Metabolik sendrom bir modern yaşam hastalığıdır. Hareketsiz ortamlarda çalışan bireyleri tehdit eden metabolik sendromun görülme sıklığı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de artış göstermektedir.
İnsulin direnci sendromu ya da sendrom X adıyla da bilinen metabolik sendrom, vücutta şeker ve insülin dengesindeki bozukluk sonucu, kan yağlarında artış ve bel çevresinde yağlanma olarak ortaya çıkar. Kilo fazlalığı, tansiyon yüksekliği, düzensiz kan şekerleri değeri ve düşük HDL başta olmak üzere, aynı anda birçok organda çeşitli sorunlarla kendini gösteren metabolik sendrom, şu temel öğelerle karşımıza çıkıyor:
- Bel çevresinin kalınlığı (Erkekte>94 cm, kadında>80 cm) ve aşağıda belirtilenlerden en az ikisi;
- Trigliserid düzeyinin yüksekliği (Tg>150mg/dl)
- HDL kolesterol düşüklüğü (Erkekte<40 mg/dl, kadında<50 mg/dl)
- Tansiyon (kan basıncı) yüksekliği (>130/85 mmHg)
- Açlık kan şekeri (>100 mg/dl)
Bu sendromdan en çok etkilenen grup, masa başında oturan, beslenmesi düzensiz, yoğun stres altında çalışan kişilerdir.
Metabolik sendrom, insanın yaş ilerledikçe kalp hastası veya şeker hastalığı yakalanma olasılığını arttıran bir durumdur. Hastalık ortaya çıkmadan, hastalığı ortaya çıkaran risk faktörlerini yok etmek gerekir.
Gerald M Reaven, 1988 yılında hücre içine insülinle uyarılmış glukoz alımına direnç, glukoz kullanımında bozukluk, insülin artışı, artmış çok düşük yoğunluklu lipoprotein (VLDL) kolesterolü, azalmış yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) kolesterol düzeyleri ve hipertansiyondan oluşan, beraberinde koroner kalp hastalığı riskinin yükseldiği bulgular bütününe “Sendrom X” adını vermiştir. O dönemde bu tablo içine şişmanlık ve şişmanlık tipleri alınmamıştı.
Bu tanımlamadan sonra değişik çalışmacılar koroner kalp hastalığına yol açan semptomlar serisini geliştirerek adeta bir salgına yol açmışlar ve bu ilişki değişik zamanlarda çeşitli yazarlar tarafından değişik isimler ile belirtilmiştir.
Sendrom X tablosu içine sonraları üst vücut şişmanlığı eklenerek Sendrom X Plus adı verilmiştir. Vücut üst yarısı şişmanlığı, kan yağlarının yüksekliği, glukoz kullanımının bozulması ve hipertansiyon birlikteliği, kalp damar hastalığı riskini arttırması nedeniyle “deadly quartet” (ölümcül dörtlü) olarak adlandırılırken, insülin direnci buzdağının yüzeyde görünen kısmı olan şişmanlık,
şeker hastalığı (diyabet), trigliserid (kan yağları) yüksekliği, HDL kolesterol düşüklüğü, hipertansiyon ve damar sertliği birlikteliği “deadly pentat” (ölümcül beşli); bunlara ilave olarak yine kalp damar hastalığı risk faktörü olması sebebiyle kırmızı kan hücrelerinin artışı ve ürik asit yüksekliğinin eklenmesi deadly sextet (ölümcül altılı) hatta deadly orchestra (ölümcül orkestra) olarak isimlendirilmiştir.
Tanımlanan bu tablolar içinde insülin direnci ortak sorumlu olarak yer almaktadır. Çeşitli risk faktörleri içinde insülin direnci, bozulmuş glukoz kullanımı, hipertansiyon, kötü kolesterol (VLDL) artışı, iyi kolesterol (HDL) azalması ile birlikte karın çevresi şişmanlığının yanı sıra yemek sonrası kan yağlarının yüksekliği de sayılabilir.
Bu tablolar günümüzde metabolik sendrom, insülin direnci sendromu, pluri-metabolik sendrom gibi isimler ile anılmaktadır. Aşikar şeker hastalığı olmaksızın, metabolik sendroma sahip kişilerde kalp damar hastalıklarının görülme sıklığı artmıştır .
Metabolik sendrom sıklığı ilerleyen yaş ve vücut ağırlığı artışıyla artar, aynı zamanda incelenen toplumlara göre de değişkenlik göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 20 yaş ve üzeri kişilerde metabolik sendrom sıklığı % 27 bulunmuş, metabolik sendrom sıklığının kadınlarda daha hızlı olmak üzere artmakta olduğu saptanmıştır. Ülkemizde, 2004 yılında yapılan METSAR (Türkiye Metabolik Sendrom Araştırması) sonuçlarına göre 20 yaş ve üzerindeki erişkinlerde metabolik sendrom sıklığı % 35 olarak saptanmıştır.
Bu araştırmada kadınlarımızda metabolik sendrom sıklığı erkeklere göre daha yüksek bulunmuştur (kadınlarda % 41.1, erkeklerde % 28.
. Bu sonuçlar bel çevresi sınırları erkeklerde 102 cm, kadınlarda 88 cm olarak yapılan değerlendirmede elde edilen verilere dayanmaktadır. Bugün kabul edilen 94-88 cm sınırları alındığında oran daha da yükselmektedir.
Dr.Maksude Hanedar