Gönderen Konu: İnsanî ilişkilerde mutluluk  (Okunma sayısı 3894 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı antepli

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 496
İnsanî ilişkilerde mutluluk
« : 24 Ağustos 2005, 17:07:17 »

İnsanî ilişkilerdeki mutluluk  
>
>Yaratılmışlarla olan ilişkilerde mutluluğun yolu şudur:
>
>Onlarla ilişkilerin Allah için olacak. O konularda Allah'tan başka kimseye umut bağlamayacaksın ve yalnızca Allah'tan korkacaksın, Allah konusunda onlardan değil. Karşılığını onlardan bekleyerek değil, Allah'ın sevabını umarak iyilikte bulunacaksın. Onlardan çekindiğin için değil, Allah'tan korktuğun için haksız davranıştan el çekeceksin. Nitekim eserde şöyle gelmiştir:
>
>«İnsanlar hakkında Allah'tan ümit et, Allah hakkında insanlardan ümit etme. İnsanlar hakkında Allah'tan kork, Allah hakkında insanlardan korkma».
>
>Yani hiçbir ibadeti, kulluk ve tâati onlar için yapma. Beni överler umuduna ve yererler korkusuna kapılma. Allah'a bel bağla, O'ndan umudunu kesme. Allah uğrunda yaptığın veya o uğurda yapamadığın şeylerde de yaratıklardan korkmadan, emrolunduğun şeyi yap; onlar hoşlanmasalar yine yap. Yine hadîste şöyle gelmiştir:
>
>«Allah'ın hışmına rağmen, O'nun razı olmayacağını bildiğin halde insanları hoşnûd etmen, O'nun sana takdir etmediği şeylerden dolayı onları kınaman yakın (iman)'ının zayıflığındandır.»
>
>Çünkü yakîn'in içine, Allah'ın emrini yerine getirme çabası ile O'na itaati edenlere va'dettiği şeylere îman da girer. Allah'ın kaderine, yaratmasına, tasarrufuna ve idaresine inanmak da yakîn'in içindedir. O halde sen insanları, Allah'ın gazabına uğrayacağını bile bile razı etmeye çalışırsan yakîn'in yok demektir; O'nun va'dine, O'nun rızık vereceğine îmânın zayıftır. İnsan böyle birşeyi yaparsa, ya onların ellerindeki dünyalıklara tamahından dolayı haklarında Allah'ın emrini tatbik etmiyor, onlara bel bağlamış bulunuyordur veya Allah'ın, kendisine itaat edenlere dünyada ve âhirette va'dettiği zafer, destek ve sevap gibi şeylere inancı zayıftır.
>
>Düşün ki Allah'ı razı edersen sana yardım edecek, seni rızıklandıracak; seni onların bir dilim ekmeğine bile muhtaç etmeyecektir. Öyleyse O'nun gazabına rağmen insanları razı etmek, artık ya onlardan korkulduğu veya onlara bel bağlandığı içindir. Bu da îmanın, yakin'in zayıf oluşundandır.( Yakîn, kesin bilgi demektir. İnsan bir şeyi bilir, kabul eder ve içinde yaşarsa bu imandır. Yaşaya yaşaya bu bilgi kesinleşir, yakın haline gelir.Ayağı bir çukura girmiş kimselerin, yavaş yavaş ibadete başlamalarının ve giderek bunu artırmalarının sebebi, içlerindeki silik bilginin iman, sonra yakînî iman mertebesine doğru ilerlemesinden kaynaklanıyor.)
>
>Eğer kendinle ilgili olarak onlardan umduğun şey gerçekleşmemişse, artık iş onlara değil, Allah'a kalmıştır. Öyle ya, O'nun dilediği olur, dilemediği olmaz. Artık sana takdir olunmamış bir şey için onları yerersen bu îmanının zayıflığındandır. O halde ne onlardan kork, ne onlara ümit besle, nefsine ve arzularına uyup onları kötüleme. Fakat şunu da unutma ki, Allah ve Resulünün övdükleri gerçekten övülmeye, yerdikleri de gerçekten yerilmeye lâyıktır.
