Sadakat islami Forum

DİNİ KATEGORİLER => HAKİKAT EKSENİNDE => Konuyu başlatan: Miftahulkuluub - 26 Ekim 2005, 12:22:45

Başlık: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: Miftahulkuluub - 26 Ekim 2005, 12:22:45
“Diyalog” çok genel bir kavram

Öncelikle diyalog kelimesini irdelemek lazım.Diyaloğa evet ya da hayır demek, hristiyan, yahudi ve diğer ehli bilahidayet ile olan münasebetlerimizdeki ahvalimizin muayyenliği hususunda bize tam ışık tutmamaktadır. Çünkü diyalog kelimesi hem şu anda bir çok kitlenin tartıştığı bir kavram anlamına gelmekte hem de asırlardır Müslümanların ğayrı müslimlerle münasebetleri esnasında hali olmadıkları bir birlikteliğe isim olarak verilmektedir. Dolayısıyla bu iki manayı iyi ayırt ederek kasdedilen manadaki diyaloğa evet, ya da hayır diyebiliriz; yoksa mutlak mana da diyaloğa evet ya da hayır diyerek haklılığımızı isbat etmeye çalışmak bazen aynı düşüncede olduğumuz kişilerle bile cahilce tartışmamıza neden olabilmekte ve nitekim olmaktadır. Şimdi iki diyaloğu da izaha çalışalım.

Dünya tarihi, İslam’ın diyaloğuna aç

İslam dini var olduğu günden beri tüm insanlıkça da görüle gelmiştir ki hiç bir ırk, din, dil farkı gözetmeksizin hak, adalet, mal ve canlara saygı hususunda yapılabilecek en güzel muameleyi yapmıştır. İslam devletleri,gayrı müslimlerle daima iç içe yaşamış gerek sosyal gerekse dinsel yaşamlarında onlara karışmak şöyle dursun karışanları bile engellemeye çalışmıştır. Tarihe objektif bir açıyla bakıldığı zaman görülecektir ki hiç bir gay-rı müslim, islam adaletinden şikayetçi olmamış aksine bu şahane adalete hayran kalmış ve çoğu zamanda bu hayranlık neticesinde kendi istekleriyle Müslümanlığa geçmişlerdir.Bunun gibi, savaşlar neticesinde islamiyetin himayesine giren Hıristiyan milleti de bu duruma üzülmek şöyle dursun islam adaleti ile yönetilecekleri için bayram ettikleri gerçeği de dikkate şayandır.Dünyadaki hiç bir devletin kucak açmayarak lanetlediği yahudileri bile topraklarına kabul eden islam medeniyetinin sayısız hoş görü örneklerinden kaç tanesini buraya sığdırabiliriz ki?

Rum İmparatoru Herakliyus'un ordusunu mağlup eden İslâm askerlerinin başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri zafer kazandığı her şehirde tellallar dolaştırarak, Rumlara halîfe hazret-i Ömer'in emirlerini bildirirdi:

“Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve halîfemiz Ömer'in emrine uyarak, bu şehri de aldık. Hepiniz ticâretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza, kimse dokunmayacaktır. İslâmiyetin adâleti aynen size de tatbîk edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışardan gelen düşmana karşı, Müslümanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, Müslümanlardan hayvan zekâtı ve uşur aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye dediğimiz vergiyi vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir.”

Humus Rumları, vergilerini seve seve getirip, Beytülmâl emîni Habîb bin Müslim'e teslîm ettiler. Bir müddet sonra, Herakliyus'un, bütün memleketinden asker toplayarak Antakya'ya hücûma hâzırlandığı haber alındı. Bunun üzerine, Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük'teki kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebû Ubeyde, şehirde tellallar dolaştırdı:“Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeğe, sizi korumağa, söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, halîfeden aldığım emir üzerine, Herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz Beytülmâla gelip, vergilerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz defterimizde yazılıdır.”

Bu örnek, okyanustan bir katre.Aslında bir çok şeyin de özeti mahiyetinde idrak sahipleri için.Böyle bir diyalog ve hoşgörü insanlık tarihinde nerede görülmüş?Hangi dünya medeniyeti insan hakkına bu kadar titiz bir şekilde riayet etmiş?Tarihte eşine benzerine rastlanmamış ve rastlanması da mümkün olmayan bu şuur, beşeri bir gayretle de olacak bir durum değildir.Bu şuur ancak Allahtan korkmanın,dolayısıyla da İslam ikliminin bir tezahürüdür.

İslamiyet'in bu adalet ve merhametinin meyvesi olarak giderek dünyaya yayıldığını gören Hıristiyanlar (özellikle İngiliz milleti) bunun önüne geçmenin çarelerini aramaya koyulmuş ve topla tüfekle hakkından gelemediği İslam medeniyetini içten fethetmeyi yeğlemişti. Hem Hıristiyan milletinin yeni nesillerine, Türk ve Müslümanları barbar göstererek onları insanlık dışı bir vasıfla vasıflamakta, hem de Müslüman kılıklı casuslarını İslam ülkelerine salarak fitne ve fesadın meydana gelmesine zemin hazırlamakta idi. Bu faaliyetlerinde çok başarılı olagelmişlerdir ki Osmanlı devletinin yıkılmasına sebep olmuşlar ve şu anda da olduğu gibi tarihteki hakikatleri göremeyen kendi insanlarının zihinlerine de Türkleri barbar, insanlık dışı lanet varlıklar olarak göstermişlerdir. Tarihteki ve İslam dininindeki gerçek hakikatleri görenlerin ise Müslüman olmaya devam ettiklerini halen görmekteyiz.(”Neden Müslüman oldular” isimli makale ve kitaplarda bunun örneklerini görmek mümkündür)

İkiye ayırdığımız diyaloğun ilk kısmını bu şekilde özetlemiş olduk.Bu diyaloga hiç bir Müslüman karşı çıkamaz.Gerek Efendimiz s.a.v gerekse diğer evliyaullahın hayatlarında bunların sayısız örneklerine rastlamak mümkün.Zaten bizim onlardan başka örnek alacak kimimiz var ki?Kaldı ki biz onların fetvası haricindeki bir din anlayışını en büyük şeriatsızlık sayarız.Buna karşı çıkmak İslamiyet'e karşı çıkmaktır.Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi İslamiyet'in emri olarak her bir Müslüman'ın yapması gereken SOSYAL YAŞAMDA; hiç bir din ayrımı gözetmeksizin tüm insanların hakkına hukukuna gereken hassasiyeti göstermektir.Onları mutlak birer insan olarak değerlendirip ticaret, alış veriş, misafirlik vb. sosyal aktivitelerde birlikte hareket etmektir.Yoksa onlarla aynı dine mensup olmadığımız için onları asmak, kesmek, onlarla aynı mekanda yaşamamak, alış veriş vb. gibi sosyal hayatın genel şartlarında farklı muamelede bulunmak değildir.Çünkü onlar islamiyetin temel prensiplerini gördükleri zaman zaten başka açıklama vesair anlaşmalara girmeden hidayete biiznillah nail olacaklardır.Zaten bu diyaloğa her zaman evet denildi. Bu diyalog islamiyetin ilk gününden itibaren zaten var. Eğer şu günlerde diyalog diyalog diye propagandası yapılan diyalog bu ise buna kimse karşı çıkmadı ki hiç bir zaman?Günümüzde “Diyaloğa hayır!” diyen Müslümanlar bile bu şekildeki diyaloğa asla hayır demedi ki?Böyle muazzam adalete sahip bir dine karşı eğer ğayrı müslümler hala Müslümanları ve islamiyeti hor görüyorlarsa burada iki durum ortaya çıkmaktadır.Ya niyetleri bozuk olup İslam'a kasıtlı düşmanlıklarını göstermek ve İslamiyet'i yok etmek; ya da Müslümanlar, islamın bu konudaki (ehli kitap ile ilişkilerde) sosyal anlamdaki hoşgörü anlayışına aykırı hareket ederek düşmanlıklarına neden olmalarıdır.Bunun düzeltilmesi de yine bizim elimizdedir.Sosyal yaşamda onlarlarla sürekli diyalog içerisinde olmalıyız.Yoksa hiç alternatifi olmayan şeriat-ı ahmedi garrayı nasıl tanıyacaklar.Ya da tanıtamadığımız için ahirette Allah'ımızın huzuruna hangi yüzle çıkacağız?Şu hadisi şerifden hiç mi ibret almayacağız hala?"Senin elinle bir kişinin hidayetine vesile olman,üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır."

Olması gereken ve ikiye ayırdığımız diyaloğun ilk kısmını kusurlu, küsürlü cümlelerimizle ifadeye çalıştıktan sonra, bir çok islam cemaatini soğuk savaşla da olsa karşı karşıya getiren diyalog olan ikinci kısım diyaloğa geçelim.Bu diyalog ile görünürde ve görünmeyişteki gizli amaçların ne olduğuna göz atalım.

Dini hususlarda diyalog, İslam'a bir hakarettir.

-Diyaloğun husulu için gerekli şartlar ve Müslümanların amacı

Bu kısma giren diyaloğa iki farklı açıdan bakılmalıdır. Birincisi; diyaloğa evet diyen Müslümanların bu diyalogla ne amaçladıkları diğeri ise özellikle ehli kitap olan kafirlerin (Hıristiyan,yahudi) bu diyalogla görünüşte ne amaçladıkları ve en önemlisi de görünmeyişte ne amaçladıklarıdır.

Diyalog olmalıdır diyen Müslümanların hedefleri (husn-ü zannımızca); bu diyalog sayesinde asırlardır var olan küresel savaşları barışlara tebdil etmek, kültürler arası hoşgörüyü sağlamak ve ehli küfrün hidayetine vesile olmak.Ama dikkat edilirse hidayete vesile olmak, zaten her bir müminin vazifesidir.Burada müminleri ikiye ayıran husus, tebliğin mahiyetidir.Diyalog yolu ile hidayete vesile olmak ne demektir ve hangi şartları kabul etmektir?

Şu anda gündemi meşgul eden diyalog, hudut ve kaidelerini Müslümanların çizdiği bir irşad tarzı değildir.Çünkü diyalog cemiyetlerinin farklı dinler ile diyaloğun yapılabilmesi için koydukları bazı kaideler vardır.Bu kaideler genel bir ifade ile üç dinin inanç kümelerinin kesişimlerini içermektedir.Yani kesişmeyen yönlerin geçerliliğinin ortadan kalkmasına, yok sayılmasına itikad edilmelidir.Kesişimdeki ittifak meydana geldiği takdirde diyalog kapıları sonuna kadar açılacaktır.İslamiyet'i ilgilendiren bu kaidelerden belli başlıları şunlardır.

