Sadakat islami Forum

DİNİ KATEGORİLER => GÖNÜL SULTANLARIMIZ => EVLİYAULLAH => Konuyu başlatan: fuba30 - 08 Ocak 2013, 16:13:36

Başlık: İmam Suyuti
Gönderen: fuba30 - 08 Ocak 2013, 16:13:36
İmam Suyuti

Nesebi:
Abdurrahman b. Ebi Bekr b. Muhammed b. Sabık el-Hudayri el-Esyuti. Lakabı Celaluddin, künyesi Ebu’l-Fadl’dır. Nibeti el-Hudayri ve el-Esyuti şeklindedir. El-Esyuti şeklindeki nisbeti babası ve dedelerinin Kahire’ye gelmeden önce doğup yaşadıkları şehir Asyut’a nisbetledir

Doğumu:
Suyuti, Kahire’de 849/1445 yılı Receb ayının başında doğdu. Küçüklüğünden itabaren eğitimi ile babası ilgilendi. Kuran-ı Kerim’i Tahrim suresine kadar hıfzetti. Hıfzını henüz tamamlamadan beş yaşlarında babasını kaybetti.

Suyuti kendini anlatıyor:
İmam Suyuti, Husnu’l Muhadara adlı kitabında[1] kendisini tanıtır ve şöyle der:
Abdurrahman b. Kemal Ebibekir b. Muhammed b. Sabıkiddin b. el-Fahr Osman b. Nasıriddin Muhammed b. Seyfiddin Hıdır b. Necmiddin Ebi’s-Salah Eyyub b. Nasırıddin Muhammed b. eş-Şeyh Humamiddin el-Hudayri el-Esuyuti...
Büyük dedem Humamuddin hakikat ehli, tarikat şeyhi bir zattı... Ondan sonraki dedelerim ise ileri gelen ve idari mekanizmalarda bulunan insanlardı. Büyük dedelerimden biri yaşadığı şehirde kadılık, diğer biri de muhtesiblik yaptı.[2] Birisi de Emir Şeyhun ile yakın dostluğu olan bir tüccardı.

 Bu dedem Asyut’ta bir medrese inşa ettirmiş ve buna çeşitli vakıflar bağışlamıştı. Dedelerimden biri de çok zengin bir zat idi. Fakat büyüklerim içinde babamdan başka, hakkıyla ilme hizmet eden birini bilmiyorum...
Hudayri şeklindeki nisbetimize gelince; bildiğim kadarıyla bu, Bağdat’ta bir mahalle olan Hudayriye’ye nisbetle söylenmiştir.
Kendisine güvendiğim bir zattan duyduğuma göre, rahmetli babam şöyle demiş: “Büyük dedem arap değildi veya doğulu biriydi.” Fakat zahir olan Hudayri nisbetinin yukarıda ismi geçen Bağdat’taki mahalleye nisbet olduğudur.

849/1445 yılı recep ayı başında, pazar gecesi akşamdan sonra doğmuşum. Babam hayattayken Hüseyni kabristanlığı çevresindeki evliyaullahın büyüklerinden olan Şeyh Muhammed Meczub’a götürüldüm. Bana hayır duada bulundu.
Yetim olarak büyüdüm. Sekiz yaşıma gelmeden Kur’an’a hıfzettim. Sonra bazı hocalardan Umde’yi, Minhacu’l-Fıkh ve’l-Usul’u, İbnu Malik’in Elfiyye’sini ezberledim. 864/1460 yılı aşlarından itibaren de diğer ilimlerle iştigal etmeye başladım. Fıkıh ve nahiv bilgilerini bazı hocalarımdan aldım. Zamanının büyük miras alimi allame şeyh Şihabuddin eş-Şarmesahi’den feraiz bilgilerini öğrendim. 100 yaşının üzerinde olduğu söyleniyordu. Yine de doğrusunu Allah bilir (c.c.).
Onun Mecmu’a olan şerhini kıraat ettim. 866/1462 yılı başlarında da yine hadisi bulamadım. Gözümden kaçmıştır deyip bir ikinci kez, bir üçüncü kez daha baktım fakat hadisi bu eserde bir türlü bulamadım. Hadise İbnu Kani’in Me’cumu’s Sahabe’sinde rastladım. Hocama gelip durumu bildirdim. Benden bunu duymasıyla yetinerek kendi nüshasını aldı.