>
>Temim oğulları hey'etiyle gelen biri Resülüllah (s.a.v.)'e:
>
>«Ey Muhammed, bana ver çünkü benim övgüm şeref, yermem utanç ve lekedir» dedi. Resülüllah (s.a.v.), «böyle olan Allah (c.c.)'dır», buyurdular» (Tirmizî, Tefsir, 49/2,).
>
>Âişe (r. anhâ), Muâviye (r.a.) 'a aşağıdakileri yazdı. Muaviye Âişe (r. anhâ)'nın bu hadîsi Resülüllah (s.a.v.)'den merfu olarak rivayet ettiği söylenir:( Özellikle Hz. Peygamber'e isnad edilen söz, fiil ve takrirlerden - ister munkatı' isnadla rivayet edilmiş olsun, ister muttasıl isnadla rivayet edilmiş olsun bütün hadîslere merfû' denir. (Prof. Dr. Talât Kocyiğit, Hadîs istilahları s /217.)
>
>«Kim, insanların kızması pahasına Allah'ı razı ederse, Allah o kimseyi insanların bir dilim ekmeğine (azığına) muhtaç etmez. Kim, Allah'ın gazabına rağmen insanları razı ederse, artık onu Allah'tan hiçbir şekilde kurtaramazlar» (Tirmizî, Zühd 64).
>
>Merfü hadîsin metni bu. Biride mevkuf olarak gelen bir hadîs var.( Mefkûf hadîs, sahabeden, isnadı ister muttasır, ister munkatı' olsun söz fiil veya takrir olarak rivayet edilen haberdir (Prof. Dr. Talât Kocyiğit,Hadîs Istılahları s/224).) Şöyle ki:
>
>«İnsanların öfkelenmesi pahasına da olsa kim Allah'ı razı ederse, Allah da ondan razı olur, insanları da ondan razı eder. Kim de Allah'ın gazabına rağmen insanları hoşnud ederse, Allah dün onu beğenenleri de, övenleri de yericisi haline getirir» (Tirmizî, Zühd 64).
>
>İşte Âişe (r. anhâ)'dan gelen (ona izafe edilen) söz budur. O'nun (r. anhâ) sözü ise ne büyük bir kavrayış, ne büyük bir anlayıştır. Birinci rivayet ise merfû (doğrudan Resülüllah (s.a.v.)'ın sözü) olduğu için daha kuvvetlidir. Evet, kim insanların kızması pahasına Allah'ı razı ediyorsa, O'ndan korunuyor, takvâlı davranıyordur. O'nun salih bir kulu olmuştur. Allah, salih kullarını dost edinir, onlara hep yardım eder. Kuluna yeterli olandır O.
>
>«Kim Allah'tan ittikâ ederse, Allah ona bir çıkış yolu gösterir ve onu hiç beklemediği yerden rızıklandırır» (65 Talâk 2)
>
>Demek ki, Allah, kulunu insanların bir lokma ekmeğine muhtaç etmiyor. İnsanların hepsinin böyle bir kuldan razı olması her zaman gerçekleşmez. Nefsanî arzularından kurtulanlardan, hakikati anlayanlardan hoşnud olurlar. Kim Allah'ın gazabına karşılık insanları hoş tutmaya kalkarsa, Allah'tan onun hiçbir şeyini hiçbir şekilde kurtaramazlar. Tıpkı ölüm ânı gelip çatmış olan bir zâlim kişinin, parmağını ısırarak şöyle demesi gibi:
>
>«Ah! Keşke ben peygamberle birlik olup da bir yola gitseydim. Ah, keşke falanı dost edinmeseydim» ( 25 Furkân 27, 28)
>
>Dün birisini övenin dönüp yermeye başlaması ise sık sık meydana gelen bir şeydir ve sonuç da böyle oluyor. Çünkü galibiyet takvanındır. En sonunda takva üstün gelir. Başlangıçta istekler, nefsânî arzular ağır bastığı için önce överler, sonra takva galebe çalar ve kötülemeye başlarlar. En iyisini Allah bilir.