Aslında bizler farklı dine mensup olsak ta bazı ortak noktalarımız vardır.Mesela sizde İbrahim a.s milletinden gelmektesiniz, bizde, sizde bir yaratana inanıyorsunuz bizde, sizde ahirete inanıyorsunuz, bizde , sizde ehli kitapsınız bizde.Ortak noktalarımız varken biz asırlardır neden düşmanız ki birbirimize? zihniyeti ile dinlerin çok farklı inançlara sahip olmadıklarının altın çizmek.Bazı teferruatta (!!!) farklılıklar olabilir.Onda da uzlaşma içerisinde olunması lazım.Dünya barışı için buna katlanılması lazımdır.Buna binaen;Tek hak dinin İslam olduğu, son dinin İslam olduğu gibi görüşlerden vazgeçerek(Modern Dünyada İslam Vahyi-M.Watt) ,ehli kitap (Müslüman, hristiyan- yahudi ve ) olanların hepsinin cennete girebileceğini (şu anda herkese alenen söylenmese de), tüm dinlerin eşit olduğunu,hristiyan ve yahudilerin de yerine göre şehit olabileceklerini, hristiyan erkeklerle de evlenmenin sakıncası olmayacağı gibi hususları kabul etmek lazımdır.Böylece dünya barışı sağlanmış olacak ve kardeş kardeşe bir kainat düzeni oluşacaktır.

Diyaloğu destekleyen Müslümanların görüşü; ilk başlarda bu gibi tavizler ile onlara yakınlaşacaklarını, bunu başardıkları zaman onları zaten bir şekilde Müslüman yapacaklarını zannetmeleridir.Yukarıda da söylediğimiz gibi hüsnü zannımızca böyle düşündüklerine inanıyoruz.

-Diyalogda önemli olan insanın kendisidir, dini değil.

Aslında diyaloğun medarı (bazı dini yayın organlarında bu hususa açıklık getiren din bilginlerinin de itiraf ettiği gibi) “din değiştirmek” anlamına gelmemelidir.”Hatta Hıristiyan bir kimsenin Müslüman olmasına gereğin olmadığını, nasıl olsa hristiyanlığın da hak din olduğunu söyleyecek kadar 3 dine de aynı mesafe yaklaşılması gerektiğini alenen söyleyen Müslüman kitlelere de rastlandığı bir gerçektir.Bu iddialı söz inandırıcı gibi gelmese de çok yönlü ve iyi bir tetkik yapıldığı zaman ayna gibi karşımıza çıkacaktır.Diyaloğun asıl amacı; asırlardır savaşların temel nedeni olan ve dinleri birbirinden ayıran nitelikteki değişmez kurallara göz yumarak, onlara bir ayar çekerek, dünya barışının sağlanacağını ümit etmektir.Diyalog sayesinde İslam'ın barış dini olup barbar dini olmadığını öğrenen ve artık İslama sempatik bakan bir çok Hristiyanın sadece bu kadarıyla kaldıkları ve kahir ekserinin şahadet getirmeyip dolayısıyla da Müslüman olmamaları,diyaloğun sadece dünya barışı ile ilgili olup, dini bir yönlendirme olmadığına en açık delillerindendir.Üstelik bunlar ekranlarda bize sanki bir maharetmiş gibi ballandıra ballandıra takdim edilmektedir.Laik olan Ülkemizin hükümetinin de bu faaliyete destek vermesinden bunun dini bir faaliyet olmadığını sadece farklı kültürler arası uzlaşma olduğunu anlamaktayız.Kaldı ki amaç sadece dünya barışı olsa bile bunun mümkün olamayacağına ileride temas edeceğiz.Şu aşamada iki tezat ortaya çıkmaktadır.Birincisi,Müslümanların diyalogla dini yayma gayesi,diğeri de izahatlardan da anlaşılacağı gibi diyaloğun din değiştirmek anlamına gelmemesi.

-Madolyanın gerçek yüzü (Vatikanın gizle(me)dikleri amaçları ve itirafları)

Vatikan gayelerinin herkes gibi evrensel kardeşliği sağlamaya zemin hazırlamak olduğunu söylemektedir.Ama asıl amaçları oluşan bu yakınlık ile aşama aşama önce dinler arası diyalog sonra dinlerin birleştirilmesi sonra da insanları kilisede toplamaktır.Bütün bu anlatılanların bir fıkra ya da masaldan ibaret olmadığını müntesib erkanın kendi ağzından dinlemek daha inandırıcı olacaktır.Ama önce aşamanın temelini ifade edelim.

Hıristiyan âlemi, özellikle İngilizler, 18. asırdan itibaren, İslam âlemine karşı uyguladıkları planları gözden geçirmeye başladılar. Çünkü, asırlardır uyguladıkları yıkma amaçlı planlar istenilen neticeyi vermemişti.Netice alabilecekleri yeni projeler üretmeye koyuldular. O güne kadar uyguladıkları taktik; güç kullanarak zorla hedefe varmaya yönelikti. Artık bundan vazgeçmenin zamanı gelmişti. Çünkü bu yolla, Müslümanlara zarar veremedikleri gibi, aksine güce karşı güç oluşturup blok halinde karşılarına çıkma hareketleri başlamıştı. Yeni projede, Müslümanları parçalayıp, birbirine düşürerek kaleyi içeriden fethetmeyi amaçlıyorlardı. Bunun için de, çeşitli ırk ve dildeki insanları tek vücud halinde dimdik ayakta tutan İslam dininin dejenere edilmesi, asli unsurlarından(ehl-i sünnet vel cemaat) uzaklaştırılması gerekiyordu.Aşağıda da değineceğimiz gibi asırlardır verilmemiş fetva ve dini istismarların asli unsurlardan nasıl uzaklaştırdığına şahid olacağız.

Kaynak aramaya da gerek yok.Vatikanın kendisi bizzat diyalogla amaçlarının ne olduğunu resmi kaynaklarında ifade etmektedir.


Cesur itiraflar

 :arrow: “Biz her ne kadar Hıristiyan olmayan dinlerin manevi ve ahlaki değerlerini tanıyor, saygı gösteriyor, onlarla diyaloğa hazırlanıyor ve din hüviyetini savunmak, insanlık kardeşliğini tesis etmek, kültür, sosyal refah ve sivil iradeyi oluşturmak gibi hususlarda diyaloğa girmek istiyorsak da dürüstlük bizi gerçek kanaatimizi açıkça ilan etmeye mecbur etmektedir; yegane gerçek din vardır. O da Hıristiyanlıktır.” (Leibhard, Wilmington 1978, s. 13 vd.)

Vatikan yayınladığı Kateşizm kitabında,
 :arrow: "Bu diyalogun tek amacı İncil'i tanıtmaktır. Muhatapların ikinci Adem'i (Hazret-i İsa'yı) Tanrı olarak kabul etmek zorundadırlar ki (haşa) Birinci Adem'i de (Hazret-i Adem'i de) yaratan odur" yazıyor.

 :arrow: “Dinlerarası diyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. “
 :arrow: "Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım." (Papa II. Paul)


 :arrow: "Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki, bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise'nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır."

(Pietro Rossano -Vatikan Konsil sekreteri)


Resmi kaynaklarının belge mahiyetinde olduğu bu hususta Vatikanın diyalogla amaçlarının ne olduğunu ifade için sanırım daha fazla kaynağa teşebbüs abesle iştigal ve lüzumsuz yere konuyu uzatmak olacaktır.Bir Müslümanın bu kadar açık beyanatları duymasına rağmen ısrarla diyalog etrafında dolanması bizi ister istemez su-i zanna itmektedir.Şu şekilde bir tepki akla gelebilir."Ne yani, Hristiyan mı olacağız sanki?".Şu aşamada zaten Vatikan, Müslümanlardan hıristiyan olmalarını beklememektedir ki zaten bu pek kolay bir şey değildir.Gözle görülmeyen kilise manasına gelen "invisible church” zihniyetini aşılamaya çalışmaktır maksat.Bu kavram şu demektir.Şahısların Müslümancıktan Hristiyanlığa geçmesi gerekmez. Oldukları yerde oldukları gibi kalsınlar. Ama bizim istediğimiz gibi düşünsünler. Müslüman gibi düşünmesinler. Müslümanlar gibi düşünüp müslümanlar gibi yaşadığına inansınlar.(invisible church”gözle görünmeyen kilise kavramı).Bizim anlayacağımız şekli ile, medarı necatın yegane sebebi olan ehli sünnet vel cemaat mezhebinden döndürmek.Zaten ehli sünnetten rücu eden bir kimsenin kolay kolay iflah olması mümkün olmamaktadır.Bu husustada bir hayli mesafe kat ettikleri özellikle ülkemizdeki aydın kimselerin akıl almaz fetvaları ile haklılığını ısbat etmektedir.


Haddi aşan dini yorumlar

Yukarıda söylemiştik ki topla tüfekle bu işin olmayacağını anladıkları için halkın itibar ettiği İslam alimleri vasıtasıyla onların itikadlarını bozarak kaleyi içten fethetmek.Alın sizlere örnek yağmuru. Öncelikle diyaloğun Türkiyede önde gelen temsilcisi Mehmet Aydın'ın görüşlerine yer vermek daha uygun olacaktır.