İbnu Mace ifadesinin üzerine iptal çizgisi çekti ve haşiyede onun yerine İbnu Kani ibaresini ekledi. Hocamın sırf benim sözümle kitabında değişikliğe gitmesi benim gözümde büyük bir olaydı. Bunu hocamın kalbimdeki büyüklüğüne, benim nefsimin de acziyetine bağladım ve sordum:
-Sabrediverseydiniz! Belki eski kanatinize dönersiniz? Şöyle cevap verdi:
-Hayır. Ben “İbnu Mace rivayet etmiştir” derken Burhan Halebi’nin sözüne uymuştum.
Vefat edinceye dek hocamdan ayrılmadım.
Hocamın alleme, alimlerin alimi Muhyiddin Kafiyeci’nin yanında da ondört yıl bulundum. Ondan tefsir, usul, arapça, meani ve başka ilimler aldım. Sonunda bana geniş çaplı bir icazet yazdı.

Şeyh Seyfuddin el-Hanefi’nin yanında da Keşşaf, Tevhid ve ona olan haşiyesi, Telhisu’l Miftah ve Azud derslerine katıldım.
Eser yazmaya ise 866/1462 yılında başladım. (İptal için) suyla yıkadıklarım ve yarıda bıraktıklarım hariç, eserlerim bugüne dek 300 kitaba ulaştı.
Hamd olsun, Şam, Hicaz, Yemen, Hind ve Tekrur (Sudan) bölgelerine yolculuklarda bulundum.
Haccettiğim zaman zemzem suyunu bazı niyetlerle içtim. Bu niyetlerimden ikisi şu idi: Fıkıhta Şeyh Seracuddin el-Bulkini’nin seviyesine ulaşayım. Hadiste de İbnu Hacer’in mertebesine varayım.

871/1466 yılı başlarından itibaren de fetva vermeye başladım. 872/1467 yılı başlarında da hadis imla meclisi tertip arapça eğitimi vermem için icazet aldım.
İşte bu yıl ilk telifim olan Şerhu’l İstiaze ve’l Besmele’yi kaleme aldım. Hocamız Şeyhulislam Alemuddin el-Bulkini’ye eseri incelettim. Esere bir de takriz yazdı. Vefat edinceye kadar fıkıh ilminde ondan istifade ettim.

Daha sonra oğlunun yanında bulundum. Babasının eseri olan Tedrib’i başından “vekalet” bahsine kadar ona kıraat ettim. Havi-i Sağir’i başından “adet” kısmına dek, Minhac’ı başından “zekat” bahsine dek, Tenbih’i başından “zekat” bahsinin yakınlarına dek, Ravza’dan “babu’l kada”nın bir kısmını, Zerkeşi’nin Tekmiletü Şerhi’l Minhac’ından “ihyau’l mevat” bahsinden “vesaya” kısmına kadar veya ona yakın bir yere kadar olan kısmı kendisinden dinledim. 876/1471 yılında ders ve fetva vermem hususunda bana icazet verdi ve hoca olarak ders verirken dersimde de hazır bulundu.

