Gönderen Konu: İskilipli Atıf Hoca'ya da İade-i İtibar  (Okunma sayısı 11392 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı setre

  • Moderatör
  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1146
  • Hâzâ Tezülü
İskilipli Atıf Hoca'ya da İade-i İtibar
« : 30 Ağustos 2009, 17:24:20 »

İskilipli Atıf Hoca'ya da iade-i itibar
25 Ağustos 1925 tarihinde çıkarılan Şapka Kanunu neticesinde yüzlerce İslam alimi şapka giymeyi reddettiği için acımasızca idam edilmişti.

Haksız yere büyük bir zulme uğrayan İskilipli Atıf Hoca için ise şimdi iade-i itibar bekleniyor. Vatandaşlar, Nazım Hikmet gibi isimlere iade-i itibarda bulunan TBMM'nin, bugün kimsenin dikkate almadığı bir kanun sebebiyle idam edilen İskilipli Atıf Hoca gibi isimlere de iade-i itibarda bulunmasını istiyor

Cumhuriyet tarihinin en büyük zulümlerinden birine dönüşen Şapka Devrimi anılıyor. 25 Ağustos 1925 tarihinde çıkarılan Şapka Kanunu neticesinde yüzlerce İslam alimi şapka giymeyi reddettiği için acımasızca idam edilmişti.

İSKİLİPLİ ATIF HOCA'NIN CANSIZ CESEDİNE ŞAPKA GİYDİRDİLER
25 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu'ya giden Atatürk, burada yaptığı konuşmada şapkayı övmüş ve sonra da 25 Kasım 1925'te bunu kanunlaştırmıştı. Atatürk, burada yaptığı konuşmada şapka giymeyenlerin cezalandırılacağını ilan etmişti. Şapka Kanunu'nun çıkmasından sonra ise bütün yurtta şapka giymeyen Müslüman avına çıkılmıştı. İnsanlara zorla şapka giydirilmiş, karşı koyanlar tartaklanmış ve gözaltına alınmış, ısrar eden yüzlerce kişi ise sadece şapka giymediği için, ‘Şapka Kanunu'na muhalefet'ten idam edilmişti. Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde bakanlık yapan Dr. Rıza Nur bu süreci şöyle anlatıyordu: “Bir kanunla fesi yasak edip, şapka giydirdiler. Sivas'ta, Erzurum'da, ötede beride halk şapkaya karşı çıktı. Epeyce adam astılar. Sayısını bilmiyoruz. Asılan bir hocaya pek acırım. Adamcağızı Ankara İstiklal Mahkemesi'ne çektiler.” Atıf Hoca'nın idamını detayları ile anlatan Bakan Nur; “Hoca'nın boynuna ip geçirilirken, Kılıç Ali de başına bir şapka geçirmiş, ‘Giy domuz!' demiş ve küfürler etmiş!.. Zavallı böyle ölmüş ve böyle saatlerce teşhir etmişler” diyor.

ATIF HOCA'YA İADE-İ İTİBARDA BULUNULSUN
Haksız yere büyük bir zulme uğrayan İskilipli Atıf Hoca için ise şimdi iade-i itibar bekleniyor. Vatandaşlar, Nazım Hikmet gibi isimlere iade-i itibarda bulunan TBMM'nin, bugün kimsenin dikkate almadığı bir kanun sebebiyle idam edilen İskilipli Atıf Hoca gibi isimlere de iade-i itibarda bulunmasını istiyor. Sivil toplum örgütü yöneticisi Mahmut Temelli; “TBMM, Nazım Hikmet gibi isimlere iade-i itibarda bulunuyorsa, elbette İskilipli Atıf Hoca'ya da itibarını çoktan iade etmiş olmalıydı. Hocanın böyle bir itibara ihtiyacı yoktur elbette. O, vardığı yerde gerekli itibarı görüyor. Fakat bu iade-i itibara biz ihtiyaç duyuyoruz. Bu utancı TBMM daha fazla yaşamamalı” derken; iş kadını Rukiye Şimşek de; “Halen yürürlükte olan kanunlarımıza göre Şapka Kanunu geçerli. Buna rağmen TBMM'deki vekillerimiz dahil kimse bu yasayı uygulamıyor. O halde ya kanunun gerekleri uygulansın ya da İskilipli Atıf Hoca başta olmak üzere bu yasadan mağdur olanlara iade-i itibarda bulunulsun” diye konuştu.

Üniversite öğrencisi Yunus Taş ise; “Meclis bir an önce bu şahıslara itibarlarını geri vermeli ve tarih önünde onlardan özür dilemeli. Başta İskilipli Atıf Hoca olmak üzere şehidlerimizin böyle bir şeye ihtiyacı yok ama TBMM, kendi onuru için bunu yapmalı” dedi.

Mustafa R. Özgür/VAKİT

« Son Düzenleme: 30 Ağustos 2009, 17:43:05 Gönderen: Nefer »
Hep ertelediğim zaman,bir türlü varamadığım diyardı...

Çevrimdışı ihvan

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2399
Ynt: İskilipli Atıf Hoca'ya da İade-i İtibar
« Yanıtla #1 : 30 Ağustos 2009, 17:52:14 »
gönlümüzdeki itibarı var şükür.

Çevrimdışı azizistanbul

  • yazar
  • ****
  • İleti: 677
Ynt: İskilipli Atıf Hoca'ya da İade-i İtibar
« Yanıtla #2 : 30 Ağustos 2009, 23:26:05 »
iskilipli atıf hoca tekrar yargılanmalıdır. yargılaması evrensel hukuk kurallarına aykırı yapılmıştır. İskilipli atıf hocanın ailesi konuyu insan hakları mahkemesine taşıması lazımdır.
جُلُوسُكَ سَاعَةً عِنْدَ حَلَقَةٍ يَذْكُرُونَ اللهَ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ اَلْفِ سَنَةٍ

Çevrimdışı muhibban

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 131
  • Utandırma Ya Rabbi!
Ynt: İskilipli Atıf Hoca'ya da İade-i İtibar
« Yanıtla #3 : 03 Kasım 2009, 17:47:51 »
evet gönlümüzde her zaman itibarı vardı
Elimize, dilimize, gözümüze ve kalbimize sahip olalım...

