Gönderen Konu: İnsülin Direnci Nedir? Nasıl Çözülür?  (Okunma sayısı 18598 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
İnsülin Direnci Nedir? Nasıl Çözülür?
« : 13 Mayıs 2010, 00:16:01 »


İnsülin direnci nasıl çözülür?

Genetik mirasında “insülin direnci” yazanlar, kolay şişmanlar. İşin kötüsü, bu şanssız insanların kiloları arttıkça insülin direnci daha da derinleşir.

Bu da daha fazla kilo almak anlamına gelir. Yani tam bir kısırdöngü söz konusudur. Allah bu insanlara kolaylık ve sabır versin!

İnsülin direnci problemini çözmenin en etkili yolu, kilo vermektir. Bizim tecrübelerimize göre yüzde 5’lik bir kilo kaybı bile direnci kırmaya yetiyor, yüzde 10’un üzerindeki kilo kayıpları sorunu neredeyse çözüyor. Kilo vermek kan şekerini kontrolünü dengeliyor, kan basıncını düşürüyor, trigliseridi normal değerlere getiriyor. Bir süre sonra iyi kolesterol HDL’de yükselmeye de yol açıyor.

Kısacası insülin direnci genetik mirasta yazılı kalıcı bir “genetik bir eğilim” durumudur. Bu nedenle “asla tamamen yok edilemez, sorun kökünden çözülemez” ama pek çok genetik sorun gibi o da yönetilebilen, kontrol altına alınabilen bir problemdir.

NE YAPMALI?

“İnsülin direncinin nasıl kontrol altında tutulacağı” sorusunun yanıtına gelince... Bu, bilgili bir hasta ile uzman bir sağlık ekibinin birlikte çalışarak başarabileceği bir iştir. ınsülin direncini normale getirmek, sadece ilaç yutmak veya yalnızca diyet yapmakla mümkün olmaz. Bu iki önlem birlikte uygulansa bile arzu edilen sonuç her zaman alınamaz. Çünkü bu iş, egzersiz olmadan asla başarılamaz...

Sorunun çözümü, kilo vermekten geçiyor. Mevcut kilonun yüzde 10’unun kaybı, yukarıda da belirttiğimiz gibi orta ve uzun vadede mükemmel yararlar sağlıyor ama ne var ki insülin direncini yönetmeyi öğrenmeden kilo vermek oldukça zor, hatta imkânsız!

Bir miktar kilo verilse de bir süre sonra fazlasıyla geri alınıyor. Bunun için mutlaka “medikal bir kilo programı” şart. Çoğu hastada “diyet+egzersiz+ilaç” üçlüsü olmadan başarılı olmak mümkün değil.

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
İnsülin direnci
« Yanıtla #1 : 08 Haziran 2010, 10:27:18 »
Her dört kişiden biri bu sorunu yaşıyor; önce gizli şeker, sonra şeker hastası yapıyor. Hipoglisemi ataklarının sorumlusu da o...

Kolay kilo aldırıp zor kilo verdiriyor, tansiyonu yükseltiyor, kalp damar hastası yapabiliyor, uykuyu bozuyor, belleği zorluyor, terletiyor, sinirli, öfkeli yapıyor. Çocuk obezitesi ile de ilişkili ve bazı kanserlerle bağlantısı var.

Peki, sebebi ne, nasıl önlenir?

KİLOLU ve şişman kişilerin sayısında müthiş bir artış var. Rakam büyüdükçe kalp, şeker, tansiyon, gut hastalarının ve kansere yakalananların sayısı da artıyor. 'Erkek tipi göbek bağlayan' genç kız ve hanımların çoğaldığını, kilo sorununun 10-15 yaş grubunda bile patlama yaptığını da gözlemlemiş olmalısınız. Ulusal kardiyoloji dernekleri, hipertansiyon birlikleri, obezite vakıfları, kanser organizasyonları yaşam tarzımız, bilhassa beslenmemizle ilişkili olan bu artıştan endişe duyuyor. Televizyonlar, gazeteler aracılığıyla sizi bilgilendirmeye, kampanyalar, seminer ve söyleşiler düzenleyip uyarmaya çalışıyorlar.

Her yaşın ortak belası

Kilo, hipertansiyon, şeker hastalığı, kalp damar hastalıkları ve kanserlerdeki bu korkutucu artışın başka nedenleri de var ama önemli nedenlerinden biri yaşam tarzı yanlışlarımızla ilişkili bir sorun: İNSÜLİN DİRENCİ. Sorun (ya da sendrom) bir taraftan okul çağı çocuklarını ve gençlerimizi tehdit ederken diğer yandan orta ve ileri yaşlılarda ciddi sağlık sorunlarına, ölümle sonuçlanabilen problemlere yol açıyor. Bu hafta insülin direnci konusunu detaylı bir şekilde incelemeye çalışacağız. Umarız yararlanırsınız.

Direncin sebebi ne

Yemeğinizi yedikten kısa bir süre sonra gıdalar bağırsaklarda parçalanarak şeker parçalarına dönüştürülür, emilip kana ulaşır. Kandaki şekerin kas, karaciğer, beyin ve yağ dokusunda kullanılması lazımdır. Bu dokuların şekerden enerji olarak faydalanabilmeleri için insülin hormonuna ihtiyaç var. Pankreastan salgılanan bu hormon kan şekerinin dengelenmesi ile hücre ve dokuların şekeri kullanmasında anahtar rol oynar. Karaciğerin glikoz (şeker) yapımını azaltır, kas ve yağ dokusu tarafından kandan çekilen şeker miktarını arttırır.

Ne kadar insülin o kadar yağ

Yağ dokusundan yağ asitlerinin çözülmesini azalttığı için kan şekeri ayarını etkiler. İnsülinin karaciğerde kan şekerinin glikojen olarak depolanmasını arttırdığı da biliniyor. Kısacası insülin şeker metabolizmasında anahtar bir rol oynuyor. Kanda insülin fazlalaştıkça yağlanma ve kilo alma kolaylaşıyor. İnsülin hormonunu kanda hızla yükselten şeker, beyaz ekmek beyaz pirinç pilavı beyaz undan yapılan diğer gıdalar (kurabiyeler börekler poğaçalar açmalar) gereğinden fazla yendiğinde pankreastan aşırı miktarda insülin salgılanıyor.

İnsülin artınca...

Kanda miktarı çok artan insülin hormonu kan şekerini çok hızla ve çok fazla düşürerek açlık hissine yol açıyor. Bu nedenle "şeker-un" yükü fazla gıdaları bol ve hızla tüketenler kısa bir süre sonra yeniden acıkıyor. Kanda yüksek olan insülin yükselmeye devam edecek olursa bir süre sonra sistem de arızalanıyor. Hücre duvarındaki insülin reseptörleri insüline karşı direnç göstermeye insüline yanıt vermemeye başlıyor, kan damarlarında dolaşan insülinle hücre arasında tam bir blok durumu oluşuyor, aşılamaz bir duvar meydana geliyor.