 :arrow: Ben yurt dışına gittiğim zaman sık sık kiliselere gidiyorum; çok da lezzet ve zevk alıyorum” 9 Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Mehmet Aydın

 :arrow: Hristiyan erkeklerle evlenme yasağı devam ettiği sürece avrupa birliğine giremeyiz.Mümtehine suresinin 10. ayeti buna engel teşkil ediyor.O nedenle gerekli çalışmalar yapılmalı ve müntehine engeli kaldırılmalıdır.Mehmet Aydın

 :arrow: “Efendim, diyalog ve hoşgörü devam edecekse, Hıristiyanlarla konuşurken sizin kitabınız bozulmuş, sonradan değiştirilmiş; en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.” Mehmet Aydın
 :arrow: “İslâmın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslâm.” Prof. Dr. Bekir Karlığa

 :arrow: Hatta, (İslâm) Allah’ın varlığından da öte, Hz. Peygamberi kabul etmeyenlere bile hoşgörülü davranır.” Prof. Dr. Bekir Karlığa
“... İslâm bilginleri Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştîlerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul ederler.” Prof. Dr. Bekir Karlığa

Yukarıdaki ifadelerin yanında; Kur'an-ı Kerimde Hristiyanları kınayan ayetlerin tarihsel olup sadece Efendimiz (s.a.v) dönemindekileri ilgilendirdiğini , "La ilahe illAllah" diyen herkese merhamet nazarı ile bakılması gerektiğini, ehl-i kitap ile amentüde ittifakın olduğunu, ateizme karşı Hristiyanlarla ittifak etmenin gerektiği gibi beyanatlar, ehli sünnet ile uzaktan yakından alakası olmayan,insanı küfre kadar götüren, haddi aşan, Vatikanın arzu ettiği İslamın içten fethedilmesine zemin hazırlayan, kafirlerin emeğine yağ süren sözlerdir.Çünkü İslam dininde temel esas, Kur'anı Kerim, sünnet-i rasülüllah, icma ve kısaytır.Bunlara muhalif her bir sözün İslam'la hiç bir alakası yoktur.Mutlak küfre(ateizm) karşı ortak hareket edelim, bazı ayetler tarihseldir gibi bir takım sözlerde büyük yankı uyandırmakta.Bunları asla kabullenemeyiz.Çünkü edillei şeriyyei asliyye ve ferriyenin hiçbirisiyle izahatı yapılamayacak ve bu güne kadar hiç bir mugallit ve müctehidin zerre miktarınca cezavına mahal veremediği son derece karanlık bu tür iddialı sözleri söylemek acaba yeni bir şeriat halk etmek manasına gelmez mi?Başımıza bir bela gelmesinden korkuyoruz, ya da mutlak küfre karşı onlarla bütünleşmemiz lazım gibi sözleri acaba İslamiyet'e karşı bir güvensizlik duymak değil midir ?Hz Allah tek nasir olarak kafi gelmiyor mu ki ehli küfürden mutlak küfre karşı medet umuyoruz.Hem Hristiyanlar cennete mi gidecekler ki ateistlere karşı onlarla birlikte hareket ediyoruz.Her ikisi de cehennemlikse cehennemliği kurtarmak için cehennemlik olan bir başka kişiyle ittifakın ne manası var?Medarı necatın bazı canibi isevilere de şamil olduğunu söyleyecek kadar salahiyet ve yetkiyi Allah aşkına hangi nas (ayet hadis) ya da delaleti nastan aldınız?“Hristiyan ve yahudilerle ilgili ayetleri kendi tarihsellikleri içinde değerlendirmeliyiz” diyerek Kuranı kerimdeki bazı ayetlerin tarihsel olduğunu hangi edillei şeriyyelerden istinbad ettiniz?Faraza bu sözü söyleyen kimse müctehid olsa bile böyle bir hükümü asla çıkaramaz ki? Zira önceki müctehidlerin ittifak ettiği mevzularda daha sonra gelen müctehidler asla bir teğayyür cüretinde bulunamazlar ki bu sözü söyleyenler müctehidolsa bile.Evvelki müctehidler ”Sebebin hususi olması,nassın umumi olmasına mani değildir.” hükmünü asırlar önce çıkarmışlarken siz sebebin hususi olduğunu ve kendi tarihsellikleri içinde değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorsunuz?Hakkında ne bir tevatüren ne de meşhuren hadis olmayan bu tür ifadeleri müctehidler bile söyleyemezken asrımızdaki bir takım kimselerin kendi kanaatlerince söylemeleri hangi katagoride değerlendirilecek?


"Diyalog" kelimesi ile diyalog

Muhataplardan yukarıdaki karanlık sözleri aydınlatmaları istendiği zaman "aslında bu söz ile şunu kasd ediyoruz" savunmaları pek gerçekçilik ve samimiyet izlenimi vermiyor ve bu savunmalar ile nereye kadar gidilecek.Madem bir şey kasd ediyorsunuz, onu ifade eden söz mü kalmadı dünyada da kafaları karıştırıyorsunuz ?Yoksa kasıtlı mı yapılıyor bunlar?Diyalog çok önemli ve sinsi bir kavram dedik en başta.Çünkü bu ifade ile İslam'ın tasdik ettiği diyaloğu kasd ettiklerini iddia ederek daha sonra diyalog kavramına karşı oluşan bu sempati çervevesinde son derece tehlikeli olan ikinci diyaloğa yavaş yavaş, aşama aşama sempati duyurmaya ve neticede hedeflerine ulaştırmada harika bir iksir olarak kullanmaktadırlar.Şunu kasd ediyoruzla da aynı taktik mi uygulanıyor acaba?Şunu kasd ediyoruz dedirte dedirte o kelimelerin zihnimizde olumlu hava esmesine vesile olarak asıl olan korkunç amaca hizmet mi ediliyor? Bunun gibi özellikle televizyonlarda İslamiyet'in tüm hallerini müşahedesi sonucu hayran kalıp İslam dinini seçenlere diyalog şapkası giydirerek sanki diyalog sonucu Müslüman olmuş gibi göstermeleride bu taktiğe hizmet etmektedir.

İslam tarihinde örneği yok


İslam dinine göre örnek alınması gereken zatın Efendimiz s.a.v olduğunda şüphe yoktur.Tebliğ faaliyetinin nasıl yapılması gerektiğini de bizzat göstermiştir. Bize düşen vazife onun yolunu takip ederek, onu örnek alarak tebliğ hizmetini yerine getirmektir.Efendimizin hayatında örneğine rastlanmamış bir takım faaliyetlerle tebliğ yapmak, Efendimiz s.a.v'den sonra ortaya çıkan her şeyin bidat olduğu hususunu da göz önünde bulundurursak hangi katagoride değerlendirilecek?Şu unutulmamalıdır ki her şeyin en iyisini yapan ve her şeyi en kapsamlı düşünen ve ona göre karar alan Peygamber efendimiz s.a.v dir.Efendimizde kendi zamanında tebliğ faaliyetlerini başlatmış;Hristiyan kralları, ebu cehilleri,papazları İslam'a davet etmiştir.Bu tebliği yaparken onların dinine karşı asla hoşgörü içerisinde olmamıştır.Yani şu anda tabi oldukları dinin onları cehenneme götürdüğünü, iki cihandaki kurtuluşun ancak İslamiyet'e girmeleri ile mümkün olacağını açıkça, korkmadan ifade etmiştir.Hatta yazdığı mektuplarda bile muhatap şahsa selamı ancak Allaha iman etmesi şartına bağlamıştır.Tebliğ için bir zaman bir hristiyanla iftar yapmamış onlara oruç tutturmamış, ellerini öpmemiş cenazelerine, düğünlerine gitmemiş hoşgörü toplantıları yapmamış, kültürler arası barış diye bir barış için seferberlik ilan etmemiş, onları temsili sırattan geçirmemiş, ateistlere karşı ortak hareket etmemiş, ve hiç bir zaman bir papaza "hazret" dememiştir.

Çünkü efendimiz ilahi emre göre hareket etmiştir.Çünkü efendimiz,onların dinlerine tabi olmadıkça asla Müslümanlardan razı olmayacaklarını (s.bakara 120), Yahudi ve Hristiyanları dost edinilmemesi gerektiğini ve kim onları dost ittihaz ederse onlardan olacağını (Maide / 51), Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin,şiddetli kendi aralarında merhametli olmaları gerektiğini (s.fetih 29), onların dinlerine karşı asla musamahakar olunmaması gerektiğini biliyordu.

Ulemai Kiramda hep efendimizi örnek aldıkları için onların hayatlarını tetkik ettiğimiz zamanda farklı bir metod uygulamadıklarını görürüz.Şimdi Peygamberimiz düşünenememiş,1400 yy dır hiç bir ulema düşünememiş, bazıları çıkıyor kendi mantıklarına göre bir takım İslamla bağdaşmayan aktivite ve etkinliklerle insanları güya irşada çağırıyorlar.Onlara yakınlaşacağız derken İslam'dan uzaklaşmanın bir ifadesi tüm bunlar.

İslam'da taviz yoktur

İslam dini dogmatik bir din olması hasebi ile her zaman nasıl hareket edileceği bellidir.En ufak mevzuda bile olsa bunun dışına çıkılmayı, dine şahsi düşünce ve yorumları katarak hareket etmeyi İslam dini dalalet sayar.Dolayısı ile "kanaatimce, diye düşünüyorum," gibi kelimelerin dinmizde yeri yoktur sivel müctehid.Hidayete vesile olacağız derken İslami emirleri,Rasülüllah s.a.v'in metodları dışında bir metodu uygulayarak tebliğ yapmayı velevki hidayete vesile olsa bile İslam asla kabul etmez.Nasıl ki bir kafir, benimle zina yaparsan Müslüman olurum dediği zaman ona şiddetle karşı çıkar ve haddini bildirirsek, aynen zina gibi günah olan başka bir metodla mesela onlarla dostmuşuz izlenimi vererek, onlara dini konulardaki sertliğimizi belli etmeyerek hareket ederek İslamın ayetlede sabit olan hükümlerine aykırı hareket ederek tebliğ aynı değil midir.İslam baş örtmeyi emrederken, örtüden taviz vererek, başını açarak, yani İslam'ın emrine muhalif hareket ederek belli mekanlarda İslam dinine hizmet etmek gayesi de aynı değil midir?

SONUÇ

Müsbet ve menfi diyaloğu izaha çalıştık.Bir müminin her zaman yapması gereken Rasülüllah s.a.v'in yolunu takip ederek hareket etmek olmalıdır.Zaten biz biz olursak sair yakınlaşma taktiklerine girmeden, onlar hallerimize hayran kalarak bunun İslam'ın tezahürü olduğunu bilecek ve İslam'a karşı bir yakınlaşma hissedeceklerdir.Bunun yanında güzel ve samimi üsluplarla olması gerektiği gibi meramımızı ifade edersek kabilse hidayetleri inşAllah irşat olacaklardır.Ama her halukarda bir insan olarak onların dinine de saygılı olmak zorundayız.İbadetlerine engel olmamalıyız.Bunu bizzat Rasülüllah sav'in hayatında görmekteyiz.Ama bu benimsemek manasına geldimi iş tehlikeli bir noktaya gelir.Görünüşte çok abartıyoruz gibi geliyor ama İngilizin dediği gibi bu emelin gerçekleşmesi için 500 yy beklemeye razılar.Bu dünya bizle sona ermeyecek.Yetişen neslimizden de mes'ulüz dar-ı uhrada...Rabbim kabilseler hidayet-i kamileler ihsan eylesin...