Çevrimdışı Ay Işığı

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1166
İskilipli Atıf Hoca'nın mezarı bulundu
« Yanıtla #4 : 26 Aralık 2009, 19:57:08 »
Kanundan iki sene önce yazdığı kitapla şapka kanununa muhalefetten idam edilen Atıf Hoca'nın mezarı bulundu.

Cumhuriyetin ilk fikir suçlusu mağduru kabul edilen ve İstiklal Mahkemesi'nce asılarak vefat eden İskilipli Atıf Hoca'nın mezarı bulundu. İskilipli Atıf Hoca'nın mezarı, defnedildiği esnada orada olan bir görgü şahidi tarafından yakınlarına gösterildi.

Vakit gazetesinin haberine göre, Ankara Mamak semti eski kabristanındaki Garipler Mezarlığı'ndaki İskilipli Atıf Hoca'nın kemikleri, yeğenlerinden alınan kan, tırnak ve saç örnekleriyle yapılan DNA testi de pozitif çıkınca, yakınları tarafından alınarak, memleketi Çorum'un İskilip ilçesine defnedildi.

İskilipli Atıf Hoca, 1926 yılında ilk Meclis'in önünde, hakimlik yetkisi olmayanlar tarafından kurulan mahkemede, şapka kanunun çıkmasından iki yıl önce yazdığı bir kitap yüzünden asılmıştı.

Bir sabah vakti asılan İskilipli Atıf Hoca'nın naaşı, akşama kadar etrafa ibret olsun diye de darağacında bırakılmış, daha sonra da naaşı yıkanmadan ve cenaze namazı kılınmadan Mamak Kabristanı'nın kimsesizler kısmına defnedilmişti.

73 yıl sonra kemiklerini bulunan Atıf Hoca'yı memleketine defnedenler, onun 73 yıl sonra geç kalmış cenaze namazını da kıldılar.

İSKİLİPLİ ATIF HOCA VE EYLEMİ

15 Kasım 1925 tarihinde çıkan şapka kanunundan tam iki yıl önce yazılan 'Frenk mukallitliği ve İslam' eserinde şapka giymenin küfür alameti olduğunu söyleyen İskilipli Atıf Hoca, şapka kanununa muhalefetten, önce Giresun İstiklal Mahkemesi'ne sevk edildi. Burada hakkında takipsizlik kararı verildi. İstanbul'a döndü ama bu sefer de Ankara'dan hakkında yakalama emri çıkarıldı ve polis tarafından Ankara'ya götürüldü. Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmaya başlandı. Bu kez kendisine isnat edilen suç, "halkı kanunlara karşı kışkırtmak"tı.

Meşhur Kılıç Ali'nin (nam-ı diğer Kel Ali) reislik ettiği Ankara İstiklal Mahkemesi Savcısı, Hoca için 3 yıl hapis cezası istiyordu. Fakat mahkeme tarafından idamla cezalandırıldı.

Gördüğü bir rüya üzerine savunma dahi yapmayan İskilipli Atıf Hoca, 4 Şubat 1926 sabahı, Meclis yakınlarındaki Zincirli Camii'nin kenarında bulunan bir hamam harabesi içinde 'Mahkeme-i Kübra'da hesaplaşacağız' dedikten sonra kelime-i şehadet getirerek ipte can verdi.

MAHKEME HAKİMİNİ ALTÜST ETMİŞTİ

Necip Fazıl Kısakürek'in birinci elden şahitlerden 'Son devrin din Mazlumları'nda da anlattığı gibi mahkemede hakim Kılıç Ali ile İskilipli Atıf Hoca arasında şöyle bir konuşma cereyan etti:

"Kel Ali bi ara büyük bir hışımla Hoca'ya dönerek:

-"Sen şapka aleyhinde bulunmuşsun!..."dedi

Hoca sakin ve vakur bir tavırla:

-"Evet efendim, Şapka Kanunu çıkmadan "2" sene evvel şapkanın bir müslüman kisvesi olmadığına dair bir risale yazmıştım." dedi.

Kel Ali:

-"Şimdi ne yapıyorsun?" diye sordu.

Hoca:

-"Kanunlara itaat ediyorum" diye cevap verdi. Bunun üzerine Kel Ali yine hiddetle bağırarak:

-"Sen bilmiyor musun ki; şapka da bezdir, fes de bezdir, sarık da bezdir?" deyince Hoca yine aynı sükunetle:

"Evet biliyorum." dedi." Ancak Heyeti Hakiminin arkasındaki bayrak da bezdir. Lütfen o bayrağı kaldırınız da yerine İngiliz bayrağı asınız." karşılığını verdi.

Kel Ali pek hiddetlenmişti:

-"Ne diyorsun?" diye bağırdı. Hoca:

"Efendim şapka bir alamettir. Oysa ki; benim de sizin de giydiğiniz ceket, pantolon ve palto bir adettir. Adet ile alamet arasındaki farkı göstermek için o risaleyi yazmıştım." dedi."