Kartopu gibi büyüyen dert

İnsülin direnci olarak tanımladığımız bu duvar, kandaki şekerin kas ve yağ hücresine girmesini önlüyor. Sonuçta kanda insülin biriktikçe duvar da kalınlaşıyor. Bu fonksiyonel duvarı aşmak için pankreas daha fazla insülin salgılamak zorunda kalınca birbirini besleyip kartopu gibi büyüyen, sonra da bir çığ haline gelip metabolizmanın canına okuyan yanlış bir sistem çalışmaya başlıyor. Zamanla pankreas bezi yoruluyor insülin cevapsızlığı insülin yetersizliğine dönüşüyor. İşte o zaman çok ciddi, endişe verici bir süreç başlıyor.

Bu belirtiler sizde de varsa

* EĞER kolay kilo alıyor zor veriyorum, gittikçe genişleyen belime ve göbeğime çare bulamıyorum, verdiğim kiloları kısa bir süre sonra yeniden ve fazlasıyla geri alıyorum diyorsanız,
* Sık acıkan, tatlı krizleri yaşamaya başlayan, yemeğin üzerinden bir saat geçmeden yiyecek arayan, yemeklerden sonra yorgun, halsiz düşüp hımbıllaşan/ağırlaşan, uyuklayan biri haline geldiyseniz,
* Yemeklerden 1-2 saat sonra can sıkıcı boyutlara varan hipoglisemi atakları ve bağlı sinirlilik, öfke, çarpıntı, bitkinlik, açlıktan şikayet ediyorsanız,
* Tatlı, unlu, nişastalı yiyecekler ve şekerli içeceklere ilginiz arttıysa,
* Makarnasız, pilavsız, ekmeksiz, böreksiz, poğaçasız, kurabiyesiz, çikolatasız, dondurmasız yapamıyorum diyorsanız,
* Uyku sorunlarınız var, sık sık uyku bölünmeleri, uyku apnesi atakları, gece yeme sorunları kapınızı çalmaya başladıysa,
* Sağlık kontrolünüzde tansiyonunuzda yükselme, iyi kolesterolünüzde azalma, trigliseridinizde çoğalma, karaciğerinizde büyüme, şekerinizde yükselme, ürik asidinizde fazlalaşma gibi eğilimler saptandıysa bu diziyi daha dikkatli okumanızı tavsiye ederim.

BİR BİLGİ

Sebep olduğu hastalıklar

İNSÜLİN direnci olanlarda şu hastalıklara yakalanma ihtimali artıyor.
* Şeker hastalığı/Erişkin tipi diyabet
* Obezite/şişmanlık
* Hipertansiyon
* Koroner kalp hastalığı/inme ve felçler
* Karaciğer yağlanması/yağlanmaya bağlı iltihaplanma
* Gut hastalığı
* Bazı kanserler (meme, prostat)
* İnsülin direncine yakalananlarda reaktif hipoglisemi ataklarının, gizli şekerin, bellek bozukluklarının, Alzheimer hastalığı gelişme ihtimalinin, depresyon ve panik atakların, uyku apnesi ve horlamaların, kan pıhtılaşmasında bozulmaların daha sık görüldüğünü kanıtlayan bulgular var.

ÖNEMLİ

Belirtileri neler

İNSÜLİN direnci sendromu teşhisinde kullanılan objektif parametreler de var. Aşağıdaki bulgulardan üçünün aynı kişide bulunması tanı konmak için yeterli:
* Kanda şeker ve insülin fazlalığı önemli bir teşhis kriteridir
* Bel çevresinin genişlemesi (erkeklerde 100, kadınlarda 88 cm.'nin üzerine çıkması)
* Kan basıncının yükselmesi: 130/85 mmHg ve üzeri
* Karaciğer yağlanması
* HDL kolesterol düşüklüğü (40 mg/dl.nin altındaki değerler)
* Trigliseridin yüksekliği (200 mg.ın üstündeki değerler)
* Ürik asit yüksekliği.


Prof.Dr.Osman Müftüoğlu/Hürriyet

〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Aşırı Tatlı Krizlerinizin Nedenini Öğrenin
« Yanıtla #2 : 29 Eylül 2010, 02:41:36 »
 
Ortada hiçbir sebep yokken durmadan acıkmaya ve önlenemez şekilde kilo almaya başladıysanız, konsantrasyon bozukluğu ve halsizliğiniz varsa ‘insülin direnci sendromu’nuz olabilir. 
 
Tatlı İsteği Nasıl Oluşur?

Ortada hiçbir sebep yokken durmadan acıkmaya ve önlenemez şekilde kilo almaya  başladıysanız, konsantrasyon bozukluğu ve halsizliğiniz varsa ‘insülin direnci sendromu’nuz olabilir. 
İnsülin , pankreastan salgılanan bir hormondur.

İnsülinin Görevi Nedir?

Glukozu hücre içine sokmaktır. Sindirim sonrası, insülin ve glukoz ( kan şekeri)  damarlarımızda dolaşmaya başlar. Hücre çeperinde bulunan insülin reseptörleri ile anahtar – kilit ilişkisi oluşturan  insülin hormonu , hücresel enerji için gerekli olan   glukoz kapılarının açılmasına ve glukozun hücre içine girmesini sağlar.

Eğer insülin direnciniz varsa ,insülin bu reseptörlerle bağlanamaz  ve kanda insülin seviyeniz artarken  işlevini gerçekleştiremediği için glukozu hücre içine sokamaz ve hücreler enerji sağlayamaz. O yüzden insülin direnci olan kişilerde ciddi iştah açıklığı olur. Kişi bu açlığı gidermek için devamlı yemek zorunda kalır. Bu da aşırı  yağlanmaya ve insülin direncinde artışa neden olur. İnsülin  anabolik  yani yağ hücrelerini büyüten  hormondur.

Ne kadar çok salgılanırsa yağlanma kaçınılmaz olur.   Bu kısır döngüden  çıkmak için bir hekime başvurarak 8-12 saatlik açlığı takiben kanda   insülin düzeylerini ölçtürmek gerekir.

Diyabetik olmayan bireylerde  insülin direncinin varlığı ileride  ortaya çıkabilecek tip 2 diyabetin sinyalini verir.  Buna ek olarak insülin direnci ile beraber  ,hipertansiyon , yüksek kolesterol , bel çevresinin kadınlarda 88 cm , erkeklerde 102 cm’den fazla olması  ‘metabolik sendrom’un   işaretidir. Metabolik sendrom , direk olarak koroner kalp hastalığı ile ilişkilidir ve kalp krizi için zemin hazırlar.

