi bu sene de, yaz kurslarımızda onları okutma hizmetimiz devam edecektir. Bu hususu şimdiden sizlere hatırlatır, yaz kurslarımıza çocuklarınızı  göndermenizi, aynı zamanda yakınlarınızın çocuklarına da vesile olmak hususunda gayretli olmanızı istirham ederiz.

Meselemiz, sahip olduğumuz evladlarımızın terbiyesidir. Bunun için,  “ben, evladım hakkında ne yapabilirim?” diye düşünen ve yaz tatilini bulundukları ülkelerde geçirecek olan kardeşlerimiz, İKMB Yaz Kursları Proğramlarını takip ederek çocuklarını bu kurslara kaydettirmeli ve onların dini kültürlerini artırmalarına ve faziletli gençler olarak yetişmelerine zemin hazırlamalıdırlar. Hayatımızda yapabileceğimiz en kıymetli yatırım, yavrularımızın eğitim ve gelişimi için yapacağımız yatırımdır.

Sevgili Peygamberimiz, vazifesini yapanları ne güzel müjdeliyor: “ Bir anne ve baba, evladına Kur’an-ı Kerim öğretirse, kıyamet günü başlarına sultanlara mahsus tac konulur ve cennet elbiseleri giydirilir ki, insanlar öyle bir elbisenin benzerini görmemişlerdir. ” (Terğib Terhib c.2 s.355)
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 25 Eylül 2012, 23:50:56
Hutbe: Ramazan-ı şerif geliyor, 23 Şaban 1433 (13 Temmuz 2012)

 

استعيذ بالله : شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ…

 

قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ:  إِذَا دَخَلَ شَهْرُ رَمَضَانَ فُتِّحَتْ أَبْوَابُ السَّمَاءِ، وَغُلِّقَتْ أَبْوَابُ جَهَنَّمَ، وَسُلْسِلَتِ الشَّيَاطِينُ
                                                                                                 

Muhterem Müminler,

Allahü Zülcelal vel Kemal Hazretlerine sonsuz hamdü senalar olsun ki, içerisinde rahmet ve mağfireti ilahinin, bolluk ve bereketin dolup taştığı, rahmet ve cennet kapılarının ardına kadar açıldığı, cehennem kapılarının kapandığı, şeytanların zincirlendiği, nefsi emmarenin  insan vücudundaki tesirinin oruç ibadeti ve taatla azaldığı ve biz müslümanlar arasında 11 ayın sultanı diye nitelendirilen mübarek Ramazan-ı Şerif ayının gölgesini üzerimize düşürmüş bulunmaktadır.

Gelecek Cuma ilk orucunu tutacağımız Ramazan-ı Şerifimiz, inanmış gönüllerde sevinç ve manevi pırıltılar meydana getirmektedir. Ramazan-ı Şerifi karşılamak, bu mübarek aya ruhen hazırlanmakla ve gafletten sıyrılmaya çalışmakla mümkün olabilir. Günahlarımıza tevbe edip, gelen bu müthiş tecelliyattan en yüksek seviyede istifade etmenin yollarını aramalıdır.

Değerli Müminler,

İmamı Rabbânî Hz.leri Mektûbât-ı Şerifesi’nde, Ramazan ayının ehemmiyeti ve ihyası ile alakalı olarak şöyle buyuruyorlar: “Kim ki bu ayda hayırlara ve salih amellere muvaffak kılınırsa bu muvaffakiyet senenin tamamında onun arkadaşı olur. Eğer bu ay manevi dağınıklık ile geçerse, senenin tamamı da dağınıklık üzere geçer.”[1]

Aziz Müslümanlar,

 

Bu mübarek ay rahmet, ğufran ve Kur’ân ayıdır. Ramazan-ı Şerifin en büyük özelliği, kitabımız Hazreti Kur’anın bu ayda nazil olmasıdır. Peygamberimiz (s.a.v) her Ramazan Kur’anı Kerimi hatmederdi. Cebrail aleyhisselamda dinlerdi. Onun için mukabele okumak ve okutmak sünnettir. Bu hususta müslümanların, hazırlıklarını yapmaları, bilenlerin mutlaka en az bir hatm-i şerif okumaları, bilmeyenlerin mukabele okunan yerlere giderek okunan Kur’anı dinlemeleri ve O’nun lâhuti sesini ruhunun derinliklerinde hissetmeye çalışmalıdır.

Hulasa bu mübarek ayı, layık olduğu şekliyle karşılayabilmek için uzuvlarımızı oruca ortak olacak şekilde bir edebe alıştırmalıdır. Bunu sağlayabilmek için dile yalan söyletmemeli, gıybet suçu işlememeli, kulağa haram olan konuşmaları dinletmemeli, eli dinimizin yasakladığı şeylere uzatmaktan ve can yakmaktan korumalı, ayakları şeytani yollarda tozlanmaktan muhafaza etmeli, vücudumuzun sultanı kalbi, bozuk inanç ve sapık düşüncelerden temiz tutmalıdır. Tek kelime ile vücudun tamamına “ Ramazan-ı Şerif ve oruca hazır ol!” emrini vermelidir.

Kımetli Mü’minler,

Bu mübarek ayı kendimizden şikayetçi değil, şefaatçı kılabilmek için maddi ve manevi hazırlıklarımızı yapmamızın icap ettiğini tekrar hatırlatır, şimdiden Ramazan ayınızı tebrik ederiz.

[1] Mektûbât-ı İmam-ı Rabbânî, cild 1, m. 45

2 Sahih-i Buhari, Kitab-us Savm, no: 1933
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 25 Eylül 2012, 23:54:24
Hutbe: Ramazan hayatımız, 1 Ramazan 1433 (20 Temmuz 2012)

           بسم الله الرحمن الرحيم

 لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً

وقال رسول الله صلى الله عليه و سلم :

لَيْسَ الصِّيَامُ مِنَ الْاَكْلِ وَالشُّرْبِ ، إِنَّمَا الصِّيَامُ مِنَ اللَّغْوِ وَالرَّفَثِ* صحيح ابن حزيمة


 

 

Muhterem Mü’minler!

Ümmeti olmakla büyük şeref duyduğumuz, Allâh-ü Teâlâ’nın emirlerini en iyi anlayan ve anlatan, onları günlük hayatına en güzel şekilde tatbîk eden, hiç şüphesiz Peygamberimiz (s.a.v.) dir. Onbir ayın sultânı olan, içerisinde bin aydan daha hayırlı Kadir gecesini bulunduran Ramazân-ı Şerîf ayının ve Ramazan Orucunun kâmil mânâda îfâsı, Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in sünnetine uygun biçimde edâ edilmesine bağlıdır.

Mü’mini, Allah’ın rızasına ulaştıracak orucun, sünnet-i seniyye ölçülerine uygun olması îcâb etmektedir. Zîrâ sâlih ameller, ancak Peygamberimizin sünneti vasıtasıyla kabul makamına yükselebilir.

Muhterem Müslümanlar!

Bu ölçüyü dikkate alarak Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Ramazân-ı Şerîf hayâtıyla alâkalı birkaç husûsu arz etmeye çalışacağız. Bir hadîs-i şerifte: “Resûlüllah hayır yapma husûsunda insanların en cömerdi idi. En fazla cömertliği ise ramazan içinde olurdu” buyruluyor. Peygamberimiz (s.a.v.), sahur vaktinde kalkıp teheccüd namazı ve diğer ibâdetler ile geceyi ihyâ ederler ve “sahur (yemeği) yiyiniz. Zîrâ onda bereket vardır” buyururlardı.

Resûlüllah Efendimiz bu mübârek ayın bir anını bile boşa geçirmez ve aynı uyanıklığı ashâbınında göstermesini arzu ederlerdi. Gaflette olanları îkaz eder ve “Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisi için açlıktan (ve susuzluktan) başka bir şey yoktur. Nice (ibâdet için) ayakta duranlar vardır ki, kıyâmından kendisi için uykusuzluktan başka bir şey yoktur” buyururlardı.

İftar etmezden evvel

اَللَّهُمَّ يَا وَاسِعَ الْمَغْفِرَةِ اغْفِرْ لِى


yani “Ey mağfireti geniş olan Allahım, beni mağfiret eyle” diye duâ eder ve iftar vakti girince:

اَللّهُمَّ لَكَ صُمْتُ وَبِكَ آمَنْتُ وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَعَلَى رِزْقِكَ أَفْطَرْتُ وَصَوْمَ غَدٍ نَوَيْتُ


 yani “Ey Allahım, ancak senin rızân için oruç tuttum, sana îmân ettim, sana tevekkül ettim, senin verdiğin rızıkla da iftar ettim ve yarınki tutacağım oruca niyyet ettim” diye duâ ederlerdi.

Resûl-ü Ekrem Efendimiz, Ramazan-ı Şerifin son on gününde, daha bir gayretli olurlardı. Diğer zamanlarda yaptığı ibâdetleri, bu ay girdiği zaman artırırdı.

Muhterem Mü’minler!

Dünyevî ve uhrevî her türlü işlerimizde olduğu gibi, içerisinde bulunduğumuz Ramazân Ayını ve bu aya mahsûs olan oruç ve diğer ibâdetlerimizi nasıl îfâ edeceğimiz husûsunda Resûlüllah Efendimiz’in sünnet-i seniyyesinden ayrılmamaya gayret etmeliyiz.