Dünya Bülteni / Haber Merkezi

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İskilipli Atıf Hoca'ya da İade-i İtibar
« Yanıtla #5 : 26 Kasım 2011, 08:15:48 »
Atıf Hoca'nın torunu da özür bekliyor






Başbakan Erdoğan'ın Dersim'le ilgili açıklamalarında söz ettiği şapka inkılabına muhalefet ettiği gerekçesiyle idam edilen İskilipli Atıf Hoca'nın torunudan özel açıklamalar





İskilipli Atıf Hoca'ya yapılan zulmü küçük yaştan itibaren kulaktan kulağa dinlediklerini dile getiren Ahmet Fark İmal İmal, "Birileri çıktı şapka yüzünden, bir kısmı vatan hanidir, Yunan uçaklarından Kurtuluş savaşında atılan Kuva-i Milliye karşıtı bildirilerin altında imzası var diye idam edildi. Fakat belli bir yaşa gelip, bunları araştırma ihtiyacı hissettik. Ama bütün kapılar yüzümüze kapandı. İstiklal Mahkemesi zabıtlarına, kayıtlarına, belgelerine ulaşamadık. Dolaysıyla bizde kulaktan dolma bilgilerle belli bir yaşa geldik" dedi.
 
Atıf Hoca'nın isminin bayraklaştırıldığını, zulme uğradığı için devlet tarafından alınan itibarının halk tarafından hiçbir zaman eksilmediğini ve sürekli artan bir alim olduğunu dile getiren İmal, Atıf Hoca'nın o dönemde zulme uğrayan insanlardan biri olduğunu, ancak geride kalan asıl büyük tablonun da görülmesi gerektiğini belirtti.
 
Atıf Hoca'nın 82 yıl boyunca memleketinden uzakta kabrinin bilinmeyen bir konumda olduğunu hatırlatan İmal, "2008 yılında araştırmalarımız sonuç verdi. 22 Nisan 2008 tarihinde eski milletvekillerinden Mehmet Sılay'ın çok büyük katkısı vardır. Bunu kendisine dert edinmiş ve bu kabrin peşine düşmüş en son Ankara'da Şafaktepe parkında olduğu tespit edilerek bizimle irtibat kurmuştur. Akrabalarından yapılan DNA testiyle yüzde 99 uyuşunca kanaat edildi ve buraya nakledildi. Ama o dönem tarihten gelen bir korku imparatorluğu var malum Türkiye'de. Korku imparatorluğunun artık korkusu ne kadar genlerimize işlediyse kendi açımızdan korkmadık ama o gün yine ikinci bir 28 Şubat devrinin beklendiği, partilere kapatma davalarının açıldığı bir süreç vardı. Kendi açımızdan korkmadık ama çevremizdeki insanlar bize yardım eden insanlar zora düşmemesi için açıklayamadık. 2009 yılında baba ocağına geldikten bir yıl bu gündeme düştü ve herkes tarafından biliniyor. En son Dersim tartışmaları ile birlikte gündeme geldi.
 
İstiklal Mahkemesi kayıtları da artık ulaşabileceğimiz durumda. Atıf hocanın birilerinin iddia ettiği gibi vatan haini olmadığı, o bildirilere imza atmadığını ve haksız hukuksuz yere İstiklal mahkemeleri gibi savunması olmayan, temyizi olmayan, üyelerinin hukukçu olmadığı, savunma dahi yapmanın çok zor olduğu bir mahkemede haksız yere 5 bine yakın insan gibi zulüm halinde asıldığını biliyoruz" diye konuştu.
 
Geçmişten gelen bir güvensizliklerinin bulunmadığını vurgulayan İskilipli Atıf Hoca'nın torunu Ahmet Faruk İmal, "Eğer dedemiz Atıf Hoca, vatan haini ise; değil dedemiz, babamız olsa dönüp yüzüne bakmayız. Dedemizden çok dinimizi, vatanımızı, bayrağımızı seviyoruz. Eğer bunu ispat edebilecek biri varsa; reddederiz, yüzüne bile bakmayız. Babamız dahi olsa. Çoluğumuz, çocuğumuz da olsa. Ben bunu tüm akrabalarımız adına kan bağı olan herkes adına söylüyorum. Ama böyle bir şey yoksa ve bugün devletin kendi kayıtlarında tespiti olduysa bunun bir karşılığı olmalı. Bizim kimseyle hesabımız yok, intikam ateşi yok içimizde devletle hele devletle hesaplaşma gibi bir şey hele hiç yok. Devlet, dövse de, sövse de, assa da bizim devletimiz. Buna sahip çıkmalıyız. Arkasında durmak zorundayız" dedi. Kişiler gibi devletlerinde hata yapabileceğini dile getiren İmal, konuşmasında şunları kaydetti:
 
"Hatayı kabul etmek bir fazilet ve erdemdir. Eğer Türkiye Cumhuriyeti bir dünya gücü olacaksa büyük Türkiye olacaksa tarihiyle yüzleşmek zorundadır. Bu tarihle yüzleşebilseydik 1915 olayları belki olmazdı. Eğer o tarihle yüzleşebilseydik bu devlet başbakanı idam etmezdi. Halkının hala kalbinde taht kurmuş Adnan Menderes gibi bir insanı idam etmezdi. Bu tarihle yüzleşebilseydik 27 Mayıslar, ihtilaller, 28 Şubatlar, 12 Eylüller olmazdı bu sıkıntıları çekmezdik. Kardeş kavgalarını sürdürüyor olmazdık.
 
Yani bizim sadece bu noktada beklediğimizde hakkının teslim edilmesi. Halk nezdinde azalmamış olan itibarının devlet nazarında da iade edilmesidir. Onun haricinde kimseden beklentimiz, talebimiz yoktur. Devletle hesaplaşma aracı yapmak isteyenlere müsaade etmeyiz, ama Atıf Hoca üzerinden milletin inançlarıyla hesaplaşmak isteyenlere de hiç müsaade etmeyiz. Bu konularda kesinlikle hassasız. Oradaki talebimiz sadece bu haksızlıkarihinde eski milletvekilğın ve zulmün kabul edilmesi ve gerekiyorsa devlet adına özür dilenmesi. Kesinlikle baştan söylediğim gibi intikam ve kin duygusu yoktur. Devletimiz bizim devletimizdir. Ama devletimiz adına bunu düşünüyoruz, devletimizin büyük olması adına bunu düşünüyoruz. Tarihiyle kesinlikle yüzleşmelidir. Hatası varsa kabul etmelidir. Buradan devlet aleyhine kötü bir şey çıkmaz gücünden de bir şey kaybetmez. Tam tersine güçlenerek çıkar.
 