Sonuç olarak ; sürekli kilo alan, aldığı kiloları veremeyen  kişiler mutlaka  bir hekime başvurarak gerekli kan testlerini yaptırdıktan sonra diyetisyen kontrolünde zayıflamalıdır.

hastane.com.tr
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Yeni Gıda Alerji Testi
« Yanıtla #3 : 09 Mart 2011, 01:49:18 »
ŞEKER DÜŞMESİ VE ZAYIFLAMA İÇİN YENİ YÖNTEM: GIDA ALLERJİSİ TESTİ

Reaktif hipoglisemi dediğimiz yemek sonrası oluşan kan şekeri düşmeleri sizde yorgunluk, sinirlilik, tatlı isteği , enerji tükenmesi ve şişmanlama yapabilir. Bu olayın temelinde genellkle insülin direnci vardır. İnsülin direnci GI diyeti yapmakla ve bazı ilaçların tedavisiyle düzelebilir. Ancak bazı hastalarda tüm diyet önlemlerine rağmen ve ilaçlara rağmen şeker ataklarında azalma olmamakta ve kişiler kilo almaya devam etmektedir.

Bu kişilerde yeni geliştirilen mikroarray/genarray teknolojisiyle gıda allerjisi olup olmadığı araştırılarak eliminasyon diyeti yapmak faydalı olabilmektedir. Bu test için sadece damardan alınan az bir kan ile gen analizi yapılmakta ve vücuduzda zararlı etkiler oluşturan gıdalar saptanabilmektedir. Bu testle 200 den fazla gıdaya ait IgG kanda saptanarak o gıdanın allerjik olup olmadığı saptanabilmektedir.

Ülkemizdede bu test yapılabilmektedir. Allerjik özelliği olan gıdalar 2-4 hafta yemeklerden uzaklaştırılarak bu zararlı etkilerden kurtulunabilir. Bu test ayrıca gıdaya bağlı allejisi olanlarda, bağırsak hastalığı olanlarda, artritlerde, depresyonda da faydalı olabilmektedir.

Depresyona sık giriyor, kilo alıyorsanız ve veremiyorsanız şeker düşüklüğü ve gıda allerjiniz olabilir. Bu iki durumun araştırılmasında fayda vardır.
yemek sonrası oluşan kan şekeri düşmelerine tıp dilinde reaktif hipoglisemi denir ve bu kişilerde şu belirtiler ortaya çıkar:

· Yemek yedikçe acıkmak
· Sabah kalkmada zorluk
· Halsizlik, bitkinlik, enerji tükenmesi
· Üşüme
· Psikolojik durumda değişiklik
· Uyuduktan birkaç saat sonra uyanmak ve uyuyamak
· Tatlı sevmek ve tatlıları tercih etmek
· Kolay karar verememe
· Sabah kahve içmeden uyanamama ve kahve düşkünlüğü
· Unutkanlık ve zor konsantre olma
· Sinirlilik, çabuk kızma ve öfkelenme
· Baş ağrısı, migren ataklarının artması
· Ellerde titreme
· Bulantı
· Görmede bulanıklık veya çift görme
· Soğuk terleme
· Çarpıntı, kalp atımlarını hissetme
· El ve ayakta çözülme, iç titremesi ve kas ağrıları
· Baş dönmesi
· Soluk ve terli bir görünüm
· Ani başlayan bir yorgunluk hissi
· Şiddetli yorgunluk
· İç ezilmesi ve yeme isteği
· İsteksizlik
· Anksiyete, depresyon ve kontrolü kaybetme
· Allerjiler (astım, saman nezlesi ve ciltte alerjik bulgu eğilimi)
· Bazı şeylerden korkma (fobi)
· Geceleri uykusuzluk
· Şekerli gıdalara saldırma
· Unutkanlık
· Sebepsiz yere ağlama
· Şiddetli kan şekeri düşmelerinde bayılma
· Stresle başa çıkamama
· Karında şişkinlik, gaz
· Akşam saat 19.00 dan sonra kendini iyi hissetmek
· Gece terleme, terlemede artma
· Depresyona sık girme
· Panik atak olması
· Cinsel istek azlığı
· Öğleden sonra birden şeker ve kahve isteği
· Günde 3 fincandan fazla kahve veya kola içmek
· Yemek gecikince kendini kötü hissetmek
· Sinirli olunca bir şeyler yemek
· Yemek yiyince kendini iyi hissetmek
· Gündüz uyku basması, uyku isteği
· Işık ve sese hassasiyet
· Kas ağrıları

Geceleri uykuda kan şekeri düşüyorsa şu belirtiler görülebilir:

· Huzursuz bir şekilde uyanmak
· Pijama, gecelik ve yastık kılıflarının terden ıslanması
· Hızlı kalp çarpıntısı ile uyanma
· Huzursuzluk ve uykuya dalamama
· Sabah baş ağrısı ile uyanma
· Unutkanlık
· Üşüme ve ellerde soğukluk
· Bazen karın ağrısı ve kilo alamama da olabilir
· Sersem bir şekilde uyanma veya sabah uyanmada zorluk

Yapılacak iş bir endokrinoloji uzmanına başvurarak hormon kontrolü yaptırmaktır. Ayrıca GI diyeti yapmaktır. Glisemik İndekse uygun beslenme yani GI diyeti sıkıntılarıza çare olur. Ayrıca doktorunuz size bazı ilaçlar verecektir. Ancak Kahve siyah çay ve yeşil çay içmeyiniz.. Şikayetleriniz geçmiyorsa mikroarray /genarray gıda allerji testi yaptırabilirsiniz.

Prof Dr Metin Özata GI Diyeti,
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Gizli Şeker
« Yanıtla #4 : 13 Mart 2011, 01:24:07 »
İNSÜLİN DİRENCİ, DİYABET VE GİZLİ ŞEKER

İnsülin direnci çağımızın salgın hastalığıdır. Önce gizli şeker yapar ve dikkat edilmez ve uygun beslenme değişiklikleri yapılmaz ise diyabet yani şeker hastası yapar.

Vücudumuz kendisi için gerekli olan enerjiyi yediğimiz gıdalardan elde eder. Yemek yedikten sonra gıdalar bağırsaklarda parçalanarak ufak şeker parçalarına dönüşür ve daha sonra bağırsaktan emilerek kan akımı yoluyla vücudumuza dağılır.

Enerji sağlanması için kan şekerinin özellikle kas, karaciğer, yağ ve beyin gibi dokular olmak üzere tüm organların hücrelerine girmesi gerekir. Kanda bulunan şekerin hücrelere girmesi pankreas bezinden salgılanan insülin hormonu sayesinde olur.

İnsülin hormonu kanda yoksa veya olduğu halde hücrelerce emilemiyor ve etki gösteremiyorsa kandaki şeker hücreye giremediğinden birikir ve şeker yükselmeye başlar. İşte kan şekerinin sabah aç karna yapılan ölçümde 126 mg/dl yi geçmesi durumuna şeker hastalığı diyoruz.

Tip 2 diyabet veya gizli şekeri olan kişilerde birlikte tansiyon yüksekliği, kanda trigliserit yüksekliği, insülin hormon yüksekliği, ürik asit yüksekliği ve göbekte yağlanma ve şişmanlık birarada ise bu duruma metabolik sendrom denir. Metabolik sendromu yapan etken insülinin iyi çalışmaması yani insülin direncidir. Bel kalınlığı veya bel çevresi artmış olanlarda (şişmanlarda) bu hastalık daha fazla görülür.