>
>Tevhid, şirkin karşıtıdır. Kul, Allah'ın hakkı olan tevhidi yerine getirip, O'na hiç şirk koşmadan kulluk ederse muvahhid (Birleyici) olur. Allah'ı birlemenin ve O'na ibadetin içine, O'na tevekkül etmek, O'na ümit beslemek ve O'ndan korkmak da girer. Kul şirkten böylece kurtulabilir. İnsanlara haklarını vermek, onlara düşmanlık etmemek suretiyle haksızlık ve zulmetmekten korunmuş, insanlar sebebiyle şirke düşmekten kurtulmuş olur. Rabbine itaat ederek, O'na isyan etmekten kaçınarak kendine zulmetmemiş, yazık etmekten kurtulmuş olur. Cenâb-ı Hak, bir Hadîs-i Kudsî'de şöyle buyurur:
>
>«Namazı kendimle kulum arasında ikiye böldüm» (Müslim, Salât 38, 40; Ebû Davûd, Salât 132; Tirmizî.Tefsir 1/1; Nesei, iftitâh 23; İbn Mâce, Edeb 52; Ahmed bin Hanbel 2/241, 285, 460). Her iki yarının faydası da aslında kul için olmaktadır. Nitekim Taberâni'nin dua kitabında rivayet ettiği hadîste şöyle buyurulur:
>
>«Ey kullarım, o dört bölümdür.Biri benim içindir, biri senin için, biri benimle senin aranda, biri de seninle yaratıklarım arasında. Benim hakkım, bana kulluk edip hiçbir şekilde şirk koşmamandır. Senin hakkın amellerine en muhtaç olduğun karşılığı vermemdir. Aramızdaki karşılıklı haklar ise senin dua, benim kabul etmemdir. Yaratıklarımla arandaki hak da şu: Onlara, sana yapmalarını sevdiğin (kendin için istediğin) şeyleri yap.»
>
>Allah iki yarıyı da sever. Kendine kulluk yapılmasını sever. Allah'ın kuluna yaptığı yardım, verdiği hidayet v,s. O'nun lütuf ve ihsanındandır. Bunlar, kişiyi istenen amaca eriştirecek vesilelerdir. Allah, ibadetinin, kulluğunun yolu hidayetinden geçtiği, yardımıyla olduğu için hidayet ve yardımı sever. Kul önce, ihtiyaç duyduğu şeyi ister. İbadet ve kulluk için O'nun yardımına, dosdoğru yola iletmesine (hidâyetine) muhtaçtır. İbadete ancak böyle ulaşılabilir. Onun için Rabbinin murad ettiğine, istediği amaca ulaştırsın diye, önce ihtiyacı olan şeyi ister. Kurtuluşu ve mutluluğu bundandır.
>
>«Amellerine en muhtaç olduğun karşılığı vermemdir» (Taberâni'nin dua kitabında rivayet ettiği mezkûr hadîsten), buyruğu da böyle. Doğrusu O, kulun amelinin karşılığı olan sevabı sever. Kul ise sadece kendi nefsine fayda verecek ameller yapar.
>
>«Nefsin kazandığı iyilik kendi lehine, kötülük de kendi zararınadır» (2 Bakara 286).
>
>İbadet etmeyi istediği, kulluk edebilmek için yakardığı zaman, bunu, kendisine faydası dokunduğu, mutluluğunu sağlayıp Rabbinin azabından koruduğu için ister. Kul kendine yarar sağlamayan bir şeyi asla istemez. Rab Teâlâ bunu, kuluna uygun ve zâtına lâyık olduğu için sever ve diler. Artık kim Allah'a şirk koşmadan kulluk ederse Allah ondan hoşnut olur ve mükâfatlandırır. Kula, Rabbinin muradına uyarak, sevdiği nimetler gelir. Satıcı ve müşteri gibi. Satıcının müşteriden, istediği paradır. Bunun gereği malı teslim isteğidir. Müşteri de malı ister. Bunun gereği ise parayı ödeme iradesidir (Allah kulluk istiyor. Çünkü cennetini kullarına satmayı murâd etmiştir. Kul cenneti ister. O halde sâlih amellerin isteklisi olmalıdır. 9 Tevbe 111 de, «Allah, mü'minlerden canlarını ve mallarını, karşılığı cennet olmak üzere satın almıştır,» buyurulur).