Mezarı noktasında istediğimiz tek şey 82 yıl ana vatanına döndüğünden müsterihiz. Bu noktadaki çabamızda nasılsa PKK'nın leşleri belediye araçlarıyla, belediye ambulanslarıyla defnediliyorsa, kendilerine ait bir mezarı varsa bizimde isteğimiz başında Fatiha okuyabileceğimiz bir taşı olmamasıydı. Bunu da gerçekleştirdik. En büyük sevincimiz odur. Burada da bir önceki belediye başkanımız Orhan Öztürk, mevcut belediye başkanımız Numan Sezer'in büyük çabaları oldu. Birçok insanın desteğini gördük. Anıt mezar çalışması devam ediyor. Yapılacak. Ayrıca konuyu gündeme getiren başbakanımıza canı gönülden borcumuz var. Allah ondan razı olsun. Hele devletin en tepesindeki kişiler tarafından her babayiğidin harcı değil. Şimdi beklentimiz bu samimiyeti yakından hissediyoruz. Ve bunlar bizim yüreğimize su serpiyor. Gücümüzü, bu konudaki cesaretimizi artırıyor. Talebimiz bundan sonra devlet tarafından gereğinin yapılması. Biz bu konuda elimizden geleni yapacağız bu konuda katkısı olan herkese teşekkür ediyoruz.
 
Kulaktan dolma bilgiler var. Onlarında doğru olmadığını biliyoruz. Mesela Necip Fazıl'ın kitabı buna kaynak. Savunma yapmadığı, savunmasını yırttığı noktasında bir rüya var mesela. Peygamber Efendimizi gördüğü karardan bir gün önce. 'Yanımıza gelmek istemiyor musun?, niye savunmanı hazırlıyorsun' diye rivayet var. Bu Tahir Mevlevi'nin yakın arkadaşı, onun hatıratlarına dayandırıyor. Şüphesiz güzel bir şey ama bunu doğrulayacak kaynakları bulamadık. Atıf Hoca Tahir Mevlevi ile aynı koğuşta kalmamıştır, artı en uzun savunmalardan birisini hazırlıyor. Bu bilginin doğru olmadığını düşünüyorum. Objektif bakılmalı. Ama şunu göstermesi açısından Halkın gözünde bu itibarının ne kadar yüksek olduğu ve ona ne kadar yüksek itimat ettiği açısından bu karar önemli."
 
ATIF HOCANIN İSKİLİP'E DEFNİNİN GÖRÜNTÜLERİ ORTAYA ÇIKTI
 
Bu arada, Ankara'nın Şafaktepe parkında mezarı bulunan İskilipli Atıf Hoca'nın memleketi Çorum'un İskilip ilçesine defninin görüntüleri ortaya çıktı. 8 yıllık bir serüvenin ardından 22 Nisan 2008 tarihinde İskilipli Atıf Hoca'nın torunu Ahmet Faruk İmal tarafından cep telefonuyla kaydedilen görüntülerde, Fazilet Partili eski milletvekili Mehmet Sılay, dönemin ilçe belediye başkanı Orhan Öztürk ve Atıf Hocanın yakınları bulunuyor. Bir çuval içerisinde İskilip'e getirilen Atıf Hoca'nın naaşı, yakınlarının katılımıyla Gülbaba mezarlığı yanında alana defnediliyor.
 
İskilipli Atıf Hoca, 4 Şubat 1926 tarihinde idam edilmiş, cenazesi daha önce Mamak kimsesizler mezarlığına defnedilmiş, ardından dönemin başbakanlarından Adnan Medhinde eski milletvekilnderes'in başbakan olmasıyla kabri bulunarak 1954 yılında Gülveren ile Çinçin arasındaki asri mezarlığa taşınmıştı. Mezarlığın parka dönüşmesiyle Atıf Hoca'nın mezarı da kaybolmuştu.
 
İskilipli Atıf Hoca'nın yargılandığı dönemlerde görev yapan bir zabıt katibinin oğluna bıraktığı vasiyet üzerinden yola çıkarak Atıf hocanın mezarı bulunmuş, ve mezarı 2008 yılında İskilip'e taşınmıştı.
Kaynak:Haber 7.com

İHA

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İskilipli Atıf Hoca'ya da İade-i İtibar
« Yanıtla #6 : 03 Aralık 2011, 05:24:20 »
İstiklal Mahkemeleri ve Şapka davası!

02 Aralık 2011 18:00
25 Kasım 1925'te çıkan Şapka Kanunu'na muhalefetten Sivas, Rize, Giresun, Maraş ve  Erzurum başta olmak üzere qek çok kişi yargılandı ve en az 18 kişi idam edilirken, yüzlerce insan hapis cezasına mahkum edildi bir o kadarı da sürgüne yollandı.

Halen yürürlükte olan ve "Şapka Devrimi "olarak da adlandıran kanunla ilgili olarak İstiklal Mahkemesi,  25 Kasım günü Sivas'ta da kuruldu.
 
Sivas'ta şapka aleyhine duvarlara asıldığı belirtilen ancak içeriği günümüze yansımayan, yazılar dolayısıyla Sivas'ın bütün muhtarları yargılandı. Yargılanan bazı belediye görevlilerinden İmamzâde Mehmet Necati'nin idama,  iki kişi beşer, altı kişi onar sene, Belediye Başkanı Abbas ve diğerleri yedi buçuk sene hapse mahkûm edildi. İdam kararı verilen Mehmet Necati 28 Kasım'da asıldı.
 
