İşte bahsi geçen cümle şeyler, melek ve felek İnsan-ı Kâmil’in kalbine konsa orada zerre kadar dahi tartı değmez.
Hazret-i Beyazid, bu makama varınca şöyle anlatmıştır:
“Arş ve ondakiler, milyon kere büyüse ve ârifin kalbinde bir köşeye konsa; orada bir şeyin varlığını duymaz.”
O gönül ki, yerlere ve göklere, arşa ve kürsîye sığmayan, Yüce Hakk’ın azamet ve celâlinin, cümle zât ve sıfatının tecellî yeri olmuştur; ona bu kadar büyüklük çok mudur?.
Bunu, şu Kudsî Hadis de teyid eder:
"Göklerime, yerlerime sığamam, lâkin mümin kulumun kalbine sığarım."
Burada müminden murad, İnsan-ı Kâmil’dir.
Kalbe sığmaktan murad ise, o kalbin Hakk Teâlâ cemâline ayna olmasıdır.
İşte şu Hadis-i Şerif bunu anlatır:
"Mümin, müminin aynasıdır."
Birinci müminden, İnsan-ı Kâmil; ikincisinden de, Yüce Hakk’ın Zâtı kasd edilir.
Açık mânâsı:
“İnsan-ı Kâmil Hakk’ın aynasıdır.” cümlesi olur.
Büyük mürşid Muhiddin-i Arabî, Füsus'unda kalb azametini haber verirken; Bayezid Hz.nin beyanına da değinmiş, şöyle demiştir:
“Onun açıkladığı mânâ, ârifin, cisimlere nisbetle büyüklüğüdür.”
Burada ben de şöyle derim: Şu sonu olmadığı anlatılan varlık için; kendisini yaratana bakarak bir son bulunur. İşbu hâli ile anlatılan varlık, İnsan-ı Kâmilin kalbine konmuş olsaydı, onun ağırlığını duymazdı. Hazretin anlattığı azamet, sayı ve hesaba gelmeyeceği gibi; vehim ve kıyasa sığar cinsten de değildir. O, zevke dayanır. Allah-ü Teâlâ o zevkleri cümlemize nasip eyleye... Hû!.
Hazret-i Bayezid, bu makamda şu şiiri söylemiştir:
Sevgiyi, kadeh, kadeh aldım;
Ne şarap bitti; ne ben kandım..
Bu makamda anlatılan sevgi, aynen sevilendir.
Bu şiiriyle Hazret, kalb mertebesinden haber vermiş ve onun genişliğini anlatmıştır; ki bu, ehline malumdur.
Tefsir gerekirse, şöyle denir:
“Kalb aynam, ezelî ve ebedî sevgilinin tecellî ve feyizlerine mazhar oldu, İlâhî feyizler, birbirini takip ederek inip gelmekte ve kalbim onu kabul etmektedir. Ne sevgi bitti, ne de kalbimin kabulü tükendi; tükenecek gibi de değil..”
Bunları anlatmaktan gaye, İnsan-ı Kâmil’in azametini ve mertebesini açıklamaktır, dolayısiyle Yüce Hakk’ın yüceliğini..
Bir şiir:
İnsan, keyfiyetini, bilemedikten sonra;
Nasıl ezel sahibi Cebbar Allah’ a vara!.
Cümle ağaçlar kalem, denizler, mürekkep, insanlar, bu gözle göremediğimiz melekler, cinler de kâtip olsa, İnsan-ı Kâmil'in hâllerini anlatıp bitiremezler.
Zamanları, dünya kuruluşundan, kıyamete kadar uzasa; bu faslın yüzündeki ince zarı dahi atamazlar. Bu fasla işaret olarak; şu âyet-i kerimeyi zikredelim: "Söyle; denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa, Rabbımın kelâmı bitmeden tükenir; bir misli daha gelse, yine tükenir." (18/109)
İnsan-ı Kâmil’in bir adı (Elif-Lam-Mim) dir.
Nitekim, Kur’ân-ı Kerim'in başında.
"Elif-Lam-Mim şu kitap var ya, onda şüphe yoktur." (2/1) buyurulur.
Bir hadisi şerifte:
"İnsan ve Kur an ikizdir." buyurulur.