Birlikte karaciğer yağlanması, yumurtalıklarda kist (polikistik over hastalığı), kan pıhtılaşmasına eğilim, HDL kolesterolde azalma ve idrarla atılan proteinde artma (mikroalbüminüri) birlikte olabilir. Bu kişilerde kalp koroner damar hastalığı ve tip 2 şeker hastalığı çok sık görülür. Ülkemizde metabolik sendrom yaklaşık her 100 kişinin 20-25’inde vardır.

Açlık kan şekerinin 90-126 mg/dl arasında olmasına gizli şeker dendiği gibi Kan şekerinin yükleme testi (OGTT) sırasında (75 gram glukozla yapılan şeker yükleme testinde) 2. Saatte kan şekerinin 140 ile 199 mg/dl arasında çıkmasına “Şeker Tolerans Bozukluğu” veya ‘’Gizli Şeker’’ adı verilir. “Pre’’ sözcüğü latince ‘’ön’’ veya ‘’erken’’ anlamına gelmektedir. Diğer bir deyimle şeker hastalığının ön veya erken devresi demektir.

Bu kişilerde diyabeti önleme programı ile (sağlıklı beslenme, egzersiz ve fazla kiloların verilmesi) hastalık geriletilebilir veya ortaya çıkması geciktirilir. Gizli şeker veya tıp dilindeki adıyla ‘’glukoz tolerans bozukluğu’’ toplumda şeker hastalığının iki katı oranda yani %20-25 oranında görülür. Bunun anlamı her 4 kişiden birisinde gizli şeker hastalığı olduğu anlamına gelmektedir. Her yıl bu hastaların % 4-9’unda aşikar şeker hastalığı gelişmektedir.

Tip 2 diyabet genetik olarak bu hastalığa eğilimi olan kişilerde ihtiyaçtan daha fazla kalori alımının devam etmesi durumunda ortaya çıkan bir hastalıktır.

Tip 2 diyabete neden olan birçok genetik bozukluk vardır. Bu genetik bozukluklar neticesinde şeker metabolizmasında ve bu arada yağ ve protein metabolizmasında da bozukluklar oluşarak şeker hastalığı meydana gelmektedir.

Tip 2 diyabetli kişilerde hem insülin hormonu iyi çalışmaz ve etkisini gösteremez hem de pankreas bezinden salgılanan insülin hormonu miktarında azalma vardır.

İnsülin hormonunun etkisini gösteremediği yerler karaciğer, yağ ve kas dokularıdır.

Pankreasdaki insülin salgılayan beta hücrelerinde de zaman içinde giderek azalma oluşur. Bu hücreler azaldıkca da insülinin miktarı azalır ve kanda şeker yükselmeye başlar.

Kanda dolaşan yağ asitlerinin çok fazla olması ve bunların kandan dokulara girememesi de insülin hormon etkisini azaltmakta ve şeker hastalığına neden olabilmektedir.

İnsülin hormonunun vücudumuzdaki doku veya hücrelerde yeterince etkili olamamasına İnsülin direnci (Rezistansı) adı verilir. Demek ki tip 2 diyabette hem insülin salgılanmasında bozukluk hem de insülin hormonunun yeterince etkili olamaması (insülin direnci) mevcuttur ve bu iki bozukluk nedeniyle tip 2 diyabet oluşmaktadır.

Bu bozukluk karbonhidrat metabolizmasında bozukluk olarak başlarsa da yağ ve protein metabolizmasında da bozukluklarla beraber görülür. Yağ ve protein metabolizmasındaki bozukluklar da şeker hastalığının göz, sinir ve damarlarda hasar (komplikasyon) yapmasına veya hastalığın ortaya çıkarmasına katkıda bulunur.

Tip 2 Diyabet İçin risk faktörleri şunlardır:

· Şişman veya kilolu olmak
· Bel çevresi 90 cm’den fazla olmak
· Hareketsiz yaşamak
· Sigara içmek
· Alkol kullanmak
· Düşük lifli gıdalarla beslenmek (sebze-meyve az tüketmek)
· Margarin yemek
· Balık az yemek
· İleri yaşta olmak ( özellikle 45 yaş üzeri risk artar)
· Kadınlarda daha fazla görülür
· Genetik eğilim
· Önceki gebelikte kan şekerinin yüksek olması
· Ailede şeker hastalığı olması
· Tansiyon yüksekliği
· Kan yağlarında yükseklik olması
· Horlamak veya gece uykuda nefes durması
· Polikistik over (yumurtalık) bulunması
· Kanda insülin hormonunun yüksek olması
· Homosistein yüksekliği
· Stresli bir yaşam, Üzüntü, Sıkıntı

Prof.Dr.Metin ÖZATA
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Şeker Düşüklüğü Ve Şişmanlık
« Yanıtla #5 : 03 Haziran 2011, 15:23:26 »
ŞEKER DÜŞÜKLÜĞÜ VE ŞİŞMANLIK

ŞİŞMANLIĞIN GİZLİ NEDENLERİNDEN BİRİ: ŞEKER DÜŞÜKLÜĞÜ

Arkadaşlarımdan daha az yiyorum, spor merkezinden çıkmıyorum, ömrüm zayıflama diyetleri ile geçiyor ve buna rağmen iki adım ileri bir adım geri gidiyorum diyorsanız, bu yazıyı mutlaka okumalısınız.

Uzm.Dr. Ayça KAYA - Atalarımızdan bize miras kalan tutumlu genlerimiz nedeni ile insanoğlu dışardan aldığı fazla enerjiyi kıtlıkta kullanılmak üzere depolama eğilimindedir. Son yüzyılda teknolojinin ilerlemesi ile birlikte insan hayatı çok kolaylaşmıştır. Ortalama yaşam süresi uzamasına rağmen eskiden olmayan bir çok hastalıkla günümüz tıbbı karşı karşıya kalmış ve bu hastalıklar tanımlanarak tedavi yöntemleri geliştirilmiştir.

İşte günümüzde biz doktorların en fazla uğraştığı hastalıkların (diyabet, tansiyon yükseklikleri, kan yağı yükseklikleri, eklem problemleri, adet düzensizlikleri...) temel nedeni şişmanlıktır. Şişmanlığın temel nedeni ise alınan ve tüketilen enerji dengesizliği ile birlikte çeşitli metabolik rahatsızlıklardır.

Fazla kiloları ile uğraşan birçok insanın aklına, zayıflama deyince, açlık çekme, sevdiği yiyeceklerden uzaklaşma ve sevimsiz spor merkezlerinde geçirilmesi gerekli saatler gelir. Her defasında yeni mucize bir diyet programı bulunur ve insanlar kendilerine belirli bir süre belirleyerek acı çekerek sosyal ortamlarından uzaklaşarak kilo vermeye uğraşırlar.