Ahmet Turan Alkan'ın 19 yıl oradan sonra güncellenerek Ötüken yayınlarından neşredilen İstiklal Mahkemeleri ve Sivas'ta Şapka İnkılabı Duruşmaları adlı eseri o yıılların psikolojinisi bugüne yansıtmakta oldukça başarılı bir eser.
 
Eserde zikredilen İsyan Bölgesi İstiklal Mahkemesi Hakimlerinden Lütfi Müfit Bey'in sözleri mahkemelerin yasal boyutunu tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermeye yetiyor: "Bizim belli, milli bir amacımız vardır. Ona varmak için arasıra kanunun üstüne de çıkarız"...
 
Yine eserde zikredilen Gazeteci Yazar Hüseyin Cahit Yalçın'ın "Herhalde böyle bir mahkemede ben, hakim olmaktansa mahkum durumunda bulunmayı tercih ederim" sözleri de hakimlerin masumiyeti konusunda yeterince aydınlatıcı...
 
Bugün Dersim Katliamı vesilesi ile İstiklal Mahkemeleri bir kez daha gündeme gelirken şapka kanunundan çok önce yazdığı bir kitaptan dolayı yargılanıp o mahkemece asılan İskilipli Atıf Hoca gibi alimlerin oluşturduğu travmalar da sürüyor.
 
Ünlü gazeteci ve yazar Ahmet Turan Alkan, eserinde bir "olağanüstü mahkeme" olarak Milli Mücadele ve Cumhuriyet döneminde yürütülen mahkemelerin siyasetin neresinde olduğu, benzerlik ve farklılıklarını gözler önüne seriyor...
 
Eserle ilgili olarak yayınevi "Bugün İstiklâl Mahkemeleri ve Cumhuriyetin ilk yıllarını değerlendirirken artık daha farklı bakış açıları kullanmak ve peşin hükümleri terk edip olup biteni gerçek çehresiyle algılamak gibi borcumuz var. Böyle bir bakışla Sivas'taki yafta hadisesinin sonuçları değerlendirilirse şu gerçek ortaya çıkacaktır: Muhaliflerin tasfiyesi! Ne var ki bu iki başlı bir tasfiye olmuştur; bir yandan mahallî nüfuz sahipleri de yine aynı şekilde siyasi ve sosyal rakiplerini etkisiz hale getirmeyi başarmışlardır.  Ahmet Turan Alkan, İstiklâl Mahkemelerinin kuruluş ve işleyiş süreçlerine ışık tutuyor. Olağanüstü mahkemeler tarihten bugüne dünyanın çeşitli coğrafyalarında vücut bulmuştur. Toplumsal karışıklıklar, kalkışmalar, savaş halleri gibi ortamlar bu tür mahkemelerin varoluş gerekçesi ve zemini haline gelmiştir" diyor.
 
Eserin kayda değer bir özelliği de kronojik sıralama ve mahkeme evrakları ile zabıtlarını içerisinde barındırması...
 
Eserin son cümleleri şöyle: "Böyle bir bakışla Sivas'taki yafta hadisesinin sonuçları değerlendirilirse şu gerçek ortaya çıkacaktır: Muhaliflerin tasfiyesi. Ne var ki bu iki başlı bir tasfiye olmuştur; bir yandan hükümet muhaliflerini tasfiye ederken, diğer yandan mahalli nüfus sahiplerini de aynı şekilde siyasi ve sosyal rakiplerini de etkisiz hale getirmeyi başarmışlardır.
 
(Haber 7)

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İskilipli Atıf Hoca'ya da İade-i İtibar
« Yanıtla #7 : 11 Aralık 2011, 12:17:13 »
İstiklal Mahkemeleri için kim özür dileyecek?

9 Aralık 2011 Cuma






İhtilalin de hukuku vardır...” Birer seyyar ölüm mangası mahiyetinde çalışan İstiklal Mahkemelerinin istikrar adına alelacele gerçekleştirdiği yargısız infazlara isyan ederken böyle söylemişti 1. Meclis’in Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey... “Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetim yetkisini “üç adamın aklına” terk etmiştir, oysa fevkaladenin de bir hukuku vardır” diye itiraz ediyordu. Sinop mebusu Hakkı Hami Bey’in feveranı ise; “ idam cezası, tavuk öldürmek değildir. Bunlar tavuk değildir, hayat çok yüksektir” şeklinde yükseliyordu...

Ahmet Turan Alkan’ın Ötüken’den çıkan; “İstiklal Mahkemeleri, Sivas’ta Şapka İnkılabı Duruşmaları” adlı kitabını okuduktan sonra, siz de bu içler acısı cümleyi bir kez daha tekrar edeceksiniz eminim: “Hayat, çok yüksektir...”

***

Olağanüstü haller’in konuşlandırdığı özel yetkili mahkemeler, sadece bizim tarihimizde değil, dünya tarihinde de hukukun kontrolünde olmaktan çok, siyasetin güdümünde olmak babından eleştirilir. Hukuk değil, istikrar amacıyla kurulduklarından, muhakeme güvenliğini sağlayacak en önemli kriterlerden birisi olan “doğal yargıç” ilkesini ihlal ederler bu halleriyle.

1920-1949 yılları arasında, bazen yerleşik bazen gezici olarak görev yapan “üç adamdan mürekkep” İstiklal Mahkemeleri dosyasının açılması konusunu ne zaman konuşacağız? İstiklal Mahkemeleri kaç kişiyi idam etmiştir? İdam edilenlere müdafaa ve adli müzaheret hakkı tanınmış mıdır? İdam kararı verilenler temyiz hakkını kullanabilmişler midir? Yaprakları arasından kan ve cerahat sızan bu ağır dosya, bugünkü “anayasa” tartışmalarımızın üzerinde bile en ağır gölgeyken, yakın hukuk tarihimizle yüzleşmeyi göze alabilecek siyasetçilerimiz kimlerdir?