Hutbemizin başında okuduğumuz âyet-i kerîmesinde Mevlâmız buyuruyor ki: “Andolsun ki Resûlüllah’ta sizin için, Allâh’ı(n rızâsını) ve âhiret gününü(n seâdetlerini) ümîd eder olanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için güzel bir nümûne vardır.” (Ahzab,21)
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 25 Eylül 2012, 23:57:33
Hutbe: Hacc, 8 Ramazan 1433 (27 Temmuz 2012)

 
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ:    إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ
 
قال النبي عليه السلام: اَلْحَجُّ الْمَبْرُورُ لَيْسَ لَهُ جَزَاءٌ اِلاَّ الْجَنَّةَ


 

Aziz Mü’minler,

 

Hutbemiz Hacc İbadetinin Fazilet ve Ehemmiyeti Hakkındadır.

Hacc lügaten; kasdetmek, yönelmek manasına gelir. Istılâhda ise; belirli zamanda Kâbe-i Muazzama’yı ve civarındaki mübarek ve muhterem mekanları usulüne uygun olarak ziyaret etmek ve buralarda yapılması gereken diğer ibadetleri yerine getirmeye denir.

Hacc ibadetinin hükmü farzdır. Farziyyeti kitap, sünnet ve icma-i ümmet ile sabittir. Al-i Imran suresinin 96 ve 97. ayet-i kerimesinde Mevlâmız mealen: “Doğrusu insanlar için vaz’olunan ilk ma’bed, elbette Mekke-i Mükerremedeki o çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet olan beyttir. O’nda açık âyetler var, İbrahimin makamı var ve O’na dahil olan eman bulur, yoluna gücü yeten her kimsenin O Beyti haccetmesi de insanlar üzerine Allah’ın bir hakkıdır ve kim bu hakkı tanımazsa her halde Allah’ın ihtiyacı yok, O bütün alemînden ganîdir.”[1] buyuruyor.

Rasûlüllah (sav) Efendimiz’de Hadîs-i Şeriflerinde: “İslâm beş esas üzerine kurulmuştur. Allah(cc)’dan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed (sav)’in Allah’ın Peygamberi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, haccetmek ve Ramazan ayında oruç tutmaktır.”[2] buyuruyorlar.

Muhterem Mü’minler,

Namaz ve oruç bedeni ibadetlerdir. Zekât mali bir ibadettir. Hacc ise hem bedeni hem de mali bir ibadettir. Bu farz hem bedende olan sıhhat ve selametin, hemde mal varlığının bir şükrüdür.

İhlas ve samimiyetle sırf Allah(cc)’ın rızasını gözeterek hacca gitmek büyük bir fazilet, yüce bir ibadettir. Bu yüce ibadeti hakkıyla ifa eden bir mü’min, günahlarından arınıp tertemiz olduğu gibi, Allah(cc)’ın rahmetine de mazhar olur. Rasul-i Ekrem (sav) Efendimiz buyuruyorlar ki: “Yakışmayan sözü ağzına almayıp, Allah(cc)’ın hududunu aşmadan hacca giden kimse anasından doğduğu gün gibi, günahlarından tertemiz olarak hacdan dönmüş olur.”[3]

Kıymetli Mü’minler,

İslam Kültür Merkezleri Birliği, hacılarımızın bu ulvi ibadeti noksansız, huzurlu ve feyizli bir şekilde îfa edebilmeleri için düzenli bir organizenin oluşmasında her hususta olduğu gibi titizlik göstermektedir.

Özellikle bu sene bu vazifeyi yerine getirebilmek için sabırsızlanan kardeşlerimizin müracaat ederek hazırlıklarını yapmalarını tavsiye ediyoruz. Hacc, öyle büyük bir ibadettir ki, ihlas ve samimiyetle Allah ve Rasulünün hakkı için Hacc ibadetini ifaya çalışan Salih mü’minler  Peygamberimizin şu duasına nail ve mazhar oluyorlar:

“Ey Allâhım! Hacıları ve Hacıların mağfiret dilediği kimseleri affeyle.”[4]
[1] Al-i Imran 96-97

[2] Buhari ve Müslim

[3] Buhari, c.2 s.141

[4] Hâkim, ebu Hüreyreden
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 25 Eylül 2012, 23:59:57
Hutbe: Zekat, 15 Ramazan 1433 (3 Ağustos 2012)

 

 

استعيذ بالله : خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

 

قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ: حَصِّنُوا أَمْوَالَكُمْ بِالزَّكاَةِ وَدَاوُوا مَرْضَاكُمْ بِالصَّدَقَةِ …..
 

 

 

 

Muhterem Müslümanlar!

Bu haftaki hutbemiz Zekat hakkında olacaktır.

Zekat lügat itibariyle bereket, temizlik, çoğalma manalarına gelir.[1] İstilahta ise: Müslüman bir mükellefin, Cenab-ı Hakk’ın emrini yerine getirmek maksadıyla, ihtiyaç sahipleri için malından vermiş olduğu belirli miktardır. [2]

Zekat İslamın köprüsüdür. Zengin ile fakir arasındaki dengenin teminine ve bunun devamına hizmet eder. Zekat bir imtihandır. Çünkü zekatta Cenab-ı Hakka olan itaat ve mahabbetimizin ortaya çıkışı vardır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hususla alakalı olarak bir hadisi şeriflerinde şöyle buyururlar: “Namaz nurdur. Zekat ise (veren kimsenin imanına ve Mevlasına olan muhabbetinin doğruluğuna) delildir.”[3]

Zekat temizleyicidir. Malı kirinden, sahibini ise cimrilikten temizler.[4]  Bu husus Evliyaullah’tan bazıları tarafından şöyle izah buyrulmuştur:  İnsanın cömertlik damarlarında tıkanmalar olur. Onun açılması için vereceğiniz zekat, fıtra ve benzeri hayırları cimri olan kimselere teslim ederek: “Şunu falan müesseseye yahut, falan kimseye veriver”, derseniz o da vermeye alışır. Bu suretle hem sizin verdiğiniz makbul olur, hem de vermeye teşvik ettiğiniz için sevap kazanırsınız…”[5] Zekat malı korur. Peygamber Efendimiz: Mallarınızı zekat ile muhafaza altına alın. Sadaka ile de hastalıklarınıza deva bulun.[6], buyurmuşlardır.

Kıymetli Müslümanlar,

 

Mâli  ibadetlerden olan zekâtın toplumsal hayatımızdaki yapıcı tesiri, izaha hacet bırakmayacak kadar açıktır. Esasen, zekatın faydalarını sayıp farz olduğuna inanmak ve anlatmak yeterli gelmemektedir. Mühim olan, vazifeyi benimsemek ve yerine getirebilmektir. Bu iş, gönül işidir. Malında ne kadar zekat vermesinin gerektiğini, kişi en iyi kendisi bilir. Çok iyi hesap etmelidir. Mal çoğaldıkça istekler de çoğalabilir, nefis derhal devreye girerek hep daha iyiyi, daha fazlasını istemeye başlar. Ama buna aldırmayan uyanık mü’minler imkanları genişledikçe daha fazla zekat verirler ve bu hususta adeta birbirleriyle yarış ederler.


[1] Eşşurrun Bülâlî, Dürer haşiyesi c.1 s.171 (Kenar)

[2] Dürer c.1 s.171, Muhammed Salâhî Kâmusu Osmanî c.3 s.474

[3] Tefcîru’t-Tesnîm s.137

[4] Mevızatül-Müminin s.48

[5] Sunguroğlunun notları s.81

[6] Terğib – Terhib c,2 s,185
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 20 Ekim 2012, 23:43:05
Hutbe: Leyle-i Kadir, 22 Ramazan 1433 (10 Ağustos 2012)

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ:  إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ  وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ  تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ  سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ 

 

قال النبي عليه السلام: مَنْ يَقُمْ لَيْلَةَ الْقَدْرِ اِيماَناً وَاحْتِساَباً غُفِرَ لَهُ ماَ تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ


 

Muhterem Müslümanlar!

Önümüzdeki Salı akşamı, yani Salıyı Çarşambaya bağlayan gece, Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ifadesini bulduğu şekliyle bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesidir. Zaman ve mekânlar kendilerinde meydana gelen önemli olaylarla değer kazanırlar. Yüce Rabbimiz, Kadir Gecesinin kıymetini beyan eden sûrede şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz biz onu (Kur’ân’ı) Kadir Gecesinde indirdik. Kadir Gecesinin ne olduğunu bilir misin? Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” (1)

 

Aziz Mü’minler!

Kadir Gecesini gereği gibi anlayıp hakkıyla değerlendirmenin yolu, bu mübarek gecede inmeye başlayan Kur’an-ı Kerîm’in mesajlarını anlamaktan geçer. Değeri Kur’an’a dayanan bir gecenin, en güzel ihyâsı yine Kur’an’a yönelmekle olacaktır. Çünkü Kur’an-ı Kerim insanın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamayı hedefler. Aklımızı, gönül dünyamızı aydınlatır. Maneviyatımızı karartan her türlü kötülüklerden bizleri arındırır. Ahlaki değerlere yöneltir; huzurlu bir ruh yapısına ulaştırır. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi; ilahi rızayı kazanmak, günahlardan arınmak, hayatına yeni bir başlangıç yapmak isteyen Müslümanlar için bulunmaz bir fırsattır. Bu sebeble mânen bin aydan daha hayırlı olduğu müjdelenen, dolayısıyla yaklaşık seksen küsur yıllık bir insan ömrüne bedel olan bu geceden gerektiği şekilde istifade etmeliyiz.