Miftahulkuluub
26 Ekim 2005
Başlık: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: Slience - 01 Temmuz 2006, 17:52:47
Alıntı

Cesur itiraflar

 “Biz her ne kadar Hıristiyan olmayan dinlerin manevi ve ahlaki değerlerini tanıyor, saygı gösteriyor, onlarla diyaloğa hazırlanıyor ve din hüviyetini savunmak, insanlık kardeşliğini tesis etmek, kültür, sosyal refah ve sivil iradeyi oluşturmak gibi hususlarda diyaloğa girmek istiyorsak da dürüstlük bizi gerçek kanaatimizi açıkça ilan etmeye mecbur etmektedir; yegane gerçek din vardır. O da Hıristiyanlıktır.” (Leibhard, Wilmington 1978, s. 13 vd.)

Vatikan yayınladığı Kateşizm kitabında,
 "Bu diyalogun tek amacı İncil'i tanıtmaktır. Muhatapların ikinci Adem'i (Hazret-i İsa'yı) Tanrı olarak kabul etmek zorundadırlar ki (haşa) Birinci Adem'i de (Hazret-i Adem'i de) yaratan odur" yazıyor.

 “Dinlerarası diyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. “
 "Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım." (Papa II. Paul)


 "Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki, bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise'nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır."

(Pietro Rossano -Vatikan Konsil sekreteri)

 biz dünyaya islamı sevdirelim(kimse müslümanları terörist tanımasın) diye uğraşırken oyuna mı geliyoruz???? karşımızda ki insanların niyetleri farklıysa yaptığımız bu işten(hayırlara vesile oluyoruz derken) zarar güme mi gidiyoruz ? nedir?
Başlık: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: muallim_abi - 02 Temmuz 2006, 02:05:42
Alıntı yapılan: "neslihan"
biz dünyaya islamı sevdirelim(kimse müslümanları terörist tanımasın) diye uğraşırken oyuna mı geliyoruz???? karşımızda ki insanların niyetleri farklıysa yaptığımız bu işten(hayırlara vesile oluyoruz derken) zarar güme mi gidiyoruz ? nedir?


İslamı sevdirmek için, İslam dini ile diğer dinler arasında illa bir benzerlik araştırıp, imanın önemli bazı noktalarından taviz vererek, aynı dine mensubuz (İbrahimi dinler masalı) mesajları dağıtmak gerekmez. Zira bu gibi "benzer" yönler masalı ancak kafirlerin işine yarar. Günde 5 vakit namaz kılana kadar, haftada bir kez kiliseye giderim yeter diyenler çıkar, ki çıkmıştır da.

Allah indinde tek din İslam'dır. Diğer inançlara mensupların kökü kafirdir, müşriktir. İslam'ı tebliğ hususunu biz de yapıyoruz kafirlere. Ancak aynı noktalar arayarak değil, onların dinindeki tezatları bildirip, İslam'ın hak din olduğunu ispat ederek. Tıpkı ulemamızın bildirdiği şekliyle. Yeni ve Eski Akidler, benzer yönleri bulmak için değil, tezatları bildirmek için okunur. Uygulama yanlış, sonuç berbat. Ulema da okudu bunları, ancak bizim dediğimiz sebeb için.

İslam alimleri buyurdular ki, niyyet halis olup fiil kitabi olmasa bir faidesi olmaz. Fiil kitabi olup, niyyet bozuk olsa yine faydası olmaz. Hem niyyet ve hem de fiilin doğru olması icab eder ki, birşey elde edilebilsin.
Başlık: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: müteallim - 02 Temmuz 2006, 02:30:12
Alıntı yapılan: "neslihan"
biz dünyaya islamı sevdirelim(kimse müslümanları terörist tanımasın) diye uğraşırken oyuna mı geliyoruz???? karşımızda ki insanların niyetleri farklıysa yaptığımız bu işten(hayırlara vesile oluyoruz derken) zarar güme mi gidiyoruz ? nedir?


biz islamin özünü yasayarak islami dünyaya sevdiremeyizmi.ecdadin sevdirdigi gibi.

sadece islami sevdirelim diye Allah ve rasülünü dariltirsak islami nasil sevdirebiliriz.
Başlık: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: Slience - 02 Temmuz 2006, 19:39:10
Alıntı

biz islamin özünü yasayarak islami dünyaya sevdiremeyizmi.ecdadin sevdirdigi gibi.

sadece islami sevdirelim diye Allah ve rasülünü dariltirsak islami nasil sevdirebiliriz.

 oldukça düşündürücü...
Alıntı

İslam alimleri buyurdular ki, niyyet halis olup fiil kitabi olmasa bir faidesi olmaz. Fiil kitabi olup, niyyet bozuk olsa yine faydası olmaz. Hem niyyet ve hem de fiilin doğru olması icab eder ki, birşey elde edilebilsin.

 muallim abi gene son noktayı koymuşsun
Başlık: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: telecafe - 12 Temmuz 2006, 22:12:53
Kaş yapayım derken, göz çıkaran basîretsiz müslümânlar,
Íslâmın hoşgörüsünü istismâr edip,battılar batağ-ı diyoloğa.
Kalbleri mühürlü,lisanları hezeyanla dolu şu paslı-mannlar,
Diyaloğcuları,ellerinde oyuncak edip koydular kara kataloğa.

Selam ve dua ile saglicakla kaliniz efendim.

Ey Rabbim; bizlere, seni sevmeyi,senin sevdiklerini sevmeyi
ve seni sevmeye vesile olacak ameli sevmeyi nasib eyle.......
Başlık: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: sürur - 12 Temmuz 2006, 22:48:49
Alıntı yapılan: "telecafe"

Ey Rabbim; bizlere, seni sevmeyi,senin sevdiklerini sevmeyi
ve seni sevmeye vesile olacak ameli sevmeyi nasib eyle.......


AMİİNN.AMİİNN..AMİNN..
Başlık: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: telecafe - 13 Temmuz 2006, 00:34:41
Alıntı yapılan: "telecafe"
Kaş yapayım derken, göz çıkaran basîretsiz müslümânlar,
Íslâmın hoşgörüsünü istismâr edip,battılar batağ-ı diyaloğa.
Kalbleri mühürlü,lisanları hezeyanla dolu şu paslı-mannlar,
Diyaloğcuları,ellerinde oyuncak edip koydular kara kataloğa.

Selam ve dua ile saglicakla kaliniz efendim.

Ey Rabbim; bizlere, seni sevmeyi,senin sevdiklerini sevmeyi
ve seni sevmeye vesile olacak ameli sevmeyi nasib eyle.......
Başlık: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: Vuslat Yolcusu - 13 Temmuz 2006, 01:08:18
Alıntı

Ey Rabbim; bizlere, seni sevmeyi,senin sevdiklerini sevmeyi
ve seni sevmeye vesile olacak ameli sevmeyi nasib eyle.......

Alıntı

AMİİNN.AMİİNN..AMİNN..
Başlık: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: nihavend - 29 Ağustos 2006, 01:14:27
küfürle hakkı ayıran çizgiyi kaldırıyorlar ve iyi bir hal üzre olduklarını sanıyorlar!!!!Allah zararlarından korusun...İslamı bozuyorlar.... :evil:  :roll:
Başlık: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: ABDULLAH LFC - 01 Ekim 2006, 13:52:30
...
Başlık: Ynt: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: ottoman - 02 Kasım 2007, 10:57:10
ne diyalogu kardeş..bir yemeğin bozuk olduğunu anlamak için illa yemek mi lazım.kokusu zaten leş gibi çıkıyor...
nasıl ki matematiğin kuralları katıdır 2 x 2 =4..asla 5 etmez..islam da öyledir .Allah KATINDA DİN İSLAMDIR......bitti..
Başlık: Ynt: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: son yolcu - 13 Mart 2013, 18:35:19
Vay be , bizim daha yeni idrak ettiğimiz meselenin özünü miftahulkulub hocamız 2005 de yazmış ,

nasıl bir nimet nasıl bir himmettir ki bu herkes ayakta uyutulurken gerçeklere vakıf olmak....

Helallik isteyerek sayfa sayfa çıkarıp etrafımdaki diyologculara dağıtacağım inşaAllah....
Başlık: Ynt: Hidayete vesile olmada "diyalog" sendromu
Gönderen: Miftahulkuluub - 30 Temmuz 2016, 22:25:46
10 yıl önce yazdık bu tehlikeyi. Yenice anlaşılıyor gerçekler...
Başlık: “Gülen’in Karanlık Dünyası”…
Gönderen: Mücteba - 31 Temmuz 2016, 16:57:57
“Gülen’in Karanlık Dünyası”…


Ye­ni Şa­fa­k’­ın, 30 Mart Pa­zar­te­si gün­kü, Fet­hul­lah Gü­le­n’­in ma­son ol­du­ğu­na da­ir “GÜ­LE­N’­İN KA­RAN­LIK DÜN­YA­SI­” baş­lık­lı ha­be­ri ve ya­yın­la­dı­ğı bel­ge­ler, oku­yan­la­rı da­ha o gün deh­şe­te dü­şür­dü.

Bu ka­da­rı­nı da bek­le­mez­dik / tah­min et­mez­dik di­yor­lar.

Ama ilk gün ve­ri­len bil­gi­ler bi­zim izin deh­şe­te dü­şü­re­cek şey­ler de­ğil.  Ön­ce­ki yıl­lar­da za­ten Fa­tih Al­tay­lı, bir ma­son olan Bil­gi Üni­ver­si­te­si Rek­tö­rü Rem­zi San­ver'le yap­tı­ğı prog­ram­da bu ma­son­luk me­se­le­si­ni di­le ge­tir­miş, Gü­le­n’­in ken­di­sin­den de avu­kat­la­rın­dan da hiç­bir iti­raz gel­me­miş, sü­kût­la kar­şı­lık ve­ril­miş­ti. 

Ama “Sü­kût ik­rar­dan ge­li­r” ka­ide­si her­kes için ge­çer­li­dir. 

Fa­tih Al­tay­lı­’nın, “Si­ze Ne­o (ye­ni) İs­la­mik Ma­son di­ye­bi­lir mi­yiz, çün­kü ma­son­lar­la pa­ra­lel fi­kir ve amaç­la­rı­nız var?" so­ru­su­na Gü­le­n’­in, “Ma­son­luk kö­tü bir şey de­ğil, ta­bi­i ki di­ye­bi­lir­sin" ce­va­bı­nı ver­me­si, hem bir iti­raf hem de bir ka­bul idi. Eğer öy­le de­ğil idiy­se, bu­nun bu­gü­ne ka­dar bir açık­la­ma­sı ve­ril­me­liy­di.