878/1473 yılında vefat edince Şeyhulilam Şerefuddin el-Münavi’nin yanına gittim. Minhac’ın bir kısmını ona kıraat ettim. Katılamadığım birkaç meclis hariç bu kitabı Taksim’de ondan dinledim. Şerhu’l-Behce ve ona olan kendi haşiyesi ile Beydavi Tefsiri’nden bazı kısımları ders olarak ondan dinledim.
Hadis ve arapça için de hocamız imam allame Takıyuddin eş-Şibli el-Hanefi’nin yanına gittim. Dört yıl onun eğitiminde bulundum. Arapça ile ilgili eserlerim olan İbnu Malik’in Elfiyye’sine olan şerhime ve Cemu’l Cevami’e takriz yazdı. Pekçok kez beni gerek eliyle (işaret ederek) ve gerekse diliyle ifade ederek ilimde ne kadar olduğumu başkalarına gösterdiler. Bİr hadisle ilgili olarak ta benim görüşüme İsra'ya dair hadisini İbnu Mace’nin rivayet ettiğini belirtmişti. Ben bu hadisin senedini de bulmak istedim. İbnu Mace’yi bulunduğu yeri tesbit iin açtım fakat bulamadım; kitabı tekrar baştan sona gözden geçirdim.

Yedi ilimde derin bilgiye mazhar oldum: Tefsir, hadis, fıkıh, nahv, meani, beyan, bedii. Bunlarda yetişmem arapların ve ediblerin usulünce idi. Yoksa arap olmayanların ve felsefecilerin metodları üzere değildi. Kanaatıma göre mütalaa ettiğim bazı nakil ilimleri ile fıkıh hariç bu yedi ilimde, bırakın başkalarını hocalarım daha benim kadar geniş bilgiye sahib değildi. Fıkha gelince, aynı şeyi bu ilim için de söyleyemiyorum. Çünkü hocam bu ilimde daha ileri ve daha çok dirayet sahibi idi.

Bu yedi ilim dalından daha az seviyede usul-ü fıkh, cedel, tasrif’de de mütaalalarım oldu. Bunlardan daha az seviyede de kompozisyon, risale yazma ve feraiz eğitimim oldu. Daha az seviyede de bir hocadan olmaksızın kıraat bilgisi öğrendim. Bunlardan daha az olarak da tıb bilgisi tahsil ettim.
Matematiğe gelince; bu ilim bana en zor gelen ve kafama girmeyen şeydir. Matematikle ilgili bir meseleye baktığımda sanki bir ağı taşıyormuşum gibi gelir.

Fakat Allah’a hamdolsun şimdi bende ictihad etmekle ilgili alet ilimleri tamam olmuştur. Bunları Allah’ın (c.c.) nimetini anmak için zikrediyorum. Yoksa övünmek için veya övünerek kazanılacak bir dünyalığı elde etmek için anlatmıyorum. Çünkü kervan göçtü, yaşlılık başladı ve ömrün en güzel demleri geride kaldı.
İstesem herhangi meseleyle ilgli, bu hussuta sarfedilen sözleri, nakli ve kıyasi delilleri, bu görüşleri ikmal eden hususları, bunların hilafına olan delillele bu delillerin cevaplarını, bu meseledeki mezhepler arasındaki farklılıkları birbirleriyle muvazeneli şekilde bir eserle ortaya koyabilirim. Bu elbette benim kudretimden olacak bir hadisi değildir. Ancak Allah’ın (c.c.) lütfundandır. Kuvvet ve güc Allah’a (c.c.) aittir. O ne dilerse olur. Kuvvet ancak O’na aittir.

Talebeliğimin ilk yıllarında mantık ilmiyle ilgili bir şeyler okudum. Daha sonra Allah (c.c.) kalbime ondan hoşlanmama duygusunu yerletirdi. Hem İbnu’s Salah’ın da mantığın haram olduğuna dair fetvasını da duyunca[3] bu ilmi bıraktım. Allah da (c.c.) onun yerine bane ne şerefli ilim olan hadis ilmini nasib etti.
Sema (işitme) ve icazet suretiyle rivayet aldığım hocalarıma gelince bunlar pek çoktur. Onları Mucem’de biraraya getirdim. Sayıları yüzelli civarındadır. Daha önemlisiyle yani dirayetle ilgili limleri kıraat ettiğimden dolayı hadis dinlemeye fazla vakit ayıramadım."