Öncelikle işlediğimiz günahlardan pişmanlık duyarak bunları bir daha işlememeye söz vermeliyiz. Özümüze dönerek gaflet içinde geçen günlerimizi sorgulamalı, kendimizle hesaplaşmalı, iyi ve güzel davranışlarımızı artırmaya, kötü davranışlardan uzaklaşarak kalbimizdeki manevî kirleri temizlemeye çalışmalıyız.  Kendimiz, ailemiz ve bütün insanlık için dua etmeliyiz.

 

Değerli Kardeşlerim!

Kadir Gecesinin kadri bilinirse ondan istifade edilir. “Her gördüğünü Hızır, her geceni Kadir bil” denilmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bu mübarek gece ile ilgili olarak, “Kim inanarak ve sevabını Yüce Allah’tan umarak Kadir Gecesi’ni ihya ederse onun geçmiş günahları bağışlanır” (2) buyurmuş ve bu gece, “Allah’ım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet” (3) diye dua etmemizi tavsiye etmiştir. 

Bu geceyi ihya etmek, bizler için ne büyük bir kazanç ve ne büyük bir mutluluktur! O gece; müminler için baştan sona kadar selâmdır, hayırdır, berekettir. Ne mutlu bu geceye kavuşup ihya edebilenlere!     

1- Kadir;1-5.

2- Buhârî; “Fadl-u Leyleti’l-Kadr”, 1.c.1 s.14

3-Tirmizî; “Deavât”, 84.
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 20 Ekim 2012, 23:45:28
Hutbe: Mâlî Ibadetler ve Sadaka-i Fıtır, 29 Ramazan 1433 (17 Ağustos 2012)

استعيذ بالله :لن تنالوا البر حتي تنفقوا مما تحبون وما تنفقوا من شيئ فان الله به عليم

قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : لا حسد إلا في اثنتين رجل آتاه الله القرآن فهو يتلوه آناء الليل وآناء النهار ورجل آتاه الله مالا فهو ينفقه آناء الليل وآناء النهار


Muhterem Mü’minler! 

Hutbemiz İSLÂMİYETTE MÂLÎ İBADETLERİN FAZİLETİ ve SADAKA-İ FITIR hakkındadır.

Fatiha Suresi’nde icmâlî olarak anlatılan sırât-ı müstekîm yani Allah’ın razı olduğu dosdoğru yol, ondan sonra gelen Bakara Suresi’nde  ve diğer surelerde tafsîlî olarak izah edilmiştir.[1] İşte sırat-ı müstekîmi ve hidayeti tafsil eden ve çok büyük fazilete sahip olan Bakara Suresi’nin ilk ayetlerinde Cenab-ı Hak, insanların inanç noktasından m’ümin, kâfir ve münafık olmak üzere üç sınıfa ayrıldığını ifade buyurmuş, mü’minlerden bahseden ilk ayetlerde  gaybe iman, namazın dosdoğru kılınması ve Allah’ın verdiği rızıklardan Allah yolunda infak edilmesi hususlarına temas edilmiştir. Tüm bunlardan anlıyoruz ki İslam Dini İman ve amel dinidir. Zaten daha başka bir çok ayette “İman edip salih ameller yapanlar” ifadesi geçmektedir.

Muhterem Müslümanlar!

Dünyâ hayatı ve dünyalık mallar birer imtihan vesilesi ve fitnedir. Enfâl Suresi’nin 28. Ayet-i kerimesi’nde şöyle buyuruluyor: “Ve iyi biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır. Ve muhakkak ki Allah katında pek büyük bir mükâfât vardır.” Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bu hususta şöyle buyurmuşlardır : “Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi (yani imtihan vesilesi) de maldır”[2]

Ancak şu hususu iyi anlamak ve karıştırmamak lazımdır ki  helalinden elde edilen ve Allah yolunda, Allah Rızası için infak edilen mallar, sahibi için büyük nimettir. Bu hususta muvaffak olan insanlar yukarıda bahsedilen imtihanı kazanmış demektir. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) başka bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar: “Yalnız şu iki kimseye gıpta edilmelidir: Biri Allah’ın kendisine verdiği Kur’ân’ı gece gündüz hep okuyan kimse, diğeri de Allah’ın kendisine verdiği malı yine gece-gündüz daima Allah yolunda infak eden kimse.”[3]

Evet insan kendisine verilen nimetler içerisinde en güzellerini, en çok sevdiklerini Allah yolunda infak edebilirse o zaman muvaffak olmuş demektir. Bu hususta Âl-i İmran Suresi’nin 92. Ayet-i Kerimesi’nde şöyle buyuruluyor: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça en iyiye eremezsiniz. Ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir.”

Muhterem Mü’minler!

En mühim mâli ibadetin zekât olduğu malumdur. Çünkü zekat İslam’ın üzerine bina kılındığı beş esastan biridir ve farzdır. Aynı şekilde sadaka-i fıtır da mâlî bir ibadet olup, nisap miktarı mala sahip olan ve hür olan her Müslüman’a vaciptir. Zekâtın verildiği yerlere sadaka-i fıtr da verilebilir. Sadaka-i fıtr’ın vâcib olma vakti ise, Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren başlayıp bayram namazından çıkma anına kadardır. Bununla berâber vaktinden evvel de sonra da verilebilir. Tabî ki efdal olan, ihtiyaç sahibi fakirlerin, ihtiyaçlarını bayramdan evvel tedârik edebilmeleri için, önceden veya vaktinde vermek, sonraya bırakmamaktır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar: “Ramazan orucu, semâ ile arz arasında bağlıdır. Oradan yukarı ancak sadaka-i fıtr ile yükselir.”[4]
[1] Bu hususta Elmalılı Tefsiri’nde çok  güzel izah var.

[2] Sünen-i Tirmizî, Zühd 26

[3] Sahih-i Buhârî, cild 6, sayfa 2737

[4] Muhtaru’l-Ehadis
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 20 Ekim 2012, 23:48:34
Hutbe: Tasavvuf ve Mâneviyyât, 6 Şevval 1433 (24 Ağustos 2012)

 

بسم الله الرحمن الرحيم  :

يَا اَيُّهَاالَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوالله وَابْتَغُوااِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُوا فِى سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ


 

Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz, Tasavvuf ve Mâneviyyâtın ehemmiyeti hakkındadır.

İslam büyüklerinden İmam-ı Rabbani Hazretleri: “İslam dini; ilim, amel ve ihlasdan meydana gelen üç cüzden ibarettir. Bunların tamamı tahakkuk etmedikçe gerçek Islam tahakkuk etmez.“ buyurduktan sonra:

„Tasavvuf ehlinin tarikat ve hakikat dedikleri şey, islamın üçüncü cüzü olan ihlasın tamamlanmasından başka bir şey değildir.“(1) buyurarak tasavvufun islamı en güzel şekilde yaşama tarzı olduğunu ifade eder. Bu itibarla tasavvuf; nefsin iyi ve kötü hallerini bilip, kötü hallerden temizlenerek, iyi hallerle süslenip, Allah’a kavuşmaya çalışmaktır.

Nefis ve Şeytan, Allahü Zülcelal tarafından kulları imtihan maksadıyla halk edilmiş manevi düşmanlarımızdır ki bunların en büyüğü ve azılısı da nefs-i emmaredir. Bu düşmanı mağlup edecek tek kuvvet, ihlasla yapılan ibadetlerdir ki tasavvuf, ibadetlere ihlasın hakikatını temin eden yegane yoldur.

Bundan dolayıdır ki Kur’ân-ı Kerîm’de Allahü Zülcelal’in “kullarım“ dediği ihlaslı kimselerle maddeten ve manen beraber olmak emredilmiştir. Bir ayet-i kerime’de: “(salih) kullarımın içine (kalbine) gir! ve gir cennetime!“ (2) Diğer bir ayet-i kerimede de:  “Ey iman edenler, Allah’dan korkun ve sadıklarla beraber olun(3)” buyrulmuştur.

Peygamber Efendimiz’in ‘varisimdir’ dediği Allah dostlarının kalblerine muhabbetle bağlanmak vasıtasıyla Resûlullâha, onun vasıtasıyla da Allah’a bağlanmak suretiyle elde edilen ilahi nur, en büyük elektrik santralinden çıkıp trafolar vasıtasıyla evlerimizi aydınlatan elektrik gibi gönül dünyamızı aydınlatır ve ibadetlerimizi ihlasın aydınlığı ve sıcaklığı içerisinde yapmamızı temin ederek kabule vesile olur. Bütün bunlar hiç şüphesiz Mevlamızın muradı, takdiri ve izni iledir. Nitekim Cenâb-ı Hakk okuduğum ayet-i kerîmesinde: “Ey îman edenler! Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve onun yolunda gayret edin. Tâ ki murâdınıza eresiniz.” (4)buyuruyor.

Muhterem Mü’minler!