Bu uğraşı sonucu doğal olarak kilo kaybedilebilir, ancak verdiğiniz kiloları fazlası ile geri alıyorsanız, kendinizi sürekli aç hissediyorsanız, herşeyden vazgeçerim ama tatlıdan asla diyorsanız, ailenizde şeker hastalığı varsa bir an önce şeker metabolizması bozuklukları açısından araştırılmanız gerekiyor demektir.

Dünyadaki ortalama 110 milyon Tip 2 Şeker hastasının %80'i şişmandır. Şeker hastalığını şeker metabolizması bozukluklarında son nokta olarak düşünürsek, bir önceki basamak gizli şeker hastalığı dönemi, ondan önceki dönem de şeker düşüklüğü yani reaktif hipoglisemi dönemidir. Yani kan şekerinin yükselmesi ile karakterize olan şeker hastalığının ilk basamaklarında kan şekeri düşüklüğü görülür.

İnsülin hormon salgısında anormallik olduğu için normalde kan şekerini 70-110 mg/dl arasında tutan vücut bu ayarlamayı yapamaz ve özellikle şeker yükü yüksek yiyecekler yendikten bir müddet sonra kan şekeri 70'lerin altına iner. Kişi bunu aşırı acıkma olarak algılayıp tekrar yeme ihtiyacı duyar.

Şeker düşüklüğü olan bu kişilerde tatlılara, çikolatalara aşırı bir eğilim, açlığa dayanamama, sürekli aç hissetme nedeni ile yeme ve hatta geceleri uykudan uyanıp yeme eğilimi görülebilir. İlerleyen dönemlerde ise bu yemenin sonucu olarak şişmanlama ve şeker hastalığının ortaya çıkması kaçınılmaz olur.

Toplumdaki en büyük şişmanlık nedenlerinden biri olan şeker düşüklüğü tanısı konulmadan, kişi diyet uzmanına başvurup düşük kalorili bir diyetle zayıflamaya başlarsa çok büyük bir hata yapar. Çünkü temel sorun olan açlık açlıkla tedavi olmaz. Yani zayıflamaya karar vermeden önce muhakkak şişmanlığın nedeni ortaya çıkarılmalıdır. Şeker metabolizması bozuk, tiroid bezi az çalışıyor veya genetik bozukluk var olabilir.

Bu gibi durumlarda erken tanı konulup tedaviye başlandığında hiç acı çekmeden, aç kalmadan kendiliğinden fazla kiloların yok olduğu ve ileride şeker hastalığının gelişmediği görülür.

ŞEKER DÜŞÜKLÜĞÜ OLANLARA ALTIN ÖĞÜTLER

- Kan şekeri yemekten 3 saat sonra düşmeye başlar, o nedenle 3-4 saatten fazla aç kalmayın.

- Zayıflamaya karar verdiğinizde bunun bir metabolik rahatsızlıktan kaynaklanabileceğini düşünerek mutlaka doktorunuza danışın.

- Kan şekerini hızla yükseltip arkasından ani düşmesine neden olan basit şekerlerden (sofra şekeri, bal, pekmez, çikolata, şerbetli hamurlu tatlılar gibi) kaçının.

- Şeker yükü fazla olan muz, incir, üzüm, patates, havuç gibi meyve ve sebzeleri süt veya yoğurtla birlikte tüketebilirsiniz.

- Kan şekerim düştü, elim ayağım titredi dediğiniz anda asla tatlı yemeyin, peynir ekmek daha iyi bir seçimdir. Kan şekeri düşüklüğünde tatlı yiyebilecekler sadece insülin kullanan şeker hastalarıdır.

- Kan şekerinin hızlı yükselmesini önlemek için kepekli ekmek, bulgur, kepekli pirinç ve kepekli makarna iyi seçimlerdir. Beyaz undan yapılmış besinlerin tercih edilmemesi gerekir. (poğaça, börek, pasta gibi)

- En iyi insülin dengeleyicisi egzersizdir, ancak egzersize asla aç başlamayın. Yemekten 1,5-2 saat sonra egzersiz yapmak iyidir. Veya egzersizden hemen önce 1 bardak az yağlı sütle 1 adet meyve yenilebilir.

- Hazır meyve sularından, şeker içeren limonatalardan ve aşırı çay ve kahveden kaçınmak gerekir. Canınız şeker istediğinde taze meyvelerden yararlanabilirsiniz.

Uzm.Dr. Ayça KAYA
İç Hastalıkları Uzmanı
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ynt: İnsülin Direnci Nedir? Nasıl Çözülür?
« Yanıtla #6 : 12 Haziran 2011, 03:10:58 »
Teşekkürler Tuğra

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Metabolik sendrom (İnsülin Direnci )
« Yanıtla #7 : 14 Eylül 2011, 16:32:34 »
Metabolik sendrom bir modern yaşam hastalığıdır. Hareketsiz ortamlarda çalışan bireyleri tehdit eden metabolik sendromun görülme sıklığı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de artış göstermektedir.
 
İnsulin direnci sendromu ya da sendrom X adıyla da bilinen metabolik sendrom, vücutta şeker ve insülin dengesindeki bozukluk sonucu, kan yağlarında artış ve bel çevresinde yağlanma olarak ortaya çıkar. Kilo fazlalığı, tansiyon yüksekliği, düzensiz kan şekerleri değeri ve düşük HDL başta olmak üzere, aynı anda birçok organda çeşitli sorunlarla kendini gösteren metabolik sendrom, şu temel öğelerle karşımıza çıkıyor:
 
- Bel çevresinin kalınlığı (Erkekte>94 cm, kadında>80 cm) ve aşağıda belirtilenlerden en az ikisi;
 - Trigliserid düzeyinin yüksekliği (Tg>150mg/dl)
 - HDL kolesterol düşüklüğü (Erkekte<40 mg/dl, kadında<50 mg/dl)
 - Tansiyon (kan basıncı) yüksekliği (>130/85 mmHg)
 - Açlık kan şekeri (>100 mg/dl)
 
Bu sendromdan en çok etkilenen grup, masa başında oturan, beslenmesi düzensiz, yoğun stres altında çalışan kişilerdir.
 Metabolik sendrom, insanın yaş ilerledikçe kalp hastası veya şeker hastalığı yakalanma olasılığını arttıran bir durumdur. Hastalık ortaya çıkmadan, hastalığı ortaya çıkaran risk faktörlerini yok etmek gerekir.

Gerald M Reaven, 1988 yılında hücre içine insülinle uyarılmış glukoz alımına direnç, glukoz kullanımında bozukluk, insülin artışı, artmış çok düşük yoğunluklu lipoprotein (VLDL) kolesterolü, azalmış yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) kolesterol düzeyleri ve hipertansiyondan oluşan, beraberinde koroner kalp hastalığı riskinin yükseldiği bulgular bütününe “Sendrom X” adını vermiştir. O dönemde bu tablo içine şişmanlık ve şişmanlık tipleri alınmamıştı.
 