İstiklal Mahkemeleri, aynı zamanda Cumhuriyetin kurucu gücünü tanımak açısından çok önemli bir mevzudur. 1930’larda Sivas Hükümet Binası’nın girişindeki yazı pek manidar: “Yaşasın Demir Kollu Cumhuriyet”... Cumhuriyetin demir kolları şeklinde iş gören İstiklal Mahkemeleri hakkında Falih Rıfkı Atay şöyle diyor; “yeni rejimin otoritesi, İzmir ve Ankara sehpaları üstünde tutundu. Bu kesin tasfiye, her türlü aleyhtarlığın ve gericiliğin bütün cesaretlerini kırdı. Mustafa Kemal’e başladığı inkılabı, tamamlamak fırsatını verdi.” (Çankaya)

1920’deki başlangıcında asker kaçaklarını ve firarileri önlemek amacıyla ihdas edilen İstiklal Mahkemeleri, daha sonra Şapka Kanunu’nun kabulü, Şeyh Sait isyanının bastırılması ve İzmir Suikastının soruşturulması gibi rejim aleyhtarlığının bastırılması mevzularında aktif iş gördü. Daha en başından firar edenleri yakalayıp asmak suretiyle iş görmeye başlayan gezici mahkemenin asıl gayesi “düzen ve istikrar sağlamak”... İskilipli Atıf Efendi’yi, Şapka Kanunundan iki yıl önce yazdığı bir kitap sebebiyle, üstelik savcının hapis cezası talebiyle sunduğu iddianameye rağmen asması da “düzen ve istikrar” babından. Bugün karar veriliyor, avukat hakkı tanınmadığı gibi temyiz hakkı da yok, ertesi gün alelacele asılıyor. İşte cumhuriyetin demir kolları!

Ahmet Turan Alkan’ın kitabında incelediği Sivas’taki “yafta” hadisesi ise insanı gülerken ağlatacak cinsten. Şehir meydanına kim tarafından asıldığı belli olmayan muhalif içerikli bir kağıt parçası üzerinden yapılan soruşturma neticesinde zavallı Çil Mehmet’in idamına giden trajik bir hadise. “Önünüzde terliyorum efendim...” diyor, “süt alırım, süt satarım” diyor Çil Mehmet, “Arasıra rakı da içerdim” diyor, Cumhuriyet Halk Fırkası için “bozuk parti” demediğine dair ne kadar yemin billah etse de nafile. Zavallı Çil Mehmet, “mebus” bile yazamıyor doğru dürüst de “mabus” yazdığı için idamına en büyük delili veriyor muhterem reislere... Alkan’ın kitabını içiniz kahırlar dolarak okuyacaksınız. İstiklal Mahkemelerinin özrünü hepimiz dileyeceğiz, sivil ve demokratik yeni anayasayı yaptığımız gün...
Sibeleraslan-Star gazete .com

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İskilipli Atıf Hoca'ya da İade-i İtibar
« Yanıtla #8 : 05 Şubat 2013, 04:46:39 »




Medreseden darağacına uzanan bir ömür

İskilipli Atıf Hoca Şapka Kanunu çıkmadan 1,5 yıl önce ve bakanlık izni ile basılan 'Frenk Mukallitliği ve Şapka' kitabı sebebiyle 86 yıl önce bugün idam edilmişti


Cumhuriyet'in ilanından sonra yapılan inkılâpların en önemlilerinden biri de hiç şüphesiz şapka inkılâbı olmuştur. Her alanda "Batılılaşma" amacı taşıyan değişim sürecinde, kılık-kıyafet hususu da göz ardı edilmemiştir. Batı medeniyetinin bir bütün olarak benimsenmesinden yana olan Mustafa Kemal Atatürk, yapacağı bu inkılâbın ilk işaretini aslında Erzurum Kongresi öncesinde vermiştir.

 

ŞAPKA İÇİN İLK İŞARET ERZURUM KONGRE'SİNDE VERİLMİŞTİ

 

Mazhar Müfit (Kansu) Bey'in hatıralarında naklettiğine göre, Mustafa Kemal Paşa, 7-8 Temmuz 1919'da "Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir." demişti. Bunun için de şartların olgunlaşmasını beklemiş, zamanı geldiğinde ise tatbik mevkiine koymak için harekete geçmişti. Şapka inkılâbının gerekçesini ise, yıllar sonra Nutku'nda şöyle açıklayacaktı:

"Efendiler, milletimizin başında, cehil, gaflet ve taassubun ve terakki ve temeddün düşmanlığının, alamet-i farikası gibi telakki olunan fesi atarak onun yerine bütün medeni âlemce serpuş olarak kullanılan şapkayı giymek ve bu suretle, Türk milletinin medeni hey'et-i içtimai'yyeden, zihniyet itibariyle de hiçbir farkı olmadığını göstermek bir lâzıme idi."

 

İşte bu amaçla ilk olarak hükümet, ordu için 1925 yılı ilkbaharında "siper-i şems" adı verilen ve aslında şapkadan başka bir şey olmayan, başlığın giyilmesine dair bir karar aldı. Böyle bir ortamda kılık-kıyafet devriminin ilk adımı atıldı ve Mustafa Kemal Paşa, 24 Ağustos 1925'te Kastamonu'ya gitmek üzere yola çıktı. Şehre girişinde halkı başı açık olduğu halde elinde bir panama şapkasıyla selamladı. Artık sosyal alanda yapılacak inkılâp ve değişimler başlıyordu. Şapkayı, Türkiye'yi batı uygarlığına yaklaştıracak ve onu medeni kılacak bir vasıta ve yüksek bir amaç olarak gören Mustafa Kemal Paşa, İnebolu'da yaptığı konuşmasında:

 

"Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir"

 

"...Bu gidiş zaruridir. Bu zaruret bizi yüksek ve mühim bir neticeye isal ediyor. İsterseniz bildireyim ki bu kadar yüksek ve mühim bir neticeye vusul için lazım gelirse, bazı kurbanlar da verelim. Bunun ehemmiyeti yoktur. Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir. O, gafil ve itaatsizler hakkında çok bi-amandır..." Diyor ve "Medeni ve beyne'l-milel kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir. Ayakta iskarpin ve fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siper-i şems-i serpuş. Bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Buna caiz değil diyenler vardır. Onlara derim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim. Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz?" sorusunu yönelterek şapka giyimini kamuoyunda tartışmaya açıyordu.
 