İzah etmeye çalıştığımız hususları dikkate alarak herkes alabileceği dersi almalıdır. Nefsini terbiye edebilmenin yollarını aramalı ve bu suretle nefsinin ve nefsin esiri olmuş insanların ve toplulukların kötülüklerinden emin olmaya çalışmalıdır. Nefs-i Emmare karşısında, dini ve manevi nimetleri muhafaza etmenin ne kadar zor olduğunu daha iyi bilen Evliyaullah daima: “Cenab-ı Hakk son nefese kadar, son nefes de dahil, imanda, hidayette, feyzinde, nurunda ve Allah yolunda hizmette daim eylesin” şeklinde dua buyurmuşlardır. Zira bir nimeti muhafaza etmek, onu elde etmekten daha zordur. Bunda muvaffak olmak da, başta Allaha ve Rasülüne itaat,  sonra onların sevdiklerine muhabbet ve bağlılığın icabını ihlâs ve samîmiyetle yerine getirmekle mümkün olur.

Manevi dünyasını nur-i ilahi ve feyz-i ilahi ile aydınlatanlara ne mutlu!

(1) Mektubat-ı İmam-ı Rabbani, C. 1, S. 50, Mektup 36,  (2)Fecr Suresi, Ayet 29-30, (3) Tevbe Suresi, Ayet 119 , (4) Maide Suresi, Ayet 35
1 Star2 Stars3 Stars4 Stars5 Stars (No Ratings Yet)
Geri Dön yorumYorumlar: 0 okunmaOkunma: 42 views
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 20 Ekim 2012, 23:50:39
Hutbe: Gençlik,

13 Şevval 1433 (31 Ağustos 2012)

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم:

وَٱعۡلَمُوٓاْ أَنَّمَآ أَمۡوَٲلُڪُمۡ وَأَوۡلَـٰدُكُمۡ فِتۡنَةٌ۬ وَأَنَّ ٱللَّهَ عِندَهُ ۥۤ أَجۡرٌ عَظِيمٌ


 

 

 

Muhterem Müslümanlar,

 

Kâinatta Allahü Teâlâ tarafından yaratılan en mükemmel, en seçkin varlık insandır. İnsan hayatının en verimli oldugu devre ise gençlik çağıdır. Bu dönem, Yüce Allah’ın biz kullarına bahsettiği nimetlerden biri olup, kıymeti bilinmesi gereken, bulunmaz bir fırsattır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) “yaşlılık gelmeden önce gençligin kıymetini bilmemizi” bizlere tavsiye etmiştir. Bundan dolayı Hz. Peygamberimiz (s.a.v), fertlerin egitimine, bunlar arasında da çocuk ve gençlerin terbiyesine son derece önem vermiştir. Allah’ın Rasülü, bu terbiyeyi gelişigüzel bir biçimde yapmamıs, gençlik psikolojisini dikkate alan son derece önemli metotlar uygulamıştır.

 

Aziz Mü’minler,

Gençler, toplumların geleceğidir. Bu yüzden ruh ve beden yönünden sağlıklı, hedefleri olan, maddi ve mânevî değerlerini ve yaşadığı toplumun kültürünü iyi bilen, kendi inancında olan veya olmayan kimselere karşı hoşgörüyle yaklaşabilen ve sorumluluk duygusuna sahip gençlerin yetiştirilmesi en önemli görevlerimizdendir. Gençlik dönemi insan hayatının en önemli, en sorunlu ve en kritik dönemidir. Gelecek bu dönemde kazanılır, eğitim bu dönemde alınır, işine ve mesleğine bu dönemde sahip olunur. İnsan, kimliğini, karakterini ve kişiliğini bu dönemde elde eder, iyi veya kötü alışkanlıkları, faydalı ve zararlı bilgileri bu dönemde edinir, yuvasını bu dönemde kurar. Temizlik, disiplinli ve düzenli çalışma, anne-babaya, büyüklere ve çevreye saygı, hoşgörü, sabır ve yardımlaşma; insan, Peygamber ve Allah sevgisi, kurallara uyma, doğruluk, haktan yana olma gibi güzel ahlâk bu dönemde kazanılır ve gelecek dönemlere taşınır. Yıllardır gençleri suçluyoruz. “Gençlik asi, gençlik sorumsuz, gençlik dağınık, gençlik büyük küçük bilmiyor…” diye hep gençlerden şikayet ediyoruz ve “Zamane Gençligi” deyiverip kendimizi temize çıkarmak mümkün müdür?

O halde Aziz Mü’minler, bütün iş ve vazîfe, gençlerimize sahip çıkmaktır. Yüce Rabbimizin: “Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır…”; “Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.” âyetleri geregi; gençlik nimetinin değeri bilinmeli, gençliğin yetişmesinde ve problemlerinin çözümünde başta anne ve baba olmak üzere, eğitimciler, bilim insanları ve din alimleri, kısacası toplumun her kesimi üzerine düşeni yapmak durumundadır. Gençlerine güvenmeyen, onlara sorumluluk vermekten çekinen, onlara dâim suçlu gözüyle bakan milletlerin başarıya ulaşmaları mümkün değildir.

Gençler her toplumun geleceğidir. Toplumlar isteseler de istemeseler de maddi ve manevî geleceklerini ileride gençlere emanet etmek zorundadırlar. Bu Yüce Allah’ın koyduğu bir esastır.

Ayet: Sûre-i Enfal, 28
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 20 Ekim 2012, 23:53:10
20 Şevval 1433 (7 Eylül 2012)

 

استعيذ بالله : يا ايها الناس ان وعد الله حق فلا تغرنكم الحياة الدنيا و لا يغرنكم بالله الغرور  

وقال رسول الله صلى الله عليه و سلم : مَنْ صَامَ رَمَضَانَ ثُمَّ أَتْبَعَهُ سِتًّا مِنْ شَوَّالٍ كَانَ كَصِيَامِ الدَّهْرِ[1]


 

Muhterem Mü’minler  

Hutbemiz AHİRETE MÜTEVECCİH BİR HAYATIN LÜZUM ve EHEMMİYETİ hakkındadır.

Hayat ve ölüm Cenab-ı Hak tarafından, kimin amelce daha güzel olacağını imtihan için halkedilmiş, insan için takdir edilen dünya hayatı ve ömür, ahiret hayatını kazanabilmesi için ona sermaye kılınmıştır. Cenab-ı Hak, Ahiret’e hazırlık yapılmadan harcanacak olan dünya hayatının neye benzediğini, böyle bir hayatın insan için ne demek olduğunu, Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’da bir çok ayet-i kerime ile ifade buyuruyor.

Bir ayet-i kerime’de mealen şöyle buyuruluyor: “Ey İnsanlar! Allah’ın va’di haktır, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın”[2]  Bu âyet-i kerime şu şekilde tefsir edilmiştir: “Ahiret muhakkak gelecek, o ceza ve mükâfât her hal-ükârda olacaktır. O halde sakın dünya hayatı sizi kandırmasın. ‘Bu gün keyfimize bakalım da yarın ne olursa olsun’ demeyin. Aynı şekilde sakın o aldatıcı şeytan da sizi Allah ile aldatmasın. Yani ‘Allah Kerim’dir; Allah Gafûr, Rahîm’dir; Allah her şeye vekîldir’ diyerek günahlara, ataletlere, sefâhetlere sevk etmesin, vazifelerinizi sû-i isti’mal ettirmesin. Fi’l-vâkî’ Allah öyledir. Fakat öyledir diye aldanmak, Allah korkusu duymamak Allah’ın salih kullarına vaadettiği nimetlerden mahrumiyettir.”[3]

Eğer bu dünya kişinin kalbine girer, onu Allah’ı zikirden, namazdan, zekattan ve diğer vazifelerinden alıkoyar ve ebedî hayatımız olan ahiretimizi kazanmaya mani olursa o zaman tehlikedir ve dünya hayatı o zaman boşa geçmiş olur. Ancak kişi, uhrevî vazifelerini ön plana alıp ihmal etmeden, dünya hayatını ahirete müteveccih bir şekilde değerlendirebilirse, işte o takdirde  bu hayatı zâyi etmemiş olur.

Nitekim Cenab-ı Hak Nur Suresi’nin 37. Ayet-i kerimesi’nde bu şekilde yaşayabilen insanları şu ifadelerle medhetmektedir: “Öyle erler-adamlar vardır ki, ne bir ticaret ne de alış-veriş onları Allah’ı zikirden, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekatı vermekten alıkoyabilir. Onlar kalblerin ve gözlerin yerlerinden oynayacağı bir günden korkarlar.”

 

Muhterem Mü’minler,

Mübarek Ramazan-ı Şerif Ayı’nı ve Ramazan Bayramı’nı geride bıraktık. Şu an Şevval Ayı içerisindeyiz. Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde “Kim Ramazan orucunu tutar ve sonra Şevval Ayı’ndan altı gün daha oruç tutarsa senenin tamamında oruç tutmuş gibi olur”, buyurarak bizlere büyük bir müjde vermiştir. Bu itibarla Ramazan-ı Şerif’in bereketi ile yakalanan ibadet şuurunu, sene boyunca devam ettirmeye gayret göstermek ve bu gibi fırsatları ganimet bilmek lazımdır. Zira Âhiret için çalışıp Allah’ın rızasını kazanmaya gayret eden insanlar bu dünya hayatını da kendilerine tâbi kılarlar. Hele bir de başkalarının da ahiretlerini kurtarmaları için gayret sarfedenler, yani Allah yolunda nefer olanlar bu dünya hayatını gerçek manada kâr  ile bitirmiş olurlar.