Burada insandan murad, İnsan-ı Kâmil’dir. Burada ikizden kasd, aynı batında doğan ikiz kardeş mânâsına gelir.
Hâsılı..
Yukarıdan beri ne anlatıldıysa, hepsi birbirinin aynasıdır.
Lahût'un aynası ceberut;
Ceberûtun aynası melekût;
Melekûtun aynası mülktür.
Bunların hepsine ayna, însan-ı Kâmil’dir.
İnsan-ı Kâmil, Allah-ü Teâlâ'nın halifesidir.
Ve kendini gösteren bir aynadır.
İlâhî varlığı, kâinatı gösteren bir aynadır.
İnsan-ı Kâmil’in özünde olmayan hiçbir mertebe yoktur.
Elde olmayan sebeplerle söz uzadı; sadede gelelim.
Esas mevzu, Muhiddin-i Arabi'nin şu cümlesi üzerineydi:
“İrfan sahibi, eğer kendi özündeki gerçeği anlasaydı; belli bir itikada bağlanıp kalmazdı.”
İnsanın anlatılan hâle gelmesi, İnsan-ı Kâmil olması sayılır.
Buraya kadar saydığımız şeyler İnsan-ı Kâmil’in binde bir vasfını teşkil eder. İnsan bu mertebeyi bulduktan sonra, mutlak surette Hakk’ın tecellîgâhı olur; ki, o hangi yönden kendisine tecellî ederse, kabullenir.
Bu mertebeyi bulana:
“İnsan-ı Kâmil” denir. Hakk Teâlâ, bu mertebeye ermeyi cümlemize ihsan eylesin! Amin!. Hû!.
Ey kardeş, insafla düşün!
Hakk Teâlâ bize büyük istidat vermiş. Biz ise, bunu boşa gideriyoruz; lâyık mı?. "Onlar, hayvan sürüleri gibidir; belki daha şaşkın." (7/179) Âyet-i kerimesi ile anlatılan zümrenin derecesine kendimizi indiriyoruz. Bize hayıf oluyor; bize yazık oluyor.insan-ı Kâmil olmak kolay değil; ancak kâmil bir zâtı bulup elini tutmakla, ona hizmet etmekle kabil olur. Yüce Hakk o istidadı herkese vermiştir; ama, insan kendini alt dereceye düşürür; istidadını yitirir. Kendini bir kâmil mürşide teslim et! Sen dahi bir insan ol! Asıl kemâl, insanlığı, belli bir itikada bağlı bilmemektir. Ama sanılmaya ki: İnsan-ı Kâmil mezhebsiz ve İtikadsız bir kişidir. Zira, onun mezhebi ve itikadı İlâhî dilekte ve İlâhî emrin varlığındandır. Onların inanışı, mecazî mezheb ve itikad değildir. Hak erenlerinden bazısına: “Hangi mezhebtensin?” denince: “Huda mezhebindenim!” derlerdi.
Bir şiir:
Bütün mezhepler kaydından beri ol!
Tüm yolcuların başta gideni ol!..
Bazı büyüklere şöyle sordular:
“Anlatıldığına göre, irfan sahibi özel bir inanışa bağlı kalmaz; lâkin halka uyar bir şekilde açığa çıkar.
Çünkü: "İnsanlara, akıl erdirecekleri kadar konuşunuz." buyurulmuştur. Eğer kalbindekini açığa vurursa, onu hemen öldürürler. Durum böyle olunca, o irfan sahibi, münafık olmaz mı?”
Cevap şu oldu:
“Olmaz!
Zira münafık ona denir ki, gizli bir itikada sahip olur; bu itikadının aksine amel izhar eder. Yaptığının yersiz olduğunu kendisi de bilir. Ârif odur ki, hem izhar ettiği itikad Hak olur; hem de içinde olan itikada dışı zıt görünür; ama değildir. İrfan sahibinin çerçevesi geniştir. Onda iki zıt dahi birleşir. Bu zıtlar zâhirdekilere göre olsa dahi, ona göre zıt olmaz. En İyi bilen Allah'tır.
Lübbü'l- Lübb Muhyiddin İbn-i Arabi Hz. Faydalı bilgiler
Şerheden : İsmail Hakkı Bursevî
Sadeleştiren : Abdülkadir Akçiçek