Bu tanımlamadan sonra değişik çalışmacılar koroner kalp hastalığına yol açan semptomlar serisini geliştirerek adeta bir salgına yol açmışlar ve bu ilişki değişik zamanlarda çeşitli yazarlar tarafından değişik isimler ile belirtilmiştir.

Sendrom X tablosu içine sonraları üst vücut şişmanlığı eklenerek Sendrom X Plus adı verilmiştir. Vücut üst yarısı şişmanlığı, kan yağlarının yüksekliği, glukoz kullanımının bozulması ve hipertansiyon birlikteliği, kalp damar hastalığı riskini arttırması nedeniyle “deadly quartet” (ölümcül dörtlü) olarak adlandırılırken, insülin direnci buzdağının yüzeyde görünen kısmı olan şişmanlık,

şeker hastalığı (diyabet), trigliserid (kan yağları) yüksekliği, HDL kolesterol düşüklüğü, hipertansiyon ve damar sertliği birlikteliği “deadly pentat” (ölümcül beşli); bunlara ilave olarak yine kalp damar hastalığı risk faktörü olması sebebiyle kırmızı kan hücrelerinin artışı ve ürik asit yüksekliğinin eklenmesi deadly sextet (ölümcül altılı) hatta deadly orchestra (ölümcül orkestra) olarak isimlendirilmiştir.
 
Tanımlanan bu tablolar içinde insülin direnci ortak sorumlu olarak yer almaktadır. Çeşitli risk faktörleri içinde insülin direnci, bozulmuş glukoz kullanımı, hipertansiyon, kötü kolesterol (VLDL) artışı, iyi kolesterol (HDL) azalması ile birlikte karın çevresi şişmanlığının yanı sıra yemek sonrası kan yağlarının yüksekliği de sayılabilir.

Bu tablolar günümüzde metabolik sendrom, insülin direnci sendromu, pluri-metabolik sendrom gibi isimler ile anılmaktadır. Aşikar şeker hastalığı olmaksızın, metabolik sendroma sahip kişilerde kalp damar hastalıklarının görülme sıklığı artmıştır .
 
Metabolik sendrom sıklığı ilerleyen yaş ve vücut ağırlığı artışıyla artar, aynı zamanda incelenen toplumlara göre de değişkenlik göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 20 yaş ve üzeri kişilerde metabolik sendrom sıklığı % 27 bulunmuş, metabolik sendrom sıklığının kadınlarda daha hızlı olmak üzere artmakta olduğu saptanmıştır. Ülkemizde, 2004 yılında yapılan METSAR (Türkiye Metabolik Sendrom Araştırması) sonuçlarına göre 20 yaş ve üzerindeki erişkinlerde metabolik sendrom sıklığı % 35 olarak saptanmıştır.

Bu araştırmada kadınlarımızda metabolik sendrom sıklığı erkeklere göre daha yüksek bulunmuştur (kadınlarda % 41.1, erkeklerde % 28.8). Bu sonuçlar bel çevresi sınırları erkeklerde 102 cm, kadınlarda 88 cm olarak yapılan değerlendirmede elde edilen verilere dayanmaktadır. Bugün kabul edilen 94-88 cm sınırları alındığında oran daha da yükselmektedir.

Dr.Maksude Hanedar
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Metabolik sendromu en yaygın tanımlama
« Yanıtla #8 : 14 Eylül 2011, 16:34:48 »
Metabolik sendromun en yaygın kabul gören tanımlama kriterleri şunlardır:
 
Bel çevresi şişmanlığı: Bel çevresi erkeklerde >94 (veya >102) cm, kadınlarda >80 (veya >88) cm,
 
Trigliserid yüksekliği: ≥150 mg/dl
 
HDL kolesterol düşüklüğü: Erkeklerde<40 mg/dl, kadınlarda <50 mg/dl
 
Kan şekeri yüksekliği: Açlık kan şekeri ≥100 mg/dl
 
Kan basıncı yüksekliği: ≥135/80 mmHg
 
Bu kriterlerden herhangi üçünün bir kişide bulunması metabolik sendrom olarak kabul edilir. Uluslararası Diyabet Federasyonunun(IDF) tanımlamasında bu üç kriterden birinin mutlaka bel çevresi şişmanlığı olması şartı vardır. Ülkemizde abdominal obezite için erkeklerde 94 cm kadınlarda 84 cm bel çevresi sınırları olarak alınması daha uygundur.

Dr.Maksude Hanedar
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Tedavisi
« Yanıtla #9 : 14 Eylül 2011, 16:35:59 »
Önce Yaşam Tarzı Değiştirilmeli
 
Yaşam stiliyle çok yakın ilişkisi olan ve tüm dünya verilerine bakıldığında, %25-35 oranında rastlanan metabolik sendromda en çok dikkat çeken nokta, kadınlarda riskin daha fazla olduğudur.

Türkiye genelinde %35 olan metabolik sendrom görülme sıklığı; erkeklerde % 28.8, kadınlarda ise % 41.1′dir. Yapılan çalışmalarda dikkati çeken sonuçlardan bir diğeri de, ilerleyen yaşla birlikte metabolik sendrom görülme sıklığının artmasıdır. 20-29 yaş grubunda % 10′lar civarında seyreden risk, 30-39 yaş grubuna gelince %30′lara çıkıyor. 40-49 yaş grubunda her iki kişiden biri metabolik sendrom tanımına uyarken, bu oran ilerleyen yaşlarda %60′a kadar yükseliyor. Yıllar geçtikçe risk faktörü her üst yaş diliminde daha da belirginleşerek, kadının aleyhine işliyor.
 
Çocuklara ve gençlere gereksiniminden fazla enerji alımının bedenine ağırlık kazanımına neden olacağını ve sağlıklarını tehdit edeceğini anlatmak gerekiyor. Risk altındaki kişilere dengeli ve sağlıklı bir beslenme alışkanlığı yanında, düzenli bir fiziksel aktivite alışkanlığı kazandırmak çok basit, ancak çok yararlı yöntemlerden bazıları.
 
Çocukların sağlığını etkileyecek bir klinik tablonun önüne geçmek en doğru yaklaşım. Ebeveynlerin farkına varmadan çocuklara sunduğu yaşam tarzı, onlara uygun değil. Harcanabileceğinden çok daha fazla kalori almasına zemin hazırlayan bir ortamda, çocuklarda ve gençlerde kilo fazlalığıyla başlayıp şeker hastalığı ile sonuçlanan bir tablo gelişiyor.
 
Çevresel Faktörlere Dikkat!
 
Metabolik sendrom gelişiminde, genetik eğilimi olan kişilerin ailesinde kilo fazlalığı, tansiyon yüksekliği, kan yağlarında dengesizlik gibi sorunlar varsa ve buna çevresel faktörler de eklendiyse rahatsızlığın gelişmesi kaçınılmazdır. Modern kent hayatının getirdiği hareketsiz yaşam ve yüksek kalorili beslenme, sendromun ortaya çıkmasını etkileyen en önemli noktalardır.