Fa­tih Al­tay­lı, Gü­le­n’­in ce­va­bı kar­şı­sın­da şa­şır­dı­ğı­nı ve bu ko­nu­yu bir­kaç kez yaz­dı­ğı­nı söy­le­di­ği hal­de, şim­di­ye ka­dar Gü­le­n’­in ma­son ol­du­ğu­nu red­de­den bir açık­la­ma gör­me­dik. Yok­sa ya­pıl­dı da biz mi ka­çır­dık?

Ye­ni Şa­fa­k’­ın ha­be­ri­ne kar­şı ta­raf­tan he­men iti­raz­la­rın gel­me­si, şim­di­ye ka­dar sus­kun kal­dı­ğı­nın is­pa­tı ola­bi­lir mi?   

Şim­di­ye ka­dar Gü­len ve ce­ma­ati hak­kın­da za­man za­man ha­ber­ler yap­tı­ğı ve ya­zı­lar yaz­dı­ğı hal­de, bu ye­ni ma­son­luk ha­be­ri kar­şı­sın­da hay­ret­kâr bir ta­vır içi­ne gi­ren­le­re ise, gü­lüm­se­ye­rek “Sa­bah-ı şe­ri­fi­niz hay­rol­sun! Gü­nay­dın!” de­me­li.

Çün­kü:

Genç-yaş­lı, ka­dın-er­kek bin­ler­ce ma­sum Fi­lis­tin­li­’nin, sa­yı­sı­nı bil­me­di­ği­miz yi­ne bin­ler­ce Fi­lis­tin­li ço­cu­ğun öl­dü­rül­me­si kar­şı­sın­da ses çı­kar­ma­yıp, ölen üç-beş ta­ne İs­ra­il­li ço­cuk için göz­ya­şı dök­tü­ğü­nü söy­le­yen bir kim­se, ma­son ol­sa ne ya­zar ol­ma­sa ne ya­zar!

Ma­vi Mar­ma­ra­’nın, -İs­ra­il ka­ra­su­la­rı­na de­ğil- mil­let­le­ra­ra­sı ka­ra­su­la­rı­na gir­me­si hak­kın­da, İs­ra­il’­i kas­te­de­rek  “O­to­ri­te­den izin alın­ma­lıy­dı­” di­yen bir kim­se, ma­son ol­sa ne olur, ol­ma­sa ne olur!

Mil­let­le­ra­ra­sı su­la­ra gir­mek için İs­ra­il’­den izin alın­ma­sı­nı söy­le­yen bir ki­şi, o su­la­rın İs­ra­il’­e ait ol­du­ğu­nu söy­le­miş ol­mu­yor muy­du!

O za­man is­ter is­te­mez, in­san­la­rın ak­lı­na şu so­ru gel­mez mi:

Bir kim­se­nin gön­lü, o mil­let­le­ra­ra­sı su­la­ra İs­ra­il’­in sa­hip ol­ma­sı­nı is­te­me­se, İs­ra­il’­e ve İs­ra­il­li­le­r’­e kar­şı kal­bi bu dü­şün­ce­ler­le çar­pı­yor ol­ma­sa, di­li böy­le ko­nu­şur mu?

Bu so­ru­nun ce­va­bı el­bet­te ki, İs­ra­il’­i oto­ri­te ka­bul eden­le­re dü­şer.

LI­ONS, RO­TER­YEN, MA­SON

Bir ön­ce­ki ya­zım­da Sa­yın Bü­lent Arın­ç’­ın, ro­tar­yen­le­re “Pey­gam­ber Efen­di­mi­z”­in “Ve­ren el alan el­den ha­yır­lı­dı­r” ha­di­si­ni ha­tır­la­ta­rak, “Siz­ler de ha­yır­lı ola­nı ya­pı­yor­su­nuz. Siz ve­ren el­si­niz, öpü­le­cek el­si­ni­z” de­di­ği bil­gi­si­ni ver­miş­tim.

Ro­ter­yen­ler­den baş­ka bir de li­ons ve ma­son­lar var. Li­ons­lu­ğu li­se, ro­ter­yen­li­ği üni­ver­si­te ka­bul eder­sek, ma­son­lu­ğu üni­ver­si­te me­zun­lu­ğu ka­bul et­mek ye­rin­de olur.

Ma­son­lu­ğun ilk ve esas mer­ke­zi İn­gil­te­re­’dir. Son­ra baş­ka kol­lar da çık­tı. Fran­sa ma­son­lu­ğu, İs­viç­re ma­son­lu­ğu gi­bi...

İn­gi­liz / İs­koç ma­son­lu­ğun­da, mut­la­ka bir di­ne inan­mak şar­tı ara­nı­yor. Din­siz­le­ri ka­bul et­mi­yor­lar. Ama Fran­sız ma­son­lu­ğun­da bu şart yok. On­lar, “Ne olur­san ol ge­l” gi­bi, din­siz­le­ri de alı­yor­lar.

(Hoş, Haz­re­ti Mev­lâ­nâ­’ya nis­pet edi­len bu söz ona ait de­ğil­dir.)

Ma­son­lu­ğu bel­ge­ler­le is­pat edi­len meş­hur Ce­mâ­led­din Af­gâ­nî, ön­ce İn­gi­liz / İs­koç ma­so­nu ol­muş­tu. “Müs­lü­man gö­zük­tü­ğü hal­de Müs­lü­man ol­ma­dı­ğı, H­ris­ti­yan ve Ya­hu­di de ol­ma­yıp din­siz ol­du­ğu içi­n” İs­koç ma­son­lu­ğun­dan atıl­dı.     

Fran­sız ma­son­lu­ğun­da bir di­ne inan­ma şar­tı aran­ma­dı­ğı için, Af­gâ­nî Fran­sız ma­so­nu ol­muş­tur.   

Fran­sız ma­son­lu­ğu­nun ana ki­ta­bın­da şu ya­zar:

“Bi­zim üç düş­ma­nı­mız var­dır: Din, ai­le, ka­nun.”

Ma­son­lar ne ka­dar in­kâr eder­se et­sin­ler ger­çek bu­du­r…



Ali EREN | 01.04.2015 04:00 | http://www.gazetevahdet.com/gulenin-karanlik-dunyasi-1570yy.htm

Başlık: Rotaryen de Mutlu Yahudi de, Müslümanınki Ne Zaman?
Gönderen: Mücteba - 31 Temmuz 2016, 16:58:10
Rotaryen de Mutlu Yahudi de, Müslümanınki Ne Zaman?

Geçen cumartesi günü, 1. AKP hükümeti zamanında Erdoğan ve Arınç’ın Antalya Kemer’de rotaryenlerin toplantısına katıldığını ve bunu 18 Mayıs 2003 tarihli Vakit’in, “Rotaryenler mutlu oldu” başlıklı haberle duyurduğunu yazmıştık.

Bazı dostlar sitem ettiler. “Tamam, doğru. Ama bunu tek taraflı yazmakla kalmayın. Paralelcileri de yazın ki denge olsun. Çünkü onların rotaryenlerle dirsek teması daha çok” dediler.

Aslında sitem edilecek bir şey yok. Çünkü bu haber 16 Mayıs 2003 tarihinde, “İLK KEZ BİR BAŞBAKAN ROTARY TOPLANTISINDA” başlığıyla kamuoyuna AK Parti tarafından da duyurulmuştu.

Bendenizin, paralel yapının faaliyetleri hakkındaki tavrım belli. Meselâ, Fethullah Gülen’in “Cebrail bile parti kursa, ona senin partine oy vermem” dediğini, hemen o sözün söylendiği günün arkasından tenkit etmiştim. Hatta o zaman benden başka tenkit eden de olmamıştı. Sayın Cumhurbaşkanımız’ın tenkidi bile ancak 14 sene sonra geldi.   

Neyse… Madem paralelcilerin bu konudaki tavırlarının da yazılması isteniyor, yazalım.

Fethullah Gülen, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın onursal başkanıdır. Bu vakıfda, Kadın Platformu yapılıyor…

Yalnız sıradan bir Kadın Platformu değil, Gazeteci ve Yazarlar Vakfının çatısı altında bulunan cemaat ablalarının platformu.

30 Aralık 2013 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen bu seminere Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı mensupları katıldı. Vakfın çalışanlarına konuşma yapan da Prof. Dr. Abbas Türnüklü…

Kim bu zat?

Rotary kulüplerine proje hazırlayan ve bu projeleri onlarla birlikte yürüten kişi.

Google, Türnüklü’yü “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar” listesinin 108. sırasında gösteriyordu.

İşte bu profesör almış karşısına Fethullahçı bayanları ve bayları, onlara “anlaşmazlıkların giderilmesi, müzakere, iletişim, öfke yönetimi ve arabuluculuk becerileri” gibi konuları anlatan eğitimler vererek eğitiyordu…

Herhalde bu kadarı yeter.

Gelelim Yahudilerin mutluluğuna:

Edirne’de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 5 milyon 750 bin lira (eski rakama göre 6 sıfır fazla) harcanarak Yahudi sinagogu restore edildi ve 46 yıl sonra, 25 Mart 2015’de açıldı.

Bu açılıştan son derece mutlu olan ve dinî kıyafetleriyle gelen Mûsevîler, sabah duası yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye Cumhuriyeti için de dua ettilerdi.

Edirne Valisi Dursun Ali Şahin’in, “Mescid-i Aksa'ya İsrail askerlerinin girmesini hatırlatıp bu sinagogun da artık müze olacağını” söylemesi tartışmaya neden olmuştu. Vali daha sonra Musevi cemaatinden özür dilemişti.

Açılışa katılan Bülent Arınç, “Valinin yanlış yaptığını, hissi davrandığını” söyledi. “Bugün açılış münasebetiyle dinleme fırsatı bulduğumuz ve çok da hoşuma giden Türk Sanat Müziği makamları kullanılarak icra edilen Maftirim adlı sinagog ilahileri de kültürlerin ne kadar iç içe geçtiğinin, birbirimizden et ve tırnak gibi ne kadar ayrılmaz olduğumuzun adeta göstergesiydi." dedi.

Açılışta dua yapan haham, "Yüce devletimiz Türkiye Cumhuriyetini ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı mübarek kılsın, korusun, yüceltsin, yardım etsin, büyütsün, yücelere taşısın. Ömrünce ve ömrümüzce şanını yüceltsin amin" ifadelerini kullandı.