İşte bu tartışma döneminde, henüz kanun çıkmamışken Fatih Dersiamı İskilipli Atıf Hoca bazı dostlarının da teşvikiyle "Frenk Mukallitliği ve Şapka" isimli 32 sayfalık risalesini kaleme alarak Maarif Vekâleti yani Milli Eğitim Bakanlığı'nın izni ve onayı dâhilinde Kader Matbaası'nda bastırdı. 12 Temmuz 1924 tarihinde tamamlanan bu risalesinde Atıf Hoca "taklit" ve "mukallit" kelimelerini açıkladıktan sonra "Şer-i şerif nazarında mutlak bir surette taklidin caiz olmadığını, taklit edilmesi gereken biri var ise bunun Hz. Muhammed (S.A.V) olduğunu onun sünnetine uymak lüzumunu ifadeden sonra "Hülasa kelam-ı bidat-i kabihada, münkirat ve menahide ve şer'i şerife muhalif olan usul ve muaşerat-ı medeniyette hiçbir kimseye taklit asla caiz değil, nerede kaldı ki şiar-ı küfürde milel-i gayr-i Müslimeye taklit caiz olsun bu katiyen caiz olmaz. Şu halde bir Müslüman'ın şiar ü alamat- u küfür addolunan bir şeyi bila-zarureten giymek veya taşınmak suretiyle gar-i Müslimlere taklidi ve kendisini onlara benzetmesi şeran münhi ve memnudur. Bu hususa icma-i ümmet de itikad eylemiştir. Bunda şek ve şüphe yoktur. Zira Resulü Zişan (S.A.V) efendimiz buyurmuşlardır ki: "Bir kavme benzemeye çalışanlar o kavimdendir." Demekteydi. Başta İstanbul olmak üzere Anadolu'nun çeşitli yerlerinde de satılmaya başlanan bu risale, basımından 1 yıl sonra, 25 Kasım 1925 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan "Şapka İktisâsı Hakkındaki Kanun"un TBMM'de kabul edilmesiyle yasaklandı. Toplatılarak dağıtımı durduruldu.




Davada savcının talep ettiği cezalar...

 

ŞAPKA KANUNU UYGULAMAK İÇİN İSTİKLAL MAHKEMESİ KURULDU

 

Sonraki günlerde "Şapka Kanunu" aleyhine başta Erzurum, Sivas ve Rize'de olmak üzere birçok şehirde isyanlar görüldü ve bunlar süratle bastırıldı. "Kel Ali" ismiyle bilinen Afyon Mebusu Ali Çetinkaya başkanlığında derhal bir İstiklal Mahkemesi teşkil edilerek dolaştırıldı. Delile ihtiyacı olmayan ve temyiz hakkı bulunmayan bu mahkemelere olağanüstü yetkiler verildi. Süratle yargılamalar devam ederken isyanların çıktığı şehirlerde yapılan aramalarda İskilipli Atıf Hoca'nın "Frenk Mukallitliği ve Şapka" isimli risalesi bulunup, tutuklanan bazı sanıkların ifadeleri doğrultusunda gizlice dağıtılmak suretiyle okunduğu iddia edildi. Bunun üzerine İskilipli Atıf Hoca tutuklandı ve Ankara İstiklal Mahkemesi'ne sevk edildi.

 

İskilipli Atıf Hoca'nın idam edildiğini haber veren bir gazete kupürü

 