Ama ahireti unutup sadece dünya için yaşayanlar dünyayı da ahireti de kaybederler.




[1]Sahih-i Müslim, Kitâbü’s-Sıyam, el-Mektebe

[2] Fâtır Suresi, Ayet 5

[3] Elmalılı Tefsiri

Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 20 Ekim 2012, 23:59:24
Hutbe: Hizmet Edenler,

27 Şevval 1433 (14 Eylül 2012)

 

استعيذ بالله : وَ لاَ تَقوُلوُا لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ للهِ اَمْوَاتٌ بَلْ اَحْياَءٌ وَ لَكِنْ لاَ تَشْعُرُونَ

 

وقال رسول الله صلى الله عليه و سلم : اَلمُؤْمِنُونَ لاَ يَمُوتُونَ بَلْ يُنْقَلُونَ مِنْ دَارٍ اِلَي دَارٍ.   
                 

 

Muhterem Müslümanlar,

 

Bu haftaki hutbemiz Allah YOLUNDA HİZMET EDENLER hakkındadır.

Allahü Zül-Celal, insanoğlunu en şerefli varlık olarak yaratmış, ona akıl nimetini bahşetmiş ve Peygamberleri vasıtası ile Hak yolu ona göstermiştir. Bütün peygamberler insanoğluna hakkı öğretmek ve onu dünya ve ahirette saadet ve selamete kavuşturmak vazifesi ile gönderilmişler ve bu uğurda pek çetin meşakkatlere sabır göstererek bu vazifelerini yerine getirmişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah yolunda hiç kimsenin karşılaşmadığı sıkıntılarla karşılaşmış, pek çok eziyetler çekmiştir. Sahabe-i Kiram Hazerâtı, gerek Peygamberimiz zamanında gerek Hulefâ-i Râşidîn döneminde Allah yolunda pek büyük hizmetler yapmışlardır. Daha sonra gelen İslam büyükleri ve müslümanlar da insanlığın İslamiyet’le şereflenmesi ve kurtuluşu için büyük gayretler göstermişler; bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak milyonlarca insanın hidayetine vesile olmuşlardır.

Allah yolunda yapılan bu hizmetlerin Allah ve Rasülü indindeki kıymeti çok büyüktür. Cenab-ı Hak bir çok ayet-i kerimede Allah yolunda gayret edilmesini ve bu uğurda sebat gösterilmesini tavsiye buyurmuş; bunun karşılığında da hem dünyada hem de ahirette bir çok nimetler va’detmiştir. Ebû Hureyre (r.a.) Hazretlerinin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte:  “Allah-ü Teala kendi yolunda hizmet eden kimseye, “onu sadece benim yolumda hizmet, bana iman, benim rasüllerimi tasdik yola çıkarmıştır” buyurarak kefil olur.”[1] buyurulmaktadır.

 

Muhterem Mü’minler,

Cenab-ı Hak, Bakara Suresi’nin 154. ayet-i kerimesinde  “Allah yolunda ruhunu teslim edenlere ölüler demeyiniz. Bil-akis onlar hayattadırlar ancak siz farkında değilsiniz” buyurmaktadır. Bu ayet-i Celile’nin tefsirinde şu ifadelere yer verilmektedir: “Sakın böyle Allah yolunda şehid olanlara ölüdürler demeyiniz, onları hakikaten ölmüş zannetmeyiniz. Hayır onlar ölü değil, diridirler. Velâkin siz duymazsınız, onların hayatlarını hissetmezsiniz, o hayat bu dünyadaki zahiri hislerle hissedilecek bir hayat değildir.” Bir hadis-i şerifte ise “Mü’min iki cihanda da hayattadır”[2] buyurulmaktadır. Yine başka bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Mü’minler ölmezler. Belki dâr-ı dünyadan dâr-ı âhirete intikal ederler”[3] buyurmaktadır. Ebu’l Fâruk Silistrevî Hz.leri bu hususta “Evlatlarım, Ariflerin ölümü gafillerin gözünden kaybolmaktan ibarettir” buyurmuşlardır.

Hal böyle olunca, Allah yolunda çok büyük hizmetler etmiş, yüzbinlerin irşad ve hidayetine vesile olmuş, milyonlarca insanın dinini, kitabını öğrenmesine sebep olmuş Allah dostları ve onların vârislerinin hakkında ölü denilebilir mi? Elbette denilemez. Onların vefatı şüphesiz bizlerin gözlerinden kaybolmaktan ibarettir. Onlar her zaman hayat-ı maneviyye ile haydırlar.

Şuurlu Mü’minlere düşen Allah yolunda, Rasülullahımızın ve Allah Dostlarının izinden ayrılmadan son nefesimize kadar, hatta son nefes dahil, her bir nefeste hizmet etmeye çalışmak ve Cenab-ı Hakk’a bizleri onların yolundan ayırmaması ve şefaatlerine mazhar kılması için çok dua etmektir.
[1]Sahih-i Müslim, İmare, 103

[2] Mektuplar Risalesi, Sayfa 109

[3] Mektuplar Risalesi, Sayfa 109
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 21 Ekim 2012, 00:01:42
Hutbe: Ailenin Ehemmiyeti,

5 Zilkâde 1433 (21 Eylül 2012)

 

استعيذ بالله : وَمِنْ آيَاَتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجاً لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ   لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ         

وقال رسول الله صلى الله عليه و سلم : كُلُّكُمْ رَاعٍ وَ كُلُّكُمْ مَسْؤُلٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ                                                                                                                             

Muhterem Müminler,

Her şeyi mükemmel bir uyum ve ahenk içinde yaratan Rabbimiz, insanı da erkek ve kadın olarak yaratmış, insan neslinin korunması ve devamı için evliliği meşru kılmıştır. Şüphesiz toplumun en küçük birimi ailedir.

Bir toplulukta aile ne kadar sağlam temellere oturur ise, o aileden meydana gelen toplum, o nisbette sağlam yapıya sahip olur. Bunun içindir ki dinimiz aileye büyük önem vermiş, erkeği ve kadını ailenin temeli olarak görmüştür. Ayrıca, aile içinde erkeğin kadına ve kadının da erkeğe karşı olan yükümlülüklerini tarif etmiş ve karşılıklı saygı ve sevgiyi esas kılmıştır.

Ancak ne var ki, zamanla bu konuda büyük zaaflar ortaya çıkmış, kötü alışkanlıklar, ahlaki bozulmalar ve insanlarımızın dinimizi aslına uygun olarak değil kulaktan dolma bilgilerle yaşamaları neticesinde durumumuzu yeniden muhasebe etme ve ahlaki değerleri yeniden gözden geçirme zaruretini doğurmuştur.

Bu husus o kadar önemli bir mesele haline gelmiştir ki, dünya milletleri tarafından kabul edilen günlerde, her yıl yeni temalar belirlenerek çeşitli programlar tertip edilmeye başlanmıştır. Çünkü aile temeli zayıflamış toplulukların varlıklarını sürdürebilmeleri mümkün değildir.

 

 

 

Değerli Müslümanlar,

 

Kurulan aile yuvasını en iyi şekilde devam ettirmek için, basit gibi gözüken şu kurallara dikkat etmekte fayda vardır:

    Eşimizin ve çocuklarımızın bizlere Allah’ın bir emaneti olduğunu unutmamamız gerekmektedir.
    Sohbet bir ihtiyaçtır. Evimizde eşimizle aktif bir sohbet atmosferi meydana getirmeliyiz. Bu çocuklarımız için de geçerlidir.
    Eşimizin bizim ve aile varlığımız için fedakârca çırpınışlarını daima takdirle anmalıyız ve ona mutlaka yardımcı olmalıyız.
    Kendi anne-babamıza, akrabalarımıza gösterilmesini istediğimiz saygı kadar, eşimizn de anne, baba ve yakınlarına hürmetkâr olmalıyız.
    Ne kadar meşgul ve çalışmalarımız ne kadar yoğun olursa olsun mutlaka eşimize ayıracağımız bir vakit bulmalıyız.
    İşyerinde yaşamış olduğumuz problemleri kapıda bırakarak içeriye gülen bir yüzle girmeye alışkanlık haline getirmeliyiz.
    Arada sırada ufak da olsa hediyelerle eşimizin gönlünü almalıyız.
    Eşimizin hatalarını ararken, bizim de mükemmel ve kusursuz olmadığımızı düşünmeliyiz.
    Hz. Peygamberimizin ( s.a.v ) aile hayatını örnek aldığımızda hem dünyada, hem de ahirette mutlu olacağımızı unutmamalıyız.

Sözlerimize hutbemizin başında okuduğumuz ayet-i kerime ve hadis-i şerif mealleriyle nihayet verelim:

“İçinizden kendileri ile huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi, O’nun varlığının belgelerindendir. Bunda düşünenler için dersler vardır.” (Rum, 30/21)

“ Hepiniz çobansınız ve hepiniz gözetiminiz altındakilerden mesulsünüz.” (Buhari, Müslim)
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 21 Ekim 2012, 00:04:13
Hutbe: Komşu hakkı, 12 Zilkâde 1433 (28 Eylül 2012)

 

استعيذ بالله :  وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئاً وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنْبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراً

 

وقال رسول الله صلى الله عليه و سلم : ماَ زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينيِ باِلْجاَرِ حَتىَّ ظَنَنْتُ أَنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ


Muhterem Müslümanlar,

Gökyüzüne veya Yeryüzüne baktığımızda, var olan ahengi görmemek mümkün değildir. Bu âhenk ve düzen, her şeyin, üzerine düşen vazifeyi yapması ve hudûdunu aşmaması ile mümkün olmaktadır. Akıl ve idrak sahibi olan ve bilhassa komşular arasında huzur ve iyi geçimin önemini idrak etmiş insanlar bilirler ki, bu tarz bir ahenk herkesin, üzerine düşen görevleri zamanında ve tam olarak yapmasıyla mümkün olacaktır.