Türk Mûsevî Cemaati tarafından Bülent Arınç’a hediyeler verildi.

Arınç, “Bir Müslüman’ın ne kadar hakkı varsa, Yahudi ve Hristiyanların da hakkı olduğunu” belirtti.

Yazımızı şu cümleyle tamamlayalım:

“Yahudi ve Hristiyanların, kilise ve sinagog açılmasıyla ilgili ne kadar hakları varsa, bir Müslümanın da Ayasofya’nın açılması ile ilgili o kadar hakkı vardır” cümlesinin ne zaman söyleneceğini merak ediyoruz…


Ali EREN | 04.04.2015 04:00 | http://www.gazetevahdet.com/rotaryen-de-mutlu-yahudi-de-muslumaninki-ne-zaman-1605yy.htm

Başlık: Sultanahmed Câmii kubbesi üzerindeki o haç neyin nesiydi?
Gönderen: Mücteba - 31 Temmuz 2016, 17:02:32
Sultanahmed Câmii kubbesi üzerindeki o haç neyin nesiydi?


Bendeniz Dinlerarası Diyalog toplantılarını baştan beri hassasiyetle takip ederim. 17 Şubat 2007 tarihinde, Cemal Reşit Bey Konferans Salonu’nda Dinlerarası Diyalog hakkında bir konferans verileceğini öğrenince gittim, dinledim. Üç kişi konuştu: Eski Devlet Bakanı Prof. Mehmet S. Aydın, Prof. Kenan Gürsoy ve Alman bir Hıristiyan olan Hans Küng
Neler söylendiğine girmeyeceğim, çünkü söz uzar ve bu sütuna sığmaz.

(http://www.haberkita.com/images/upload/sultanahmed.jpg)

O akşam Samanyolu televizyonunda (STV) haberlere bakıyordum. Haberde gündüz dinlediğim konferanstan bahsediliyordu. O sırada ekrana Sultanahmed Câmii getirildi. Câmi, önce minareleriyle ekranda görüldü. Sonra kubbesinin üzerine belli belirsiz kocaman bir haç konduruldu. Arkasından haç iyice belirgin hale geldi ve minareler belirsizleşti. En sonunda minareler görünmez hale geldi ve üzerinde bir güvercin olan haç iyice netleşti ve sadece o kaldı. Ben de bu görüntüleri kayda aldım tab ettirdim. Yukarıda gördüğünüz fotoğraf, o karelerden sadece birisidir.
O zaman İstanbul Müftüsü olan Prof. Çağrıcı ile bir görüşmemizde, kendisine bu fotoğrafları gösterdim. Sayın müftümüz bunu görünce şaşırdı, birhoş oldu, “Bu ne ya!..” dedi. Ben de meseleyi anlattım. “Bunlar çıldırmış mı!” dedi.
(Sayın Müftümüzle birkaç ay önce bir toplantıda karşılaşmıştık. Bu meseleyi bir yerde yazdığım takdirde ismini yazmak hususunda kendisinden izin aldım.)

Sayın Çağrıcı, daha sonra Dinlerarası Diyalog heyetinden Prof. Suat Yıldırım’a bu fotoğraflardan bahsederek, “Bu neyin nesi?” demiş. O da beni aradı. “İstanbul Müftüsü’ne bazı fotoğraflar göstermişsin. O fotoğrafları ben de görmek istiyorum” dedi. Ben de fotoğrafla ilgili haberin tarihini söyledim ve “Samanyolu televizyonunun arşivinde bulabilirsiniz. Ama bulamazsanız, haber verin ben getireyim” dedim.
   
Bekledim, arayıp bilgi vermedi. Ben kendisini aradım. O görüntülere ulaştığını söyledi. Ben de kendisine, “Hocam! Onun gibi daha başka görüntüler de var. Onları da görmenizi arzu ederim. Ne zaman derseniz sizi arayayım, getirip göstereyim” dedim. Ama aramayı o kendi üzerine aldı, “Ben seni arayayım” dedi. Fakat bir daha aramadı.

Aramayınca, ben de diğer fotoğrafları görmek istemediği kanaatına vardım ve israr etmiş olmamak adına kendisini aramadım. Zaman zaman kendisiyle karşılaşır ve selamlaşırız.

Değerli okuyucular! Suat Hoca’nın görmek istemediği yukarıdaki fotoğrafın benzeri olan diğer fotoğrafları siz görmek ister misiniz?


Ali EREN | 05 Ocak 2015, 13:55 | http://www.haberkita.com/sultanahmed-cmii-kubbesi-uzerindeki-o-hac-neyin-nesiydi-makale,220071.html

Başlık: "Hizmet Hareketi"nin Deşifresi
Gönderen: Mücteba - 31 Temmuz 2016, 17:03:02
"Hizmet Hareketi"nin Deşifresi

Köşe yazarlığı yaptığım Vakit Gazetesi’nde, bundan 10 sene önce 1/7/2004 tarihinde, “Rus Emine ve Müslüman Falanlar” başlıklı bir yazı yazmıştım.

O yazıyı sizlere takdim etmek istiyorum da, önce o yazıyı siz değerli okuyucularımıza arz edip ondan sonra değerlendirmesine geçmeyi düşünüyorum.

İşte o yazı:

“Hayret ve dehşetle okuyacağınız aşağıdaki hadise, Sovyetlerin dağılmasından sonra Rusya’ya giden ve şu anda Nijninograt şehrinde ticarethane işleten bir arkadaşımın ağzından.

Hadise, arkadaşımın Müslüman arkadaşıyla onun sonradan Müslüman olan, 20-22 yaşlarında Emine ismindeki hanımıyla ilgili. Emine ismini, Peygamberimiz’in annesinin ismi olduğu için özellikle seçmiş. Emine’nin kocası, Tataristan’ın Kazan şehrinden ve Moskova müftülüğüne bağlı Moskova (İslâmî) İlahiyat okulundan mezunmuş.

Arkadaşımın anlattıkları:

“Bu ilahiyat mezunu Rusyalı arkadaşım, bir gün bizim dükkâna geldi. Yanında da bizim Müslüman hanımların kapandığı şekilde kapalı genç bir hanım vardı. Rusya’da o şekilde giyinen bir hanım yok gibidir. Öyle İslâmî bir kıyafetle görünce memnun oldum ve ayrıca ilgi ve hürmet gösterdim.

Bu kapalı hanım, arkadaşımın karısıymış. Arkadaşım hanımının sonradan Müslüman olduğunu anlattı. Sohbete başladık. Derken konuşmaya hanımı da katıldı.

Türkçeyi gayet güzel konuşuyordu. Kocası Tatar olduğu için, ‘Siz Tatar olmalısınız; Türkçeyi bu kadar iyi nerede öğrendiniz?’ dedim. ‘Hayır, ben Rus’um’ dedi.

Defalarca Türkiye’ye geldiğini, orada bayağı kaldığını söyledi. Türkiye’de İslâmî bir gruptan insanlarla tanışmış, Müslüman olmalarına onlar sebep olmuşlar.

Kendisine, Kazanlı olduğu için, Kazan’da da Türkiye’den gelen ailelerin bulunduğunu anlattım ve onlarla temasa geçerse o cemaatten hanımların kendisine İslâmiyet hakkında yardımcı olabileceklerini söyledim.

Bahsettiğim cemaatin ismini verir vermez, ilk anda sebebini anlayamadığım şiddetli bir tepki gösterdi. Yatıştırmaya çalıştım. Tepkisinin sebebini sorunca, ‘Bana onlardan, o cemaatten bahsetme!’ dedi. ‘Hayrola, nedir? Ne oluyor?’ deyince şunları söyledi:

‘Ben bir Hıristiyandım. Hıristiyanlığın ne olduğunu ben iyi bilirim. Bildiğim için onu bırakıp Müslüman oldum. Müslüman olmanın verdiği heyecanla buralarda okulları olan o sizin görüşmemi istediğiniz kimselere gittim. Müslüman olduğumu söyledim. Bana, “Niye Müslüman oldun! Ne lüzum vardı! Kendi dininde kalsaydın. O da hak dindir!” gibi şeyler söylediler. Onlar burada Hıristiyanlık propagandası yapıyorlar.”

Değerli okuyucular!

Bu hadise Dinlerarası Diyalogla hangi gaye ve neticenin hedeflendiğine canlı bir örnektir.

Niçin canlı?

Çünkü bu hadiseyi anlatan arkadaşım şu anda Türkiye’de ve 15 gün kadar burada kalacak. İsteyen kimselerle görüştürebilirim.

Dinlerarası Diyalog aşıkları, “Rusya’nın bilmem hangi şehrinde olan şahsî bir hadiseden bahsediyorsun. Ne bilelim doğru olduğunu. Koskoca Rusya’da bir kadın ve kocası? Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” demeye kalkışmasınlar, mahcup olurlar. Çünkü, gelecek itirazlara cevap tedbirimiz hazır. İspat edemeyecek olsaydım yazmazdım.

Arkadaşıma, “İcap ederse o kadın ve kocasına ulaşmak mümkün mü?” dedim. “Tabiî ki. Kocasıyla zaten senelerdir tanışıyoruz. Her zaman isteyen kimselerle görüştürebilirim” diyor.

Bu konu, fürûattan değil, imânî bir mesele olduğu için ele aldım. İçki, şarkı-türkü, başörtüsü gibi fürûattan olan meseleleri hiç dile getirmiyorum.

Yoksa, “Kazakistan’da Cumhuriyet’in 75. yılını kutlamak için Türkiye’den şarkıcı kadınlar götürmek neydi? Kazaklara içki ikram etmek neyin nesi?” gibi sorular da sorabilirdim.

Hatta, TÜYAP Kitap Fuarı’nda, “Takma kafanı Ali Bey. Kazakistanlılar zaten içkiye alışmışlar. İçki içen bir kimseye içki ikram etmekten daha normal ne var?” diyen televizyon programcısının ismini de verebilirdim.

“Aksi” bir “yön”de giden mecmuanın haber müdürünün, “Yurtdışındakilere, oralarda niçin namaz kılmamaları söyleniyor?” soruma, “Arkadaşlar, yurtdışında namazlarını kaş-göz ile kılıyorlar” gibi gülünç bir cevap verildiğinin üzerinde de durmuyorum.