>
>Rab Teâlâ sevilmeyi sever. Bu sevginin ayrılmaz bir unsuru, ibadetin vasıtalarını da sevmesidir. Kul muhtaç olduğu ve yararlandığı şeyleri sever. Bunun ayrılmaz bir parçası da Allah'a ibâdeti sevmesidir. Artık kim Allah'ı sever ve insanlara iyilikte bulunursa Allah'ın ve kullarının haklarını, dini Allah'a hâlis kılarak yerine getirmiş olur. İnsanlardan övülmek, dualarını almak v.s. gibi bir karşılık bekleyen kimse, onlara Allah için iyilik etmemiştir. Onlar hakkında Allah'tan korkan, Allah hakkında onlardan korkmayan, yaratıklara da, kendine de iyilik etmiştir. Çünkü Allah korkusu, onlara haklarını vermesine, haksızlık etmekten çekinmesine neden olur. Onlardan korkup Allah'tan korkmazsa kendine de, onlara da yazık edecektir. Çünkü Allah'tan başkasından korkmuş, O'ndan başkasına ümit bağlamıştır. Eğer Allah'tan değil de onlardan korkarsa, onların şerrini uzaklaştırmak için her yola başvuracak, ya yaltaklanacak veya iki yüzlülük edecek, yahut da onların kötülüğüne fazlasıyla veya aynısıyla karşılık verecektir. Onlara ümit beslediği zaman da, onlara Allah'ın hakkını uygulamayacaktır. Allah'tan korkmadığı zaman, onlara haksızlık yapmayı tercih edecektir. Şüphesiz nefs, zulmetmeyene bile zulmetmeye eğilimlidir. Artık zulmedene niçin zulmetmesin? Böylelerinin insanlardan çok korktuklarını; güçlüyken çok zâlim, yenikken basit ve aşağılık olduklarını görürsün. İnsanlardan, hallerine göre az veya çok korkarlar. İşte fitne nedenlerinden biri de budur.
>
>Aynı şekilde onlardan umduğu zaman da ona umduğunu vermezler. Allah korkusu yoksa bu durumda onlara kin duyacak, haksızlık edecektir. İnsanların çoğunda bu durum vardır. Onları birbirinden korkan ve birbirinden bir şeyler uman kimseler olarak bulursun. Her biri diğerinden haksızlık görür ve haksızlık etmeye çalışır. Birbirlerine karşı haksız ve zâlimdirler. Allah'tan başkasına ümit besledikleri, onlardan korku duydukları için Allah'ın hakkına karşı zulmettikleri gibi, kendilerine karşı da zâlimdirler. Bu durum sebebiyle veya bu hal üzere kul azab görür. Çünkü bu hal günahtır. İnsana şirk, zina gibi belli suçları işletir. İnsan Allah'tan korkmayınca arzularına ve nefsine, hele hele elde edemediklerini isteme durumunda olduğu zaman daha çok uyar. Çünkü nefis hep, kendince huzur bulacağı, gamım, kederini defedeceği şeylere karşı - şayet kendinde Allah'ın zikriyle ve ibadetiyle huzur bulma hali yoksa -istekli olacaktır. Böylece haram olan aşağılık işlere; içki içmeye, iftira etmeye eğilim duyar. Hovardalıklarını, oyun ve eğlencelerini, kötü arkadaşlarla düşüp kalkmasını v.s. anlatmaktan zevk alır. Halbuki kalb ancak Allah'a ibadet etmekle muradına erebilir.
>
>
>Allah Bize Yeter...O ndan Baska Ne Bir Dost Ne De bir Yardimci Vardir..
>
 
>
>Ve RABBiniz diyor ki "Bana dua edin, duanizi kabul edeyim..Evet, Bana kulluk etmeyecek kadar buyuklenenler, yakinda asagilanmis olarak Cehennem e gireceklerdir.." (gafir;60)
Bu dünyanın cefasından sefasına sıra gelmez.gafil olmayın ilme çalışın geçen günler geri gelmez...