Tedavisi
 
Metabolik sendromun en etkili tedavi yöntemi, önlem almaktan geçer. Hastalığın hiçbir belirtisinin ortaya çıkmadığı kişilerde, erken evrede yapılan laboratuvar tetkikleri, bu kişilerin insüline karşı dirençli olduğunu gösterir. Bu evrede yapılacak işlemler; kilo kaybının sağlanması ve düzenli egzersiz için yaşam şekli değişikliğinin yapılması, sağlıklı beslenme ve sigaranın kesilmesidir.

Düzenli fiziksel aktivite insülin direncini düzelterek kan şekeri, kan yağları ve kan basıncı kontrolünü sağlar. Egzersiz söz konusu olduğunda ayrıntılı ve karışık programlar yapmak zaman zaman zor, pahalı ve bir süre sonra terk edilecek yaklaşımlar olarak görülür. Buna karşılık, günde 30-45 dakika ara vermeksizin devam eden yürüyüşler, tüm gereksinimi karşılayacak kadar yeterlidir. En uygun tedavi yöntemi kilo vermek, düzenli egzersiz ve sağlıklı beslenmedir.

Dr.Maksude Hanedar
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Metabolik Sendrom
« Yanıtla #10 : 13 Mart 2012, 15:56:54 »

Pek çoğumuzun stres yüklü yoğun bir iş hayatı var, günün en önemli öğünü olan kahvaltıyı atlayarak işimize özel araçlarla gidiyor, yoğunluk nedeniyle öğle yemeğimizi fast-food gıdalarla geçiştiriyoruz.

Yine özel aracımızla eve dönüyor ve bu yoğun iş gününün sonunda hak ettiğimiz (!) ağır bir akşam yemeği sonrası kendimizi televizyon karşısındaki kanepede buluyoruz. Kır gezilerinin yerini sinemalar, yemeğin yerini fast-food gıdalar, suyun yerini meşrubatlar almaya başladı. Sonuç; hızla artan kilolar ve beraberinde erken ölümle sonuçlanabilen birçok hastalık.
 
Son zamanlarda adını sıkça duyuyor olduğumuz MS, 1960’lı yıllardan beri bilinen ve başlıca insülin direncinin sorumlu olduğu bir “ normalden sapmalar” kompleksidir. Bu kompleksin önemi, yıllar içinde diyabet , inme , infarktüs ve kalp kaynaklı ani ölüm ile sonuçlanabilmesinde yatmaktadır.
 
1988 yılında Reaven bu sendromun bileşenlerini ilk olarak tanımlamış ve bilinmeyen’i simgeleyen X harfi ile betimlemiştir. Zamanla hakında daha çok bilgi edinilmesi ile bilinmeyen’in simgesi olan X harfi yerine polimetabolik sendrom, ölümcül dörtlü, insülin direnci, sendromu gibi isimler de almıştır.
 
Bu özelliklerden ötürü bir hastalıklar bütünü olarak da kabul edebileceğimiz MS ne yazık ki ülkemizi de ciddi biçimde tehdit eden küresel bir sağlık sorunudur. Tip 2 diyabetin ( yetişkin tipi diyabet ) ve kalp nedenli ölümlerin giderek daha sık görülmekte olduğu çocuklar açısından da durum ne yazık ki farklı değil.

Sabah erken kalkan, çoğunlukla kahvaltı etmeden özel servis araçlarıyla okula giden çocuklar yine aynı şekilde evlerine vardıktan sonra neredeyse tüm vakitlerini televizyon ve bilgisayar karşısında bolca çikolata-cips-kuruyemiş yiyerek / meşrubat içerek geçirmekteler.
 
Peki, nedir MS?

-Obezite ( özellikle elma tipi şişmanlık ) ,
 
-Hipertansiyon,
 
-Bozulmuş açlık şekeri / gizli şeker / aşikar diyabet,
 
-Dislipidemi ( kan yağlarının niceliksel / niteliksel bozukluğu )
 
MS ‘ u oluşturan öğeler olarak sayılan bu elemanların tamamı koroner kalp hastalığı için iyi bilinen risk faktörleridir ve ani ölüme yol açabilmektedirler.
 
MS tanısını basitleştirmiş olarak bizlere Amerikan Ulusal Kolesterol Eğitim Programı , Erişkin Tedavi Paneli ( NCEP / ATP III ) sunmuştur. Buna göre aşağıda sayılan beş kriterden üçünü taşıyan bir bireye MS tanısı konabilmektedir.
 
1)      Trigliserid (kolesterol dışı kan yağı) düzeyinin 150 mg/dl’nin üzerinde oluşu,
 
2)      HDL- Kolesterol (iyi huylu kolesterol) düzeyinin 50 mg/dl , erkeklerde 40 mg/dl’nin
 
altında oluşu
 
3)      Tansiyon değerinin 130 / 85 mmHg ( 13 / 8,5)’nin  üzerinde oluşu,
 
4)      Açlık kan şekeri düzeyinin 110 mg/dl üzerinde oluşu,
 
5)      Bel çevresinin kadınlarda 88 cm , erkeklerde 102 cm ‘ in üzerinde oluşu.
 
Son zamanlarda açlık kan şekeri sınırı 100 mg/dl’ye, bel çevresi kriteri de kadınlarda 80 cm, erkeklerde 94 cm’e indirilmiştir. Diğer bir deyişle , sınırlar giderek aşağıya çekilmektedir. Kısacası MS kriterleri; Dislipidemi, Hipertansiyon, Bozulmuş Karbonhidrat toleransı , Obezite başlıkları altında toplanabilir.
 
MS Kadınlarda Daha Sık Görülüyor

MS’un bileşenlerinin her biri ayrı bir hastalık gibi görünüyor olsa da topluca bir arada bulunmaları daha tehlikelidir. Bu durum ayrı ayrı neden oldukları hasarların ötesinde , bir arada olduklarında damar tıkanıklığı oluşumunda sinerjik etki göstermelerinden kaynaklanmaktadır. Erken ölümlerle sonuçlanabilen kalp ve damar hastalıklarının altta yatan sebebinin ise damar kireçlenmesi / tıkanıklığı olduğunu artık bilmekteyiz.
 
Ülkemizde bu konudaki verileri TEKHARF ( Türk Erişkinlerinde Kalp Hastalığı Ve Risk Faktörleri ) ve METSAR ( Metabolik Sendrom Araştırma Grubu) çalışmalarından almaktayız.: Söz konusu çalışmalarda sırasıyla MS görülme sıklığı kadınlarda %43 , erkeklerde %31 ve yine kadınlarda %40 erkeklerde %28 olarak saptanmıştır.

İlerleyen yaşla birlikte MS sıklığının da arttığı bilinen bir gerçektir. Söz konusu rakamlar daha öncede belirttiğimiz gibi tüm dünya için tehlike oluşturan bu sorunun , ülkemizi de ciddi boyutta tehdit ettiği gerçeğini ortaya koymaktadır.
 