Değerli okuyucular, geçen hafta “Bundan daha dehşetli olanı da var” dediğim, bunlar değil. Nasip olursa, Dinlerarası Diyaloğun nimeti(!) olan o dudak uçuklatacak sözleri de yazacağım.”

( Yukarıdaki “Takma kafanı Ali Bey” diye başlayan sözlerin sahibi olan arkadaşımız, bir zamanlar bir televizyonda program yöneticiliği yapıyordu. Sonra bazı gazetelerde yazı yazmaya başladı. Yazılarına son verildiği için, 2014’ün başından itibaren de yazmamaya başladı. İsmi, kendisinin “Öz” bir “soy”a mensup olduğunu söylediği profesörün, “Sandalyede namaz” ile ilgili yazısı hoşuma gitmişti. )

***

Evet değerli okuyucular, bahsettiğim 10 sene önceki yazım işte bu…

Yukarıda da okuduğunuz gibi, bu yazıma itiraz edecek olanlara 15 gün süre vermiştim. İsteyen o süre içinde itiraz edebilirdi. Kimse itiraz etmedi veya edemedi.

Aradan birkaç sene geçmişti. İnternette yazıştığımız ve bu yazıdan rahatsız olan bazı dostlar, yazdıklarıma itiraz sadedinde, “Rusya’daki o kadın kimmiş? Ona bu sözleri kim söylemiş? Yalan olmadığını ne bilelim? İspat et” gibi yazılar yazmaya başladılar.

Bilmem kaç sene önceki bir hadiseyi nasıl ispat edebilirdim ki. Edemeyeceğimi düşünerek kendilerine “Kardeşim, aradan bu kadar sene geçti, ben o kadını şimdi nasıl bulayım?” diye cevap verince, ellerine fırsat geçmiş oldu ve beni internet yoluyla sıkıştırmaya başladılar. Ben de gerçekten sıkıştım. Çünkü yazdığımı ispat edemezsem onların karşısında senelerce sonra da olsa müfteri durumuna düşmüş olacaktım.

Ama kurban olduğum Allah ne yaptı biliyor musunuz?

Beni onların karşısında zor durumda bırakmadı ve suskun kalan yine kendileri oldu.

Bakın nasıl?

Rusyalı Emine meselesini bana anlatan arkadaşım devamlı olarak Rusya’da. Geleceğini hiç beklemezken, bir Kurban bayramı çıkageldi. Hemen Emine ismindeki o kadına ulaşıp ulaşamayacağımızı sordum. Bahattin ismindeki arkadaşım, “O kadın, kocasıyla beraber benim bulunduğum şehirden 400 kilometre uzaklıktaki başka bir şehre taşındı. Ama irtibatımız devam ediyor. Madem mesele bu kadar mühim, isteyen kimseleri onlarla görüştürebilirim. Emine Hanım, kendisine o cemaatten kimin ve nerede “Niye Müslüman oldun! Ne lüzum vardı! Kendi dininde kalsaydın. O da hak dindir!” dediğini biliyor” dedi.

Rahatlamıştım. Bana “Rusya’daki o kadın kimmiş? Ona bu sözleri kim söylemiş? Yalan olmadığını ne bilelim? İspat et” diyenlere, internetten şöyle cevap verdim:

“Oradaki arkadaşlarınıza bildirin, istedikleri zaman o kadınla görüştürebilirim.”

Bu sefer ne dediler biliyor musunuz?

“Lüzum yok.”

Tabii ki lüzum yok diyecekler. Çünkü suçlarını biliyorlar.

İşte bunların tavrı böyle. Şimdi, bu tavra ne dersiniz siz? Bu tavırda hiç samimiyet görebiliyor musunuz?

Yukarıdaki satırlara, o senelerde Bursa İnegöl’de olan M…. Y….. ve benimle ilk defa yazı polemiğine giren hanımı C…… Y….. ne der acaba?

Oralardaki hizmetlerini(!) göstermek için önce beni Fildişi Sahili’ne götüreceğine sz verip, sonra bende hidayet emaresi görmediği için(!) sözünden vaz geçen M. Y.’a selam olsun…

GERÇEK İKİ:

Bir gün Vakit Gazetesi’ndeyiz. Gazete’nin bünyesinde çıkan Cuma dergisi ile vazifeli olan arkadaşımız Selim Çoraklı, “Hocam biraz gelir misin?” diye beni masasına çağırdı.

Yanına varınca, “Hocam, Peygamberimiz’e inanmayanlar, Hıristiyanlar cennete girebilirler mi?” dedi.

Ben de “Olur mu canım! Peygamberlere, dolayısıyla Peygamberimiz’e inanmak imanın şartındandır. İmanı olmayanlar cennete giremez” dedim.

Yanında bir genç vardı. Ona dönerek, “Bak görüyor musun?” dedikten sonra bana dönerek, “Hocam bu meseleyi Ahmet’e izah eder misin?” dedi.

Meğer yanındaki o genç, Zaman Gazetesi bünyesinde çıkan Aksiyon dergisinin haber müdürü Ahmet Dinç imiş, “Hıristiyanların cennete gireceğini” söylüyormuş.

Meseleyi Ahmet Bey’le konuştuk, ama bitiremedik. Vakit akşamdı, mesai de bitmişti. Daha sonra randevulaşıp buluşmak ve bu meseleyi daha geniş görüşmek üzere ayrıldık.

Ahmet Bey bana kartvizitini verdi. Oradaki telefon numaralarından görüşüp randevulaşacaktık.

Ahmet unutmuş olabilir, hatırlatayım: Kartvizitin rengini bile hatırlıyorum. Koyu renkli idi.

Daha sonraki günlerde bu meseleyi konuşmak üzere Ahmet Bey’i aramaya başladım. Kaç defa aradığımı bilmiyorum ama Ahmet Bey bir türlü müsait olamıyordu.

En son bir telefon konuşmamızda bana “Abi bişey mi vardı?” demesin mi?

“Yahu Ahmetciğim! Seninle Hıristiyanların cennete girip giremeyeceğini konuşmayacak mıydık?” dedim.

Bu sefer de, “Müsait değilim” dedi.

“Öyleyse acelesi yok” dedim. “Sen ne zaman müsait olursan beni o zaman ara, ben her zaman müsaidim.” dedim.

Bu sefer de bekle babam bekle; aramaz…

Aylar geçti. Ama ben meselenin peşini bırakmıyorum.

Aksiyon, Zaman gazetesiyle aynı binada ve iç içe. Baktım olmayacak. Bir gün çat kapı Zaman gazetesine gittim ve Ahmet Bey’in ziyaretçisi olduğunu söyledim. Ahmet yukarı kattan geldi. Böylece oldu-bittiye getirerek görüştüm.

Bütün bunları niçin mi anlattım? O görüşmenin özetini yani can alıcı noktasını söylemek için. O görüşmenin can alıcı kısmı şu:

Ahmet Bey görüşmemizde, “Hoca Efendi, yurtdışındaki okullarda öğretmenlik yapan arkadaşlara, namazlarını kaş-göz ile kılmalarını söylüyor” dedi.

Eğer onun dediği gibiyse, -ki Ahmet Bey niçin yalan söylesin- bu söz, gençlere “Namaz kılmayın” demektir. Çünkü, Hanefi fıkhına göre kaş-göz ile namaz kılmak câiz değildir ve o şekilde kılınan namaz, namaz olmaz.

“Ben kıldım, oldu” demenin de hiçbir geçerliliği yoktur.

GERÇEK ÜÇ:


Bacanağımın damadının bir kardeşi var. Bilinen yurtlarda kaldı ve oralarla alâkalı okullarda senelerce öğretmenlik yaptı. İlerledi “abi” oldu. Son senelerde, İstanbul’un Avrupa yakasında, merkezî ilçelerinden birindeydi. Geçen sene Trakya’da bir ilçede lise müdürü olmuş.

Bu halim-selim, ağzından lokmasını alsan ses çıkarmayacak bir ahlâkta olan sessiz sedasız akrabam, mesele Hıristiyanlık olunca değişiveriyor. Müslümanların, “Hıristiyanlar cennete giremez” demelerinden, haliyle benim de öyle dememden çok rahatsız. Bakın bana ne diyor:

“Hocam! Allah’ın cenneti geniş. Hıristiyanlara cenneti niye yasaklıyorsunuz?”

Kendisine, “Kardeşim, hâşâ cennetin sahibi biz miyiz? Cennetin sahibi Hazreti Allah. O, kâfirlerin cennete giremeyeceğini söylüyor, biz de onu söylüyoruz” dedim.

“Onlar kâfir değil ki” dedi.

“Ya ne?” dedim.

“Onlar ehl-i kitap” dedi.

O zaman kendi kendime, “Şunu kendi sözüyle bağlayayım” diye düşündüm ve şöyle dedim:

“Peki bu ehl-i kitap dediğin kimseler, Peygamberimiz’e ve Kur’an’a inanıyorlar mı?

Bu sorunun cevabını doğru verdi. “İnanmıyorlar” dedi.

“Öyleyse sana soruyorum” dedim: “Peygamberimiz’e ve Kur’an’a inanmayanlar kâfir mi değil mi?”

Bu sorunun cevabı gayet açık değil mi değerli okuyucular? Hiç dinî ilme sahip olmayan sıradan Müslümanlar bile ““Peygamberimiz’e ve Kur’an’a inanmayanlar tabii ki kâfirdir” demez mi?

Ama benim bu akrabam “Peygamberimiz’e ve Kur’an’a inanmayanların kâfir olduklarını” bir türlü söyleyemedi ve şöyle cevap verdi:

“Onlar bilmedikleri için inanmıyorlar. Bilseler inanırlar.”

Eh işte… Laf ola beri gele…

Sanki, masum göstermek istediği Hıristiyanların ücretsiz dava vekili…

Bilseler inanırlarmış…

Bu mantığa göre, dünyanın birçok ülkesinden Müslüman ülkelere büyükelçi ve konsolos olarak gelenler ve onlarla beraber gelen binlerce gayr-i müslim, senelerce Müslüman ülkelerde bulunmalarına rağmen İslam diye bir dini hiç duymuyor ve bilmiyorlar. Günde 5 defa okunan ezanları hiç işitmiyorlar. Onun için de İslama inanmıyorlar demek ki. Bilseler hemen inanıverecekler. Bilmedikleri için de mazur ve masumdurlar…

Vah bu mantığa vah! Vah böyle inanca vah!

Değerli okuyucular!

Türkiye Protestanları Basın sözcüsü olan Hıristiyan bir vatandaşımız var: İsa Karataş.