Komşuluk, toplum hayatımızda yeri ve önemi inkâr edilemeyen ictimâî bir müessesedir ve insanların toplum halinde yaşamalarının zarûrî bir neticesidir. Komşu hakkı, dinimizde çok önemli bir yer tutar. Aile yuvasında olduğu gibi komşularıyla da iyi geçinmek ve yardımlaşmak şarttır. Hazret-i Allâh yukarda okuduğumuz âyet-i kerimesinde açık ve net olarak şu emirlere yer vermektedir: “Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi eş (ve ortak) tutmayın. Anaya-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinizin mâlik olduğu kimselere (Hizmetinizde bulunanlara) iyilik edin. Allah (c.c.) kendini beğenen ve dâima böbürlenen kimseyi sevmez. (Nisa,36)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu hususla alâkalı olarak komşu haklarının ehemmiyetini şu şekilde ifade etmişlerdir: “Cebrâil (as) bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu komşuya vâris kılacağını zannettim.” (Buhari,c.7,s.78)

Aziz Mü’minler,

Mevzuya bu kadarcık temas ettikten sonra dikkatlerinizi başka bir yöne çekmek istiyorum:

İçinde bulunduğumuz toplumda her sene iki almanyanın birleşme günü olarak bilinen 3 Ekim tarihi “Açık Cami Günü” olarak ilan edildi. 

Bilinen bir gerçektir ki, insanlar bilmediği şeylerin düşmanıdırlar ve bilmediklerine karşı biraz mesafeli dururlar. Bu önemli günde veya fırsat bulduğumuz başka zamanlarda bu mesafeyi yok etmek veya en azından aza indirmek bizim elimizdedir. Bu manada, camilerimizi ziyaret eden misafirlerimize bizi, kültürümüzü, dinimizi ve camimizi tanıtacak sözlü ve pratik bilgiler sunulacaktır. Bu günü, sadece bir ikram günü değil, aynı zamanda bilgilendirme ve kendimizi tanıtma günü olarak görüyoruz.

İslam, nezaket, asâlet ve incelikler dinidir. İkramlarımızda İslam’ın misafir ağırlamayla ilgili nezaket ve nezafet kurallarına dikkat edelim. Kim olursa olsun evimize, mâbedimize gelmiş insanlara güler yüzle muameleye özen gösterelim. Bizi bizden öğrenmek üzere gelecek olan misafirlerimize aynı tolerans ve müsamahayı gösterelim.

Hutbeme son verirken bir müslümanın kendinde bulundurması icap eden ahlaki özellikleri Fahr-i Kainat Efendimizden (s.a.v.) dinleyelim: “Mümin, ülfet eden (başkaları ile iyi geçinen) ve ülfet edilen (iyi geçinilen) dir. Ülfet etmeyen ve ülfet edilmeyen’de hayır yoktur.” (Cami’us Sagir: 548, no: 9146)
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 21 Ekim 2012, 00:07:00
 Hutbe: Kur’ân-ı Kerîm‘e ve Sünnet-i Seniyye’ye hizmet,
Zilkâde 1433 (05 Ekim 2012)

 

استعيذ بالله : قل هل يستوي الذين يعلمون والذين لا يعلمون ( زمر سوره سي ، ايت ۹) 

 

قَالَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ  : خَيْرُكُمْ مَنْ تَعَلَّمَ الْقُرْآنَ وَعَلَّمَهُ


 

Muhterem Mü’minler,

Hutbemiz KUR’AN-I KERİM’E ve SÜNNET-İ SENİYYE’YE HİZMET ETMENİN KIYMETI hakkındadır.

Maide Suresi’nin 3. ayet-i kerimesi’nde mealen şöyle buyuruluyor: “Bu gün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’a razı oldum.” Bu ayet-i Celile şöyle tefsir ediliyor: “Yani size bütün iman, akaid ve ahlak kaidelerini ifade ettim, en mükemmel teşri’ usullerini ve ictihad kanunlarını öğrettim. Bundan sonra bu hükümlerin nesh olunması ihtimali kalmadı. Ve sizi tevfik ve hidayetle saadet-i tamme’ye ulaştırdım. Size din olmak üzere İslam’a razı oldum ki Allah indinde razı olunan din, ancak İslam’dır.”[1] Evet Din-i Celil-i İslam, tüm insanlığın hem dünyada hem de ahirette selamete kavuşmaları için gönderilmiş bulunan en son ve en mükemmel dindir. İşte İslamî Hükümlerin yaşanması, gerek ferdî gerek ictimâî noktadan, tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olduğundan dolayı dinimiz, bu hükümlerin öğrenilmesi ve öğretilmesi hususunda mü’minleri hep teşvik etmiş ve bu işle meşgul olanlara çok büyük kıymet atfetmiştir. Tevbe Suresi’nin 122. ayet-i kerimesi’nde şöyle buyruluyor: “Müminlerin tamamı birden sefere çıkmasınlar. Fakat her fırkadan bir topluluk dinde tefekkuh etsin ve döndükleri zaman kavimlerini ikaz etsinler, umulur ki sakınırlar.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Cenab-ı Hak, hakkında hayır dilediği kimseyi dinde fakih kılar”[2]  Başka bir hadîs-i şerîfte ise şöyle buyuruluyor: “Sizin en hayırlınız Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir “

 

İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (k.s.) Hazretleri İslamî İlimlerin öğrenilmesi ve öğretilmesi ile alakalı olarak Mektûbât-ı Şerife’de şöyle buyuruyorlar:

“Mükellefler üzerine ilk vacip olanlar İ’tikâdi Hükümler’dir. Yani evvela akaidin tashih edilmesi icab etmektedir. Bu tashih de Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Alimlerinin görüşlerine muvafık olarak yapılmalıdır… Akaidin tashihinden sonra ise İlm-i Fıkh’ın ihtiva ettiği helal-haram, farz-vacib-sünnet, mendub-mekruh gibi ameli hükümleri öğrenmek ve bu hükümlerin muhtevası ile amel etmek lazımdır. Yine talebelere fıkıh ilmine dair bazı kitapların mütalaa ettirilmesi icab eder.” [3]

Seyyid Ferid Buharî’ye gönderdiği bir mektuplarında ise[4], bu zatın bil-hassa talebe-i ulumun ihtiyaçları için bir miktar hediye göndermesinden dolayı çok memnun olduklarını ifade etmişler; talebe-i uluma zahiren ehemmiyet verildiği ve onların öne geçirildiği gibi batınen de böyle yapılması icab ettiğini beyan buyurmuşlardır.

Muhterem Mü’minler

Bu hususla alakalı daha çok izah yapmak mümkün ancak hulasa olarak ifade edecek olursak bu dünyada en büyük nimet İslamî ilimleri öğrenip-öğretmek ve bunlara yardımcı olmaktır. Yaşadığımız bölgede başlamış olan [önümüzdeki günlerde başlayacak olan] sonbahar tatillerini de gözönünde bulundurarak bu mevzu ile alakalı elden ne geliyorsa yapmak icab etmektedir. İslamî ilimleri öğrenme imkânına sahip olanlar, elde ettikleri bu nimetin kıymetini bilerek tüm güçleriyle Allah rızası için gayret göstermeli; bu imkanı bulamayanlar da öğrenenlere maddeten, manen, kalben, zihnen destek olarak bu şereften hisselerine düşeni almalılardır.
[1] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili

[2] Sahîh-i Buhârî, İlim 10

[3] Mektûbât-ı Şerife, 1. Cild, 193. Mektup

[4] Mektûbât-ı Şerife, 1. Cild, 48. Mektup
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 21 Ekim 2012, 00:09:16
Hutbe, Zilhicce ayı, 26 Zilkâde 1433 (12 Ekim 2012)

استعيذ بالله : وَالْفَجْرِ  وَلَيَالٍ عَشْرٍ   وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ  وَاللَّيْلِ إِذَا يَسْرِ

قال رسول الله {صعلم}: ماَ مِنْ أَياَّمٍ اَحَبُّ إِلىَ اللَّهِ أَنْ

يَتَعَبَّدَ لَهُ فِيهاَ مِنْ عَشْرِ ذِى الْحِجَّةِ يَعْدِلُ صِياَمُ كُلِّ يَوْمٍ مِنْهاَ صِياَمَ سَنَةٍ وَ قِياَمُ كُلِّ لَيْلَةٍ مِنْهاَ بِقِياَمِ لَيْلَةِ الْقَدْرِ


Muhterem Müminler,

Şu an içerisinde bulunduğumuz Zilka’de Ayı gibi, Pazartesi Gecesi –inşaAllah- idrak edeceğimiz Zilhicce ve ondan sonraki Muharrem Ayları, Allah’ın muhterem kıldığı Haram Aylar olmakla tazim ve hürmet gösterilmesi icab eden çok kıymetli zamanlardır. Zilhicce Ayı’nda ifa edilecek olan Hac ve Kurban İbadetleri de, fazilet ve sevabı, incelikleri, hikmetleri haftalarca anlatılsa bitirilemeyecek müstesna ibadetlerdir.