İmam Suyuti daha sona uzun uzadıya eserlerinin isimlerini zikreder. Biz bu kitapları Husnu’l Maksad fi Ameli’l Mevlid adlı eserdeki etüdde zikrettik.

[1] Husnu’l Muhadara, (thk. Muhammed Ebu’l Fadl İbrahim), 1/335-339. Muhakkıkin bu alıntısı, kitabın içinde olduğu gibi buradada pek çok matbaa hatasıyla doludur. Ayrıca atlanan bazı yerler de vardır. Biz bunları Husnu’l Muharada’dan tamamladık.
[2] Muhtesib: Zabıta amiri.
[3] İbnu’s Salah mantıkla ilgili olarak şöyle der: “Mantığa gelince, felsefeye giriş mahiyetindedir. (Felsefe şer olduğundan) şerre giriş de şer hükmündedir. Onu öğretmek ve öğrenmek Şari’in (Allah'ın) mübah kıldığı konulardan değildir. Sahabeden, tabiundan, müctehid imamlardan, selef-i salihinden ve kendilerine uyulan din imamlarından, önderlerden ve büyük zevattan hiçbir kimse bu ilmi mübah görmemiştir. Allah (c.c.) tüm müminleri mantık’ın çirkinlik ve habasetinden korumuş ve pisliklerinden temizlemiştir.” (Feteva İbni’s Salahthk. Abdul mu’ti Emin Kal’aci, s.71)

Alimlerin Suyuti'ye Övgüleri
İbnu’l-’İmad el-Hanbeli’nin övgüsü:
“-Hadisleri senediyle rivayet eden, muhakkik, müdakik, kıymatle ve faydalı eserler sahibi... İlahi kudrete inanan bir insan için ciddi bir şekilde yazılıp hazırlanan eserlerinin çokluğu keramet olarak yeter.”[1]

İmama Şevkani’nin övgüsü:
“-Kur’an ve sünnet hususunda büyük bir imam. İctihada yönelik ilimleri tam olarak kat be kat kuşatmış, bunlardan ortaya çıkan ilimleri de bilen bir insan”[2]
Yine onun için şöyle der:
“-Tüm ilimlerde zirveye çıktı, akranlarını geçti ve adı yayılıp şöhreti duyuldu. Hadiste el-Camiu’s Sağir ve el-Cami’l Kebir gibi eserler, tefsirde ed-Dürrü’l Mensur, el-İtkan fi Ulumi’l Kur’an gibi eserer yazdı. Her daldaki eserleri makbuldür. Kendisi tüm bölgelerde güneş gibi olmuştur”[3]

[1] Şezeratu’z Zeheb: 8/51.
[2] İrşadu’l Fuhul s.254.
[3] El-Bedru’t Tali’, s. 328-329.

İmam Suyuti’nin Vefatı


Pek çok eserine baktığımızda, gerçekten kendimizi, yaptığı işi ciddi ve iyiyapan çeşitli ilim dallarına sahip olan, hıfz ve ilim yönüyle yükse tepelerden bir zirvenin önünde buluruz.
911/1505, Cumadul ula ayının ondokuzu, cum

a gecesi temiz ruhunu sahibine teslim etti. Kursun kalesine defnedildi. Burası Kahire dışında Babu’l Kırafe’dedir. Her an kendilerinden ilim içmekte olduğumuz bizlere bırakmış olduğu mirasıyla, aramızda yaşamaya devam etmektedir.
Allah Teala (c.c.) Suyuti’ye rahmet eylesin. Kıyamette amellerini defterinekoysunve bizi de onun vesilesiyle mükafatlandırsın. son sözümüz, alemlerin rabbı olan Allah’a (c.c.) hamdetmek ve peygamberlerin en şereflisine salat-ü selam getirmektir.

Kaynak: SÜNNETİN İSLAM'DAKİ YERİ / İMAM SUYUTİ
http://www.islamiyetim.net/imam-suyuti-kimdir.html