Matbaacılık yapıyor. Bir de ortağı var.

Ona sordum: İsa Bey! Bizden bazıları siz Hıristiyanların cennete gireceğinizi söylüyorlar. Sizin inancınıza göre bizim durumumuz nedir?

Ortağı da kendisi de hemen cevap verdiler: Bize göre Müslümanlar cehennemlik.

Evet, Hıristiyanların bizim hakkımızdaki inançları böyle…

Onlar biz Müslümanları böyle görüyor, bizimkiler ise, Kur’an tam tersini söylediği halde onları cennete sokmaya uğraşıyorlar. Hıristiyanların dertleri bunlara kalmış.

Nitekim 2004’te Mardin’de yapılan Dinlerarası Diyalog toplantısında, Hıristiyan ve Yahudilerin cennete nasıl gireceklerinin tatbikatını yaptılar. Bu tatbikatın resimleri bendedir.

İnşAllah bu meseleden başka bir makalemizde bahsederiz.

GERÇEK DÖRT:

2013 senesi Mayıs ayı. Bir kermesteyiz, yani bir hayır çarşısında.

Kermes kalabalık. Oğlum bir mesele konuşmak üzere beni telefonla aradı. Buluştuk.

Arama sebebi şuymuş:

Kendisinin bulunduğu müessesede çalışan, üniversiteden yeni mezun olan bir kız varmış. Şu bilinen malum yurtlarda yetişen bu kız, Hıristiyanlar hakkında yanlış bir kanaata sahipmiş. Oğlum meğer onun bu yanlış inançtan kurtulması için benimle konuşturmak istiyormuş.

Kızcağızla konuştuk. Kızın Hıristiyanlar hakkındaki inancı gerçekten yanlış. Ezcümle şöyle söyleyeyim. Kıza Hıristiyanlar hakkında nasıl bilgi verildiyse, kız şöyle diyor:

“Hıristiyanların kâfir olduğunu söylersem günahkâr olacağımdan korkuyorum.”

Zavallı bilmiyor ki, aksine Kur’an’ın “kâfir” olduğunu bildirdiği Hıristiyanlara kâfir dememek, imana zarar verir…

Değerli okuyucular!

Bütün bu gerçekler bize neyi anlatıyor?

Cevabı içinizde kalsın.

GERÇEK BEŞ:



Sene 2004, aylardan Mayıs…

13-14 Mayısta Mardin’de yapılan Dinlerarası Diyalog toplantısı, 15/16 Mayısta İstanbul Çemberlitaş FKM’de (Fırat Kültür Merkezi) devam ediyor. Konferans salonunun duvarlarına, hilâlin yanında haç ve siyon/yahudi yıldızı yapıştırılması kâfi görülmemiş olmalı ki, tavanlara da haç ve siyon yıldızları asılmış. Arkasından da ışık verilerek haç ve siyon yıldızının gölgeleri sahneye aksettiriliyor.

O sırada sahnede sinevizyon ile Ayasofya görüntüsü getiriliyor.

Ama o da ne!...

Diğer fotoğraftaki Sultanahmet Câmii üzerinde gördüğünüz gibi bir görüntü…

Tavanda asılı bir haçın arkasından verilen ışık vasıtasıyla, Ayasofya’nın kubbesi üzerinde kocaman bir haç görüntüsü...

Hemen fotoğraflıyoruz.

Ancak, biraz sağ tarafta oturduğumuz için, fotoğraftaki haç görüntüsü Ayasofya’nın kubbesinin tam üzerinde değil. Eğer biraz sol taraftan çekebilmiş olsaydık, haçın Ayasofya’nın kubbesinin tam üzerinde olduğu görülecekti.

Ayasofya fotoğrafının altında gerekli bilgi veriliyor ama orada çok çok önemli bir eksiklik var. O da şu:

Haç görüntüsü, tam Ayasofya’nın üzerine düşürüldüğü sırada biz Müslümanları kahredecek bir şey oldu…

Dinlerarası Diyalogcular tarafından bir alkış tufanı koptu…

GERÇEK ALTI:

Sene 2007… Şubatın 17’si…

İstanbul’da, Cemal Reşit Rey Konferans Salonu’nda, Hans Küng isimli bir Hıristiyan, “Arzın Merkezinde Buluşmalar” başlıklı bir konferans verdi. Ben de dinleyiciler arasındaydım.

STV (Samanyolu televizyonu) bu konferansı, aynı akşam 19.00 haberinde bildirdi.

Haberi verirken, ekrana önce Sultanahmed Câmii geldi. Sonra fotoğrafta gördüğünüz gibi, tam câminin kubbesinin üzerine kocaman bir haç indirildi. Sonra câmi belirli belirsiz hale getirildi. En sonunda, cami tamamen belirsiz hale geldi ve üstünde bir güvercin olan haç açık ve net bir şekilde kaldı.

Bu anlattıklarım, tarafımızdan çekilen birkaç karedir. Fazla yer kaplamaması için, bu makalede karelerden sadece birini yayınlıyoruz.

Bendeniz, bunu o zamanki İstanbul Müftüsü Sayın Mustafa Çağrıcı’ya da gösterdim. Hayret etti. Bu görüntüyü, Dinlerarası Diyalog heyetinden Prof. Suat Yıldırım’a sormuş, “Bu nedir? Siz ne yapmak istiyorsunuz?” demiş.

GERÇEK YEDİ:

Sene 2009, Nisanın 21’i…

Samanyolu televizyonu akşam haberlerini veriyor…

Ekranda Fethullah Gülen’in fotoğrafı var. Haberle ilgili şu alt yazı geçiyor:

“Gülen Ukrayna gündeminde.

Favorit dergisine kapak oldu.”

Haberin aslı şöyle:

Ukrayna’nın Odessa şehrinde, Favorit isminde bir dergi çıkıyormuş. Bu dergi, Fethullah Gülen’le “Hıristiyanlık hakkında” bir röportaj yapmış. Haber bu röportajla ilgili.

Biz, Diyalogcularımızın huyunu biliriz. Onlardan asla yalan söz sadır olmaz. Bu dürüstlüklerini gözlerimizle de görmek için taa Ukrayna’dan Favorit dergisinin o sayısını getirttik. Bir de ne görelim; Fethullah Gülen STV’nin söylediği gibi Favorit dergisine kapak falan olmuş değil. Gülen’in fotoğrafı, derginin bir sahifesinde sadece birkaç santimlik bir yeri işgal ediyor, o kadar.

Ama sevgili Diyalogcular yalan falan söylemiyorlar tabii. Sadece farkında olmadan mini minnacık bir yanılgıya düşmüşler. O kadar…

Şimdi biraz ciddileşelim.

Samanyolu, Gülen’in sözlerini alt yazı olarak veriyor. Okuyoruz. Gülen şöyle diyor:

“Odessalı Hıristiyanların elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi gerekeni söylemektedirler.”

( Gülen’in sözlerinin devamı var. Şimdi cümle cümle cevaplandıralım: Gülen’in, Hristiyanların rehberleri ve din büyükleri dediği papazlardır. Hıristiyanlara söylenmesi gereken de tabii ki Hıristiyanlıktır.)

Gülen devam ediyor:

“Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri olarak, onların söylediklerinin bir Müslümanın söylediğinden ve söyleyeceğinden farklı olacağını düşünmüyorum.”

( Dikkat! Bir Müslümana göre dinlerin temel birliği diye bir şey olmaz. Çünkü Allah indinde “dinler” yoktur, “din” vardır. O tek din de İslamdır. Allah birdir, Allah’ın dini de birdir. Yoksa Allah’ın çeşit çeşit dini olup, onların temel birliği de aynıdır demek, kabul edilemez.

Onların/papazların anlattıkları Hıristiyanlıktır. Onların söylediklerinin bir Müslümanın söylediğinden ve söyleyeceğinden farklı olacağını düşünmüyorum” demek, “Hıristiyanlık ile İslam arasında fark yok” demektir. Yani “Ha Hıristiyanlık ha İslam” denilmiş olur. Arkasından “Ha Kur’an ha İncil” sözü gelir.

O zaman şu mânâ çıkar:

Ey Müslümanlar! Papazların anlattıklarından o kadar kaçınmanıza lüzum yok. Hıristiyanlığın kötü bir tarafı yok. Çünkü papazların anlattıkları ile bir Müslümanın /müftünün anlattığı arasında fark yok…

İyi de, Hıristiyanlık, Müslümanlara cici gösterilmek istense bundan daha âlâ nasıl gösterilir?)

Gülen devam ederek Hıristiyanları şöyle övüyor:

“Hz. İsa gibi… en büyük beş peygamberden biri olan bir zatın ardından gitmek, onu takip etmek, yapabilecek en güzel şeylerdendir.”

( Bi kere, üç ilahın varlığına inanan Hıristiyanlar Hazreti İsa’nın peşinden gitmiyorlar. Dolayısıyla, Hıristiyanları onun peşinden giden kimseler olarak göstermek, büyük bir cürüm ve büyük bir yanıltmadır. )

***

Rabbimiz Rahman sûresinde tekrar tekrar (31 defa) şöyle buyuruyor:

“Şimdi Rabbinizin hangi lütuflarına yalan dersiniz?”

Biz de şöyle diyoruz:

Ey yukarıda zikredilen yedi gerçeğin muhatapları!

Bunların hangisine yalan diyebilirsiniz?

***

Makalemizi, Peygamberimiz’in bir hadis-i şerifiyle bitirmek istiyoruz.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Muhtarul Ehâdîs isimli eserdeki 80 numaralı hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:

“Bir kulun kötülüğü son haddini bulduğu zaman, o kul iki gözüne hâkim olur. İstediği zaman ağlar.” (Ukbe b Âmir, İbn-i Adiy’den rivâyet ediyor.)



Ali EREN | 05.03.2014 08:37 | http://www.haberkita.com/hizmet-hareketinin-desifresi_204951.html

Başlık: “Bir kulun kötülüğü son haddini bulduğu zaman, o kul iki gözüne hâkim olur..."
Gönderen: Mücteba - 01 Ağustos 2016, 02:12:20
...

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Muhtarul Ehâdîs isimli eserdeki 80 numaralı hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:

“Bir kulun kötülüğü son haddini bulduğu zaman, o kul iki gözüne hâkim olur. İstediği zaman ağlar.” (Ukbe b Âmir, İbn-i Adiy’den rivâyet ediyor.)

Ali EREN | 05.03.2014 08:37 | http://www.haberkita.com/hizmet-hareketinin-desifresi_204951.html