Rasülullah Efendimiz (s.a.v): “Dünya günlerinin en faziletlisi Zilhiccenin ilk on günüdür ” buyurmuşlardır. (Terğib ve Terhib c.3 s.22)

Bu bakımdan, miladi yılbaşında hesaplarımızı çıkarıp, muhasebemizi yaptığımız gibi, hicri yılın son ayı olan bu ayda da manevi muhasebemizi yapmalıyız.

Zilhiccenin birinden onuna kadar “Leyâli-i Aşere” yani on mübarek gecedir. Bu sebeple mü’minlerin bu günleri uyanık olarak geçirmeye gayret etmeleri; Hac İbadeti nasib olmuş müslümanların buna şükredip, gidemeyenler için dua etmeleri icabetmektedir. Hacca gidemeyen müminlerin ise bugünlerde oruç tutmaları çok büyük fazilettir. Hiç olmazsa sekizinci ve dokuzuncu (Arefe) günlerinde oruçlu olmak lazımdır.

Fahr-i Kâinatımız (s.a.v.) bu günlerin faziletiyle ilgili olarak şöyle buyuruyorlar:

“Allah katında şu on günden daha büyük ve kendisinde yapılan ibadet daha sevimli olan hiç bir gün yoktur. O günlerde Sübhânellah, Elhamdülillâh ve Allâhü Ekber demeyi çoğaltın.” (Abd.b.Humeyd, Müsned, 1-257)

Cenab-ı Hakkın, Kur’ân-ı  Kerîmin’de bu gecelerin esrârına yemin etmiş olması, sıradan bir şey olmayıp üzerinde düşünülecek bir meseledir. Önem verip ihyâ etmemiz, dikkatli ve uyanık olmamız icap eder. Kim bilir ne gibi sırlar var bu gecelerde? Çünkü bu on gecenin sonunda Kurban Bayramı geliyor.

Tarih boyunca Ülül Azim Peygamberler dahil olmak üzere Allah dostlarının bir çoklarının imtihana tâbi tutularak selâmete kavuştuğu şu günlerde, Hz. Allahın bizlere Habibinin iltimasıyla, Evliyâullahın hürmetine rahmetiyle muamele etmesi ve noksanlıklarımızın tamamlanması için istiğfâr, salevât-ı şerife ve diğer duâlara devamda büyük hayır vardır.

Aziz Müslümanlar,

Yaklaşmakta olan Kurban İbadeti için, hem kesmek hem de kesilmesini temin etmek cihetlerinden, icab eden hazırlıkların yapılması ve bu ibadetin ehemmiyetini bilen insanların, ulaşabildikleri her müslümana da bunu öğretmeye çalışmaları, onları kurban kesmeye teşvik etmeleri, icabında maddeten yardımcı olarak işin ehli insanlarla tanışmalarına vesile olmaları, İslamî Hizmetler’in mühim unsurlarındandır.

Kurbanlarını bizzat kendisi kesen Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Bir hayra delalet eden onu yapan gibidir.”[1] Hayatı boyunca İslam Ahkamı’nın neşr ve tatbikine hizmet etmiş olan Ebu’l Fâruk Silistrevî Hz.leri (k.s.) de bir sene içerisinde ödeyebilecek kimselerin, borç bularak mutlaka kurban kesmelerini tavsiye ettikleri gibi, bu tavsiyesini, bir talebesine bizzat borç verip kurban kesmesini temin ederek tatbik de etmişler ve bizlere numune olmuşlardır.

[1] Sünen-i Tirmizi
Başlık: Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
Gönderen: uzman. - 08 Kasım 2012, 02:34:03
Hutbe: Arefe ve Bayram Günleri,

4 Zilhicce 1433 (19 Ekim 2012)

استعيذ بالله : ٱلۡيَوۡمَ أَكۡمَلۡتُ لَكُمۡ دِينَكُمۡ وَأَتۡمَمۡتُ عَلَيۡكُمۡ نِعۡمَتِى وَرَضِيتُ لَكُمُ ٱلۡإِسۡلَـٰمَ دِينً۬ا‌ۚ

قال رسول الله {صعلم}: مَا مِنْ أَيَّامٍ أَحَبُّ إِلَى اللَّهِ أَنْ يُتَعَبَّدَ لَهُ فِيهَا مِنْ عَشْرِ ذِي الْحِجَّة


 

Muhterem Müminler,

Okuduğumuz âyet-i kerimede Hz. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “ Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size, din olmak üzere İslam’ı beğendim, ona razı oldum.” (Mâide,3)

Peygamberimiz (s.a.v) in  irtihallerinden seksen iki gün önce nâzil olan ve İslam Dininin mükemmeliyete ulaştığını haber veren bu ayeti celilenin Arefe gününde inzal buyrulması, bugünün önemini bir kat daha ziyadeleştirmektedir. Fahr-i Kâinatımız(s.a.v) hadis-i şeriflerinde : “Kim Arefe Günü oruç tutarsa, Cenab-ı Hak onun geçmiş ve gelecek günahlarını affeder” buyurmuşlardır.

Değerli Müslümanlar,

Mevlamızın hakkında yeminle bahsettiği ve Rasülüllâh (s.a.v) Efendimizin “ Allah katında yapılan amellerin hiç biri, Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha faziletli ve daha sevimli değildir ” ifadeleriyle övdüğü, çok müstesna günlerdeyiz. Bu günler sıradan günler değildir. Özel günlerde özel davranışlar sergilenir.

Her Meyve mevsiminde güzeldir. Fedakarlıkta bulunmak her zamanın ve her mekanın geçer akçesidir. Fakat böyle günlerdeki fedakarlık, kelimelerle anlatılamayacak güzelliktedir. Bunun en güzel örneği Kurban ibadetidir. Kurban, yaklaşmaktır. Her şeyi bizim emrimize veren Rabbimize yakınlıktır. Kurban vesilesiyle, muhtaç kimselerin yaşadığı ülkelerdeki insanlara, kardeşlerimize bir selam göndermektir. Gadab-ı İlâhiyi söndüren, Allahın Rızasını celb eden, kesildiği memleketlerdeki huzursuzlukları ortadan kaldıran, umumi affın tecelli etmesine sebep olan bir ibadettir.

Kıymetli Müminler,

Bayram sabahında ve günlerinde yapılabilecek güzel hasletlerimiz vardır. Erkenden kalkarak bayrama hazırlanmalı, gusül abdesti almalı, güzel ve temiz elbiseler giymeli, bayram namazına (çocuklarımızı da unutmadan) gitmeye çalışmalı, daha sonra büyükleri ziyaret etmeli, çok uzakta iseler telefonlada olsa gönülleri alınmalıdır. Dargınlar, küskünler mutlak surette barışmalıdır.

Muhterem Kardeşlerim,

bir hususu daha izah ettikten sonra hutbeme nihayet vermek istiyorum. Arefe Günü – yani önümüzdeki Çarşamba – sabah namazından başlayarak beşinci günün ki-Zilhiccenin onüçüncü, bayramın dördüncü günü- ikindi namazına kadar her farzın arkasından Teşrik Tekbirlerini getirmek vaciptir. Bu tekbir “Allahü Ekber Allahü Ekber Lâ İlâhe illellâhü vallâhü Ekber Allahü Ekber ve lillâhil hamd” şeklinde alınır. Toplam 23 vakit eder.

Bu vesileyle Kurbanınızın kabul  Bayramınızın mes’ud olmasını; ve hepimiz hakkında hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz ederiz.
Başlık: 10 Zilhicce
Gönderen: uzman. - 08 Kasım 2012, 02:36:59
10 Zilhicce 1433 (25 Ekim 2012)

استعيذ بالله : قُلْ إِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ   لَا شَرِيكَ لَهُ وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُسْلِمِينَ

 

و قال رسول الله {صلعم} : مَا عَمِلَ آدَمِيٌّ مِنْ عَمَلٍ يَوْمَ النَّحْرِ أَحَبَّ إِلَى اللَّهِ مِنْ إِهْرَاقِ الدَّمِ إِنَّهَا لَتَأْتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِقُرُونِهَا وَأَشْعَارِهَا وَأَظْلَافِهَا وَأَنَّ الدَّمَ لَيَقَعُ مِنْ اللَّهِ بِمَكَانٍ قَبْلَ أَنْ يَقَعَ مِنْ الْأَرْضِ فَطِيبُوا بِهَا نَفْسًا

 

Muhterem Mü’minler,

Dün Arafatta vakfelerini yapan yüzbinlerce müslüman, bu gün sabah Meş’ar-i Haram’da vakfe ve duadan sonra Mina’ya geldiler. Birazdan Akabe Cemresi’nde şeytan taşlayıp kurbanlarını kesecekler ve tıraş olarak ihramdan çıkmış olacaklar. Ardından da ziyaret tavaflarını yaparak Hacı olacaklar.

Biz de hamdolsun, Bayram Namazımızı eda ettik. İbrâhim (a.s.)’ın yadigârı Kurban İbadetimizi ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hediyesi Kurban Bayramını, ifa ve idrak etmek üzereyiz.