“MS tedavi edilmezse ne olur”

Altta yatan insülin direnci karbonhidrat metabolizmasını bozarak gizli şeker ve zamanla aşikar diyabet gelişimine sebep olurken , hızlanan damar kireçlenmesi süreci de  inme, infarktüs ve kalp kaynaklı ani ölümlere yol açmaktadır.
 
Önlenebilir bir sağlık sorunu olduğu konusunda, halkın bilinçlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Genel kural olan “önlemek tedavi etmekten daha kolay ve ucuzdur” prensibi burada da geçerlidir.

Fazla kilolu bireylerin hipertansiyon, kan yağları, şeker hastalığı/ eğilimi açılarından ciddi risk taşıdıklarını bilmeleri ve bu hastalıkların –ve sonuçta da MS’un- gelişimini önlemek için gerekli yaşam tarzı değişikliklerini hayatlarına adapte etmeleri gerekmektedir.

MS tedavi edilebilir mi?

İlaç dışı tedavi ve ilaç tedavisi olmak üzere iki kısımda ele alabiliriz MS tedavisini : İlaç dışı tedaviye , yaşam tarzı değişikliği de denmektedir. Hastalar genel olarak MS bileşenlerinin tümü ile değil , iki-üç tanesi ile doktora başvururlar. Bu hastaların büyük çoğunluğunda elma tipi şişmanlık mevcuttur ve kilo vermek en önemli tedavi şeklidir.

Egzersiz de en az zayıflama amacıyla uygulanan diyet tedavisi kadar önemlidir, fizik aktivitenin arttırılması ile hasta normal kilo da olsa dahi vücudun insülin hassasiyeti artmakta ve yine insülin direnci gerilemektedir.
 
İlaç tedavisinin temelini ise , MS bileşenlerinin her birine yönelik tedavi stratejilerinin belirlenmesi oluşturur. Diyabet veya gizli şeker varlığında metformin kullanımı tercih edilen ilaç olmaktadır.

Böylece karbonhidrat metabolizması düzenlenmekte, hastanın kilo vermesi kolaylaştırmakta , altta yatan insülin direnci kırılmakta ve diğer bozuk metaboli değerlerin de olumlu yönde değişmeleri sağlanmaktadır. İleri derecede şişman (morbid obezlerde )’larda başta olmak üzere gerek görüldüğünde , anti-obezite ilaçları ( orlistat,sibutramin) da kullanılabilmektedir.

Kısa bir süre önce yapılan bir takım çalışmalarda , bu ilaçların uzun vadede diyabet gelişimini önlediğine dair veriler elde edilmiştir. Bu arada eşlik eden hipertansiyonun tedavisi de büyük önem taşımakta , ilaç seçimi yapılırken kullanılacak ajanın aynı zamanda insülin hassasiyetini arttıran / direncini kıran gruptan (ACE inhibitörleri, anjiotensin reseptör blokerleri ) yapılması tercih edilmektedir. Kan yağı yüksekliği de gerekli hallerde ilaç tedavisi ile düşürülmelidir.

Burada da hipertansiyon tedavisinde oluğu gibi ilaç seçimi, çok yönlü düşünülerek MS’un bir hastalıklar bütünü olduğu göz ardı edilmeden yapılmalıdır.
 
Sonuç; MS ülkemizde Tip 2 diyabet ve koroner kalp hastalığının önde gelen sebebini teşkil eden bir risk faktörleri topluluğudur. Dolayısıyla; kardiyoloji,endokrinoloji ve iç hastalıkları uzmanı ile bu konuda eğitilmiş pratisyen hekimlerden oluşan bir ekip tarafından izlenmesi uygun olacaktır. Bu bireylerin kilo verme, fizik aktiviteyi arttırma, sigarayı bırakma , yeme alışkanlıklarını iyileştirme gibi yaşam tarzı değişikliklerini benimsemeleri atacakları ilk ve en etkin adım olacaktır.

Prof. Dr. Hüsrev Hatemi
 Uzm. Dr. Güler Türker Ateş
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Açlık İnsülini Ne Olmalı?
« Yanıtla #11 : 09 Ağustos 2016, 01:52:28 »
Açlık İnsülini Ne Olmalı?

Başlıklı bu yazı 8 Ağustos 2016 tarihli Hürriyet gazetesinin 6. sayfasındaki Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'nun köşesinden.

İçerik olarak son derece doğru olmasına rağmen konan fotoğraf nedeniyle son derece yanlış. Çünkü konan fotoğraf açlık kan şekeriyle ilgili. Açlık kan şekeriyle açlık insülini çok farklı değerler. Açlık kan şekeri (AKŞ) 90-100 lerdeyken açlık insülinin ideali 3'ün - 5'in altında olması öneriliyor.

İnsanlar 5'li rakamları duyunca da bu kez üç aylık şeker ortalaması denen HbA1c ile açlık insülinini birbirine karıştırıyorlar. Bu ikisi de çok farklı.

Açlık insülini, bazı doktorların önemini henüz yeterince bilmediği ve bilmediği için de pek yaygın olarak kullanılmayan, yaygın olarak kullanılmadığı için de her yerde yapılmayan bir tahlil. Örneğin bırakın Datça Devlet Hastanesi'ni Marmaris'teki devlet hastanesinde ve özel hastanelerde bile yok. Biz kanımızı Marmaris'ten veriyoruz kargo ile İzmir'e gönderiliyor. Onun için bu konuda büyük şehirlerde yaşayanlar daha şanslı. Zaman içinde açlık insülinin önemi doktorlarımız tarafından benimsendiği takdirde eminim bu da tıpkı D Vitamini testinde olduğu gibi yaygınlaşacak.

Prof. Dr. Canan Karatay açlık insülini 5'in altında olmalı diyor. Dr. Mercola ise açlık insülininin 3'ün altında olması gerektiğini söylüyor.

Maalesef laboratuvar referans aralıklarında 2 ile 25 arası normal görünüyor. Kendini güncelleyememiş doktorlar 24,9 olan açlık insülini değeri koyu renk yazmadığı veya yanında "H", "L" gibi harflar veya oklar olmadığı için normal olarak algılıyorlar. Pek çok insanın açlık insülini maalesef 5'in hatta 10'un üzerinde. Yani bu kişiler gizli şeker hastası olmuşlar ama farkında bile değiller. Bizim bir arkadaşımıza yıllarca gittiği doktorlar sadece AKŞ ve HbA1c baktırmışlar. Bunlar da hep normal çıktığından bir önerileri olmamış. Bu arkadaşımız bizlerin ısrarı üzerine açlık insülinine baktırdı ve bal gibi şeker hastası olduğu ortaya çıktı.

Bu hikayeye bu linkten ulaşabilirsiniz:
https://www.facebook.com/saglikliyasiyoruzcom/photos/a.307180999391637.68423.307166446059759/901220289987702/?type=3&theater

https://www.instagram.com/p/BI00DlMAuOM/?taken-by=saglikliyasiyoruzcom