Yargılama süresince risalenin dağıtımı ve satışını gizlice yapmakla suçlandı. İskilipli Atıf Hoca, tüm bu suçlamaları ret ederek, kanunun çıkışı sonrasında bunları yapmadığını, zaten risalenin 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'nın izniyle basıldığını ifade etti. Ayrıca yargılama ile hiçbir alakası olmadığı halde 31 Mart Vakası, Teali İslam Cemiyeti Başkanlığı gibi konular gündeme getirilerek yapılan asılsız suç isnatlarını delilleriyle çürüttü. Nihayet 3 Şubat 1926'da yapılan celsede Savcı Necip Ali Bey, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde şapka giyilmesi yüzünden bazı olayların çıkmasına sebep olmalarından dolayı tutuklanarak İstiklal Mahkemesi'ne verilen sanıklardan Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca'nın idamını, içlerinde İskilipli Atıf Hoca'nın da bulunduğu on sanığın üç senden on beş seneye kadar kürek cezasına çarptırılmalarını istedi. Bunlar dışında kalan diğer sanıklar hakkında da sürgün, sınır dışı ve beraat talep etti. Aynı gün saat 10.00 da İskilipli Atıf Hoca da dâhil olmak üzere sanıkların müdafaaları dinlenip tetkik edildikten sonra İstiklal Mahkemesi, kararını alkışlar arasında verdi. Hukuk kurallarını hiçe sayarak "çıkan kanunların geriye dönük olarak uygulanamayacağı" esasını görmezden gelen mahkeme, savcının talebinden derece değil, içerik olarak farklı karara imza attı. "Frenk Mukallitliği ve Şapka" adlı risalenin çıkan isyanların sebebi ve tahrik unsuru olduğu, basımı ve dağıtımı için çalışıldığı, yeniliğe ve cumhuriyete daimi bir düşman vaziyetindeki adı geçen şahsın son isyan olayı ile manen ve maddeten alakadar olduğu" gerekçesiyle "Türkiye Cumhuriyeti Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu'nu tamamen veya kısmen tağyir... ve ifa-yı vazifeden men'ine cebren teşebbüs edenler idam olunur" hükmüne dayanarak İskilipli Atıf Hoca ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi'nin asılarak idamlarına oy birliği ile hükmetti. Diğer sanıklardan Şeyh Süleyman, Hasankale Telgraf Müdürü Halid, Uşaklı Köseoğlu Ahmet, Ayıntabî Salih, Yusuf Kenan, Suud'ül Mevlevi on sene küreğe, Sabuncu Süleyman, Kamilpaşazade Muhlis on beş sene küreğe, Merakib Ali, Hoca Osman, Hacı Bey, Hoca Mehmed, Kara Sabri, Erzurumlu mütekaid Yüzbaşı İsmail Efendi'ler yedi sene, Fatih Türbedarı Hasan Efendi beş sene hapse mahkûm edildi. Hoca Tahir, Hoca Fettah Efendi'lerin üç sene Adana'ya sürülmesine, Seydişehirli Hasan Fehmi Efendi'nin üç sene Isparta'ya sürülmesine, Erzurumlu Samih, Muhsin, Sabuncuzade Mustafa, Zühtü Efendi'lerin üç sene İstanbul'a sürülmelerine hükmedildi. Ayrıca Cafer, Mustafa Asım, Tevhid-i Efkâr yazarlarından Ömer Rıza(Doğrul), Hafız Osman, Yahya Cafer'in oğlu Muhiddin, İhsan Mahvi, Seyyid Tahir, İstanbul İmam Hatip Kâtibi Aziz Mahmud, Kitapçı Mihran, Yağlıkçızade Mustafa ve Hüseyin, Şeyh Ali Haydar, Berber Mustafa, Saatçi Nafiz, Gostivarlı Hasan, Mülazım Halid, Sürmeneli Hafız Ali, Tahir'ül Mevlevi ve Erzurumlu Cafer Bey'lere de beraat verildi. Ardından derhal infazlara geçilerek sanıkların sevki yapılırken, idama mahkûm edilen Atıf Hoca ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi 4 Şubat 1926'da gece sabaha karşı eski meclis binası önünde asıldı.



İstiklal Mahkemesi'nde üç Ali'ler yan yana...

 

Kılıç Ali, Atıf Hoca'nın boynuna ip geçirilirken, başına bir şapka geçirmiş,"giy domuz" demiş ve küfürler etmişti
 

İskilipli Atıf Hoca'nın idamında bulunan İstiklal Mahkemesi üyesi "Kılıç Ali, hocanın boynuna ip geçirilirken, başına bir şapka geçirmiş,"giy domuz" demiş ve küfürler etmiş"ti. Hoca'yı idam sehpasında görenlerden biri de aynı davada yargılanıp beraat eden Tahir'ül Mevlevi idi.

 

Tahir'ül Mevlevi sabah namazı sonrası eski meclis binasının önüne gelince, gördüğü sahneyi şöyle anlatmıştı: "Birdenbire gözüme ilişen manzara, beni olduğum yere mıhladı. Evet, eski meclis önündeki meydanın ortasına iki vücut çekilmişti. Elimde olmadan gözlerimden yaşlar akarken, dudaklarımdan da meşhur bir mersiyenin matlaı olan, "Uluvvün fi'l-hayati ve fi'l-memat/Le-hakkun ente ikdü'l mucizat"( Sen hayatta da, ölümünde de yücesin, Gerçekten sen mucizelerden birisin) beyti döküldü."

 

(Emre Gül / Dünya Bülteni)HaberVaktim.com

mazhar

  • Ziyaretçi
İskilipli Atıf Hoca’yı asanlardan biri de Andımız’ın mucidiydi
 
Tarih, nicedir uyuşturulmuş olan dimağlarımızı kamaştırmaya devam ediyor ve öyle görünüyor ki, bir süre daha edecek de. Geçen haftaki “Andımız” tartışmasının bir faydası da, bizi Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının acar şahsiyetlerinden biriyle, Dr. Reşit Galip’le yüzleştirmesi oldu.
 
 
  
Böylece Andımız’ın mucidi olan bu tıp doktorunun Darülfünun hocalarının sokağa atılmalarından Zeki Velidi Togan’ın üniversiteden kovulmasına, Atatürk’ün kafa ölçüsünün alınmasından ezanın Türkçeleştirilmesine kadar akla hayale gelmedik çeşitlilikte işlere memur edildiğini öğrenmiş olduk.

Lakin geçen haftaki yazımda bir cümleyle değindiğim İstiklal Mahkemesi üyeliği de en az diğer ‘görevleri’ kadar önemliydi. 7 Mart 1925’ten itibaren bir yıl görev yapan bu mahkemenin iş yoğunluğunu konunun uzmanı Ergün Aybars’ın verdiği rakamlar yeterince göstermektedir:

Bakılan dava sayısı: 256.

Yargılanan sanık sayısı: 1.669.

Mahkûm edilenlerin sayısı: 669.

Verilen toplam hapis cezası: 3.000 küsur yıl.

İdam cezası: 128.

Sürgün cezası: 50.

Müebbet kürek ve sürgün cezası: 7. (İstiklal Mahkemeleri, Milliyet: 1997, s. 419.)

Eşkıyalık gibi başka davalara da bakıyordu gerçi ama Reşit Galip’in de üyesi bulunduğu Ankara İstiklal Mahkemesi’nin mesaisinin ana meşgalesini irtica ve şapkaya muhalefet oluşturmuştu. Nitekim İskilipli Atıf Hoca’yı idam eden mahkeme de ondan başkası değildi.



Devamı için...

http://www.zaman.com.tr/mustafa-armagan/iskilipli-atif-hocayi-asanlardan-biri-de-andimizin-mucidiydi_2151617.html