İşte Namaz, Hac, Kurban, Bayram gibi tüm bu ibadetlere yapışmanın, İslam’ın tüm hükümlerini hassasiyetle tatbik etmeye gayret göstermenin, hatta müslümanların bunları yapabilmesi için her türlü hizmeti yerine getirmenin neticesi, bu ibadetleri emreden Allah (c.c.)’nun kulluğuna ve “Ben bununla emrolundum. Ben müslümanların en evveliyim.”, buyuran Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ümmetliğine kabul olunmaktır.

Allah-ü Teâlâ’ya kul, Habib-i Zi-Şanı’na ümmet olmanın neticesi de, inşaAllah, dünya ve ahiret saadeti olacaktır.

Kurban Bayramı Günleri, İman ve itaat nimetinin nasib olduğu mü’minlerin, bu nimetin büyüklüğünü düşünerek, büyük bir şükür duygusuyla Kurban kestiği; razı olunan yolda olduğu için neş’e ve surur ile dopdolu olarak fakir-fukarayı, çoluk-çocuğu sevindirdiği; dargınlık ve küskünlüklerini bertaraf ettiği; büyüklerini ziyaret edip gönüllerini aldığı; bundan memnun olan Cenab-ı Hakkı’ın da o mü’min ve müslümanlara umumi rahmeti ve affı ile muamele ettiği müstesnâ günlerdir.

Bir de, müslümanların bu ibadetlerini yerine

getirebilmeleri için ve Bayram yapabilmeleri için, günler öncesinden gayretler ederek, Allah Yolunda hizmet eden, Allah Yolunda nöbet tutan mü’minler vardır ki, onların elde edecekleri mükâfatı anlayabilmek, Allah’ın izniyle, ancak ahirette mümkün olacaktır. Ve asıl bayram o gün yaşanacaktır.

Aziz Din Kardeşlerim,

Bildiğiniz gibi, yıllardır teşkilatımız tarafından hikmetine uygun bir şekilde Kurban Kampanyası organize ediliyor. Her yıl sizin kurbanlarınız, dünyanın dört bir yanında Allah’ın kitabını okuyan ilim talebelerine, oralarda bulunan mağdur ve muhtaçlara, senelerdir kurban etine hasret, bayram yapmanın zevkine vararak Avrupa’lı kardeşlerine gözyaşlarıyla binlerce teşekkür eden nice gönüllere ulaştırılıyor ve insanî dayanışmanın en güzel örnekleri veriliyor.

Öyleyse Kurban Vazifesini henüz yapmamış, bu güzel organizasyona katılmak isteyen kardeşlerimiz, sevaba ortak olabilmek için bizlere acilen müracaat etmelidirler. Çünkü vekaletlerin alınıp, yerine ulaştırılması için sayılı saatler kalmıştır.

Bu vesileyle Hakk Teala ve Tekaddes Hazretlerinden, Kurban Bayramınızı hakkımızda hayırlara vesile kılmasını niyaz eder, bayramınızı tebrik ederiz.
Başlık: Receb-i Şerif ve Reğaib kandili
Gönderen: Evfacan - 01 Nisan 2016, 14:49:44
Receb-i Şerif ve Reğaib kandili, 23 Cemâziyelâhir 1437 (01 Nisan 2016)


  استعيذ بالله: إِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِندَ اللّهِ اثْنَا عََشرَ شَهْراً فِي كِتَابِ اللّهِ يَْومَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ َوالأَرْضَ مِنْهَا أَرَْبعَةٌ ُحُرمٌ ذَلِكَ الِّدينُ اْلقَيِّمُ فَلاَ َتظْلِمُواْ فِيِهنَّ َأنفُسَكُمْ َوقَاتِلُوالْمُْشرِِكينَ كَآفَّةً كَمَا ُيقَاتِلُونَكُمْ كَآفَّةً َواعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمَُّتِقينَ َقالَ رَُسولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ :اََّللهُمَّ بَارِكْ لََنا  فِى رََجبَ وَ َشعْبَانَ وَ بَِّلغْنَا َرَمضَانَ


Muhterem Müslümanlar, 
Yüce Mevlamızın katında bütün vakitler eşittir. Fakat bazı vakitler, içinde cereyan eden bir takım hâdiseler ve vuku’ bulan ilahi tecelliler sebebiyle diğer vakitlerden üstünlük kazanır. 8 Nisan Cuma günü başlayacak olan ve “Üç Aylar” diye isimlendirilen Receb, Şaban ve Ramazan-ı Şerif ayları, bu müstesna vakitlerden’dir. Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerîminde: “Doğrusu, Allah katında ayların sayısı oniki aydır. Gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah yazısında (böyle yazılmıştır). Bunlardan dördü haram aylardır.” 1 buyurmuşlardır. Receb-i Şerif de bu haram aylardan birisidir. Bu dört aya “haram” denilmesinin sebebi, bu aylarda yapılan isyânın günahı daha şiddetli, ibâdetin sevabı ise daha kıymetli olması hasebiyle, diğer aylara nisbetle daha fazla tâ’zim ve hürmet edilmesi lâzım geldiği içindir.  Receb ayının bilinen bir takım isimleri vardır. Bu aya; bol bol rahmeti ilâhi yağdığı için ziyade yağdıran manasına olan “Esab”, şeytanlar taşlandığı için “Recm” ve ta’zîme daha layık olduğu için “Receb” ismi verilmiştir. Peygamber Efendimizin bu aya verdiği diğer bir isim ise, sağır manasına gelen “Esam”dır. Bunun sebebi ise şudur: Allâhü Teâlâ, Receb-i Şerîfi huzuruna çağırır ve kullarının amellerinden sorar. Receb-i Şerif ayı ise her defasında cevap vermeyerek susar. Sonunda: “Ey Rabbım! Muhammed Mustafa (s.a.v.) beni Esam diye isimlendirdi. Ben onların sadece ibadetlerini işittim. Günahlarını duymadım, ” der.2  Receb-i Şerifin birinci günü oruç tutanlara 3 senelik, ikinci günü oruç tutanlara 2 senelik, üçüncü günü oruç tutanlara 1 senelik, Üçüncü gününden sonra tutulan oruçların her günü için ise,  bir ay oruç tutmuş sevabı verilir. Bu aylardan istifade etmenin                                                  1 Tevbe 36 2 Nuzhetül Mecalis c.1 s.155
yolunu Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle beyan buyururlar:  “Ölüm anında susuzluktan rahat etmeyi, dünyadan iman ile çıkmayı, şeytanın (tuzağından) kurtulmayı murad ediyorsanız, çok oruç tutarak ve geçmiş günahlarınıza nedâmet duyarak bu aylara hürmet ediniz. Bütün mahlukatın yaratıcısı olan Cenab-ı Hakkı çok zikrediniz ki, Cennete selamet ile dahil olabilesiniz.” 3 Bu ay, Cenab-ı Hakka mahsus bir ay olduğu için Allah’ın zatını bildiren İHLAS SURESİ’Nİ çokça okumak lazımdır. Tutulacak oruçlara, kılınacak namazlara dikkat ederek, bu aylarda Ramazan-ı Şerife hazırlık yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki Receb-i Şerif ve Şaban-ı Şerifte kalp makinelerini çalıştıramayan, Ramazan-ı Şeriften hakkıyla istifade edemez.4 Ayrıca Receb ve Şaban ayları içerisinde Peygamber Efendimizin çokca okuduğu  “اَلَّلهُمَّ بَاِركْ لَنَا ِفى رَجَبَ وَ َشعْبَانَ وَ بَِّلغْنَا َرمَضَانَ” „Ey Allahım! Bizler hakkında Receb ve Şaban aylarını mübarek kıl ve bizleri Ramazana kavuştur” duası çok okunmalıdır. 
Aziz Mü’minler,     
Bu ayda, kandil denilen iki mübarek gece bulunmaktadır. Bunlardan birincisi REĞAİB KANDİLİ’dir ki, bu sene 7 Nisan’da idrak edeceğimiz, Receb-i Şerifin ilk Cuma gecesidir. İkincisi ise Receb-i Şerif’in 27. gecesindeki MİRAC KANDİLİ’dir. REĞAİB KANDİLİ, Hz. Amine validemizin Peygamber Efendimiz’e (s.a.) hamile olduğunu anladığı gecedir.5 Kâinat kendi şerefine yaratılan alemlerin efendisi, hiç şüphesiz Hz. Allah tarafından mahlukata gönderilen en büyük hediyedir.  Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Recep ayının ilk Cuma gecesinden gafil olmayın. Muhakkak o öyle bir gecedir ki; melekler onu reğaib gecesi diye isimlendirirler.” Gecenin üçte biri geçtikten sonra yerde ve göklerde bulunan bütün melekler Ka’be-î Muazzama ve çevresinde toplanırlar. Cenab-ı Hak buna muttali olur da: “Ey meleklerim! Dileyin benden, ne dilerseniz, yerine getireceğim”, buyurur. Bütün melekler: “Ya Rab! Senden Recep ayında çok oruç tutanları affetmeni istiyoruz.”, diye niyaz ederler. Cenab-ı Hak:  “İsteğinizi kabul ettim. Onları affettim” buyurur.”6 Bu itibarla; Allah’ın rahmetinin ve bereketinin âlemleri kuşattığı bu büyük gecede, siz cemaatimizi, camimize bekliyor, gereken önemi vererek, bütün insanlığın hidayet ve kurtuluşu için beraberce kalbî